44. Bölüm
Zeynep Çağatay / Obaya Dönüş / Zamansız Ruh / 15. Bölüm - Obadaki Hain

15. Bölüm - Obadaki Hain

Zeynep Çağatay
maveradabiryazar

Merhabaaa. Yine uzun bir bölüm ile geldim size. Şimdiden keyifli okumalar fakat okumaya geçmeden önce bir şey isteyeceğim.

Bu bölümün ismini sizin koymanızı istiyorum. Yorumlarda en çok bölüme uyan ismi seçip onu koyucam.

Normalde yarın paylaşacaktım bölümü fakat öyle bir içimden geldi.

Oy ve yorum hatırtlatması da yapıp sizi kitapla yalnız bırakıyorum...

 

Zeyrek Obası'nı yakıp küle çeviren baskının ardından birkaç gün geçmişti. Yaralar hala taze, yürekler buruktu. Orhan Bey'in gönderdiği ve çevreden gelen yardımlar ile toparlanmaya çalışan Zeyrek Obası'nda kara bulutlar topyekûn yeryüzüne inmiş gibiydi. Mahmut Bey ve Hafsa Hatun bir yandan yaraları sarmaya çalışıyor bir yandan da güvenlik için uğraşıyorlardı.

Çağrı Bey ve Tuğrul Bey'in alpler ile birlik olup obanın tüm işlerini yüklenmeleri nefes alacak bir vakit bile bırakmıyordu onlara. İçlerindeki intikam ateşi her şeyi bırakıp üstlerine gitmeyi istiyor olsa da geride bırakacak oldukları yurttaşlarının tutacak bir ele, yaslanacak bir desteğe ihtiyaçları vardı.

Günleri güneş doğmadan başlayıp, geç saatlere kadar yoğun geçiyordu. Zeyrek Obası yeniden inşa ediliyordu. Kadınların ve çocukların dahi desteğine ihtiyaç duydukları şu zor günde akılları bir de Mehpare'de kalıyordu. Her ne kadar genç kızın güvende olduğunu bilseler de düşünmeden edemiyorlardı.

Zeyrek Obası'nda yaralılar ile ilgilenen bir isim daha göze çarpıyordu; Prenses Nora. Geldiği gibi baskının içine düşen Prenses, geri çekilmeden her işe el atıyordu. Üstelik Prenses Nora’nın yıllarca kalede sadece eğitim görmesi tıbbi bilgileri ile yaralılara destek sağlıyordu.

Tuğrul Bey'in ise Nora’yı görmek için en büyük bahanesi kolundaki yarasıydı. Baskın sırasında aldığı yarayı umursamadan obasının ihtiyaçları için koşup durmuştu. Fakat Prenses Nora'nın şifahanede olduğunu duyduğu vakit nedense tüm işlerini halledip kısacık bir anda yarasını ona açmıştı. Prenses Nora ile Tuğrul Bey'in arasındaki duygusal yakınlaşma günden güne büyüyordu. Tuğrul Bey, gördüğü ilk andan itibaren tutulduğu prensese artık daha da hayran oluyordu. Üstelik Nora'nın yaşadığı zulümler ve yüzündeki masumiyeti genç adama onu koruma iç güdüsü uyandırıyordu.

Baskının ardından geçen zor günler bitmese de azalmıştı. Yakılan otağların yerine yenileri dikilmiş, yaralar sarılmıştı. Obalarında sıcak aş tekrar kaynar olmuştu. Mahmut Bey, obasını tekrar düzene sokarken bir de mutlu bir haber aldı. Gökbey, anahtarı bulup Orhan Bey'e teslim etmişti. Mehpare'nin güvenliği açısından artık bir sorun yoktu ve büyük oğlu Çağrı Bey'i, Mehpare'yi geri getirmesi için gönderdi.

Çağrı Bey aldığı emirle hızla yola çıktı. Onun yokluğunda Tuğrul Bey güvenliği iki katına arttırarak obanın etrafını güvenceye alıyordu. Yanındaki alpler ile beraber gezdikleri ovada bir avuç Bizans askeri bulunca günlerin kini ile üstlerine saldırdılar. Zaten sayıca az olan grup fazla dayanamadı. Biri hariç diğerlerinin işini bitiren Tuğrul Bey, sağ bıraktığı Bizans askeriyle obasına döndü. Karşısındaki korkak Bizans askerini konuşturmak için kafesli çadırın yolunu tuttu.

...

Doğan Alp, karısı Şeyma Hatun'dan öğrendiği bir gerçekle Sancar Alp'i sıkıştırıyordu. Eslem Hatun ile Sancar Alp'i yan yana hiç düşünemese de bu fikri sevmişti. Fakat derdi Sancar Alp'i germek, hatta belki biraz korkutmaktı.

"Ne zaman açacaksın Gökbey'e konuyu?"

Sancar Alp atını tımar ediyor, Doğan Alp ise hemen yanı başında onu bunaltıyordu.

"Sana ne Doğan gardaşım."

"Bak öyle demeyesin. Benim tecrübelerim var bu konuda."

"Senin tecrübelerin sana kalsın."

Doğan Alp, Sancar'dan aldığı ters cevaplara güldü. Sancar Alp'i gönül davasında görmek Doğan'ı keyiflendiriyordu. Bir süre daha Sancar Alp'e takıldıktan sonra Gürbüz ve Dumrul'un gelmesiyle konuyu kapattı. Ter içinde kalan iki iri adama Doğan gülerek baktı. Bugün pek bir eğlenceli geçiyordu Doğan için.

"Güreş mi tuttunuz yine?"

"Tuttuk tutmasına amma bu Deli Dumrul kabul etmez mağlup olduğunu."

Gürbüz'ün nefes nefese çıkan sesi ile Doğan Alp güldü. Sancar Alp de işini bırakarak yeni gelen dostlarına döndü. Deli Dumrul biraz önce duyduğu ithamı kabul etmeyerek konuştu.

