Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm - Anahtar

@maveradabiryazar

Seslerinde duygusu olduğuna inanırdı Mehpare. Bazı sesler bazı duygularla özdeşirdi. Mesela tam şu an da duyduğu bu baykuş sesi içinde büyük bir huzursuzluk barındırırken, arkasından gelen ulumalar korku ateşini yakıyordu bir yerlerde. Oysa cıvıl cıvıl bir kuş sesi işitiyor olsaydı daha huzurlu ve sakin kalırdı bu bilinmezlik içinde.

Kulakları duyduğu seslere kabarırken, başında ki ağrı ile gözlerini açmaya çalıştı genç kız. Gecenin en siyahına açılan gözleri hala daha çevresini seçemiyordu. Neredeydi? Burada ne işi vardı? Ne olmuştu ona?

Kafasında bir çok soru ile olduğu yerden doğruldu. En son olanları hatırlamaya çalıştı. Tutulma... Çınar ağacı... Anahtar kolye...

Dağılan taşlar yerine otururken şaşkınlığını üzerinden atamadı. Kesinlikle bayılıp başını bir taşa çarpmış olmalıydı. Gördüğü her şey bir kabustu ve Mehpare birazdan uyanacaktı. Böyle olmasını diledi.

Gözleri içinde bulunduğu karanlığa alışırken etrafına dikkatle bakındı. Orhan Gazi Türbesi'nin bahçesindeydi en son. Onu bulan olmamış mıydı?

Dibinde bayıldığı çınar ağacını gördü. Hemen yanı başında, nöbette gibiydi. Ağaç aynı ağaçtı fakat etrafında ki her şey farklıydı. Gecenin karanlığı gözlerine bir oyun oynuyor olmalıydı. Ön bahçeye geçip, nöbetçi veya bekçi bulmak için harekete geçti.

Karanlık yollarda görüntüsü yok denebilecek kadar azken bulunduğu yeri kaybetmişti bile. Ormanın seyrek ağaçlarla olduğu bölümüne çıktığında ay ışığına kavuşmuş olmanın şükrünü yaşadı. Gözleri şimdi daha iyi ve net görüyordu etrafını.

Kendi etrafında defalarca dönmesine rağmen ağaçlardan, kayalardan başka bir şey göremedi. Türbeden ne kadar uzaklaşmış olabilirdi ki? Hem bağırıp sesini birilerine duyurmak istiyordu, hem de bu ıssızlıkta sesinin tehlike getirmesinden korkuyordu.

"Allah'ım sen yardım et."

Dualar ederek gözünden akan yaşları umursamadan ilerlemeye devam etti. En ufak bir yol, iz arama derdindeydi. Yola çıksa bir ihtimal bir araba bulabilirdi fakat ne tarafa gitmesi gerektiğini bile bilmiyordu.

Dakikalar saatleri kovalarken Mehpare tükenmiş bir vaziyette bir kayanın dibine çöktü. Şimdiye kadar korku ve endişe onu ayakta tutarken artık susuzluk ve yorgunluk boy göstermeye başlamıştı. Eli istemsizce boynuna giderek kolyesini aradı. Çınar ağacının orda çıkardığı kolyesini unutmuş, epeyce uzaklaşmıştı.

"Kahretsin." 

Her şeyin daha kötüye gittiğine inandığı vakitler kulaklarını uzaklardan gelen bir ses doldurdu. Uğultular şeklinde gelen ses yaklaştıkça netlik kazanmış, atların nal seslerine benzemişti. Bir değil, bir kaç at vardı etrafta. Bu da Osmanlı'nın kuruluş haftasında yapılan gösterilerin bir parçası mıydı? Belki de öyleydi. Kurtulmak için bir umutla seslerin geldiği yöne doğru adımladı Mehpare. Atlar ona, o da atlara yaklaşıyordu fakat herhangi bir tehlikeye karşı sessiz olmayı seçti.

Çok kısa bir süre sonra seslerin getirdiği alanda uzunca bir göle rastladı. Ayın suya düşen görüntüsü ve seher yelinin tatlı esintisi huzurlu bir hava katıyordu ormana. Gölün öte tarafında tam seçemediği kıpırtıları fark etti genç kız. Bir kaç atın gölde su içtiğini ve bir erkek grubunun sohbetini işitti. Ne dedikleri anlaşılmasa da birileri olduğu belli oluyordu.

