@mavi_melekler
|
Merhaba!
Hızlı geldim sanırım, güzel de oldu! Size sonu sürprizlerle dolu bir bölüm getirdim, oldukça da eğlenceli, isterseniz söz çok uzamadan geçelim.
Bölüm Şarkımız: Bendeniz - Müjdeler Ver
Güzel şarkı, çok eski ama çok naif. Üstelik bolca Hande ve Fatih'in didiştiği bölüme tam oturdu bence. Eğlenceli atışmalar istemekte olan okurlara gelsin bölümümüz. Şarkımız medyada mevcut, oradan açamayanlar için ismini de belirttim. Medyamız çok da süslü ve güzel oldu.
13. Bölüm: "Aşk Oyunu"
Can sıkıntısı ile geçirdiği zamanda, elinden geldiğince kağıt ve kalem bulmak, en azından çizimlerini kağıtlara dökmek istemişti. Kısa vakitte, kahvaltı masasında isteğini dile getirdiği Seda'dan, daha cevap alamadan konuşan Fatih, "Olmaz!" demişti katı sesle. O müsaade etse, belki de Seda verirdi ama neden imkan tanımamıştı ki? Kağıt ile kalemden kime ne zararı olabilirdi? Ne zamana dek süreceği belirsiz esaretinden içinde, bir türlü kaçmakta da başarılı olamamışken, kağıtla kalemi neden çok görürlerdi? Kaldığı odadan, sırf sinir olduğu için çıkmamıştı, kendini daha çok kapatmıştı ama bu zararın da elbet, en çok kendine olduğunu bilirdi. Günler önce o adamın odasına girdiğinde, çalışma masasında gözüne çarpan defter ve kalemleri hatırladı. Gizlice girse odasına, bir tane kalem çalsa, çok mu saçmalamış olurdu? Yakalanma riski bulunmasa, girerdi ama o risk, düşüncelerini durdurmuştu. Kağıt çalarsa anlaşılırdı ama kalemler boldu, bir tane alacaktı sadece. Evet, tek kalemle de idare edebilirdi, ellerine çizerdi, kollarına gerekirse, duvarları bile çizimleri eşliğinde donatabilirdi. Neden izin vermediğini de anlamamıştı doğrusu. Çalışma masasını hatırladığında, birkaç tane defter olduğunu düşündü sadece, boş kağıt görmemişti. Yakalanabilirdi defterden koparırsa ama sadece kalem alırsa, bu riski olmazdı. Ellerine çizerdi, masalara ve duvarlara, başka çaresi kalmamıştı. Ya tekrar odasında bir obje devirirse, bu defa kızabilirdi. Çok dengesiz adamdı, ne zaman, nasıl tepkiler vereceğini çıkaramamıştı ki. Kaldığı odanın içine girebilmek için planlar kurarken, karşısına çıkan başka olay ile duraksamış, tüm planları ters dönmüştü.
Hande, Aras'ın ailesi Seher Hanım'ların, kendi kaldığı eve geleceğini öğrendiğinde korkudan kaskatı kesilmişti. Canının sıkıntısı anında geçmiş, kağıt ve kalemi de hemen unutmuştu. O adamla konuşmalı, ikna etmeliydi, bu role devam etmeleri gerekti. Nurcan Hanım'ın, Elif'le gerçekleştirdiği konuşma sırasında, onun, ailesi ile birlikte kendi tutulduğu eve geleceğine, tamamen emin olmuştu. Nasıl ikna edebilirdi? Tahmin etmişti kabul etmesinin güç olacağını ama çaba da sarf edecekti. Son zamanlarda, epeyce sakinleşmiş olan Nurcan Hanım'a sunduğunda bu teklifi, önce biraz afallamış olan kadın, sonra dönmüş, dikkatle bakmışrı kendisine. "Fatih'le konuş." demişti düz sesini kullanarak. Yani Fatih kabul etmiş olsa, onlar da onaylar mıydı bu oyunu? Evin içinde dolanırken etrafı, onu aramıştı. Seda ile karşılaştıklarında, çarpışmamaları için hızla geri çekilmesine afalladı, bu kadar mantıklı reflekse sahip olanla da ilk kez karşılaşmıştı. Yanından geçip giden kıza, gördüğü zamandan bu vakite ilk kez ismi ile seslenmiş "Seda!" demişti. Çok büyük şaşkınlıkla ardına dönen genç kız, ürkerek tökezlemiş, "E-efendim." şeklinde seslenebilmişti. "Ağabeyin nerede?" Çok düz sormuştu, soğuk, sakinlikten uzak. Kendini bildi bileli, böyle bir insandı. Esaret altında tutulduğu evde, cıvıltılı olacak halde değildi. "İstersen odasına bak." dediğinde hemen, vakit kaybetmeden, güçlükle, kolundaki koltuk değneğini çok zor kullanmasına rağmen ilerledi.
