Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14. Bölüm: "Aşk Oyunu"

@mavi_melekler

Güzel bölümle geldim karşınıza ama ne kadar güzel olduğu tartışılır. İçime sinmemiş ve hisleri verememiş olduğum noktalar var elbette. İnşallah beğenirsiniz, okuduğunuzda lütfen hatalarımı düzgünce belirtin.

 

Bölüm Şarkısı

Funda Arar - Kırık Düşler

 

Kimi sahnelerimize aşırı uydu, kimilerine uymasa da okurken dinlemesi komple zevk verecek bence. Kurguya başlamadan daha bu bölümdeki sahneler kafamda canlanırken bu şarkıyı dinlemiştim.

 

Keyifli okumalar!

 

14. Bölüm: "Karabatak"

 

 

Yemek masasının etrafında oluşan sohbetten, ilk kez beklenenin aksine, kendi de payını alır olmuştu. İnsan, her zaman istediklerinden değil, bazen de mecbur olduklarından sorumlu tutulurdu. Hande, Fatih'in ansızın değişen düşüncesinden sonra, kendini zorunlu hissetmiş role, devam ettirmek için çabalamıştı. Yüksek öğretimden hocası olan Fahri Bey'in, karşısına Aras'ın babası olarak çıkması da, düzenini hepten bozmuştu, beklemediği tesadüf, çarpıp geçmişti kendisini... Gördüğü ilk anda, ne cevap vereceğini uzun süre seçememiş, takılıp kalmıştı. Çabuk toparlamış kelimelerini, tek başına çıkmıştı düğümlerin içerisinden. Yanındaki Fatih'i, kendi haraketlerinin şaşırttığını da anlatmıştı. Eski sevgilisinden, ağzının tadı ile intikam alabilmek için esaretini unutmak istemişti. Ne kadar başarılı olduğu, elbette ki şüpheli kalmıştı kendince. Yalan konusunda başarılı değildi, kendini çabuk ele verirdi ama sınırlarını zorlamıştı. Çok sevdiği Fahri Hoca'sının, karşısına Aras'ın babası olarak çıkması, sinirlerini germiş, soğuk karşılamasına sebep olmuştu. Kim isterdi ki, onun gibi evlada sahip olmak, adamın da suçlu olduğu denemezdi ama gerilmişti. Yeterince gergin ve son zamanlarda hızlı entrikalarla ilerlemekte olan hayatı, daha da değişken tavırlar sergilemesine sebep olmuştu. Kendisini övgülere boğan Fahri Bey, istemsizce kötü düşünmesini engellemişti. Keşke çok sevdiği hocası ile öz annesi Neslihan Hanım'la beraberken karşılaşmış olsa, o şekilde kendisini övgülerde bulunsaydı, belki kendi annesi tarafından da sevilirdi. Esaret altında olmasa, hemen gider annesine, evlilik işlemlerini başlatır, o zaman, çocukluğuna olan borcunu da ödemiş olurdu. Hep en beklemedikleri, en istemediği vakitlerde olurdu. Yaşam, hiç mi adil değildi? Kime ne vermişse bu hayat, kendisinden de bir o kadar almıştı. Çoğu zaman ellerinden çekmiş isteklerini, çalarcasına almıştı...

 

..."Okuluma, sağlık sorunlarımdan ötürü ara vermiştim efendim, inşallah kısa zamanda, tekrar başlamış olacağım." Kelimelerini çok zor seçmişti, hatada bulunmaktan ürkmüştü. Konuşurken çatalı ile tabaktaki ete işkenceler etmişti. Yalan söylemek, çok zor değildi ama bulunduğu durumda gerçekleri saklamak, içini tuhaflaştırmıştı kadının. "Aferim benim akıllı kızıma, kim bilir, ailen ne kadar şanslıdır, baban da; en az benim kadar, seninle gurur duyuyordur." İçtiği suyun boğazına takılmaması için kendini zor tuttu. Yaşamındaki gerçekler, bir kez daha üzerine çarptı, benliğini deldi geçti... Babasının hataları için utanacak değildi, sadece darmadığın olan ailesinden utanmıştı. "Okul bitince hedefin ne?" Sorduğu sorulara, doymamıştı bir türlü, ne tuhaf adamdı. Kötü biri olmadığına emindi, her sualinin altında, evladı gibi gördüğü kendisine karşı hayranlık vardı, böyle hissetmişti. "Görselcilik bölümünün içinde bulunduğu, düzgün bir şirkette çalışmak istiyorum ama bakalım, nasip; imkanım olursa, belki ikinci üniversitem için kayıt açtırır, eğitimime devam edebilirim, çalışacağım tabii bu süreçte, eğitim masrafımı da çıkaracağım..." Neslihan Hanım'ın evlilik dayatmasını kabul edeceğini demekten, bunca övgü sonrasında utanmıştı. Hem zaten nasıl söyleyecekti? Herkes şu anda, kendisini Fatih'le nişanlı bilmekteydi... Evliliği kabul etmesinin doğru olmadığını bilse de, kendini bilerek ateşe atacaktı, tabii esaretinden kurtulabilirse... Neslihan Hanım, istemediği evliliğe zorlamış, Yeliz Hanım ise evlilikten kurtulması için kaçırılmasına sebep olmuştu. Ne acı ama, iki annesi de birbirinden korkunçtu... "Sen aç kalmazsın kızım, ona şüphem kalmadı, senin gibi kadınlar, her zorluğun üstesinden gelirler." derken bir kez daha kendi kızı Zehra'dan utanan Fahri Bey, masadaki kızını görmek bile istememiş, bakışlarını ondan geri çekmişti.

