Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. Bölüm: "Çalıkuşu"

@mavi_melekler

Size harikalar dolusu bir bölümle geldim arkadaşlar!

 

Yorumlarınızı en çok heyecanla beklediğim, sıcacık sahnelerin olduğu bölümdü. Sözü çok uzatmadan geçsem daha doğru olacak aslında.

 

Bölüm Şarkımız:

Halit Nart - Adın Neydi

 

Kurgunun nerede ise tüm sahnelerini bu şarkı ile oluşturduğum doğrudur. Çoğu bölümde dinledim kaleme aldığım sırada. Şarkımız medyada mevcut, açamayan da, verdiğim isim ile ulaşabilir.

 

Keyifli okumalar!

 

10. Bölüm: "Çalıkuşu"

 

"Ne kadar seviyorsun beni?" demişti,

Kollarımı açsam bir çocuk gibi

"Bu kaaadaaaaar çoook!" desem, az gelirdi...

Çocuk değildim.

Ve göğü kollarıma sığdıramazdım;

dedim ki,

 

"Farz et, ben bir kuş;

seni sevmek, gökyüzü kadar güzel..."

 

-Alıntı

 

Bir çırpınış ki, çaresizliği, zifiri; katran karası, iki tarafı da, esareti altına almış... Acı, kadının dudaklarında, simasında ve kalbinde can bulurken adamın ise merhametini paramparça etmişti. İstemsizce Melek'in sözlerini anımsamıştı, karşısındaki kadının halini gördüğünde. İnsan, tüm bunların başına gelmesine rağmen, hiç mi tepki göstermezdi? Canının çok acıdığını anlarken ağlamamasını çözememişti, nasıl böyle tepkisiz olabilirdi ki? Görebilmişti acı çeken teninde ki canhıraş oluşu ama ağlamamasına da, o kadar çok afallamıştı. Karşısındaki kadın ağlamadıkça, adam kendini daha çok suçlar olmuştu. Ağlasa rahatlamış olacaktı, daha az acı çekecekti ve vicdanı, bu kadar azabın gölgesinden geçmemiş olan adam da rahatlamış olacaktı. Yerden doğrulmak için çırpınan kadın, kalkamasa da adamın gözleri, siması ile buluşmuştu. Yanağı, gözünün biraz aşağısı şişmişti şimdiden, mosmor olan o oval halka da, kendini gösterir olmuştu. Eli havada kalmıştı genç adamın, onu ittirdiği elini, aşağı indirememişti, diğer elinde ise telefonu vardı; ne tepki vereceğini bilemez olurken, havadaki elinin titrediğini, geç de olsa anlamıştı. Bir kadına, hem de diğerlerine göre çok daha savunmasız olan kadına, nasıl bu kadar ileri gitmişti? Üstelik ilginç olan, tamamen bilinç dışı, refleksle bu şekilde davranmış olmasıydı. Kontrolsüz olması, kendini kontrol edememesi, kendinden nefret etmesine sebep olmuştu. Fatih, karıncanın bile canını acıtmazken karşısındaki kadına karşı, nasıl böyle davranmıştı? Nasıl olduğunu çözebilse, sorun da kalmazdı. Kızın kolunu sıkmasının verdiği keskin acı ile adam, bilincini tamamen kaybetmişti...

 

"Çok canın acıdı mı?" Sorarken sesi hafifçe kekelemiş, titremesi henüz sonlanmamış elini aşağı indirdi. Yüzünü kaldırmış, kendisine korku ile bakan kadını gördüğünde, kendinden bir kez daha nefret etti... Yakıştıramadı korkmasını, hep diklenişlerine alışkındı, delici bakışlarına, bu ürkmenin sebebi kendisiydi. 'Kahretsin!' demişti dişleri arasından. Genç adam, kadına doğru iki adım attı, sonra hızla eğilirken "Gel buraya!" dedi. Önünde eğildi, kollarından tuttu, kendine hafifçe, ürkütmeden çekti. "Hande, sen orada birden sıkınca bileğimi, canım çok acıdı; tamamen isteğim dışında ittim seni, asla bilinçli değildi, aklımı; kısa süreliğine kaybetmiş gibi oldum, amacım, kendi kolumu kurtarmaktı, koltuk değneği olmadan dengeni sağlayamadığını unuttum o anda, düşeceğini de hiç getirmedim aklıma..." Doğrulturken, üzerine baktı dikkatlice, şimdilik sağlamdı. Kanamamıştı bir tarafı da, en azından buna sevinebilirdi ama olanların etkisinden en çok Fatih çıkamamıştı. "Sana sarılmamı ister misin?..." Çekinerek sormuştu ama kadından cevap almamıştı, beklememişti zaten, bu durumda insan ancak ürkerdi, konuşamazdı. "Korkma, gel hadi, sana zarar vermeyeceğim, sadece korkun gitsin istiyorum..." Kollarından tutmuş, tamamen kendine çekmiş, hafifçe kolları arasına almıştı...

 

"Kısasa kısas olsun mu?" İpeksi koyu kumral saçlarında parmaklarını gezdirirken kollarından bir an için ayırmak istemediği bedenini, kısa süreliğine ayırdı, gözlerine baktı. "Sen de beni ittir, istersen tokat da atabilirsin, nasıl rahat edeceksen, o şekilde karşılık ver bana, olur mu?" Dikkatle baktığında, hiç tepki göstermediğini görmüş, tuhaf gelmişti. "Anneni aramamızı ister misin, sesini duymak belki rahatlatır, birlikte ziyarete de gideriz istersen..." Gözlerindeki boşluk, o hissizlik, adama çok tuhaf hissettirmişti. "Gel..." dedi kollarına tekrar çekerken rahatsız etmeden hafif sarılmıştı. O an için, kendini zor engellemiş, daha sıkı sarılma isteği doldurmuştu içini nedensizce... "Çok geç oldu, şimdi ararsak meraklanır, rahatsız olur; söz, en kısa zamanda birlikte ona gideceğiz." Bu adama ne olmuştu birden, istemeden kendisini itmek mi böyle sakinleştirmişti? Doğrusu, hiç böylesini beklememişti, kendisini ittirdikten sonra bağırmasını, daha çok sert çıkışmasını beklemişti. Kendisine sarıldığında burnuna dolan parfüm kokusu, içinde çok değişik, isim veremediği bir hissin oluşmasına sebep olsa da, hissi isimlendirememişti.

