Yeni Üyelik
15.
Bölüm

8. Bölüm - Yar ve Yara

@maveradabiryazar

Media: Sancar Alp ve Eslem Hatun

Merhabaaaaa. Çok şükür yeni bölümü yazıp yayımlayabildim.

Bu bölüme sizin bir isim koymanızı istiyorum. Bölüme en uygun ismi yorumlarda seçip bölüme koymak niyetindeyim.

Oy ve yorum hatırlatmama gerek yoktur inşallah. Size keyifli okumalar dilerim...

Sabahın en erken saatlerinde arşınladı talimhanenin yollarını. Bir kaç gündür olduğu gibi uykusuz geçen gecenin sabahında atmıştı kendini dışarı. Eslem Hatun kendi bildi bileli ince düşünen biri değildi, bir konu dışında. Bu konu da zaten tek başına yetiyordu uykusuz kalıp, iştahtan kesilmesine. Eslem Hatun'a, Sancar Alp iyi gelmiyordu. Nefesini kesiyordu bir kere. Yüreği ayarsızlaşıyor, aklı tembelleşiyordu. Ya midesine ne demeli? Atından çifte yese bu hale gelmezdi.

Eslem Hatun, sevmedi bu halini ama engelde olamadı kendisine. Bir yanı yüreğini sızlatan, aklını meşgul eden bu adamdan kurtulmak isterken, diğer yanı çoktan akıntıya kapılıp gitmişti.

Bunca yıl yok ettiğini sandığı hisleri ilk günkü gibi gün yüzüne çıkmıştı işte. Ufacık bir umut genç kızı ne hale getirmişti böyle. Yıllardır içindeki aşkı söndürüp, nefretini harladığını sanarken şimdi köşeye sıkışmıştı. Eslem Hatun, Sancar Alp'e tekrar tekrar tutulmuştu.

Kafasında bitmeyen düşüncelerle talimhaneye vardı genç kız. Vakit oldukça erkendi. Mehpare'nin gelmesine biraz daha zaman vardı. Hızlı adımları ile atına vardı. Uzun süre tuttuğu nefesini vermesi ile atının boynuna sarıldı, ardı kesilmeyen bir ağlama ile göz yaşlarını atının yelesine bıraktı.

Eslem Hatun, çevresine gösterdiği sert kimliğini şimdi ahırın girişinde bırakmış, içini bir tek atına göstermişti. Daha doğrusu o öyle zannetmişti. Ahırda genç kızın görmediği biri daha vardı. Genç kızın ağlamasının sebebi olan biri; Sancar Alp.

Sancar Alp, geceden beri huysuzlanan atıyla ilgilenerek sabahı ahırda geçirmişti. İşlerini bitirip gideceği sırada ise onu görmeden bir hışımla içeri girip ağlayan kızı izledi. Yüzünü görmese de iç çekişlerinden ve halinden belli oluyordu.

Sancar Alp, ilk defa Eslem Hatun'u böyle görüyordu. Onu gülerken görmüştü, savaşırken, kızarken hatta eskiden korkarken bile görmüştü. Fakat ağlarken ilk defa görüyordu. Onu yıllar önce kırarken bile gözünden tek damla yaş akıtmamıştı genç kız. Şimdi onu bu hale getiren sebebi bulup yok etmek istedi.

"Eslem Hatun?"

Genç kız ardından gelen kalın ses ile olduğu yerde kaldı. Ne atından geri çekildi ne de hareket edebildi. Kimse görmesin diye ahıra koşar adım gelmişti fakat şimdi en çok kaçtığına yakalanmıştı.

"İyi misin hatun?"

Sancar Alp'in yumuşak çıkan sesiyle tekrar umut rüzgarlarına kapıldı Eslem Hatun. Yavaşça yüzünü atın yelelerinden çekip hızlıca göz yaşlarını sildi. Tekrar güç zırhını üzerine giyip Sancar Alp'e dönmeden cevap verdi.

"Ne diye iyi olmayacakmışım?"

Sancar Alp aldığı cevaba karşı nefesini bıkkınlıkla verdi. Bu kız ayarlarıyla oynamaya yeminliydi. Bir kaç saniye önce ağlayan kendisi değilmiş gibi davranıyordu.

