Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm - İlk Talim

@maveradabiryazar

Karasu Obası'nda ilk gecesini oldukça sakin geçirmişti Mehpare. Tüm olanları bir süreliğine de olsa unutmuş ve bulunduğu yer ve zamandan keyif alır olmuştu. Onu hiç yadırgamadan sahiplenen bu oba halkına kanı çok ısınmıştı. Beyza Hatun, Şeyma Hatun ve Gülayşe Hatun oldukça samimi davranmıştı Mehpare'ye. Obaya geldiğinde tanışamadığı Eslem Hatun ile de akşam vakti tanışmışlardı. Diğerlerinden çok daha farklıydı Eslem Hatun. Diğerleri gibi süslü başlıkları, gösterişli kıyafetleri yoktu. Daha sade, daha sertti görünüşü. Üstelik, genç kıza da pek güldüğü söylenemezdi. Gülayşe Hatun, onun her zaman böyle olduğunu söylese de Mehpare istemeden alınmış yabancılık çekmişti.

Ayşe Ana'nın isteği doğrultusunda Gülayşe ve Eslem ile beraber kalacaktı otağın küçük bölümünde. Yere serilen döşekler ve bir kaç eşya dışında pek de bir kalabalığı yoktu buranın. Şeyma Hatun ve Beyza Hatun evli oldukları için beylerinin çadırlarında kalıyorlardı.

Günler sonra gecesini huzurlu bir uyku ile geçirmişti Mehpare. Hiç değilse artık ne yapacağını biliyor, kafasında bunun savaşını vermiyordu. Sabah vakti Gülayşe Hatun'un sesiyle uyandı. Onu namaz için kaldıran hatuna gülümseyerek kendisine gelmeye çalıştı genç kız.

"Hayırlı sabahlar Mehpare Hatun."

"Hayırlı sabahlar."

Gülayşe Hatun, Mehpare'yi uyandırdıktan sonra Eslem Hatun'a yönelmişti fakat Eslem kuş uykusundan en ufak bir seste uyandığı için kimseye gerek kalmadan kalkmıştı döşeğinden.

"Hayırlı sabahlar."

Ciddiyetle çıkan sesi ile hiç beklemeden ayaklanmış abdest için hazırlanmıştı Eslem Hatun. Sabah namazını beraber kıldıktan sonra hazırlanarak aşhanede ki hatunlara yardım etmişlerdi. Oğuz Bey otağında hazırlanan sofrada artık Mehpare Hatun içinde bir yer vardı. Mehpare çekinerek Gülayşe'nin yanından ayrılmadan Oğuz Bey'in buyruğuyla sofraya oturdu.

Saçı sakalı beyazlamış bu adam Karasu Obası'nın beyliğini yaparken dinçliğini hiç kaybetmemişti. Oğuz Bey, çok küçük yaşta sırtlandığı bu yükü hakkıyla korumuş ve bugünlere getirmişti. Şimdi yaşlanmanın verdiği yorgunluk ile sırasını büyük oğlu Gökbey'e devretmeyi bekliyor, oğullarının hepsini buna göre hazırlıyordu. Gökbey, obanın yönetimi hakkında hepsinden daha fazla söz sahibi iken Aybars Bey obanın ticareti ile ilgileniyor ağabeyine destek oluyordu. En küçük oğlu Temur bey ise, henüz talimleri bitmese de ağabeylerine özenmesinden erkenden cenklere katılmak istiyor, Gökbey'in yanından ayrılmayıp av için diretiyordu.

Oğuz Bey ellerini açıp kısa bir sofra duası yaptıktan sonra besmele ile önündeki ekmeği bölüp sağında oturan Ayşe Hatun'a ve solunda oturan Gökbey'e pay etmişti.

"Haydi afiyet olsun."

Bey'in buyruğu ile herkes önündekilerden yerken Mehpare çekingen kalarak uzandığı bir parça ekmeği kopardı. Önünde konulanlar genellikle süt ürünlerine benzese de ne olduklarını anlayamıyordu. Onun bu halini gören Ayşe Hatun genç kızı rahatlatmak istedi.

"Mehpare kızım, beğenmedin mi yoksa?"

Mehpare ismini duyması ile kafasını Ayşe Hatun'a çevirirken utanması daha da artmıştı. İnsanların yanlış anlamasını istemiyor, onlara ayak uydurmak istiyordu ama bu o kadar da kolay olmuyordu.

