Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17. Bölüm: "Yasemin"

@mavi_melekler

Yeni bölüm getirdim sizlere, hem de sıcacık, taptaze olanından. Bölüm başlığından da anladığınız üzere, rahmetli Yasemin'i çok anacağız ama neden, nasıl ve ne şekilde... İşte orası çokça tartışılır, tartışmamak için bölüme geçsek daha doğru duracaktır.

 

Sahnelerin tamamı için şarkımız

Melih Görgün - On Dört Bahar

 

Çok şık oldu medya görüntümüz, hoş durdu. Okuduğunuzda, şaşırtan tepkiler karşısında eleştirilerinizi dikkatle bekliyor olacağım. Çok şaşıracaksınız ve şaşkınlığınızı nasıl dile getireceksiniz, aşırı merak ediyorum. Hadi geçelim o zaman bölüme.

 

17. Bölüm: "Yasemin"

 

İnsan teslim olunca, kabullendiğini sanırmış hani ama kabullenmek değil, sadece derin bir alışkanlıktan ibaretmiş. Hande, son zamanlarda kabullenmekten çok korkardı, 'Ya daima esir tutulacak olursam' çelişkisi içinde, adeta aklına kaçıracak duruma gelmişti. O gün teslim olarak eve dönmesi, genç kadını daha da korkutur olmuştu. Yaşadıkları normal değildi, Yeliz Hanım'ın kendisini sürüklediği durum da normal değil, aksine çok anormaldi. Zaten o günden sonra bir daha asla odasından çıkmasına izin vermemişler, oda hapsine mahkum edilmişti. Yemek masasına hiç oturmamıştı mesela, çıkardığı son kaos o olmuş, bir daha odasına tepsi bırakılmıştı daima. Ne zamana kadar süreceğini bilmediği sıkı denetimi, kendi elleri ile inşa etmişti. Geri dönmemesi gerekti, o gün gerekirse sabaha kadar annesini beklese, belki bir nebze içi soğurdu. İnsandık, şaşar düşerdik işte, gelmeyecek birini beklemek, bekleme isteğinde olmak da, insanoğlunun acizliğindendi. Sabaha kadar beklemezdi ki zaten, kalkardı. Yola çıkar, en azından çıkmak için uğraşır, bir araba bularak karakola gitmek için çabalardı.

 

Yine de nedensizce, kendisine ilerlemesi, elini uzatması, o anda çok hoşuna gitmişti. El kaldıracağını sanarak irkilirken aslında sadece kendisine tahammül etmek için çabaladığını anladığında, biraz tuhaf hissetmiş, elini uzatmaktan kendini alamamıştı. Hiç tanımadığı bir adamın kollarında, kucağında eve geldiğini hatırladı. Yürümekte zorlanması ve adamın sabırsız kişiliği, kendisini aparatından uzaklaştırmıştı. Yürüteçini bir kenarda bırakarak kendisini kucağına almıştı. Yüzünde bir sıcaklık hissettiğinde, kızardığını anladı. Anımsamak, hatırlamak utandırmıştı kendisini. İzin vermese neler olacağını düşündü de, hakkı değildi ki izin vermemek. Elin adamı, kendisi gibi bir kötürümü çekmek zorunda değildi. Avuçları arasında sıktığı kalemi, elinde hafifçe gevşek bırakırken avucunun terlediğini hissetti. Çizimler de sarmaz olmuştu genç kadını, oda hapsi canını çok sıkar olmuştu... Yani aslında bir kere Neslihan Hanım'ı arasa, öz annesi ile konuşsa, içindeki tüm düğümler çözülecek, rahat edecekti. Fatih denen o adi adamın tehdit içerikli sözlerinden ötürü gelmediğini anlamıştı. Sanki annesi ile telefonda konuşurken kendisinin anlamayacağını düşünürcesine imalı sözleri gülünçtü.

