Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16. Bölüm: "Yardım Çığlıkları"

@mavi_melekler

Bölümün başlığından da anladığınız üzere, Hande'nin yardım çığlıklarını susturamayacaklar. Durağan geçen bölümlerden sonra hak ettik böyle bol olaylı sahneleri. Birçoğunuz Nurcan Hanım'ı sevmemiştiniz hani, acaba bu bölümde düşünceniz değişecek mi? Sona geldiğimizde aşağıda tekrar soracağım, düşüncenizin değişme ihtimali var çünkü. Öyküsünün sadece bir kısmını göreceksiniz tabii, daha devamı olmasına rağmen çok ileriki bölümlerde.

 

Sonları biraz hüzünlü olduğundan olsa gerek, azıcık şiir ile karıştırılmış düet tarzında şarkımızla oluşturdum. Bana kalırsa çok da hüzünlü değil, bilirsiniz Hande bazen olayları çok abartır, Fatih'in tahammülünün azaldığı bir bölümdü, bu kadarını söyleyebilirim. Sözü çok uzatmadan bölüme geçmek istiyorum.

 

Mehmet Tokat'ın 'Yaralı Gül' şarkısı eşliğinde bölüme geçebiliriz.

 

Keyifli okumalar!

 

16. Bölüm: "Yardım Çığlıkları"

 

İçindeki sıkıntıları çoktan uğurlamış, sadece sonsuz huzura tutunmuştu. İşin ilginç olan kısmı, çizimlerine devam edebilme özgürlüğünün açılması, kaçırıldığını ve esaret altında olduğunu, kısa süreliğine unutturmuştu genç kadına. O gün, eline geçen malzemeleri baş ucuna bırakmış, hızla kapatmıştı gözlerini, halsizdi ama ondan sonraki ilk gün, sımsıkı sarılmıştı elindekilere. Yüksek öğretimde çizim eğitimini de aldığı için hep kadrajına aldığı kuşları çizer olmuş, kendi çizimlerinin fotoğraflarını da, eskitme ama dijital fotoğraf makinesi ile çeker olmuştu. Sadece bir kolunu kullanmasına rağmen itina ile çekerdi resimlerini, umutla alırdı kadrajına. Yutkunmadan, soluksuz, sanki bir kerede tek çizimi bitirdiğini düşünürdü. Ayrı kalmak çizimlerinden, daha da isteğe getirmişti kendisini, ayrı kalmasa bile hep ilk başladığı zamanlarda ki gibi taze dururdu hevesleri. İki hafta geçmiş, kimse ile konuşmadan, kaldığı odadan başını çıkarmadan vermişti kendini çizimlerine. Yemek ve diğer birkaç özel ihtiyacı dışında, kendini odadan çıkarmamış, mecbur kalmadıkça da kimselerle iletişime geçmemişti. Soluksuz çizdiği, çok sevdiği göçmen kuşlardan birini daha geçirmişti o gün de sayfanın üzerine. İçine kapanmış, çizimlerinden başkasını düşünemez olmuştu. Çevresindekilerden ötürü tavırları, dikkat çekse de umursamadı, kimse ile uğraşacak halde değildi.

 

Yatağın üzerinden doğrulup bacağını aşağı uzatırken çizim defterinin kapağını örttü, eline eski fotoğraf makinesini alarak doğruldu. Yürüteçine sıkıca tutunarak ilerletirken koltuk değneği ile daha rahat edeceğini düşündü, en azından elinde bir eşya tutarken koltuk değneği, tek kolunu serbest bırakırdı. Yürüteçle daha rahattı ama önünü çok kapatırdı, elinde eşya ile kavramak da çok zordu. Kendini sürüklerken kaldığı odanın dışına çıktığı vakit öğleni geçmişti, çoktan akşama doğru ilerlemişti. O çok az girdiği oturma odasına doğru ilerlediğinde, Nurcan Hanım'ın soba içine kömür attığını gördü. Evde hem kalorifer kazanı vardı, hem de soba kullanılırdı. Başlarda çok maddi sıkıntı çektiklerini düşünmüştü ama sonradan Seda'nın anlattığına göre, tamamen alışkanlıktı, doğalgaza alışkın olmadıklarını demişti.

 

"Söyle kızım, n'oldu, aç mısın?" Karşısındaki kadına nedense o an için dikkatle bakmak istemişti, hep özenirdi ona, çok asil gelirdi gözüne. Kırk küsürlü yaşlardaydı, belki de küsüratı bile bulunmazdı, hep daha genç gelirdi gözüne, belki de genç gösterirdi. Yazmasını arkadan, oval şekilde bağlamış, oyalı kenarlarını da aşağı indirmişti. Çok ince değildi fiziği ama derli toplu, hafif uzun boyuna uygundu, normaldi. Ne aşırı incenin anormalliği, ne de çok şişmanlığın anormalliğini barındırırdı, çok düzgündü. "Yok." demişti elindeki fotoğraf makinesini kadına uzatırken. "Çekmedi, çalışmadı." şeklinde devam ettirmişti sözlerini. Soğuk nevale bulurdu karşısındaki kadını hep, geldi geleli çok soğuk olduğu gibi, hafif de anaç davranırdı. "Fatih'e göster, benim elimde iş var şimdi." Konuşurken ardına dönmüş, hafifçe sırıtarak sobanın içine kömürü atmıştı. Soğuk bulduğu kadının neden güldüğünü anlamamıştı. Sırıtışı, biraz da tebessüme benzemişti, asla kötü bir niyetle değildi, öyle olsa kesinlikle kavga edebilirdi.

 

Elinden makinenin çekilmesi, ardına döndükten kısa süre sonra gerçekleşmişti. Dikkatli bakışlarını da, kesici şekilde, belli belirsiz Fatih'e değdirmişti. Yüzlerine uzun zamandır bakmamış gibi hissetmişti, bakmamıştı da tabii, çok evveldir çizimlerine vermişti kendisini. Karşısındaki adam, makineyi gözlerine doğru hafifçe ilerletmiş, önce tuşlarına basmış, sonra da kapağını aralamış, şarjlı pillerini kontrol etmişti. Şarj edip etmediğini hiç sormamıştı, klişe bir insan olmadığını anlamıştı. Çünkü kendisi de salak değildi, şarj edip gelmişti. Özenle şarj etmesine rağmen neden çekmez olmuştu? Bozulmuş olma ihtimalini, aklından bile geçirmek istememişti. "İçi dolmuş." demişti sakin şekilde. "Bende kalsın, dönüşte boşaltır getiririm sana." Yüzündeki gülümseme, karşısındaki adam konuştukça artsın istemişti ama gülememişti, içinde kalmıştı mutluluğu. "Tamam." demişti sakince, hiç teşekkür etmek gelmemişti içinden, kendisini kaçıran adama teşekkür edecek kadar maceraperest değildi.

 

"Yalnız, hiçbirini düşürme olur mu, hepsi de çok önemli?" İsteği, kendinden bağımsız dökülmüştü dilinden. Hafifçe kaldırdığında başını, karşısındaki adamın alaycı bakışlarını görmüştü. Kenara kıvrılan dudakları ile belli belirsiz sırıtış eşliğinde bakmıştı gözlerine. "Tabii, emredersiniz (!) Hande Hanım, çıktısını alır, albüm haline getirip sunarım size."

 

Günün kalan zamanı, kaldığı odanın içinde geçmişti. Yemeklerini bile odada atıştırmış, hiç dışarı çıkmamıştı. Akşam vaktinin zifiri karanlığı tamamen çöktüğünde odasına gelen Seda, "Fatih Ağabey'im gönderdi." diyerek şık fotoğraf albümünü, eski fotoğraf makinesi ile birlikte önüne bırakmıştı. Sevinmişti uzun zaman sonra, kendisine getirilen değişik süprizden ötürü, keyif almıştı. Oldukça şık, beyaz, deri kapaklı, orta boy albüm, çok hoşuna gitmişti. Seda'nın içeri gelme teklifini de reddetmişti, hem zaten aç değildi. Çizimlerine kendini kaptırdı kaptıralı, kilo bile vermişti. Normalde hep ikinci tabağı ister, hemen doymazdı, bu evde ise çekindiğinden, bir tabak daha isteyemediğinden, tam doymuş olarak kalkmazdı. İçeri geçme teklifini reddetmiş, albümdeki resimleri inceler olmuştu. Yemeği odasına getirildiğinde, memnun kalmıştı durumdan, içeride daha çok çekinirdi. İyi ki de Seda'nın teklifini geri çevirmişti, odada rahattı. Etli patatesi iştahla, dilimlenmiş ekmeklerle birlikte bitirdiğinde, çorbasına geçmişti. Değişiklikte bulunmuş, çorbasını en son içmişti. İştahla bitirmişti tavuk çorbasını da, beklemekten acıkmıştı.