"Estağfurullah, nimeti beğenmemek olur mu hiç? Sadece ne olduklarını merak ettim."

Sofradaki herkes genç kızın hafızasının silindiğini sanırken bu durum daha da acımalarına sebep oldu. Onlara göre Mehpare aşları bile hatırlamaz olmuştu. Oysa genç kız bilmediğinden soruyordu. Gülayşe, Mehpare'ye gülümseyerek önündeki yemeklerin isimlerini sayarken aslında hepsnini bildiği süt çeşitleri olduğunu fakat dönem farkından görüntülerinin değişik olduğunu fark etti. Gönül rahatlığı ile karnını doyurduktan sonra diğer kızlar ile beraber Ayşe Hatun'un karşısında diz kırıp oturdu.

"Bugünden tezi yok artık obada talebeliğe başlayasın kızım. Şimdi Eslem Hatun ile talimhaneye varasın, o sana nereden başlaman gerektiğini gösterir. Öğle namazından sonra şifahanede Şeyma Hatun ile kalasın. İkindi vaktinden sonra Beyza Hatun'un yanına varıp kilimhane işlerine bakasın. Akşamları da Gülayşe ile otağda ilim öğrenirsin."

"Hiç dinlenmeyecek miyim?"

Mehpare'nin dışından sessizce söyledikleri ile Eslem dahil herkes gülerken genç kız kendisini toparladı.

"Dinleneceksin elbet merak etmeyesin. Şifahane ve kilimhanedeki işler öyle yorucu değildir. Lakin at ve kılıç talimlerinde biraz zorlanabilirsin tabi."

"Olsun Ayşe Ana, sağolasın her şey için."

"Hayde herkes işlerinin başına."

Otağdan teker teker çıkan kızlar bir yana dağılırken Mehpare çekindiği Eslem Hatun'un peşine düşüp talimhaneye yol aldı. "Allah vere de bu kız talim niyetiyle beni öldürmese" düşüncesi ile obanın bir ucuna gittiler. Etrafı çitler ile çevrili bu alanda atlar koşuyor, bazı alplerde atlara bağırıyordu.

"İlk önce at binmeyi öğreneceksin. Atın üzerinde durmak kadar ata yön vermekte mühimdir."

"Gelirkende atla geldim ama dizginlerini Gökbey vermedi tabi elime."

"Atın üstündeki Türk değilse yüktür Mehpare Hatun. Ağabeyim vermemişse bir bildiği vardır."

Eslem Hatun önden alplerin yanına giderken Mehpare onu bekleyip takip etmek arasında kalıyordu. Bu kız ona hem korku veriyor hem de güven verip olmasını istediği gücü aşılıyordu. Biraz zaman sonra Eslem Hatun elinde tuttuğu beyaz bir atın gizginleri ile yaklaştı Mehpare Hatun'a.

"Benimle gelesin hatun."

Genç kız aldığı komut ile önündeki hatunu takip ederken atın uzağında durmaya özen gösteriyordu. Eslem Hatun arkası dönük bile olsa bu durumu fark ediyor bu kadar ürkek bir kızı nasıl adam edeceğini düşünüyordu.

Çitlerin diğer bir köşesine geldiklerinde Eslem Hatun durdu. Burası boş alan olduğu için daha rahat edeceklerdi.

"Ona binmeden önce bağ kurmalısın. Korkuğunu hissederse seni üzerine almaz. Atlar asildirler, korkak bir sahip değil cesur ve güçlü bir yoldaş isterler."

"Nasıl bağ kurucam onunla?"

Eslem Hatun bir yandan gösteriyor bir yandan da teker teker anlatıyordu.

"Ata yaklaşırken öyle ürkek durmayacaksın. Kendinden emin olacaksın."

Mehpare derin bir nefes alarak duruşunu dikleştirip Eslem Hatun'u taklit etmeye çabalamıştı.

"Ata öyle arkadan yaklaşmak yok. Her zaman önden yavaş şekilde yaklaşacaksın. Bakışların ilk önce ne atın gözlerinde ne de yerde olacak, dizlerine bakıp öyle yaklaşacaksın. Atlar konuşamasa da seninle anlaşmak için bir yol bulurlar. Bazen kulak dikerler, bazen kuyruk sallarlar. Atının dilini anlamayı zamanla öğreneceksin. Şimdi dediklerimi yapıp ata yavaşça yaklaş."