Önüne geldiğinde kapısının, eli kapının kulbunda, kısa süre kalmıştı. İçeri girdiğinde, odasında değilse, bunu da değerlendirecek, kağıt alamasa da, kalem alacaktı. Usulca, kapı kulbundaki parmakları kıpraşırken kulbu bir hızla aşağı indirdi. Kafasını kaldırdığı anda gördüğü manzara, iniltili çığlığın, dudaklarından dökülmesine sebep oldu. "Hiiii!" dediğinde ürkerek, hızla açtığı odanın kapısını, aynı hızla da geri kapatırken parmakları, kapı üzerinde titremişti. Neden bu kadar hızlı, kapı çalma gereğinde bile bulunmadan girmişti içeri? Söyleyeceklerinin heyecanı, bazen saçmalamasına sebep olurdu. "Konuşmamız gerekti, anlatmak istediklerim vardı, ondan geldim." Çok çekingen çıksa da sesi, utanmamıştı. Sonuçta tüm olanların sebebi, kapının ardındaki adamdı, kendisini bu hale, o getirmişti. Sinirden elleri titrerken içeriden gelen sesini işitti. "Gel!" demişti oldukça sakin ama soğuk sesini kullanarak. Öncekine göre daha sakin, ağırca kapının kulbunu indirerek girmişti odanın içine. Kafasını hafifçe kaldırdığında, giyinmiş olduğunu kesinleştirdi. Kendisini çağırdığında zaten anlamıştı giyindiğini, aksi taktirde, girmezdi. "Söyle!" Ne kadar düz konuşmuştu, bugün hep böyle ilerletirse sözlerini, aklındakileri nasıl anlatacaktı.
"Seher Hanım, sizin eve davetli bu akşam." Çok mu hızlı girmişti? Aras'ın annesinin ismini de, unutkan kişiliğinin aksine, ilk kez aklında tutabilmişti, buna sevinebilirdi.
"Biliyorum." Neden soğuktu, her zaman kendisi ile uğraşır, makara geçerdi, şimdi soğuk davranacağı tutmuştu...
"Sen evde olacağından, seninle daha düzgün tanışabilmek için oğlu Aras da gelecek."
"Bunu da biliyorum."
"Tamam o zaman, benim başlattığım role de devam edersin herhalde."
"Tabii ki de hayır!"
"Neden?" Çok endişeli çıkmıştı sesi.
"Bana mı sordun, beni sözlün olarak tanıtırken?"
"Sen bana mı sordun beni kaçırıp burada, onunla karşılaşmama sebep olurken, ruh hastası?!" Yüksek sesi, oldukça sinirli çıkmıştı. Neden Aras'la, bu kadar zamansız karşılaşmıştı? "Hem nasıl tanıtacaksın, söylediklerimin doğru olmadığını mı izah edeceksin?"
"Yükseltme bana sesini, kötü biteceğiz, nasıl tanıtacağıma da, artık ben karar vereceğim; ayrıldığımızı, senin de geri gittiğini söylerken sen, odandan çıkmayacaksın!" Onun da sesi, kendi yüksek desibelinden daha yüksek, epeyce de sert çıkmıştı.
"Çıkarım kaldığım odadan, beni burada zorla tuttuğunu anlatırım!"
"Seçenek senin, ben de seni tekrar sandalyeye bağlar, ağzını da kapatırım, o halde, misafirlerimizin gitmesini beklersin, aklın varsa, çıtın çıkmadan odanda otur!" Hem sert, hem de alaycı konuşmuştu.
"Sen çok iğrençsin, ne olur devam ettirsen?"
"Yürü git, çık dışarı, bir de senle uğraşamam!"
