@mavi_melekler
|
Ben geldim, biraz geciktim ama çok da güzel bölüm getirdim.
Hemen bölüme geçirmek istiyorum sizleri, çok keyifle okuyacağınız bir bölüm olacak.
Bölüm Şarkımız: Funda Arar - Mutlu Son (Medyada mevcuttur, açamayanlar için ismini de verdim.)
Keyifli okumalar!
11. Bölüm: "Zehirli Sarmaşık"
Ah,... Ölüm gibi bir şeydi gidişin Yasımı boynuma düğümledim. İntihara meyilli kelimelerim Ve nefretim bir kedi gibi tırmalıyor içimi. Nefretim Kemiriyor İçimi...
Ayşe Dikici
Gün ışığı, keskin ışıklarını, umutla parlamakta olan tenine çarptığında, mutlulukla araladı gözlerini. Uzun zamandır ilk kez, bu kadar sevgi dolu, mutlu uyanmış olmanın keyfi üzerinde olsa da, yatakta tek olmanın üzüntüsü vardı kendisinde. Her tarafı uyuşmuştu ama direnecekti, doğruldu güçlükle de olsa, sağlam bacağını diğer tarafa doğru, yatağın dışına uzattı. Sevdiği adamı ararken gözleri, köşeden koltuk değneğini aldı, güçlükle tutunarak, felçli bacağını da haraket ettirip kalktı. Yürümekte zorlansa da, onu görecek olmanın, aşkının naraları çekişti kalbinde. Kaldıkları odanın kapısından çıkarken, karşısındaki dış kapının açılışını gördü. Anahtarla açılırken kapı, elinde çiçekler, ekmek; simit ve poğaçaların olduğu poşet ile giren adama baktı. "Ben geldim sevgilim!" Şeklinde seslenişini işittiğinde, kendi de odadan tamamen çıkmıştı. Sevgilim... Ne hoş kelamdı, aşkı onunla tanımak, nasıl da güzeldi... Hande, sevdiği adama doğru ilerlerken Aras'ın da kaşlarını çattığını gördü. "Ben sana kaç defa, ben olmadan, kalkmamanı söylemedim mi?" Kendisi için endişelenen hallerini severdi en çok da, bu halini gördükçe, kendini çok değerli hissederdi. "Canım, endişelenme bu kadar, ben tek başıma okula gidiyorum; eğitimimi sürdürüyorum, çoğu işimi, kendim karşılıyorum, her zaman benimle olamazsın ki." Yüzü, belli belirsiz tebessüme boyanmıştı ama geri silinmişti, sevdiği adamla bile olsa, çok zor gülerdi... Yine de simasına bakan, aşkın mutluluğunu görebilirdi. "Olsun, dikkatli ol sen, mecbur kalmadıkça, ben yokken kalkma." Sadece başını sallarken göğsüne sokuldu bir kedi misali, dudaklarını, omzuna bastırırken tebessümünden alamamıştı kendini. Aras, kendisini eli ile okula bırakır, geri de kendisi alırdı, bazen fakültesinin içine, dersin olacağı yere kadar elleri ile getirirdi.
"Ben senin aşkınla köküme kadar budanmışım, bana zarar gelmez..." Omzundan indirirken dudaklarını, başını da çekmişti. "Nereden bulursun acaba bu sözleri, çabuk geç koltuğa, kahvaltı hazır olana kadar da, ben gelmeden kalkmayacaksın..." Sevdiği adamın sözlerini, bir çocuk misali dinlerken ona doğru uzattı ellerini, kendini kucağına almasını istedi, madem emir veriyordu, kollarında taşıyacaktı kendisini. "Anlaşıldı prenses, bugün şımarıklığınız üzerinde..." Kollarını, sevdiği adamın boynuna dolarken kendisini kucağına almasına izin verdi. Aras, kollarındaki kadının ağır bedenini, koltuğun üzerine bıraktığında, mutfak tarafına doğru ilerlemişti. Hande, hemen kenardaki kumandayı eline aldığında, pazar sabahının çizgi filmini açtı, ardına yaslanarak keyifle izlemeye başladı. Çocukluğundan kalan bu özelliğini, bir de sevdiği adama göstermişti, daha da kimseler bilmezdi. Kendisini her haliyle kabul eden, sadakatinden zerre şüphe etmediği adama o kadar aşıktı ki, ondan başkasını görmez olmuştu. En sevdiği pazar sabahlarını onunla geçirmek, bir an olsun ayrılmamak istemişti, okulu olmasa belki de hiç gitmezdi.