 

Yemeğini bitirdiğinde, önündeki tepsiyi bir kenara bırakmış, olup bitenleri düşünmüştü. Daha ne zamana kadar sürecekti bu saçmalıklar? Yemeğini odasında atıştırır, özel ihtiyacı dışında çıkmaz, içine kapanık geçirdiği zamanlarda, hep kağıt kalemleri, fotoğraf makinesi ile meşgul olurdu. İsteklerini geri çeviren adam, isteklerinin bin mislini, kendisini delirttikten sonra, çıkmak üzereyken aklı, bolca vermişti. Her gün sıkıntıdan delirdiğini dile getirdiğinde bazen, "Televizyon aç!" derken çok sakindi. Evet, o eskitme ekranda birkaç defa kuş belgeseli izlemişti, sonrasında ondan da sıkılmıştı. Dışarı çıkmasını, bahçede vakit geçirmesini istemişti ama o karanlık gecede içine düştüğü su kuyusundan sonra, evin dışına çıkası gelmemişti. Sonra zaten çok sürmemiş, istediklerini eline tutuşturmuştu. Daha çok delirmesini istemediği için mi, başka sebebi de mi vardı? En mühim sebebi de, kaçmaması, kendini kaptırması için olsa gerekti, istediği gibi de olmuştu. Burada kalamazdı, Yeliz Hanım'ın tercih ettiği hayatı sürdüremezdi. Kendisini tutan adam kötü biri değildi, evet; kötü biri olmadığını kesinleştirmişti, daha ötesini bilemezdi, düşünecek zamanı da olmamıştı. Kötü biri değildi ama nasıldı, çözememişti o zifiri karanlık gözleri, kavraması, idrak etmesi zor olmuştu.

 

Düşüncelerinden çıktığı vakitlerde, kendisine o kadar iyiliği dokunmuş adamı, bir anlığına unutmuş, gece vaktinde, uzun zamandır plana geçirmediği kaçma girişimine kalkışmıştı. Aras'ın karşısında kendisini korumasını unutmuştu, teklifini kabul edip sözlü rolünü oynadığını da unutmuştu. Hatırlasa ne olacaktı, içi içini kemirerek durmayacak mıydı? Kahrolmaktansa kaçmak, en doğrusu olsa gerekti. Dış kapının kilidini açabilmesi zor olmamıştı, anahtar, kapının kenarındaki konsolun üzerindeydi, hızla almıştı. Herhalde uzun zamandır kaçmadığı için herkes tarafınca unutulmuştu esir tutulduğu. Dış kapıdan süzülüp çıkarken hiç de tekin bir ortamda bulunmadığını anlamıştı. Yeri kavramakta zorlanmıştı bahçeden çıkıp da epeyce uzaklaştığında. İstanbul'da olduklarına emindi ama neresi olduğunu bir türlü çözememişti. Dağın başı gibi olduğuna da emindi, ne bir dükkan vardı, ne market, ne bakkal... Çoğu tarafı ahşap gecekondularla kaplı, sokak lambalarının bile kısıtlı olduğu sokakta içi titremişti. O, tanıdığı zengin mahalleri gibi değildi, gecenin karanlığında bile çok tuhaf gelmişti. Yokuş aşağı, walkera tutunarak inmek, çok zor gelmişti. Soluk soluğa kaldığında, ardından gelen köpek sesleri tırmalamıştı kulaklarını. Başlarda umursamasa da, ardından gelen korkudan alamamıştı kendisini.

 

Yakalanışı, kaçışından daha korkunç olmuştu. Kolundan tutup kendisini eve doğru sürüklemekte olan adamın elinden kolunu kurtarmak için çabalarken bağırmak istemişti ama sesinin nerede olduğunu, kendi de zor kavramıştı. Çok korkunca konuşmak, işkenceden de öte gelirdi gözüne. "Beni bırakmazsan bağırırım, sesim çıktığı kadar çığlık atarım!" Kolundan tutup sürüklerken 'Bağır, istersen git kapıları vur, insanların korkudan sana el uzatacağını sanmam!" Söylediklerine rağmen bağırmak istese de, korkudan sesi çıkmamıştı. Her kaçmak istediğinde, hep kendini ele verir olurdu. Sahi, gecenin bu saati, nasıl anlamıştı kaçtığını?...

 

Eve geldiğinde de karşısındaki adamın saldırgan tavırlarını çekmişti. Kendisine zarar vermemek için devamlı duvarları tokatlamış, sadece bağırmıştı. "Hep sen haklısın, değil mi? Sadece bir kere mağdur edildiğin için hep sen haklısın zaten ama haklı olmak yetmiyor, olmuyor öyle sadece haklı olmakla, mağdur edilmekle! Sen bilincinde misin, ben bunlara sebep olduğum için hayat boyu vicdan azabı çekiyorum ama senin umrunda değil!" Sebebi ne olursa olsun, ne kadar azap da çekse, kendisini burada tutması doğru değildi.

 

...Hande, içinden çıkamadığı korku ile karşılaştığında, Nurcan Hanım'ın korumalı kolları, bir anda, nedensizce çok şefkatli gelmişti. Yumruklarını duvarlara atan oğlunu, eşinin sakinleştirmesini beklemekte olan kadın, oldukça korkmuş kızı kollarına almış, koltuğa o şekilde oturmuştu. Hande, başını kadının göğsüne gömdüğünde, kaldırıp da kendini, ona bakmamıştı bile... "Yapma!" demişti kollarındaki kızı sarmalamakta olan Nurcan Hanım, sesi hafif ikazlı çıkmıştı. "YAPMA!" Şeklinde tekrarladığında kelimesini, çok daha gür ve katı çıkmıştı oğluna karşı sesi. "Mustafa, şu oğluna söyle, aklını başına alsın, sen bağırınca, bağırarak durduramazsın, anla artık, sebebi ne olursa olsun, daima haksızsın!" Ne kadar doğru demişti, sanki tüm düşüncelerini dile getirmişti. İlginç olan, karşısındaki adamın duvarları tokatlamasına rağmen kendisine asla zarar vermemesi olmuştu. Kendisine zarar vermemek içindi belli ki etrafına saldırmaları da...

 

Hiç şiddetten korkan biri olmamıştı, çünkü daima psikolojik şiddetle büyümüştü. Çevresindekilerden fiziksel şiddet görmek isterken hep daha ağırını, psikolojik şiddeti görmüştü. Şimdi gördüğünün şiddetle alakası olamazdı, korkmamıştı. Sadece bir adamın, karşısındaki kadına zarar vermemek için kendini hırpalayarak sinirini atışını izlemişti. "Seni bir daha uyarmam, tekrardan kaçarsan, kendini kömürlükte bulursun!" demişti o katı, sinirli sesini kullanarak... Yarı sakat olmasa, şimdi çoktan elinden kurtulmuştu, hemen kendisini bulmasının, başka açıklaması olamazdı.

 

Kalmakla gitmek arasında tökezlediği günlerde, gitmek için tercihi olmadığını hatırladı. Ancak kaçabilirdi, kalmasını gururu engellemişti. Kaçmasına rağmen kendisini odaya kilitlememiş olmaları işine gelmişti. Ertesi gün, kaçma cesaretine kalkışamazken diğer günler biraz daha durgundu ortalık. Evin içinde boş şekilde dolaşırken hep bir zaman aramıştı, kaçmak için girişimde bulunmak istemişti. Ne cesaret edebilmişti, ne de ortam bulabilmişti... Akşama kadar evin içinde dönüp durmuş, çıkacak ortam aramıştı. Evde herkes gitmiş, Nurcan Hanım'la tek başına kalmıştı. Birkaç defa çıkmak için imkan aradığında, dış kapının kilitli olduğunu anlamıştı. "Sinir insanlar!" derken dudaklarını kemirmişti öfkesinden... Camların çoğunda demir vardı, demirin olmadığı camdan kaçmak da, çok zamanını alacağından, hemen kendisini fark edebilirlerdi.

