Yeni Üyelik
12.
Bölüm

7. Bölüm - Leyla Ve Zifir

@maveradabiryazar

Media: Gökbey ve Mehpare

Merhabaaa. Yeni bölümü yazdım ve hemen yayınlayıp kaçıyorum. Bir kaç günüm oldukça yoğun geçecek. Yeni bölüm bir kaç gün gecikebilir, şimdiden haberiniz olsun.

Oy ve yorumlar eşliinde sizi bölümle başbaşa bırakıyorum...

Gökbey, bir süredir obanın etrafında bir eşkiya grubunun dolaştığını duymuştu. Bu durum hem halkı için hem ticaret kervanı için büyük bir tehlike demekti. Gökbey yanına aldığı arkadaşları ve kardeşi Aybars Bey ile obanın etrafında bu eşkiyaların izini sürüyordu. İlk önce obaya biraz uzak kalan bir mağarayı keşfettiler. Burada bir süre kaldıkalrı belli olan grup tahminlerinden biraz daha kalabalıktılar ve buna dayanarak belli ki rahat hareket ediyorlardı.

Doğan Alp, lakabının hakkını vererek avının izini süre süre eşkiyaları aradı çevrede. Vakit öğleni geçerken obaya yakın buldukları izler ile daha hızlı hareket etmeye başladılar. İzler sürekli obaya daha yakın hale gelirken Gökbey bu durumdan endişe duyuyordu.

Doğan Alp'in izcliği ile ilerlerken yakın bir mesafede vuruşma sesleri işittiler. Oldukça zayıf gelen bu seslere hızla atlarını sürdüler. Gökbey önde, diğerleri arkada gördükleri manzara ile öfkelendiler. O kadar adam iki hatuna karşı cenk ederdi. Erliğe yakışmayan bu hareket öfkelenmesi için bile yeterken bu hatunların bacısı Eslem ve Mehpare Hatun olmasıyla siniri kat be kat artıyordu adamın.

Gökbey atını eşkiyaların tam ortasına sürerek cenk meydanında tüm kılıçları üstüne çekmişti. Kılıcını kınından sıyırıp hızlıca atından atladı. Bacısı Eslem Hatun'u elinde ki kılıçla cenk ederken görürken içi rahatladı, iyiydi. Kafasını bu defa yeni tanıdığı ve aklını meşgul eden genç kıza çevirdi. Elinde bir sopayı sallayarak kendisini korumaya çalışırken buldu. Ayakları aklından bağımsız bir şekilde genç kızın yardımına koşarken gövdesini genç kıza siper etti. Kaldırdığı kılıç karşısında ki eşkiyanın omzundan karnına derin bir yarık açarken hızını kesmeden diğer tarafına yöneldi.

Eslem Hatun, ağabeylerinin gelişi ile rahatlamış, daha bir şevkle kılıcına davranmıştı. Yanına yaklaşan Aybars ağabeyini gördü.

"İyi misin bacım? Yaran var mıdır?"

"Eyiyim elbet. Bir avuç eşkiya için gelmenize bile gerek yoktu ağabey."

"Senin Allah'ına kurban bacım."

Aybars Bey, ilerleyerek karşıdan gelen birine kılıç sallıyordu. Dumrul, Gürbüz, Avcı ve Sancar hepsi çevreye yayılmış, eşkiyaların hakkından yavaşça geliyordu. Eslem Hatun karşısında ki iri adamın hamlelerinden kaça kaça iyice geriye çekilmişti. Şimdi ağabeylerinden biraz daha uzak olsa da onları rahatlıkla görebiliyordu. Karşısında ki bu adam oldukça iri ve güçlüydü. Bir sesi ile destek isteyip bu adamı ağabeylerine bırakabilirdi fakat Eslem Hatun böyle bir karaktere sahip değildi. O asla korkmaz, geri durmazdı.