Umutlarla girdiği odadan çaresizlikle çıkarken odasının kapısını sertçe çarpmış, "Öl inşallah!" demişti kavlanmış dudakları arasından. Kağıtla kalem isteme seçeneğini de, öfkesini kontrol edemediği için kaldırmıştı ortadan. Hande, istekleri için bu defa da Nurcan Hanım'la tekrar konuşmuş, ondan aldığı cevapla da tekrar perişan olmuştu. "Fatih kabul etmedi ise ben de bu riske giremem, ondan habersiz haraket edersem, bu defa da o beni rezil eder." demişti. Korkudan n'apacağını bilememişti, akşam herkese rezil olacak, o aşağılık adamın karşısında çok güçsüz duruma düşecekti. Sözünü dinler de, odasından çıkmazsa, onunla karşılaşmamış olurdu, ayrıldıklarını söylemesi de, kaçırıldığını anlatmasından daha düzgün olurdu. Gel gör ki teklifini kabul etse, daha güzel olacaktı, o adamdan intikamını alacaktı, neden kabul etmezdi sanki? Gün içinde, akşama kadar nasıl çözüm üreteceğini düşünüp durmuş ama içinden çıkamamıştı. Kapıdan, dışarı çıkmak üzere olan adama doğru ilerlemiş, ceketini giyerken dikkatle bakmıştı, belki fikrinin değişme ihtimalini göz önünde bulundurarak umutlanmıştı.
"N'oldu, çıplak görünce çok etkilendin, ondan mı göz hapsine aldın beni?" Olabildiğince alaylı ve eğlenircesine çıkmıştı sesi. "Terbiyesizleşme, bencil herif!" demişti dudakları arasından, ne kadar sinir bozucu adamdı, kendi isteklerinden başkasını düşünmez miydi? "Söz ettiğin kadar bencil olsam, depoda, sineklerle farelerin içinde, canınla cebelleşmekte olurdun." Ceketini üzerine geçirirken köşeden, arabasının anahtarını almıştı. "Yaa lütfen teklifimi kabul et, çok bir istekte bulunmadım ki, o aile hariç kimse bilmez." Yakarmaları ile kendini tuhaf hissetse de, görmezden gelerek, cevap bile vermeden çıkmıştı Fatih, arabasına atladığı gibi ezbere bildiği adrese sürerken telefonundan numarasını bulmuş, araba kullanırken, diğer taraftan da aramıştı hızlıca. Yeliz Hanım'la gerçekleştirdiği kısa telefon konuşmasında, müsait olup olmadığını sormuş, olumlu cevap aldığında da direksiyonu kırıp tamamen o tarafa ilerlemişti. Yol uzundu ama aklındaki soruların cevabını almak için mecburen gidecekti, daha ne zamana kadar bu saçmalığı çekecek, kim bilir nelerle karşılaşacaktı?...
* * * * * *
Akşamın olmasını beklerken içindeki sıkıntı, daha da çoğalmıştı. Ne olurdu sanki, karşısına güçlü çıkabilme imkanı varken bu imkan, ellerinden çekilmese, ondan intikam alabilseydi. En azından odasında oturacak, karşılaşmamış olacaktı, kına gecesindeki kadar rezillik çekmezdi. İçini bu şekilde rahatlatırken kağıt kalem isteği de, daha çok artmıştı. Elinde olsa, çizimleri ile uğraşsa, zaman da geçer giderdi; hem, o kadar misafir varken, odada tek başına, ne halt edecekti? Daha önce, kağıtla kalem için direttiği zamanlarda o adama, neden vermek istemediğini de sormuştu. "Nereden bileceğim not tutup, dışarı kağıt atmayacağını, kağıda bilgilerini döküp, birine ulaştırmayacağını; sen, kesin bu isteğinin altına da, planlar saklamışsındır." dediğinde nutku tutulmuştu, ne kadar ince düşünen, zeki adamdı, bunlar; aklının ucundan bile geçmemişti, mantıklıydı ama kalkışmazdı buna, artık kurtulacağına dair umutları azalmıştı. Bir keresinde, onunla çok derinlemesine tartıştığında, "Polise de gitsen, seni elime, kısa bir incelemenin ardından geri verirler, Yeliz Hanım'ın imzalı izni ile buradasın." açıklamasında bulunmuştu. Hande, son sözlerinden sonra, eline kağıt kalem geçse, hiç riske atmazdı, kurtulamazsa, o da elinden giderdi. Sadece çizimlerini döker kağıda, kendini rahatlatarak can sıkıntısını gidermek isterdi. Sadece kalem istemiş, karşısında oturan Seda'dan, "Kağıt olmasa da olur, elime; koluma, masalara, duvarlara, her tarafa çizerim." demişti çaresizce. Evine çok önem veren Nurcan Hanım karşı gelmiş bu defa, "Sakın!" demiş, kesimini kesmişti. Yere çarparken bacağını sinirden, üzerindeki kıyafetlerine sevinmişti. Sevinecek bir dolabı vardı artık, kaldığı odanın içindeki dolaba, çok bile gelmişti elbiseleri. Makyaj malzemeleri, takı tokaları, parfümleri, ne varsa göndermişti. Kızsa mı, nefret mi etse, bir parça sevinse mi, çözememişti.