...Kahvaltı vaktini özenle geçirirken sevdiği adamdan bir an olsun ayrılmak istememişti, okulu tatildi ama gitmesi gereken bir evi vardı sonuçta, daha evli değildiler. Kendisine kahvaltı hazırlamıştı, belki de onunla geçirdiği, geçirebileceği en güzel pazar sabahıydı. "Biz hiç ayrılmayalım, olur mu Aras, sen beni hiç bırakma?..." Kelimeleri, dilinden bir boşluğa dökülürken onun yeşil gözlerine bakmıştı, yeşil cenneti, tam da karşısındaydı. Elleri ile karnını doyururken "Söz." demişti genç kadının gözlerine eşsiz aşkla bakan adam. "Sana söz veriyorum sevgilim, biz hiç ayrılmayacağız..." Kelimeleri, kocaman bir aşkı inşa ederken kadın, bir gün enkazdan ibaret olacağından habersizce; sayısızca, bir kez daha aşık olmuştu cennet yeşili gözlerine, cehennemi yaşatacağını bilmeden...
Düşlerinden, hunharca sıyrılıp çıkarken oturduğu koltuğun üzerinde sallanmıştı bilinçsizce; sonra kendine gelmiş, doğrulmuş, belini dikleştirmişti. Yanındaki Elif'in kalkmamasını istemişti Hande, korkuyordu, hem de iliklerine dek, ürpertinin içinde çarpıntıyla sarsılıyordu bedeni ve çaresizdi... Kendini, anne sevgisine muhtaç bir çocuk gibi hissetmişti. Aras, kendisini terk ettiğinde, Yeliz Hanım'a koşmuştu, Neslihan Hanım'a gidip de onun 'Ben demiştim, seni kim n'apsın?' benzeri ağır sözlerini çekmemek için büyüten annesine gitmişti. Kollarını açıp kendisini sarmasına izin vermişti, bir anneden daha sıcaktı kolları. O gece, sabaha kadar Yeliz Anne'sinin kollarında ağlamıştı. Yıllar sonra Aras'la karşılaştığında hislerinin bomboş olduğunu anlamıştı. Eskiden onun resimlerine bakarken ağlardı, şimdi ise karşısında kanlı canlı görmüş, hiç tepki göstermemişti. Ürkekti, çaresizdi, bir esaretin altında, öncekinden de daha güçsüz çıkmıştı Aras'ın karşısına... Yaşam, ne vakit kendisine adil olabilmişti ki zaten? Ne tarafa koşsa, hep bir eksiklikle karşılaşmıştı. Hem, onun burada ne işi vardı, kimin neyi olarak, hangi sıfatla gelmişti? Çözememişti, sadece kendisine, ev sahiplerini soran Nurcan Hanım'a, "İçerideler, buyrun geçin." demişti. Sesini, zamanında aşkla dinlediği desibelini işitmek, şimdi sadece acı ve geri kalan hislerine de boşluk duygusu katmıştı.
"Seher kız, o dışarıdaki delikanlı, senin oğlun muydu?" Nurcan Hanım'ın sorusu, ortalığa düşerken içindeki merak da artmıştı. "Hıh, delikanlıya bak!" demişti kendince söylenirken. Yanındaki Elif hariç, kimseler işitmemişti dediğini, o da zaten kızın ne dediğini duymamış, rahatsız etmemek için sormamıştı da. "Evet Nurcan, geldi sonunda Aras'ım, döner dönmez Türkiye'ye, sağ olsun, bizi buralara bıraktı, kırmadı anasını da; getirdi, senin Fatih nerede, o getirmeyecek miydi sizi?" Yurt dışına gideceğini, ayrıldıktan kısa süre sonra işitmişti ama beklememişti, peşini bırakması için söylediğini sanmıştı. Ah, bunu düşünürken bile utanırdı. Zavallıca koşmuştu peşinden, kendinden bazen nefret eden annesine hak verirdi, güçlü gibi gözükse de, sevgisizliğin naçar bıraktığı kadındı. "Sorma Seher, çok çalışıyor Fatih, getiremedi ama dönüşte alacak inşallah bizi; Halil'imle, İnci'min eksikliğini hissettirmemek için çırpınıyor, sırf kendi getiremediği için taksiyle gelelim diye para bıraktı, erkenden çıkmak zorunda kaldı." İki kadının konuşmalarına dikkat kesilirken ismini söylediği kişilere dikkat kesildi. Halil, İnci!... Evdekiler hariç, iki evladı daha mı vardı, nereye gitmişlerdi, nasıl eksilmişlerdi?...