 

Hande, ortada bilmediklerinin döndüğünü, o adamın kendi annesini tanıdığını çoktan kavramıştı. Gerçekleri de Neslihan Hanım'dan öğrenecekti. Öğrenmesine öğrenecekti de nasıl, ne şekilde? Şu an için kaçması mümkün değildi, çok sıkı denetim altına alınmıştı. Elbette kaçacaktı ama şimdi önceliği, annesi ile görüşmekti. Kaçmanın vadesi, şu şartlar altında uzundu ama çok sürmezdi, onun da üstesinden gelecekti mutlaka. Çok vakit kaybetmeden telefon bulması, annesine ulaşması şarttı. Konuşacak, başlarında ne çeşit bela varsa korkmadan, kendisini kurtarması için dil dökecekti. İsterlerse, birlikte üstesinden gelebilirlerdi, derinlemesine korkacak ne olabilirdi ki? Anlatacaktı, bir mesajla bile anlatabilirdi ama önce telefon bulacaktı. Cehennem çukurunun içinde kapana kısıldığını hissetti, nasıl bir bataklıktı ki içinden çıkamaz, çırpındıkça da daha çok kısılır olmuştu. O daima işittiği "Karabatak" kelimesi düştü dudaklarına. Sahiden de, adamın karanlık gözlerinde, insanın içinde çıkamadığı bir bataklık vardı, çıkamadığı cehenneme, kimi zaman bakarak rahatlardı.

 

O ürkütücü gün, adamın kollarında eve getirildiğinde, denetimi aşırı sıkılaşmış, odası da değiştirilmişti. Kaldığı oda tamamen değiştirilmiş, dipte kalan bir odanın içine kapatılmıştı. Şu an kaldığı odanın içinde sadece bir tane, çok büyük olmayacak pencere vardı, o da salonun ara holüne bakardı. Kapının çaprazında, tam karşısında olan uzun, dikdörtgen pencere, evin içine, aradaki holüne bakardı. Dışarı gören bir pencere olmadığı için daima ışığı açmak zorunda kalırdı, holden gelen ışık, odasını her zaman aydınlatamazdı.

 

"Seni hiç affetmeyeceğim anne." Seslice dile getirdi ansızın düşüncelerini. Kendisine, o lüks evinde, en güzel, en ferah odaları layık gören Yeliz Hanım itmişti kendisini karanlıklara. Kelimeleri de içi kadar kırık döküktü. Elinde tuttuğu kaleme baktı önce, sonra ansızın önündeki kağıda... Yine o çok kırıldığı Yeliz Anne'sini, kısa ve dalgalı saçları ile canlandırmıştı çizim kağıdında. Karanlık depolara, sığınaklara ve şimdi bulunduğu odanın içine kendisini o kapattırmıştı, evdekiler ise onun köpekleri olmuştu sadece, ondan başkasını suçlaması doğru değildi. Son düşüncelerini, zihninde tartarak kontrol etti de, o adamı sinirlendirmek için fikirlerini önünde açığa çıkarabilirdi. 'Sen, Yeliz'in köpeği olmuşsun, zavallısın!' diyecekti bir gün mutlaka ama şimdi değil. En önceliği telefon bulmaktı ama nasıl, ne şekilde? Çok düzgün düşünerek haraket edecekti.

 

Ya telefon bulacak, annesini arayarak aklındakileri soracak, ya da kaçacaktı. İkinci seçenek daha doğru olacaktı çünkü, kaçabilmesi için imkanları azaltmışlardı. Kendisi için kaçmak, başlı başına bir eylemken annesine hesap sormak çok ayrıydı. Kaçarak Neslihan Hanım'a gitse, geri kendilerini bulma ihtimali çok aza inerdi, hem ne konuşacaksa da zaten o zaman konuşurdu. 'O adam seni neden tehdit etti?' demek isterdi ama tahammülü kalmamıştı, hemen olmasını istemişti. Koşabilse, çok mümkündü ama destek çubuğu olmadan iki adım atsa, bacakları birbirine dolanır, anında düşerdi. Kör karanlık, penceresiz odada tıkılı kaldığından, sinirleri her an daha çok artmıştı. Özel ihtiyaçları dışında çıkarılamadığı odada, telefon isteğini nasıl anlatacağını düşündü. İnatçı değildi ama inat etmesi gerekti, hem de en hassas olduğu konuda inat ederse, istediğini elde edebilirdi. Yemek ve ilaçtan uzaklaşacaktı. O konuda inat ederse, istediğini çabuk elde ederdi.

