Yeni Üyelik
18.
Bölüm

9. Bölüm - Toy Günü

@maveradabiryazar

Media: Çağrı Bey ve Gülayşe Hatun

Merhabaaaa. Yine yeni yeniden bennn.

Bu bölüm bir tık uzun oldu, siz seversiniz.

Son bölüme media koymayı unutmuştum. Sancar Alp ve Eslem Hatun'u koyup düzelttim.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorummm.

 

Mehpare yarım yamalak uyuduğu uykusundan gün doğmadan evvel uyandı. Namaz vaktini bekleyene kadar döşeğinde uzanıp ailesini hayal etti. Toy'a iki gün kalmıştı. Orhan Gazi'ye bağlı tüm obalar artık saraya ve çevre konaklara misafir ediliyordu. Ailesi, yani Zeyrek Obası'da çoktan gelmiş olmalıydı. Mehpare, onları gördüğü zaman ne hissedeceğini merak ediyordu. Onlara kızgın mıydı? Önceden evet, çünkü Mehpare terk edilen bir çocuk olma ihtimalini hep düşünüyordu. Fakat şimdi bambaşka bir durumdaydı. Ailesi onu terk etmemişti. Satı Kadın'ın anlattıklarına tüm kalbiyle inanıyor, yaşadıkları ve duydukları da zaten bunu gösteriyordu.

Diğer hatunlarıda teker teker uyandırıp namazı kıldıktan sonra hazırlandılar. Şeyma Hatun, mor bir kaftanın içinde güzelliğine güzellik katmıştı. Bol işlemeli başlığı ve kaftanına uygun şalı ile oldukça kusursuz görünüyordu. Doğan Alp'in özlemine körükle gitmeye kararlıydı. Gülayşe Hatun ise sade duru bir güzelliği besliyordu. Bordo rengi kıyafetleri ile oldukça güzel olsa da yüzünde ki endişe silinmiyordu. Mehpare Hatun, önceden diktirdikleri kıyafetlerin arasından mavi bir kaftanı seçmişti. Gökbey'in gözlerini anımsatan bu mavi kaftanı oldukça sevmişti. Herkes oldukça şık olarak hazırlanmaya çalışırken Eslem Hatun bir köşede bir o yana bir bu yana dolaşıyordu. Şeyma Hatun ve Gülayşe Hatun, kardeşlerinin derdini bilseler de Mehpare Hatun bilmediğinden merakla sordu.

"Hayırdır Eslem Hatun? Ne diye dolanıp durursun ki öyle?"

Eslem Hatun her zamanki ters bakışı ile Mehpare'ye bakarken burnundan nefesini vermekle yetindi. Cevapsız bıraktığı sorusunu ise Şeyma Hatun kıkırtılar eşliğinde cevap verdi.

"Özel davetlerde süslenmek yaraşmazmış Eslem Hatun'a. Onun memnuniyetsizliğidir."

Şeyma Hatun'un sesli gülüşüne Gülayşe Hatun ve Mehpare'de tebessümle eşlik etti. Eslem Hatun'u her zaman talimhanedeki haliyle görmüştü genç kız. Siyah dışında bir şey giymez başlığı bile sade gezerdi. Kısa kaftanı ile daha rahat at biner, renkli kaftanların yanına bile yaklaşmazdı. Fakat hem bey babası davetlerde hanım gibi giyinmesini istiyordu hemde kanıtlaması gereken bir sözü vardı. Elbet sözünü tutup hanım hanım dolaşacaktı. Fakat bu kıyafetleri giyerken nasıl gezecekti onu bilmiyordu.

Şeyma Hatun işlerini bitirdikten sonra kardeşi Eslem Hatun için kıpkırmızı bir kaftan seçti. Kendi getirdiği başlıklardan birini alarak kırmızı şal ile Eslem Hatun'a örttü. Zaten güzel olan kız şimdi iyice güzelleşmişti. Eslem Hatun olduğu yerde dönerek kıyafetinin önünü arkasını her yerini inceledi.

"Ben bunu giyemem."

Gülayşe Hatun ve Mehpare'nin gülüşleri büyürken Şeyma Hatun bu defa ciddileşti.

"Bir çıkar da göreyim bacım."