"Hanımefendi ile bizi tanıştıracak mısın Nurcan Teyze?" Hande, diğer taraftaki kıza bakarken içerisi daha çok kalabalıklaşmadığı için ifade edilen kişinin kendisi olduğunu anladı. Kızın görüntüsünü dikkatle incelediğinde, kına gecesi davetine göre çok basit durduğunu gördü. Zayıf bedenine kısa, diz kapaklarında elbise giymişti, nedense komik gelmişti kendisine. Güzel kızdı, bunu inkar edemezdi ama sanki güzelliğini, pek kullanmayı başaramamıştı. Cam misali mavi gözleri, kalın kaşlarından ötürü, pek kendini öne getirememişti. "Zehra'cığım..." derken söze güçlükle başlamıştı Elif. "Hande, Fatih Ağabeyi'nin bir arkadaşı, aynı zamanda, Nurcan Teyze'nin de akrabası..." Yalan söyleme işini önceden, evden çıkmadan sahiplenmişti, ne de olsa Hande'nin gelmesini kendi istemişti, bu sorumluluğu alacaktı. "Yalnız kalabilecek bedensel gücü olmadığı için bir süre, ev ve hasta bakıcı bulana kadar bizimle kalacak." Mantıklı konuşmuştu, kaçırılmış olmasa, kadını tebrik ederdi. Sonra saçmaladığını düşünerek hislerinden sıyrıldı. Hastalığından söz etmişti, söylemese de zaten ortadaydı, birileri, bununla ilgili soru sorar mıydı? En rahatsız olduğu da böylesi zamanlarda, toplum içinde, birilerinin kendisine, hastalığının kalıcılığını, ölçüsünü, sebeplerini sormasıydı... Demek o konuşan kızın ismi Zehra'ydı, kadın açıklamada bulunurken, onun hitabından işitmişti. Kendisinden biraz ufak dursa da, aralarında çok fark olduğu söylenemezdi.
"Maşallah, pek de güzelsin kızım..." İsmini bilmediği, başka bir kadın geldi, oturdu koltuğa. Yanına oturduğunda Elif'le birlikte, diğer kadının ortasında kalmıştı. "Sen bekarsın herhalde..." En nefret ettiği muhabbetlerden biri de bu olacaktı, sonunda neler konuşulacağını tahmin ediyordu, nelerden geçeceğini de. Yanında oturan kadının omzunu okşaması ile diğer tarafındaki Elif'e daha çok sokulmuştu. "Bu kadar güzelini de boş bırakmazlar ama belli, sen bekarsın, alyans göremedim parmağında..." Tahammül sınırları, midesinin de bulanmasına sebep olmuştu. "Geçici herhalde rahatsızlığın da, geçecek, değil mi güzelim?" Sıyrılıp çıkarken korkularının içinden, artık cesur olması gerektiğini düşündü. "Hayır!" dedi buz gibi sesini kullanarak, etrafını üşütmüştü, ilk konuşmasıydı, eğer başarabilirse de son olacaktı. "Kalıcı, geçmedi, geçmeyecek de..." Kendini geri çekmişti, daha cevap vermeyecekti, kadın da zaten bu vakitten sonra, konuşma gereğinde bulunmamıştı... Ortam, sözleri ile aniden sessizleşmişti, etrafındakilerin kendisine acırca baktığını hissetmişti, başını kaldırsa görürdü ama başı hep önünde kalmıştı. Çok sürmeden, insanların sahte merhameti sona ermiş, sessizlik, kendini tekrar gürültünün kargaşasına bırakmıştı.
..."Bir ara çok korkmuştum ama anne, Fatih'le bunun ilişkisi olması imkansız..." Zehra, ortamdaki sessizlik geçip gürültü arttığında, korkunun ardından umuda tekrardan bulanmıştı. "Kes sesini, duyan olacak şimdi, hem ne biliyorsun, ölümcül hastalığı olduğu halde; Yasemin'i çekmiş, hastane odalarında sabahlamış, çekeceği varsa, bunu da çeker." Seher, konuşurken sesinin kısık çıkması için çok çaba sarf etmişti, birilerinin duymasından epeyce korkmuştu. "Yasemin'le, bu sakatı bir mi tutuyorsun anne?" Kızının dediklerinin ardından, sertçe kolunu sıktı. "Doğru konuş, onlar nasıl sözler, iyice kendini kaybettin sen, hadi git mutfağa, insanlara bir faydan dokunsun." Yardımcı olmak için ev sahiplerine, mutfağa doğru ilerlemişti Zehra, içini, o kadına karşı kemiren merak duygusu da, şimdiden esir almıştı.
Hande, çok daraldığında, kendisine doğru gelen Seda'nın, kendisini alıp mutfağa getirmesine müsaade etti, ses çıkarmadı. Oturma salonundaki kalabalığın aksine, mutfak daha sakindi ve bu sessizlik, kadını oldukça rahatlamıştı. Elinde olsa, başka şartlar altında buralara gelse, ona teşekkür edebilirdi, az kalsın edecekti zaten, zor tutmuştu kendisini. O mavi gözlü kadın hariç, kimse de olmamıştı mutfakta. Seda'nın kendisini oturttuğu sandalyenin üzerinde zamanın geçmesini beklerken bu saçmalığın da bitmesini istemişti. Kucağındaki çocukla, Seda'nın kendisiyle ilgilenmesi, sabah ki tavırlarından da anladığı kadarıyla, onda bir parça merhamet olduğunu gösterirdi. Peki merhametli insan, birini zorla kaçıran ağabeyine destek olur muydu? Gereksiz hislerini, bu mantıklı düşüncesi ile sildi attı. Yer veremezdi hislerine, böyle bir durumda saçma olurdu. Kucağında tuttuğu bebek, içerideki Elif'e aitti galiba, bu ailede kaldığı kısacık zamanda, bunu ancak anlayabilmişti. Daha kimin kim olduğunu kavrayamamıştı.