 

"Bir pazar sabahı gideriz, orada kahvaltı ederiz, pazar günleri; sabahları izlemekten keyif aldığın, o çok sevdiğin çizgi filmleri, Yeliz Anne'nin evinde izlersin, olur mu?..." Karşısındaki adamdan, o an için ayrılmak istemese de, çok sert şekilde ayırmıştı bedenini, bunu da nereden biliyordu, annesi mi demişti? Daima olgun bir kadın olmak için çabalamıştı, zaten çocuk gibi şımaracak kimsesi de kalmamıştı babasından sonra, öz annesi bile hep 'Eksik' insan olarak görmüştü kendisini. Hali böyle olunca, hayat erkenden, çok büyük bir kadına dönüştürmüştü Hande'yi, yirmi altı yaşının aksine, sorsalar ruhu, otuz beşin bile üstüne çıkmıştı. Yaşlandırmıştı içindeki biriken acılar kalbini, tüketmişlerdi... Hapise giren babası ile birlikte, o hapishanenin içine, çocukluğunu da kapatmıştı. Küçüklüğünden kalan o ufacık zevkini ise hep çok gizli gerçekleştirmişti, Yeliz Hanım'dan başka kimselere göstermemişti. Çok küçükken, babasının kendisi ile olduğu zamanlarda, her pazar sabahı, babasının evde olmasının verdiği mutlulukla kalkar, erkenden çizgi film izlerdi, o vakitlerden kalmıştı bu alışkanlık. Kesin Yeliz Hanım anlatmıştı, başka nereden bilecekti ki? Keşke bilmeseydi, onun karşısında çocuk gibi gözükmekten korkmuştu, kendisine küçük bir kız gözü ile bakmasını istemezdi. O, acımasız, ızdıraplarla dolu dünyanın, hiç insaf etmeden kendisini tekmeleyerek kendisine güçlü kalmayı öğreten bir kadındı!... Sonra düşündü de, bunun ne önemi vardı ki? Hiç tanımadığı, üstelik kendisini kaçıran adamın nasıl düşündüğünün, çok da önemi olmamalıydı. Yine de kimselere, cıvıltılı gözükmek istemezdi. Soğuk duvarlarla örmüştü acılarının üzerini, öyle kalacaktı.

 

"Gel, otur sen, ben bir buz alıp geleyim, iyice şişmeden koyalım üstüne." Yatağın üzerine oturturken kollarından tutmuş, bu şekilde kaldırmakta da çok zorlanmıştı. "Yanağını elleme, beni bekle, geleceğim..." Odadan çıkarken hızlıca mutfağa doğru ilerlemiş, buzdolabının kapağını açmıştı. "Bir sıkıntı mı var oğlum?" Evde, Nurcan Hanım'dan başka herkes uyumuş, saat de epey geç olmuştu. "Yok anne, önemli değil, Hande ile konuşuyorduk, telefonuma saldırınca birden boğuştuk, çırpınırken düştü." Dolabın buzluk kısmını açmış, içinden buzları çıkararak bir tanesini alıp poşete sarmıştı. Kendisinin düşmesine sebep olduğunu anlatamamıştı, çekinmişti. Annesine söyleyemezken, karşısında babası olsa, ondan daha çok korkardı hatasını dile getirmek konusunda. Ailesinden, özellikle de babasında, kadınlara karşı ölçülü olmayı öğrenmişti. "Ben bakarım istersen." Çekinerek konuşmuştu Nurcan Hanım, bu kadar beraber vakit geçirmeleri, korktuğunun başına gelme ihtimalini çoğaltır mıydı? Bu konuda oğlunu daha çok da ikaz edemezdi, sonuçta neyi çok hatırlatır, dile getirirse, o gerçek olurdu. "Hallederim ben, zaten önemli de değil." Sadece ittirdiği için hatasını telafi etmek, bu nedenle ilgilenmek istemişti. Yarası gerçekten de önemli değildi. Sonra düşündü de, yürekteki yaralar, onların kanını nasıl durduracaktı?... "Yarın giderken Hande'yi de alın, evde kimse kalmasın."

 

Korku ile iç geçiren kadın, elini kalbinin tam üzerine bastırdı, ürpertesini oğluna belli etmemek için uğraşmıştı. Bugün Elif, izin istemekten, Fatih'i ikna etmekten söz etmişti ama o, içeride nasıl vakit geçirdi ise ikna olmuştu, hem de kendileri dile getirmeden. "Olur mu ki?" Güçlükle konuşmuştu, korktukları başına gelirse, evladının ikinci defa, hastalıklı bir kadınla imtihan olmasına nasıl tahammül ederdi? "Evde tek bırakamazsın, sığınakta birkaç gece eli kolu bağlı bıraktım, hâlâ sinirlerim bozuk, sizinle olursa daha rahat kontrol altında tutarız; konuşurum ben şimdi, gereksiz gürültü çıkarmaz, polis de gelse sorun olmaz, elimde imzalı kağıt var, rahat ol." Aldığı buzları poşete sararken elinin uyuştuğunu hissetmişti. Kaldığı oda tarafına ilerlerken annesinin kafasında neler kurduğundan habersizdi. Kapısı aralık odadan girdiğinde, elindeki kolyesine bakan kadına dikkat kesildi. "Takmak istersen, takabilirim." İlerlediğinde ona doğru, çekinerek konuşmuştu. Hande, teklifi karşısında hafifçe elini uzattı adama, kaç gündür çıkarmış olduğu uğurlu kolyesini takarsa, rahat bir uyku uyuyabilirdi.