Eslem Hatun, ablasından korkmuyordu fakat anasından korkuyordu. Şeyma Hatun'un anasına yetiştirme ihtimaline bile gerek yoktu. Zaten birazdan kaşısına geçecekti. Oflayarak pes edip kıyafetine alışmaya çalıştı.

Mehpare, diğerlerine göre oldukça heyecanlıydı. Odadan çıkıp beklendikleri büyük odaya doğru yol aldılar. Ayşe Hatun da onlara katılarak odanın kapısına kadar geldiler. Süslü giyimleri ile dikkat çeken hatunların kapıyı açması ile önde Ayşe Hatun olacak şekilde içeri girdiler. Boydan boya dizilen sabah sofrasına baktı genç kız. Obadakinden çok daha büyük ve gösterişli bir sofraydı. Üstelik içerisi de oldukça kalabalıktı. Mehpare, Ayşe Hatun'un arkasında kalarak karşısındaki tüm yüzleri inceleyip, kim olduklarını tahmin etmeye çalıştı. Aralarından en gösterişli ve asil duranı, Ayşe Hatun'a karşı konuştu.

"Hoş gelmişsiniz Ayşe Hatun. Biz sizi sabah beklerdik amma gece varmışsınız saraya. Karşılayamadık kusura bakmayın."

Ayşe Hatun, karşısındaki hatuna karşı hem samimi hemde asil davranmaya çalışıyordu. Karasu Obası'nı temsil ettiğini hiç bir zaman aklından çıkarmıyordu.

"Hoş bulduk Nilüfer Hatun. Yolculuk hızlı geçtik çok şükür. Siz kusura bakmayın vaktinden önce vardık saraya."

Mehpare, bu kadının hayranı olduğu Nilüfer Hatun olduğunu anlayınca geri kalan konuşmaya sağır olup dikkatle hatunu inceledi. Nam-ı değer Tekfurun Kızı şimdi karşısındaydı. Oldukça asil ve güzel olan bu hatunun yanında onun kadar güzel biri daha vardı. Mehpare, onun Asporça Hatun olduğunu tahmin etti. Orhan Gazi'nin eşlerinin ağırladığı sofraya buyur ettiler tüm hatunları. Beyler daha büyük bir odada ayrı ağırlanıyorlardı.

Oturdukları uzun sofrada Ayşe Hatun sırasıyla kızlarını yanlarına oturturken Mehpare'de Gülayşe Hatun'un yanına oturmuştu. Gözleri çevresindeki diğer oba hatunlarındaydı. Teker teker incelediği hatunların gözünde ailesinden bir ipucu bulacağını sanarken gözlerine başka bir şey ilişti. Yaşlı fakat asil olduğu belli olan bir hatun acı çeker gibi sürekli elleriyle göğsünü ovuyordu. Mehpare, bu yaşlı kadına yardım etmek istiyordu fakat bulunduğu ortam dolayısı ile sessizce sadece izliyordu. Kadın arada ona dönen Nilüfer Hatun ve Asporça Hatun'a belli etmese de, onların kafasını çevirdiği an yüzü bir acıya gölge oluyordu.

Hafsa Hatun göğsünde hissettiği acıya anlam veremedi. Biraz öncesine kadar hiç bir şeyi yoktu kadının, şimdi ise keskin bir acı sarmıştı göğsünü. Bu acıyı en son kaybettiği kızının doğumunda yaşamıştı. Zorlukla geçen doğumda kızı Mehpare'yi kucağına almıştı fakat kaburgası kırılmıştı. Aylarca acılar çekse de geri de kalmıştı o günler. Şimdi ne diye hissederdi bu kapanan yarayı?

Nilüfer Hatun sofrasındaki herkesle teker teker ilgilense de bey hatunlarına ayrı bir özen gösteriyordu. Yakınında oturan Ayşe Hatun ve kızlarını incelerken tanımadığı kıza gözü ilişti.

"Ayşe Hatun, maşallah kızların her gelişinde ayrı bir güzelleşir. Bu hatun kız kimdir, onu bilemedim."

Ayşe Hatun, kızlarıyla gururlanarak duruşunu daha da dikleştirdi. Teker teker kızlarına baktıktan sonra Mehpare'ye gülümsedi.

"Sağolasın Nilüfer Hatun. Mehpare kızım bize Allah'ın bir emanetidir."