Mehpare derin bir nefes alıp özgüvenini tazelerken Eslem Hatun'un dediklerini hatırlayıp harekete geçti. Mehpare'yi bir kaç adım uzaktan izleyen Eslem Hatun büyük bir merakla bekliyordu. Genç kız oldukça cesur durmaya özen gösterip adım atarken atın gözlerine temas etmemesi gerektiğini unutarak beyaz atı ürkütüp kişnemesine sebep oldu. Atın açılan ağzı ile dişleri ortaya çıkarken Mehpare kısa bir çığlık ile koşarak uzaklaştı. Genç kızın bu halini gören Eslem Hatun ciddi tavrını bırakıp koca bir gülümseme ile izledi.

"Korkmayasın Lamekan Hatun."

Mehpare atın onu takip etmediğini boşu boşuna kaçtığını görünce nefes nefese şekilde Eslem Hatun'un yanına geldi.

"Ben dediğin gibi cesur durdum."

"İlk bakışta gözlerinin içine bakma dediydim sana Hatun. Ona meydan okursun sanıp tepki verdi."

Eslem Hatun biraz önceki kadar olmasada gülümsemesi devam ederken genç kıza yaptığı hatayı açıklıyordu. Mehpare biraz kendine geldikten sonra tekrar bir deneme ile atın karşısına geçti. Bakışlarını atın dizlerine indirirken ona yaklaştı. Bu defa at geri adımlayarak Mehpare'den uzaklaştı.

"Bu sefer neyi yanlış yaptım?"

"İlk bakışta dizlerine bakacaksın dedim, önünde el pençe durur gibi gözlerini kaldırmadın ki Hatun."

Mehpare düşen omuzları ile Eslem Hatun'a ilerlerken ilk günden başarısız olmayı yediremiyordu. Eslem Hatun ise bunun böyle olacağından emin bir şekilde Mehpare Hatun'a atı ürkütmemek için yarın devam etmelerini söyledi. Biraz önce yaklaşamadığı atı alplere teslim ettikten sonra çitli alandan çıkıp biraz daha ileriye gittiler. Yaşları oldukça küçük çocukların ve genç kızların kılıçlar ile talim yaptıkları alana geldiler.

"Burası talimhanedir. Kılıç, ok gibi pusatları burada talim edip, öğreneceksin."

Mehpare Hatun, sessizce dinleyip Eslem Hatun'u takip etti. Etrafında bir oyun gibi cenk eden çocukları görünce hevese kapıldı. Çocukların bile yapabildiği şeyi neden beceremesindi? Bu defa olacağına inanıp giden neşesi tekrar yerine geldi. Eslem Hatun bir kaç genç hatun ile konuşurken Mehpare'de sessizce onları dinleyip bekledi. Küçük bir çadırın içine girip kısa sürede çıkan Eslem Hatun'un elinde tahtadan bir kılıç vardı. Eslem Hatun yapması gerekenleri ve yapmaması gerekenleri tekrar anlattıktan sonra genç kıza bir kaç kılıç savurma hamlesi gösterdi. Genç kız bir heves Eslem Hatun'u taklit ettikten sonra yapabildiğine sevinip devam etti.

"Yapabiliyorum işte."

"Daha dur Hatun yeni başladık."

"Biz ne zaman onlar gibi talim yapıcaz?"

Eslem Hatun, genç kızın gösterdiği çocuklara bakıp güldü. İlk günden çarpışmaya meraklı olması Eslem Hatun'un hoşuna gitse de bu fevriliği çocukça buldu.

"Daha oralara gelmedin Lamekan, yavaş olasın hele."

Mehpare, ona ikidir aynı kelimeyi söyleyen Eslem Hatun'a ses etmemiş merakını söndürüp talimine devam etmişti. Öğle vaktine kadar Eslem Hatun'un gösterdiği hamleleri sürekli tekrar eden genç kız oldukça yorulmuş tüm bedeni halsizleşmişti.

"Namaz vakti gelmiştir Mehpare Hatun. Otağa geçip namazını kılasın, sonra da Şeyma Hatun'un yanına varasın."

"Tamam Eslem Hatun, sağol."

