Yeni Üyelik
9.
Bölüm

6. Bölüm - Lamekan

@maveradabiryazar

Merhabaaa. Yeni bölüm ile geldim. Arada boş bölüm atarak size bildirim gitmesine sebep oluyor olabilirim ama kitabın üste çıkması için başka çarem yok.

Okumaya geçmeden önce oy ve yorum istediğimi hatırlatmak isterim. Ne kadar çok oy ve yorum gelirse yeni bölümde o kadar erken gelir.

Keyifli okumalar...


"Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur." (İsra Suresi, 36.ayet)


Gökbey bir kaç gündür bu ayeti sık sık kendisine hatırlatıyordu. O akşam Mehpare'ye karşı duyduğu endişeyi dile getiremese de kalbinde hissediyordu. Bir yandan onu sorguya çekip bir suçlu gibi davranmak istiyordu, diğer yanı ise onun masum çıkması için Allah'a yalvarıyordu. Gökbey, genç kıza olan güvensizliğinden veya bunu bahane etmesinden sebep sürekli Mehpare'nin yakınlarında dolaşıyordu. Yüreği genç kızın masum olduğunu ve onu izlemesine gerek olmadığını söylese de aklı Mehpare'nin yakınında olabilmek için bu bahaneyi kullanıyordu.

Mehpare gerdiği yay ile hedefine odaklandı. "Ya Allah" diyerek yayından çıkan ok hedefi buldu. Genç kız her geçen gün daha ilerleyip Eslem Hatun dahil herkesin tebriğini kazanıyordu. En iyi olduğu iş ise kesinlikle ok atmaydı. Kılıç talimlerini hala daha tahta kılıçla yaparken bir yandan da dövüşmeyi öğreniyordu. Eslem Hatun güzel bir bahane bulmuş gibi kızı yerden yere çalsa da iyi bir öğretmendi genç kıza.

"Duran hedefi vurmak kolaydır Mehpare Hatun, kefere yerinde durup da onu vurmanı beklemez amma. Yarın hazır olasın, biraz obadan uzaklaşalım."

Mehpare, Eslem Hatun'u başıyla onaylayıp bir ok daha yerleştirdi yayına. Hızla giden ok hedefi bulurken genç kızda büyük bir coşkuya kapıldı. Eslem Hatun'un her dediğini yapıyor, sert tavırlarına bile katlanıyordu. Aslında Eslem Hatun'un yumuşak bir yönünü bulmuştu ama emin olamıyordu. Bir kaç kez Eslem Hatun'u talimhanede Sancar Alp'e bakarken yakalamış, ona baktığı her an da genç kızı zorlamamıştı. İlk önceleri bu bakışların tesadüf veya öylesine önemsiz olduğunu düşünse de bu bakışların tekrarı ile basit bir şey olmadığını anlamıştı.

"Bugünlük yeter. Ablamla yengem seni beklerler, varasın yanlarına. Yarın için de haber veresin obadan ayrılacağımızı."

"Tamam Eslem Hatun."

Eslem Hatun, talim yapan çocukların yanına dönerken Mehpare'de ok ve yayını bırakıp Şeyma Hatun'a doğru yol aldı. Gün içinde eskisinden daha fazla iş görse de yorgunluğu daha da azalmıştı. İnsan bir işi severek yaptı mı gerçekten yorgunluktan kaçınmazdı. Mehpare Hatun şifahaneye varır varmaz gözleri Şeyma Hatun'u aradı. Çadırda kimse olmayınca önce ne yapacağını bilemese de oturup beklemeyi uygun gördü.

Çadırın içinde masalara dizilmiş renli cam şişeleri ve tahtadan yapılma küçük merhem kutularını inceledi. Şeyma Hatun'un kendi elleriyle hazırladığı bu şifalar çeşit çeşit derde şifa oluyordu. Çocuk yaşta başlamış Şeyma Hatun şifa eğitimini almaya. Oğuz Bey, her evladını muhakkak bir beceri sahibi yaparak halkına büyük örnek olmuş. Obada pek çok şifacı olsada Şeyma Hatun en beceriklilerinden biriydi. Büyük bir soğuk kanlılığı vardı en başta. Yaraya müdahale ederken eli dahi titremezdi. Mehpare asla öyle olamazdı. Karşısındakinin eli kesilse genç kızın canı yanardı.