Hasfa Hatun duyduğu isim ile ellerini yüreğine götürdü. Kalp sancısının sebebi bu muydu? Karşısında duran genç kızı iyice inceledi Hafsa Hatun. Kızı daha çocuk yaşta kaybolmuştu, ona tekrar kavuşması imkansızken şimdi ismini taşıyan genç bir hatun yüreğini sızlatıyordu. Hafsa Hatun, Nilüfer Hatun ve Ayşe Hatun'un konuşmalarını merakla dinledi.

"Rabbim yolumuzu bir eyledi. Anasını, atasını yıllar önce kaybetmiş kızım. Artık benim kızlarımdandır, benim soyumdan olmasa da benim yolumdandır."

Hafsa Hatun, genç kızın ailesine olanları işitince bunun sadece bir isim benzerliği olduğuna emin oldu. Zaten umudu yoktu fakat kesinlik onu nedense üzmüştü. Mehpare ise onu sahiplenen Ayşe anasını gülümseyerek izledi. Onun düşman obasının kızı olduğunu, onlara yalanlar söyledğini bilse yine sever miydi onu?

Sofra sohbeti bittikten sonra toy sahipleri hazırlıklara dönerken, misafirlerde dinlenmek için teker teker dağıldılar. Şeyma Hatun, Eslem Hatun, Gülayşe Hatun ve Mehpare saray çevresini gezmek için analarından müsaade aldılar. Sarayın bahçesi oldukça büyük ve yeşildi. Kalabalık olan bahçede Şeyma Hatun belli etmeden kocası Doğan Alp'i arıyordu. Hasret konusunda kendisinin de kocasından farkı yoktu. Daha önce çok vakit ayrı kalmıştı kocasından fakat hepsinde ilk ayrılığıymış gibi sızlanıyordu, üstelik şimdi hasretiği gidereceği oğluda yanında değildi.

"Ne bakınıp durursun abla?"

Şeyma Hatun'un bakışları şimdi Eslem Hatun'daydı.

"Gezerim işte, görürsün."

"Doğan Alp'ini arasın, sanki bilmeyiz."

Eslem Hatun, sabahki intikamını almaya başlarken gülüşünü çoğaltarak ablasını kızdırıyordu. Şeyma Hatun ile şakalaşarak yavaş yavaş geziyorlar, az ilerde duran beylerini fark edemiyorlardı. Hatunları ilk fark eden Sancar Alp oldu. Dumrul, Gürbüz ve Doğan her zamanki gibi bir şeylerin tartışmasını yaparken Gökbey'de gülerek onları izliyordu.

Sancar Alp karşıdan koca bir gülümseme ile salınarak gelen hatunu izledi. Kıpkırmızı bir kaftanın içinde ateşin kendisi gibi dururken bir de gülümsemesi ile iyice adamı büyülüyordu. Simsiyah deri zırflarına bürünen Eslem Hatun nereye gitmişti de yerine böylesi bir afet gelmişti? Sancar Alp öfkeyle çevresine bakındı. Ortalık alpten, beyden geçilmiyordu ve Eslem Hatun azcık ilerisinde tüm güzelliği ile dikkat çekiyordu. İliklerine kadar hissettiği kıskançlık ile ne yapması gerektiğini bilemedi. Aklı dur durduğun yerde derken, yüreği yanına gidip hesap sormak istiyordu. Ne vardı bunları giyip bu kadar güzel olacak?

Doğan Alp de ileride yürüyen hatununu görerek yanına doğru adımladı. Karısı her zamanki gibi onu görür görmez gülümsedi. Doğan Alp, karısına gülmek istiyor fakat huysuz bir çocuk gibi davranmadan edemiyordu. Tüm gece karısının kokusuna hasret kaldığı yetmemiş gibi bir de Deli Dumrul'un horultularını dinlemişti. Şeyma Hatun karşıdan Doğan Alp'in geldiğini görünce hatunların yanından ayrılarak kocasına doğru yürüdü.

"Hayırlı sabahlar kocam."

"Hayırlı sabahlar hatunum."

Doğan Alp, yüzünü bir çocuk gibi asarak Şeyma Hatun'a yanaştı. Şeyma Hatun, kocasının ona özel olan bu hallerini oldukça seviyordu. Dışarıda Avcı diye bilinen kocası, onun yanında aslandan kediye dönüyordu. Doğan Alp, karısına karşı çocuklaşırken, Şeyma Hatun'da cilveleri ile artık bir aslan terbiyecisi olmuştu.

