Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. Bölüm: "Son Koz"

@mavi_melekler

Merhaba, ben geldim!

 

Güzel bir bölüm getirdim karşınıza, çok uzatmadan da hemen geçelim.

 

Bölüm Şarkımız:

Eylem Aktaş: Sevda

 

Neden bu şarkı olduğunu ben de bilemedim, hoşuma gitti. Medyada mevcuttur, açamayanlar için ismini de verdim.

 

Keyifli okumalar!

 

 

12. Bölüm: "Son Koz"

 

..."Ben sizi tanıştıramadım, değil mi?" Fatih, geldikten kısa süre sonra konuşan genç kıza dikkatle bakarken bir halt çevireceğini anlamıştı. Düşünüp, insaf edip buralara gelmesini istemekle hata mı etmişti? "Aras, burada karşıma çıktı, kendisini az önce, senin ailene tanıttığı gibi, benim üniversiteden bir arkadaşım olur..." Karşısındaki adama dikkatle bakan Fatih, annesinin sürekli bahsettiği, Seher Hanım'ın dış devletten gelen oğlu Aras'ın, bu adam olduğunu anladı. "Size anlatma imkanımız olmadı, daha doğrusu ben, hemen duyulmasını istemedim ama madem Aras da karşımızda, beni bu kadar merak etti, sizi sözlümle tanıştırmak isterim..." Hande, sonu bilinmez bir dönemece girerken kalpleri, zehirli sarmaşık misali, iplere düğüm etmişti. "Aras, Fatih; benim kısa zamanda söz kestiğim nişanlım, ailem uzakta olduğu için şimdilik burada, Nurcan Hanım'ın evinde, sözlümün gözü önünde kalıyorum, Fatih'ciğim; Aras da benim, üniversiteden, samimi bir arkadaşım olur, sizi tanıştırmak istedim!..."

 

Genç adam, zifiri karanlık akşamın gölgesinde işittikleri ile kaskatı kesilirken ne tepki vereceğini de çözememişti. Yanındaki kadına baktı önce, ardından çok sürmeden, karşısındaki adama bakışlarını gönderdi. Ne denirdi, sahi ne tepki verilmesi gerekirdi bu durumda? Yanındaki kadına, tekrardan, ortama karşı belli belirsiz ama o kadar da dikkatle bakarken gözlerinde bir his gördü, çok değişik, bu zamana kadar görmediği o his, adamın içine de, eşsiz merak duygusunu saplamıştı. Yaptığının sebebi vardı, olması gerekti, değil mi? Kimse, bu beklenmedik haraketi, durup dururken sergilemezdi. Çaresizlik, kadının delici bakan kehribar gözleri; ilk kez hafifçe durgunlanmış, çok az da olsa, çaresizlik denen o illet hissi görmüştü. Yakarırcasına olduğunu demek, bu asiliğine hayran kaldığı kadına haksızlık olurdu, rica edercesine bakmıştı gözlerine... Yalanı, kendisinin dile getirdiği gibi, Fatih'in de devam ettirmesini istemekteydi. Neden, kendisine sormamıştı ki buna kalkışırken? Tahminleri vardı ama o tahminler, kadının buna kalkışmasını gerektirecek derecede değildi. Sebebi ne olursa olsun, insan böyle düşüncesiz davranmazdı ki... Fatih, oturduğu mahallede, Yasemin'e olan sadakati ile bilinirdi, her gün kabir ziyaretine giden; kalbini, istemese de aşka kapatmış bir adamdı. Yalanı sürdürürse, kendi adı da kirlenecekti ama kadının çaresiz bakışları da, içini bir tuhaf etmişti.

 

"Merhaba Fatih Bey, ben de Aras, tanıştığımıza çok memnun oldum; şanslı adamsınız, inkar edemem..." Kendisine elini uzatırken konuşan adama, refleksle elini uzatırken avuçlar birleşmiş, kısa süre tokalaşmıştılar. "Teşekkür ederim Aras Bey, hep öyle derler etrafımdaki insanlar, sizin de bu şekilde düşünmeniz şaşırtmadı doğrusu..." Yalanı sürdürmek amaçlı, kendinden bağımsız dökülürken kelimeler dilinden, haddinden uzun süren tokalaşmaları, Fatih'in hızla elini geri çekmesi ile sonlanmıştı. Aras'ın, kendi gözlerine öfkeli baktığını, anında hissetmişti genç adam, hislerinin kuvvetine güvenirdi. Yanılmamıştı tahminlerinde, bu adam, kızın eski sevgilisi olabilirdi. Yoksa neden öfke ile bakacaktı ki? Eski ama bitmemişti anlaşılan. Yarım kalan aşkın acısını kadın, düpedüz, hiç sormadan, kendisini kullanarak çıkarmak istemişti...

 

Eve geri döndüklerinde, saat çok geç olsa bile, tartışma bitmemiş, adeta küllerinden doğmuştu. Nurcan Hanım, Hande'nin hal ve tavırları üzerine delirirken, oğlunu da dolduruşa getirmek istemiş, anlaşılan; Fatih'ten daha çok sinirlenmiş, bunu belirtmekten de, zerre çekinmemişti. Olup bitenleri alayla seyreden Özcan, Turgut'a göre, daha matrak davranmıştı. Gecenin sonunda, olup bitenleri, kendilerinin çözmesi için, ikisi de çok oturmamış, meseleleri tek başına, rahat çözebilmeleri için kısaca bahçede durmuşlar, içeri girmeden de çıkmışlardı. Arkadaşlarını geçirdikten kısa süre sonra evine tekrar giren Fatih, gördüğü manzara karşısında biraz gerilmişti. Nurcan Hanım, Hande'nin üzerine doğru ilerlerken, sesinin alevi, dışarısını sarmalamıştı. "Senin derdin ne kızım?!" derken alevler içinde en çok kendi desibelini tutuşturmuştu. "Anne tamam, gitme üzerine, vardır mantıklı açıklaması." Elif, omuzlarından tutarak geri çekerken kadını, sakinleştirmek istemişti. Seda, arka odada bebekle ilgilenmekte, Aytaç'la Kuzey de odalarına geçmiştiler.