Mehpare önce bu adamların onun çıkış kapısı olduğunu düşünse de hissettiği korku ve endişe ile sadece izlemek ile yetindi. Sabah olmak üzere iken sırayla gölden abdest alan adamları izledi. İkişer ikişer kıldıkları namazda diğerleri etrafı kolaçan ediyordu. Demek ki onlar da bir şeylerden korkuyordu, diye düşündü genç kız.

Yanlarına gidip olanları anlatmak isterken içlerinden birinin onun olduğu yöne doğru geldiğini fark etti. Eğer burada onları gizlice izlediği fark edilirse yanlış anlaşılır, suçlu duruma düşebilirdi. Sessizce saklandığı kayaya iyice gömüldü.

Karşıdan gelen adam ona doğru yaklaştıkça netlik kazandı. Oldukça uzun boylu, değişik giyimli, asık suratlı biriydi. Saçlarının ve teninin esmerliğine inat gök mavisi gözleri vardı. Attığı her adımda genç kıza daha bir yaklaşan adamı durduran şey arkasından atılan bir ok oldu.

Mehpare ne olduğunu anlamazken, adam çoktan kendisine bir ağacı siper etmiş kılıcını çıkarmıştı.

"Baskın var alpler, davranın pusatlara."

Adamın tok çıkan sesiyle kınından çıkan kılıçların sesi gölü doldurmuş, Mehpare'yi iyice korku salmıştı. Bu baskında neydi? Ya bu kılıçlar nerden çıkmıştı?

Mehpare hiç yerinden kıpırdamadan olanları izliyor, kendisini tarihi bir filmin içerisindeymiş gibi hissediyordu.

"Allahu ekber" 

İndirilen kılıç darbeleri, atılan ok sayıları arttıkça bağırışlar yükseliyordu. Henüz tam aydınlanmayan havada her şeyi seçmek güç olsa da gözleri şaşkınlıkla izlemeye devam ediyordu. Biraz önce izlediği beş atlı, kendilerinin neredeyse sayıca iki katı olan bir gruba galip geliyordu. Biraz önce huşu içinde namaz kılan bu adamlar şimdi ellerinde kılıçlar, oklar ve hatta topuzlar ile savaşıyordu.

Ne kadar süre sürdü bu anlam veremediği savaş bilemedi. Sonradan gelen değişik giyimli atlıların hiçbiri yoktu şimdi. Kimi kaçmış kimi de yerde kanlar içinde yatar haldeydi. Gördüğü vahşet karşısında onlardan yardım istemeye korkan genç kız sessizce atlıların gitmesini bekledi. Fakat biraz önce gördüğü gök gözlü adam gitmek yerine Mehpare'yi fark etmiş olacak ki sığındığı kaya dibine doğru adımladı. Genç kıza bir kaç adım uzaktayken duran adımları genç kızı iyice korkutmuştu.

"Çıkasın oradan da erce dövüşesin benimle."

Görünen o ki Mehpare'yi biraz önceki adamlardan biri sanmıştı bu yabancı. Mehpare çıkmak ve saklanmak arasında kaldı. Bu adamlar kimdi? Biraz önce ne olmuştu?

"Sana çıkasın oradan dedim."

Duyduğu tok ses ile yerinden sıçrayıp yavaşça kayanın arkasından çıktı. Ellerini istemsizce kaldırıp teslim olur bir edaya giren genç kız adeta korkudan titriyordu. Mehpare şimdi karşısında duran bu adamı daha net görüyordu. Şaşkındı. Kıyafetleri türbeye girerken bekçilerin giydiği eski Türk kıyafetleriydi. Börk müydü o kafasındaki?

Mehpare de kendisi gibi şaşkınca bakan adamı çözmeye çalıştı. Ne aradığını bilmese de en ufak bir ipucu büyük bir adımdı.

Adam içinde oldukça şaşırtıcı bir durumdu bu. Genç bir hatunun bu saatte bir başına ne işi vardı burada? Üstelik üzerinde ki bu kıyafette neyin nesiydi?

"Kimsin sen hatun? Ne edersin orada?"