"Nedir bu halin yine?"

"Seni özlerim."

Şeyma Hatun, kocasının açık sözlülüğü ile gülümseyip utanırken etrafını yokladı. Gökbey ağabeyinin onlara doğru gelmesi ile öksürerek kocasına bir uyarıda bulundu.

"Hayırlı sabahlar ağabey."

"Sanada bacım."

Gökbey, geceyi nasıl geçirdiklerinin malumatını kardeşine sorarak rahat edip etmediklerinin onayını aldı. Normalde hatunların durumuyla anası ilgilendiğinden bunları sormazdı fakat Mehpare Hatun'u da merak etmiyor değildi. Biraz ileride Mehpare Hatun dursa da burada konuşmaları uygun değildi.

"Burası kalabalıktır, fazla gezmeyin ortada."

"Napalım ağabey? Merak ederiz, gezmek isteriz işte."

Şeyma Hatun, her zaman abilerine karşı daha rahat isteklerini belli ederdi. Yaşlarının yakın oluşundan mıdır bilinmez Gökbey'e karşı nazı geçerdi.

"Gezmek istersen kocana söyle gezdirsin Şeyma. Toya geldik, sizi eğlemeye değil."

"Beni kocam gezdirir de peşimdeki hatunları tek mi bırakayım ağabey? Onlarda gezmek ister."

Gökbey Şeyma Hatun'un arkasında ki Mehpare'ye baktı. Ona merakla bakan gözleri üzmek istemezdi.

"Evlendin gittin yine bitmedi isteklerin bacım, iyi tamam."

Şeyma Hatun, ağabeyinin sözde söylenerek söylediklerine gülümseyerek diğer hatunlara haber verdi. Gökbey, çevreyi iyi bilirdi fakat toy için çok fazla gelen giden vardı. Tedbir için diğer alpleri de yanına alarak yola çıktılar. Saraydan çok uzaklaşmadan hatunlar önde, alpler arkada mesafe koyarak ovanın ortasında bir göl kıyısına vardılar.

Şeyma Hatun ve Mehpare oldukça mutluydular. Sürekli gülümsüyor, sohbet ediyorlardı. Eslem Hatun içinde hüzünlü olsa da arkasından gelen Sancar Alp'e karşı büyüdüğünü göstermek için yüzünden silmediği tebessüm ile diğer hatunlara ayak uyduruyordu. Gülayşe Hatun ise rol yapma gereği duymadan asık bir surat ile devam ediyordu yoluna.

Çevredeki ağaçlara bağladıkları atlarına su verip göl kıyısında oturdular. Gökbey ve alpleri hatunları görebilecek kadar yakın, onları duyamayacak kadar uzaklardı.

"Nilüfer Hatun çok güzel ve asildi."

Mehpare, sabah sofrasına buyur edildiği hatuna hayran hayran bakmıştı. Hala olanlara inanamıyordu. Nilüfer Hatun ile karşı karşıya gelmişti. Şeyma Hatun gülümseyerek Mehpare'yi onayladı.

"Hemde çok."

"Orhan Gazi'yi de görür müyüz?"

"Görürüz inşallah."

Mehpare'nin heyecanlı hallerine Şeyma Hatun gülüyordu. Günkut kadar çocuklaşıyordu bazen bu hatun. Eslem Hatun suskunluğunu bozarak Şeyma Hatun'u dürttü.

"Bir gidip bakasın kocana. Boynu kopacak işaret ede ede."

Eslem Hatun'un sözleri ile Şeyma Hatun kocasına dönerken ayaklandı. Ağabeyine fark ettirmediğini sanarak ağaçların arasında atların yanına doğru ilerledi.

Eslem Hatun, artık daha durulmuştu. Yalandan gülmeyi bırakıphatunları geride bırakıp göle yaklaşarak uzun uzun gölü seyretti. Sancar Alp'e bakışlarını değdirmemek için kendi içinde büyük bir çaba içindeydi. Deli gibi merak ediyordu onu fakat gururu çok daha önemliydi. Eslem Hatun için söylediklerine pişman olacaktı Sancar Alp. Oysa Sancar Alp dediği her şeyi unutmuş, sadece Eslem Hatun'un güzelliğini seyreder olmuştu.