 

...Dış kapının önünde, kapının kilidini açmak için çözümler ararken dudaklarını daha çok kemirir olmuştu. Bir mucize olsa, kapının kilidini açabilse, bu defa kaçabilirdi. Anayola ne taraftan gidileceğini, geçen gün kaçtığında öğrenmişti, zaten tam çıkacakken de bulunmuştu. Dağlık bir alan değildi ama sokakları biraz ıssızdı, nasıl bir ortamsa, çözememişti... Kapının kulbunu aşağı indirmek için çabalarken sökmek istemişti o kulbu!... Düşünceleri ile harakete geçiremediği hisler arasında dönüp dolaşırken birden kapıdan gelen sesle tuhaf oldu. Bu evde kaldığı sürece, unutkanlığına rağmen, Seda'nın eve geldiği saati öğrenmiş, gözlemlerken aklında tutmuştu. Genelde bu saatlerde gelir olduğuna göre, kapıdan girdiğinde, geri kilitlemezse, bir çözüm üretebilirdi. Ya da direnir, elinden anahtarı almak için çabalardı. Düzgün olsa hali, şimdi belki de çoktan kurtulmuştu. Kapı, hızla açıldığında, karşısına çıkan adam ve o gece karası gözleri, aniden ürkmesine sebep olmuştu. Hafif afallamış bakışları, biraz da alaya çevirirken "Gir içeri!" demişti sert ama alaycı sesini kullanarak.

 

"Yetti be, senden bıktım anladın mı, daraldım!" Sinirine engel olamamıştı bir türlü kaçmaktan kendini alamadığında... "Ben senden bıktım asıl, kes sesini, içeri gir çabuk!" Kolundan tutmuş, sürüklercesine çekmişken kendisini, havadaki kolunu elinden kurtarmak için çabalamıştı. Bir refleksle kolunu kurtardığında, sağlam kolu ile hafifçe ittirmişti karşısındaki adamı ama ne çare, bir adım bile geri gitmemişti.

 

"Sen!" derken tüm kelimelerini tanelere bölerek, tekerli halde konuşmuştu. "Beni burada tutamazsın! Senin cebine para girecek diye ben bu Allahım belası evde bir gün daha durmam anladın mı, son raddeme geldim, durmam!"

 

"Sen beni bilinçli olarak mı delirtme çabasındasın, para almadığımı bildiğin halde mi?"

 

"Bana gururlu, haysiyetli delikanlı rollerine girme, ancak annemi kandırabilirsin o rollerle, bana sökmez!"

 

"Allah ıslah etsin seni, daha da diyecek söz bırakmadın bana!" Son cümlesini kurduğunda hızla çekilmiş kadının önünden odasına doğru ilerlemişti. Olduğu kısımda kaldığında, kelimelerini düşünen genç kadın, konuşmalarının ağır olup olmadığını kafasında tartmak istemişti. Çok mu ağırdı? Kendisine hep vicdanlı ilerlemiş adam için biraz ileri gitmişti. Sonra saçmaladığını düşündü, kendisini kaçıran birinin vicdanı olamazdı.

 

Geçen günlerde, hep daha çok direnmiş, bazen deli gibi çığlıklar atar olmuştu. Karşısındaki adamın sabrını taşırmak, onu çileden çıkarmak istemişti, hem de bilinçli olarak... O adamın, Yeliz Hanım'la birlikte, hayatı hakkında planlara kalkışması, istemsizce ona da öfke kusmasına sebepti. Yumruklarını camlara savurduğunda, Nurcan Hanım'ın içeri hızla girmesi, sinirini durdurmadığı gibi, daha da arttırmıştı. "Sen de anne mi olacaksın, kendini mükemmel anne olarak mı göreceksin, evlatlarının suç işlemesine göz kapatacak kadar aşağılıksın!" derken içindeki zehri kusmak istemişti.

 

"Sen dert etme, ben çocuklarımı ölçülü büyüttüm; sadece onları değil, başka hayatları da kayırdım onlarla birlikte, önce sen kendin büyüten annene nasıl evlatsın, onu düşün de, ondan sonra benim analığıma dil uzatırsın!"

 

"Anneliğin batsın senin, hepinizin canı cehennem olsun!"

 

"Kes sesini, bana kendini bağlattırma, çıtın çıkmasın!" Çıkarken bir de odanın kapısını kilitlemesi, daha da delirmesine sebep olmuştu...

 

Gün bitimine kadar çabalamış, camdan çıkmanın tekniğini aramıştı. Kaldığı odanın camında bombesiz, düz demirler vardı, evin demirsiz camları da vardı ama bacağını kaldıramadığından çıkamamıştı. Yatağının üzerine oturduğunda nasıl kurtulacağını düşünüp durmuş, kendince çıkış aramıştı. Kaçmak istedikçe kapana kısılmıştı, üstelik işin ilginç olanı, kaçmak için değil de, gururu için çabalaması olmuştu. Sorsalar, eskisi kadar gitmek istemediğini anlatırdı herkesten önce, kendi kalbine... Kaçıp kurtulsa, öz annesine gidecek ve o bilinmez, sonu belirsiz seçeneğe tabi tutulacaktı. Yaşlı, kendisinden oldukça büyük bir adamla, annesinin para hırsı için evlenecekti. Ne kadar kabullenmek istemese, işi inattan öte, gurura bindirse de, burada olduğu her güne şükür edebilirdi. Yine de bir başkasının, kendi hayatıyla ilgili kararlar alması, oldukça sinirlerine dokunurdu.

 

"Kes artık, çırpınsan da kaçamayacaksın!" Kollarından tutup sandalye üzerine oturttuğunda kendisini, direnmemesi için üzerine eğilmişti. Gece karası gözlerine, ilk kez o an dikkatle bakabilmişti kadın. "Seni bir kez daha bu evden çıkmak için çabalarken görürsem, seni buraya getirdiğim depoya geri gideriz, farelerle arkadaşlık ederek geçirirsin kalan hayatını!"

 

"Kalan hayatım mı?" demişti hafifçe şaşırırken. "Ben daha ne zamana dek burada kalacağım ki?"

 

"Ben sana ne kadar katlanabilirsem!"

 

"Demek ki benim senden kurtulmak için kendimi öldürmem gerek!" Üzerine doğru eğilen adamın sıcak nefesi, kalbinin hızla çarpmasına sebep olurken başını dikleştirerek gözlerine baktı adamın. "Kendi canına mı kıyacaksın?" Yırtıcı kehribar gözlerine eğildiğinde, nefesini bir kez daha üflemişti tenine. "Yazık değil mi? İnsan, içinden çıkamadıkları için çözüm arar, hayatına son vermek istemez! Bana kurtulmak istediğini anlatsan, birlikte çözüm ararız!"

 

"İstemem, ben sadece artık ölmek istiyorum! Ya öz anneme borcunu vereceğim, ya da öldüreceğim kendimi!"

 

"Gülten Hanım'ın çok umrunda olacağını sanmam, biraz ağlar, sonra unutur seni ama sen bu kadar istekliysen, bana sığınaktaki gibi seni sıkıca bağlamaktan başka seçenek kalmayacak!"

 

"Yapamazsın!" Sesi tökezlemiş, karşısındaki adamın ellerinden kurtulmak için direnmişti ama başaramamıştı.

 

"İntihara kalkışacak olan birine uygulanabilecek en mantıklı çözüm, bağlamak, bana başka seçenek bırakmıyorsun!"

 

"Çığlık atarım, ortalığı birbirine katarım, ucunda beni o depoya geri götürecek olman olsa bile umursamam!"

 

"Yok, depoya götürmem, onu unut, seni etkisiz hale getiririm, ağzını da kapatırım, sana kaba davranmak istemiyorum ama sen beni mecbur bırakıyorsun!..."

 

Günleri tekrardan can sıkıntısına zincirlendiğinde, kağıtla kalem de eskisi kadar sarmaz olmuştu. Bir bilinmezliğin içinde, ne kadar mutlu olabilirdi ki çizimlerine tutunarak? Yakalanmaları haricinde, kaçmakta da başarılı olamamıştı. Sadece beklemiş, hep düşünmüştü. Daha kaç kez kaçmak için uğraşacaktı da, kurtulamadığında kaç kere sözler işitecekti? Yemek masasının etrafında, evdekilerle iç içe olmaktan rahatsızlansa da, odasına kadar gelen Seda'nın, kendisini çıkarmasına izin vermişti. Yemeklerden en sevdiği ikili vardı, patates ve köfte kızartılmıştı. Yoğurtlu rus salatası da ayrıca hoşuna gitmişti. Nurcan Hanım'ın önüne bıraktığı tabağa olan iştahlı bakışlarını belli etmek istememişti.