"Asıl siz kimsiniz? Ne oluyor burada? Bu adamlar kim? Hem bu kıyafetler de ne? "

Karşısında sinirlendiği her halinden belli olan adamın yanına diğerleri de gelince Mehpare istemeden daha bir kokuya kapıldı.

"Ecnebi midir beyim?"

Diğerlerine göre daha iri olan adamın sözleriyle bir kez daha şaşkınlıkla açıldı ağzı Mehpare'nin.

"Ecnebi diye senin gibisine denir. Elhamdülillah hem Müslümanım hem Türk'üm ben."

Diğer adamlar oldukları yerde keyifle bu çıkışa gülerken gök gözlü kaba adamdan hala bir tepki gelmemişti.

"Film falan mı çekiyorsunuz siz? Ay yoksa kamera şakası mı?"

Mehpare'nin dediklerinden hiçbir şey anlamayan atlılar birbirlerine sorarak bakarken yüzlerindeki ifadeden Mehpare durumun vehametini kavrıyordu.

"Nereden gelirsin?" 

Öncesinde bir anlaşma sağlanmamış olsa da belki bir çıkış yolunu gösterirlerdi diye düşündü Mehpare.

"Kayboldum ben. En son Orhan Gazi'nin türbesindeydim, birden kendimi burada buldum."

"Tövbe estağfurullah hatun. Dikkat edesin laflarına. Orhan beyim öldü mü ki, türbesi olsun?"

"Af buyur?" 

Birbirlerini anlamaktan ve anlatmaktan sıkılan bu ikilinin konuşması böyle devam etti bir süre. Ne Mehpare içinde bulunduğu durumu anlatabiliyordu ki henüz kendisi de anlamış değildi, ne de karşısında ki adam onu anlayıp yardımcı oluyordu.

"Beyim imdi gitme vaktidir. Akşam çökende kefereden geçilmez burası."

"Hatun ne olacak peki? Kayboldum der, keferenin eline mi bırakacaz?"

Adamların konuşmalarına kulak kesildikten sonra önderleri olduğunu anladığı adam söze girdi.

"Bırakmak olmaz. Yakınlarda Satı Kadın'a teslim ederiz. Bunun dilinden anca o anlar."

Sözünü bitirdikten sonra atına atlayan adama diğerleri ellerini göğüslerine vurarak uymuşlardı. Mehpare için kararlar alınıyordu fakat o yokmuş gibi davranılıyordu.

"Satı Kadın kim? Ne yapıcam ben orda?"

Mehpare'yi cevapsız bırakan adam, diğerlerine seslenerek yerde yatan adamlardan birinin atını hazırlamalarını söyledi.

"Dalga mı geçiyorsunuz siz benimle?"

Mehpare'nin sinirli çıkışına karşı sessizce izlediler.

"Sizi tanımam etmem. Gelmem sizinle bir yere. Ayrıca ata falan da binemem ben."

"Sen hep böyle çok mu konuşursun hatun?"

"Karşımda anlayışı kıt biri olunca anlatmak uzun sürüyor tabi."

"Fesubhanallah."  

Adamın sinirle nefes alıp vermesi Mehpare'yi korkutması gerekirken biraz önce ki çıkışından cesaret almış olacak ki başını dik tutmaktan geri kalmıyordu.

"Hem kayboldum dersin, hem de yardım istemezsin. İmdi ya gelirsin Satı Kadın'a anlatırsın derdini ya da burada kurda çakala yem olursun."

Mehpare için fazla bir seçenek yoktu. Gurur yapmanın sırası değildi belli ki. Satı Kadın dedikleri kadından yardım almak en doğrusu gibiydi.

"Nasıl binilir ata?"

... 

Yaklaşık bir saattir at üstündeydi Mehpare. Ata binmesi oldukça zor olsa da dizginlerini tutan adam sayesinde at sürmekte zorlanmıyordu. Mehpare için sessiz geçen yolculuk adamlar için pekte öyle değildi. Gök gözlü kaba adam ve diğer uzun olan adam sessizliği seçerken kalan üç arkadaşları keyifle sohbet ediyorlardı. Mehpare bu sohbetleri dinlerken konuşmalara oldukça takıldı. Günümüz Türkçesi ile konuşmuyorlardı. Yani evet konuştukları dil Türkçeydi, onları anlıyordu fakat eski kelimeler o kadar çoktu ki bazen zorlanıyordu.