Mehpare, Gülayşe Hatun ile yalnız kalmasını bilerek konuyu açmak istedi. Sabahki sofrada Zeyrek obasından birileri var mıydı soramamıştı. Kalabalığı dikkatle izlese de fark edememişti hiçbir şeyi.

"Dediğin beyi gördün mü Gülayşe? Zeyrek Obası gelmiş mi toya?"

"Yok, görmedim ama gelmişler."

"Görmediysen nerden bilirsin geldiklerini?"

"Sabah Zeyrek Obası'nın hatunları sofradaydı. O da gelmiştir elbet."

Mehpare ailesiyle bilmeden aynı sofrada yemek yemenin heyecanı ile Gülayşe'yi sorguya çekmek istedi.

"Öyle mi? Kim vardı? Hangileri Zeyrek Obası'ndandı?"

"Anası ile bacısı vardı işte benim bildiğim. Obanın diğer hatunlarını o kadar tanımam zaten."

"Anasını, bacısını nerden tanırsın?"

"Zeyrek Obası'nın beyinin hatunudur, herkes tanır."

Mehpare dağılan taşları kafasında oturtmaya çalışıyordu. Ne demek Gülayşe'nin bahsettiği adamın annesi, Zeyrek Obası'nın beyinin hatunuydu?

"Nasıl? Senin anlattığın o yiğit er, Mahmut Bey'in nesi olur?"

Gülayşe Hatun, derin bir nefes vererek gözlerini devirdi. Bey oğlu olmasaydı belki işi daha kolay olurdu. Fakat Zeyrek Obası'nın geleceği o adamdı.

"Bey'in büyük oğludur. Çağrı Bey."

Mehpare, şaşkınlıkla açılan ağzına engel olamadı. Günlerdir Gülayşe Hatun'un ağzından dinlediği adam, hiç bilmediği ağabeyi miydi? Böyle yiğit bir ağabeyi olduğu için sevinmeli miydi? Ya da Gülayşe'yi bile yırtıcı bir savaşçıya çeviren düşmalığa üzülse miydi? Mehpare ne büyük bir çıkmazın içine sürükleniyordu böyle.

Fazla durmadan toparlanarak saraya geri döndüler. Öğlen vakti yarınki toyun şenlikleri başlamıştı. At yarışları, güreşler ve daha nice gösteriler ile Türk birliği resmen tekrar tekrar kutlanıyordu. Toyu edilen Karpınar Obası'nın beyi ve Tankutlar'ın kızı ile bir birlik daha sağlanacaktı.

Kutlamalar sarayın bahçesinin orta yerinde yapılıyordu. Hatunlar behçenin ön kısmından gösterileri izlerken, beyler diğer kısımda kalarak toya katılıyordu. Bu henüz başlangıçtı, asıl toy yarındı ve gelen misafirler hala daha bitmemişti.

Karasu Obası'nın hatunları bahçede kutlamalara katılmıştı. Gülayşe Hatun karşısında dövüşen alpleri değil onun çok daha ilerisinde görmeyi beklediği adamı arıyordu. Gizli ve kısa bakışlarını fark eden tek isim Mehpare'ydi. Çünkü ağabeyini görmesi için ilk adım Gülayşe'den geçiyordu. Gülayşe Hatun kısa bir süre sonra beylerin arkasındaki sofrada oturan Çağrı Bey'i gördü. Kalp çarpıntısı birden hızlanırken, bakışlarını çekti. Onu görmek için iki saattir çaba sarf ediyordu fakat bakışlarını ona değdirmekten ar ediyordu. Onu en son geçen yaz görmüştü, neredeyse bir sene geçmişti üzerinden. Uzun siyah saçları, kumral teni ve uzun boyu ile oldukça yakışıklı bir adamdı Çağrı Bey. Yüzündeki yara bile ondan bir şey eksiltmezken kendisi bunu zaten umursamıyordu.