Mehpare Hatun'un bekleyişi uzun sürmeden Şeyma Hatun'da çadıra girdi. Elleri dolu dolu gelen genç kadına Mehpare gülümsedi.

"Çok bekletmedim inşallah."

"Yok, yeni geldim sayılır."

Şeyma Hatun, başıyla onay vererek elindeki bohçayı açmaya başladı. Önceden Mehpare için seçilen kumaşlar ve daha başka kumaşlardan yapılmış çeşit çeşit kıyafetler vardı içinde. Mehpare, Şeyma Hatun'un dizinin dibine oturarak dikilen kıyafetleri teker teket inceliyordu.

"Acele ettirdik hatunlara amma pek bir güzel olmuş hepsi."

"Gerçekten çok güzel olmuş. Çok teşekkür ederim."

Genç kız neşeli sesiyle Şeyma Hatun'a sarıldı. Genç kadında onun bu sarılışına karşılık vererek kıkırdadı. Yakın zamanda tanıdığı bu kıza kanı fazlasıyla kaynamıştı. Mehpare, kıyafetleri teker teker inceleyip baktıktan sonra bohçayı tekrar kaldırdı. Şeyma Hatun'un kalkıp geçtiği köşeye giderek şifa hocasını izledi.

"Zehiri sökmek için merhem hazırlamam lazım bugün. Hazırda bekleyen merhemler azalmış. Ne olur ne olmaz biraz daha yapmak lazım gelir. Sende beni izleyesin."

Mehpare, ablası yerine koyduğu Hatun'un her hareketini büyük bir dikkatle izledi. Eline aldığı her otu ve malzemeyi kafasına iyice kazıdı. Genç kadının şifa dolu parmaklarının miktar ayarlarını izledi. Karışımı bitirdikten sonra ocak başında kaynatan Şeyma Hatun'a sohbeti ile eşlik etti.

...

Akşam olmuş, genç kız yine Gülayşe Hatun'un karşısına oturmuştu. Gülayşe Hatun'un öğrettiği her ilim tanesini bir su gibi içmişti genç kız. İlk gün dilini bilemediği için ağlayan genç kız şimdi bir çok kelimeyi öğrenmiş hatta yavaş yavaş okumaya başlamıştı. Gülayşe Hatun, genç kıza sadece dillerini öğretmiyor, fıkıh, hadis gibi derslerde veriyordu. Lakin bugün beyin küçük kızı olan Gülayşe Hatun'un yüzü hiç gülmemişti. Sert değildi yüzündeki ifade. Daha çok üzgün ve düşünceliydi. Mehpare defalarca neyi olduğunu sorsada Gülayşe Hatun'dan geçerli bir cevap alamamıştı. Mehpare'de çok üsteleyememişti. Belki de ona güvenmiyor, arkadaşı olarak görmüyordu.

Dersi tamamlayan iki genç kız günün verdiği yorgunluk ile üstlerini değiştirip döşeklerine geçtiler. Mum ışığında uzanan Gülayşe Hatun'u dikkatle inceledi genç kız. Yüzü hafif yuvarlak, kara kaşlı, kara gözlü pek güzel bir hatundu. Boyu diğerlerine göre daha kısa, daha zayıf ufak tefek denecek türdendi. Diğer hatunlar kadar savaşçı bir ruha sahip olmasa da inandığı değerler söz konusu olunca bir aslana dönüşebilir türdendi. O daha ince tuhlu, daha kırılgan ve zarif bir kişiliğe sahipti. Ve şu an Mehpare onun yüreğinde ki yükü hisseder gibiydi.

"Neden uyumazsın?"

Gülayşe, genç kızın sesini duyunca ona doğru çevirdi başını. Yeni tanıdığı bu genç kızı çok seviyor olsa da anlatmak istemiyordu içinde boğulduğu durumu. Yıllardır kalbinde büyüttüğü sevdası imkansızdı ve öylece kalacaktı. Değil Mehpare, Gülayşe dışında hiç bir insan evladı öğrenmeliydi bu sevdayı. Kendisi bile unutmalıydı, ailesine düşman olan bir beye aşkını.

"Uyurum birazdan. Sen ne için uyumazsın?"