Atlarını durduran adamlar ile geldiklerini anlayıp etrafı kolaçan etti Mehpare. Eski bir kulübenin önünde bir bahçe içindeydiler. Ne bakımlı ne de bakımsız olan bu bahçe bir kaç sebze dikim işini görüyor olmalıydı.

"Satı Kadın." 

Gök gözlü kaba adamın sesiyle kapıya çıkan yaşlı kadına baktı Mehpare. Buruş buruş tatlı bir nineydi bu. Kadın da onlar gibi eski geleneksel kıyafetlerden giymiş gibiydi. Lakin onunki daha eski ve soluktu.

"Selamın aleyküm Satı Kadın."

"Aleyküm selam beyim, hoş gelmişsiniz buyurasınız."

Yaşlı kadının, oğlu yaşlarında bu adama gösterdiği saygıya şaşkınlıkla baktı Mehpare.

"Sağ olasın Satı Kadın. Acelemiz vardır, sana birini getirdik. Kayboldum der durur, dilinden de anlamazız."

Adamın lafı biterken yaşlı kadının Mehpare'yi süzüşü başladı. Yüzünde şaşkınlıkla beraber beliren endişe göz önündeydi.

"Sen ilgilenesin, bir iş lazım olursa da obaya haber gönderesin?"

Yaşlı kadın gözlerini Mehpare'den ayırmadan adamın dediklerini onaylarken Mehpare de zorla bindiği attan geri indi. Mehpare'nin söylenişleri hızını kesmeden devam etse de onu duymazdan gelen adamlar tek bir söz bile etmeden çekip gitmişlerdi. Mehpare şimdi bu yaşlı kadın ile baş başaydı.

"Gel kızım hele, içeri geçesin hava soğuktur."

Mehpare çekingen ve ürkek adımlarla kadını takip ederek ahşap kulübenin içine girdi. Köy evi sanmıştı burayı fakat çok daha farklıydı. Yerde serili iki minder, şömineye benzer bir ocak ve kap kacak koyulmuş bir köşe. Mehpare etrafa şaşkınlıkla bakarken Satı Kadın ona yol gösterdi. Yerdeki minderlerden birine oturan Mehpare önce kadının konuşmasını bekledi.

"Demek kayboldun ha?"

Mehpare konunu açılması ile heyecanla hızla konuşmaya başladı. Sonunda onu anlayan birileri çıkmıştı.

"Evet kayboldum. Dün gece gözlerimi açtığımda kendimi bir ormanda buldum. Yolu bulmak için her yere bakındım ama bulamadım. En son işte o kaba adamlarla karşılaştım. Onların neler yaptığını bir bilsen. Hihhh."

Nefes almadan konuşması ve en sondaki iç çekmesi ile yaşlı kadını güldürürken çok konuştuğunu anlayarak kadının konuşmasına müsaade etti.

"Nereden gelirsin? Neredeydin kaybolmadan önce?"

"Onlara da söyledim. Orhan Gazi Türbesi'ndeydim en son. Bahçede dinlenirken bir ağacın altında bayılmışım. Öyle garip şeyler oldu ki anlatsam inanmazsın teyze. Uyandığımda ağacın altındaydım yine ama yolu bulamadım işte."

Satı Kadın benzi atmış şekilde kızı dinlerken eliyle ağzını bir şey saklar gibi kapatmıştı.

"Ne oldu teyze? iyi misin?"

"Anahtarı ne yaptın?"

Şaşırma sırası şimdi Mehpare'deydi. Anahtardan ona bahsetmemişti nereden bilebilirdi ki? Uzunca bir kabusun içinde olmalıydı Mehpare. Uyanacak ve her şey bitecekti. Acaba düşerken kafasını çok mu sert vurmuştu yere?

"Anahtarı nereden biliyorsun?"

Satı Kadın yaptığı yanlışı yeni fark eder gibi toparlanarak yüzüne bir tebessüm yerleştirdi. Genç kızın ondan korkmasını istemiyor, her şeyi tüm açıklığı ile anlatmasını bekliyordu.

"Korkmayasın kızım. Sen bana her şeyi anlatasın ki bende sana yardım edebileyim."

Mehpare şimdi ne yapacağını bilemez haldeydi. Hem her şeyi anlatmak istiyordu hem de bu kadından korkuyordu.