"Ne diye ağlardın?"

"Kim ağlamış? Ben mi?"

Eslem Hatun bir yandan atıyla ilgileniyor bir yandan da omuzlarını kaldırarak inkara kalkışıyordu.

"Sen ya. Bir derdin mi vardır?"

Eslem Hatun'un atını seven elleri durdu. Bu adam için canını bile verirdi ama şimdi boğazına yapışıp öldürmek istiyordu. Gerçekten anlamıyor muydu genç kıza ne yaptığını?

Eslem Hatun hızla yüzünü Sancar Alp'e dönüp öfkeyle baktı. Karşısında ki adam ona merakla bakarken öfkesinden ödün vermedi.

"Bilir misin Sancar Alp, bazen Gürbüz Alp'in midesinin bile senin aklından daha çok çalıştığını düşünürüm."

Genç kız bir cevap beklemeden atını hazırlamaya koyuldu. Sancar Alp ise duyduğu hakaret karşısında hem öfkeli hem de şaşkındı. O sadece genç kız için meraklanıp neden ağladığını sormuştu.

"Bende senin hala büyümediğini düşünürüm. Millete sert görünüp büyüklük gösterirsin amma çocuktan farkın yoktur."

Eslem Hatun yüreğinin daha ne kadar kırılacağını merak ediyordu. Sancar Alp'e dolu gözleriyle baktıktan sonra hızla atını alıp ahırı terk etti. Arkasında bıraktığı adam ise o dolan gözleri gördüğünde öfkeyle söylediklerine pişman olmuştu.

Eslem Hatun, sessizce döktüğü göz yaşlarını rüzgara teslim ederek atıyla uzaklaştı. Ne talim aklındaydı ne de Mehpare. Tek istediği yalnız kalıp istediği gibi göz yaşı dökmekti.

Mehpare ise talimhaneye vardığı gibi Eslem Hatun'u aramaya koyuldu. Her yere bakmış, herkese sormuştu ama talim hocasını bir türlü bulamamıştı. Oysa bugün kılıç kalkan talimi edeceklerdi. Kılıcı ve kalkanı alıp tek başına talimhanede beklemeye karar verdi.

Gökbey ise genç kızı uzaktan izleyerek ne yaptığını çözmeye çalışıyordu. Elinde tuttuğu kalkan ve kılıç ile bir balyanın üzerine oturmuş etrafı seyrediyordu. Gökbey yavaş adımlarla genc kıza yaklaştı.

"Hayırdır Mehpare Hatun, ne yaparsın burda tek başına?"

Mehpare, Gökbey'in gelişiyle ayaklanmıştı. Kendi kadar kılıcı ve ağır kalkanı ile oldukça komik gözüküyor olmalıydı.

"Eslem Hatun'u beklerim."

"Bacım bu saate kalmazdı, ahırdadır belki."

"Her yere baktım, yoktur bir yerde."

Gökbey ellerini sakallarına götürerek etrafına bakındı.

"Anam bir yere göndermiştir."

"O vakit ben kilimhaneye geçeyim."

Gökbey genç kızı burada tutmak için bahaneler aramaya koyuldu. Kilimhane ve şifahanede genç kızı göremiyordu. Yemek vakti ise atasının yanında başını kaldıramıyordu.

"Yengem bu vakit kilimhaneye geçmez. Şifahane'de de kimse yoktur şimdi. Bugün ki talimini benimle yapasın istersen."

Mehpare, Gökbey'den gelen talim teklifine ne demesi gerektiğini bilemedi. Gökbey de sorduğu sorunun cevabını beklemeden çadırdan aldığı bir kalkan ile karşısına geçti. Eslem Hatun ile talim ettikleri vakit epey darbe alıyordu genç kız. Eslem Hatun ne kadar bu kıza alışıp, sevmeye başlasa da eğitimde merhamet etmiyordu. Eslem Hatun'dan aldığı darbeler bile ağrı çektirirken, Gökbey'den alacağı bir darbe onu yere sererdi.

Gökbey keyifle genç kızın halini izliyordu. Onu harekete geçirecek şeyi ise Gökbey ona sundu.