"Asıl sen kabul etmezsin seni yere çaldığımı."

"Size bir hakem lazımdır."

Doğan Alp'in gülüşünü bastırıp ciddi olmaya çalışması epey zor olsa da araya girerek daha da eğlenmek istedi.

"Madem kimin galip kimin mağlup olduğuna karar veremezsiniz, o vakit tekrar güreşeceksiniz. Ben sizin hakemliğinizi yaparım."

Sancar Alp, Doğan'ın sözlerine güldüyse de bu eğlenceyi bozmak istemedi. Deli Dumrul ve Gürbüz ise hırsla kabul edip onayladılar. Kendilerini talimhanenin meydanına hızla atan ikiliye Doğan Alp hakemlik yaptı.

"Hayde bakalım alpler. Kim kimin sırtını devirir yere görelim."

Dumrul ve Gürbüz'ün güreşini izleyen Doğan ve Sancar'a çevredekiler de eşlik etti. İzleyenleri eğlendiren güreşte Gürbüz ve Dumrul hırsla kaplıydı. İkisi de iri ve yağızdı lakin tek galip çıkmalıydı. Güreş uzarken Doğan Alp dayanamayıp karıştı.

"Hayde Gürbüz'üm, o kadar oğlağı boşuna mı yersin sen!"

"Ulan hani hakemdin sen?"

Deli Dumrul, hakem olduğunu iddia eden Doğan Alp'in Gürbüz'ü desteklemesine bozulmuştu. Doğan Alp bir yandan ağaçtan kopardığı elmasını ısırıyor bir yandan da gülerek Dumrul'a cevap veriyordu.

"Hakemim elbet."

"O vakit ne diye Gürbüz'ü tutarsın?"

"Eğlenir işte sizinle."

Dumrul'un sorusuna Sancar Alp cevap vermişti. Doğan da inkâr etmeyerek istifini bozmadı.

"Eğlenirsin demek ha, Avcı!"

Dumrul çoktan güreşi bırakmış yönünü Doğan Alp'e çevirmişti. Gürbüz de fırsatı değerlendirerek araya girdi.

"O vakit biraz da sen güreşesin de biz eğlenelim ha gardaşım?"

Doğan Alp bitirdiği elmasının çöpünü ağaçlık tarafa fırlatarak konuştu.

"İmdi şartlarımız eşit değildir. Sizi mağlup ettikten sonra vay efendim yorgundum kaç kere güreştim, lafları duymak istemem."

Doğan Alp'in lafı çevirmesine gülen Gürbüz ve Dumrul güreşi unutmuşlardı. Sancar Alp de biraz önce onu sıkıştıran adamdan öç almak istedi.

"O vakit şartlar eşit olsun Doğan'ım. Buyurasın benimle güreşesin."

Sancar Alp, Doğan'ın cevabını almadan meydana geçip belindeki pusatı bir köşeye bıraktı. Doğan Alp kaçacak başka çaresi kalmadığından kabul etti.

"Yalnız madem bu kadar kendine güvenirsin Doğan'ım, bir de ortaya bir şey koymak lazım gelir."

"Bak işte bu olur. Ben kazanırsam itiraf isterim Sancar Alp."

Doğan'ın gülerek ima ettiği şeye Sancar "fesubhanallah" çekse de kabul etti. Dumrul'un sorduğu soru ile Sancar üstünü kapattı.

"Ne itirafı bu?"

"Ben kazanırsam o dağ mantarlarını yiyeceksin Doğan Alp."

Doğan Alp, ona dokunan mantarları duyunca yüzünü ekşitti. Tadını severdi sevmesine ama sonrasında çileli vakitler geçirirdi. Önce midesi sürekli istifra eder, sonrasında da ateşi çıkar halden düşerdi. Üstelik şifacı olan karısı Şeyma Hatun'dan yediği laflar da cabasıydı. Kazanmaktan başka çaresi yoktu fakat rakibi de epey dişliydi.

...

Çağrı Bey'in yolculuğu sorunsuz bir şekilde geçti. Karasu Obası'na gelir gelmez soluğu Oğuz Bey'in yanında aldı ve hem olanları anlattı hem de kardeşine ev sahipliği yapan Bey'e teşekkür etti. Gelişi habersiz olsa da Oğuz Bey tarafından güzelce ağırlandı Çağrı Bey. Bir an önce Mehpare'yi alıp dönmek istese de Oğuz Bey müsaade etmemişti. Her ne kadar tehlike geçmiş görünse de temkinli olmak da fayda vardı. Henüz vakit erkendi fakat şimdi yola çıkmaları demek geceye kalmaları demekti. O yüzden sabah yola çıkmak da karar kıldılar. Oğuz Bey'den müsaade isteyen Çağrı Bey, kız kardeşini görmek için otağdan çıktı. Kısa bir vakit beklemenin ardından Mehpare koşarak ağabeyinin yanına vardı.

"Bacım!"

"Ağabey!"

Mehpare, otağdan sonunda çıkmıştı ve ailesine kavuşacaktı. Ağabeyini gördüğü gibi sımsıkı sarıldı boynuna. Ne ara bu kadar alışmıştı ailesine bilinmez fakat eksiklikleri fazlasıyla zorluyordu genç kızı.

"Nasılsınız ağabey? Annem, babam nasıl? Günçiçek iyi mi? Tuğrul ağabeyim de geldi mi?"

"Sakin olasın hele bacım. Biz iyiyiz meraklanma sen. Obamız baskından sonra pek iyi değildir amma toparlanırız yavaş yavaş merak etme. Tuğrul da obadadır. Birimizin obayla ilgilenmesi gerekti. Ya sen nasılsın? Gönlün nasıldır?"

Mehpare, gerçekten nasıl olduğunu merak eden adama dolu bakışlar gönderdi. Gerçekten Mehpare nasıldı? Birkaç gündür yaşadığı her şey onu bambaşka duygulara sürüklüyordu. Obasına olan baskın onu epey üzmüştü, Gökbey'in itirafı da oldukça heyecanlandırmıştı. Tekrar o ana gidip daldı Mehpare.