Oturduğu koltuğun üzerinde zamanın geçmesini beklerken akşam neler olacağını düşünmekten delirmesine az kalmıştı. Neden bu kadar düşünürdü ki, geçecek odasına, çıkmadığında da sorun olmayacaktı. Karşısındaki Seda, vicdanını rahatlatmak istercesine, sürekli kendisiyle iletişim haline geçmişti. Okul anılarını, tüm detayı ile anlatırken kafasına ağrılar girse de, ses çıkarmamıştı. Dinlememiş gibi gözükse de, dinlemekten de zevk alır olmuştu. En azından zaman geçecekti, Seda'nın konuşması da, bundan olsa gerekti. Kağıt kalem veremeyecek olmanın vicdan azabından, konuşarak zaman geçirmesini istemişti belli ki. O adamı kaçmayacağına, çok güzel ikna edip kağıt kalem alması gerekti ama nasıl? Önce misafirleri atlatması lazımdı, sonrasını düşünecekti elbet. İkna olacağına da hiç inanası gelmemişti. Seda, söz arasında, kendisinin dalgınlığını gördüğünde, "Üzülme." demişti çekinerek. "Ağabeyimi ikna ederiz belki, sürdürür rolü, sağı solu belli olmaz onun, boşuna 'Karabatak' demezler ona." derken merakla Seda'ya döndü Hande. Karabatak, bu da ne demekti? Neden o şekilde seslenirlerdi ki? "O ne alaka?" Merakını bastıramamıştı doğrusu, ilk kez işitmişti. "Özcan Ağabey'i tanıyor musun, ağabeyimin arkadaşı, eşi Melek Abla, senin sığınakta ihtiyaçlarını karşılardı hani hep." Kafası daha da karışırken düşünmüştü kısa süre. O 'Özcan' ismini çok işitmişti, hatırlamak için kendini zorladı. Sığınaktan kendisini çıkarırlarken arabada elini ısırdığı adamdı, hatta kendisini bayıltmak isterken kendi bayılmıştı, biraz salaktı.
"Hatırladım." demişti güçlükle, zor da olsa hatırlamıştı. Melek'i hatırlamakta çok zorlanmamıştı, sığınakta gelen tek kadındı, kandırmak için çok çabalamıştı; Fatih olmasa, onu, duygusallığından ötürü, çabucak kandırabilirdi. İstemeden kaçırılmasına sebep olduğunu, her bakışında belli eden, naif bir kadındı. Yine de hiç kimse haklı değildi Hande için, olmayacaktı da. Esmer güzeli kadındı, hep endişeli bakardı. Olanlara karşı isteksiz, korkak, mahcup... Özcan'ı salaklığından kandırırdı ama Melek'i de duygusallığından. Gel gör ki Fatih, çok değişik bir adamdı; duyguları vardı ama onlara galip gelmeyecek kadar güçlü, Özcan'ın aksine de, çok zeki adamdı. "Tamam işte, Özcan Ağabey, Fatih Ağabey'ime hep 'Karabatak' der, siyah gözlerinden olsa gerek, tabii biraz da delici, hızlı kararlarından. Tek başına takmadı bu ismi ağabeyime, bir de Turgut var, seni depodan beraber getirdiler, hatırlarsın, Doktor Turgut." Hande, kendi etrafındakilere göre çok dikkatli kadındı, Seda'nın ela gözlerine bakarken Turgut'un adını söylediğinde, gözbebeklerinin irileştiğini görmüştü, neden ki? Kendisi de zamanında Aras'a bakarken, onu düşünürken böyle olurdu. Ya şimdi? Hissizleşmişti ona karşı. "Çetin cevizdir ağabeyim, bak görürsün, kabul edecek, dedim işte, boşuna 'Karabatak' demezler ona." Umursamazca başını diğer tarafa çevirirken hemen akşamın olup bitmesini bekledi. Elbet gelecekti, geçecekti...