 

Hande, önündeki tabaktan bakışlarını kaldırdığında, mavi gözlü kızın gözlerine çarpmıştı kehribar gözleri... İstemsizce tuhaflaştırmıştı bakışları kendisini, çözemediği, tarifsiz hisler görmüştü gözlerinde. İsmini veremediği o hissi, uzun süre aramış, aklında tartmıştı... Kin! Aradığı hissin ismini çözdüğünde, mavi gözlerde tam da, kin duygusunun bulunduğunu düşünmüştü. Mavi gözlerine hissin değmemesi, belli etmemek için çabalamıştı ama kendisi anlamıştı. Kendisine karşı mı oluşmuştu bu his? İyi de neden, hangi hakla, hangi sebebe bağlı olarak? Belki de başka bir olaya canı sıkılmıştı. İsmini hatırlamak istedi karşısındaki kızın ama çözemedi, unutkan kişiliğe sahipti. Mavi gözlü kızdan bakışlarını çekerken tabağındakilere odaklandı, umursamaz olacaktı, aksi taktirde, bu gece bitmezdi. Nurcan Hanım'ın özenle hazırlamış olduğu et soteden atıştırırken etraftaki diyalog çekti dikkatini. Aras'ın Fatih'e olan soruları, onu tanıma çabasını gördü, biraz da onların konuşmalarına odaklandı. Hafif sert rüzgarlar esmiş etrafta, ilginç olan, rüzgarın rotasını ayarlamakta olan kişinin Aras olmasıydı. Derdi neydi bu herifin, sözlüsü olduğunu bildiği Fatih'e mi bela olacaktı şimdi de? Olsa, belki de hayırlısı böyleydi, kendisi de buradan kurtulurdu. Sonra saçmaladığını düşündü, burada can vereceğini bilse, o şerefsizden beklentisi olmazdı... Konuşmalarının, Aras tarafından şiddetlendiğini anladığında, davetin bir an önce son bulmasını istemişti.

 

"Bana daha önce sizden çok söz etmişlerdi doğrusu ama sizi, ne Hande ile nişanlı beklerdim, ne de bu mahallede görmeyi beklerdim doğrusu..." Aras, sevdiği kadına dikkatle bakarken bakışlarını ondan çabuk çekmiş, diğer tarafına dönmüştü. Söz ettikleri, tüm mahalledekilerin övdüğü genç adama dikti bakışlarını... Sevdiği kadını geri almak için geldiği ülkesinde, karşılaştığı manzara hiç de hoşuna gitmemişti. "O nasıl söz şimdi oğlum, ben sana kaç kere anlattım?" derken araya girmişti Seher Hanım. "Fatih, oldu olası bu mahallede, Mustafa Amca'nın oğlu demedim mi?" Annesinin kullandığı sözler, söyleyeceği kelimeleri daha da kolaylaştırmıştı. Dudak altından sırıtmasını kimselere göstermek istememişti ama Fatih görmüş, delici bakışlar saçmıştı kendisine. "Yok, anlattınız tabii ama ben, babamın sürekli arabasını bıraktığı tamircinin, Fatih olduğunu beklememiştim!..." Kelimelerini vurucu şekilde gönderdiğinde, bu defa alaycı sırıtışını, sevdiği kadına göndermişti. Ürpertici, tehditkar ve 'Benimsin' dercesine bakmıştı, geri alması, göründüğü kadar zor değildi... Hande, üzerindeki bakışlardan irkilirken konuşmaların da çok doğru kısımlara gitmeyeceğini anlamıştı. Ortam kısa süreli sessizliğe boğulmuş, kimse, ne cevap vereceğini bilememişti. Aras, Fahri Bey'e döndüğünde, öldürücü bakışlarını görmüştü babasının, nefretle bakmaktaydı kendisine. Ne hatada bulunmuştu ki? Kötü söz etmemişti, kendisinden izinsizce sevdiği kadını alan adama, haddini, kimliği ile belirtmişti. Kimse, kendisinden izinsiz, kendine ait olanı alamazdı. Ne isterse, onu da elde ederdi, kimse de buna engel olamazdı. Hande'yi kendi isteği ile bırakmış, şimdi de geri, kendi isteği ile kazanacaktı.

 

"Doğru, mahalledeki arabaları bırak, İstanbul'daki tüm otomobillerin tamiri benden sorulur, görmüş oldunuz." Sınırları zorlamıştı madem, cevabına da katlanacaktı. Ortamdaki sessizlik, çok uzun sürmedi. "Bazı zengin züppelerin süremediği arabaları, özenle tamir ederim, sizi de beklerim galerimin servis bölümüne!..." Çarpıcı sözlerini geçirdiğinde üzerine, ortam daha da durgunlaşmıştı. "Ben sarma sarmıştım, istersen tabağına al, sen seversin." Konu değiştirme isteğinde olan Zehra, hemen masadaki tencereyi almış, genç adamın tabağına sarma koymak istemişti.

 

"Yok, bırak onu, Fatih sevmez sarma..." Yanındaki kadına dönüp tuhafça bakan genç adam, afallamışlığını belli etmemek için zor tuttu kendini. Hande, neden bu tepkide bulunduğunu, kendi de çözemedi. Rolünü güzel devam ettirmek için adamın adına konuşmuştu. Tamam, doğru haraket olmasa da, rol açısından mantıklı olmuştu. "Ne demek sevmez, ben beş senedir bu mahallede olduğumdan, bu eve de devamlı gelip giderim..." Açıkça kendisine 'Yenisin sen' göndermesinde mi bulunmuştu? Öyle ise bu kızı öldürürdü, zaten birilerini öldürmek için müsaitti şu vakitlerde. O kadar gerilmişti ki, kendini de kaybetmişti. "Yemek pişirip komşu evine getirmekle olmaz bu işler Zeliha'cığım, karşındakini tanıman için ilişkide olman gerek." Sarma tenceresini, tabağın üzerinden çekecekken Hande, tekrardan söze girmişti. "Ben severim ama biraz alabilirim, ellerine sağlık, çok nefis gözüküyorlar." Genç kız, alt dudağını üst dişleri ile ısırırken sarmaları, karşısındaki kızın tabağına bırakmış, "İsmim Zehra." demişti sinirle. Ne kadar gıcıktı, tam 'Sürtük' havasına sahipti, Fatih, ne bulmuştu bunda? "Ben ne dedim ki?" Hande, ismini unutmuş olsa da, aklında kaldığı kadarı ile 'Bilinçli' başka söylemişti. "Zeliha demiştim, değil mi, tamam; bir dahakine Zehra derim artık, tabii unutmazsam." Çatalına sarmadan takmış, ağzına bütünce attığında keyifle çiğnemiş, "Unutkanım ben." şeklinde devam ettirmişti sözlerini. Konuştuğu, bu iki kelimeden ibaret cümlesini, Aras'ın gözlerine bomboş bakarak devam ettirmişti. "Ne insanı, ne ismi, ne objeleri, uzun süre aklımda tutamam, benim için önem sarf etmemiş ne varsa unuturum..." Çarpıcı olma konusunda hiç başarılı olamazdı, hem de şu vakitlerde, kendini böyle hissetmesi, şaşırtmıştı. Bir gün onunla karşılaşsa, çok güçsüz kalacağını düşünmüştü ama işler değişmiş, Hande bugün, kendini çok güçlü hissetmişti. Yanındaki adama, başka şartlar altında olsa teşekkür edebilirdi ama böyle bir durumda asla etmezdi.