Eslem Hatun iyice yorulmuşken kılıcına gelen sert hamle ile pusatı ellerinden kayıp düştü. Şimdi karşısındaki iri adama karşı pusatsızdı. Kuşağından çıkardığı bıçağı ile savunmaya hazırlanırken adam Eslem'e koca bir kahkaha attı. Eslem Hatun ise onu küçümseyen adama bir hamle yaparak yüzüne bir kesik attı. Bu yara adamı daha fazla öfkelendirerek Eslem Hatun'un yüzünde bir tokat ile karşılık buldu. Yana düşen kafasına elini istemeden götürdü. Kanayan dudağında ki acıyı umursamadan başını kaldırdı ki Sancar Alp'i yanında buldu. Biraz önce ona kalkan el, şimdi Sancar Alp'in elleri arasında kırılıyordu. Sancar Alp, içinin soğumadını hissederek geri adım atıp iki eli pusatlı şekilde adamın gövdesini çapraz olacak şekilde kılıçtan geçirdi. Adam ağzından çıkan kanlar ile dizlerinin üzerine düşerken Sancar Alp geriye dönüp Eslem Hatun'u kontrol etti. Gözleri genç kızın kanayan dudağını bulurken hemen bakışlarını diğer yöne çevirerek uzaklaştı. Eslem Hatun ise derin derin aldığı nefesler arasında yerinden kıpırdayamadı.

Daha çocuk yaşta başlamıştı Sancar Alp'e karşı beslediği hisler. Üstelik bunu Sancar Alp'e belli etmekten de geri kalmıyordu genç kız. Ağabeyleriyle talim yapma bahanesiyle kendisini sürekli Sancar Alp'in yanında buluyordu. Onunla konuşmak için bahane arayıp, bazen genç adama su bile götürüyordu. Eslem Hatun o zamanlar ruhunda ki toyluk ve heyecan ile Sancar Alp'e her geçen gün daha yakın olmaya çalışıyordu. Ta ki, Sancar Alp'in Eslem'i istemediğini söylediği güne kadar. Yüzüne bakarak Eslem Hatun'un hislerinin farkında olduğunu ve bunun imkansız olduğunu söylemişti. Kalbinde ona yer olmadığını öyle emin şekilde söylemişti ki; Eslem Hatun o gün onun tarafından sevilmeyeceğine emin olmuştu. Yıllarca ondan uzak kalmış, mecbur kalmadıkça ona tek söz dahi etmemişti. Şimdi ise onu ölümün pençesinden alıyordu.

Eslem Hatun, kendine gelirken etrafını izledi. Eşkiyaların hepsi yerde kanlar içinde yatıyordu. Gözleriyle Mehpare Hatun'u aradı. Ağabey'inin yanında sapa sağlam duran genç kızı görünce sevindi. Emanet her şeyden mühimdi.

Mehpare, biraz önce yaşadığı şeyin gerçek olup olmadığını düşünmeyi bıraktı. İyiydi ve şu an için önemli olan buydu. Eşkiyaların hepsi öldükten sonra Gökbey, kardeşlerine ve arkadaşlarına baktı. Hepsinin iyi olduğuna inandıktan sonra arkasına sakladığı genç kıza döndü. Gözleri hasar taraması yaparken konuştu.

"İyi misin Mehpare Hatun?"

Mehpare, adını ilk defa Gökbey'in dilinden duyarken sessiz kaldı. Biraz önce canını canına siper etmiş, onun tarafına değil bir kılıç bir rüzgarı bile geçirtmemişti. Mehpare, hakkı olmayarak onu koruyan Gökbey'den bunun altında bir anlam beklemişti. Onu koruması için bir sebep...

"İyiyim, sayende. Sağol."

Gökbey başıyla onu teskin ettikten sonra etrafına baktı. Yerde duran yayı gördükten sonra ilerde oklar ile yerde yatan cesetleri gördü.

"Sen mi vurdun onları?"

Mehpare, Gökbey'in baktığı yöne bakarak gülümsedi.

"Çok da zor olmadı."

Gökbey kısılan gözleri ile Mehpare'ye dönerek şaşkınlıkla dolu bir gülümseme gönderdi. Her geçen gün bu Hatun'a şaşkınlığı belki de hayranlığı artıyordu. Gökbey, yanına gelen Eslem Hatun'u kolları arasına aldı.