 

"Yok bir de olmasın, olacak tabii, Hande Hanım, tüm bu olanların sebebini bize anlatana kadar odasına geçemez!..." Yaklaşırlarken her gün biraz daha birbirlerine, çaresizce oğlunun, tekrardan aynı bataklığa saplanışını izleyemezdi Nurcan Hanım, çaba göstermesi gerekti. "Önce siz anlatsanız, neden burada olduğumu; bulunduğum ortamdan çıkamama sebebimden siz söz etseniz; sizin marifetleriniz karşısında, benim haltlarım, çok hafif değil mi?" Eve geldi geleli, belki de sergilediği en uzun konuşma olmuştu Hande'nin, sesi sakindi, suçunun bilincindeydi ama kim, bu durumda, mecbur kalmasa kalkışırdı ki böylesine?... "Sakın!" dedi orta parmağını kaldıran, ikazcı duruşa sahip kadın. "Karıştırma bunları, kendini öne sürerek, işin içinden sıyrılamazsın." Sabrı taşmış, gelebileceği son raddeydi artık. Daha dün gördüğü manzaranın etkisinden çıkamazken bir de bu gelmişti başlarına. Olup bitenleri oğlu birlikte şaşkınca izlemekte olan Mustafa Bey, epeyce tepkisizdi. Eşinin peşin hükümlü halinin aksine, olacağına bırakmıştı, kaderde ne varsa, onu göreceklerdi.

 

"İşinize gelmedi tabii, çok normal; açıklayamayacağım bir sebebi var, sizi zor durumda bırakmak istemezdim ama nasıl ki ben size katlanmaktaysam, siz de bu oyunu kaldığı gibi devam ettireceksiniz."

 

"Küstahlığa bak sen, ne arsız, edepsiz çıktın kızım, sana evimizi açtık, sen bizim mahallede adımızı çıkardın!"

 

"Evinizi bana, oğlunuzun suçunu bastırmak için açtınız, beni getirdiğiniz davette sesim çıktı mı, istesem sizi orada ele verirdim ama buna imkanım olmadı." Gittiğinde Aras'la karşılaşmasa, belki de olurdu. Yardım ister birinden, polisi arattırabilirdi lakin onu görmek, her tarafını düğümlemişti genç kadının. "Ben size katlandım, sıra sizde, Aras ve ailesi, beni oğlunuzla sözlü olarak bilecek, zaten burada durmamın, daha mantıklı açıklaması olamaz."

 

"Hayır, hemen öğrenecekler, sen benim evladımın adını kirletemezsin."

 

"Yeterince kirli değil mi zaten ismi, birini kaçırdı, zorla alıkoydu!"

 

"Sana saptırma dedim, zorla burada olman, masum olduğun anlamına gelmez."

 

"Değilim zaten, masum değilim, masum olmak için de doğmadım; zorla tutulduğum günlerde, kendimi hiçbir zaman masum görmedim, çaresizdim, şimdi olduğu gibi; Aras ve ailesi, bu gerçeğin aksini öğrenemez, öğrenirse, siz de kendinizi hapisanede bulursunuz, bugün olmadığımdan on kat acımasız olurum!" Hande, son kozunu ortaya attığında, ileri gittiğini bilse bile, kendini geri çekmedi, böyle devam edecekti. Girecek delik aradığında, bulunduğu ortamdan kurtulmak istemişti. Kalan çaresi, kendisine verdikleri odanın içine gitmekti. Güçlükle ilerletirken kendini, kadının ardından dediklerini işitmişti. "Utanmaz, bir de arsızca tehdit etti bizi, Fatih, bak bunun ağzının payını vereceksin, çok olmaya başladı artık, at ailesinin kapısına, gel geri!..." Söylenenleri duymak istemedi, aldırmadı, gitmek, daha çok işine gelirdi zaten, kadının dediklerine üzülecek değildi. Sevinmişti oğlunu doldurmasına, girdiğinde odanın içine, Nurcan Hanım'a nispette bulunurcasına, sertçe örtmüştü odanın kapısını... Kapının çarpılışı, oturma odasından işitildiğinde, daha da öfkelenen Nurcan Hanım, kendine engel olamamıştı.

 

"Haraketlerine bak şunun, biz ona tavır alacağımıza, bir de üste çıktı hanımefendi; ben bu rezilliğe müsaade edemem, gidecek, hem de en kısa vakitte."

 

"Yapamam, emanet o bana; istemezsen anlarım, Özcan, onu tutabileceğim ev ayarlar bize ama öz annesine veremem, büyüten annesi hasta zaten, evliliği engelleyemediği için bana teslim etti."

 

"Neden veremez mişsin, gönder öz annesine, evlendirsin işte mis gibi, zaten durumu belli; başka kimle evlenecek, kadın tam kızına layık birini bulmuş, nikâhta keramet vardır, evlensin, biz de kurtulalım!..."

 

"Anne!" Elini kaldırdı, eli havada konuşmasını sürdürürken tahammülü kalmamıştı. "Sözlerine dikkat et istersen, insanları sınıflandırma; sen bizi bu zihniyetle büyütmedin, İnci'yi hatırla, dokunmaya kıyamadığın kardeşime de, aynısını düşündün mü?"

 

"O, benim evladımdı, karıştırma kardeşini!"

 

"İçerideki kadın da, çaresiz bir babanın evladı, benden başka tutunağı kalmamış Yeliz Hanım'ın, kalbinde büyüttüğü evladı, kimse öylesine gelmedi bu dünyaya, bu kadar bencil olma!"

 

"Olanların hiçbiri de öylesine değil Nurcan." Sonunda kendinde konuşacak gücü bulan Mustafa Bey, kesimini kesme kararı almıştı. "Kızın söyledikleri, suçumuzu daha geç ortalığa çıkarır, doğru olmasa bile mantıklı."

 

"Yaaa, nesi mantıklı, benim oğlumun adı kirlendi, Yasemin'in acısı ile tanınan evladım; Yasemin'den daha ağır durumdaki kızla, birbirine aşık, sözlü rolüne girdi." Derince nefes alıp verirken artık içinde tutmaması gerektiğini düşündü. Dün tam da bu saatler de olanlar, acıdan her tarafına iğneler batırmıştı. "Ben sana başıma ikinci Yasemin vakası çıkarma, demedim mi? Fatih, sen hislerine mağlup geleceksin oğlum, ben senin annenim; seni tanırım, öyle olmasa, orada oyunu sürdürmez, anında geri çevirirdin, biz zaten o kızı, senin arkadaşın, uzaktan akrabamız olarak tanıtmıştık."