 

Dikleştirmiş olduğu bakışları arasından, kendini kaldırdığında, Elif'le Seda'nın birbirlerine baktığını, hemen ardından da Nurcan Hanım'a, Elif'in dudakları ile sessizce işaretlerle konuştuğunu görmüştü. Hal ve tavırlar karşısında dişlerini o kadar sert sıkmıştı ki, herhalde biraz daha zorlasa, tüm dişleri dökülebilirdi. Kesin kendisi ile ilgili konuşmak istemişler, masada kendisi olduğu için de konuşamamışlar, bu tekniği kullanmıştı. Yanlarına kalmadığı gibi, çok ağır soracaktı hesabını. Yemeğine devirdi gözlerini, karnı açtı ama umrunda değildi, kendileri kaşınmışlardı. Kimseleri umursamadan tıkınmaktansa, kendisi hakkında konuşmalarının bedelini ödetecekti. İçeride kendisi olmasa, konuşacaklardı, bir aile, birbirinden neleri saklayabilirdi ki? Kesinlikle kendisi ile ilgili konuşmuşlardı.

 

"Ne konuştunuz siz ikiniz, ne ima ettiniz öyle sessizce?" Önce Elif'e, sonra da Nurcan Hanım'a bakmıştı hesap sorarcasına. "Hiç!" dedi hızla kendini doğrultan Elif, "Biz konuşmadık ki!"

 

"Yok gördüm, konuştunuz, bana baktınız önce, ondan sonra da birbirinizle konuştunuz, gördüm!" Elini masanın üzerine hafifçe geçirdiğinde, çok sonradan, ters bakışlarını üzerinde görmüştü o adamın. Masada Fatih'in de olduğunu unutmuştu, son anda fark etmişti. "Yalan söyleme, benimle ilgili konuştunuz, tabii ne kadar aptal olduğumu, bir türlü kaçamadığımı anlatmışsınızdır."

 

"Senden konuşsalar inan ki, kaçmak istemenin aptallığından söz ederlerdi, şimdi kes sesini, önündekileri zıkkımlan, milletin huzurunu kaçırma." Fatih'in, belki de en etkili konuşması olmuştu kendisi için ama kendi kafasında bunu hızla çarpıttı Hande, gerçekleri görmezden gelmek istedi.

 

"Karışma sen, sana sormadım, onları savunma bana."

 

"Tamam, hadi kızım karnını doyur, senlik bir mesele değil, aramızda konuştuk." Nurcan Hanım'ı da umursamadı, sadece ona bakıp acırcasına güldü ama sahte bir gülüştü, iki dudağının arasına, isteksizce kondurulmuş... Ne ağlamayı severdi, ne de gülmeyi...

 

"Allah hepinizin belasını versin, ölün inşallah, tabii, hepsinin en doğrusunu siz bilirsiniz, birini kaçırır zorla tutursunuz ama buna rağmen haklı çıkarsınız!"

 

"Gerçekten kes artık sesini, zaten hepimizin canı sıkkın, seni çekmeye meraklı değiliz." Seda'nın konuşmaları, daha da sinirlenmesine sebep olmuştu.

 

"Ben mi meraklıydım size, değilseniz çekmeyin, ne arsızsınız siz be, hiç mi utanmanız kalmadı, üç kuruş için eşkiyalık mı daha cazip geldi!"

 

"Ulan yeter!" Yerinden hızla doğrulan Fatih, sinirle sandalyeden kalktı. Karşısındaki kadına doğru ilerlediğinde, etraftakiler durdurmak istese de engel olamamışlardı. "Derdin ne kızım senin?" Yükselen sesi, evin içinde tüm hiddeti ile büyümüştü.

 

İnsan, önce hep birikir, içinde tuttuklarının esiri olurdu biraz da; Hande, zaten bir esaretin kalkanına hapsolmuşken, tüm benliğini hırpalamakta olanlar, enkaza çevirmişti kendisini. Yüreği bir harabe, kalbinden hiçbir parça da bulunmaz hale gelmişti. Yere eğildiğinde, kollarından can tamamen çekilmiş, ellerini tuttuğu walkerdan ayrıldığında parmakları, kendinden düşmüştü zaten. Yana doğru düştüğünden, cenin pozisyonunda, kıvrılarak oturmuş, tenine gelişi güzel tokatlar atarken saçlarını olanca gücü ile çekmeye başlamıştı. Gücü, tahammülü kalmadığı gibi, kendine belirlediği sınırları da çoktan geçmişti. Sadece ağlamama kararının ardında durmuştu, ne olursa olsun, gözyaşı dökmeyecekti. Özeldi gözyaşları, elmas gibi saklardı derinliklerine, kimselere gösteremezdi. Gök gürültülü, sağanak yağmurlu gecelerde, gizlice, elini dudaklarına kapatarak ağlardı bazen, tek başına kaldığı vakitlerde, sadece kendine gösterirdi serzenişlerini... "Bırakacaksın beni, mecbursun!" derken içini çekerek konuşsa da, geçirdiği sinir krizine rağmen hiç gözyaşı dökmemişti. Nefes nefese kalırken soluğu, gırtlağına sığmamıştı.

 

..."Fatih, hani depodan getirirken anlaşmıştınız, hiç çırpınmadığı gibi sesi de çıkmayacaktı, bana o şekilde anlatmıştın." Yemek masasından herkes kalkmış, kimsede tat kalmadığı gibi, iştahlar da çoktan çekilmişti. Yerde çırpınan kadına gözlerini devirirken Nurcan Hanım'ın sözleri ile daha da sinirlendi. "Yarım akıllı Turgut'un elinden o depo gitmemiş olsa, şimdi kendini orada bulurdu, buna dua edeceğine, haraketlerine bak!" Yere bacağını sinirle vuran genç adam, nasıl baş edeceğini düşündü. Yoldan çıkmıştı bir kere, nasıl sakinleştirebilirdi ki? "Sonunda beni o depoya götüreceğini de bilsem, kendimi öldürürüm!..." demişti zamanında, ne kadar ciddi olduğunu bilemezdi ama üste bu kriz de gelince, önlemini alması şart oldu. "Baba!" demişti Mustafa Bey'e dikkatle bakarken... "Aşağı kömürlükteki malzeme dolabında, evin tüm odalarının anahtarları vardı, bunun odasının anahtarını getirir misin?" Kararını vermişti, en azından bu gecelik, sakinleştiğine emin olana kadar, sığınaktaki gibi etkisiz hale getirecekti.

 

"Sakın, önce beni ezip geçmen gerek!" Yaşlı adamın sözleri ile ona doğru ilerledi. "Kendine zarar verebilir, hem odasında sesi de duyulmaz, kilitlememiz gerek, ortalıkta durursa olacaklardan ben sorumlu değilim." Kendi canına sebep olacak kadar güçsüz değildi, o kadını ilk gördüğü vakit, güçlü duruşuna hayran kalmıştı ama psikolojisinin sağlam olmadığını iyi biliyordu. Akıllı insan, kendi iradesi ile cehenneme gitmezdi. Zor da olsa ikna etmiş, odanın anahtarını getiren babasına bakışları ile teşekkür etmişti.

 

"Gel lan buraya!" Kol bileğinden tutup çekerken sürüklercesine kaldırmıştı. Yırtılırcasına çıkan gür sesi, "Bırak!" derken evin duvarlarına kadar çarpmıştı. Kaldığı odanın kapısını, kendisinin sağlam kolundan tutarken diğer eli ile açan adama baktı. "Yürü!" demişti kendi çığlıklarını bastıran adamın gür sesi. "Sen daha kiminle savaştığının bilincinde değilsin, canımı sıkma!" Yatağın üzerine oturturken iki kolunu da çok sıkı kavramıştı. "Sakinleş, kimse senle ilgili konuşmadı, senin derdin belli, burada olmak zorundasın, seni bırakamam!"

 

"Kötüsün sen, eksiklerimden memnun olacak kadar alçaksın, kendi annem olsa gelir kurtarır beni, Yeliz Annem kadar acımasız değil o, istemedikleri için ateşe atmaz, alır beni!..."

 

"Ne dedin sen?" Sesi katı, soğuk ama baskın çıkmıştı genç adamın, dediklerine onu pişman edecek, biraz durgunlaştıracaktı. "Önce tekrarlasana kelimelerini, ne ima ettin?"