 

"Fatih, senin diplomaların nerede?" Turgut, söze dikkatle girerken birazdan çok ağır konuşacaktı. "Nereden çıktı şimdi bu?" demişti genç adam merakla, hiç sırası değildi, çok tuhaf bir konu değişimi olmuştu. "Hiç, bitirdiğin üniversitelerin diplomalarını tamirhanene asmanı önerecektim." Aras'a öldürücü bakışlar atan Turgut'un gözlerinde, hafif de tehditkarlık vardı. "Bazı okumuş cahillere ibret olması için dedim, ayar vermiş oluruz." Aras, tam hırsla söze girecekken, ortamdaki gerginliğin dağılmasını engellemiş olan, Hande'nin korkudan, ağzından akan kan olmuştu. Elini ağzına kapattığında, avucuna gelen ıslaklık ile kan kokusunu hissetmiş, sadece korkudan inlemişti. Genç adam, hızlı bir haraketle doğrulurken masanın ortasından bolca peçete almıştı. "Siz rahatsız olmayın, ben ilgilenirim..." derken kadına doğru eğilmişti. Peçetelerden birazını birleştirmiş, kana bulanmış ağzını silmişti. Sonra da ellerini özenle sildiğinde, rol için mecbur olduğunu düşündü. Yakınlıktan, iki tarafın da rahatsız olduğu belliydi. Hande, hem rahatsız olmuş, hem de çok tarifsiz bir tuhaf hisse kapılmıştı. Fatih ise sadece rolünü devam ettirmiş, haraketinden de gerilmişti. Genç adam, kadından aldığı o bahar çiçeklerinin keskin kokusu ile daha tuhaf hissetmişti.

 

Akşamın en tuhaf anlarını geçirmiş, beklemediklerine tanıklık etmişti. Yeliz Hanım'ın, davetsizce, ansızın bahçe kapısından girerek gelmesi, kendisi hariç kimseleri şaşırtmamıştı anlaşılan. Herkese sakince selam vermesi, Aras'ı atlaması; sırası ile önce Mustafa Bey, Nurcan Hanım, Fahri Bey'le tokalaşmış, kendisinden küçüklere ise hafifçe tebessüm etmişti. Diğer tarafına oturan kadına ters bakışlar atmıştı ama onun bunu umursamadığı çokça belli olmaktaydı. "Sen mi davet ettin annemi?" Yanındaki adama konuşurken sesli, herkes işitebileceği şekilde konuşmuştu. Fatih, oldukça hızlı şekilde, ikaz edercesine kolunu sıktığında Hande'nin, inlememek için kendini zor tutmuştu. "Sabah aramak, davet etmek istediğini anlatmıştın güzelim, hani gelmişken, düğünümüz hakkında konuşacaktık." Dudaklarını ısırırken içerisinde bulunduğu duruma tahammülü kalmadığını düşündü. Fatih'in, rol gereği düğün konusunu açması ile beraber, Aras, suyu içmekte zorlanmış, boğazına takılmaması için zor tutmuştu kendisini.

 

Hande, sıkıldığında misafirlerden ve davetten, Yeliz Hanım'la birlikte içeri girmişlerdi. Hiç konuşmamış, duruşunu elden bırakmamıştı. Kızgınlığını, kalıcı olarak oluşturmuş zihninde, hiç tebessüm bile etmemişti annesine, sadece onunla gülümserken, soğutmuştu kendisinden. Kendisi ile konuşmak, hal hatırını, geçen zamanda neler olduğunu anlatmak istemiş olan kadını görmezden geldi. "Sen normal değilsin!" demişti nefretini dişlerine dokundururken. "Evlat bildiğini, ellerinle sattın, pazarladın, bir de gelmiş arsızca hal hatır soruyorsun, anormal bile denemez sana!" Kelimelerini zehirlemiş, kadına göndermişti öfke içinde, kini bitecek gibi değildi. "Sen beni sattın, o aşağıladığın annemden, bir ayrıcalığın kalmadı." Kelimelerini tekrarladı kadını ittirmek istedi ama izin vermediği gibi, geri çekilmedi Yeliz Hanım, bırakmadı kızını kollarından. "Seni bırakmam anneciğim, bana olan kinini bilerek geldim, Hande; senden vazgeçemem kızım, vazgeçmek istemediğim için seni bu hallere getirdim, o adamla evlenmene izin versem, bir ay sonra kapıma cenazen gelecekti, sen kaldıramazdın o hayatı, ben de seni ellerimle ölüme gönderemezdim!..." Yüzleşme vakti gelmişti belli ki, o gece ikisi de, sırf gerçeklerden konuşmuştu. "Seni son günlerde, kaçırılmana sebep olduğum ilk zamanlarda, okula gönderirken kaç defa dedim sana, beni affetmeni, annelerin bazen evlatları için hatalı davranabileceğini anlattım, o vakitler vicdan azabı çeksem de, şimdi hiç pişman değilim."