Genç kız başını kaldırdığı gökyüzüne dudaklarını büzerek baktı. İlk günden bu kadar fazla yorulmasını alışkın olmamasına yorsa da günün henüz bitmemiş olması ile kendisini toparlamaya çalıştı. Talimhaneden çıkmadan okçuların olduğu bölümden geçerken gelen sesler ile kafasını çevirdi. Gördüğü görüntü gülmesine sebep olurken adımları yavaşlamıştı. Deli Dumrul ile Gürbüz Alp'in yerde boğuşması ve diğerlerinin gülerek onlara katılması yorgunluğunu bir tık almıştı. Bakışları güreş eden alplerden kalkıp Gökbey'i bulurken onunda onu izlediğini ve sertçe baktığını gördü. Yüzündeki gülümsemeyi silerek hızlıca uzaklaşan Mehpare, Eslem Hatun'un da abisine çektiğini böylece anlamış oldu.

...

Midesi bulanarak elinde tuttuğu kaseyi Şeyma Hatun'a doğru uzattı. Öğle namazını kıldıktan sonra hiç dinlenmeden şifahaneye gelmiş, Şeyma Hatun'un yardımıyla otları tanımaya başlamıştı. Şeyma Hatun ezberlediği otların teker teker ne için kullandığını açıklarken Mehpare aklında tutamasa da olanca dikkatiyle dinliyordu. Bir süre sadece otlarla ilgilenip Şeyma Hatun'u izleyecekti. Şifalar, merhemler yapmayı daha sonra öğrenmesi gerekecekti.

"Eslem bacım çok mu yordu seni?"

Şeyma Hatun'un kıkırtılar ile sorduğu soruya dudak büzüp onaylayarak cevap verdi.

"Düşman bilir herhalde beni, anlamadım ki."

Şeyma Hatun bu defa daha sesli gülmüş, Mehpare'ye dönmüştü.

"O sana karşı öyle değildir merak etmeyesin. Herkese karşı öyledir. Herkes çekinir ondan."

Şeyma Hatun, yavaş yavaş ortalığı toparlarken Mehpare'de ona yardım ediyordu. Şeyma Hatun ve Beyza Hatun günlerinin bir kısmını görevleri ile geçirselerde öncelikleri aileleri olduğundan tüm gün şifahane veya kilimhanede kalamıyorlardı.

"Burada fazla iş kalmamıştır, bunları da toparladım mı beraber kilimhaneye geçer seni teslim ederim yengeme."

"Olur Şeyma Hatun."

Mehpare, Şeyma Hatun'u beklerken bir mindere oturmuş dinleniyordu. Sabahtan beri yoğun tempo halinde bir koşuşturma içindeydi ve istemeden alışık olmayan bünyesi zorlanıyordu.

"Karım."

Doğan Alp'in Mehpare'yi görmeden içeri girip karısı Şeyma Hatun'a gitmesi ile Mehpare ayaklanmış kendisini belli etmişti.

"Hayırdır Doğan, ne oldu?"

Doğan Alp, Mehpare'ye baş selamı verip döndükten sonra oradan oraya geçen karısına yaklaştı. Şeyma Hatun olabildiğince hızlı şekilde malzemeleri yerlerine yerleştirirken başında duran kocası ona iş yapmada engel oluyordu. Doğan Alp, karısı bir dursa kulağına söyleyecekti derdini fakat Şeyma Hatun yerinde duramıyordu.

"Ne oldu Doğan? Ne diyeceksen de haydi işlerim vardır."

Mehpare şifahaneden çıkmak için araya kaynamaya çalışsa da Şeyma Hatun ve Doğan Alp'ten fırsat olmuyordu.

"Ben bir şey ettim."

"Ne ettin yine?"

Doğan Alp mahçup bir şekilde karısının kulağına yaklaşsa da bedeni kadar kaba sesi de çadırda duyuluyordu.

"Kızma amma ben yine o mantarlardan yemişim."

Doğan Alp, alerjisi olduğunu bile bile yediği mantarlarla karısını uğraştırıyor Şeyma Hatun'u hem üzüyor hem de iş çıkarıyordu.

"Sana dokandığını bilmez misin be adam? Ne diye yiyip durursun şunu?"

"Dumrul'la Gürbüz'ün oyununa geldim be hatun."

Mehpare, alpler arasında "Avcı" diye bilinen adamın karısından çekinmesini gördüğünde tebessüm etti. Demek ki her dönemde kadından bir çekinme oluyordu.

"Ağrın var mıdır?"

"Yoktur ama başım döner."

Şeyma Hatun bir yandan kıyamadığı kocasına şifa hazırlarken bir yandan da söyleniyordu.

"İmdi senin bu yaptığını balalar yapmaz bilir misin? Günkut bile lafımı dinler sen dinlemezsin."