 

Genç adam, eline aldığı melek desenli kolyeyi, kadının boynuna takabilmek için ilerledi ona; öncesinde buzu, kadının eline vermiş, gözünün altına tutmasını istemişti. Kendi elleri ile kadının, tokanın dışına dağılmış saçlarını geri ittirirken kolyesini, hafif ağır şekilde takmak istemişti. Hafifçe eğilirken tek dizini kırmış, ona daha dikkatli bakmak istemişti ama bakamamıştı. "Çok güzelmiş, senin için değerli biri almış olmalı..." Konuşurken bakışlarını, kadının gözlerinden çekti ama bahar çiçeklerinin keskin kokusu, burnunun derinliklerine inmiş, dengesini zor sağlatmıştı adama. "Çok değerliydi zamanında..." Sözlerinden sonra duraksadı adam, bu kolyenin hikayesini bilirdi, kimin aldığını da; uğurlu kolyesi olduğunu, özellikle dışarı çıkarken, onu takmazsa huzursuz olacağını, hepsini bilirdi... Aralık kapıdan gelen ses, o tarafa dönmesine sebep olurken annesinin geldiğini anladı. "Fatih." demişti korku ile iç geçiren Nurcan Hanım, ürpertisini belli etmemişti ama korkudan siması bembeyaz kesilmişti. "Sen uyumayacak mısın oğlum?" Soracak başka soru bulamamıştı, konuşacak cümlesi de kalmamıştı. Melek desenli kolyeyi boynuna taktığı gibi doğruldu adam, tersçe baktı annesine. "Yatsana sen, beni n'apacaksın, herkes uyudu zaten, ben de çok durmam, birazdan geçerim odama." Önüne döndü tekrar, çok bakmadı annesine, kadının elindeki buza baktı, felçli eline vermişti, tutmakta bile zorlandığını gördü. "Uzat elindekini bana." dedi sakince, buz torbasını aldı, kendi eli ile dokundurdu gözünün altına. İçini kemiren korku ile kendini dışarı atarken çaresizdi Nurcan Hanım, tek çare, gördükleri çok ileri giderse, sertçe ikaz edecekti oğlunu, başka seçenek kalmamıştı...

 

..."Yarın annemler bir eve gidecek, kına gecesi var mahallede, rahat durmak şartı ile sen de gidebilirsin; konuştum, kaos çıkarmama sözü verirsen, seni de alırlar." Sadece baktı karanlık gökyüzünü andıran gözlerine, bakışlarını hiç indirmedi, tepki gösteremedi. "Yengem, kıyafet ayarlayacak sana..." Konuşacak kelime seçememişti, düşüncelerini durdurmuştu. "İstersen uyu artık, çok geç oldu, önümüzdeki hafta, pazar günü gideriz..." Elindeki buz torbasını kenara bıraktığında, kollarından tuttu, kaldırdı kadını. Yorganı, aşağı indirirken diğer kolundaki kadın, dikkatle bakmıştı adama. "Hande!..." Yatırmadan önce oturttu, hafifçe eğildi. "Teklifim hâlâ geçerli, kısasa kısas, sen de beni itebilirsin, istersen tokat da atabilirsin, bak gerçekten, senin gözünde aklanacaksam, istediğin gibi karşılık verebilirsin ama sadece bir kullanımlık, devamı gelirse kötü biteriz..." Ne kadar saçmalamıştı, hiç tanımadığı kadının gözünde aklanmak, ne haddineydi?... "İstemez, içini bu şekilde rahatlatacaksan kalsın!..." Sinirden gevelemişti, sesi çok zor çıkmış, kesik nefeslerle ancak konuşabilmişti. Yapacaktı, bu teklifi değerlendirecekti elbette ama beklemediği bir anda olursa daha keyif alacaktı. "Kolyemi düzeltir misin, sanki tam takamadın gibi, bir tuhaf hissettim." Yaklaştı adam, tedirgince ilerledi, takmıştı, neden olmamıştı ki? Yavaşça eğildiğinde adam, kirli sakallarına baktı kadın, sonra ansızın, karanlık gözlerine dikti bakışlarını.

 

Genç adam, hızla, irkilerek kafası geri savrulduğunda, şuurunu kaybedecek gibi olmuştu. Yumruk, tam da gözünün altına isabet ettiğinde, acı bir inilti eşliğinde gözünü tutmuştu. Yerden, eli gözünde doğrulurken köşedeki buz torbasını almış, Hande ise, onu bu şekilde görmenin keyfini, simasına değdirmemek için çabalamıştı. Gülmemek için zor durdurmuştu kendini, ne gülmelere alışıktı, ne de ağlamalara... "N'apıyorsun kızım sen, aklını mı kaçırdın?!" derken sesi de sert çıkmıştı. Hande, keyifli olmasına mukabil tenine hiç tebessüm değdirmemişti ama mutluluğunu; mutluluğun verdiği rahatlama hissini, alalade bekletmişti gözlerinin derinliklerinde... "Sen istedin, kısasa kısas oldu işte, kendin teklifte bulunmadın mı?" Yapmazdı istemese, kendi teklifte bulunmuştu. "Ben sana bu şekilde mi vurmanı dedim, ittirseydin benim gibi refleksle; seni istemeden ittim, senin kalkıp bilerek gözümün altını morartman şart mıydı, kör olacaktım az daha?..." Sesi, öncekine göre daha sakin çıkmıştı, el kaldırmasını istediği gerçeğini hatırladığında... "Yalnız bu şekilde, beklemediğin anda, hızla geçirmesem tadını alamazdım ki, inan çok keyifliydi."