 

Sadece evlilik içindi madem, neden o gün kurtulamamıştı? İnandıramamıştı belki de adamı, başka ne için olabilirdi ki? "Anne, şimdi gideceksin, burada kalamazsın, ne olur izin ver, ben de geleyim seninle birlikte." Yakarırcasına çıkmıştı sesi, ellerini sımsıkı tutmuştu konuşurken. "Hande, ben senin istediğin gibi anne olursam, Allah'a bunun hesabını veremem, olmaz kızım, seni ölüme sürüklemem..." Sözleri çok ağırdı, kalbine çarparcasına ağır ve ucu sivrileştirilmiş keskinlikte. Haksız değildi ama haklı da değildi kendisine göre. Yaptıkları, hiçbir şekilde kabul edilemezdi. Neden gelmişti o zaman, kısa ziyaretin sebebi, sadece kendisini özlemek olsa gerekti. Akşamın son vakitlerine doğru, Yeliz Hanım'ın, istemsizce dudakları arasından kaçırdığı kelimeler, Hande'deki kor ateşin etrafa değmesine sebep olmuştu. Fatih'in, Aras ve ailesine karşı rolünü devam ettirmesinin sebebinin, Yeliz Hanım'ın, kendisinin hayatıyla ilgili tüm gerçekleri ona anlatmasından ötürü olduğunu öğrenmek, tüm benliğini perişan etmişti. Yerinden hızla doğrulduğunda, karşısındaki kadın da kalkmış, sakinleşmesini, dışarıda insanlar olduğunu belirtmişti. Olup bitenleri kabullenecek tahammülü, artık kalmamıştı. Hesap verecekti, hayatına bu kadar müdahale etmesinin bedelini ödeyecekti.

 

"Sen kendini anneliğe çok kaptırdın ama birinin sana haddini bildirmesi şart oldu!" Sesi, tüm evin içini inletirken bağırışların dışarı gitmesinden en çok karşısındaki kadın korkmuştu. "Hande dur kızım, önce dur, dinle beni, konuşalım; bak, Fatih kötü biri değil, seni Aras'tan koruması için anlatmam şarttı." Sadece dudakları aralanmış ama konuşamamış, başını öfke içinde iki tarafa sallamıştı. "Bana ne ki, kötü olsa bana ne, mükemmel olsa bana ne; sen benim özelimi, mahremimi, işlediğimde kendimden nefret ettiğim günahımı anlatmışsın, sen benim, hiç tanımadığım bir adamdan ar etmeme sebep oldun!" Geri gitmekte zorlanmıştı koltuk değneği varken, soluk soluğa kalmıştı. Düşecekken kollarından tutan kadın, sakin kalması için çabalamıştı. Bir sandalye çekip oturturken önünde eğilmiş, sarı saçlarını geri çeken kadın, konuşacak cümle aramıştı. "Anlatmasam, Fatih kabul etmezdi, hem kötü bir söz demedim, o da sana tahmin ettiğin gözle bakmaz. Yaşının küçük olduğunu, duygularına esir düştüğünü, Aras'ın seni evlilikle kandırdığını anlattım üstü kapalı şekilde. Hande, kendinden utanma kızım, hatan olabilir, senin gibi kandırılıp, bu hataya düşen birçok genç kız var, senin değil, bahçede arsızca karşımıza çıkan, adam demeye dilimin varmadığı şerefsizin suçu olanlar."

 

Yüzüne gelen, annesinin sarı saçlarından tuhaf olduğunda, kendini geri çekti, mavi gözlerine baktı dikkatlice. "Ne gözle bakarsa baksın, umrumda mı? Ben sadece utandım, hep güçlü olmak için çabalarken tanımadığım adam, bana acıdığı için rolü devam ettirmek istedi." Hande, kendini bildi bileli, hiç ağlamazdı ama soğuk duruşu da, defalarca gözyaşına bedeldi, Yeliz Hanım hiç ağlamasını görmese de, bakışlarından anlardı ne kadar canının acıdığını. "Sakın korkma, utanma da; acımadı sana, sadece seni anlamak için çabaladı." Sakince kendini kaldırdığında, tenindeki çaresizliği gördü, nedenini anlamadan, içini bir pişmanlık aldı Hande'nin. Yaşadıklarını, Neslihan Hanım'a anlattığında, üzerine saldırmış, hırpalamış, defalarca kez tokat atmış; Yeliz Hanım ise sahiplenmiş, hep hatalarının üzerini kapatmıştı. Kendinden bağımsız sardığında kollarını kadına, "Seni hâlâ affetmedim!" demişti sarıldığı kadına, kolları arasından. "Sadece canım sarılacak bir omuz aradı." Hande, Yeliz Hanım'a sarılırken nedensizce o gün geldi aklına, Fatih'in istemeden kendisini düşürdüğü, sonra da sarılarak sakinleştirdiği... Neden aklına geldiğini anlamamıştı zaten, aklı da almamıştı.

 

...Yeliz Hanım'la veda faslını, bahçede gerçekleştirdiklerinden, samimi şekilde sarılmıştı. Bir gün o evlilikten gerçekten vazgeçse, ne Yeliz Hanım'ı inandırabilecekti, ne de o adamı. İnanmadığına dair zaten deneyimi vardı, geçenlerde testten geçirmişti. "Anneciğim, uyurken üzerini açma, önünü hep ilikle, sen bilinçsizce çok üşütüyorsun, kendine dikkat et, tamam mı kızım?" Yok, bu kadının hal ve haraketleri, artık akıl almaz boyuta gelmişti. Kendisini, hiç tanımadığı insanlara emanet ederken gidişi, tuhaflaştırmıştı kendisini, sarılmaktan alıkoyamamıştı hislerini, tutmamakta olan kolunun izin verdiğince sarılmıştı. Gitmeden Fatih'e de kısa, veda dolu bakışlar atmıştı. Söylemek istediklerini, sanki kendisi varken dile getirememiş gibi hali vardı. "Kızım sana emanet Fatih." dediğinde genç adam, bu cümleleri duymaya çok alışkınmış gibi bakmıştı, belki de kendisine öyle gelmişti.