 

Aralanan eski kapının gıcırtısı doldu kulaklarını. Yüzünü, sese karşı buruşturdu. Elinde tepsi ile içeri adım atan Nurcan Hanım, kendisine doğru ilerledi. Yatağın üzerine bırakan kadın, tepsiyi çevirerek çorbanın olduğu tarafa getirmiş, ilk çorba ile başlayacağını düşünmüştü. Yazık ki hiçbirine başlayamayacaktı. Gözünün ucu ile baktığında, en sevdiklerini fark etti. Şansına, işi inada bindireceği zamanda, en sevdikleri gelmişti önüne. Fırında soslu kızartılmış tavuk, garnitürlü pirinç pilavı ve ismini bilmediği çorba vardı. Yalnız çorba da en az diğerleri kadar güzeldi. Yoğurt ve erişteden oluştuğunu anladığı çorbanın kokusu, şimdiden burnuna dolduğunda, açlıktan içi kıyılmıştı ama inadı da inattı.

 

"Başla hadi, bitince haber ver, tatlıyla çay getireceğim." Eğildiği üzerinden doğrulduğunda konuşan kadına dikti bakışlarını. Şimdi tam da istediğini dile getirme zamanı gelmişti, daha ötesini beklemesi doğru olmazdı.

 

"Benim annemle, Neslihan Annem'le konuşmam lazım." Çok açık şekilde, kadını dumura uğratarak konuştu. Yemek tepsisinden uzaklaştırdığında bakışlarını, tamamen kadına çevirerek sırtını da dikleştirdi. Hiç beklemediği istekle karşılaşmak, Nurcan Hanım'ın epeyce afallamasına neden oldu.

 

"Yani modern çağda olduğumuza göre, esareti de daha modern sürdürebilirsiniz, en azından telefonla konuşabilirim." Kaşlarını kaldıran kadın, Hande sözlerini tamamladığında, sonradan da daha tuhaf ifadelere büründü. Gülmemek için kendini zor tutmuş hali vardı. "Konuşuruz, izin isteriz Fatih'ten, müsaade ederse ararsın."

 

"Ben kimseden izin isteyecek kişiliğe sahip değilim, siz benim adıma istersiniz, isterken de selamımı söylersiniz."

 

"Senin emirlerin de bizde geçerli değil ama olsun, ben denerim, sen sıkma canını." Yukarıda, önünde birleştirdiği kollarını çok ağır şekilde aşağı indiren Nurcan Hanım, başı havada odadan çıktı. Uzun zamandır kullandıkları düzeni uygulayarak çıkarken kapıyı kilitlemeyi ihmal etmedi. Ara holden mutfağın içine girerek çaprazdaki masaya ilerledi. Orada, dolap kenarında bir şeyler atıştıran oğluna bakarken gözleri ile kızın odasını işaret etti. Gülüşünü susturmak için elini ağzına kapatan kadın, kısık şekilde güldü. "Sana selamı var."

 

Biraz afallarken anlamsızca baktı annesinin gözlerine. Uzun zamandır sesi soluğu çıkmamıştı, o günden sonra denetimi sıkılaştırmış, odasını bile değiştirmişti. Ne demek istediğini anlamak için çabaladığında annesinin kısık gülüşleri çekmişti dikkatini.

 

"Ne, anlamadım, ne selamı?" Yüzündeki anlamsızlık karşısında az daha güldü annesi ama çok katılarak değil, daha sakince, tebessümden az daha öte olmuştu.

 

"Neslihan Anne'si ile konuşması gerekmiş, Fatih'ten izin alırız dediğimde, benim kimseden alacak iznim olmaz, sen selamımı söyleyerek iletirsin dedi." Gülüşünü durdurduğunda tebessümünü çekmeden açıkladı olanları.

 

"Bak sen şuna, bir de aklınca bana diklenecek." Kendi de belli belirsiz sırıtan genç adam, annesine doğru ilerledi.

 

"Günah oğlum, tamam odasından çıkmasın ama bırak en azından merakı gitsin, konuşuversin, zaten kadın anlatamaz ki."

 

"Hayır tabii ki, canının her istediğinin, istediği anda olamayacağını anlasın biraz, konuşacak da ne olacak, aklınca tekrar ortalığı birbirine katacak."