Mehpare onu geçiştiren genç kızın sorusuna samimi bir cevap verdi. Dirseğinden destek alarak elini yanağına yaslayan Mehpare, Gülayşe'yi soru yağmuruna tutmak üzereydi.

"Saray nasıldır? Orhan Bey'i bizde görebilecek miyiz? Hem kimin toyu vardır bu kadar önemli? Peki ya Holofira yani Nilüfer Hatun onu da görür müyüz?"

Mehpare'nin hızlı hızlı gelen sorularına Gülayşe gülümsedi. Fazlasıyla meraklı olan bu kızın eğitimi çok kolay oluyordu.

"Sen Holofira'yı nerden bilirsin Mehpare?"

Genç kız verdiği açık ile kısa bir an duraksadı. En inandırıcı yalan gerçeğe en yakın olan yalandır diyerek basitçe bir yalan söyledi.

"Obada tüm hatunlar konuşurlar ordan bilirim."

"Holofira'yı, yani Nilüfer Hatun'u inşallah görürüz elbet. Orhan Bey'imizi de uzaktan da olsak görürüz inşallah. Toy ise beylerden birinindir. Orhan Bey'im bazı obaların bütünlüğü ve selameti için obalar arası evlilik uygun görür. Bu toy da o obalardan birinin toyudur. Toyun önemi düğün sahibinden değil, barış için yapılmasındandır.

"Demek obaların bütünlüğü bu toylarla sağlanır?"

"Genel olarak evet. Akrabalık, barış için büyük bir sebeptir. Bazen anlaşmalar da yapılır ama bozulması daha kolay olduğu için izdivaç önceliklidir."

Mehpare aldığı cevaplar ile tatmin olurken aklina kendi ailesinin olduğu söylenen oba geldi. Belki Gülayşe Hatun'un ağzından laf alabilirdi.

"Başka obalarda katılacak mı toya?"

"Elbette katılacak. Orhan Beyimize bağlı tüm oba beyleri ve aileleri bu toyda toplanırlar."

"Gülayşe?"

"Hı?"

Mehpare, küçük bir çocuk gibi merakla Gülayşe'ye bakıyor. işe yarar cevaplar almayı umut ediyordu.

"Bu civarda tek oba burası mıdır?"

"Yok, Orhan Bey'im bu toprakları feth ettikten sonra ona bağlı bir çok obayı buraya yerleştirmiş. Biz o obaların arasında en büyüğüyüz. Amma yakında bir kaç oba daha vardır. Budak Obası ve Zeyrek Obası bize en yakın obalardan."

"Zeyrek Obası çok mu yakındır buraya?"

"Yakındır lakin o yola girmeyiz biz."

Gülayşe'nin biraz önceki hüzünlü hali şimdi tekrar gün yüzüne çıkmıştı. Oysa Mehpare ile konuşurken gülümsüyordu.

"Ne diye girmezsiniz?"

"Yıllardır düşmanlık vardır aramızda. İki oba bir türlü anlaşamaz."

Mehpare, düşünceliydi şimdi. Madem düşmanlardı neden Satı Kadın onu buraya yollamıştı?

"Neden ki? Yani iki oba da Orhan Gazi'ye bağlıysa nasıl düşman olurlar?"

"Çok uzun zamanın hikayesi bu aslında, boşver. Düşmanlık dediysem öyle savaşmayız birbirimizle. Bizim pusatımız zalimi keser."

Mehpare daha fazla soru sormanın göze batacağını düşünerek sessiz kaldı. Bu obayı çok sevmişti, şimdi ailesine kavuşmak istediği zaman bu insanlara düşman olmak zorunda mı kalacaktı?

...

Eslem Hatun'un sesiyle erkenden uyanmış namazını kıldıktan sonra hızlıca karnını doyurmuştu. Mehpare Hatun, geldiği günden beri ilk defa oba dışına çıkacak, Eslem Hatun ile talim yapacaktı. Eslem Hatun'un peşinden ilerleyerek tıpkı onun gibi hazırlık işine girişti. Eslem Hatun kılıcı ile hazırken, Mehpare ok ve yayını almıştı yanına. Eslem Hatun, genç kızın en maharetli olduğu ok konusunda kızı geliştirmek istiyordu.

Eslem Hatun gözlerinin kahvesinde bir ata binerken oldukça çevikti. Mehpare de kar beyazı atını görür görmez gülümsedi. Huysuzluğundan dert yandığı atını ne çok özlüyordu.