Gülayşe Hatun bakışlarını ellerinden çekerek tekrar Çağrı Bey'in olduğu tarafa döndü. Bu defa beklemediği şey ise Çağrı Bey'in de ona bakıyor oluşuydu. Öylesine denk gelen bir bakış değildi bu. Gözleri bıraksalar konuşacak gibiydi. Gülayşe Hatun'un da Çağrı Bey'den farkı yoktu. Bakışlarında ne anlamlar gizliydi genç kızın. Daha fazla bakara yüreğinin yangını etrafa sıçrayacaktı. Gözlerini bu defa sofraya çevirerek bir tasa uzanıp su içti. Mehpare Hatun ne ettiyse Çağrı Bey'i göremedi. Zeyrek Obası'nın hatunları ile de daha konuşma fırsatı bulamamıştı. Aradaki gerginlikten dolayı buna cesaret de edemezdi zaten.

...

Saraya yakın boş bir arazide kurulan çadırlar ile muhteşem bir görüntü bekliyordu gelen misafirleri. Meşaleler ile her yer aydınlatılmış, ayın parıltısı bu görüntünün yanında donuklaşmıştı. Çadıların arasında koşuşan çocuklar, uzayan sofralar, kaynayan aşlar ile herkesin yüzü gülüyordu. Oba beyleri en cengaver erlerini meydana çıkarıp güreştiriyor, hatunlar asaletini gösteren kıyafetler içinde süzülüyordu. Sabahtan başlayan etkinlikler ile sonunda akşam vakti çökmek üzereydi. Dolu dolu geçen toy günü yorgunluk barındırmadan sürüyordu.

Karasu Obası hane halkı ile bir sofradayken karşılarında Zeyrek Obası'nın beyleri ve hatunları vardı. Orhan Bey bu iki obanın düşmanlığının son bulması için elinden geleni yapacaktı. Şimdiye kadar bir çok obada toylar ve antlaşmalar ile birlik sağlarken sıra artık bu iki obaya gelmişti.

Erlerin kılıç ve kalkan oyunu başlıyordu. Çadırın önünde ikili dizilen erler kılıçlarını kalkanlarına ritimle vuruyorlardı. Çadırdan çıkan nikahları taze kıyılmış çift yürüdükçe erler etrafında cenk eder gibi gösteri yapıyorlardı. Çiftin etrafında kılıç ve kalkanları ile yürüyen erlerin en önünde Karpınar Obası'nın bey oğlu vardı. Kardeşinin toyunda sevinçle kılıcını kalkanına vurarak ilerliyordu. Erler gösterilerine şimdi bağırarak devam ediyordu. Sırayla kılıçları kalkanlarına eş sözleri eşlik ediyordu.

"Ahmet Beyimiz ne etti?"

Uzatarak sesini yükselten ere diğer erler hep bir ağızdan cevap veriyordu.

"Gök ova, kıraç tepede çadır dikti."

Bu defa başka bir alp kılıcı ile kalkanına vururken bağırdı.

"Sevdiği hatunu mutlu etmek için nelet etti?"

Alplerin hepsi bir ağızdan cevap verdi tekrar.

"Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdı?"

Başka bir alpin bağırtısı duyuldu ve ardından tekrar tüm alplerin sesleri geldi.

"Gönül kırdı mı? Kem söz etti mi?"

"Ne gönül kırdı, ne kem söz etti. Nikah etti. Sevdiğiyle gerdeğe girip muradına erdi."

"O vakit Allah da onları mutlu mesut etsin."

"Amin."

Kılıç ve kalkan sesleri sona ererken bu gösterinin etkisinden çıkamadı Mehpare. Kısacık anın hiç bitmemesini isterdi. Orhan Bey, toyu yapılan iki oba ile beraber oturuyordu. Mehpare onu ilk gördüğünde kalakalmıştı. Elbette normal bir insandı fakat hissettiği duygular çok yoğundu. İstemeden bakışları Orhan Gazi'nin üzerinde geziyordu sürekli. Onun her hareketini aklına kazımak zorundayymış gibiydi. Mehpare'nin bakışlarından fazlasıyla rahatsız olan Gökbey içinde bastırdığu kuşkuları tekrar gün yüzüne çıkarmaktan korkuyordu.

Toy tüm eğlencesi ile devam ederken sofradaki aşlar hiç eksilmiyordu. Çeşit çeşit yemekler, meyveler, tatlılar ile sohbet eşliğinde eğleniyorlardı. Orhan Bey'in dönüp Oğuz Bey'i ünlemesi ile sessizce gelecek buyruğu beklediler.