Günkut, Şeyma Hatun ve Doğan Alp'in küçük oğullarıydı. Mehpare, müsaade isteyerek kilimhaneye gitmek için şifahaneden çıktı. Etrafına bakınarak tarif ettikleri yolu hatırlamaya çalışsa da tüm çadırlar gözünde aynı olduğu için bir türlü yolu bulamıyordu. Biriyle konuşup sorabilirdi fakat henüz yabancı biri ile konuşmaya cesareti yoktu. Kendi başına çabalayarak bulmaya çalıştığı kilimhane ne kadar uzak olabilirdi ki?

"Yine kayıp mı oldun Hatun?"

Mehpare, tanıdık gelen sesle arkasını dönerken Gökbey'i karşısında buldu. Bu adamın karşısında sürekli küçük düşüyor, beceriksiz gibi gözüküyordu.

"Kilimhaneye gitmem lazım. Bulamadım."

"Ne diye tek gidersin?"

"Şeyma Hatun'un işi vardı, bende geç kalmayayım diye çıktım."

Gökbey, bakışları etrafındaki insanlarda olsa da Mehpare'ye yönelik konuşarak derdini anlamıştı.

"Gidelim."

Mehpare, önden giden Gökbey'i takip ederek yolları kafasına kazımaya çalıştı. Bir dahaki sefere tek başına gelmesi gerekirdi. Sürekli birilerinden yardım istemek olmazdı, herkesin işi gücü vardı.

"Alışabildin mi obaya?"

"Henüz değil ama alışıcam."

"Alışmaya bak, uzun günlerin olacak burada."

Mehpare, Gökbey'in sözlerini ilk önce anlamasa da Satı Kadın'ın onu buraya temelli teslim ettiği aklına geldi. Genç kız eğitimini tamamlayıp Zeyrek Obası'na gidecek olsa da onlar bunu bilmiyorlardı.

"Başka oba var mıdır burada?"

"Ne diye sorarsın?"

Mehpare, açmak istediği konuya nasıl bir bahane üreteceğini bilmezken adımları Gökbey'e ayak uydururken hızlandı.

"Merak ederim. Dostlarınız mı vardır, düşmanlarınız mı? Sonuçta bende artık burda kalıyorum."

Gökbey adımlarını durdurup genç kıza döndü. Kısaca gözlerine bakıp merakının sebebini aramaya çalışsa da başarısız olup önüne dönmüştü.

"Dostumuz da vardır, düşmanımızda. Ne dostumuza güveniriz, ne düşmanımızdan korkarız."

Mehpare aldığı cevap ile sessizliğini bozmamaya karar verdi. Bir kaç dakika sonra vardıkları kilimhanede uzaktan Beyza Hatun'u tanıdı.

"Burasıdır kilimhane."

"Sağol."

Mehpare önüne dönerek Beyza Hatun'a doğru ilerlerken Gökbey onu tekrar durdurmak zorunda kaldı.

"Talim alanında geçerkende hareketlerine dikkat et Hatun. Hatun kısmı er kısmına o kadar gülmez."

Mehpare kızaran yanakları ile sabah güreşen Deli Dumrul ve Gürbüz Alp'e güldüğünü hatırladı. Gökbey'e nasıl bir hatun gibi gözükmüştü Mehpare şimdi? Mehpare hem bir açıklama yapmak istiyor hem de ne diyeceğini bilemiyordu. Neyse ki Gökbey fazla beklemeden giderken, Mehpare'yi bir şey söyleme gereksiniminden kurtarmıştı. Mehpare yavaş adımlarla kilimhaneye giderken tekrar düşünüyordu. Çok mu gülmüştü Mehpare? Talim alanında genelde erkekler olduğu için miydi bu kadar dikkat? Mehpare bozulan morali ile Beyza Hatun'un yanına geldi.

"Hoş gelmişsin Mehpare."

"Hoş buldum Beyza Hatun."

Beyza Hatun, genç kızın yüzünü incelerken elinde ki işleri bırakmıştı.

"İlk günden bu hal nedir Hatun? Çok mu yoruldun?"

"Yok yorulmadım, kilimhaneyi zor buldum da ondan."

Beyza Hatun, Mehpare'nin koluna girerek yerine oturtmuş kısa bir süre sonra neyi nasıl yaptığını anlatmaya başlamıştı. Mehpare dinliyor, izliyor ama anlamıyordu. Çok mu karışıktı yoksa kafası başka bir yerde miydi bilinmez ama hiç bir şey anlamamıştı.