"Kızım, özledin mi beni."

"Hayde Lamekan Hatun, gün doğmak üzeredir."

Eslem Hatun'un uyarısı ile Mehpare'de atına binerek yola koyuldular. Obadan çıkarken içindeki heyecanı büyüten Mehpare konuşmak için can atıyor fakat yanındaki hatundan çekiniyordu. Obanın bulunduğu ovadan uzaklaşarak ormanın patika yollarına çıktılar. Sessiz geçen yolculuğun ardından Mehpare bu sessizliği bozmak istedi.

"Bana neden Lamekan Hatun dersin?"

Eslem Hatun, yanında at başı gittiği kıza muzipçe baktı.

"Benzersin de ondan."

"Ne demektir ki Lamekan?"

"Mekansız, yersiz yurtsuz demektir."

Mehpare önüne dönerek kelime anlamını nefes alır gibi içine çekti. Lamekan, yersiz yurtsuz... Gerçekten de kelimenin ruhu Mehpare'nin içine işliyordu. Eslem Hatun, Mehpare'nin sessizliğini ve asılan suratını görünce onu üzüp yanlış kelime ettiğini fark etti.

"Öyle kötü göründüğüne bakma, bende isterdim bir çok şeyi unutmak."

"Neyi mesela?"

Eslem Hatun, onunla konuşmak isteyen genç kıza ne cevap vermesi gerektiğini bilemedi. Bu kıza ne kadar mesafeli davransa da şeytan tüyünden dolayı yakınında hissediyordu.

"Ben unutsam derim, sen neyi deyü sorar hatırlatırsın hatun?"

Eslem Hatun'un ilk defa samimiyetle konuşmasına fazlasıyla sevindi genç kız. Mehpare ise ilk samimiyette sırrı ifşa etmek istedi.

"Sancar Alp'i de unutmak ister miydin?"

Mehpare'nin gülerek sorduğu soruyla Eslem Hatun kas katı kesildi. Atını durdurarak genç kıza dönen Eslem Hatun'un kaşları çatılmış, biçimli yüzü kızarmıştı.

"Ne dersin sen Mehpare Hatun?"

Genç kız, Eslem Hatun'un sert tavrı ve ciddi çıkan sesi ile ileri gittiğini anlasa da tepkisinden dolayı doğru yolda olduğuna emin oldu.

"Saklarsın ama görürüm ona bakışlarını."

"Kimseye bakmazım ben. Yanlış bir laf edip orda burda konuşma, o dilini keser kuşlara yem ederim hatun."

Eslem Hatun atını tekrar yürütüp önüne dönerken arkasında genç kızın kıkırtısını işitti.

"Yalan demezsin de yanlış dersin."

"Ben ne derim bilmem amma sen tek bir laf daha diyecek olursan şu koca ormanda tek başına kalırsın."

"Hile yaparsın."

Mehpare'nin bu defa çocuksu çıkan sesi devam edemedi. Eslem Hatun'u kısacık zamanda tanımıştı. Gerçekten onu bırakıp gidebilirdi. Mehpare için en iyisi susmak, sağ salim obaya dönene kadar kendini yabani hayvanlardan ve Eslem Hatun'dan korumaktı.

Gün iyice aydınlanırken bir göl kıyısında durdular. Yeşile çalan gölün etrafı ağaçlarla çevriliyken düz bir toprak zemindi çevresi. Mehpare hayranlıkla izlediği manzaraya attan inerek bakmaya devam etti.

"Burası neresi? Çok güzel."

"Renginden dolayı Zümrüt Pınarı derler. Göle akan su ilerdeki pınarlardan gelir."

Eslem Hatun ve Mehpare atlarını bir ağacın gövesine bağlarladılar. Eslem Hatun, etrafı kolaçan ederken genç kız da göle yaklaşarak inceledi. Fazla uzaklaşmayan Eslem Hatun'a seslendi.

"İçebilir miyim?"

"Sudur işte, ne diye içemeyecektin?"

Mehpare göz devirerek önüne döndü. Sular bu devirde pek tabi temiz olmalıydı. Kirletecek kadar medeniyete sahip değillerdi ya! Avuçlarının içine aldığı suyu kana kana içti. Yeni dikilen kıyafetini ıslatmaktan gocunmayarak suyla temasına devam etti. Günlerdir bir rüyanın içinde gibiydi ve ufacık aralarda yaşadığını hissediyordu. Bu an tam da o anlardan biriydi.