Gökbey karşısında ondan cevap beklerken, Mehpare sessiz kalmıştı. Hiç durmayan şu dili lal olmuştu Gökbey'e. Bağıra çağıra "zevcen olurum" demek isteyen tarafını susturan birkaç sebebi vardı genç kızın. Ailelerinin kötü ilişkisi ve Mehpare'nin hala kırık olan kalbi bunların en başında gelenleriydi. Gönlü ne evet diyebildi ne de hayır. O yüzden sessizce uzaklaşmıştı genç kız. Ardında bıraktığı Gökbey ise yutkunamadığı hisleri bir tarafa bırakıp genç kızı obaya kadar uzaktan takip etmek zorunda kalmıştı.

Bir daha da karşılaşmamışlardı zaten. Gökbey, hatunların olduğu odaya girmiyordu. Mehpare'nin de dışarı çıkması zaten yasaktı. Gökbey'in halini merak etse de soramıyordu Mehpare kimseye. Düşüncelerini bir kenara bırakıp ağabeyine döndü.

"İyiyim ağabey, sen beni merak etmeyesin."

Ayak üstü hasret giderdiler. Mehpare, bir yandan onunla konuşan bir yandan da etrafa bakınan ağabeyine gülümsedi.

"Ne o? Müstakbel zevcene mi bakarsın?"

Çağrı Bey, duyduğu sözlerle hızlıca Mehpare'ye dönmüş bir yandan da duyulup duyulmadığını kontrol etmişti. Kimsenin duymadığına emin olduktan sonra hoşuna giden kelâm ile kardeşine gülümsedi. Demek Gülayşe Hatun, bacısına konuştuklarını anlatmış, üstelik gönlünün olduğunu da söylemişti.

"Bacım senin dilin de hiç durmaz."

Çağrı Bey'in tebessümle söylediği sözlere Mehpare omuz silkti. Sonuçta ağabeyiydi, elbet yengesi ile ilgilenebilirdi.

"Sen nerden bilirsin?"

"Ah, ben daha neler bilirim bir bilsen ağabey? Şu omuzlarım bu yükleri taşıyamaz oldu."

"Bak hele sen şuna! Ne bilirmişsin başka sen?"

Çağrı Bey, onunla sözde alay eden kardeşini kolunun altına aldı. Kendinden epey kısa kalan kızın alnını öptü. Mehpare de gördüğü ilgiyle şımararak iç çekti.

"Mesela Gülayşe'nin şu an talimhanede olduğunu bilirim. Kılıç kullanmak da pek de iyi değil imiş. Eslem Hatun'un tedrisatından geçecek o da."

Çağrı Bey, Gülayşe Hatun'u hiç cenk ederken görmemişti. Düşlediği sahnelere gülümseyerek kardeşine döndü.

"Bana Karasu Obası'nı gezdirmeyecek misin bacım?"

Mehpare, Çağrı ağabeyinin isteğini anlayarak gülümseyip adımlarını talimhaneye çevirdi. Belki de ağabeyi ve Gülayşe'yi bahane ederek Gökbey'i arıyordu gözleri. Talimhanede miydi, bilmiyordu fakat aklına başka bir yer gelmiyordu.

Çağrı Bey ve Mehpare Hatun hem obaları hakkında sohbet ediyor hem de yan yana yürüyorlardı. Çağrı Bey, onu tanıyıp selam veren alplerin selamını ala ala ilerledi kalabalık obada. Kısa bir vakitten sonra talimhaneye gelen ikilinin gözleri farklı isimleri arıyordu. Mehpare bakışlarını her yerde dolaştırsa da Gökbey'i göremiyordu. Çağrı Bey ise şanslıydı. Gülayşe Hatun tam karşısında kılıcını ablasına savuruyordu. Yorulduğu her halinden belli olan Gülayşe Hatun'a doğru yaklaştılar.

"Daha sıkı tutasın Gülayşe."

Eslem Hatun'un sesiyle Gülayşe Hatun oflayıp omuzlarını düşürdü. Kılıç kullanmakta iyiydi fakat ailesi çok daha iyi olması için arada talim etmesini istiyorlardı. Oysa Gülayşe Hatun daha naifti, kılıç değil kalem tutardı elleri.

"Ben yokken yeni kurban mı edindin Eslem Hatun?"

Mehpare'nin alaylı sesiyle kızlar ona doğru döndü. Gülayşe Hatun, karşısında ona bakan Çağrı Bey'i görmeyi beklemiyordu. Biraz önceki talimiyle kesin rezil olmuştu koskoca Bey'e! Eslem Hatun ise gülümsüyordu genç kıza.

"Ne yalan söyleyeyim, senin kadar zevk vermiyor Mehpare Hatun. Hoş gelmişsiniz Çağrı Bey."

"Hoş buldum."

Eslem Hatun'un selamını alan Çağrı Bey, bakışlarıyla sevdiğine dönse de ona bakmayan Gülayşe Hatun ile karşılaştı yine. Hep çekingen duran genç kıza o görmese de gülümsedi.

"Gözün aydın olsun Mehpare Hatun. Ağabeyin de gelmiş bak, otağdan da çıktın."

"Çok şükür Eslem Hatun. Yalnız seninle konuşmam gereken konular vardır. Biraz gelesin."

Mehpare bir bahaneyle Eslem'i uzaklaştırıp çiftlere zaman tanımaya çalışıyordu. Eslem Hatun'u oyalamanın tek sırrı da Sancar Alp'ten geçerdi elbet. Gideceğini söyleyip, Sancar Alp hakkında malumatları istediğini genç kıza bildiriyordu sözde.