"Burada ne işiniz olduğunu obada anlatırsın elbet. Hayde gidiyoruz."

Gökbey'in sözleri ile herkes harekete geçmeye başladı. Cenk ederken kaçışan atlar sakinlik ile geri gelmeye başlamışlardı. Herkes atına yavaş yavaş binerken Mehpare'de huysuz atının peşine düştü.

"Gel kızım."

Mehpare'nin sakinlikle çağırdı atı yine inat ediyor genç kıza gelmiyordu. Genç kız ne söyledi ne yaptıysa diğer siyah atın yanından alamadı atını.

"Leyla, kızım. Hadi bırakasın Zifir'i."

Gökbey'in ardından gelerek genç kızı atına seslenmesi ile şaşırdı. Atının bir adı vardı ve genç kız onu bile bilmiyordu.

"Adı Leyla mı?"

"Öyle."

"Neden söylemediniz?"

"Sormadın."

Genç kız, onunla alay edildiğini hissetse de biraz önce onu kurtaran adamla kavga etmek istemedi.

"Neden Leyla?"

Gökbey, dişlerini göstererek tebessüm edip bir Leyla'yı bir de adının Zifir olduğunu öğrendiği siyah atı seviyordu.

"Leyla da ondan."

Mehpare anlamaz bakışlar ile Gökbey'e bakarken Zifir'in üzerine bindi. Leyla'yı da sakinleştirip Mehpare'ye gönderdikten sonra "başka zaman anlatırım, acelemiz vardır." diyerek yola koyuldu.

Yol boyunca Gökbey ve Aybars Bey önde Eslem Hatun ve Mehpare arkalarında ilerlediler. Diğerleri de en arkada temkinli şekilde yola devam ettiler. Eslem Hatun arada bir bakışlarını geriye çeviriyor ona hiç bakmayan Sancar Alp'i çözmeye çalışıyordu. Yıllar önce küle çevirdiği sevdası şimdi yüreğinde tutuşmaya yer arıyordu. Aklı ile kalbi arasında düşünceleri mekik dokuyordu.

"Ne diye haber etmeden çıkarsınız obadan Eslem?"

"Mehpare Hatun ile talim ederdik."

"Obada talimhane ne diye durur?"

Eslem Hatun, diline hakim olmaya çalışıyordu. Ağabeyi olsa da beyiydi.

"Bugünki eşkiyaları, kefereleri kılıçtan geçirmeye durur ağabey."

Gökbey normalde kızması gerektiği kardeşine ters bir bakış atmakla yetindi. Mehpare sessiz kalarak Gökbey'i izledi. Simsiyah saçları, mavi gözleri ile oldukça heybetli duruyordu. Mehpare, onu diğer alplerden neden ayrı tuttuğunu düşündü bir an. Göğsünde atan şu küçük kalbi kimsede böyle çarpmaz iken Gökbey'i görünce ne diye böyle coşuyordu? Onu etkileyen Gökbey'in cesur oluşu muydu? Cesaretse diğerleri de cesurdu. Yüzü, duruşu, bakışı her şeyiyle genç kızın yüreğini okşuyordu.

...

Eşkiyalar ile çarpışmalarının ardından bir kaç gün geçmişti. Mehpare her zamanki talim ve eğitime devam etse de eskisinden daha iyiydi. Gerçek bir cenk nedir yaşayarak öğrenmişti. Onun bu halini gören Eslem Hatun ise talim ederken artık ona gerçek bir kılıç vermişti. Kılıcı ilk eline aldığında beklediğinden daha ağır bulmuşsa da bileği zamanla bu ağırlığa alışmıştı. Her geçen gün kılıcını daha iyi kullansa da ok kullanmakta ki becerileri çok daha iyiydi. Mehpare adeta ok atmak için doğduğunu hissediyordu.