"Ne o, yoksa korkar mısın?"

Genç kız, ona gülerek bakan adama döndü. At yarışında kaybetmişti. Şimdi ise Gökbey ona korktuğunu ima ediyordu.

"Elbette korkmam."

Mehpare, kılıç ve kalkanına iyice yapışıp yerine geçti. Gökbey ise gülümsemesini hiç silmeden zaten hazır bekliyordu. Genç kıza başlaması için bir baş hareketinde bulundu.

Mehpare sakladığı kılıcı ile Gökbey'e ilk hamlede bulundu. Çok sert bir darbe değildi bu, hem kılıcı hem kalkanı kullanmak genç kızı zorluyordu. Gökbey ise bir çocuk oyalar gibi kolayca kızın hamlelerini savuşturuyordu.

Gökbey bir yandan Mehpare'ye ne yapması gerektiğini söylüyor, bir yandan kılıcını ve kalkanını genç kıza karşı kullanıyordu.

Mehpare kısa bir süre sonra nefes nefese devam etse de Gökbey için değişen hiç bir şey olmamıştı. Yüzünde zorlandığını belli eden tek bir ifade yoktu adamın. Mehpare düşen omuzları ve soluklanmaya çalışan hali ile durup adama baktı.

"Eslem Hatun'dan dayak yesem daha iyiydi, hiç hamle yapmadan nasıl yorarsın beni?"

Gökbey karşısında nefessiz kalarak konuşan Mehpare'ye seslice güldü. Genç kızın çabası takdire şayandı.

"Rakibini yormak da bir savaş taktiğidir."

"Hangi kitapta yazar bu taktikler? Kullanma kılavuzu verseydiniz bari."

"Ne verseydik?"

Mehpare artık kırdığı potlara korkmuyor, gülüyordu. Nasıl olsa anlamıyorlar diyerek daha rahat olmaya başlamıştı. Mehpare açıklama yapmamak için konuyu değiştirmeye çalıştı.

"Demek rakibin görürsün beni."

Mehpare cenk edişini kast ederek rakip göründüğü için mutluydu. Fakat Gökbey için asla bir rakip olamazdı.

"Şimdilik, rakibim."

Gökbey, dinlenen genç kıza bu defa hamle yaparak karşılık verdi. Biraz önce sadece savunma yaparak genç kıza fırsat tanırken, şimdi genç kızın savunmasını test ediyordu.

Mehpare, biraz önce onu kırmamak için oldukça yumuşak davranan adamı belli ki gaza getirmişti. Şimdi karşısında ki adam kendisini çok zorlamasa da atılmış, Mehpare'yi zor duruma sokmuştu. Genç kız kalkanına inen kılıç darbeleri ile sürekli geri adımlıyor, kılıcına davranmaya fırsat bulamıyordu.

Talimleri öğle vaktine kadar devam ederken Eslem Hatun da geri dönmüştü. Atını ahıra bıraktıktan sonra talimhaneye doğru hızla adımladı. Hem morali bozulmuştu hem de nereye kaybolduğunu açıklamak zorunda kalacaktı.

Talimhaneye girmeden evvel pusatların koyulduğu çadırın önünde sesler işitti. Çadırın arka tarafında kalan Eslem Hatun, tanıdığı bu sesleri dinlemek için adımlarını yavaşlattı.

"Gökbey'im ne diye gelmez hâlâ?"

Dumrul'un sorduğu soruya Doğan Alp cevap vermişti.

"Mehpare Hatun ile talim eder."

"İyi de Eslem Hatun'un işi değil midir o?"

Doğan Alp bilmediğini belli eden bir omuz hareketi ile cevapsız bıraktı Dumrul'un sorusunu. Gürbüz Alp ise bir yandan bir şeyler yedigi belli olan sesiyle konuşmaya katıldı.

"Eslem Hatun ortalarda yoktur. Mehpare Hatun sabah herkese sorar idi. Gökbey'im o yüzden talim eder Mehpare Hatun'la."

Dumrul, Avcı ve Gürbüz Alp her zaman olduğu gibi konuşmaya başlayınca susamadılar. Eslem Hatun onları dinlerken Sancar Alp'in orada olduğuna ama konuşmaya katılmadığına adı gibi emindi.