"Hadi bakalım Mehpare Hatun. Okçulukta ki maharetlerini bir de burada görelim."

Genç kız heyecanla yerinden kalkıp okunu ve yayını alarak Eslem Hatun'a yöneldi.

"Sana hedef değiştir dedikçe hızlıca hedefini değiştirip başka ağaca nişan alacaksın. Oyalanma yok."

Mehpare anladığını belirtiren bir baş hareketi yaptıktan sonra okunu yayına yerleştirdi.

"Fırlat."

"Ya Hakk."

Hedefi vuran ok ağaca saplanırken Eslem Hatun'un sesi tekrar işitildi.

"Hedef değiştir."

Mehpare en yakınından başka bir ağaca çevirerek okunu hıızlıca rüzgara bıraktı. Ok ağaca değmeden ileriye düşerken genç kız hayal kırıklığına uğradı.

"Demek ki ne imiş? Bana değil işine bakacakmışsın Hatun."

Eslem Hatun'un sözlerinde ki imayı anlarken ilerleyip yere düşen okunu aldı. Hedefi aniden değiştirmek sandığı kadar kolay olmamıştı. Eslem Hatun teker teker nasıl hedefi hızla değiştireceğini anlatarak genç kıza güven verdi. Önce Eslem Hatun atış yaparak olması gerekeni gösterirken ardından Mehpare'de okunu aldı. Gittikçe atışları isabetli bir hal alırken Mehpare özgüven kazanıyor, Eslem Hatun'da onu eğiten kişi olduğundan gurura kapılıyordu.

Bir kaç saatin ardından Mehpare oldukça iyi atış yapar olmuştu. Tekniği kavraması yetmezdi, sık sık tekrar edip elinin alışması lazımdı. Eslem Hatun ile dönüşümlü olarak abdestlerini alıp birbirlerine gözcülük ettiler. Namazı da sırayla kılıp diğerinin bekçilik yapması gerekti. Eslem Hatun namazdayken Mehpare onu kolluyor, Mehpare namazdayken Eslem Hatun başında bekliyordu.

Vakit öğleni geçtikten sonra atları alıp patika yola geri çıktılar. Yol boyu talimi, okları konuşan iki genç kızı bir süre sonra durduran bir şey oldu. Mehpare fark etmese de Eslem Hatun yaklaşan nal seslerine dikkat kesildi. Atından inip Mehpare'yi de yanına alarak ağaçlarla dolu alana girdi. Atları uzaklaştırdıktan sonra hem kendisine hem de genç kıza saklanacak bir yer aradı. Bulunduğu konum pek güvenli olmasada yer değiştirecek vakitleri yoktu.

"Okun yayında hazır olsun. Ben bir şey demeden harekete geçmeyesin Hatun."

Mehpare korku dolu gözlerle Eslem Hatun'u onayladı. Günlerdir talim yapsa da gerçek bir cenk gibi olamazdı bunlar. Aklına Gökbey'i ilk gördüğü gün ve cenk edişleri geldi. Mehpare asla onlar gibi güçlü ve cesur değildi. Elinden gelenin en iyisini yapacak olsa da başarısız olma ihtimali çok daha yüksekti.

Nal sesleri yaklaştıkça nefesini tuttu Mehpare. Eslem Hatun her ne kadar tecrübeli olsa da yanında ona emanet edilmiş bir hatun varken tek başına pusuya düşmek en son isteyeceği şey bile değildi. Bir kaç metre ötede beliren atlılar ile iyice saklandılar ağaç gövdelerine. Yaklaşık on beş kişi olan atlı topluluğu acele etmeden patika yolu ilerlemeye başladılar. Giyimleri ne Türklere ne de kefere dedikleri düşmanlara benziyordu. Mehpare ilk önce halktan olabileceklerini düşünse de yanında taşıdıkları pusatlar ve arkadan gelen yüklü atlar ile bu fikrinden vazgeçti.

Kalabaık grup tam önlerine geldiğinde genç kız merakla olacakları bekledi. Atlıları yavaş ilerleyişi ile bir türlü bitmeyen yol Mehpare'yi daha fazla geriyordu.