"Oğuz Bey, duydum ki damadın güzel kopuz çalıp söyler imiş. Söyleyesin de vursun kopuzun teline."

Oğuz Bey, memnuniyetle damadına dönüp baş hareketinde bulundu. Doğan Alp kopuzuna davranarak önce Orhan Bey'e ardından kendi Bey'i Oğuz Bey'ine selam verdi. Besmele ile kopuzunu çalmaya başlayıp deyiş söyledi. Rahmetli Osman Gazi ve Orhan Bey'in mertliklerini anlattığı deyişini duyan herkes gururlandı. Oğuz boylarından nice mertler, yiğitler çıkmıştı, çıkmaya da devam edecekti inşallah.

Doğan Alp bir süre kopuzu ile toyu canlandırdıktan sonra, büyük ataların cenk hikayeleri anlatıldı. Anlatıcıların kah heyecanlı yükselen sesleri, kah hüzünle çıkan nefesleri ile o anlarda olduklarını hayal ettiler.

Mehpare, elindeki şerbeti içerken anlatılanlara o kadar odaklanmıştı ki üzerine dökmeden edemedi. Gülayşe Hatun ile çadırlardan birine geçip bir bez yardımı ile üzerine dökülen şerbeti temizlemeye çalıştılar.

"Devamını da dinleyemedim ya."

Mehpare bir yandan kaftanını siliyor bir yandan da Gülayşe Hatun'a dert yanıyordu. Çadır toy alanından daha uzak kaldığı için sesler gürültü şeklinde geliyordu. Bir ara gürültü çoğalsa da Mehpare ve Gülayşe Hatun bunun bir toy gösterisi olduğunu varsayarak önemsemediler. Dışarıdan gelen kılıç kalkan sesleri çoğalınca iki hatun birbirine bakarak ne olduğunu çözmeye çalışıyordu.

Hızla çadırdan çıkıp toy alanına baktılar. Kadınlar ve çocuklar pusatsız kaçmaya çalışırken, alpler toya saldıran grupla cenk ediyorlardı. Gülayşe Hatun ve Mehpare koşarak Ayşe Hatun'a yetiştiler. Ayşe Hatun, oba hatunlarını teskin ederek görevler verdi. Eslem Hatun çoktan pusatına davranıp babasının yanına koşmuştu. Şeyma Hatun ve Mehpare sarayın şifahanesine vararak yaralılar ile ilgilenecekti. Gülayşe Hatun'da anasını diğer oba hatunlarının yanına götürerek güvenliğinden emin olacaktı.

Herkes harekete geçti. Eslem Hatun, giydiği kaftanının içinde rahat hareket edemese de oldukça iyi cenk ediyordu. Kılıcını savurarak önünde ilerliyor babasına gelecek zararı önlüyordu. Eslem Hatun, Oğuz Bey'i kollarken; Sancar Alp'de Eslem Hatun'u kolluyordu.

Şeyma Hatun ve Mehpare koşarak gittikleri şifahaneye varıp hızlıca hazırlıklarını gördüler. Mehpare, ne edeceğini bilemediği için Şeyma Hatun'un sözlerini dinliyordu.

"Su kaynatmak lazım gelir Mehpare."

Mehpare aldığı buyruk ile koşa koşa sarayın mutfağına girip koca kazanları suyla dolurdu. Ateş yakmak ve kazanları taşımak epey zamanını alsa da verilen görevi yarıda bırakmadı.

Gülayşe Hatun ise anasını güvenli bir odaya bıraktıktan sonra kılıcını alarak saraydan çıkıp toy alanına gitmeyi hedefledi. Sarayın uzun koridorlarından koşarak geçerken döndüğü köşede önüne aniden çıkan adama kılıcını çekti. Bu adama ikinci kez kılıç çekmekten ar etti.