"Nereye gitmiş ki Eslem bacım?"

Avcı sorusunu Gürbüz Alp'e sorsa da, adamın odak noktası elinde tuttuğu meyvelerdi. Avcı sorusunu yinelemek yerine Gürbüz Alp'in omzuna vurmakla yetindi, adam ise onu rahat bırakmaları için geçiştirdi.

"Ben nerden bileyim nereye gitmiş?"

"Görevini bırakacak kadar ne olmuştur ki? Eslem Hatun talimhaneden çıkmaz kolay kolay."

Baldızını merak eden Doğan Alp bir kaç soru daha soruyordu. Sancar Alp, sabah olanlardan sonra Eslem Hatun'un çocukken yaptığı gibi Su Dibi'ne gittiğini tahmin ediyordu. Eslem Hatun dakikalardır susan Sancar Alp'in sesini yeni işitti.

"Eskiden de böyleydi ne diye şaşırırsınız. Kafası esti miydi hesapsız kitapsız hareket eder. Geçen de kafasına göre obadan çıkıp Mehpare Hatun ile tehlikeye düşmemiş miydi? Çocuk işte, hâlâ çocuk."

Sancar Alp dahi dediklerine inanmazken diğerleri de bunun böyle olmadığını biliyorlardı. Sancar Alp'in sözlerine karşı çıkmaya çıkarlardı ama o an istemedikleri bir şey oldu.

Eslem Hatun duydukları ile varlığını belli edip onlara dönüp bakmadan önlerinden hızlıca yürüdü. Hesap sormadı, kızmadı, ağlamadı, sadece yürüdü. Kendi kendine konuşup sözler vererek yürüdü.

"Ben sana çocuk kimdir, hatun kimdir gösteririm elbet."

Eslem Hatun'un önlerinden hızla geçtiğini gören adamlar ise birbirlerine dönerek duyup duymadığını anlamaya çalıştılar. Fazla yakınlarındaydı elbet duymuştu. Fakat duyduysa tepki vermeden geçecek bir hatunda değildi. Sancar Alp bugün yaptigi ikinci hatanın sonunda yutkunmakla yetindi. İstediği zaten kızın ondan soğuyup uzak durmasıydı. Fakat istediği olduğu için ne diye bu kadar kararmıştı yüreği?

...

Mehpare önünde duran ekmeğe elini uzatarak ağzına bir lokma aldı. Sabahki talimden sonra kalbi bir türlü normale dönemiyordu. Kâh hızla atıyor, kâh duracak gibi oluyordu. Ona yakın olmak Mehpare'yi alt üst etmişti.

Kaçamak bakışları Gökbey'e değerken, genç kız bilmesede adamın da ondan bir farkı yoktu. Oğuz Bey'in yanında yaptığı iş değildi ama istemeden Mehpare'yi izlerken buluyordu kendisini.

"Ayşe Hatun."

Oğuz Bey'in seslenişi ile Ayşe Hatun'la beraber hepsi ona döndüler. Mehpare gerçek saygıyı bu obada öğrenmişti. Büyük, küçük herkes saygıyla hareket ediyordu obada. Oğuz Bey'e saygı ise en önemlisiydi. O konuşurken herkes susar onu dinlerdi.

"Buyur beyim."

"Hazırlıklarınızı görüp, bitiresiniz. Toy için bir kaç gün sonra yola çıkarız. Hiç bir eksiğimiz olmasın Orhan Beyimize karşı, dikkat edesiniz."

Sonlara doğru Oğuz Bey'in bakışları Gökbey'i bulmuştu. Gökbey de baş hareketi ile babasını onaylamıştı.

Mehpare bir yandan yemeğini yemeye devam ederken bir yandan da toyu düşünüyordu. Ailesi orada olacaktı, Orhan Gazi'yi, Nilüfer Hatun'u görecekti. Mehpare için heyecanlanacak sebep çoktu.

Mehpare kadar heyecanlı biri daha vardı; Gülayşe Hatun. Yüzünde izini bıraktığı adamı bir kez daha görebilme umudu yüreğini ısıtırken, açtığı yara ve adamın onu görmezden gelmesi vicdanını kanatıyordu.