Bugün obada talim ve eğitimi yoktu. Oba hatunlarının işi başından aşkındı. Ticaret kervanı bugün yola çıkacaktı ve son hazırlıkları ile ilgileniyordu herkes. Mehpare ve Gülayşe Hatun kilimhanede Beyza Hatun'a yardım ederken, Şeyma Hatun yolda ihtiyaç duyulabilecek şifaları hazır ediyordu. Eslem Hatun ise kervanla gidecek hatunların son hazırlığını görüyordu. Herkes bir işin ucundan tutuyordu obada.

Beyza Hatun kilimhanede koşturmaktan oldukça yorgun düşmüştü. Kervana hazırladığı her şeyi tek tek kontrol etmek, arabalara bir düzen ile yüklemek kolay değildi. Öğlen vaktine doğru tüm işler bitmiş kervan yola dualarla koyulmuştu. Obada şimdi herkes otağına çekilmiş dinlenmeye başlamıştı. Gülayşe Hatun ile beraber obanın dereye bakan köşesinde dinlenmeye başladı Mehpare. Genç kız, Gülayşe Hatun'a kervanı, pazarı, ticareti sorarak sohbete başlamıştı.

"Gülayşe Hatun, hani dediydin ya Zeyrek Obası ile düşmalık var imiş aranızda. Uzun hikaye demiş idin. Amma pek bir merak ederim. İki obada Türk'tür, Müslüman'dır. Ne sebeple düşmanlık olmuştur ki?"

Mehpare, konuyu açmak zorunda hissediyordu kendini. Artık bir şeyleri öğrenme vakti geldi de geçiyordu.

"Yıllar evvel, ben daha çocuk iken başladı her şey. Mahmut Bey'in, yani Zeyrek Obası'nın beyinin emanete ihaneti de diyebiliriz."

"Emanete ihanet mi? Nasıl yani?"

Mehpare, babası olduğu söylenen bu adamın kötü bir insan olabilme ihtimaline karşı üzüldü. Gülayşe Hatun'u iyi tanımıştı, yalan söyeyecek biri asla değildi.

"Babam Oğuz Bey ile Mahmut Bey dosttular. İki oba birbiriyle kardeş gibiydi. Göçte, ticarette, savaşta, barışta her zaman yanyanaydılar. Yine beraber bir görev için birleştiler, hakkından da geldiler evvelallah. Ama görev bitmemişti, saklanması, korunması gereken bir emanet vardı. Mahmut Bey emaneti koruma yeminiyle aldı. Fakat çok kısa bir süre içinde emaneti kaybetti."

"Ama kaybetmiş sonuçta, ihanet etmemiş ki."

Mehpare, bahsedilen emanetin anahtar olduğunu anladığında bu düşmanlığın sebebinin kendisi olduğunu anladı. Yokluğu ayrı, varlığı ayrı zarar oluyordu bu insanlara.

"Koruması gerekirdi Mehpare. Bu emanetin kaybolması, başka birileri tarafından bulunması ne büyük bir olaylara yol açar bilmiyorsun."

Mehpare, biliyordu. Ona Satı Kadın en başından anlatmıştı. Ve Mehpare, anahtarı kaybetmişti.

"Anlıyorum. Üzüldüm bu düşmanlık için. Peki hiç görüşmez misiniz o obayla?"

Gülayşe gözlerine oturan hüzün ile baktı genç kıza.

"Mecbur kalmadıkça karşı karşıya gelmeyiz."

"Sen hiç gördün mü onları?"

"Gördüm. Keşke görmeseydim Mehpare."

Mehpare, ona yaşlı gözlerle bakan kıza üzüldü. Bu kadar mı nefret ediyordu ailesinden. İyi de bu yaşların sebebi neydi o zaman?

"Neden öyle dersin? Kötü bir şey mi yaptılar sana?"

"Ben yapmışımdır belki."

Genç kız, Gülayşe Hatun'un bu hallerine anlam veremiyordu. Gülayşe Hatun, tanıdığı herkesten daha sessiz sakin, daha merhametli, daha çekingen biriydi. Birine zarar verme ihtimali yok denecek kadar azdı.

"Sen birine zarar veremezin ki Gülayşe."