"Anahtara bakayım müsaadenle."

"Bende değil, kaybettim."

"Kayıp mı ettin?" 

Kadının yüzünde ki ifade öyle korkuyu barındırıyordu ki Mehpare dünyayı yerle bir edecek bir bombanın pimini çekmiş gibi suçlu hissetmişti. Hafifçe başını sallayarak kadının vereceği tepkiyi bekledi.

"En başından anlatasın kızım."

Mehpare çaresizlik içinde kadının dediklerini yaptı ve ona olanları anlattı.

"Okul gezisi için Orhan Gazi Türbesi'ndeydik. Osmanlı'nın kuruluşu olduğu için kalabalıktı her yer. Biraz dinlenmek için bahçede ki çınar ağacının dibine oturdum. Sonra birden güneş tutuldu. Yani ben öyle anladım. Çok ışık oldu bir şey göremedim. Elimle ağaca yaslanırken kilidin kabartısını fark ettim. İlk önce korktum ama sonra kolyemdeki anahtar geldi aklıma. Ne olduysa zaten onu denememle oldu. Anahtar tam oturdu o kilide. Çevirdim ama bayılmışım. Gözlerimi bir açtım ki akşam olmuş. O karanlıkta anahtarı görmedim. Aklıma bile gelmedi. O korkuyla birilerini bulmak istedim, sonrası malum zaten."

"O anahtarın sende ne işi vardır?"

Satı Kadın sorularına devam ederken Mehpare korkusunu henüz atlatamamıştı.

"Neden soruyorsunuz bunları?"

"Sen anlatırsan bende sana anlatacam kızım. Ama önce sen anlatasın ki ben bir bileyim ne olduğunu. Yoksa sana nasıl yardım ederim?"

Mehpare, yaşlı kadının yüzündeki tebessüm ve samimi sözlerine kapılarak anahtarın hikayesini ona anlattı. Anne ve babasını, onu bulan çobanı, anahtarı. Her şeyi ona anlatırken kadının akan göz yaşlarına şaşkınlıkla baktı. Mehpare alışmıştı ona acıyan insanlara fakat bu başka bir bakıştı. Gözlerinde çok daha başka bir duygu vardı bu kadının.

"İşte her şey bu kadar. Şimdi anlatma sırası sizde."

Satı Kadın kendisini hızlıca toparlayarak sözünü tutacağını belli eden bir baş hareketi yapıp ayaklandı.

"Acıkmışsındır. Önce şu çorbayı bir içesin."

Bir yandan konuşup bir yandan sofra hazırlayan kadına genç kız yardım etmek istese de yaşlı kadın müsaade etmedi. Mehpare kadınla ne kadar konuşmak istese de önceliği çorbaya verecek kadar acıkmıştı. İstemeden hızlıca içtiği çorba ve taze ekmek ile karnını iyice doyurdu.

"Eline sağlık teyze. Allah razı olsun çok acıkmıştım."

"Afiyet olsun kızım."

Satı Kadın'a yardım ederek hızlıca toparladığı yer sofrasından sonra tekrar yerine oturdu. Vakit öğle vaktiydi. Dünden beri namazlarını kılamadığı aklına gelince üzülerek durumu Satı Kadın'a anlattı. Yaşlı kadın tek göz odasında ona gösterdiği su dolu ibrik ve bir tas ile abdest alması için zaman tanıdı. Mehpare yoksulluk olarak adlandırdığı bu ev düzenine şaşırsa da "buna da şükür" diyerek işe koyuluyordu. Namazlarını bitirdikten sonra Satı Kadın'ın yanına, bahçeye adımladı. Toprak üzerine serili bir kilimin üzerinde derin bir düşünceye dalan yaşlı kadının yanına oturdu.

"Karnım doydu çok şükür. Namazımı da kıldım. Şimdi artık anlatabilirsin."

"Ben anlatırım da sen nasıl anlarsın onu bilemem kızım?"

Mehpare bu cevap ile hafif bir öfkeye kapıldı. Salak değildi elbet anlardı. Belki de sözünden dönmek için laf kalabalığı yapıyordu bu kadın.

"O anahtar yıllardır kayıptı."

"Ne? Sahibi kimdi peki?"