 

"Nereden bilebilirdim kim olarak tanıttığını anne, sizi evden gizli kamera ile göndermedim, izlemediğim için de bilemezdim; Hande, o şekilde konuştuğunda, bana da başka seçenek kalmamıştı, kaçırıp zorla tuttuğum kadın olduğunu söyleyerek ortamı düzeltemeyeceğime göre, söylediklerini devam ettirmek zorunda kaldım."

 

"Yaa, demek öyle Fatih Bey, hepsine bir bahaneniz var da, acaba dün olanlara ne mazeretiniz olacak, birbirinizin ağzına düşecektiniz, bir geldim, gördüğüm manzara, içler acısıydı, kızın burnunun dibindeydin."

 

"Kolyesini takıyordum, dün anlattım; düştü, korkunca da, sakinleştirmek istedim; anne, çok olmaya başladın!" İlerlediğinde kadına doğru, delici bakışlarını, kadına dikerken sonlara doğru sesi de sertleşmişti. "30 Yaşındayım, sana hesap verecek çağı geçeli çok oldu!" Sesini soğuklaştırdığında, şaşırtmıştı karşısındaki kadını. "Beni sürekli Yasemin'le vurmaktan vazgeç, sevdiğim kadının adını, bu basit olaylarda kullanıp, onu toprağın altında rahatsız etme, zaten hayattayken de rahat verdiğin denemezdi." İğneli sözlerini, kadına çok ağır batırmıştı. Siyah gözlerinde, ilk kez öfke görülmüştü. "Nefes alabilse, onunla hayatımın sonuna kadar hastane odalarında sabahlardım, anlıyorum; annemsin, acı çekmemi istemiyorsun ama hayatıma müdahale etme, kalmış ki ortada, söylediklerin söz konusu olamaz, ben daha sevdiğim kadının acısını çekemedim." Söyledikleri, o kadar sinir bozucuydu ki, emanete ihanet edecek bir adam değildi, nasıl böyle düşünürdü. "O kız bana emanet, kardeşim gibi görüyorum ben onu, öyle olmasa bile, hesabını sana verecek değilim, hayatımdan kendim sorumluyum! İsmimi, o kızın kirleteceğini de hiç sanmam ama merak etme, Seher Teyze, en kısa vakitte, gerçeği bir şekilde öğrenecek!"

 

Yatağının üzerinde oturmuş, kapattığı kapı ardından gelen sesleri, güçlükle işitmişti, hepsini işitmese de, adamın son dedikleri, Hande'nin daha çok gerilmesine sebep olmuştu. En kısa zamanda, bulduğu ilk fırsatta onunla konuşacak, Aras'ın ailesine karşı, bu rolü sürdürmesini isteyecek, gerekirse tehdit edecekti. O adamın dikine gitmek çok doğru değildi, sabrı taşınca, çok korkunç birine dönüşürdü ama olsun, sonuna kadar direnecekti. Yüz hatlarını anımsadı Aras'ın, sevgilisi olarak Fatih'i tanıttığında, gerilmişti. Gözleri önüne gelirken siması, adama dediklerini hatırladı. "Şanslı adamsınız Fatih Bey, inkar edemem." derken gergindi de o adama karşı, tokalaşmaları da epeyce uzun sürmüştü. Aras, Fatih'e karşı belli etmemek için çabaladığı bir tersliğe sahipti. Kendisini kıskanıp kıskanmaması umrunda değildi, onu kıskandırmak için değil, bu işe; karşısında güçlü kalabilmek için kalkışmıştı, zerre de pişman değildi. Dualarını kabul eden Allah, kendisine bu çıkışı göstermişti. Yüz ifadesindeki siniri görmek, hoşuna gitse bile hafifçe ürkmüştü. Yine de, karşısında güçlü durmaktan vazgeçmeyecek, daima güçlü kalabilmek için bu dediklerini sürdürecek, rolü bozmaması için ne gerekirse, onu gerçekleştirecek, boyun eğecekti o adama...

 

Gecenin geç saatlerinde kapısına gelen genç adamla, konuşmamak için oldukça büyük bir savaş vermişti. Fatih, olup bitenlerin hesabını sorarken, Nurcan Hanım'ın sorduklarını umursamamıştı, kendisine de hesap verecek, sebebini anlatacaktı. Hande, konuşmamak için direnmişti, halsizleşmişti, bugün daha ötesini kaldıramazdı. "Kes dedim sana, uzatma, Aras'ın ailesi, bizi sözlü bilecek, aynı şekilde Aras da; bu rolü bozamazsın, ben sana günlerce katlandım, sıra sende, nedenini de sorma, anlatamam, kimsin de sen, hangi hakla bana hesap sorabilirsin?!..." Kelimelerini etrafa çok sert ittirmişti, gergin ortamda, volkan misali olmuştu kurduğu cümle. Zifiri karanlık gecenin gölgesinde, ateş taneleri ile parlamakta olan siyah gözler, dehşetle bakmıştı kendisine. "Sen kimsin Hande, bana biraz kendinden söz etsene, asıl sen kimsin?!..." Yorucu kelimeler, zihnini sarmalarken, halsizce, söylemek istediklerini anlamak için çabalamıştı. "Söylesene, sen Yeliz Hanım'ın, kurtarmak için çabaladığı, öz annesinin istediği evlilikten kaçan, o bana anlatılan mağdur kadın mısın? Yoksa iki erkeği birden işletecek, eski sevgilini kıskandırmak için bir başkasını kullanacak kadar basit misin?" Nereden anlamıştı eski sevgilisi olduğunu? Yoksa hayatı ile ilgili diğer ayrıntıları da biliyor muydu? "Doğru tahmin, değil mi, eski sevgilin o adam senin?" Sorduğu soruda sesi sakinleşmişti.

 

"Eski sevgilimdi ama asla seni kullanmadım, seni sözlüm olarak tanıtırken amacım asla onu kıskandırmak değil, karşısında güçlü kalabilmekti." Kendisi ilerlediğinde bu defa adama doğru, dikkatle baktı. "Yerime koysana kendini, kolay mı sence?" Sesi, ilk kez başından geçenleri anlatırcasına çıkmıştı ama güçsüzce değildi, aksine, hakkını arayacak kadar güçlü tutmuştu desibelini. "Seninle başka şartlar altında tanışmış olsak, ben asla bu şekilde tanıtmazdım seni, zaten güçlü dururdum karşısında ama ben esirim, farkında mısın? Hiç tanımadığım bir adam tarafından esaret altındayım..."

 

"Yengem, seni bizim uzaktan akrabamız olarak tanıtmıştı..."