 

"Yat hadi, çok geç oldu, annemler sabah erken kaldırır seni." Sözü değiştirmiş, kadının kehribar gözlerini hemen kapatmasını istemişti, o vakit, belki bakmazsa gözlerine, içindeki o saçma, değişik his de son bulabilirdi. "Canın çok acıdı mı?" Sorduğu soru ile afalladı adam, gözüne elini geçirdiğinde, çok keyifliydi, neden sormuştu ki? "Dışarıdan bakınca çok merhametsiz, soğuk, kötü biri gibi gözüksem de, öyle değil işte; ben merhameti, zamanında çok sevdiğim birinden öğrendim, sonra o gidince, gıcık birine dönüşmek zorunda kaldım..." Yatağa girmesi için hafifçe doğrultmuş, cevap verme gereğinde bulunmamıştı. Yardım ederken girmesi için pürüzsüz teni çarpmıştı bu defa da gözlerine. Sıkça nefes alırken hemen odadan çıkmak istemişti, biraz daha kalırsa, ne olacağını düşündü de, ne olabilirdi ki? İçindeki saçma hisleri ittirdi, halsizlikten herhalde, saçma düşüncelere girmişti. Yorgunluk, bazen insana haddinden saçma düşündürtürdü. Yorganı kapatırken üzerine, kadının bakışlarını hissetmemişti, gözlerini aşağı indirdiğini gördü. Siyah gözlerinden uzakta kalmıştı bakışları, göstermekten sakınır gibi olmuştu. "İyi geceler." derken hafifçe çekinir olmuştu kadın, bundan alamamıştı kendini.

 

"İyi geceler çalıkuşu." Genç adam, içinde tarifsiz tuttuğu hislerle odadan çıkarken son kez, belli belirsiz bakmış kadına, aralık kapıdan, ağırca çıkmıştı. Kapısını örtmüş, kısa süre beklemişti. Yaslandığında kapının üstüne, elini kaldırdı, kalbinin tam üstüne bastırdı, bekledi orada... Yasemin, tek sevdiği, kalp sancısı, onu özlemişti, hep ondandı bu kalbindeki tuhaf burukluk, başka neden olabilirdi ki?... Yüreğinden hançerle söküp almışlardı sanki sevdiğini, ne tarafa koşsa yara, hangi hasret rüzgarına baksa, zamansızca çekip giden sevdiğini görürdü... İçerideki 'Çalıkuşu' nun o asi, savaşçı; direnen, güçlü durmak için çabalamakta olan hali, genç adama, sevdiği kadının hastalanmadan önceki halini hatırlatmıştı. Yasemin, hastalığını öğrendiği gün, usulca bırakmış kendini, ölümü beklerken son nefeslerini, Fatih'in sevgisi ile alabilmişti. Kapıdan tarafından çekilirken evden çıkmış, bahçe tarafına inmişti. Saat, epeyce geç olmuştu, gecenin zifiri karanlık vaktinde, kapıdan çıktığında, pervazdaki merdivenlerden birine oturmuştu. Yaktığı sigaranın dumanını, tüm ciğerlerine çekerken gözleri önüne gelen kehribar gözleri, çoktan geri ittirmiş zihninden, daima sevecek olduğu Yasemin'i hatırlatmıştı kendine...

 

"Fatih." Uzun vakitlerdir, hastanenin penceresinden dışarısını seyrederken, pencere önündeki refakatçi koltuğuna oturmuştu. Yanağına koymuş elini, biraz düşünceli ama sevdiği kadın, hâlâ nefes alabildiği için de kendini umut dolu hissetmişti. Bugün tüm işlerini halletmiş, tamirhanenin önüne Özcan'ı bırakmış, özel derslerini de geri çevirmiş, sevdiği kadınla kalacaktı. Seslenmesi ile ağır da olsa, sert şekilde ardına döndü. Yanağından elini indirmesi, koltuktan kalkması, ona doğru ilerlemesi, bunlar çok kısa vakitleri almıştı. Yataktaki kadına doğru ilerlediğinde, dikkatlice bakmıştı. "Buradayım sevgilim." Yeşil gözlerindeki halsizliği, o an için görmezden geldi. Yaşayacaktı, yaşatacaktı sevdiği kadını, söz vermişti önce kendine, sonra ona, umut edecekti, 'Yeşil Peri' si nefes aldığı sürece, umut hep olacaktı... "Senin benle kalacağını bilemedim, ben şimdi gördüm seni..." Halsizce kıpırdattığı dudakları arasından, hafifçe akan mutluluk, kirpik uçlarına ulaşmıştı sevdiği kadının. "Hafta sonu seninle kalacağım için söz verdim, ne çabuk unuttun? Su ister misin canım, açsan yemek de getirtebilirim..." Hep emanet misali durur, o şekilde beklerdi hastane koridorlarında. "Yok, saçlarımla oynar mısın, onu isteyecektim?..." Yatağın ucuna otururken başını, dizleri üzerine koymuş başını, parmaklarını gezdirmişti saçlarında...