 

Akşamın kalan vakti, çok bilindik geçerken masadan kalkmamış, Fatih'in göz hapsine tutulmuştu. Yeliz Hanım'ın ardından gideceğini, sorun çıkaracağını mı sanmıştı? Yanılmıştı o şekilde düşündü ise, küçük çocuk gibi, kurtulamadığı esarete direnip, problem çıkaracak değildi. Hem zaten, insanlar varken de istese bile bu, mümkün değildi. Aras'ın, Fatih'le iletişime geçme tekniğini gördüğünde, babası Fahri Bey'den çekindiğinden, kendini mecbur hissettiğini, tavırlarından tez kavramıştı Hande. "Sizinle tekrar görüşmek isterim, arabam çok sorun çıkarır, belki bırakırım size bir ara." Genç adamın önündeki telefonu alan Aras, hızla numarasını kaydetmiş, kaydettiği numarayı çaldırdıktan sonra da, kendine kaydetmişti. Görüşmediğinden bu zamana, hiç değişmemişti kendisine göre Aras, hep aynı sahteliklere sahipti, hiç de değişmezdi. Hande, daha ne kadar ikisinin gelgitli tavırlarını çekeceğini düşünmeden doğruldu. "Benim biraz başıma ağrı girdi, izninizle, azıcık bahçede dolanacağım." Yanındaki adamın ters bakışlarına maruz kaldığında, 'Lütfen' dercesine bakmış, pot kırmamasını istemişti. Sadece dolanacaktı, kaçma riskini, role girdiği insanların içinde göze alamazdı. Düşüncelerini, gözlerine değdirdi, dokundurdu dikkatlice. "Git kızım, bahçede çok güzel meyve ağaçları var, bak oralara, açılırsın biraz." Mustafa Bey'den onay geldiğinde hafifçe ardına dönmüş, koltuk değneğine tutunarak ilerlemişti. İlk kez dışarı havasını, bu kadar net almış, ciğerlerine kadar çekmişti temiz havanın kokusunu. Kenardaki kıvrımdan döndüğünde, sebzelere çarpmıştı gözleri. Yere özenle ekilmiş sebzeler, hiç unutamadığı anılarını hatırlamıştı. Keşke gündüz vakti olsa da, gün ışığındaki görüntüsünü daha net görebilseydi. Sonu belirsizdi nasıl olsa bu evde kalacağı vakitlerin, gündüz de görürdü elbet, zamanı ne kadardı, orası da bilinmez...

 

İlerletirken kendini, o överek bitilmez meyve ağaçlarına denk gelmişti. Köşedeki elma ağacının dalları ağarmış, aşağılara sarkar olmuştu. Sonra bakışlarını devam ettirdiğinde, diğer taraftaki kiraz ağacına baktı, çiçek açar olmuştu, meyve de verirdi elbet bahar geldiğinde. Hemen ortadaki kayısı ağacı da, meyveden eksikti, bahara gün saydığı belliydi. Yukarı diktiği bakışları eşliğinde, bahçedeki adımlarını devam ettirdi, sola doğru kaydırdığında bakışlarını, ayva ağacını gördü. Dalları, tüm ağaçlardan daha gürdü, ayvaları da çok boldu. İstanbul'da meyve ağacını çok zor görürdü, burada karşılaştığı ağaçlar, içini bir hoş etmişti. Yerdeki sebzelere tekrar eğildiğinde, bacağını kıramadığı için çok hafif kıvırmıştı belini. Ne çok isterdi tamamen eğilip de dokunabilmeyi, avuçlarına bir tane domates alsa... İsterdi istemesine de, her zaman, her istediğimize kavuşamazdık. Sandalyede oturur olsa, rahatça uzanırdı. Kendisinin hastalığına sahip olanların çoğu zaten tekerlekli sandalyede gezerdi ama kendisi, çok büyük azimle, uzun süre fizik tedavi görmüş, çabalamış, koltuk değneği de kullanır olsa, adımlar atabilmişti. Gelebildiği son konuma gelmişti, keşke tamamen iyileşme imkanı olsaydı ama ne kadar çabalasa da, olmamıştı. Gelebildiği son raddede olduğunu belirten doktoru, bu halde olmasının bile mucize olduğunu anlatmıştı. Ne kadar değişik bir bahçeydi, çok uzundu, genişti... Yerler sera misali, biraz ilerisi de ağaçlarla donatılmıştı. Sebzeleri dokunmak, avuçlarına domates almak istemişti, daha doğrusu, canı istemişti. Sonra saçmaladığını düşündü, izinsizce koparamazdı, doğru değildi. Yine de eğilebilse, dokunmak isterdi.

 

Hande, kendini ilerletirken bahçenin içinde, evin de oldukça eski göründüğünü düşünmüştü. Eskitme gecekondunun, her tarafında, buramlar dolusunca emekler vardı belli ki. İçinde emeğin olduklarını daha çok severdi, bir başka değer verirdi. Yeliz Hanım'ın evinde, sıcak sudan, soğuk sulara girmezdi elleri, her istediğini alırdı, üzerinde kredi kartı olmadan dışarı çıkmaz, alışverişi severdi en çok da. Kendini mahçup hissetse de annesine, onun zorlamaları sonucu aldığı elbise ve takılar, mutlu ederdi kendisini. Gel gör ki nasıl oldu ise, bu evde hiç zorlanmamıştı, Yeliz Hanım'ın kendisine açtığı hayata alışmasına rağmen hem de... Yadırgamamıştı bulunduğu ortamı, rahatsız olmamıştı. Neslihan Hanım'la birlikte kaldığında, çocukluğu hep güçlükle geçtiğinden ötürü olsa gerekti, alışkındı belki de... Yukarıdaki, hafifçe çiçek açan ağaçlarda takılı kalırken gözleri, ilerlemiş adımları da, devam etmişti. Kendini, nedensizce boşlukta hissederken daha ne olduğunu anlamasına imkan kalmadan, bacağı da boşluğa geldi. Olup bitenleri anlamasına vakit de kalmamış, hafifçe savrulurken bedeni, içine gömüleceği kuyunun kenarlarına, özellikle de sakat tarafı çarparak ezilmişti. Acı dolu bir inilti dökülürken dudaklarından, sesi de oldukça gür çıkmıştı.