 

"Oh ne güzel, sakat halimle size sığındığımı düşünecek, daha iğrenç duruma düşecektim, empati gücün biraz varsa, beni anlarsın; şimdi lütfen çık dışarı, dinlenmem gerek!" Genç adam, aklını kurcalamakta olan soru işaretleri ile tersçe bakarak dışarı çıkarken kadın da ondan çok farksız değildi. Yatağa otururken kısa sürede odasına gelen Elif'in üzerine değiştirmesine izin verdi. O da herkes gibi aynı soruları sormuştu ama şimdi cevap veremezdi, kimselerle, özellikle esaret altında tutulduğu insanlarla konuşamazdı. Çıkmasını isterken kadından da aynı şekilde, üzerindekilerle bir parça rahat etmişti. Yorucu günü hatırladığında, nasıl da halsizleştirdiğini düşündü. Yorgundu, halsizdi, sesi bile zor çıkar olmuştu. Yatağa tamamen, zorlukla da olsa, desteksizce girerken, uzandığı an, gözlerini kapattığı gibi, halsizliğine malup düşmüştü...

 

* * * * * *

 

Günleri geride bıraktığında, kimselere tahammülünün kalmadığı vakitlere gelmişti. Bir ay, koskoca bir ayı, bilinmezliğin içimde geçirirken daha ne kadar süreceğinden de habersizdi. Nurcan Hanım'la olan tartışmaları, odasından çıkması için zorlamıştı, çekinmişti o kadından başlarda. İçe kapatmıştı kendini, odada daha çok vakit geçirmişti. İlginç olan, hep korktuğu, çekindiği için odasından çıkmadığı Nurcan Hanım, kendisine, eskisinden de daha merhametli davranır olmuştu. Soğuk, kötü davranmasını beklerken aksine, elleri ile kahvaltısını ettirdiği bile olmuştu, kollarını kaldıramadığı vakitlerde... Ardından iş çevirir olabilme ihtimalini düşündüğünde, biraz saçmaladı, kendisi kaçırılmıştı, üste iş mi çevirecekti? İnsanların, o gün olanları tahmin etmesi, çok da zor değildi, Nurcan Hanım; Hande'nin kahvaltısını, elleri ile verdiği sırada sormuştu kendisine, oğlu gibi, "Aras, senin eski sevgilin mi?" demişti. Çok zor değildi tahmin etmesi, edilebilirdi ama kimse, işin asıl duruşunu bilemezdi. Aras'ın, kendisini iddaa uğruna kullandığını nasıl anlatırdı? Utanırdı kendinden, ona kanmıştı sonuçta. İnanırdı ki, başka şartlar altında olsa, herkese anlatabilirdi ama şartlar çok başkaydı... "Eski sevgilimdi, amacım da, evladınızı kullanarak, onu kıskandırmak değildi, ben kullanılan taraf oldum; kimsenin, en kötü insanın bile, başkası tarafından kullanılmasına izin vermem, o gün amacım, o insanların karşısında güçlü kalabilmekti." Yetmişti bu açıklama kendisi için, daha da konuşma gereğinde bulunmamış, çok bile açıklamalara girmişti.

 

Zaman geçip giderken, canının çok sıkıldığını düşündü; hiç dışarı çıkmadan, mecbur kalmadıkça kimselerle konuşmadan, boş şekilde oturmak, canını oldukça sıkmıştı. Elinde bir tane kağıt, bir tane de kalem olsa, en azından sıkılmazdı. Esaret altında tutulurken kağıt ve kalem istemesi de, en çok kendine komik gelmişti. Çizimlerle uğraşmak, o kadar mutlu ederdi ki, elinde resim kalemi olunca, tüm dertlerini unuturdu. Tükenmez kaleme bile razı gelmişti, kağıdı da olsa, sıkıntısı kalmazdı. Sıkılacak meselesi, mantıklı düşününce çoktu ama ne zamana kadar içerisinde bulunduğu durumu düşünecekti ki? Zaten biraz daha düşünürse, aklını kaçıracaktı. Geçen zamanda Fatih'le, sadece bir kere konuşmuş, okulundan ve eğitiminden sorular sormuştu. "Hallettim." demişti kısaca, nasıl çözdüğünü anlamamıştı. Daha çok sorguladığında, alabildiği tek mantıklı cevap, "Son dönem zaten, rapor gönderip, bir şekilde dondurduk okulu, Yeliz Anne'n, benden önce davranıp çözdü; birbirimizden kurtulduğumuzda, sen de, ben de, hayatımıza olduğu gibi devam edeceğiz..." derken çok sakindi. Düşünceleri değişince, belli ki serbest bırakacaktı kendisini, sadece evlilikten vazgeçmesi gerekti anlaşılan. Ya vazgeçtiğinde de bırakmazsa kendisini? Günün birinde, bunu da deneyecek, onu uygun zamanda, müsait bulduğunda konuşacak, denemede bulunacaktı. Uğraşırsa, belki de kandırabilirdi onu, neden gerçekleri öğrendiğinde, hiç deneme gereğinde bulunmamıştı ki?...

 

Evin içinde, herkesin tam da bir işle meşgul olduğu vakitlerde, koltuk değneğine tutunarak ilerlemişti. Çok küçük bir ev olduğunu anladı, odaları da azdı, çabuk çözmüştü. Yenik düştüğü merakını engellemeden girdiği odada, etrafına bakınmıştı. Yatak kocaman, iki kişilikti, şık bir de başlığa sahip baza tarzındaydı. Kahverenginin hakim olduğu odada, kenarda küçük, şık bir şifonyer, karşı tarafta ise hepsinden daha şık, kocaman kıyafet dolabı vardı. Zengin olmayan insanlara göre çok şıktı bu oda, aşırı değildi ama normalin azıcık üstü. Camın önünde ise kocaman çalışma masası, ufak da sandalye bulunmaktaydı. Çalışma masasının üzerinde gördüğü defter ve kalemler, gözlerini parlatırken geri çekildi, alamazdı, kendisinin değildi. Şifonyerin üzerine dikkatle bakarken bir çerçeve ile karşılaştı. İlerledi hafifçe, merakından alamadı kendini. Çerçevenin içindeki resme baktı dikkatlice, bir kadın resmi vardı. Yeşil gözlerin ahenkle parladığı teninde, kızıl saçları örtmüştü her tarafını... Çok güzeldi, güzel kelimesi hafif kalırdı... Diğer taraftaki çalışma masası ile şifonyerin tam ortasında, bir oradaki kağıtlara, bir de buradaki resime bakıp kalmıştı. Dikkatle baktığında, çerçevenin kenarında da defter ve kalem vardı, elini uzattı, titrek parmaklarını deftere dokundurmak istedi.