"Nurcan Teyze, çok misafirden hoşlanmaz, bu mahallede olmama rağmen, ben bile pek gelip gitmem, sizi görünce biraz afalladım." Hande, isminin Zehra olduğunu hatırladığı mavi gözlü kadına dikkatle bakarken kelimelerini kendisine kullandığını anlamıştı. Yüreği kadar darmadığın kelimelerini birbirine dolarken verecek cevabını netleştirmek istemişti. Konuşacağı sırada Seda, kendisinden önce davranmış, beklemediği bir cevabı göndermişti kadına. "Neden Zehra'cığım, annem misafiri sevmese, tüm gün bizde olur musun; Allah'tan sevmiyor, bir de sevse, hiç çıkmazsın!..." Neden bu kadar ters konuşmuştu ki, araları mı bozuktu? Kendisini ilgilendirmezdi, esir edildiği ortamda kimseleri tanımadığı gerçeğini hatırladı.
"Yok, o manada demedim, sonuçta kalıcı misafiri kim sever ki?" Ne kadar basit muhabbeti vardı, konuşmak için konuştuğunu hemen anladı. "Çok kalmayacağım, merak etme..." Sert, bolca da soğuk çıkmıştı sesi. İlk fırsatta kurtulacaktı ama burada ortalığı karıştıramazdı. Olur da kurtulamazsa, geri esir edildiğinde, çok ağır sonuçlar alabilirdi. Bu nedenle, kimseden destek almayarak kaçacaktı. Hem, sebebini bilmese de, bir tuhaftı. Yıllar sonra Aras'la karşılaşmanın verdiği tuhaflık mı, esir tutulmanın perişan ettiği psikoloji mi? Çözemediği gibi tıkanıp kalmıştı. Yerinde başkası, kaçırıldığı evden günler sonra çıkartılıp, davete getirilmiş olsa, kendisini kurtaracak birilerini arardı. Hande, geldiği davette, normalin aksine, kendini daha çok esaret altında hissetmişti. Aras!... İsmi, ansızın zihnine düşerken başını kaldırıp etrafına bakındı kadın, gözleri onu aradı, sonra dışarıda kaldığını, ailesini bırakıp gittiğini hatırladı. Ne kadar saçma düşüncelere kapılmıştı, daha kendini kurtaramamış biri mi, kendisinin kurtulması için çabalayacaktı? Utanmasa boynuna atlardı, ne kadar acizce düşünüyordu. Elbette ki çaresizdi ama bunu belli etmemesi gerekti. Gelip geçen misafirlerle ilgilenen, devamlı mutfağa girip çıkan mavi gözlü kızın, Nurcan Hanım'la içeride iletişim kuran kadının kızı olduğunu düşündü. Yanında oturmuştu onun ve birbirlerine benzemekteydiler, o kadın da, Aras'ın annesiydi. Yani bu mavi gözlü, adının Zehra olduğunu öğrendiği kızın, Aras'la kardeş olma ihtimali var mıydı? İncelemelerine göre tahminde bulunmuştu, doğru olma ihtimali de epeyce belirgindi.
İçeri tarafına tekrar getirildiğinde, bu defa kendisi ile birlikte Nurcan Hanım vardı, Elif de; Seda'nın bulunduğu mutfak tarafına geçmişti. Oturma odasında, kalabalığın tam içinde beklerken zaman da geçmek bilmemişti. Işıklar kapatılmış, kınası olan gelin de gelmişti. Yanındaki Nurcan Hanım'ın kulağına doğru eğilen Hande, uzun zaman sonra ilk kez sessizliğine son vermiş, merakla, "Gelin bu, ortadaki mi?" demişti. Yanındaki kadın, kısa süreliğine kendisine dönmüş, sadece başını olumlu anlamda sallamıştı. Alt dudağını ısırırken siması buruşmuştu istemsizce. "Ne kadar çirkinmiş!" derken, kelimelerine de engel olamamıştı. Kendini kilolu sanırdı, ortadaki kadını görene kadar... Hem kilolu, hem de çapsız, iri bedeni vardı, üstelik; kına gecesi için giyindiği elbiseyi de, hiç düzgün seçememiş, toparladığı saçları ile de, iri tenini daha çok göstermişti. Nurcan Hanım'ın, kendisinin kolunu çimdiklerken güldüğünü anlamıştı. "Kız, bu kadar açık sözlü olma, sus, biri duyacak şimdi." Gülerek konuşmuş kadın, ürkmüştü de. Daha konuşmazdı zaten ama baştan bunu demese de, içi rahat etmezdi.