Gülayşe ise yalnız kaldığı adama hala bakamıyordu. Çağrı Bey sessiz duran Gülayşe'nin tam karşısına geçip ona bakmasını bekledi. Genç kızın bakışları en sonunda Çağrı Bey'i bulurken ikisi de gülümsedi.

"Nasılsın Gülayşe?"

"Ben iyiyim, asıl sen nasılsın? Obanızın başına gelenlere çok üzüldüm. Geçmiş olsun, Allah bir daha yaşatmasın."

"Amin. Var olasın Gülayşe Hatun, her şey yolundadır."

Gülayşe Hatun, biraz önceki talimden ötürü epey yorulmuştu. Kılıç tutmaktan ağrıyan bileğini istemsizce ovdu. Her hareketini inceleyen Çağrı Bey'in gözünden elbet bu da kaçmamıştı.

"Kılıcı sert tutarsın. O yüzden hem bileğin ağrır hem de rahat hareket ettiremezsin."

"Hiçte bile! Yıllardır gayet de güzel kullanırım kılıcımı."

Gülayşe'nin sert çıkışını beklemeyen Çağrı Bey, genç kızın bu haline de gülümsemişti.

"Güzel kullanırsın amma daha kolay yolu vardır, onu derim. Hem bileğini de acıtmaz. Müsaaden varsa göstereyim."

"Sanki yok desem göstermeyeceksin."

Çağrı Bey, kocaman gülümsediği genç kızın karşısında bir iki adım ilerleyip belindeki kılıcını kınından çıkardı. Gülayşe Hatun'a doğru birkaç teknik gösterdi. Fakat Gülayşe Hatun, karşısındaki adamın varlığı ile hiçbir şey anlayamaz haldeydi. Çağrı Bey, uzun tutmak istediği anı yavaş yavaş anlatarak sindirmeye çalışıyordu. Anlatacakları bittiğindeyse Gülayşe Hatun'a denemek için bir talim teklifi sundu.

"Madem anladın, görelim o vakit yeteneklerini Gülayşe Hatun."

Gülayşe, biraz önce diklenmesinin pişmanlığını yaşasa da geri adım atamıyordu. Bir yandan da hoşuna gidiyordu Çağrı Bey'den gördüğü ilgi. Biraz önce anlattıklarından anladığı kadarıyla kılıcını iyice kavradı. İlk hamleyi Çağrı Bey'in yapmayacağını bildiğinden kılıcını ileri doğru savurdu. Bir süre yavaşça çarpışan kılıçları genç kızı zorlamadı.

"Düşmeyecek kadar sıkı, hareket ettirebilecek kadar gevşek bırakasın pusatını."

Gülayşe, aldığı talimat ile tekrar parmaklarını sardı kılıcının kabzasına. Bu defa daha büyük bir güç ile savurdu kılıcını. Çağrı Bey için zorlayıcı olmasa da güzel hamlelerdi bunlar.

"Yarın Mehpare'yi alıp obama dönerim."

Çağrı Bey savurduğu bir hamlenin daha ardından konuşmaya başladı. Gülayşe Hatun, kısacık bir an duraksayıp devam etti talimine. Elbette dönecekti, bunda şaşıracak bir şey yoktu.

"Yolun açık olsun."

Çağrı Bey, umursamaz duran Gülayşe Hatun'a sert bir hamle yaptı. Genç kız başını geriye doğru eğerek hamleden kurtuldu. Kılıçları bir yukarıda bir aşağıda çarpışıyordu. Birbirlerinin karşısında adımlarken gözlerini bir an dahi çekmediler birbirlerinden. Çağrı Bey, bu defa ciddiyetle duruyordu genç kızın karşısında.

Onu umursamayan genç kıza karşı sert bir hamle daha yaptı Çağrı Bey. Gülayşe Hatun ise ona gelen hamleyi savurarak kılıcını kol hizasında tutup Çağrı Bey' baktı.

"Döndüğümde babamla konuşacam."

Gülayşe Hatun, karşısındaki adama cevap vermeyerek onu beklemeden tekrar bir hamlede bulundu. Çağrı Bey önce bu hamleyi kılıcıyla püskürttü ardından da sessiz kalan kızın bileğini kavradı.

"Beni görmezden gelmeyesin Gülayşe! Yakında Allah'ın izniyle karım olacaksın."

"Sana dedim! Babam müsaade etmezse olmaz dedim."

Çağrı Bey'in sert duruşuna, Gülayşe Hatun'un sertliği de katıldı. Çağrı Bey'in eli hala genç kızın bileğindeyken kısa bir süre gözleriyle konuştular. Daha sonra Çağrı Bey tuttuğu bileğin kılıcını yere düşürerek kendi kılıcını Gülayşe'nin boynuna nazikçe dayadı.

"Ben o müsaadeyi almasını da seni hatunum yapmasını da bilirim elbet Gülayşe Hatun!"

...

Gökbey, günlerdir obadan uzaklaşmak için bir yol bulup kendini ormana yahut ovaya atıyordu. Mehpare'nin, Gökbey'i cevapsız bırakması genç adamın delirmesine sebep oluyordu. Olumsuz bir cevaba da razıydı belki fakat böyle bir belirsizliği hak etmemişti. Doğrusu etmişti... Genç kıza yaşattıkları kolay şeyler değildi ve belki de bu yüzden bir cevap alamamıştı.

Düşünceleri bir türlü kafasında susmazken obasına geri döndü. Kararmış gökyüzündeki ayı izledi. Baktığı aydı fakat gördüğü Mehpare'siydi. O da aydan bir parçaydı.

Atını alplerden birine teslim ettikten sonra destur isteyip otağa girdi. Beklemediği kalabalık karşısında kısa bir süre şaşırsa da hemen toparlandı. Çağrı Bey'i bulan gözleri ile kalabalığın sebebini anladı. Obanın beyleri ile bir sofraya oturan babasına ve yanındakilere selam verip yerini aldı.

"Hoş gelmişsin Çağrı Bey."

"Sağ olasın Gökbey. Sen de hoş gelmişsin."