 

"Ne işin var senin burada?!" Korku ile iç çekerken kapının çok sert açıldığını, anlamasa da, hafif refleksli tepkisi, ürperdiğini göstermişti. Eli, korkunun verdiği hızla çerçevenin üzerine değerken hızla düşürmüş, kırılma sesleri gelmişti etrafa. Yere düşen çerçeve, parçalara ayrılırken elini kalbi üzerine dokundurmuş, sertçe nefes alıp verişleri, karşısındaki adam tarafından fark edilmişti. Yere eğilip dikkatle bakarken başını tekrar kaldırıp adama baktı korkarcasına... "İstemeden oldu." derken sesi pürüzlü, ürkek çıkmıştı. Hem ürkeklik, hem de hastalığın verdiği boğuluş, sesini tanınmaz hale getirmişti. "Tamam gel, ilerleme o tarafa, bir tarafına batacak..." Kollarından tutup geri çekmişti kadını. Söylediklerini, "İstemeden oldu." deyişini anlamış mıydı? Anlamış gibi hali vardı ama nasıl? Sonuçta epeyce boğuk çıkmıştı sesi, nasıl anlardı ki? "Gel, çekil; kenarda dur, resime zarar gelmemiş." dediğinde eğilmiş, fotoğrafı almıştı. Elif'le Seda, bebeği uyutmuş, tam da odanın önünden geçmekteydiler. "Yenge!" demişti neler olduğunu sorgularcasına bakan Elif'e seslenirken. "Sana zahmet, şuradaki kırıkları alır mısın?" Elif, biraz afallamış, Seda ile göz göze gelmişti. "Tamam canım, temizlerim." demişti sakince. Genç kızı odadan, elleri hafifçe omuzlarında, sürüklercesine ama düzgünce çıkarırken ardında şaşkın bakan iki kişi bırakmıştı.

 

"Yenge, gördün mü ağabeyimi, Yasemin'den kalan eşyalara biz zarar versek, kıyameti koparır, odasına girmemize bile izin vermezdi, kıza hiç bağırmadı, kız da korkmuştu ama bağırsa Allah bilir, tekrar felç geçirirdi..."

 

"Hastalığından işte, ondan kızmadı, durumu ortada, bilinçli devirmemiştir ki..."

 

"Hiç öyle gelmedi bana, bilerek düşürdüğünü düşünür, daha çok sinirlenebilirdi ama çok sakindi."

 

"Seda'cığım, düşüncelerini kendine sakla, bak annem duyunca, bu tarz fikirlere çok sinirleniyor, korkularını biliyorsun işte..." Yerdeki son birkaç parça kırığı da alırken odanın içine toplamış, Seda ile birlikte, odanın dışına çıkmışlardı.

 

Hande, günleri bir şekilde akıp giderken, aklındakini öne sürmek istemişti, evlilikten vazgeçtiğini anlatarak, tutulduğu evden kurtulacağı gerçeği, kafasına o kadar oturmuştu ki, gün geçtikçe kendini buna kaptırır olmuştu. Arada canı, çok kağıt kalem almak istese de eline çizimleri için, kurtulacağı aklına gelir, bu istekten vazgeçerdi. Ne kalmıştı şurada, eksik bıraktıklarına kavuşmasına?... Koltuk değneğine sımsıkı tutunurken ne ara değneğin, odasına geldiğini düşünmeden edememişti. En son arabasıyla kaza olduğunda, bir de üstüne telefona saldırdığında o adam, sinirle kırmıştı koltuk değneğini de, walkerı da. Geri kim, nasıl almıştı da, nasıl odasına getirmişti Nurcan Hanım, meraklanmadan edemedi. Yeliz Hanım mı göndermişti acaba evdekileri? Yürüme gereçlerinden, Yeliz Hanım'ın evinde bolca vardı. Yedekte tutar, ufak kazalarına karşı, böyle önlem alırdı. Yeliz Hanım'dan beklerdi doğrusu, nerede aşağılık bir haraket varsa, uzun zamandır hep ondan görmüştü. Destek çubuğuna sımsıkı tutunarak evin içinden, bahçe tarafına çıkarken oldukça zorlanmıştı...

 

Genç adam, akşam vaktini gösteren zamanda evine geldiğinde, bahçedeki annesi tarafından karşılanmıştı. Yorgun değildi ama acıkmıştı, tüm gün tamirhanede epeyce enerji sarf etmişti. İşi de bitmemişti üstelik, daha özel derse gidecekti. "Hoş geldin oğlum." demişti çekingence, geçen olanlardan ötürü korkar olmuştu Fatih'ten alacağı tepkilerden. "Yemek var mı, burada atıştırıp çıkacağım hemen, özel derse gitmem gerek?" Çok hızlı davranmış, cebinden çıkardığı telefonla arabasının anahtarını masa üzerine bırakmış, önündeki sandalye üzerine hemen oturmuştu, acelesi vardı... Sadece başını sallamış, hızlıca tencereleri içeriden, dışarısına taşımıştı. Yemekleri tabağa geçirirken tabağını önüne bırakmış, çok göz temasında bulunmamışlardı. Sorsa, soracakları çoktu ama çekingendi Nurcan Hanım, ürkmüştü Fatih'in son dediklerinden. Önündekileri hızla kaşıklarken etrafına bakmamıştı bile, derse gitmesi gerekti, öğretmenliğe atanamasa da, özel derslerle, kendinin ve evinin geçimini sağlaması gerekti.

 

"Seninle biraz konuşmamız gerek." Yürüme işlemini desteksiz görebilse ne kadar rahat edecekti, on iki sene geçmişti ama daha alışamamıştı. Bu kadarını başarabildiğine şükür ederdi daima. "Söyle." demişti düz sesle genç adam, gıcık olmadan da duramadı, tepesinde dikelmese olmazdı, ne konuşacaktı acaba kendisi ile merak da etti. Ekmekten alırken böldü, büyük bir parçayı ağzına attı, başını kaldırmadan, gözünün ucuyla baktı kadına. "Ben o evlilikten vazgeçtim." Su bardağını dudaklarına doğru ilerletirken işittikleri karşısında hafifçe sırıtmıştı. "Etrafımdakiler haklı, düşündüm; karar verdim, vazgeçtim, evlenmem ben, annem de haklı..." Dudaklarından indirirken bardağı, sakince baktı kadına. "Senin adına çok sevindim." dedi alayla konuşurken... Bu kız tam anlamıyla bela olmuştu başına, konuşmanın nerelere varacağını anladığından da, daha çok gülmemek için zor tutmuştu kendini. "Sen de beni bırakırsın artık, değil mi?" İnsan hiç tebessüm etmeden, asık bir suratla, nasıl böyle çocuk gibi davranabilirdi? Çocukluk da denemezdi buna, salaklıktı.