Ortada dolaştırılan kına tepsisinden, önce gelinin eline kınalar sürülmüş, ardından da, sırası ile herkesin önünde gezdirilmişti o tepsi. Herkesin eline sürülecekti anlaşılan, ışıklar da geri açılmıştı. Mutfaktaki mavi gözlü kadın, çok büyük bir heyecanla çıkmış, en önlerde sırasını almıştı. Ev işlerine gösterdiği destekten, mutfaktan kolay çıkmamasından anlamıştı ki, tam da bu ortamlara uygun kadındı. Daha doğru düzgün tanımasa bile, çabuk çözmüştü. Hal ve tavırları ile çabuk kendini ele veren duruşa sahipti. Tahminleri doğru çıkar da, Aras'la gerçekten kardeş olduğunu anlarsa, gözlemlerinin de hatalı olmadığını anlardı. Düşüncelerinden çıkmasına sebep olan, kendi önüne getirilen tepsiyi görmek olmuştu. Kına tepsisi, kendi önüne getirilmişti. Sağlam elinin avucunu, refleksle sımsıkı kapatırken korku ile iç geçirdi. "İstemem!" dedi katı sesini kullanarak, geri çekti kendini. Diğer kolunu çok zor kıpırdatırdı, sağlam kolunun elini de zaten sıkmıştı, açmazdı. "Kız biraz sürsün, nasiptir, kısmetin açılır..." Yanına oturup konuşan, elini açmasını isteyen kadın, ilk geldiğinde, kendisine hastalığından ötürü soru soran kadındı. O kadın, elini açması için avcunu zorlarken Nurcan Hanım da uzatmış elini, diğer koluna dokundurmuştu. "Hadi kızım, ısrar etme, sürsün azıcık, uzat sağlam kolunu." Yumruk haline getirdiği elini açamazdı, kolunu da kıpırdatmadı, diğer kolu gibi, haraketsiz tuttu.
"Kızım açsana elini, delirtecek misin lan sen beni?!" Yumruk haline getirdiği avucunu açmadıkça, elindeki kuş da acı çekiyordu. Gelincik, can çekişiyordu avucunun içinde, düşleri ölüyordu... Yumruğunu açmadığı gibi, hunharca akan gözyaşlarını durduramamış, daha çok büzülmüştü oturduğu koltukta. Açarsa elini, kuşunu alacaktı ondan, uçuracaktı göklere. Cezaevine gitmeden önce kendisine babası almıştı bunu, serbest bırakamazdı, hem dışarı bırakılırsa, ölürdü. Yaşaması çok zordu dışarıda, sağ bırakmazdı onu sokak kedileri... Elini açması için kendisini zorlarken sarsıp duruyordu. "Yalvarırım üzerine gitme Koray, ben alır elinden, atarım dışarı!..." Neslihan Hanım'ın sesindeki çaresizlik, etrafı sarmalarken kocasını, kızının üzerinden alabilmek için çabalamıştı. "Sen karışma, evlenirken bunun varlığından bile söz etmedin bana, şimdi bırakacaksın, baba gibi terbiye edeceğim!" demişti karısını ittiren, kızın üzerine daha çok saldıran Koray, artık son raddesine gelmişti. "Sen benim babam değilsin!" derken hıçkırıkları dinmiş, sesini güçlü tutabilmek için çabalamıştı. "Babam geri gelecek, kurtaracak beni senin elinden..." Kelimeleri, belki de kendi sonunu hazırlamıştı. Yeni iyileşmekte olan sakat bedeni, defalarca kez üvey babası tarafından hırpalandığında, elini istemsizce daha çok sıkmıştı. Her sıktığında, avuçları arasındaki Gelincik, daha çok ötmüş, can çekişmişti. Ellerinden kurtulduğunda, ne bedeninde hal kalmıştı, ne de elindeki kuşta; avuçlarındaki kuş ölüsünden daha çok, kalbi perişan edilmişti...
..."Babamı getir bana anne, ben sadece babamı istiyorum, o geri gelsin." Neslihan Hanım'ın kolları arasında ağlarken sonunda avucunu açmıştı ama artık çok geçti. "Sonra gittin, sokakta kuş ölüsü bulmuş çocuk gibi ağladım!" Didem Madak'ın sözleri düştü kalbine, önce avuçlarındaki kuş ölüsüne, sonra içindeki tonlarca düş ölüsüne ağladı. "Yapma kızım, Hande'm; ağlama ne olur annem, senin baban suçlu, birini öldürdü, ondan sana 'Baba' olmaz, Koray Ağabey'ine alıştır kendini, ondan başka çaremiz olamaz, bak bize o sahip çıktı, evini açtı, bizim ondan başka kimsemiz kalmadı..." Ne zaman diklense, hep böyle olurdu, önce Koray'ın sabrını bir güzel zorlar, en sonunda da, göreceği şiddetten nasibini, oldukça bol alırdı. Hande, babası gittikten sonra, ona olan hasretinden, içini kasıp kavuran, yokluğunun keskin acısından kendini alamamıştı. Her özlediğinde, annesi tarafından, babasına karşı; yoğun nefretle doldurulurdu içi, hasretinin üzeri, nefretle kapatılırdı, kinle örtülürdü... Sadece kuşunu vermek istememişti ama onu kendisinden geri alacaklarını, elinde sadece cansız bedeninin kalacağını nereden bilebilirdi ki?...