 

"Ben gidersem, vedasızca terk edersem dünyayı, benim için çok üzülme, olur mu?" Ellerini, piyanonun tuşlarına dokunurcasına gezdirirken saçlarında, bir ara duraksamış, kaşlarını çatmıştı. "Sana bu konuşmaları yasaklamadım mı, nereden çıkardın şimdi bunu?" Saçlarından indirmedi parmaklarını, kızıl saçlarını, son kez koklar gibiydi, hissetmişti ama nefes alıyordu işte, hal böyleyken, umut etmekten de alıkoyamıyordu kendini. "Öyle, içimden geldi..." Genç adam, sevdiği kadının son çırpınışları olduğunu hissederken öfkeli nefesler alıp vermişti dişleri arasından. "Çok güzel günlerimiz olacak, hiç ayrılmayacağız..." Kelimelerine, kendini bile inandıramazken son nefeslerini alan sevdiği kadına bunları demek, ne kadar doğruydu, düşünememişti o an için bunu, hiç olmadığı kadar çaresizce konuşmuştu... "Kendini günün birinde, çıkmazda hissedersen, çaresizliği hatırlarsan, hep seni çok sevdiğim olsun aklında..." Saçlarından indirmeden ellerini, gelişigüzel konuşurken, olacaklardan söz etmişti. Kendinden bağımsız dudaklarından dökülenler, ilerleyen zamanlarda, kaderlerinin ta kendisi olacaktı. Fatih, sevdiği kadın gözleri önünde erirken sadece seyrediyor, çaresizce, Yasemin'in yok oluşunu izliyordu...

 

"Ölüm bir eve girince sağ kalanları da biraz öldürür." derdi Peyami Safa, nasıl da doğru bir sözdü kendisi için, tam da içerisinde bulunduğu durumu anlatmaktaydı. Yasemin'in ölümü ile her zerresini, onu gömdükleri toprağa kaptırmıştı. Usulca kara toprak, tüm kalbini söküp almıştı, sevdiği kadına söz vermiş olsa da, kimseleri sevemeyecek kadar dargındı bu acımasız hayata. Sigarasını söndürürken düşüncelerini de erteledi. Kolundaki saate bakarken 01.30'u gösterdiğini gördü, çok geç olmuştu, olup bitenleri kafasında tartmak; günün haraketi, bu saatlere kadar bırakmıştı ama uyuması şarttı, epeyce halsizleşmişti. Yorucu bir günü geride bırakırken üzerini değiştirmiş, aynadaki görüntüsüne umursamaz bir bakış atmıştı. Gözünün altındaki morarıklık, nedensizce sırıtmasına sebep olmuştu genç adamın. Allah, bir kolundan aldığı, iki kol gücünü aynı anda, soldaki sağlam koluna vermişti anlaşılan, insanın eli ancak o şekilde, böylesi ağır olabilirdi. Yatağına girdiği anda, günün haraketliliğinin verdiği halsizlikle, anında uyku, bedenini sarmalamış, gözlerini kapattığı gibi, içinde sevdiği kadının olduğu düşlere akmıştı...

 

* * * * * *

 

Yorgunluğuna rağmen gözlerini, çok dinç aralamış olan Hande, kendine geldiğinde, saatin de çok geç olduğunu anlamıştı. Halsizlik bir köşede dursun, açtı ama en öncesinde de, duşa girmesi gerekti. Yardım istemek için evde birilerini ararken Seda ile karşılaşmış, ona anlatmıştı açıkça. Her zaman kendisine duş aldıran Nurcan Hanım'dan çok çekinirdi. Kendisi, tek başına bu işi halledebilirdi, biraz ağır da olsa alırdı kendisi. Geç kalktığı için herkesin çoktan kahvaltı ettiğini sanmıştı ama evde çoğunluk, geç uyumuş olmalıydı ki, Seda'dan başka kimseleri uyanık görmemişti. "Kıyafetin de bulunmaz senin şimdi, değil mi?" derken sesindeki bıkkınlığı hissetmişti ama buna ne üzüldü, ne de kötü hissetti; tepki göstermedi, sonuçta burada isteği dışında tutuluyordu, kendisine mecburen katlanacaklardı. "Tamam." demişti daha kendisi cevap vermeden Seda. "Ben sana ayarlayacağım, hallederiz hemen." En azından buna sevinebilirdi, kimseyi almayacak, tek başına çıkacaktı. Bu işlem, oldukça uzun sürecekti belli ki ama olsun, geç de olsa hallederdi. Seda, hazırladığı temiz kıyafetleri, havlu ile birlikte bırakırken banyonun içindeki çamaşır makinesinin üzerine, bornoz da bırakmıştı her ihtimale karşı... Hande girerken Seda da çıkmış, içeri giren kadına söz verdiği gibi, kapattığı kapının önünde nöbete başlamıştı...

 

..."Hande, gelmemi istersen söyle bana, gelip çıkarırım hemen seni." Sabırla konuşurken dişlerini sıkmaktan da alamadı kendini. Nerede ise bir saat olmuştu ve ne sesi çıkmıştı, ne soluğu... Acaba banyodaki camdan kaçma girişiminde bulunur muydu? Korku ile iç geçirirken tekrar söze girdi. "Kaçmak gibi bir girişimde bulunursan ağabeyim hem seni, hem beni öldürür, çift cinayete kurban gideriz, kendine değilse de, bana acı, olur mu?"