 

Fatih, uzaklardan gelen sesi algıladığında, hızla doğruldu. Sadece o değil, masadaki herkes kalkmıştı, korkmuştu. Sesin geldiği tarafa doğru, ardından gelenlerden önce ilerlemekte olan genç adamın içine, kaybetmenin endişesi düşmüştü. "Hande!" demişti korku ile koşar adım atarken bahçenin arkasına... "Su kuyusuna düşmüş, Allah'ım sen koru; gitme oğlum, sen de düşersin, sakın gitme..." Nurcan Hanım'ın sözleri ile kolundan tutması sonucu dönmüş ardına, kısaca bakmıştı ona ters şekilde. "Anne çekil!" demişti tersçe, kuyunun içinde boğularak ölmesine izin verecek değildi. Önüne geçen genç adama çarptı gözleri, sinirle Aras'ı geri ittirirken kendi ilerledi, bahçedeki su kuyusunun olduğu tarafa doğru eğildi. "Hande!" Yakaladığında sağlam kolundan sımsıkı, güçlükle nefes aldı. İçeride öksürdüğünü, canı ile cebelleştiğini anlamıştı, hemen çıkarması gerekti. "Korkma, hadi uzat diğer kolunu da bana, hafifçe, korkmadan kaldır." Yüzünü, sağlam kolundan çekerken açığa çıkarmış, öksürmelerini dinlemişti. "Korkma, hadi uzat diğer kolunu da bana!" Sakat kolunu, suyun altından çıkararak, güçlükle uzattı adama, tek tutuşta, kadını acı ile inlettiğini bilse de, umursamadı. Canı acırdı elbette, ölmesindense, canının acımasına razı gelebilirdi.

 

Yukarı çekerken kollarından tuttuğunda, kendi kollarına sarmış, kucağına alarak uzaklaştırmıştı kuyunun olduğu taraftan. Yarı baygın bedenini, kolları arasında taşırken kadının kollarında öksürdüğünü, besbelli can çekiştiğini anladı. Kapının önündeki tümseğe otururken, kollarındaki kadını uzattı, sarstı dikkatlice. "Hande, kendine gel, serbest bırak kendini, hadi aç gözlerini, bak bana!" Sıktığı avucuna baktı, duraksadı adam, tüm acılarını, avuç içine saklamış gibi hali vardı, daha dikkatli sarsarken, midesine aldığı suyu çıkarmasını istemişti. Dokundururken parmaklarını sırtına, hafifçe ittirirken sırtını, vurarcasına sarsmıştı. Yuttuğu suları, adamın son hamlesi ile dudaklarından döken kadının öksürükleri artmış, kendine gelmişti... Herkesin bakışlarının üzerlerinde olması, rahatsız etse de umursamadı. Kendine usulca gelmekte olan kadının eline dokundu, "Hadi aç elini, kendini serbest bırak." dedi sakin olmak için çabalarken. Usulca avucunu aralamak, o an hiç canını acıtmamış, geçmişini hatırlatmamış, normal hissettirmişti kadına. Yardım ederken doğrulmasına, tamamen kaldırmıştı. Omuzlarından tutarak ilerletirken misafirlerine baktı dikkatlice, Hande'nin durumu için gerçekten endişelenen en çok Fahri Bey olmuştu, genç kadın da zaten en çok ondan utanmıştı. "Yatırırım ben, çok geç oldu, siz keyfinize bakın!" Olabildiğince soğuk davrandığında genç adam, karşısındaki Aras çekmişti dikkatini, kendisine, şüphesiz ki, afallamışcasına bakıyordu. Elinde, Hande'nin su kuyusuna düşerken düşürdüğü kolyesi vardı, şaşkınca tutuyor, aynı zamanda, ismini veremediği başka bir duygu ile bakıyordu kendisine.

 

Fatih, karşısındaki adamın elinden kolyeyi, tek alışta, çekercesine alırken bakışlarında zerre his bulundurmamıştı. "Düşerken kolyesini düşürdü anlaşılan, teşekkür ederim, kolyesi olmadan uyuyamaz!" Ardına döndüğünde, sarsakça beklemekte olan kadını ilerletti, bahçeden tamamen çıkardı. "Gel, önce üzerini değiştir, sonra uyursun." Duşa da girmesi gerekti, kim ilgilenecekti bu kızla? Yengesini çağırıp da içerinin düzenini bozmak istememişti. "Seda'yı çağıracağım, banyoya geç, bekle orada, o sana duş aldırır, çıkınca da değiştir üzerini." Banyonun kapısını açmış, içeri geçirdiğinde kadını, ardından kapıyı örtmüş, bir süre beklemişti. Korku içinde, kuyudan çıkardığında, baygın kesilmiş kehribar gözleri hatırlamıştı. Sessizliğini ilk kez tanımıştı kadının, kırık tarafını, avuç içini korku ile sıkarken görmüştü. İnsan, bu kadar acının ilmeğinden geçtikten sonra, muhakkak ki kırılmıştır, incinmiştir... Hırçınlıkları da, belli ki tamamen çaresizliktendi... Sıkça nefesler alıp verirken kendini çok tuhaf hissetmiş, isim veremediği hislerin içine saplanmıştı.