Gülayşe Hatun, ona merakla bakan genç kıza ağlayarak sarıldı. Yıllar sonra ilk defa birine anlatacak olduğu bu hikaye kalbinde büyük bir yaraydı. Korkusundan ailesine anlatamamıştı. Günlerce obaya gelecek birilerini, onu arayan birilerini beklemişti. Lakin yıllarca hiç bir şey olmamıştı. Bir kaç dakika sonra Gülayşe Hatun sakinleşerek her şeyi anlatmaya başladı.

"Daha çocukluktan yeni çıkmıştım. Talimlerim bile tamamlanmamıştı o vakitler. Eslem ile ağabeylerimin peşine gizli gizli takılır obadan çıkardık arada. Eslem severdi böyle oyunları. O zamanlarda alpler gibiydi işte, ağabeylerim nerede o orada. Benide takardı bazen peşine. En son gidişimde Eslem'e yetişemedim. Yolu bildiğim için tek başıma ilerledim. Ama, onunla karşılaştım."

"O kim?"

"Zeyrek Obası'ndan biri işte. Obada öyle çok konuşulurdu ki bu düşmanlık, bana bir zarar vermesinden korktum. O bana yardım etmek için yaklaşmıştı ama ..."

"Ama ne?"

Mehpare, Gülayşe'nin anlattıklarını merakla dinliyordu. Ona kızamıyordu ama kime ne yaptığını da merak ediyordu.

"Ama korktum. O an bana yardım edip etmedğini bilemedim işte. O bunu beklemez iken kılıcımla onu yaraladım."

"Öldü mü?"

Genç kızın istemeden sorduğu soruya Gülayşe Hatun kafasını sallayarak reddetti.

"Ölmedi. Yüzünde derin bir yara açtım. O bana kanayan suratı ile bakarken ben onun beni öldüreceğini düşünmüştüm."

"Ne yaptı peki?"

"Kanayan yanağını silip, eliyle gitmem gereken yönü gösterdi."

Gülayşe Hatun ağlıyordu. Pişmanlık ve şefkat yaşlarına genç kızı da şahit tutuyordu.

"Ben sanmıştım ki; bana zarar verecek, beni düşman görecek sanmıştım. O bana yardım ederken ben onu yaraladım. Ona rağmen bana bir şey yapmadı. İstese beni orada öldürürdü Mehpare."

Mehpare, Gülayşe Hatun'un haline üzülürken onu toparlamaya çalıştı. Bir başkası olsa yaraladığı bu adamı çoktan unuturdu fakat Gülayşe ilk defa birini yaralamış ve bu masum biri olmuştu.

"Üzülme Gülayşe. Bak sende dedin, aradan yıllar geçmiş. Unutmuştur bile."

"Nasıl unutsun Mehpare. Yüzünde kocaman kılıç yarası ile yaşar yıllardır."

"Bir daha mı gördün onu?"

Mehpare, şimdi daha bir meraklanmıştı. Bir daha ki görüşmelerinde adamın ne tepki verdiğini sormadan edemezdi.

"Orhan Bey'in toylarında görmüş idim. Onu yaralamamın üzerinden uzun süre geçmişti ama yüzündeki yara taptaze oradaydı işte. Karşısına geçip özür dilemek yalvarmak istedim Mehpare. Onu bile yapamadım, korktum."

"Ya o ne yaptı?"

"Hiçbir şey. Sanki hiçbir şey olmamış gibi, beni hiç görmemiş gibiydi."

"Seni ele vermedi yani."

Gülayşe Hatun "hayır" anlamında kafasını sallarken Mehpare bu adamın kim olduğunu merak etmişti. Böyle koca yürekli bir eri de zaten anca bu dönemde bulurdu.

Gülayşe Hatun'un göz yaşları artık azalmıştı. İlk defa birine anlatıyordu bu olanları ve bunun rahatlığını yaşıyordu. Yükünü pay etmiş gibi hissediyordu. Bir süre daha orada öyle oturduktan sonra Gülayşe Hatun dinlenmek için otağına geçti. Mehpare ise biraz daha kalıp düşünmek istedi. Gülayşe Hatun'un yaşadıklarına üzülmüştü fakat onu en çok üzen bu düşmanlıktı. İstemeden tüm bunların sebebi olmuştu. İki dost obayı düşman etmişti.