 

"Yaa bir kes be sesini, boş konuşma!" Akan suların arasından gelen sesini dinlediğinde, tuhaflaşarak alt dudağını ısırdı. "Allah'ım, ağabeyimin sabırlarına bolca sabır kat!..." Yüzüne sürerken ellerini, belli belirsiz de sırıtmıştı. "Yine de isterim ben bu şekilde bir 'Yenge', çok da güzel olur, Elif'le fazla iyi anlaşıyoruz, böyle bir maceraya ihtiyacım var." Kendi kendine söylenirken bekleme nöbetinin çok sıkıcı geçtiğini düşündü. Neden burada bekletirdi ki kendisini, kilitlerdi kapısını, çeker giderdi ama neyse ki bir söz vermişti, bekleyecekti. Tüm sabrı, bir süre daha beklediğinde iplik gibi çözülmüş, tahammül edemez olmuştu. Yere çarparken bacağını "Sabır!" demişti, çünkü bir saat, çoktan kendini geride bırakmıştı. "Hande, çık artık, gelip çıkaracağım seni, başka çözüm bırakmıyorsun." Normalde olsa, daha sabırlı olabilirdi ama sabahın erken saatinde, uğraşamazdı ki. "Hayır, çıkacağım, son on dakika daha bekle..." İçeriden çaresizce gelen sesini işittiğinde, daha sabırlı olma kararı aldı. Önünde birleştirdiği kollarını indirirken derince nefes aldı. Bu işlem, aynı bu şekilde, bir süre daha devam etti. Seda, her seslendiğinde 'On dakika - Beş dakika' şeklinde kurtuluş aramak, zaman kazanmak istemişti...

 

..."Hadi be kızım, hadi; sabahın köründe, senin duş keyfini mi bekleyeceğim, hamam değil burası, iki saattir dikeliyorum burada!" Tamamen çekildiğinde sabrın son kırıntıları, eli ile de vurmuştu konuşurken kapı üstüne. "Tamam, son bak, on beş dakikada çıkacağım..." Sesi hafif korkak mı çıkmıştı? Yok bu kız gerçekten sorunluydu, çekilmezdi... "Bir de on beş dakika diyor, kaç on beş dakika geçti, biliyor musun acaba?!" Yükselmişti sesi artık, sabır da bir kısma kadardı, ne zamana dek tahammül edecekti? "Kız bak, çıktın çıktın, beş dakikanın içinde burada olmazsan, gelir kendim çıkarırım." Kesimini kesmişti, demesi gerekeni demişti; hem, kendisi de kadındı, aynı şekilde Nurcan Hanım da öyle, ne diye utanırdı ki?... Anlamaya çalıştı, onun durumunda olsa, kendisi de, etrafındakilere karşı kendini rahatsız hissedebilirdi.

 

"N'oluyor, sabah sabah ne bağırıyorsun?..." Fatih'in odasından çoktan çıkıp ara hole doğru gelmesi ile duraksadı, dikkatlice baktı ağabeyine. Çok dağınık bir hali vardı, kesin düşlerinde Yasemin'le uğraşmıştı, iyi bilirdi bu duruşunu. Üzerine gitmeyecekti, zaten şu an onunla bunu konuşacak vakitte değildi. "Hande, duşa girdi, çıkamıyor, tam iki saattir buradayım." Tam o sırada hole doğru, kucağında bebeği ile birlikte Elif gelmişti. "E aferim Seda, bekledin mi o kadar saat?" Yengesine çatık kaşlarla bakarken konuşmalarını sürdürdü kadın. "Çıkamaz o, mümkün değil, annem sormadan kendi koyar, itiraz etse de, asla tek girmesine izin vermez annem, git çıkar çabuk." Seda, işittikleri ile hızlıca kendine gelirken gerçekten de beklediği için kızdı kendine. Fatih, telefonunun çalması ile banyonun hemen köşesindeki mutfak kapısına ilerlemiş, orada telefonla konuşmaya başlamıştı. Seda ise hızlıca içeri girmiş, girdiğinde de gördüğü manzara karşısında, kendinden nefret etmişti. Çok düşüncesiz davranmıştı, kızın hali içler acısıydı, tek koluyla suyu dökmekte bile zorlanıyordu. Yüklenmişti ancak ama bu halde ne kadar zorlanacağını düşünememişti, keşke tek girmesine, annesi gibi hiç izin vermeseydi, bu kadar da boşuna beklemezdi.

 

Hızlıca duşu aldırıp çıkarırken bornozları giydirmişti üzerine. "Sen bekle az, hem kurursun da, ben şu banyonun suyunu temizleyeyim." demişti banyo çekçekini eline alırken... Hande, onun gelmesini beklediği sürede, ayna önündeki makyaj malzemelerine takılmıştı gözleri. Kimindi acaba bunlar, evde kim kullanırdı? Üç hafta geride kalırken ne kadar bakımsız kaldığını düşündü, kendine ait kıyafetlerden ve makyaj malzemelerinden çok uzakta kalmıştı. İstediği gibi kadınsı giyinmeyeli ne çok olmuştu. "Benim, istersen kullanabilirsin." Sözleri ile duraksarken çok da düşünmedi, bir tarafında destek çubuğu eşliğinde beklerken, sağlam elini uzattı, kırmızı ruju aldı, kapağını, lavobanın önüne bırakarak açıp sonra da dudaklarına ilerletti. Hafifçe renklendirirken dudaklarını, tam istediği gibi, kiraz kırmızısı olduğunu, hafif de parladığını görmüştü. Sırası ile sürebildiği kadar, hepsinden ağırca kullanmıştı. Yeşil renk göz kalemi, rimel, allık... Olabildiği kadar olmuştu işte, hepsi de en sevdiği renklere sahipti. Seda, işlerini bitirdiğinde, karşısındaki kadına olan şaşkınlığını bir kenara bırakıp, köşedeki elbiselerini aldı eline. "Gel odanda giyinirsin, saçlarını da orada kuruturuz." derken sağlam kolundan tutmuş, dışarı çıkarmak için uğraşmıştı.