"Eyvallah."

Gökbey, Çağrı Bey'in gelme sebebini oldukça merak ediyordu. Mehpare ile ilgili olduğu kesindi ve sormakta sakınca görüyordu. Sonuçta Mehpare ile ilgilenecek bir sıfatı yoktu. Genç kız izin vermemişti bu yakınlığa. Neyse ki merakını gideren babası oldu.

"Çağrı Bey, Mehpare'yi yarın obasına geri götürmek için geldi."

Gökbey, sevdiği kızla arasına girecek olan mesafelerin varlığını hatırladıkça iç çekti. Günlerdir görmese de yakınında olduğunu biliyordu ve bu derin bir huzur veriyordu Gökbey'e. Oysa uzaktayken öyle miydi?

"Teh-"

"Tehlike geçmiştir Gökbey! Orhan Bey'imin müsaadesi, babamın buyruğu ile geldim. Bacımı alıp gidecem!"

Gökbey'in konuşmasına fırsat vermeyen Çağrı Bey net bir şekilde dile getirdi istediğini. Gökbey'in bu kadar Mehpare ile ilgilenmesi canını sıkıyordu. Gökbey ise kabullenmekten başka bir seçeneği bulamamıştı.

"Eyvallah!"

Kısa ama derin bir kabulleniş ile konuşmayı sonlandırdılar. Diğer beyler konuşsa da Gökbey hiç araya girmedi. Giden iştahı ile tek bir lokma yemeden saygısından oturdu sofrada. Mehpare ile tekrar konuşmayı düşündü. Fakat vazgeçti... Gökbey bekleyecekti. Mehpare'den gelecek küçük bir adımı sonuna kadar bekleyecekti.

Sofra faslı bittikten sonra Çağrı Bey ile obada dolaşmaya çıktılar. Sessizliğin huzuru ve bahar havasının esenliği ile adımladılar çadırların arasından. Yan yanaydılar fakat ikisinden de ses çıkmıyordu. Oysa çocukken en iyi dostları birbirleriydi. Talimleri bile beraber eder, tüm günlerini birlikte geçirirlerdi. Obaların arasında olan düşmanlık başladığında dostlukları devam ediyordu aslında. Beraber avlanıyorlar, uzun orman yürüyüşleri yapıyorlar, ovada at koşturuyorlardı. Fakat ailelerinden gizli devam ettikleri bu dostluk araya zaman girmesiyle bozulmuştu. Yaşları ilerledikçe omuzlarına daha büyük yükler verildi. Birbirlerine ayıracak vakitleri kalmamıştı zamanla. Arayan girense mesafeler olmuştu.

"Göç zamanı geliyor."

Çağrı Bey'in girdiği konu ile Gökbey de sessizliğini bozdu.

"Geç bile kaldık. Baksana havalara, tam yayla zamanı imdi."

"Orhan Bey'im müsaade veren de biz de toparlanır çıkarız artık yaylaya."

Göçebeliğin en zor ama en güzel yanıydı bu göçler. Meşakkati çoktu amma lezzeti de bir hayli fazlaydı Türkler için. Bağlı oldukları Orhan Bey'in müsaade ettiği bir yaylaya göçmeyi iple çekiyordu her oba. Bazen farklı bir yayla görüyorlardı bazen de aynı yayla da uzun müddet git gel yapıyorlardı.

"Az kaldı, yakında haber gelir Bey'imizden."

Gökbey ve Çağrı Bey'in göç konusu biraz daha uzarken karşılarından kahkahalarla gelen alplere dikkat kesildiler. Gürbüz ve Dumrul hiç durmadan kahkaha atıyor, Sancar Alp'te onlar kadar olmasa da gülüyordu. Doğan ise eli karnında iki büklüm zar zor yürüyordu düz yolda.

"Hayırdır böyle yiğitler?"

Gürbüz ve Dumrul gülmekten konuşamaz haldeyken Sancar Alp kısaca açıkladı olup biteni.

"Doğan yine dayanamadı yedi tüm ormandaki mantarları Bey'im."

Doğan tam cevap verecekti ki midesine giren sancıyla tekrar iki büklüm oldu. Onun bu haline daha fazla gülen alpleri geride bırakıp karısının yanına doğru çekinerek adımladı. Ardından gülen alplere Gökbey de katılmış, Doğan'ın iki büklüm gidişini izlemişti.

Doğan Alp, otağa iki büklüm girerken ilk önce oğlu Günkut'u gördü. Küçük tahta kılıcıyla mindere savaş açan oğlunu bugün es geçip karısına doğru yöneldi.

"Hatun!"

Şeyma Hatun, oğlunun kıyafetlerini dikerken gelen sese başını çevirdi. Kocası Doğan'ı kıvranır halde bulduğunda elindeki işi bırakıp telaşla ayaklandı.

"Doğan! Ne oldu?"

Doğan Alp, karısından yiyeceği azarları bilse de şifasını isteyeceği kimse yoktu. Karısının şifacı olması hem nimet hem külfetti böyle zamanlar. Doğan'ın sessizliği ile Şeyma Hatun "yine mi" der gibi baktı.

"Mantar mı yine Doğan?"

"Gülüm, valla bu son!"

Şeyma Hatun, bir yandan Doğan'ı azarlıyor bir yandan da kolundan tutup oturtmaya çalışıyordu. Günkut ise babasının halini görünce ilk korkmuş olsa da annesinin söylenmeleri ile gülmeye başlamıştı.

"Hiç boşuna yemin etmeyesin Doğan. Hiç mi akıllanmaz insan ya!"

"Vallahi beni oyuna getirdiler hatunum. Tuzak kurdular bana."

Şeyma Hatun, kıyamadığı kocasına kızsa da hemen şifası için ot hazırlamaya girişmişti.

"O vakit boşuna Avcı derler sana Doğan. Av olup gelmişsin, bir de tuzak deyip durursun."