Mehpare içine sığamazken ahıra doğru ilerleyip Leyla'nın yanına gitti. Atını besleyip sevdikten sonra ona atlayıp biraz gezmek istedi. Kafasını dağıtacağına inandığı başka bir şey yoktu şu an. Leyla ile beraber obadan uzaklaşmadan etrafta koşturuyordu. Atının beyaz yeleleri ile rüzgara karşı koyarken obanın manzarasını izleyen bir ağacın altında durdu. Leyla'yı ağaca iyice bağladıktan sonra bir kayaya oturarak Karasu Obası'nı izledi. En başından beri yaşadığı her şeyi düşündü. Çınar ağacının altında kayboluşuyla başlayan tüm olaylar sonucu işte şimdi buradaydı.

"İnsan bir başına ne yapar bu koca obada Leyla?"

Atına yönelttiği soru, aslında konuşma ihtiyacından kaynaklanıyordu. Leyla önündeki otları yemeye koyulurken Mehpare sadece ona gülümsedi. Genç kız sorularla, cevaplarla boğuşurken atının tek derdi karnını doyurmaktı. İç güdü böyle bir şeydi

"Ne dersin Leyla, çıkabilir miyiz bu işin içinden?"

"Leyla'yı bilmem de sen bu inatla her işin içinden çıkarsın, ha?"

Mehpare, Gökbey'in ona cevap verip karşısında dikilmesi ile ayaklanmıştı. Derdi birken bine çıkıyordu. Kafası zaten doluydu, bir de bu adamı düşünecek zaman mıydı.

"Beni mi takip edersin?"

Gökbey, genç kızı umursamadan yanında kalan diğer kayaya oturdu, hatta yerleşti demek daha doğru olurdu.

"Hangi işin içinden çıkacakmışsın?"

Mehpare, Gökbey'in onu umursamadan oturuşunu izledikten sonra o da yerine oturdu. O da Gökbey gibi, onu umursamadan sorusunu cevapsız bıraktı. Gökbey, genç kızın bu haline gülümsedi. Bir süre birbirlerine bakmadan, konuşmadan obayı izlediler.

"Bende gelirim bazen buraya. Obayı buradan izlemek iyi gelir bana."

Gökbey'in sesiyle bakışlarını ona çevirdi. Kendinden her daim emin duran bu adama kapılmamak elde değildi.

"Bazen kendimi bir çıkmazda hissederim. Koskoca dünyada yapayalnız kalmışım gibi. Gibisi de fazla zaten, öyle."

"Ailem sana böyle mi hissetirir?"

Mehpare, yine yanlış anlaşılıyordu. Açık konuşamadığı için, sözleri bambaşka anlamlara çekiliyordu.

"Hayır, hayır. Lütfen beni yanlış anlama. Ailen bana aile olmuştur ama yine de, işte ne bileyim."

Gökbey, genç kızı anlıyordu. Geçmişini hatırlamayan, kimsesi olmayan bir hatun için bunlar ağır yüklerdi.

"Kolay değildir elbet yaşadıkların. Ama bu da senin imtihanın işte. Belki de hayırlısı böyledir, geçmişini unutman daha hayırlıdır. Artık geleceğe baksan, bugünü yaşasan daha güzel olmaz mı?"

"Olur elbet ama elimde değil ki."

Mehpare, arkasında hissettiği hareketlilik ile ağaca doğru döndü. Leyla ve Zifir'in yanyana durmalarına gülümsedi.

"Leyla'yı anlatacaktın bana."

Gökbey, ona merakla bakan gözleri izledi. Mehpare'de çözemediği bir hissiyat gizliydi. Diğerleri gibi değildi. Belki hatırlamamasından dolayı böyle samimi içten biri gibi gözüküyordu fakat Gökbey onun bu hallerini seviyordu. Gün içinde ordan oraya koşturan kızı bazen izlerken buluyordu kendini. Bazen de akşam yemeklerinde görebileceği kız için heyecanlanıyordu. Gökbey'in daha önce hissetmedigi bu duyguları bir de körükleyen şüphesi vardı. Kızda çözemediği her ne ise şüphe duymasına sebep oluyordu.