 

"Öz annem bilse, gelir alır beni; sığınakta aşağıladığına çok pişman olursun, Yeliz Annem gelmedi ama o kesin, polislerle birlikte gelir." Elini çenesinin altına koymuş, karşısında oturan kadını dikkatle dinlemekte olan adam, hafifçe dudakları arasından sırıttı, çok belli belirsizdi gülüşü ama bakışlarındaki kesinlik de, bir o kadar netti. "Anlaşılan, sana bir ders vermenin zamanı geldi." Yerinden kalkarken ardındaki sandalyeyi bir kenara çekti. "Yürü!" dedi kadını kolundan tutup kaldırırken. Evdekilerin şaşkın bakışları arasında, kadını dış kapının tarafına sürüklerken askılığa uzandı, montunu aldı. "Giy şunu!" derken sesi çok sert çıkmış, istemsizce az önce dediklerine sinir olmaktan kendini alamamıştı. Birazdan gösterecekti ona ne kadar umursanmaz olduğunu, çok da sinirlenilecek durum değildi.

 

"Yavrum, teslim mi olacaksın, ne olur; Kuzey'e, Nilüfer'e, kardeşlerini toprağa veren bana acı!..." Yanına gelen Nurcan Hanım'a baktı, şu vakitten sonra teslim olunacak hal mi kalmıştı? "Gidemezsin Fatih, sakın deneme, aklından bile geçirme, evladımı göz görerek ateşe atmam!" derken eşinin sözlerini tamamlamıştı Mustafa Bey, ikisi de keskin kararlara sahiptiler, tıpkı şimdi kendisinin aldığı karar gibi, netti konuşmaları. "Hayır, ben teslim olmayacağım, rahat olun!..." Yürüteçi köşeden alırken kadının tutunmasını sağlamış, evden düzgünce çıkarmıştı.

 

Hande, uzun zaman sonra tenine çarpan soğuk havada, istemsizce ürperirken duraksamış, montuna sarıldığında, daha güçlü adımlar atmak için çabalamıştı. Önünden ilerlemekte olan adamın bakışları çok sertti, evden çıkmadan görmüştü. Yürürken bile, içindeki sertliği belli eden adımlarından daha da korksa bile belli etmedi. "Takip et beni, ilerle!" derken sesi de çok kararlı gelmişti. Önünden giden adama uydururken kendini, ona göre çok aksak ilerlediğini düşündü. İki aydır hiç dışarı çıkmamış olduğu için istemsizce gerilmişti, acaba kendisini serbest mi bırakacaktı? O şekilde olsa direkt 'Git' demesi, kapıyı açması gerekmez miydi? Ya da arabası vardı, doğru hatırlamakta ise vardı, o şekilde de bırakabilirdi. Yakın bir yer olmasa gidecekleri, yürümekte zorlanan birine bu şekilde davranmazdı.

 

"Yürü çabuk!" Karanlık gecede, hafifçe ardına dönen genç adam, önündeki walkere rağmen ilerlemekte olan kıza düz şekilde baktı. Oldukça boş, hissiz, tüm sinirini içine gömdü. "Yürü!" dedi tekrardan sertçe bağırarak, kendisine yetiştiğinde kadının aksak adımları, tekrardan önüne döndü, devam ettirdi... Bir caminin avlusuna geldiklerinde, önden ilerledi, kadına tekrardan dönerek, gelmesi için dik bakışlar attı. Yürüteçi ile zorlanarak kendisine gelen kadının tam önünde, bilinçli olarak durmuş, önünü kapatmıştı. "Demek öz annen seni kurtaracak, öyle mi?" dedi alayla gülerek. "Kurtarsın bakalım, kavuşturalım sevenleri, acaba kurtaracak mı?" Yürüteçi önünden aldığında, boşlukta kalan kadın, korku ile inlediğinde, çok beklemeden kadını kendi tuttu kollarından, sürüklercesine bir bankın üzerine oturttu.

 

"Sakın çıtın çıkmasın, gebertirim seni!" Üzerinden doğrulduğunda, hızla diğer tarafa ilerledi. Yürüteçi aldı, kadından daha uzağa, atarcasına bıraktı. "Seni kurtarmak için gelirse annen, buna da ihtiyacın kalmaz!" Oldukça ilerideki ağacın ardına bıraktığında, kadına doğru ilerledi. Önünde durduğunda tekrardan, cebinden çıkardığı telefon ile hafifçe eğildi. "Yaramazlığa kalkışma sakın, uslu dur, anneni arayacağım, birazdan geleceğim; sen de o çok sevdiğin annenin sesini duyacaksın, sonra gelirse eğer, bu gece evinde zıbarırsın, gelmezse beraber gideceğiz, mecburen sana bir süre daha katlanacağım." Eğildiği üzerinden doğrulduğunda, kadının oldukça sakinleştiğini gördü. Anlaşılan bu oyundan, ikisi de zevk alacaktı.

 

Ceketinin cebinden çıkardığı telefonu ile listede kayıtlı olan numaranın üzerine bastı, kulağına doğru ilerletti. Çalan aramanın açılmasını beklerken birden keyfi tekrar eskisi gibi olmuştu. Kendisi için sinirlenilecek durum değildi ki, gerilmek de manasızdı. Elbet açılacaktı çaldığına göre, uzun zaman sonra tekrar o kadınla muhatap olacak olmanın siniri üzerinde bulunsa da, gelmeyeceğini bilmesi hoşuna gitmişti. Sona doğru, kapanmasını beklediği telefon açıldığında, keyfi daha da artmıştı. Hızlıca telefonu hoparlöre alırken gelecek cevabı beklemişti. Önce kadının sesi dalmış gecenin sessizliğine, sonra da genç adamın ilk konuşması...

 

"Gel al kızını, biraz cesaretin varsa alabilirsin!" Sözlerindeki ima, telefonun ucundaki kadına, ağırca gönderilmişti. "Sen entrikaları seversin Neslihan Hanım, işin içine polisleri karıştırma ama, ben o kadar entrikalara gelemem, bir kere anne olabilirsen, belki kurtarırsın kızını!"

 

"Sen, Fatih'sin; Yeliz verdi sana kızımı, değil mi, eli ile teslim etti?..." Hande, hoparlöre alınmış cihazdan, annesinin sesini dinlediğinde, hem özlem, hem korku, hem de umut ile dolmuştu. Kurtulabilirdi eğer annesi gelirse, alır mıydı kendisini? "Ne fark eder, sen de para için satmayacak mıydın, ben en azından insaflı adamım, kimin ne dediğine değil, kendi vicdanıma bakarım."

 

"Benden ne istiyorsun?"

 

"Nasıl bir insan olduğunu gösterebilirsin mesela, ötesine ihtiyacım olmaz!" Zorla alıkoyduğu kadına bakarken içi de kötü olmuştu ama direnecekti sonuna dek, çaba gösterecekti. "Sözde, kızının anlattığına göre, çok ilgili bir annesin, göster ilgini..." Sesindeki imada, kadına gelmenesi gerektiğini bir iğne misali batırmıştı.

 

"Anne!" Yerinden doğrulmak istediğinde, tek bacağı üzerine tutunarak kalkmıştı. İnsan kaç yaşına gelirse gelsin, ne kadar olgun davranmak için çabalasa da, daima bir aile sıcaklığına hasret kalırdı... Sevilmediği, umursanmadığını bildiği halde, hep çok sevmişti, hedeflerini, hayallerini ve hayatını hiçe saymıştı, gelirdi kesin, kurtarırdı kendisini?... "Anne ne olur kurtar beni, bırakma burada, gel al!" Çaresizce kıvranırken karşısındaki adam tarafından bankın üzerine sertçe ittirilmişti.

 

"Sesini dinledin, alabilirsen gel al; Pendik Sultanbeyliği'nde, cami avlusunun içindeki parktayım, cesaretin varsa, kızının söz ettiği kadarsan zaten gelirsin, sakın işin içine polisleri karıştırma, bilirsin, savcılıkta, kanıtları ile birlikte, benim de anlatacaklarım var, çok cömertimdir, bana bir verene, ben bin mislini veririm!" Konuşmasına imkan tanımadan telefonu kapattığında, karşısındaki kadına olduğundan daha ters bakmıştı. Son konuşmalarını, imalarını, kadından biraz uzaklaşmış, ağaçların arasında bulunmuştu. Bazı gerçekleri bilmemesi, şu an için en doğrusu olsa gerekti.