Yemekten sonra Mehpare ve Gülayşe her akşam olduğu gibi dersteydiler. İki genç hatun da istemeyerek derslerini gördüler. Birinin kalbi heyecan ile doluyken, diğeri hüzünle kaplıydı. Gülayşe'nin derin bir iç çekişi ile Mehpare genç kızın halini fark etti. İlk önce anlam veremese de en son konuştukları aklına geldi. O adamın orada olacak olması belli ki Gülayşe'yi düşüncelere boğmuştu.

"Gülayşe Hatun, sen korkar mısın bu adamdan?"

Gülayşe, yaslandığı yerden başını çevirerek Mehpare'ye döndü. Sorduğu soruyu düşünmeye bile gerek yoktu. Neden korksundu ki?

"Yok, korkmam. Yani kin gütseydi herhalde intikamını çoktan alırdı."

"Ne diye böyle dertlenirsin o vakit?"

Gülayşe şimdi ne demeliydi? Keşke korktuğunu söyleyip işin içinden çıksaydı. Şimdi bahane üretmesi gerekecekti.

"Vicdanım rahat değil."

"Helallik isteriz olur biter."

"Olmaz."

Gülayşe yerinde dikelip Mehpare Hatun'u sertçe reddetti. Karşısına çıkıp konuşması imkansızdı. Bir başkası olsa elbet helallik isterdi. Fakat ortada bir düşmanlık varken ayağına gidip özür dilemek olmazdı.

​​​​​​Gülayşe Hatun bahanesini Mehpare'ye anlatsa da o çoktan bu işin içinde bir gönül meselesi olduğunu anlamıştı, tıpkı Eslem Hatun'un durumu gibi.

Gülayşe Hatun pek tabi hislerinin farkındaydı. Çağrı Bey'i bu kadar düşünmesinin sebebi vicdan azabı değildi. Gülayşe, onu ilk gördüğü günden beri seviyordu. Kılıcıyla yüzüne derin bir yara açmasına rağmen ona zarar vermeyen hatta onu ele bile vermeyen bu adamı uzaktan seviyordu. Yıllardır bir kaç kez görmüştü uzaktan, hiç konuşmamış hatta ona bakmamıştı bile. Çağrı Bey, Gülayşe'ye nefretini bile layık görmemişti.

...

Bİr kaç gün toy hazırlığı ile ilgilendi tüm oba. Mehpare bu süre zarfında eğitimlerini aksatmadan devam etti. Ok atışları fazlasıyla uzmanlaşmıştı. Diğer talim ve eğitimlerde oldukça iyi ilerliyordu. Mehpare artık gerçekten oba kızı olduğuna inanıyordu. Ruhunu serbest bırakmış gibi hissediyordu.

Sabah namazı ile güne başlayıp hazırlıklarını gördüler. Toy için yola çıkma vakti gelmişti. Orhan Bey ve ailesine hazırlanan hediye kumaş, pusat ve atlar önceden yola çıkmıştı. Obada Oğuz Bey'in yokluğunda Aybars Bey vekil kalacaktı. Beyza Hatun bu toya gelmeyi çok istese de son günlerde hâli yoktu. Kış ayının sonlarına doğru getirdiği bir hastalık pençesine yapışmıştı belli ki. Şeyma Hatun'dan aldığı şifalar ile obada dinlenmesi onun için daha iyi olacaktı.

Toya gidecek olan grup hazırlıklarını görüp, vedalaştıktan sonra yola koyuldu. Önden giden küçük bir grup yolun güvenliğini sağlarken, arkadan gelen grup da herhangi bir saldırıya karşı hazırlıklı geliyordu. Mehpare, atı Leyla'nın üzerinde Karasu Obası'nın hatunları ile yol alıyordu. Önünde Eslem Hatun, yanında Gülayşe Hatun ve Şeyma Hatun vardı.