 

"Kapı arkanızda Hande Hanım, çıkarken, köşedeki çöp poşetini de alırsınız, hoşça kalın..." Dudaklarını birbirine bastırırken kahkaha atmamak için daha da tutmuştu kendini...

 

"Sahi mi?" Sesinde tebessüm bulunmasa da, soğuk sesi umut dolu çıkmıştı. "Sonunda ikimiz de, birbirimizden kurtulacağız anlaşılan, ben o zaman; arabanın anahtarını alıyorum, sonra evime döndüğümde, gönderirim arabanı." Anahtara doğru uzanmış, zor da olsa masanın üzerindeki araba anahtarını aldığında, sevinçle ardına oturmuştu...

 

"Ulan geç otur, benim canımı sıkma, günün hıncını senden çıkarırım!" Yerinden kalkarken kıza doğru ilerlemiş, geri doğru ittirirken elinden anahtarı almıştı. "Sen beni salak sandın galiba, herkesi kendinle karıştırma!" Hande, işittikleri karşısında afallarken anlamsızca bakmıştı gözlerine. "Hani tek derdin evliliğimdi, hani annemle planlı çalışmıştın!..." Tekrar başa dönmenin siniri ile kıza bakan adam, "Yerine geç, sesini kes, başlama tekrardan, seninle uğraşacak halde değilim!" Gözlerine bir an için kendi gözleri çarptığında adamın, kadının kehribar gözleri, öfke ile parlamaktaydı. Cehennem ateşi misali parlamakta olan gözleri, afallatmıştı adamı, hayal kırıklığına göre normaldi. Bu basit oyunla kurtulacağını sanmış, kurtulamadığında da bu hale gelmişti. "Ben hep kimsesiz olduğum için bunlar başıma geldi, değil mi?!..." Genç adam, kadının dilinden dökülenler ile daha da afallarken öfkeli birine göre çok tuhaf konuştuğunu düşünmüştü.

 

"Allah, iki tane anne vermiş ama aile olamamış bir kızım ben sana göre!" Konuşurken öfkeden titremekte olan dudaklarına engel olamamıştı. "Ne olduğum önemsiz, beni nasıl gördüğün de önemsiz, merak ettim sadece; beni eşya gibi elinin altında tutma isteğin, kimsesizliğim mi? Bana insaf etmen için sormadım, neden burada olduğumu bilmek hakkım, evlilik değilse, beni burada tutmanı gerektiren, canı cehennem olası sebep ne?..." Sesi, bahçenin etrafını doldururken etraftakilerin işitmesinden rahatsız olmuştu, elinde olsa, tekrar bağlar, odasına kapatırdı ama o kadar kalpsiz değildi. Konuşmak, bağırmak, isyan etmek, bunlar en doğal haklarıydı; özgürlüğünü, şu durumda elinden almaya, içi el vermemişti. Yeterince almamış mıydı zaten elinden?... "Öz annem tarafından evliliğe zorlandım, diğer annem de; o evlilikten kurtulmam için sana pazarladı, sözde olay böyle ama o zaman neden bırakmadın? Yoksa inanmadın mı?"

 

"Yani, bu da bir seçenek." Sesi, kadına göre oldukça sakindi, isterse sakin kalabilirdi, eğer çok damarına basmazsa tabii...

 

"Allah hepinizi kahretsin, seni de; o 'Anne' bildiğim kadını da, kendi annemi de, 'Katil' olduğu için beni bu hayata atıp giden adamı da, hepinizin canı cehennem olsun!..."

 

"Hadi gel kızım, odana çıkalım, dinlen biraz, rahat edersin." Kendini, sakin ve korkakça konuşan Nurcan Hanım'a çevirdi. "Sen karışma!" dedi sağlam elini kaldırırken. "Karışma sen, sanki siz çok günahsızmışsınız gibi, karışmayın!..." Tahammülü kalmamıştı, gücü zaten çoktan tükenmişti. "Sen de suçlusun, oğlunun işlediği suçu örtbas edecek kadar iğrençsin hem de, hepiniz iğrençsiniz! Daha günler önce demediğini bırakmadın bana, siz beni kaçırınca suç değil de, ben bilinçsizce orada, suçunuzu kapatırken mi sorun oldu?"

 

"Cevap verme anne, bırak konuşsun." Sadece başını sallasa da, bahçede olacak gibi durmadığını anladı Nurcan Hanım, çözüm bulmaları gerekti. Daha çok bağırırsa, tüm mahalle başlarına gelebilirdi. Fatih'e, önündeki kızın arkası kendine dönükken üstten bakış atmış, ondan onay aldığında, içeri geçmişti. Geride ise acı isyanlarla dolu bir kadın ve vicdanının sesi hiç susmamış bir adam kalmıştı. "Sen de, ben konuştukça bir parça vicdanını rahatlatacaksın, değil mi? Siz, hepiniz iğrençsiniz, Allah; hepinizin belasını versin, ne istedin benden, kendi halimde, eğitimim için çabalayan bir insandım, meğer o 'Anne' dediğim kadın, beni okuturken karşılığında benden, kendi tercih ettiğim hayatı bırakmamı beklemiş. Sen hiç utanmadın, hiç ar etmedin değil mi, onun seni kullanmasına müsaade ederken biraz durup düşündün mü?"

 

"Senin için tüm doğrular, paradan ibaret olabilir ama ben, Yeliz Hanım'dan kuruş almadım, ona minnet borcumu bu şekilde ödediğim için kime anlatsam beni taktir eder, asıl sen utan; seni büyüten kadını hiçe sayıp, öz annenin kapısına koşup, o evlilikle, sende emeği olan kadını ezip geçeceğin için kendin utan!"

 

"Yalan söyleme, parasız çalışmazsın sen."

 

"Yapma, kendini kandırma!"

 

"Neden? Ben mi kandıracağım, kendini kandıran sensin?"

 

"Uzatma, bak çok oldun, seni tekrardan sığınaktaki gibi bağlamak istemiyorum, sesini kes artık!"