 

"Çıtın çıkmasın, kemiklerini kırarım senin!" Yanına doğru ilerlemiş, önünde eğilerek en tehditkar şekilde bakmıştı. İçi acımıştı bir an için genç adamın, hep istemeden daha çok zarar verir olmuştu karşısındaki kıza, kontrolden çıkmıştı. "Annen gelirse alır seni, gelmezse kalacaksın elime!"

 

...Sessizliğin içinde acının naraları, gecenin karanlığına tokatlar atarken hiç durmaksızın beklemişti, karşısındaki adam da, durumdan oldukça zevk almıştı. Yere bacağını vurarak kadının başında dikelmiş, kollarını önünde birleştirerek beklemişti. Normalde olsa, gelmediği her dakikada sırıtıp, alayla gülerdi ama çaresiz biriyle alay edecek kadar düşmemişti. Ne kadar kendisini sinir etse de, ona karşı davranışlarında daha dikkatli olacaktı. Önce saniyeler birbirine çarparak geçti, ardından dakikalar oluştu, sonra dakikalar arttı, çoğaldıkça birbiri ile bütünleştiler. Akreple yelkovan birbiri ile yarıştı, dakikalar çoğaldıkça vakit yarım saati geçti. Genç adam, boşa beklediğini bilse de, sinirli nefesler almaktan kendini alamamıştı. Belki bu teknik ile kafası karışır, normal davranmak için en azından çabalardı. Yarım saat tam olarak oluşsa da, hiç ses çıkarmadı. Elini çenesi altına yerleştirdi, karşısındaki kadının çaresiz simasına kaçamak bakışlar atarak bekledi. Yarım saat, kırk beş dakika olarak çoğaldı, on beş dakika daha geçmişti... Sustu, sabrına sabır kattı. On beş dakika daha geçti, bir saat oldu ama kimse gelmedi...

 

"Sancaktepe'de oturuyordu annen, değil mi?" Elbette ki bilirdi, daha önce kapısını çok çalmak zorunda kalmıştı. İnsan bazen istemediği kapılara da giderdi ama gitmek istemediği kapıların önünden geçerse, ağır da konuşurdu. Fatih, daha önce o kadınla çok ağır konuşmuştu, ondan kızını alarak da, cevapların en ağırını vermişti. "İstese şimdi çoktan gelmiş olurdu." Kolunu çevirdi, saatine baktı umursamazca, sonra tekrar kadına kaçamak, umursamaz bakış atmıştı. "Gelir, trafiğe takılmıştır, biraz daha beklersek, gelmek üzeredir..." Sesi çok sakindi, ilk kez soğukluktan öte, ince çıkmıştı. Yalnız olmadığını kendisine kanıtlamak istediğini düşündü adam, oysa inat etmese, tüm kimsesizliklerini, koruyarak kapatmak isterdi. "İyi, bekleyelim bakalım, gecenin bu saatinde, kesin (!) trafiğe takılmıştır." Sesindeki alayı belli etse de, çok uzatmak istemedi. "Yollar bomboş, haberin olsun istedim!" dedi elindeki telefonun ekranını kadına çevirirken. Yol trafiğine gösteren navigasyona isteksizce baktı, sonra önüne döndü kadın. "Bekleyelim bakalım, bana göre hava hoş, uyar bana!..." demişti sakin kalmak için çabalarken. Sakinliğinin altındaki öfkesini, durgun kalırken sinirini bastırmak istediğini anlamıştı kadın.

 

Geçen iki saatin sonunda, tahammülü de tükenmişti genç adamın. Kırk beş dakika beklemeleri gerekirken tam iki saat geçmişti ve ortalarda kimse görünmemişti. Gelmemesi gerekti zaten, imalı konuşmalarında da, gelmesinin doğru olmayacağını belirtmişti ama karşısındaki kızın ikna olması için haddinden öte beklemişlerdi. Yine de durdu, biraz daha gönlünü etse, daha doğru olacağını düşündü. "İki saat oldu, hâlâ bekleyecek miyiz?" demişti sakin kalmak için çabalarken. Çok sert nefesler alıp verir olmuştu, konuşmaları sakin olsa da, durgunluğunun altındaki o öfke, yanardağ olup, her an için kopabilirdi. "Gelmem, olmaz, annem alacak beni!..." Hastalığından ötürü oldukça boğuk ve kesik konuşan kadını anlamakta hiç zorlanmamıştı, çünkü öncekilere göre daha düzgün konuşmuştu. Yerinden kalktı, etrafta kısa süre dönüp durdu, parkın içinde voltalar attı. Yeniden ilerledi kadına doğru, başında dikeldi. Yere vurarken bacağını, zamanın biraz daha geçmesini bekledi. "Herkes kendi cehenneminde rahat eder, Neslihan Hanım'a biraz ağır geldin anlaşılan!" Yaklaştı kadına, tamamen ilerlemek zorunda kalmıştı. Elini uzattı, kolundan tuttu, sıkıca kavradı. "Yürü, gidiyoruz!"

 

Ürkerek kendini geri çekti, o kolunu kıpırdatamadığı için, ancak geri çekilerek kurtulmak istemişti. İki tarafa, olumsuzca sallamıştı başını, öleceğini bilse gelmezdi. "Yürü, sabrımı daha çok zorlama, gelmedi işte, gelse kurtulurdun!" Daha çok geri çekti kendini, bağırdı, güçlükle çıkan sesi arasından inledi. "Gelmem!" dedi ama sesi bu defa aşırı pelteledi, olabildiğince boğuk çıktı. "O çok değer verdiğin, uğruna istemediğin halde evleneceğin, seni satacak olan anan gelmedi, sen de benimle geleceksin!" demişti tekrardan kelimelerini bastırırken. Sağlam kolunu kurtarmış, hızla geri çekmişti. "Olmaz!" demişti daha da boğuk, iniltiden ibaret, güç çıkan sesini kullanarak. "Seni başıma bıraktı, ben de meraklı değilim sana, kalk dedim!" Gür bir çığlık attığında, "İstemiyorum!" demişti. Karşısındaki adamın bakışları, öyle ters gelmişti ki gözüne, kendisini zorla, bir şekilde götüreceğini ve hiç düzgün davranmayacağını anlamıştı.

 

"Geber ulan o zaman burada!" Kolunu sertçe, ittirircesine bıraktığında, uzaklaştı kadından, sinirle çıktı parkın içinden, tahammülü çoktan bitmişti. Hiç ardına bile bakmadan ilerledi, tamamen uzaklaştı parktan. Yokuş aşağı indiği noktadan, bu defa da hızla geri çıktı. Yokuşu çıkmakta zorlanmadığı gibi oldukça da hızlı çıkmıştı. Evine doğru ilerlerken babasının da kendisine karşı geldiğini görmüştü. Neslihan'ı aradıktan sonra Fatih, telefonunu uçuş moduna almıştı, belki de bu nedenle evden arayanlar ulaşamamıştı. "Neredesin sen oğlum, n'aptın kıza?" Umursamadan, görmezden gelerek babasını geçip evinin bahçesine girdiğinde, orada da Nurcan Hanım'la karşılaştı. Aynı soruları, bir değişik halde annesi de sormuştu ama başlarda umursamadı, görmezden geldi. Sonra çok sürmeden, kısa vakitte olanları anlattı. Umursamazca anlatmıştı, görmezden gelerek konuşmuştu.

 

"Yavrum anlatsana, kız nerede, annesi mi gelip aldı?" Nurcan Hanım, hızla oğlunun ardından eve girdiğinde, içindeki merak da artmıştı. "Fatih, delirtme insanı, kıza n'oldu?" İçeri tamamen geçen Mustafa Bey'in bakışlarında tamamen endişe oluşmuştu.

 

"Annesi gelmediğinde, akıllanacağına bana trip atıyor hanımefendi, 'Yürü!' dedim ama gelmiyor; ben de bıraktım orada, kalsın, belki bir umut, aklı başına gelir!..."

 

"Ne tribi Fatih, sen o kızın psikolojisini hiç düşündün mü; kim bilir, şimdi nasıl da perişandır?"

 

"Başlarım onun psikolojisine, bıktırdı sonunda!"