Mehpare hiç beklemediği anda gelen ailesine kavuşma ipucuyla olanları unutmuştu bile. Şimdi tek derdi anahtarın önce ki sahibiydi.

"Bak kızım, şimdi anlatacaklarımı eyi dinleyesin. İnanması güçtür amma gerçekler ortadadır."

Mehpare, karşısında ki kadının ağzından çıkan her kelimeyi aklına kazımak ister gibi büyük bir dikkatle dinliyordu.

"Yıllar önce bu toprakların ulu boylarından bir büyücü büyük bir güce sahip oldu."

"Ne büyücüsü? Ne boyu teyze? Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz?"

"Senin yaşadığın yüzyılı mı sorarsın, şimdiki yüzyılı mı?"

Satı Kadın'ın cümlesiyle Mehpare bir süre sessiz kaldı. Daha hiç bir şey anlatmadan karmaşaya başlamıştı bile bu kadın.

"Seni beni mi var teyze?"

Kadının yüzünde ki acıyıcı gülüş ile genç kız tekrar olanları düşünmeye başladı. Türbeden sonra olanların hepsi hangi anlama geliyordu?

"Evet kızım, anlatmama müsaade edersen en başından anlatacam."

Mehpare'nin sessiz baş işareti ile Satı Kadın sözlerine kaldığı yerden devam etti.

"Büyücü bu güçle hem makam, hem altın, hem güç, hem şöhret hepsini aynı anda elde etmek istedi. Ne yaptı, nasıl yaptı bilinmez lakin; yıllar önce Osman Gazi Bey'in düşünde gördüğü Çınar ağacını yıllar sonrasına gitmek için kullandı. Osman Bey'in o kutlu düşünde ki ağacı bilir misin? Dallarında boyları obaları uzanan."

"Bilirim." 

"İşte o ağaçtaki büyü ile geleceğe gidip bugün için bilgiler getirdi. Bu bilgileri kötü kullanan herkese büyük değerler karşısında satıp gücüne güç kattı. Kendi gücüne güç kattı katmasına amma Türk boylarına karşı olan bu bilgiler obaları her geçen gün zarara uğrattı. Alınan bir karar ile iki obanın beyleri bu büyücüye dur deyip o anahtarı ondan aldılar. Lakin anahtar yıllar önce beyin küçük kızı ile beraber kaybolunca geleceğe gidip gelen hiç kimse olmamıştı. İmdi sen anahtar ile yıllar sonra gelirsin. Üstelik anahtar yine kayıp."

Genç kız, Satı Kadın'ın dediklerini ağzı açık dinlerken bir yandan da düşünüyordu. Bu dediklerinin gerçek olma ihtimali imkansızdı.

"O anahtar bana nasıl geldi o zaman? Bu dedikleriniz masaldan başka bir şey değil."

"Bilirim inanması güçtür. Kendine zaman veresin kızım. Olanları iyi bir düşünesin. İmdi bunları duymak bile zor gelmiştir sana. Hele bir dinlen bakalım. Her zaman bir kapı vardır evvel Allah."

... 

Dünden beri düşünmeyi bir an olsun bırakmadı Mehpare. Satı Kadın'ın söylediği her şey duruma açıklık getirse de Mehpare olanlara hala inanmıyor, tüm bu yaşananların bir an önce bitmesini umut ediyordu. Elinden gelen tek şey dua etmekti. Ne yapması gerektiğini ne düşünmesi gerektiğini dahi bilmiyordu. Karşısında oturup sessizce el işi yapan kadını uzun uzun süzdü. Yaşı tahminen 70'lerinde olmalıydı. Kumral teni, kahve gözleri ile yaşlılığına inat güzel bir kadındı. Dünden beri onu izleyip, güvenilir biri olup olmadığını tartıyordu Mehpare. Yüreği bu kadının dediklerine inanırken, aklı tüm olanları saçmalık olarak tanımlıyordu.

"Bir şey mi isteyecektin kızım?"

Kadını süzdüğünü unutan Mehpare, gelen soru ile kendisini toparladı.

"Hayır. Sadece düşünüyordum."

"Haklısın kızım, haklısın. Amma sende göreceksin dediklerimin gerçek olduğunu."

Mehpare oturuşunu kadına çevirirken tekrar konuya girmek istedi.