 

"Tamam, bırak işte beni; ikimiz de kurtulalım, neden uzatıyorsun, mecbur değilsin."

 

"Elimde olsa, bir dakika katlanmazdım sana!..."

 

Hande, kininin üzerine getirdiği acısını çıkaramadıkça, daha hırçınlaşmış, eline ne geldi ise masanın üzerinden bulduklarını etrafa saçmıştı. Son kozunu da oynamış, kurtulamamış olmak da, canını daha çok acıtmıştı. Her haykırdığında, karşısındaki adamın sessiz kalması, sakince kendisini izlemesi, daha da germişti genç kadını. "Sana söylüyorum, cevap vereceksin bana, bırakacaksın beni, evlilikten vazgeçmeme rağmen beni bırakmamanın sebebi olmalı." Yaklaştı adama doğru, dikkatlice baktı, son kozları, son çarelerini kullanacaktı. Siyah gözlerinde endişe ama bolca da sakinlik görürken boğazı düğümlenmişti ama asla ağlamayacaktı. Yüzü, gözyaşlarına çok uzaktı zaten, istese de zor ağlardı. "Gün ışığına bile hasret bıraktın sen beni, ne istedin, anlatacaksın o zaman!" Sessizdi, cevap vermezse, uzamayacağını düşünüyordu adam ama kadın, tahammül edemeyecek hale gelmişti. "Sen şu an bahçedesin, kaçırılan birine göre de, imkanların süper, annemlerle davete gidip ortalığı bir güzel karıştırdın, gün ışığına hiç de hasret gözükmüyorsun..." Yumuşatmak için ortamı, alaya almıştı ama kadının gözleri, daha da delici bakmıştı, masadaki son sağlam tabağı da alıp, eli arasından kolaylıkla ama öfke içinde aşağı atmıştı. "ALLAH SENİ KAHRETSİN, UTANMAZ, ARSIZ!..." Sesi, tüm bahçenin dışına dolandığında, elindeki şırınga ile dışarı çıkan Nurcan Hanım'la birlikte; Seda, Elif, Kuzey vardı. Gürültünün sonucunda uyanan bebeğini susturmak için odasına ilerlerken Elif, diğerleri kalmış, nasıl çözüm üreteceklerini düşünmüştü.

 

"Ben hallederim, tamam..." Karşısındaki ailesine bakıp müdahalede bulunmamalarını istemişti. Hande, bir süre daha çırpındıktan sonra direnmelerine son vermiş, hiç olmaması gerekene kalkışmıştı. Son kozunu oynuyordu, kurtulmak varsa işin ucunda, çaresiz gözükmek, o an için gücünden olmak, çok da umrunda olmamıştı. Kurtulmak için ihtimal varsa, çaresizse, bunu da deneyecekti. Kolundaki değneğine sıkıca sarılırken iki adım daha attı ona, önünde durdu, aralarındaki mesafe azalmıştı, sabitlediğinde kendini, değneğinden çekti elini, sakat kolunu, ona doğru uzattı. Tuhaf bakışları arasında, kadının haraketlerini incelemekte olan adam, vereceği tepkileri ilk kez merak etmişti, çünkü onu ilk kez bu halde görmüştü. Sakat kolu ile birlikte, sağlam kolunu da uzattı, ellerinden tuttu, kolundan düşen değneğini kendi umursamazken adam afallamışcasına baktı. "Yalvarırım bırak beni, ne istersen onun için uğraşırım, çalışırım, annemden para almadığını söyleyip inkar etme, alıyorsundur kesin, çok çalışır, daha çoğunu ben kazanırım, sadece beni serbest bırak..." Kesikçe konuşurken kollarını güçsüzce tutmuştu adamın, kadının kollarında da hal kalmamıştı. Genç adam, baştan aşağı, oldukça şaşkın bakarken kadına, kendini hemen topladı, geri çekilmek istedi. Hande, hafifçe, sakat bacağının izin verdiğince eğilmiş adamın önünde, resmen diz çökmüştü. Koyu kumral saçları, tenine yapışmış, siması görünmez olmuştu.

 

"Hande, n'apıyorsun, kendine gelir misin?..." Kollarından sımsıkı tutarken kaldırmış, düşmemesi için de, kendine doğru çekmişti. Hafifçe, rahatsız etmeden dokunup, elini sırtına dolamış, sürüklercesine çıkarmak istemişti bahçe içinden. "Anne, sen bana ver onu, halledeceğim; Kuzey, derslerinin başına, Seda, sen de aynı şekilde..." Yere eğilip düşen koltuk değneğini almış, sonra da annesine uzanıp elindeki şırıngayı almıştı. "Yengeme söyle, uyuduktan sonra gelsin, üzerini değiştirsin..." Sürüklercesine çıkardığı kadının, birbirine çarpan dudakları arasından sayıklamalarını işitmişti. "Ne istersen yaparım, yalvarırım bırak beni, yaparım ne istersen, sadece bırak!..." O kadar ağır ilerletmişti ki, sürüklemek, sonunda sıkmıştı genç adamı, elindeki koltuk değneğini, duvarın köşesine, diklemesine bırakırken, kadına döndü. Dik durmakta zorlanan kadını kendine çevirdi, sağlam kolunu, kendi eliyle boynuna atarken kucağına almış, odasına kadar taşımıştı. Yorganı bacağı ile açarken kolları arasındaki bedenini bırakmıştı kucağından. "Beni bırakacaksın, kurtulacağım senden, beni bırakacaksın..." Her zaman güçlü, dik duran kadının bu halde olması afallatsa bile hoşuna gitmişti. Çünkü şu an bile dik durmak için çabalıyor, karşısında güçlü durmak için çabalaması, dudaklarını, gülmemek için birbirine bastırmasına sebep olmuştu. Yorganı üzerine örterken önüne sandalye çekmiş, oturmuştu. Eskisine göre daha sakindi ama bayıltmazsa, ağır bir sinir krizi geçirebilme ihtimali çoktu, bakışlarından anlamıştı. Elindeki şırınganın ucunu boynuna ittirdiğinde, hafif aralık gözlerinin kapanmasını izlemişti...