"Nurcan, kalk bize kavun doğra da getirsene!" İçeriden Ünzile Hanım'ın sesini işiten Nurcan Hanım, sinirle somurtmuştu. "Yere gelsin bunun boğazı, bir boğazlı ki..." Homurdanmadan edememişti, hayatı boyunca hep birilerine bakmaktan daralmıştı. Yıllarca hasta kızına bakmış, onun vefatından sonra da, Ünzile Hanım'a, eşinin hatrına bakar olmuştu. Yasemin'in bakımını da beraberinde üstlenmiş, çoğu zamanlarda kendi evlerinde, ailesinin ilgisizliğinden ötürü kalan, oğlunun nişanlısı ile ilgilenmişti. Hep birilerine bakmışken, şimdi bir de bu kız çıkmıştı başına. Korktuğu başına gelirse, hem kendisine zarardı, hem de oğluna. İkinci defa evladının, hasta bir kadınla imtihan edilmesini istemezdi. "Kalk!" Yerinden kalkarken eğlenircesine, kendisine seslenen Seda'ya baktı. "Kaynanan kavun istedi, sözünü ikiletme de getir!" Sesi epeyce alaylı çıkmıştı. "Kaynanam kaynar kazana girsin." derken homurdanmalarına engel olamamıştı. Yerinden kalktı, kendisi ile Seda'nın da mutfağa gelmesini istedi, geçerken ardındaki kıza döndü. "Sen de ister misin kızım?" dedi, sadece olumsuzca iki tarafa salladı başını, ses çıkarmadı. Kaldığı odanın içine doğru ilerlerken akşam geçireceği kâbus dolu dakikaları düşündü, odasından çıkmazsa, sorun da olmazdı. Kendine bu şekilde güç verirken sakinleştirdi.
Can sıkıntısından dolabındaki elbiselerine bakıp durdu, üzerini değiştirmek istedi. Eline gelen, askıdaki takımını aldı. Oldu olası resmi, şık, klasik; ofis giyimlerini tercih ederdi. Okulunu tamamladıktan sonra, bir şirkette, kendi okuduğu alan üzerine çalışmaktı hedefi, hep böyle düşlemişti. Daima resmi ama çok şık kombinleri tercih ederdi. İçerideki Nurcan Hanım'dan, çekinerek ricada bulunmuş, üzerini değiştirmek istediğini anlatmıştı. Kendi elbiseleri burada olduğuna göre, sıkıntısını gidermek için üzerini değiştirme isteğini anlatmıştı. Akşam ki misafirlerle alakalı değildi, zaten karşılaşmayacaktı. Yemek daveti için hazırlanacak olsa, daha şık ve gösterişli elbiseleri tercih ederdi. Siyah gömleğin üzerine, gri dar ceketi geçirirken, altına da dar, diz kapaklarının biraz gerisinde olan eteği giyinmişti. Siyah, topuksuz ama babet tarzı, şık ayakkabılarla da tamamlarken kombinini, ceketinin dar olduğunu ve üzerine tam oturduğunu anladı, modeli böyleydi. Koyu kumral saçlarını, aşağıdan at kuyruğu olarak bağlatmıştı. Boynunun boşta kalan kısmını, kolyesi tamamlamıştı...
İçeride, üzerini giyindikten sonra epeyce oturmuş, Ünzile Hanım'ın muhabbetini dinlemişti. Seda'nın açtığı kuş belgeselini keyifle izlerken kadının konuşmaları da, ayrıca zamanın geçmesine sebep olmuştu. Keşke kaldığı odada da, vakit geçirebilecekleri olsa, en azından bir radyo bulunsaydı... O şerefsiz, evde olmadığını bilecekti, bu nedenle bütün gece, odada sıkıntıdan ölebilirdi, kendisi için çok da sorun olmazdı. Yaşlı kadının konuşmalarından anladığı kadarı ile çok akıllı değildi ama değer gördüğü, sözünü dinlettiği de açıkça ortadaydı. "Sen hiç merak etme, Fatih'im sana gül gibi bakar." dediğinde afallamış, kaşları çatılırken, gözleri de irileşmişti. İçeri giren Nurcan Hanım, konuşulanları işitilmiş olmalı ki, kendi halini de görmüştü. "Sen onun kusuruna bakma kızım, gittikçe bunadı, kısa zamanda, beni de delirtecek önünde." derken çok sert çıkmıştı sesi. Kendisini, o adamın eşi sanmıştı herhalde, keşke misafirler varken de bu şekilde konuşsa, saçmalasaydı. Sonra kendisinin saçma düşündüğünü anımsadı, misafirler gittiğini bilecekti, bu defter de böylece kapanacaktı. Keşke kimse gelmeden en önce, o adam eve gelse de, konuşmuş olsaydı onunla, sonra bundan da vazgeçti. Kimse ile uğraşacak halde değildi, daha da muhatap olamazdı.