Şeyma Hatun şimdiden obada bıraktığı yavrusu Günkut'u özlemişti. 4 yaşında olan çocuğu yolculuk boyunca yormamak, hasta etmemek için yengesi Beyza Hatun'a bırakmıştı. Beyza Hatun, Günkut'a oldukça düşkündü. Bir kaç yıllık evliliğinde henüz bir bebek haberi verememişti beyine. Aybars Bey ne kadar evlat hasretiyle yansa da çok sevdiği karısına bunun lafını hiç etmemişti. Beyza Hatun, Şeyma Hatun'dan aldığı şifalı otları dahi kullanmış fakat hiç bir etki görmemişti. Evlat hasretini de Günkut ile bastırmaya çalışıyor, bir anne gibi onu koruyup kolluyordu.

Beyza Hatun ile Aybars Bey'in sevdalarını bilmeyen yoktu çevre obalarda. Aybars Bey daha Beyza Hatun'a çocuk iken sevdalanmış, Beyza Hatun ise Aybars Bey'in sevdasını yıllarca karşılıksız bırakmıştı. Aybars Bey'in gönderdiği mektupları dahi okumadan geri gönderen bu genç kızın gönlünü çalan ise; Aybars Bey'in tüm obaların olduğu bir toyda herkesin içinde genç kızın babasının karşısına dikilerek kızını istemesi olmuştu. Tüm cesareti ile genç yaşında bir oba beyinin karşısına dikilmişti. O gün Beyza Hatun ona verilmemişti elbet ama genç kızın gönlü dolup taşmıştı. Aybars Bey tam umudunu keseceği vakit Beyza Hatun bir mektup göndermişti. Babasının onu başkasına vereceğini, onunla kaçmaya hazır olduğunu yazan bir mektup. Aybars Bey mektubu aldığı gibi hazırlığını görüp o gece kaçırmıştı Beyza Hatun'u obasından. Babası Oğuz Bey'den uzun uzun azar işitmişti amma almıştı sevdiği hatunu.

Beyza Hatun, izdivaçlarından kısa süre sonra beyi ile babasının gönlünü almıştı ama eskisi gibi olamamıştı hiç bir zaman. Ailesine arkasını dönmesi ile o kapı ona kapanmıştı. Beyza Hatun bebeğinin haberini alamadığı için düşünceler içinde boğuşurdu. Aybars Bey, Karasu Obası'nın beylerinden biriydi. Ona bir evlat veremezse eğer üzerine kuma bile gelebilirdi. Ne buna hayır diyebilecek durumu vardı ne de hayır deyip ailesine dönecek hali. Bir çıkmazın içinde boğuşuyordu Beyza Hatun.

Mehpare, bu aşk hikayesini ilk dinlediğinde çok etkilenmişti. Onların birbirine bakışları bile farklıydı.

Eslem Hatun, sessizce ilerlediği yolda fazlaca düşünüyordu. Sancar Alp'in onu çocuk olarak gördüğünü iki kez kendisinden duymuştu. Genç kız istediği zaman güzel genç bir hatun olabileceğini kanıtlamak istiyordu, toyda bunun için güzel bir fırsat olacaktı. Yanına Gülayşe Hatun'dan ve Şeyma Hatun'dan aldığı kıyafetleri alarak çıkmıştı yola. Yol boyunca rahat olması için eski kıyafetlerini giyse de toyda diğer hatunlar gibi hazırlanmak istiyordu.

Namaz vakitleriyle molalarını veren Karasu Obası gece vakti saraya vardılar. Onu karşılayan saray beyleri ve hatunları dinlenmeleri için odalarını göstermişti. Toyun kalabalık oluşu ile odada Gülayşe Hatun, Eslem Hatun, Şeyma Hatun ve Mehpare Hatun beraber kalacaktı. Doğan Alp, karısından bir kaç gecelik ayrılacağı için oldukça huysuzdu. Yüzü gülmeyen Doğan Alp'e karşı Şeyma Hatun oldukca mutluydu. Evlendiklerinden beri kardeşleriyle ilk defa beraber kalacaktı.

Gecenin başlangıcında hatunlar konuşmaya dalsalar da, sonlara doğru yol yorgunluğu ile uykuya kendilerini teslim ettiler. Orhan Bey'in sarayında bir odada ailesini görmeye saatler kala huzurlu bir uyku uyudu Mehpare Hatun.

 

Sizce bu bölümün adı ne olmalı?

 

Loading...
0%