 

* * * * * *

 

Yoğun baş ağrısı, göz kapaklarının birbirine, çok sert girmesine sebep olmuştu ki, aralamakta da oldukça zorlanmıştı. Ufak iniltilerin dudaklarından dökülmesi ile sağlam elinin parmağı, hafifçe, kendinden bağımsız kıpırdamıştı. Ne kadar kapanmışsa göz kapakları, aralamak bile zor gelmişti, her denemesinde, kurumuş dudakları da aralanmış, acı şekilde inlemişti. En son olanları hatırlamakta bile zorlanmıştı o anda, bedenini kıpırdatmak bile ağır gelmişti. Gücü olsa, hemen gözlerini açar, hızla doğrulurdu. Gözlerini açabilse bile, anında doğrulabilecek kadar sağlıklı bedene sahip değildi. Bir çırpınışın daha ardından, çok hafif kıpırdamış kirpikleri, ışık hüzmesini azıcık almıştı gözleri. Ne olmuştu kendisine, neden uyumuştu, en son neler geçmişti başından, çözememişti?... Çoğu zaman gözlerini araladığında, kendini evinde sanırdı, çok sonra kabullenirdi kaçırıldığı ürpertisini. İlginç olan şu anda, gözlerini açtığı vakit, nerede olduğunu hatırlaması olmuştu... Her kendini kıpırdatmak istediğinde, geri düşmüştü kafası. Olanları hatırladığında, kendini ne kadar rezil ettiğini de hatırlamıştı, resmen önünde eğilmişti. Her zaman güçlü olamazdı, asıl güçsüzlük, daima güçlü olmak için çabalamaktı; çocuk gibi, sürekli burnunun dikine de gidemezdi. Son kozlarını da oynamıştı, bundan sonra bambaşka biri olacak, kimselere boyun eğmeyecekti. Kurtulabilmek için ne kadar çare varsa kullanmış, başaramamıştı, tüm çareleri kullanması şarttı.

 

"Kalktın mı kızım?" Kısık sesini işitti Nurcan Hanım'ın, ürkek ve oldukça da desibeli düşüktü. Hatırladı, güçlükle anımsadı, ağır sinir krizi geçirdiği de denebilirdi. Yalvarmaları, adamın kendisini bayıltması ile sonlanmıştı. Ne beklemişti ki zaten, riske girip de hiç önünde eğilmemesi gerekti. Yaptıkları için kızgın değildi kendine, denemeyip pişman olmaktansa, denemişti. "Seni kaldırmamı ister misin?" Elif'in güçsüz, korkak sesini işittiğinde, evde bir bebek olduğunu hatırladı... Herhalde ki, bebeğini uyutmuş, uyanmasından korkuyordu. Ne kadar çığlıklar attı ise artık, evde sakin kimse de kalmamıştı. Kollarından tutup kendisini kaldırmasına ses çıkarmamıştı. Aralandığında tamamm gözleri, kadının mavi gözlerine bakmıştı dikkatlice. "Yemek var mı?" demişti hafif çekingen olsa da, rahattı sesi. Açlıktan ölecek değildi, sürekli içerisinde bulunduğu durumu da düşünemezdi. "Ben hazırlarım şimdi sana, dinlen biraz, getireceğim, Elif, başından ayrılma." Bu halde kaçacak değildi, aldığı ilacın etkisinde kalmıştı bedeni, hem zaten bulunduğu odanın içini, gözlerini tamamen araladığında dikkatle incelemiş, koltuk değneği ve walkerını görememişti. Hande, hiç şaşırmamış, bu şekilde önlem aldıklarını düşünmüştü.

 

...Yarım saat sonra Nurcan Hanım, elinde kocaman tepsi ile geldiğinde, burnuna da güzel kokular gelmişti. Kaçırıldığı, sığınakta saklandığı ilk vakitlerde, çok aç bırakmış kendini, bunun bedelini de, adeta canından can çekilerek ödemişti. Hiçbir zaman, durum ne olursa olsun, kendini aç bırakmamıştı, o kadar güçlü değildi, açlığa asla tahammül edemezdi. Elindeki tepsiyi kenara bırakan Nurcan Hanım, üzerine peçeteleri açarak sermiş, dökülmeden önce önlem almıştı. Yemek tepsisini üzerine bıraktığında, geri çekilmişti. Etrafına bakınmıştı, nerelere kaybolmuştu o, kendisini kaçıran adam? Hal ve tavırlarına tahammül edememiş, kalpten gitmiş miydi acaba? Ne kadar güzel olurdu. Saçmaladığını düşünerek, önündeki tabaklara baktı. Bir başkasının ölmesini isteyecek kadar acımasız değildi, hem zaten ölse, ailesi de bu kadar sakin kalmazdı. Kafasını eğdiğinde, tepsi ile birlikte, kendi geceliği de dikkatle gözüne çarpmış, korkuyla başını kaldırıp karşısındaki kadına sorgularcasına bakmıştı.

 

"Yeliz Hanım, kendi elbiselerini göndermiş kızım, hepsini çıkardım, dolabını düzenledim sen uyurken." Sinirlenecek hali olsa, o kadının n'apmaya çalıştığını düşünür, öfkelenirdi ama gerçekten hal kalmamıştı. Sadece önündeki tabakları inceledi, makarna; çorba, tavuk sote, kenara da ekmek, ayran ve su bırakmıştı. "Yemeğin bitince haber ver, kadife tatlısı hazırladım, çayla birlikte getireceğim..." İçeriden Elif'le birlikte çıktığında Nurcan Hanım, bu defa da Seda gelmiş, tam karşısına oturmuştu. Göz hapsinde tutulması şarttı galiba, insanların tavırlarından bunu anlamıştı. Yemeklerine odaklanırken umursamazca, bugün tüm kozları elinden çıkardığını düşünmüştü. Son kozunu da oynamış, başaramadığını gördüğünde, eskisinden de kötü, gıcık davranıp bugün ki haraketinin acısını çıkarma kararı almıştı...

 

||BÖLÜM SONU||

 

Hande'nin son haraketini nasıl buldunuz. Bence insan çok çaresiz kalınca böyle olur. Tam tersi olsa, daima şöyle bir durumda bile dimdik dursa, bana kalırsa fazla eğreti dururdu. Asıl güçsüzlük, sürekli dik durmaya çalışmaktır benim açımdan.

 

Nurcan'ın tepkilerine başta sinirlendiniz ama bence bir anne olarak kendince haklı sebepleri çok. En az Yeliz kadar güçlü ve merhametli kadındır kendisi, tanıdıkça, çok ileriki bölümlerde ona karşı tepkileriniz değişecek.

 

Sonraki bölümde ve eleştirilerinizde görüşmek üzere...

Loading...
0%