"Seda, git kapıyı aç kızım, Seher Teyze'nler geldi..." İşittiği seslerle, hemen kalkmak istedi. Hızlı haraketi, doğrulurken sakat tarafının ağarmasına sebep oldu. Kaçması, odasına geçmesi gerekti. Koltuk değneğine sımsıkı sarılırken heyecanlanmak istemedi, çünkü böyle telaşlı olunca, haraketi azalırdı, sakin olacaktı. Kalktı, doğruldu, çok zor da olsa ilerletirken adımlarını, nasıl kimselere gözükmeden geçeceğini düşündü. Dış kapı tarafından gelen sesler, Nurcan Hanım'ın, misafirleri karşıladığını göstermişti. Nasıl kaçacaktı şimdi, neden geçip içeri oturmuştu ki? Zaman geçmiş, sıkıntısı geçmişti ama şimdi odasına geçmesi de, çok zorlaşmıştı. Ara hol, dış kapısına bakarken zordu ama sıvışıp geçmek için uğraşacaktı. Hole çıktığında, dış kapıdan gelen sesleri umursamak istemedi ama başını kaldırdığında, Aras'la göz göze gelmişti. Olduğu noktada kaskatı kesilirken kaçışı olmadığını düşündü. Birazdan o adam gelecek, kendisinin gitmediğini görenlere karşı, kim bilir durumu, kendisi açısından ne kadar kötü izah edecekti. Yeşil gözlerinden indirirken kehribar gözlerini, ona karşı bomboş olduğunu düşündü. Yine de odasına geçecek, çıkmamak için de elinden geleni gerçekleştirecekti.
"Sevgilim, misafirlerimizi içeri davet etmeyecek misin?" Gelen kişilerle birlikte, içeri giren genç adam çekerken dikkatini, sözlerini, kime dediğini anlamak istemişti. Yanına doğru gelen adama bakarken, kendisi ile konuştuğunu anlamıştı. Fatih, karşısında, irileşmiş gözlerle kendisine bakan kadına doğru ilerlerken önünde durmuş, isteksizce elini beline atmıştı. İlk kapıdan girdiğinde seslenirken belli ki amacı, sesini misafirlere duyurmaktı. "Sakın sesini çıkarma çalıkuşu." demişti sakince kulağına üflerken nefesini... "Aşk oyununu sen başlattın, ben devam ettireceğim misafirler gidene kadar da, mecbur kalmadıkça konuşmayacaksın!..." Hande, olanların şaşkınlığını atamamış, karşısındaki adamın dengesizliği karşısında, daha çok afallamıştı. Hiç kabul etmeyeceği teklifini, ne değişmişti de, birden kabullenmişti? İçeri giren misafirlerle de zihni karıncalanırken, girdiği ikinci şok, üzerindeki tüm düğümlerin açılmasına sebep oldu. "Hande, senin ne işin var buralarda kızım?..." Uzun zamandır görmediği kişi, karşısına, hiç olmaması gereken biri olarak çıkmış, daha da afallatmıştı genç kadını. Bugün kim bilir, daha kaçıncı şaşkınlıktan geçecekti, çözememişti... Önce zamansızca, beklemediği anda, kendi isteği ile birden başlamış olan aşk oyunu, sonra ise ansızın karşısına çıkan kişi, karmakarışık olmasına sebepti...
||BÖLÜM SONU||
Nasıl buldunuz bölüm sonunu, ben kendim bile şaşırarak oluşturmuştum. Fatih, Hande'nin başından geçenleri öğrendi ve rolü kabul etti. Hande de beklememişti, ona da sürpriz oldu. Yeliz Hanım her zaman ki gibi, Hande'nin sinir olacağını bilse de, Fatih'e çok güvenerek anlattı. Hande öğrendiğinde delirecek ama çok sürmez onun öfkesi, anneciğine kıyamaz. Ne kadar hatalı olursa olsun, en çok onu sevdi, itiraf edemese de...
Sizce oyun nasıl ilerleyecek? Diğer bölüm komple misafirlerle geçecek, o zaman göreceğiz hep birlikte. Leyla'da olayları aşırı hızlı ilerletmiştim, burada da bir o kadar ağır gidecek, tadının kaçmasını asla istemem. Çok hoş, kıvamında ilerleyeceğiz, güzel günler de göreceğiz bu kurguda. Diğer bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın... |
0% |