 

Seda, olup bitenlerin etkisinden çıkamaz halde, bir süre beklemişti. Yengesinin bakışları ile beklediği konumdan çıkmış, masa tarafından dönerek, kapı önüne doğru ilerlemişti. Nurcan Hanım, eli kalbinde, az önce gördüğü o korkunç manzarayı hatırlamış, acısını da kızından çıkarmak istemişti. Hande'nin düşmesinden çok, Fatih'in endişesine ve o kızla kurduğu temasa sinirlenmişti. Ya severse bir gün onu da Yasemin gibi, aşık olursa delicesine? İkinci defa nasıl baş ederdi, evladının acı çekmesine nasıl razı gelirdi? "Yalı kazığı olarak mı diktim ben seni, bir kızla baş edemedin, rezil!" Fatih'in, o telaş dolu hallerini, kızı kucağına almasını da hatırladığında, tahammülü kalmamış, ansızın elinin kayması ile kızının suratına tokadı geçirmişti. Herkes seslice iç çekerken Seda, yanağına aldığı tokatın etkisiyle uyuşmuştu. Kendine kısa sürede gelirken titremişti bedeni, çok tuhaf hissetmişti. Yanağını tutarken eli ile başını kaldırmamış, utancından ve acıdan kıpkırmızı kesilmişti. "Nurcan Teyze, kendine gelsen, herkesin içinde ayıp olmuyor mu, Seda'nın ne suçu var?" Turgut'un sesini işittiğinde daha çok utanmış, başını hiç kaldırmadan içeri geçmiş, holden banyo tarafına doğru ilerlemişti.

 

"Seda, ben de sana bakacaktım, Hande'nin duş alması, üzerinin değiştirilmesi gerek, hem sen neden geldin ki?" Kendisine doğru gelen kardeşine ilerlemiş olan genç adam, dikkatlice de bakmıştı. "Yanağına ne oldu, neden tutuyorsun?" Seda, ürkerek geri çekilirken ne cevap vereceğini bilememişti. Mustafa Bey, camiye gitmiş, tüm bu olaylar olurken, bahçede değildi, o olsa, zaten hemen müdahale ederdi. "Yok ağabey, önemli değil." demişti ama içi de harabe olmuştu. Yüzünü avuçladı elleri ile, başından tuttu, kaldırdı çehresini kızın. "Ne oldu bir tanem, anlat bana, o Aras denen dallama herif mi bir şey dedi?" Kızın eli, kendisinin tutması eşliğinde aşağı inmiş, o taze kızarıklık gözükmüştü. Ağabeyinin bakışlarındaki merakı gördüğünde, anladığını da çözmüş, anlatmak zorunda kalmıştı. "Ben de anlamadım, annem birden tokat attı, ne olur babama söyleme, kavga etmesinler..." İşittikleri ile duraksadığında, kendine gelmesi kısa sürdü. Yaşadıklarının, olanların etkisini üzerinden atamadan, annesinin düşüncesizce haraketi, kendini tuhaf hissetmesine sebep olmuştu. "Sen Hande ile ilgilen, ben annemle konuşurum." derken hızlıca kardeşini geride bırakıp bahçe tarafına doğru ilerlemişti.

 

..."Anne, benimle az gelir misin?" derken misafirlerine olup bitenleri belli etmemek için çabalamıştı. Nurcan Hanım, suçluluk ile kalkarken, sergilediği tavıra zaten çoktan pişman olmuştu. Ürkek şekilde oğlunun ardından giderken geride kalan arkadaşları, ortamı idare etmek için çabalamıştılar. "Seda'ya bakayım ben." derken kalkmış Melek, ev sahibinin tanıdıkları olarak ise Özcan'la Turgut devam ettirmişti sohbetin geri kalanını. Fatih, ardından gelen annesine, ardına dönüp zerre bakmadan, boş bir odaya çekmiş, kendi girdikten sonra gelmesini beklemişti. Kapısını kapatırken odanın, tüm bakışlarına değdirmişti gözlerine. "Sen n'aptığını sanıyorsun?!" Yükseltmişti sesini, kardeşini savunacaktı elbette. Olanların acısını, misafirlerin içinde, gencecik kızdan çıkararak onu rencide edemezdi. "Korktum oğlum, o kız düşünce, sen de gittin, düşeceğini sandım, endişelendim, nasıl olduğunu ben de anlamadım." Çok çekingen konuşmuş, gevelercesine dökmüştü kelimeleri.

 

"Yeme beni bunlarla anne, çocuk değilim ben, senin başka derdin var!" Sinirinden odanın içinde bir tur atmış, daha dikkatli bakmıştı kadına. "Gencecik kıza, insanların içinde tokat atmak nedir?!" Yüksekliği daha da artmıştı, sesinin haddi hesabı da kalmamıştı. "Sen bize hiç el kaldırmadın, hep kendinden önce bizi düşündün; anne, hiçbir açıklama mantıklı olamaz ama ne olur, bana inanacağım sebepler anlat!"

 

"Yazgı denilen o keskin gerçek, içimi paramparça etti oğlum, ben n'aptığımı mı biliyorum?"

 

"Ne demek bu?"

 

"Sana, o kızı bu eve getirmeden, 'Yasemin vakası çıkarma başıma!' demiştim, sen kendi hayatını hiçe sayarak gittin, o kızı kurtardın!"

 

"Kuyuda boğulup ölse miydi, ölmesini mi istedin?"

 

"Hayır ama sana varana kadar birsürü insan vardı, yardım da çağırabilirdik."

 

"Anne, bana emanetti, mecburdum!"

 

"Kollarında sarsarken bakışlarını gördüm Fatih, yapma oğlum, yanarsın, Yasemin'le çektiğin acıları hatırla, kaybetmekten kork, sevme!..."

 

"Yasemin'i unutmadım, içeride ki kızın unutturacağını da sanmam; ben, Allah'tan başka kimseden korkmam, birini sevmem icap ederse, çok da güzel severim ama anne, sakın bir daha bu saçma evhamlarının acısını kardeşimden çıkarma, kalbini kırarım!"