 

Fatih, telefon konuşmasını sonlandırdığında, cebine atmış telefonu, mutfaktan ayrılmış, banyo tarafına ilerlemişti. Oradan da kahvaltı masasının, kurulduğu bahçenin içine uzanan kapıya ilerleyecekti. Kapının açılması ile tam da orada olduğu için, Seda ile birlikte çıkan kadına baktı, istemsizce değdi bakışları. Yüzündeki değişimi gördüğünde, şaşırmanın aksine, dudaklarına gelen gülüşe engel olamadı. Seda'nın makyaj malzemelerini kullanan kadın, o an için komik gelmişti gözüne. Dudaklarındaki sırıtmasına engel olamamıştı, kendini bundan alıkoyamamıştı. Hande, üzerinde bulunan bornozdan rahatsız hissetmiş, başı önünde, Seda'ya uyum sağlamaya çalışırken hızlandırmıştı kendini. Karşısındaki adamı görse de, başını kaldırmamış, siması ile karşılaşmamıştı. Genç adam, önünden kardeşi ile birlikte ilerleyip geçen kızın ardından belli belirsiz sırıtırken kendi de durmamış, bahçe tarafına doğru ilerlemişti...

 

Hande, üzerinin değişip saçlarının kurutulup taranmasından bu defa memnun kalmıştı. Aklına, banyodaki zor hali geldiğinde, artık desteksiz bir işe kalkışmama kararı almıştı. Seda ile birlikte bahçenin içine, kahvaltı masasına ilerlerken topladığı saçları da ayrıca rahatlatmıştı. Evde de, okulda da topuzu severdi ama basit bir topuzla da toplamazdı saçlarını. Aşağıdan, enseden, ufak, özenli topuz modeli kullanırdı. Tepeden, bakımsızca, gelişigüzel olan topuzları hiç sevmezdi. Nurcan Hanım'ın aksine bugün, Elif serviste bulunmuştu. Dalgındı Nurcan Hanım, dalgınlıkla, uzun süre, şeker atmadığı çayını karıştırmıştı. "Anne al, şeker at da karıştır." Yarı alayla, şeker tabağını uzatmıştı Elif. Etrafından soyutlanmışcasına, bu defa da şeker atmış, uzun süre de öyle karıştırmıştı. Dikkatleri üzerine durgunluğu, dalgınlığı ile çekmişti. "İyi misin anne?" dediğinde Fatih, önce başını hafifçe kaldırıp "Hı!" demiş, sonra bir hızla çay kaşığını aşağı indirip "İyiyim oğlum, halsizim sadece biraz, ondan..." demişti. Yüreği korkulara sarmalanmıştı, dün gördüğü manzara, korkudan kaskatı kesilmesine sebep olmuştu, daha da düğümleri çözülmemişti.

 

Kahvaltı bitiminde, Özcan gelmiş, evdekilerle kısa bir muhabbetin ardından, Fatih'le birlikte çıkmışlardı. Yiğeni Kuzey'i de çıkarken almış, kendisi ile tamirhaneye getirmişti. Dönüşte geç dönerler, kına gecesine giden ailesini arabayla, birlikte alırlardı. Cumartesi olduğu için okulu da tatildi, rahatça gelirdi, iş de gelirdi elinden. Mustafa Bey, Fatih'ten önce kalkmış, erkenden açmıştı tamirhaneyi, geldiklerinde daha rahat etmişlerdi. İçerideki arabaları dışarı çıkaran Fatih, direksiyonu sıkarken hiç böylesi öfkeli olmamıştı; Yasemin'e olan özlemi artmıştı, hep ondan bu haldeydi, her zamankinden daha hızlı çıkarmıştı arabaları dışarı. Yüreğinde Yasemin'e karşı tekrardan başlamış bir sevda, gözleri önünde ise sebebini hiç çözemediği kehribar gözler vardı...

 

* * * * * *

 

Elif, parmaklarındaki iğnenin ucu ile elbisenin genişliğini, kızın üzerinde ayarlarken gözlerinin dolmasını engelleyememişti, ona giydirdiği elbise, kendi geçmişini hatırlatmıştı genç kadına. Uzunluğu, boyuna tam gelmişti neredeyse, rengi ise daha çok açmıştı. Teni berrak olan birini, daha da hoş gösterirdi, kadının kumral tenini, beyaz, uzun elbise açmıştı. Yakası taşlı, uzun, süpürge kolu desenine sahiplik ederken, fırça kuyruk dantelalar ile boncuklanmıştı. Karşısındaki kızın, haddinden çok güzel olduğunu görürken dudağını ısırmamak için zor tutmuştu kendini. Mübalağa edilecek kadar abartı güzelliğe sahipti, üstelik; kilolu olduğu da söylenemezdi, biraz fazlası vardı ama uzun boyundan ötürü, dağılıyordu o kilo da. Koyu kumral saçlarını, her zamankinin aksine, salık bırakmak istemişti Hande, beyaz elbisenin üzerine dökülmesini istemişti. Bu elbisenin, özgürlüğe ne kadar ihtiyaç duyduğunu göstermesi, tam da içindeki esarete uygundu... Kadrajına aldığı kuşlar kadar hassasken, onların kanatları kırılsa, tam da kendisine benzeyeceğini düşünürdü. Hande, istemsizce dün olanları hatırladığında, 'Çalıkuşu' tabirini de hatırlamıştı. Kendisine kitap kafede dediği sözü, dün de kullanmıştı. Herhalde kitap kafede de, elinde gördüğü Reşat Nuri Güntekin kitabından esinlenerek bunu demişti? Ya dün, çok mu hırçın davranmıştı, tüm olanların sebebi, bundan mıydı? Yani sakın davrandığı da denemezdi, adamın gözünü morartmıştı. Biraz üzülse de ona, çok eğlendiğini inkar edemezdi.