 

"Delirtecek misin lan sen beni, ruh hastası herif?!" Mustafa Bey, masanın kenarındaki sandalyelerden birine oturmuş olan oğluna doğru ilerledi. "O kızın eli kolu zaten tutmuyor, gecenin bu saatinde, onu bıraktığın park..." Konuşamamış, sinirden devam ettirememişti kelimelerini. "Sen oraların ne kadar tehlikeli olduğunun bilincinde misin?" Elini masanın üzerine vurarken sinirine engel olamamıştı.

 

"Yaa tamam, gidip alacağız herhalde, kıpırdayamaz zaten, o tutunduğu yürüteçini de aldım önünden, uzaklaştırdın, zaten adım atabilse de gidemez, sabaha kadar annesini bekler."

 

"Ben gidip alacağım, getiririm iki dakikada." Üzerine eskitme montunu geçiren Nurcan Hanım, arkadan bağladığı tülbentini düzeltmiş, önden, düz, saçlarını ve boynunu kapatacak şekilde örtmüştü. Her ihtimale karşı, koluna ufak çantasını takmıştı. Oturdukları bölge, günün her saati çok tehlikeli olabilirken akşamın bu geç vakitleri, daha da ıssızlaştırmıştı. İstanbul'un en kırsal bölgesinde oturmaktalardı, maddi imkanların yetersizliği ama en çok da alışkanlıktı burada oturmalarına sebep olanlar. "Beni bekle Nurcan, ben de geliyorum." Eşinin ardından ilerlerken kapıyı aralamışlardı.

 

"Yalnız dikkat edin, Turgut'un deposuna getirmek için çabalarken Özcan'ın elini ısırmıştı; çocuğun elinde hâlâ diş izleri var, saldırganlık tehlikesi içerir, kuduz riski de olabilir."

 

"Fatih, sen çok oldun artık, haraketlerine düzen ver istersen biraz!" Sinirle homurdanırken evden çıkmış, önden giden eşini takip ederek ilerlemişti Nurcan Hanım. "Allah vere de, başına bir iş gelmemiş olsa, delirtecek bu çocuk beni, hem kızı kaçır zorla tut, hem de düzgün davranmasını bekle, olacak iş değil!"

 

Genç adam, hızlı bir haraketle oturduğu sandalyeden doğrulduğunda, anne ve babasının ardından ilerlerken kapıdan çıkmıştı. Çok sürmemiş, onların ardından parka ulaşmıştı. Her ikisi de, kızı sağ bir şekilde bulduklarına şükür ederlerken gelmesi için ikna çabalarına girmişlerdi. Her zamanki inadını kullanarak gelmemek için çabalıyordu. Kendisine bıraksalar zorla, sürükleyerek, çok da güzel getirirdi, neden onun ikna olmasını bekliyorlardı ki? Sonra biraz zorladığında kendini, karşısındaki kızın hiç iyi psikolojide olmadığını, yaşananların üzerine, bir de zorla getirilirse daha kötü hale gelebileceğini düşündü. Kendi de akıl ederdi, düşünürdü ama karşısındaki kadın, kendisinde düşünecek kafa bırakmamıştı. Bankın üzerine, bir tarafına annesi, diğer tarafına da babası oturmuş, ikna etmek için çabalıyorlardı.

 

..."Hadi güzel kızım, ne olur daha uzatma; hem buralar çok tehlikeli, karşısı orman, Allah korusun, köpek saldırabilir, inat etme de gel..." Yanındaki kızın saçlarını parmakları ile tararken okşamış, saç uçlarına gelen tokasını çıkarmış, tekrardan toplamıştı saçlarını Nurcan Hanım. "Donmuşsun hem, ellerin buz gibi olmuş." Ellerini avuçları arasına almış, kendi elleri ile okşamıştı. "Annen gelmek istese, çoktan gelirdi kızım, isterse bizim evi de bulur." derken sözlerini teyit etmişti Mustafa Bey.

 

"Yaa bırakın şunu kalsın, gebersin işte, korkmayın bir halt olmaz; ben köpeklerin hayatından endişeliyim, bunun başına kırmızı başlığı takıp ormana göndersek, kurdu midesine indirip gelir!"

 

"Hayalini kurduğun masum kızlardan değilim, hiçbir zaman da onlar gibi övülmeyeceğim." İlk kez o an dayanamamış, acısını kan gibi kusmuştu.

 

"Ben de o gördüğün kötü çocuklardan değilim, sana zararım dokunmadığı içindir bu öfkem!"

 

"Fatih, kes sesini, git gözüme gözükme, lan sen defolup gitsene eve, neden geldin?" Sesi çok gür çıkmıştı Mustafa Bey'in ama Fatih, babasını duymazdan gelmişti.

 

"Sen bana ahkam keseceğine anlatsana, hani nerede annen, gelmedi, hani; nerde, sığınakta polisleri beklediğin gibi, şimdi de ananı beklersin!" Etraflarında volta atarken parkın içinde sürekli bir tarafa ilerlemiş, bazen de başlarında dikelmiş, bacağını yere vurarken kollarını önünde birleştirerek beklemişti. Kısa süreli kadının kırık, paramparça olduğunu belli eden gözleri ile buluşmuş bakışları, sonra tekrar ardına dönerek dolanmıştı. Bir ara o tarafa doğru tekrar geldiğinde, parkın içini tamamen dolanmış, hâlâ annesi ile babasının çabaladığını gördüğünde, sinirle parmaklarını dudaklarına yerleştirerek ıslık çalmıştı. "Üç saati geçti, nerede annen? Seni benim başıma bıraktı, hiç gelmeye niyeti de yok, sabaha kadar bekle istersen!"

 

"Fatih, hadi oğlum geç eve, biz ikna eder getiririz, sen git." Sakin kalmak için çabalarken Nurcan Hanım, sabrının en çok oğlu tarafından zorlandığını düşündü. "Kalsın işte, bırakın burada üç gün beklesin, bana hava hoş, bırakın beklesin; kalsın, kurda kuşa meze olsun ki, aklı başına gelsin!..."

 

Sessizce, soğuktan titrerken kimseleri umursamadan bekledi. Gitmezdi, gidemezdi...

 

"İnsan hep bekler, değil mi Hande'ciğim?" demişti kızı sakinleştirmek için gerekli konuşmasına ilk başlangıcı ile giren Nurcan Hanım. "Ben de evladımı toprağa verdiğim günün gecesinde, sabah onun geri geleceğini düşünmüştüm, koskoca bir gece, kursağıma düğümlenen hevesle beklemiştim... Yaşadığı sürece beklemek, biraz da imtihanıdır insanın. En çok da sevdiklerinden alır darbeleri, bekledikçe daha çok beklersin... Elinde çiçekle, kalbinde ümitle, kursağında hevesle bekler ama bakarsın ki beklerken koca bir ömür devrilmiş, tükenen sen olmuşsun. Hasret geçmeyi bekler, tokluk kalmayı, umut çoğalmayı, insan sevgiyi ama bazen olmaz güzel kızım, ne kadar çırpınsak da olmaz. İnan bana, annen gelmek istese, Fatih'in o tehdit dolu konuşmalarına bakmazdı, hayatının tehlikede olduğunu; sana zarar geleceğini düşünüp beklemezdi, Türkiye'nin tüm asayiş ekiplerini ardına alır, dağı deler gelirdi. Anneler, evlatlarının her zaman ardındadırlar, gerçekten anne olabilmişten söz ediyorum bir tanem, beni anlıyorsun, değil mi? Her doğuran ana olamaz, tıpkı her doğurtanın baba olamadığı gibi, her kadın ana olamaz!... Ben nice analar gördüm, evlatlarını; baba olamamış kocalarına rağmen çok sevdiler, nice babalar da gördüm ki, evlatlarını; analık edememiş karılarına rağmen, hep çok sevdiler, uzaktan bile korudular, kolladılar.