Yüreği, geçmişinin karanlık perdelerle sarmalanmış pencerelerinden çıkarken kendini daha çok geri çekti. "Dokunma bana, sakın dokunma, istemem!" demişti, babasına olan nefretini, bu defa da sesine vermiş, karşısındaki insanlara kusmuştu. "Yavrum biraz sürsün, sanki ne olacak?" Yanındaki diğer kadın, tekrardan kendisini zorlarken ittirdi onu hafifçe ama bunu avucunu açmadan gerçekleştirdi. Yumruğunu, göğsüne hafifçe geçirdi, "Git!" dedi dişleri arasından. "Yeter, rahat bırakın beni!" Hızla kalktı, önündeki walkera güçlükle tutundu, kendini sürüklemek için çabaladı. Ellerinde walkerı tutacak güç kalmadığında, bedeninden de çekildi aynı güç, hızla doğrulması, attığı birkaç adımın ardından, birden düşmesine sebep oldu. Yere hızla düşerken bedeni, acı ile inlemişti. Yanına gelen Nurcan Hanım, hafifçe eğilirken kendisine doğru, "Gel kızım, gel korkma, tamam sürmeyeceğiz." demişti. Diğer kadınlar da, korku ile kendisine ilerlemiş, kaldırmak istemişlerdi ama o an için Nurcan Hanım'dan başka kimselere sığınmak istememişti. Elinde olsa, ona da sığınmazdı ama kendini en güçsüz hissettiği vakitlerde, tutunacak bir dal aramıştı. İstemeden, toplum içinde bir kez daha dikkatleri üzerine çekmişti.
Olanları, çok uzak denemeyecek mesafede, keyifle seyreden genç kadın, kendinden ve düşüncelerinden emin olmuştu. Karşısındaki kızın sorunlu olduğunu, sakatlığından ötürü, psikolojisinin de sağlam olmadığını anlamıştı. Fatih'in bununla ne işi olurdu ki? Bir an, saçma düşüncelere kapılmıştı ama çabucak silip atmıştı aklından. Zehra, Nurcan Hanım tarafından kaldırılan kıza baktığında, kına gecesine göre çok bakımlı geldiğini görmüştü. Ne önemi vardı ki? İki adım atacak mecali olmayan, bakımlı olsa ne olacaktı, bakımını bile evdekiler üstlenmişti kesin... Yine de üzülmüştü karşısındaki kıza, başından neler geçmişse, çaresiz travmalara sahipti anlaşılan. "Melda Teyze, sana kaç kere, o halıyı kıvırma, düzelt demiştim." derken ev sahibine, karşısındaki kızın rencide olmaması için çabalamıştı. Hande, Nurcan Hanım ile birlikte mutfak tarafına geçerken Zehra ise hiç olmadığı kadar keyifliydi, uğraşsa bu kadar mutlu olamazdı. Karamsar düşünceleri sonlanmış, gördükleri ile Fatih'in, bu saçma kadınla işi olmayacağını anlamıştı. Yine de içini kemiren ufak şüpheler olsa bile, onu ilk gördüğü zaman kavramına göre, çok daha rahat hissetmişti kendini.
Hande, içinden çıkmak bilmez sancılarla, tez vakitte buradan kurtulmak için uğraşmıştı. Yüreğinde duadan başka çaba olmamıştı. Esir tutulduğu hayatta, esir tutulduğu bir diğer eve gitmek isteğini dile getirecek kadar da salak olamazdı. Uzun süre mutfakta, Seda ile birlikte kalmıştı. Yanına bir ara o kız gelmişti, mavi gözlü, isminin Zehra olduğunu anladığı genç kız gelmiş, "İyisin, değil mi?" demişti sadece, ne kadar samimiyetsiz olunursa, o kadar düzgün imal edilmiş, sahte merhamete sahipti. Gözleri ile cevaplamıştı, başını sallama gereği bile duymamış, "İyiyim." demişti sadece, bakışlarını kullanarak... Çok sürmemiş, duaları kabul olmuş, kendisine doğru gelen Seda, kalkacaklarını demişti, bebek bu defa annesinde, Elif'in kucağında olsa gerekti. "Anne, Fatih Ağabey'imi aradım, gelip alacak bizi!" İçerisine, hayli uzun bir sesle seslenmiş, önüne walkerı bırakarak, kollarından tutmuş, kaldırmıştı kendisini. Zehra, mavi gözlü kız ise ardından, omuzlarından ittirerek kalkmasına destek olmuştu. Seda ile anlaşamamalarına rağmen, neden bunu gerçekleştirmişti? Herhalde ki Seda için değil, kendisi için çabalamıştı. Yürüteçe tutunurken ilerlemiş, oturma salonuna doğru geçmişlerdi. Oturma salonu ile mutfak arasında, attığı kaçıncı adımlardı, şüphesiz ki sayamamıştı?... İçeri geçtiklerinde, Nurcan Hanım'ın, eskitme paltosunu üzerine geçirdiğini gördü. Yarımlık pardesü, mavimsi tonlarda, döküntüden ibaretti, bu insanlar çok fakirdi, kendisinin Yeliz Hanım'la geçirdiği o şahşahalı hayata göre, epeyce sıradanın aşağısında hayatları vardı. Bu kadar sıradanken, nasıl olur da birini kaçıracak, zorla tutacak cesarete sahip olabilirlerdi?...