"Leyla'yı biz bulmadık. Leyla bizi buldu, daha doğrusu Zifir'i buldu. Nerden geldi, kimin atıydı bilmem. Zifir nereye o oraya döndü durdu obada bir süre. Yabancı attır, yarın öbür gün sahibi çıkar diye Zifir'den uzak tutmak istedim. Hatta bir gün obadan uzaklaşıp saldım onu. Obayı bulmasını bekliyordum amma asıl beklemediğim Zifir'in onun peşinden gitmesiydi. Günlerce ikisini aradım durdum her yerde. En sonunda buldum tabii ama bir daha ayırmadım onları. Mecnun misali sevdiğinin peşinden koştu o da. Dişi olduğu için de Leyla diye kaldı adı."

Mehpare, yüzünde ki tatlı gülüş ile hem Gökbey'i dinliyordu hem de karşısında duran siyah ve beyaz atı izliyordu.

"Kızım, sen aşık mı oldun? Sen Leyla mı oldun Zifir'e?"

Mehpare'nin alaylı çıkan sesi ile Gökbey de gülümsedi. Genç kızı ilk defa bu kadar yakından gülerken görmüştü.

"E hayde o vakit."

Mehpare, birden ayaklanan Gökbey'e sorar gözlerle baktı.

"Akşam çökmek üzeredir. Obaya kadar yarış edelim mi?"

Mehpare şimdi Gökbey'in karşısında kahkahalar atıyordu. Obanın beyiyle at yarışı edecek olması onu fazlasıyla güldürmüştü. Nereden nereye diye düşündü.

"Ödül var mıdır peki Beyim?"

Mehpare, alaylı konuşması ile Leyla'ya binerken, Gökbey ona "beyim" diyen kız ile öylece kaldı.

"Ne istersin?"

Mehpare kazanamayacağını elbet biliyordu amma bunu belli etmek istemediği için bir ödül istemeliydi.

"Kazanırsam ok ve yay isterim. Eslem Hatun'un verdiği oklar yaylar çocuklara göredir. Ben artık öğrendim kendi okum yayım olsun isterim."

Gökbey, bu isteğe karşı gülümseyerek kafasını salladı.

"Ya sen ne istersin?"

Gökbey, atına atlayarak Mehpare'nin karşısında durdu. Gözlerine bakarak ne istediğini söyledi.

"Olur da kazanırsam, rövanş isterim. Bir kez daha yarışacaksın benimle."

Mehpare, şimdi hırsla yarışacaktı işte. Gökbey de bir kez daha bu yarışı etmek için elinden geleni yapacaktı.

"Kabul."

Mehpare, Gökbey'in işaretini bile beklemeden atını hızlıca sürdü. Gökbey ise ardından kahkaya atarak bağırdı.

"Hile yaparsın Hatun."

Mehpare, cevap bile vermeden hızla atını sürerken Gökbey de kısa sürede ona yetişti. Yan yana ova boyunca yaptıkları yarışta yüzlerinden gülümseme eksik olmadı. Gökbey istese çoktan önüne geçerdi genç kızın fakat son ana kadar onunla yan yana olmayı tercih etti.

Obaya vardıklarında ise Gökbey öne geçerek galip gelip, ikinci bir yarısı garantilemişti. Mehpare ise ilk defa mağlubiyetinden zevk almıştı. Yüzü gülüyor, heyecanı yüreğine sığmıyordu.

"Ben kazandım. Bir dahaki yarış için hazırlanasın Mehpare Hatun."

Gökbey, galibiyet gülümsemesi ile genç kızdan uzaklaştı. Mehpare için şimdi oba daha güzel gözükür olmuştu. Eli yüreğinde, at üstünde koca bir gülümseme ile obada atını sürdü.

Loading...
0%