 

Kapısını kapattığında odanın, diğer tarafa geçti, Seda'nın girdiği odanın kapısını aralamadan önce dokundu, girmek için izin istedi. Gelmesi için onay aldığında, usulca aralamış kapısını, içeri girmişti. Seda'nın eli hızlıydı, hemen Hande'yi çıkarmış, Melek'in desteği ile de üzerini giydirmişlerdi. "Sen düşünme güzelim, ben konuştum annemle, bir daha insanların içinde, haraketlerine dikkat edecek." Yaklaşmış kardeşine, konuşurken kendisine bakmaktan utanan genç kızın, elleri ile tenini avuçlamış, dikkatlice kaldırmıştı. "Anlaştık mı?" Yarı ağlamaklı duruşunu gördüğünde, küçükken de olduğu gibi saçlarını öpmüş, tebessüm ettirmişti. "Hadi odana geç sen, dinlen istersen." Genç kızı kollarından bırakırken odadan çıkışını izlemiş, sonra ardına dönmüştü. "Melek, sana da teşekkür ederim, hadi git misafirlere bak sen de, gebe halinle çok uğraştın..." Kadın da çıkarken sadece, önemsiz olduğunu belirtircesine tebessüm etmiş, odanın kapısından çıkmıştı. Yanındaki kadını görmezden gelerek, gidenlerin ardından kısa süre, olup bitenleri düşünmüştü.

 

"Fatih!" İsmini, ilk kez o kadının dudaklarından işitirken hızla çevirdi kendini, dikkatle baktı kehribar gözlerine. Birbirine değen bakışlarda ki hırçınlıklar, denizdeki dalgalardan daha keskindi. "Özür dilerim, vicdanın için mecbur değilsin istemediklerine, en kısa zamanda bitecek bu rol, ikimiz de rahat edelim." Hiç takılmadan konuşmasına sevinmişti, istediklerini rahat dile getirmişti. "Çok kızgınsın bana, seni rezil ettim, hakkın da var kızmak için, ben hayatım boyunca herkese bir sıkıntı çıkardım, en başından kabul etmemen gerekti, keşke annemin anlattıklarının seni bu karara çekmesine izin vermeseydin ama olsun, geç değil, hemen bitecek!" Söylenenler karşısında, kadına doğru ilerlemiş olan genç adamın dudaklarında, belli belirsiz tebessüm oluşmuştu. "Ben bitti demeden bitmez küçük hanım, o kararı; size acıdığım için değil, gücünüze hayran kaldığım ve destek olmak istediğim için aldım..." Parmaklarındaki titremelere engel olamamış olan genç kadının, tenindeki sıcaklık, kalbine kadar ulaşmıştı...

 

"Kararı ben aldım, sonlandırmak da sadece bana düşer, hadi dinlen artık sen de, çok geç oldu..." Yorganı kaldırırken aşağı indirmiş, kadını oturtmuştu. Yatağın üzerine oturturken bedenini, ilk kez kadının bakışlarındaki sakinliği görmüştü. Yavaşça, sakat bacağını kaldırmasını beklemiş, bu süredede bakışlarını incelemişti sadece. Üzerini örterken kısa anlığına, Nurcan Hanım'a hak verecek gibi olmuş, sonra çabuk vazgeçmişti. Yorganı üzerine kapatırken gecenin karanlığında parlamakta olan kehribar gözlerine son kez bakmıştı. Ve kadın, belki de adamı son kez afallatırken dudaklarını araladı, konuşacak gücü aradı. Öncesinde derince nefesler aldı verdi, düzgün anlatması gerek, sesinin takılmaması gerekti. Yorganı kapatırken üzerine hafifçe eğilen adama baktı dikkatlice, karanlık gecenin simgesi olan gözleri, bir cehennem çukuru kadar keskin ama 'Gece' kavramını içine alırcasına da sakindi. Gece gibi, insanın hatalarını örtercesine oluşmuş siyahın en güzel tonu, onun gözlerinde can bulmuştu. Yemek sırasında masada da çokça işitmiş, 'Karabatak' sözünün sahiden de, tam olarak ona layık olduğunu düşünmüştü... O iki arkadaşından sonra, karşısındaki adama belki de bu sözü, ilk kez kendisi kullanacaktı.

 

"Teşekkür ederim Karabatak!..." Sözcükler, zirkon taşı misali parlamakta olan kehribar gözlerine değmiş, sonradan adamın kalbine çarpmıştı. Yüreği, işittiği son sözcükle, karmaşadan ibaret bir harabenin içine değen adam, titrek elleri ile üzerini kapattı. Yorganı tamamen örttüğünde doğrulmadan, son kez baktı gözlerine. "Önemsizdi Çalıkuşu, arada; keçilerin de inadının kırılabileceğini gösterdin bana, iyi geceler!..." Yorganı tamamen kapattığında doğrulmuş, ardına dönememişti. Yağmur tanelerinin, ansızın başladığını ve cama sertçe vurduğunu görünce pencere tarafına ilerlemişti. İnce tülün altından, bahçenin ışıklarına bakmış, sonra pencerenin perdelerini hızla kapatmıştı. Çıkması gerekti odadan, ardına döndü, kadına dönüp de son kez bakmadı, tamamen kapı tarafına ilerledi. Araladığı kapıdan çıkarken içinde isimlendiremediği tarifsiz hisler oluşmasına engel olamamıştı...

 

||Bölüm Sonu||

 

Değişik bir sonlandırma ile bitirdim. Sanki bir parça duygular eksik kalmıştı. Ya da bana öyle geldi, bilemedim şimdi. Hande yumuşadı ama tamamen böyle ilerlemeyecek. Yeri geldiğinde çok sert darbeler atacak, ki o bölümler de yakındır zaten. Önümüzdeki bölüm daha durgun geçecek. Aynı zamanda Hande'nin, Fatih'in hayatını tanımasına ve öğrenmesine çok kalmadı. Zaten gittikçe şimdiden hafifçe kavramaya da başladı.

 

Şarkı ile bazı sahnelerin nefis uyduğunu siz de fark ettiniz mi? Kimi sahnelerle çok alakasız olsa da, genel anlamda şarkı güzeldi. Bölüme yakıştı bence. Yeni bölümde görüşmek üzere. Hepinize hayırlı ramazanlar dilerim, Allah oruçlarınızı kabul etsin.

Loading...
0%