"Baba sen av mı oldun?"

Günkut'un sorusu ile bozulan Doğan Alp sancısına rağmen duruşunu dikleştirip, oğluna güçlü bir hava sergiledi.

"Yok oğlum, anan benimle eğlenir."

Şeyma Hatun, bu defa yumuşayarak kocasına dönüp gülümsedi. Doğan Alp ise biraz önce azarlayan fakat şimdi gülüşüyle sancısını kesen karısına minnetle baktı. Şifayı karısından bulmasının sebebi Şeyma Hatun'un şifacı olması değildi, şifa olmasıydı.

...

Sabah erkenden hazırlanan Mehpare, ağabeyini bekletmek istemiyordu. Beyza Hatun, Şeyma Hatun ve Ayşe Hatun'la vedalaştı önce. Ayşe Hatun'un elini öpüp alnına koydu Mehpare. Ondan gördüğü sevgi de ona gösterdiği saygı da samimiydi. Küçük Günkut'un yanaklarını öpüp annesine verdi. Vedaları sevmemeyi Karasu Obası ile öğrenmişti galiba genç kız.

Eslem Hatun ve Gülayşe Hatun'la da vedalaşan genç kız otağdan çıktı. Oğuz Bey'den helallik isteyip ağabeyiyle beraber atlarına doğru yol aldılar. Mehpare, hala Gökbey'i görememiş olmanın burukluğunu yaşıyordu. Gözleri son kez etrafta Gökbey'i aradı. Onu elinde Leyla'nın dizginini tutarken görmeyi beklemiyordu. Adımları duran Mehpare şaşkınca Gökbey'in onlara doğru gelişini izledi.

"Çağrı Bey!"

Gökbey'in bakışları Mehpare'deyken Çağrı Bey'e seslendi. Bu, genç kızla konuşmak istememesinden değildi. Münasip değildi. Çağrı Bey, atına bineceği sırada duyduğu adıyla Gökbey'e döndü.

"Beni yolcu etmezsin sanmış idim bende."

"Estağfurullah. Bir emaneti getirdim."

Çağrı Bey, Gökbey'in yanındaki atı inceledi. Bembeyaz tüyleri ile karşısında duran at oldukça asil ve güçlü bir görüntü sergiliyordu. Anlam veremediği durumu sorguladı.

"Ne emaneti?"

"Leyla, Mehpare Hatun'un atıdır. Onu almadan gitmeyesiniz."

Mehpare, gülümseyerek nefesini dışarı bıraktı. Leyla için yarışı kazanamamıştı ama Gökbey onu yine de Mehpare'ye veriyordu. Ağabeyinin tepkisini merak ettiği için Çağrı Bey'e döndü genç kız. Çağrı Bey ise çatılan kaşları ile bir kardeşine bir Gökbey'e bakıyordu.

"Mehpare'ye at lazım değildir Gökbey!"

"Obaya ilk geldiğinden beri bu at Mehpare Hatun'undur Çağrı Bey. Benim değil, obamızın armağanı olarak düşünesin."

"Aksine düşünsem olacaklardan sorumlu olmam Gökbey!"

Çağrı Bey'in öfkesini fark eden Oğuz Bey girdi araya. Oğlunun hislerini açık ettiği bu davranış Oğuz Bey'in hoşuna gitse de arayı bularak şimdilik sessiz kaldı. Mehpare ise teşekkür etmek istiyor fakat yanındaki ağabeyinden çekiniyordu.

"Teşekkür ederim."

Genç kızın kısık çıkan sesinde büyük bir minneti gördü Gökbey. Çağrı Bey'den çekinen Mehpare'den bir beklentisi de yoktu zaten. Sadece mutlu etmek istemişti sevdiği hatunu.

...

Tuğrul Bey, dün akşam obanın etrafında yakaladığı Bizans askerini saatlerce sorguladı. Elleri parçalanana kadar karşısındaki askeri yumrukladı. İlk önce ağzı sıkı olan asker bir süre sonra konuşmaya başlamıştı. Bizans'ın hain planları hakkında bilgileri sorgulayan Tuğrul Bey karşısındaki askeri dikkatle dinliyordu.

"Bize Moğol baskın verir iken, Çağrı Bey'e Bizans askeri nasıl baskın verdi? Nerden bilirdiniz orada olacaklarını?"

Asker bir süre sessiz kalarak birkaç darbe daha alırken ağzından akan kanlar ile acısı katlandı. Öldürüleceğini anlayan asker artık hiçbir çekinmesi kalmadığından anlatmak zorunda kaldı. Acı çekecek hali kalmamıştı.

"Tekfur... Tekfur Nicolas verdi emri. Göle gitmemizi söyledi. Onları gölün orada bulduk."

"Nerden bilirdi gölü?"

"Obadan haber alır."

Tuğrul Bey, duydukları ile şaşırdı. İçlerinde hain olduğunu söyleyen askere öfkeyle bakıp yakasına yapıştı.

"Ne dersin sen? Kimden alır haberi?"

Asker iyice yıpranırken gözleri kısılıyordu. Zorlukla açtığı dudakların verdiği isimse Tuğrul Bey'in yüreğini oydu.

"Prenses... Prenses Nora."

...

Çağrı Bey duyduğu öfke ile hızla sürüyordu atını. Mehpare'yi kırmak istemese de kardeşini kıskanmanın deliliği ile durmuyordu. Mehpare ise altındaki beyaz atıyla peşinden geliyordu. Alplerin bir kısmı önlerinde bir kısmı arkalarındaydı. Çağrı Bey, kafasını kemiren düşüncelerden kurtulmak için atını şaha kaldırıp birden durdu. Mehpare, bu ani duruş ile korkmuş olsa da ağabeyinin karşısında durarak yerini almıştı.

"Siz önden yavaşça ilerleyesiniz."

Alpleri önden gönderirken Çağrı Bey öfkesini kontrol etmeye çalıştı. Sıkıntılı soluğunu dışarı bırakarak direkt konuya girdi.