 

Yavrum, güzel kızım, biliyorum, kabullenmesi çok zor, çok ağır, ikna olmak istemiyorsun, ben seni çok iyi anlıyorum. Kabullenmen gerek ama kuzum, bazen kabullenmek de olgunluktur, güçlü olabilmektir, anlaman gerek... Yorgunsun biliyorum, beklemek, düşünmek, sevmek, en çok da 'Yaşamak Yorgunusun' ama nefes aldığımız sürece çırpınmamız gerek. Ve yorgunluğunu çok geç anladın, hep öyle olur insan, yorgunluğunun boşa gittiğini de çok geç anlar. Sen de şimdi gördün, annen için kendi hayatını hiçe saymanın ne kadar boşa olduğunu, çok zor gördün. Biz ki, kendimizi heder olduktan öte fark eden, düş mağduru biçareleriz... Yaşam dediğin imtihan bizi bekler, uyanmalıyız, kendine gelmelisin güzel kızım, Allah'ın verdiği canı, bu şekilde heba ederek kendine acı çektiremezsin. Güvencen, tutunağın en önce Rabbi'n olsun, başka kimseleri umursama... Çok sevdiğim bir söz Dostoyevski sözü vardır, "Her mutsuzluğun ötesinde yine yaşam bekler ama insana özgü bir yeteneksizliktir yaşayamamak! Yoksa hangi balık boğmuş kendini, hangi serçe atlamış damdan!" şeklinde tamamlanır dizeler, ne kadar doğru, değil mi? Yaşamı bilerek geçmeye, en güzel şekilde ilerletmeye mecburuz, Allah'ın verdiği cana acı çektirmek haddimiz değildir. Yaşam, bir nefes, biz canlılar da ona mecbur biçareleriz..."

 

Yanındaki kızın saçları ile oynarken, usulca parmaklarını geçirirken konuşmuş, sonra tekrar tokasını alıp saçlarını düzgünce toparlamıştı. İnce, tam da enseden topuz haline getirdiğinde saçlarını, berrak tenini ortaya çıkarmıştı. Hande, dinlediklerinin ardından daha da hissizleşmiş, bomboş bakar olmuştu etrafına. İkna olacağını, belki de çoktan ikna olduğunu anlamıştı Nurcan Hanım, kına gecesinde gördüğü hale gelmişti, sağlam olan elini sıkmış, avuç içine bastırmıştı parmaklarını, açmak istememişti. "İnat etme kızım, hadi gel, söz bak, annen gelirse zaten bizi arar, ben seni getiririm ona." demişti Mustafa Bey. "Hem bak, Nurcan Teyze'n de anlattı, gelecek olsa gelirdi..." dese bile biraz ürkek olduğu için eve gitmeye korkar olmuştu. Yanındaki kadının anlattıkları, içine defalarca kez bıçağı sokup çıkarmıştı da, kimseler anlamamıştı. Yüreği deşilmişti, ağlayabilse bu kadar acı çekmezdi, gözyaşı dökemediği için acı, daha keskin oluşmuştu derinliklerinde.

 

"Ya gelince beni burada göremezse?..." Yanına geldiklerinden bu zamana ilk kez, güçlükle konuşmuştu.

 

"Arayan bulur kızım, arayan aradığını bulur; ister mevlasını, ister belasını, arayan aradığını bulur, hadi sen gel artık, bırak şu kadını!..." demişti acı ile iç geçiren Mustafa Bey. Ardına döndüğünde oldukça sinirli bakan oğlunu görmüştü. Fatih, "Ya Sabır!" diye homurdanırken Hande'nin son konuşmasını, sinirle dişlerini sıkmaktaydı. 'Git' demelerine rağmen gitmiyordu, burada kalıp kızın geleceği varsa da, gelmemesi için sinirli halleri ile psikolojik baskı kuruyordu. Yerinden doğrulduğunda oğluna doğru ilerlemiş, "Fatih!" demişti sakince. "Sen bir gelsene benle oğlum." derken baba oğul, birlikte azıcık uzaklaşmışlar, parkın diğer köşesine geçmişlerdi.

 

"Fatih, bak bu kız gelecek evladım, içinde istek var ama sen öyle ters bakıyorsun ki, korkudan gelmiyor."

 

"Bırakın ben sürükleyerek getireyim."

 

"Ulan zorla getirmeyi biz de biliyoruz, kızın halini görmüyor musun? Oğlum biraz centilmen olsan ne kaybedersin? Yüzün gülsün azıcık, iyi davran, güzel konuş ki gelsin."

 

"Tamam sen git, geleceğim birazdan." demişti sakinleşmek için beklerken. Mustafa Bey, tekrardan Hande ile Nurcan Hanım'ın yanına giderken Fatih de olduğu noktada kendini sakinleştirmek için çabaladı. İsterse sakin olabilirdi, en azından deneyecekti.

 

...Hande, Nurcan Hanım'ın anlatıklarından sonra ikna olmak için çabalasa da, içindeki acı, konuşmasını zorlaştırmıştı, gelirse sanki, daha kötü olacakmış gibi düşünmüştü. O adamın, Fatih'in bakışlarındaki sinir, tüm benliğine işlemişti. Ürpertmişti öfke ile harmanlanmış karanlık gözler, 'Karabatak' sözünün eş anlamlısı da, o adamın tamamen kendisi olsa gerekti. Mustafa Bey'in ikna dolu konuşmaları, elini omzuna dokundurması bile korkudan sarmamıştı kendisini. İkisinden de çevirdiğinde bakışlarını, önüne baktığında, kendinden emin adımlarla, dimdik omuzlarla kendisine doğru ilerlemekte olan adamı gördü. Yürürken kendisine doğru, simasına baktığında, öfkenin silinmiş olduğunu gördü. Sakin olmak için tüm benliğini zorlar gibi bir hali vardı. Yürüdü tamamen, oldukça ilerledi kendisine doğru ve önünde durdu, korksa da, bakışları onunla göz göze geldi.

 

"Gel hadi." El bileğine doğru, kendi elini uzattığında, sakin olmasına rağmen adam, birden korku ile iç geçiren kadın, hızla Nurcan Hanım'a doğru dönmüş, tenini onun göğsüne kapatmıştı. "Korkma kızım, Fatih zarar vermez sana, sadece gelmen için kolunu tutmak istedi." demişti saçlarını okşayan kadın. "Yapmazsın, değil mi oğlum?" demişti bakışları ile konuşan Mustafa Bey, gerçekten de Hande, bir an için korkmuş, kendisine vuracak sanmıştı. Başını kadının göğsünden kaldırdığında, elini yüzüne kapatması da, ne kadar korktuğunu rahatça gösterirdi.

 

"Yapmam tabii, hadi gel, eve geçelim, sonra tekrar birlikte geliriz, dolanırız, olur mu?" Sözleri ile bir parça olsun rahatlamıştı. Yumruk haline getirdiği, ne zaman canı acısa, sıktığı elini adama uzatmış, hafifçe aralamıştı. Kendisini elinin bileğinden kavramış olan adam güçlükle kaldırmıştı. "Yürüteçi getirin biriniz." demişti ardındaki anne ve babasına. Yardım çığlıkları boşa giden genç kadın, Nurcan Hanım'ın o içten konuşmalarının aksine, karşısındaki adamın bir el uzatmasına kandığını düşündü. Kanmak da denemezdi, kadının sözlerinden sonra, Fatih'in hal ve tavırlarından korktuğu için dönmek istememiş, o da öyle düzgün konuşunca, hemen uzatmıştı elini.

 

||Bölüm Sonu||

 

Evet, dolu dolu bir bölüm okudunuz. Alalım düşünceleri, görelim yorumları. Ben nedense keyiften dört köşe olarak yazdım bölümü. 😂😂 Fatih'in bağırdığı sahnelerde nedensizce güldüm, haraketleri çok doğaldı aslında bana göre. Hande'nin haraketlerinden, hiç de sağlam psikolojide olmadığını anlamışsınızdır. Davranışları, tepkileri ve tavırları zerre normal değildi, sonunda adamı çileden çıkarttı. Tekrardan sormak isterim, Nurcan'a bir parça olsun ısındınız mı? Konuşmaları ve hayat öyküsünü nasıl buldunuz? Önceden de dedim, daha devamı gelecek.

 

Diğer bölüm sizi hiç beklemediğiniz ve çok farklı bir sürpriz karşılayacak. Bölüm hazır, sadece ufak düzenlemeleri olacak. Yorumlarınızı alayım önce, Fatih'in babasının tavırları sizce de çok örnek olmamış mı? Evladını çok güzel yönlendirdi, doğru yolu gösterdi. Ya Hande'nin son sahnede ikna oluşuna ne demelisiniz? O kadar dil döktüler gitmedi, Fatih odunluğu bir kenara bırakınca nasıl da ikna oldu. Bir an kendisine el kaldıracağını sandı. Bedensel olmasa da psikolojik şiddetle büyümüş, o nedenle ürktü.

 

Güzel yorumlarınızda buluşmak ve diğer bölümde görüşmek dileğiyle, hoşça kalın...

Loading...
0%