"Yani şimdi ben zaman yolculuğu mu yaptım size göre?"

"Sizin oralarda öyle mi denir bilmem emme öyle görünür."

"Hadi diyelim ki siz haklısınız. Ben gelecekten geldim. O zaman geri dönmenin de bir yolu vardır."

Mehpare'nin sesli düşüncelerini Satı Kadın endişe ile dinliyordu.

"Anahtar... Tabi ya, anahtar ile nasıl geldiysem yine öyle gidebilirim."

"Sakın. Sakın diyeyim kızım."

Satı Kadın'ın sesi yükselirken Mehpare neden kızdığına anlam veremedi.

"Geri dönmen tehlikelidir. Hem anahtar kayboldu demedi miydin?"

"Arar bulurum." 

"Yol bilmez iz bilmezsin."

Genç kız ile yaşlı kadının inatla sürdürdüğü konuşma devam ederken Mehpare kafasında anahtarı bulmayı odaklamıştı bile. Mehpare bir süre daha düşündükten sonra anahtarı bulmak için yola çıkmaya karar verdi. Toparlanmasını izleyen Satı Kadın telaşla ayaklanarak kızın önüne geçti.

"Yaşatmazlar seni." 

Mehpare duydukları ile olduğu yerde dikilirken istemsizce kaşları çatılmıştı.

"Ne?" 

"Sana dedim, bu geçit kötü emeller için kullanıldı. Gelecekten haber getirildi, obalar kırdırıldı. Büyük zorluklar ile yıllarca kapalı durdu bu geçit. İmdi sen geçiti tekrar açtığını duyurursan, anahtarı bulup tekrar o geçiti açarsan seni yaşatmazlar kızım."

"Ama ben kimseye bir şey anlatmadım ki. Gelecekten haber falan da getirdiğim yok."

"Duyarlarsa gelecekten geldiğini, o bilgileri elde etmek için sence neler olur kızım? Bir düşünesin."

Mehpare hızla kalktığı mindere bu defa usulca oturdu. Satı Kadın yine mantıklı konuşuyor ve Mehpare'yi bir şekilde ikna ediyordu. Satı Kadın ona bir tas su getirince besmele çekip suyu içti.

"Ne yapıcam o zaman ben?"

"Önceee hiç kimseye olanları demeyeceksin. Sen bile unutacaksın olanları. Sonraa alışacaksın buraya. Kimse anlamayacak buradan olmadığını."

"Nasıl yaparım bu dediklerini?"

"Ne diye yapamayacakmışsın? Senin oba kızlarından neyin eksiktir?"

"Bu gidişle aklım."

Satı Kadın'ın samimi gülüşü ile usulca döktü göz yaşlarını Mehpare. Öğrendiği her şeyin ağırlığı şimdi omuzlarına binmişti. Bambaşka bir dünyada yapayalnızdı. Önceki dünyası da yalnızdı fakat alışmıştı. Şimdi ise büyük koca bir bilinmezlik vardı önünde.

"Toparlanasın kızım. Mehpare Hatun olmak kolay değildir."

Mehpare, Satı Kadın'ın ismini bilmesine şaşırsa da dünden beri muhakkak laf arasında söylemiş olacağını düşündü. Satı Kadın'dan müsaade isteyerek bahçeye çıkıp yalnız kalmak istedi. Her şeyi en başından tekrar düşündü.

"Büyücünün ağaca yaptığı geçit, anahtarın bir kızla beraber kaybolması, benim boynumda ki kolye... Bunların hepsi saçmalık."

Kendi kendine konuşarak bahçede adımları hızlanırken aklına yeni bir soru gelirken durakladı.

"Anahtarın bir kızla kaybolması mı?"

Ne olmuştu o kıza? Anahtar o kızdan Mehpare'ye nasıl geçmişti? Koşar adım tekrar eve girerek Satı Kadın'ın karşısına dikildi.

"Anahtar bir kızlar beraber kayboldu dedin. Ne oldu o kıza? Kim o kız?"

Satı Kadın dünden beri sorulmasını beklediği sorunun gelmesiyle derin bir tebessüm etti. Başını usulca salladı ve konuşmaya başladı.

"O kız, Zeyrek obasının beyi Mahmut Bey'in kızı Mehpare'dir."


Loading...
0%