Çağrı Bey, toy alanındaki cenkin bitmesi ile saraya girip ailesinin güvenliğinden emin olmak istedi. Ailesini alplerine emanet edip kendisi Orhan Bey'ine siper olmuştu. Sarayın koridorunda ise karşısına çıkan hatunu önce tanıyamayıp kılıcına davrandı. Baktığı gözleri ölse unutamazdı. Yıllardır ona hem korku hem de merhametle bakan gözleri düşünürken şimdi hiç olmadığı kadar yakınındaydı. Ona açtığı yarayı sadece yüzünde değil, aynı zamanda yüreğinde taşıyordu. Çağrı Bey, yıllardır sevdalıydı Gülayşe Hatun'a. Onu hiç görmeyen bilmeyen hatun, ilk karşılaşmalarında davranmıştı kılıcına. Çağrı Bey, hiç bir zaman gocunmadı aldığı yaradan. Bu yarayı, sevdasından bir armağan kabul edip gururla taşıdı. Ailesine ise yalan söyleyip bir grup moğol ile çarpıştığını söylemişti. Zaten aralarında ki düşmanlıktan sevdiğine yaklaşamıyordu, bir de yaralayanın Gülayşe Hatun olduğu öğrenilseydi imkansızlıklar çoğalırdı.

Gülayşe Hatun, tıpkı o günki gibi hem korku hem merhametle bakıyordu adama. Çağrı Bey, pusatıyla cenke koşan hatuna bir kez daha sevdalandı. Dışarıdan oldukça naif gözüken bu kız ikidir pusatına davranırdı adama karşı.

"Ödeşme şimdi değildir hatun."

Çağrı Bey, simsiyah gözleriyle Gülayşe Hatun'a bakarak gülümsedi. Sımsıcak gülümsemesi Gülayşe Hatun'un içini ısıtırken, geçmişin hatırlatılması ile utanarak kıp kırmızı olmuştu. Çağrı Bey, hızla uzaklaşarak Gülaye Hatun'u ardında bıraktı. Genç kız, uzun koridoru bedeni ile dolduran adamın arkasından sadece gülümseyerek baktı. Gülayşe Hatun'u hatılıyordu. Unutmasını istediğini düşünrdü her zaman fakat hatırlanmak oldukça mutlu etmişti genç kızı.

...

Aradan geçen kısa bir zamanın ardından cenk bitmiş yaralılar ile ilgilenilmeye başlanmıştı. Türkmen kıyafetleri giyerek toya sızan moğollar fazla kalabalık değillerdi. Bu kadar azınlığın, Türk boylarına saldırmasının ardından muhakkak başka bir sebep olduğu düşünülürken kısa bir süre sonra bu sebep ortaya çıktı. Cenk bittikten sonra obalar kendi alpleri ve yaralıları ile iglilenirken Orhan Bey sarayında bir suikaste uğradı. Çok şükür Orhan Bey zarar görmemişti fakat bu suikastçiye yardım eden hain her yerde aranıyordu.

Gökbey, aklını kurcalayan düşünceler ile her yerde Mehpare Hatun'u arıyordu. O olmaması için, kuşkularının asılsız çıkması için dualar ediyordu. Anasından aldığı duyum ile Mehpare'nin şifahanede Şeyma Hatun'a yardım ettiğini öğrendi. Hızla şifahaneye varıp Şeyma Hatun'un karşısına dikildi. Yaralılar ile ilgilenen Şeyma Hatun, ağabeyini görmesi ile yaralanma ihtimalinden korktu.

"Ağabey?"

"Mehpare Hatun nerdedir?"

Şeyma Hatun acele eden ağabeyinin iyi olduğun fark edince raahtlayıp, sorusuna düşünmeden cevap verdi.

"Su kaynatmaya göndermiş idim."

Mehpare, konuşulanların üzerine elinde iki kova suyla gelmişti. Tek başına kaynatıp taşıdığı sular epey vaktini almıştı. Kaynar suların ellerini yakmasını bile umursamadan hızlıca geri dönmüştü şifahaneye.

"Nerdeydin sen hatun?"

Mehpare, Gökbey'in sert ve sorgulayıcı çıkan sesine şaşırıp anlam veremedi.

"Su kaynatmıştım."

"Nice vakit bir başına su diye ne işler görürsün sen?"

Mehpare, anlamaz gözler ile Gökbey'e bakıyordu. Ne ile itham ediliyordu şu an? Gökbey, genç kızın tek bir söz etmesine müsaade etmeden hayal kırıklığı ile kolundan tutup sürükledi.

"Demek Orhan Bey'ime yaklaşmak için bizi kullanırdın bunca zaman ha? Sürekli Orhan Bey'i sormandan belliydi zaten."

...

Sizce yeni bölümde Mehpare'yi ne bekliyor?

Gerçekler açığa çıkar mı dersiniz?

Loading...
0%