"Burada taze nal izleri vardır."

Atlıların arasından en gösterişli olanı biraz önce konuşan atlıya karşı nal izlerini izledi. İzlerin devamı Mehpare ve Eslem Hatun'un saklandığı yöne doğru devam ederken genç kız korkuyla gözlerini yumdu. Eslem Hatun pek tabi izleri kaybetmesi gerektiğini bilse de bunu yapacak vakti olmamıştı.

"Kalabalıklar mıymış?"

"Yok beyim, iki veya üç kişilerdir."

Siyah bir kürke sarılı olan beyleri baş hareketi ile çevreye dağılmalarını söylerken genç kız Eslem Hatun'a bakarak ne yapması gerektiğini düşündü. Eslem Hatun ise ona hiç bakmadan elinde ki kılıcı iyice kavramış sadece atlılara dikkat kesilmişti. Gizlendikleri ağaçların arkasında her an açığa çıkmaları hiç zor değildi. Nitekim beklenen olmuş topluluktan iki kişi hatunları bulup, açığa çıkarmıştı.

"Burada iki hatun vardır beyim."

Bulundukları tarafa yönelen adamlara Eslem Hatun kılıcını çıkararak göz dağı vermiş Mehpare'yi hemen arkasına almıştı. Genç kız içinde bulunduğu ortamdan ne kadar korkarsa koksun yayına yerleştirdiği oku hazır bekletiyordu.

"Kimsiniz siz?"

Eslem Hatun'un gür çıkan sesi bey kızı olduğunu kanıtlasa da bu kadar adamın içinde pek de bir etkisi olmuyordu.

"Asıl sen kimsin hatun?"

Mehpare, Eslem Hatun'un bey kızı olduğunu söylediğinde eşkıyaların korkup kaçacaklarını düşünse de, Eslem Hatun sessiz kalıyordu. Kim olduğunu söylemesi daha tehlikeliydi. Esir edilip babasına ve obasına karşı kullanılabilirdi.

"Demek konuşmayı sevmezsiniz. Lafla işimiz yoktur zaten. Yakalayın hatunları, köle pazarında iyi kazanç sağlarlar."

Sonlara doğru adamlarına seslenmesi ile Eslem Hatun öne atılmış, Mehpare'ye bakışıyla başlamasını söylemişti. Genç kız titreyen elleriyle yayını iyice gelerek ona yaklaşan adamlardan birine nişan aldı.

"Ya Hakk."

Attığı ok adamın omzuna girerken Mehpare ilk defa birinin canını yakmaya sevinmişti. Önünde iki seçenek vardı; ya bunların hepsi zaten bir rüyaydı ki o zaman yaraladığı adamın da bir önemi kalmıyordu. Ya da her şey gerçekti ve canını namusunu bu eşkıyalara karşı koruması gerekiyordu.

Mehpare'nin ok atışından sonra adamların adımları yavaşlarken okun hedefi olmaktan çekindiler. Genç kız vakit kaybetmeden bir oku daha yayına yerleştirerek yeni bir hedef aradı. Eslem Hatun'a en yakın adamın karnını deşen ok ile özgüveni tazelendi. Eslem Hatun kılıcını sallayarak ona yaklaşan birini daha yere sererken arkasınıda Mehpare kolluyordu.

Ne yazık ki adamlar bitmeden, Mehpare'nin okları bitmişti. Gördükleri ilk topluluğun yarısı hala karşılarında duruyorlardı ve ellerinde sadece Eslem Hatun'un kılıcı vardı. Mehpare yerde gözüne kestirdiği uzun bir odun parçasını alarak talimde ki tahta kılıç gibi kullandı. Adamlara zarar veremiyor olsa da kendisini kısa süreli koruma için iş görürdü.

Mehpare önünde ona kılıcı ile karşılık veren adamı uzaklaştırmaya çalışırken yaklaşan başka nal sesleri ve bağırışlar duydu. Eslem Hatun'a döndüğünde çoktan birini daha kılıçtan geçirip yeni hedefine odaklanmıştı. Genç kız yaklaşan Gökbey'i gördüğünde ise yüzüne koca bir gülümseme oturdu.

...


Oy ve yorumlarınızı büyük bir merakla bekliyorum...

Loading...
0%