"Gökbey ne diye ilgilenir seninle bu kadar?"

Mehpare, Çağrı Bey'in bir şeyleri anladığının farkındaydı ama bunu bu kadar açık sormasını beklememişti. Onu kıskanan ağabeyini nasıl yumuşatacağını düşünmeye çalıştı.

"Ne ilgisi ağabey? Sana öyle gelmiş."

"Mehpare! Seni incitmek istemem. Diyesin hele ne olur?"

Mehpare, Çağrı ağabeyini en başından beri baş köşeye oturtmuştu gönlünde. Ona karşı her zaman sakin kalan bu adamı şimdi öfkeli görmenin çekingenliğini yaşıyordu. Üstelik Çağrı Bey her şeyin farkında olduğundan yalan söylemeye dahi kalkışamıyordu.

"Obaya dönünce konuşsak ağabey."

"Mehpare! Bir dahakine sana sormam, imdi döner Gökbey'e sorarım, bilesin."

Çağrı Bey'in tehdidi Mehpare'nin üzerinde hemen etki etmişti. Ağabeyinin bu soruyu Gökbey'e sorması demek, Gökbey'in her şeyi açıklaması demekti. Gerçi şimdi mecburen Mehpare de açıklayacaktı amma Gökbey kadar ileri gitmezdi. Üstelik Çağrı Bey, Gökbey'e göstereceği tutumu da kız kardeşine göstermedi.

"Bende gönlü olduğunu, benimle evlenmek istediğini söyledi."

Çağrı Bey, kara kaşlarını tekrar çatarken öfkeyle bir nida bıraktı ortaya.

"Ben onun gönlünü sökmesini bilirim elbet."

"Ağabey! Bir durasın hele."

"Sen ne dedin?"

Mehpare, ağabeyinin öfkeyle yükselen sesini cevapsız bıraktı. Kendisini köşeye sıkışmış gibi hissetti.

"Sen ne dedin Mehpare?"

"Hiçbir şey. Cevap vermedim, veremedim."

"Olmaz demedin mi? Yok diyemedin mi Mehpare?"

"Gülayşe sana yok diyebildi mi ağabey?"

"Gülayşe beni sever!"

Çağrı Bey, duraksadı. Gülayşe de yok diyememişti. Olur da diyememişti. Şimdi Mehpare'de aynı durumda olduğunu ima ediyordu. Yoksa o da Gökbey'i mi seviyordu?

"Yoksa sen de Gökbey'i mi..."

Çağrı Bey devamını getirememişti sözlerinin. Duyacağı cevaptan çekinerek Mehpare'nin yüzündeki ifadede aradı cevabını.

"Ben de ağabey..."

Çağrı Bey, hayal kırıklığına uğramış gibi eğdi boynunu. Ne diyecekti şimdi kardeşine? Biz düşmanız olmaz mı diyecekti? Madem öyle düşünüyordu Gülayşe Hatun'a verdiği sözler neydi?

"Gökbey senin canına kast etti. Onun yüzünden açığa çıktın, mahkemede yargılandın."

"Gülayşe'nin açtığı yarayı, sevdasından armağan kabul eden ağabeyim mi söyler bunları?"

Mehpare'nin yumuşak sesi Çağrı Bey'i çaresiz bırakıyordu. Yeni kavuştuğu kardeşini kimseyle paylaşmak istemiyordu fakat genç kız ona hiç merhamet etmiyordu.

"Bey'im!"

İleriden bağırarak gelen alpe döndü bakışları. Önden gönderdiği dört alpinden biriydi Mehmet Alp.

"Baskın vardır Bey'im. Bizans askerleri..."

Çağrı Bey, hemen kendini toparlayarak kılıcına davrandı.

"Kaç kişiler?"

"Kalabalıklar Bey'im. Mehpare Hatun'u ararlar."

Çağrı Bey, kız kardeşine döndü. Mehpare ise duydukları ile istemeden korkmuştu. Çağrı Bey'in yanına gelmesiyle toparlanıp ağabeyinin sözlerine kulak verdi Mehpare.

"Biz onları oyalarız bacım. Sen hiç durmadan Karasu'ya geri dönesin."

"Kalabalıklarmış ağabey. Siz ne olacaksınız?"

"Nice azlar nice çoklara galip gelmiştir bacım, bilmez misin? Korkmayasın sen. Hem varıp bize de destek gönderirsin."

Çağrı Bey, Mehpare'yi rahatlatmak istiyordu. Mehpare'nin birkaç inkarını daha reddettikten sonra genç kızı gitmeye mecbur bıraktı.

"Hakkını helal edesin ağabey!"

"Helal olsun Mehpare'm. Hayde vakit kaybetme hızlan."

Çağrı Bey, kardeşini gönderdikten sonra hızlıca alplerinin arasına karışarak cenk meydanına girdi. Kılıcını sıkıca tutup önüne çıkan askerlerin hepsini kılıçtan geçirdi. Alplerinin hepsini bir yandan gözleyen Çağrı Bey, yaralanmış olan Mete Alp ile o tarafa doğru yöneldi. Keferelerden fırsat bulup yarasıyla ilgilenemese de yaranın ağır olmadığını anlayarak Mete Alp'i ardına alıp korumaya çalıştı.

Bizans askerlerinin bir kısmı ise göremedikleri hatunu aramak için cenk meydanından çıkmış genç kızın peşine takılmıştı. Mehpare hiç durmadan sürdüğü atı ile nefes nefeseydi. Karasu Obası'na yakındı fakat ardından gelen nal sesleri ile yetişip yetişemeyeceğine emin olamıyordu.

"Hayde kızım! Hayde Leyla!"