"Zehra, hadi kızım, Nurcan Teyze'nler çıkacak, Aras Ağabey'ini aradıysan gel, biz de onlarla birlikte dışarıda bekleyelim." Evvelden, ilk geldiği vakitlerden, isminin Seher olduğunu öğrendiği kadının konuşmaları, zihnini sarmalayıp geçmişti. Kafasının her tarafını sarıp sarmalayan kelimeler, zihnini bağlamıştı, nasıl çıkacaktı dışarı? Seda'nın ardından sürüklenirken dışarı çıkmak istememişti. "Yardım et bana Allah'ım." demişti derinliklerinden kopup gelen iç sesinden... Kimselere duyuramasa da sesini, içinin derinliklerinde konuşmuştu. "Ben çok büyük bir günah işledim zamanında ama ne olur, sen şimdi kurtar beni, bana çıkış göster; onun karşısında güçsüz olmak istemiyorum, bir çare Allah'ım, çok küçücük bir çare!..." Yürümeleri de duraksamış, adımları kilitlenmişti... Yürüteçi önünde kalakalırken Seda'nın, "Gelsene!" demesi ile kendini toparlamış, hemen onu takip etmişti. Dışarının temiz havası, ilk kez çok rahatsız etmişti, çünkü kapı önüne çıkar çıkmaz, onun bakışları değmişti gözlerine. Görüntüleri de, tavırları gibi, o Zehra denen kızla benzerdi, Seher Hanım'ın konuşmalarından da epeyce emin olmuştu. Yanılmamıştı hislerinde, kardeştiler. Kolay hal, hatalı çıkmazdı zaten düşünceleri. Ne kadar çabuktu ikinci karşılaşmaları, böylesini de hiç beklememişti. Yeşil gözleri, gördüğü ilk günlerden çok da farklı sayılmazdı, olup bitenleri hatırlamasa, klişe dizilerdeki gibi, hafızasını kaybetmiş olsa, kesinlikle ona tekrar aşık olabilirdi. Yaşamının, dizilerdeki kadar sıradan olmadığını, esaret altında tutulduğunu hatırladığında anlamıştı. Yüzüne belli belirsiz bakan Aras, tam konuşmak için dudaklarını araladığında, Seher Hanım'ın seslenmesi, kendilerine doğru da gelmesi ile geri çekilmişti.
"Geldin mi oğlum, bekle; Nurcan Teyze'nin oğlu Fatih de gelsin, iki araba gidelim, hem tanışırsınız da!..." Yok artık, bu kadarına da zor katlanırdı. Ne aceleci kadındı. Elif, Seda ve Nurcan Hanım da, kendilerine doğru gelmiş, hep birlikte, dışarının temiz havasını alırken beklemişlerdi. "Olur anne, bekler tanışırız o zaman, sıkıntı değil." Zamanında aşık olduğu sesini, seneler sonra ilk kez işitti. Ayrılıklarının ilk zamanlarında, ne vakit sesini işitse, canı acır, kalbine hançerler saplanırdı ama şimdi, hisssizdi, bomboş, olmaması gereken bir ortamda karşılaştıkları için de epeyce çaresizdi. "Yeni gördüm seni evladım, ne işle uğraşırsın sen?" Nurcan Hanım'ın, Aras'a sorusunu dinlerken vereceği cevabı, sırf bunca zaman nerede olduğunu bilmek için merak etti. "Yurt dışına, eğitim için gittim efendim, üniversitedeki eğitimimin kalanını, dış devlette tamamlamak istedim, İç Mimarlık bölümünden mezunum..." Okumak, keşke her dışarıdan erkek gibi görüneni adam edebilseydi... Türkiye gibi bir ülkede, erkek olmak çok kolaydı ama adam olabilmek, esas zor olanda bu idi Hande için, sinirle alt dudağını ısırmıştı düşüncelerinden çıkarken...