"Ben hiçbir şey anlamadım Beyza Hatun."

"İlk günden beceren yoktur zaten korkma. Gide gele alışacaksın merak etme."

Mehpare kafasını sallayarak Beyza Hatun'un ellerini izlemeye devam etti. Önünde tahtadan yapılmış bir mekanizma da çeşitli ipler ile kilim işliyordu. Havanın kararmasına az bir şey kala Beyza Hatun ile beraber otağa döndü genç kız. Tüm gün yorgunluktan perişan olsa da gün daha bitmemiş akşam yemeğinden sonra Gülayşe Hatun'a teslim olacaktı.

Beyza Hatun ile namazlarını kıldıktan sonra diğer kızların yanına geçip akşam sofrasını kurdular. Mehpare yemekleri gördüğü an ne kadar acıktığını hissetti. Yorgunluktan aklına gelmeyen midesi şimdi gurul gurul gurulduyordu. Oğuz Bey'in gelip sofranın başına geçmesi ile herkes yerine yerleşmişti. Oğuz Bey'in sol yanında sırasıyla Gökbey, Aybars Bey, Beyza Hatun, Şeyma Hatun ve Doğan Alp otururken sağ yanında da Ayşe Ana, Temur Bey, Eslem Hatun, Gülayşe Hatun ve en sonda da Mehpare vardı. Oğuz Bey'in duası ile başladıkları yemekte Mehpare'de bu defa çekinemeyecek kadar çok acıkmıştı. Önünde ki yemekleri tahta kaşığı ile kaşıklayan Mehpare bir yandan da diğer kızları süzüyordu. Yediği yemekte bile dikkat ediyor yanlış bir şey yapmamaya özen gösteriyordu.

Mehpare doyduğunu hissettiği an kafasını yemekten kaldırıp önüne döndü. Biraz önce yemeğe o kadar odaklanmıştı ki onu izleyen gözleri daha yeni fark ediyordu. Gökbey yine sorgulayan bakışları ile bakıyordu genç kıza. Mehpare, yalanının anlaşılıp anlaşılmamasından ölesiye korkuyor Gökbey'in bakışlarında da ona güvenmediğini seziyordu.

Biten sofra faslı ile kızlarla birlikte ayaklanmış bu defa Gülayşe'nin talebesi olmuştu. Gözlerinden uyku akan Mehpare Gülayşe Hatun'a acınası bakışlar atsa da başarılı olamamıştı.

"Çok yoruldun bilirim ama hiç değilse ne hatırlayıp hatırlamadığına bir bakalım. Ona göre nerden başlarız karar veririz."

"Tamam."

Mehpare, ona yöneltilen her fikre tamam demek zorunda hissediyordu. Başka şansı yoktu buradan başka ve kimsenin gözüne batmaması gerekirdi.

Gülayşe açtığı kitabın ilk yapraklarını besmele çekerek Mehpare'ye çevirdi. Mehpare önünde duran elif ba ile gülümsedi. Kuran okumayı bildiği için harfleri bilip tanıyordu. Hiç değilse bu dersi kolay olacaktı. Gülayşe Hatun ile harfleri sırayla tekrar etti.

"Harfleri hatırlıyorsun Mehpare. Maşallah."

Mehpare gülümseyerek Gülayşe Hatun'a yaklaştı. Bugün aldığı ilk tebrik hoşuna gitmiş hevesini katlamıştı. Gülayşe diğer sayfaları açarak Mehpare'nin önüne uzattı. Mehpare okumaya çalıştığı sayfaları görünce gülümsemesi yavaşça soldu. Göz pınarlarına dolan yaşlar ile yanan göz kapaklarını kapattı. Mehpare, boğazına takılan yumruyu yutmaya çalıştı. Gülayşe Hatun, genç kızın aniden değişen haline anlam veremiyor konuşmasını bekliyordu. Titreyen sesi ile kekeleyerek ufak bir açıklama yapma gereği duydu Mehpare.

"Ben bilmiyorum."

"Tamam Mehpare, üzülme. Zaten harfleri hatırlaman bile Allah'ın lütfu değil mi? Hatırlamaman çok doğal üzülmeyesin."

"Ben dilimi bilmem Gülayşe."

Mehpare'nin bu kısa cümlesini Gülayşe hafıza kaybına bağlasa da altında yatan sebepler daha başkaydı. Mehpare dilini hiç bilmemişti ki unutsun.

Loading...
0%