Mehpare, rüzgâra karşı hızla sürdüğü atına iyice yaklaşan askerler ile kılıcını kınından çıkardı. Yanında ok ve yayı olsaydı buna gerek kalmayacaktı fakat sadece kılıcı ile idare etmek zorundaydı. Tam yanına gelip hizalanan Bizans askerine bakıp, kılıcını ona doğru savurdu. Askerin kılıçtan geri çekilmesi ile eli boşa düştü Mehpare'nin. Diğer tarafına da bir asker yaklaşırken ne yapması gerektiğini bilemedi. At üstünde ilerlerken iki askere karşı nasıl galip çıkabilirdi?

Atının dizginlerini tutmaya çalışan askere bir hamle yaparak onu yaraladı. Askerin elinde derin bir kesik açan Mehpare, Leyla'nın yelelerine bulaşan kanlar ile irkildi. Onun bu halini fırsat bilen diğer asker ise Mehpare'nin kılıcını düşürüp dizginleri kavramıştı. Mehpare olanları fark edince hızla atından atlayıp koşmaya çalıştı. Lakin iki atlının ardından gelmesi ile koşması uzun sürmedi. Atsız ve pusatsız şekilde iki Bizans askerinin karşısındaydı Mehpare. Sona gelmiş olmanın burukluğu olsa da içinde başını dik tutarak asaletinden ödün vermedi. Bizans’ın elinde esir de olsa her şeyden önce Türk’tü.

...

Gökbey, Sancar Alp ile beraber obadan çıkıp ormanlık alana doğru ilerdi. Çağrı Bey'i yolcu ettikten sonra Sancar Alp konuşmak istediğini söyleyerek çıkarmıştı Gökbey'i obadan. Onun da işine gelmişti obadan uzaklaşmak. Bir ağacın altında duran Sancar Alp'e ayak uydurup o da indi atından.

Sancar Alp'i hiç görmediği kadar gergin görüyordu Gökbey. Kafasındaki düşünceleri bir kenara itip kardeşi bildiği adama dikkatini verdi. Her zaman umursamaz olan Sancar Alp'in ne derdi vardı da böyle kasılıyordu karşısında?

"Hayırdır Sancar? Sen iyi misin?"

"İnşallah hayırdır beyim. Konuştuktan sonra eyi olacam."

"Hele dökesin içini."

Gökbey ağacın altına kendini bırakırken sırtını da ağaca yaslayarak Sancar Alp'in konuşmasını bekledi.

"Ben bir kabahat işledim Bey'im."

"Ne kabahati?"

Sancar Alp'in aldığı derin nefeslerle göğsü bir inip bir şişiyordu. Doğan Alp nasıl olmuştu da Gökbey'in karşısına geçip sevdasını söylemişti. Belki de haklıydı. Onun tecrübesi vardı, konuşmak iyi olabilirdi. Fakat işte geç kalmıştı yine Sancar Alp.

"Ben sevdaya düştüm Bey'im."

Gökbey, Sancar'ın bir nefeste söylediği itiraf ile güldü. Pusatını yoldaşı belleyen Sancar Alp demek sevdalanmıştı, ha.

"Kabahat diye buna mı dersin be Sancar'ım. Demek senin de yüreğini yakan bir çift göz oldu, ha!"

"Benim kabahatim sevdalanmak değil, olmaması gereken birine sevdalanmak Bey'im."

Gökbey'in yavaş yavaş düşen yüzü Sancar Alp'i geriyordu. Gökbey'in karşısına böyle en son yıllar önce Doğan Alp geçmişti. O da zaten bacısı Şeyma'yı istemişti. Şimdi Sancar'ın mahcup duruşu, ettiği kabahat lafı ve Gökbey'i buraya getirişi yine aynı kapıyı açıyordu Gökbey'e.

"Seni oyarım Sancar!"

Gökbey'in dişlerini sıkarak ettiği lafa Sancar Alp sessiz kaldı. Onayladığını belirten bu sessizlik ile Gökbey günlerin birikimini Sancar'ın yüzüne inen bir yumrukta bıraktı. Sancar Alp, aldığı sert darbe ile başını yana çevirse de geri durmadı. Ne karşılık verdi ne de kendisini korudu. Şu an yiyeceği dayağı hak etmişti. Bey'inin bacısına sevdalanmak da ne demekti!

Gökbey bu defa öfkesini atamadığından yakasına yapıştı Sancar Alp'in. Gökbey'in keskin bakışları Sancar'a baksa da o gözlerini kaçırmadan edemiyordu.

"Hangisi?"

"Eslem."

Gökbey bu defa daha sert bir yumruk atarak Sancar Alp'in yeri boylamasına sebep oldu. Sancar Alp ağzına dolan kanı yan tarafına tükürdükten sonra ayaklandı. Gökbey tam bir yumruk daha atacaktı ki gelen at sesiyle geriye döndü. Ona koşarak gelen Leyla ile içine kor bir ateş düştü.

"Mehpare!"

Leyla'yı dizginlerinden tutarak kendine çeken Gökbey atın yelelerinde gördüğü kan ile nefessiz kaldığını hissetti. Bu kan Mehpare'nin miydi? Leyla neden tekti?

"Bey'im! Belli ki tuzağa düşmüşler. Varıp yetişelim."

Sancar Alp'in sözleriyle kendisine gelen Gökbey atını alıp üzerine atladı. Sancar Alp de onu takip ederken Leyla'nın onları götürdükleri yolu hızla aşındırdılar. Sıkışan yüreği ve aklındaki kötü düşünceleri yoldaş edip sevdiğinin izini aradı. İçinde yer edinen kaybetme korkusunu söküp atmak istese de çoktan kalbine kazınmıştı.

 

Bölüm nasıldı?

Mehpare, Bizans'ın elinde esir mi sizce? Esirse nasıl kurtulur?

Bu bölümde en çok hangi sahneyi sevdiniz?

Ve pek tabi... Bu bölümün ismi sizce ne olmalı?

Gülayşe ve Çağrı Bey'in kılıç sahnesini son bölümde paylaştım.

Bölüm : 20.09.2024 19:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...