"Yakın arkadaşım olur Hande, aynı okulda okuduk, seni buralara hangi sebepler sürükledi, anlatmayacak mısın?..." Sormasını beklemişti ama bu kadar çabuk, böyle arsız ve rahatça konuşabileceğini hiç düşünmemişti. Yanındakilerden gelen şaşkın bakışları, tam bakmasa da, üzerinde hissetti genç kadın. Etraftan bazılarının şaşkın nidaları ve tepkileri dağıldı ortama. Konuşmak, karşısında çok güçlü sözler etmek için dudaklarını aralamıştı ama öyle çaresizdi ki, konuşmalarının içine batacağını anlamıştı. Karşıdan gelen ses, duraksamasına sebep oldu. Kendilerine doğru ilerlemekte olan genç adam, kadının görüş alanına girdiğinde, aklına şeytanice bir fikir geldi. Neden daha önce düşünmemişti ki?... Yüzüne, hiçbir zaman, kimselere göstermediği mutluluğun en sahtesini, en gerçekçi şekilde değdirdi. Kendi istemişti, arsızca, pişmanlığın aksine, pişkinliğini konuşturan adama, hayatı boyunca unutamayacağı bir ders verecekti. Umrunda olur muydu acaba gerçekten de, ders alır mıydı haraketinden, az önce düşündüğü gibi; kıskanır, üzülür, sinirlenir miydi? Ne önemi var ki?... Yapacakları ile karşısında güçsüz duruma düşmekten kurtulacaktı. Düşünmesi bile keyif verirken bunun sonuçlarını, çok ağır ödeyeceğini bilse de, o an için umursamadı.
Yanında arkadaşları Turgut ve Özcan ile birlikte, karanlık gecenin ortasında, hayata meydan okurcasına ilerleyen genç adam, uzaklardan seslenmişti ailesine. "Hadi geçin araba tarafına, binin siz, ben de geleceğim birazdan." Gel gör ki kimse geçmedi, anlaşılan güzel bir hengame vardı, içinden tam da bunları geçirmekte olan Fatih, hiç görmediği genç adama baktı dikkatlice. Turgut, Seda'nın kucağındaki Nilüfer'e ellerini uzatırken "Alabilir miyim?" demişti, gözlerinde Nilüfer'e karşı sevgi değil, genç kıza karşı hissettiği tarifsiz hisler vardı. "Tabii." dedi sesi pürüzlü çıkan genç kız. Turgut, kucağından bebeği alırken bir süre tutmuş, duyguluca bakmıştı. "Rabbi'm kaderini benzetmesin, aynı rahmetli Halil Ağabey'e benziyor, sanki kopyası..." Ela gözleri hüzünle dolan genç kız, sadece ağırca başını sallamıştı. "Hoş geldin bu arada." demişti güçlükle, karşısında neden bu kadar heyecanlandığını da çözememişti. "Hoş buldum, vereyim istersen sana geri, beni bilirsin, şimdi tıpçılığım tutar, hasta olduğunu söyler, endişelendiririm." Seda, seslice gülerken kollarını uzatmıştı Turgut'un kucağındaki bebeğe doğru, almak istemişti. Etraftaki herkes kendi halinde olduğundan, kimse onların bakışlarını görememişti. "Gel halacığım." demişti kollarını uzattığında bebeği alırken...
..."Ben sizi tanıştıramadım, değil mi?" Fatih, geldikten kısa süre sonra konuşan genç kıza dikkatle bakarken bir halt çevireceğini anlamıştı. Düşünüp, insaf edip buralara gelmesini istemekle hata mı etmişti? "Aras, burada karşıma çıktı, kendisini az önce, senin ailene tanıttığı gibi, benim üniversiteden bir arkadaşım olur..." Karşısındaki adama dikkatle bakan Fatih, annesinin sürekli bahsettiği, Seher Hanım'ın dış devletten gelen oğlu Aras'ın, bu adam olduğunu anladı. "Size anlatma imkanımız olmadı, daha doğrusu ben, hemen duyulmasını istemedim ama madem Aras da karşımızda, beni bu kadar merak etti, sizi sözlümle tanıştırmak isterim..." Hande, sonu bilinmez bir dönemece girerken kalpleri, zehirli sarmaşık misali, iplere düğüm etmişti. "Aras, Fatih; benim kısa zamanda söz kestiğim nişanlım, ailem uzakta olduğu için şimdilik burada, Nurcan Hanım'ın evinde, sözlümün gözü önünde kalıyorum, Fatih'ciğim; Aras da benim, üniversiteden, samimi bir arkadaşım olur, sizi tanıştırmak istedim!..."
||BÖLÜM SONU||
Evet, bir bölümü daha devirerek geride bırakmış olduk. Bölüm sonu hakkında düşüncelerinizi merak ettim.
Hande, kendinden bile beklemediği, ağır bir bomba patlattı. Amacı sadece intikam almak olsa da, hamlesi çok fena sonuçlara sebep olacak.
Yorumlarda görüşmek üzere, hoşça kalın... |
0% |