 

Kapıdan çıkarlarken derince nefes alıp vermiş, gideceği evde kurtulma isteğini anlatacak birilerini bulup bulamayacağını düşünmüştü. Yapmayacaktı!... Ne olursa olsun, ortalığı daha çok birbirine katamazdı. Yeliz Hanım tarafından buralara gönderilmesi, kimselere değil, sadece annesine acı çektirmesini gerektirirdi. Hande, Yeliz Hanım'ın sevgisine o kadar bağlanmıştı ki, ne olursa olsun, onun saçının telini bile acıtamayacak kadar güçsüzdü, kendini; büyüten annesine karşı epeyce güçsüz, öz annesine karşı da nedense, hep mahçup hissederdi. Kaçarsa, kendi çabası ile kaçacaktı, kimseleri karıştırıp da, daha çok ortalığı birbirine katamazdı. O gün olanların etkisinden, çoğu zamanı kilerde geçirmenin verdiği ürpertiden daha çıkamamıştı. Evdeki kargaşa, istemsizce daha çok gerilmesine sebep olmuştu. Bu evde gürültü, zaten hiç bitmezdi. Nurcan Hanım, Ünzile Hanım'ı, geçici süreliğine eltisi Meliha'ya bırakacaktı, kına gecesinden dönüşte de alacaktı.

 

"İşiniz biter bitmez, gelip alacaksınız beni, vallahi almazsan olay çıkarırım gelin, sıkıyorsa almayın!" Ünzile Hanım, kesimini tamamen kestiğinde, sinirle gözlerini devirmişti karşısındaki kadın. "Tamam anne, tamam, çabuk çıkarız zaten, gelip alırız seni..." Ürkerek konuşmuştu, hastalığından ötürü daha da aksileşmiş, çok kavga çıkarır olmuştu. Susmazsa, cevap verir de üstelerse, daha da uzatırdı. "Kim bu güzellik?" demişti karşısındaki Hande'nin gözlerine, dikkatle bakan Ünzile Hanım. Alıcı bakışlar atarken baştan aşağı süzmüştü. "Oh maşallah, pek de güzelmiş!" Konuşmaları, çok doyurucu olmuştu. "Doğru deyin bana, bak çok kızmayacağım..." Hande kadar Nurcan Hanım da, şaşkınca neler söyleyeceğini merak etmişti. "Yoksa Fatih, Yasemin'i, bu güzel kızla mı aldatıyor?..." Nurcan Hanım, öfke ile ağzını aralarken sinirleri de tekrar gerilmişti. Hande ise ne demek istediğini bile zor anlamıştı, Fatih; o adamdı, kendisini kaçıran; Yasemin kimdi, sevdiği biri mi vardı o adamın, çözemediğinden ötürü, neler dediğini anlamamıştı.

 

"Anne, az lafını bil de konuş, anladık bunadın ama bu kadarı da çok oldu!" Nurcan Hanım, daha dün gördüğü manzaranın etkisinden çıkamazken duyduğu sözler de ayrıca sinirlerini bozmuştu. Hep birlikte evden çıkarlarken taksi çağırmışlardı, Fatih, rahat gidebilmeleri için ailesine taksi parası bırakmıştı, Ünzile Hanım'ı da bırakacakları için mecburdular araçla gitmeye. Yol üzerindeki eltisine, kayınvalidesini bıraktıktan sonra Nurcan Hanım, kına gecesinin olduğu eve doğru ilerlemeye başlamıştı araba.

 

Hande, geldiklerini anladığında, aracın sıradan bir gecekondunun önünde durduğunu gördü. Gün ışığına hasret kalalı ne çok olmuştu, doğru düzgün, hiç dışarı çıkmamıştı. Sadece genelde evin bahçesine çıkardı, o da zaten kısa sürerdi. Yemek vakitleri hariç, bahçede de olmazdı. Yardımcı olan Elif'in desteği ile arabadan inerken, önüne getirilen walkera sımsıkı tutundu. Yüzünü güçlükle kaldırmış, belini çok zor doğrultmuştu. Evin bahçesine doğru ilerlerken bir ara, içinden çıktığı, zorla tutulduğu evi inceledi. İlk getirildiğinde hiç inceleme imkanı bulamamıştı, orası nasıldı? Karanlık bir gece vaktinde hızla getirilince, inceleme fırsatı bulamamıştı. Geri dönerlerken bunu inceleyecekti... Daha getirildiği semti bile bilmiyordu, onu da belki zamanla öğrenirdi. Demir kapıdan geçerlerken düzgün inebilmesi için kolunu tutmuştu Seda, kendini hızlandırmak için çabaladı. Hande, içeri kapısının tarafına doğru ilerlediğinde, gördüğü kişi ile o an için dondu, öylece de kaldı. Yeşil gözlerin sahibi, güçsüz bedenini sarmalarken başını çevirmesi ile anında göz göze gelmişler, tanımazdan, görmezden gelmesi de imkansızdı artık, bu nasıl olurdu? Uzun zaman sonra, haddinden de güçsüzce, bir esaretin altında boğulup kalırken onunla karşılaşmak, daha da çaresiz bırakmıştı genç kadını...

 

||BÖLÜM SONU||

 

Sizce Hande kiminle karşılaştı, tahminleri alalım?...

 

Önceki bölümlere oranla Fatih'in bayağı sakinleştiğini gördünüz. Gerçekçi olması açısından ancak bu oranda kalacak, daha ileri geçmez, geçecekse de çok daha öteki bölümlerde. Bence bu halini hepiniz sevdiniz, hissettim... 😊😊

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın... 😘😘

Loading...
0%