 

"Sen nasıl istersen ama günah, çok merak ediyor böyle, kapattık o penceresiz odanın içine."

 

"Hak etti anneciğim, bizimle aynı masada karnını doyurmasına bile müsaade ettim, sonunda ortalığı birbirine kattı."

 

"Tamam oğlum, sen nasıl uygun görürsen öyle olsun, sana emanet sonuçta."

 

"Konuşacak sonra daha çok şımaracak, uğraşamam şimdi onunla; hem benim sana güzel bir sürprizim var, boş ver onu da, torununun odasını hazırla istersen, Yasemin'i getireceğim."

 

"Aaa, ne?!" Yüzünde kocaman bir tebessüm oluşan Nurcan Hanım, oğluna ansızın sımsıkı sarıldıktan sonra hemen geri çekildi. Annesinin haline bakan Fatih'in de dudakları tebessümle kıpraştı. "Yemek de hazırlarım ben, sulu çorbalardan azıcık içiririm, başka gelecek var mı, ona göre mutfağa girerim?"

 

"Hepsini getireceğim anne, Sevinç Hanım'la Birsen de gelsinler istedim, uzaktan gelecekler, isterse kalırlar da belki."

 

"Sen bana Yasemin'imi getir, gerisini hallederim, misafirlerimizi de ağırlarız, sen önce benim kınalı kuzumu al gel." Nurcan Hanım, evlatlarını nasıl severse, torunlarını da o şekilde severdi. Hep 'Kınalım' derdi, 'Kınalı kuzum' derdi, kelimelere sığdırırdı sevgisinin sıcaklığını. Oğlu ile konuşurken teni sıcak bir hasretin ifadasine büründü, kısa vakitte kavuşacağı için sıcaktı. "Eee, ne zaman getireceksin, benim de ona göre misafirlerimiz için mutfağa girmem lazım."

 

"Yarın alacağım anne, biraz rahatsızlanmış ama iyiymiş şimdi, belki akşam, bilemedin gece çıkarım, ateşi tekrar çıkarsa Birsen haber verecek."

 

"İyi ama şimdi, değil mi?" Yüzündeki endişenin inadına sakin kalmak için çabaladı Nurcan Hanım, çocuklarda ufak hastalanmalar normal karşılanabilirdi.

 

"Kötü olsa, ben sakin olabilir miyim sence, korkma, aksilik çıkarsa gideceğim hemen."

 

Sadece başını salladı, daha sonra ardına dönerek, tüpün altını kapattı. Yukarıdaki mutfak dolabından aldığı fincanı, fincan altı tabağına düzgünce oturttu. Çayı doldurup çay kaşığını içine, küp şekerleri de alttaki tabağın kenara bırakan Nurcan Hanım, önceden tabağa koyduğu tatlıyı eline aldı. Bir elinde çay, diğer elinde tatlı ile Hande'nin odasına ilerlerken ansızın kendini şaşıracak gibi oldu. Uzun zamandır hep olurdu ama eskisine oranla daha azdı. Kendini şaşırır, önceden kaldığı odanın olduğu tarafa ilerlerdi ama şimdi çabucak, o boş odanın içine girmeden toparladı.

 

"Hadi al bakalım, afiyet olsun." Yatağın üzerine bıraktığında çabuk doğrulan kadın, karşısındaki kızın merak dolu bakışlarıyla karşılaştı.

 

"Konuştunuz mu?" derken ne demek istediğini çabuk anladı.

 

"Konuştum, senin küstahlığına rağmen ben, ısrar bile ettim ama kabul etmedi."

 

"Ben küstahsam, sizin o katı gibi duran basit kurallarınız geçerli, kalmış ki ben izin de istemedim."

 

"İstesen de, istemesen de arayamayacağını, seninle uğraşacak zamanı olmadığını söyledi. Yarın çok önemli misafirlerim gelecek, senden ricam, lütfen olay çıkarma, zorluk da çıkarma. Yemeğini neden bitirmedin sen, tatlıyla çay getirdim?"

 

"Yemeyeceğim, aç değilim zaten. Yemek tepsinizle beraber o getirdiklerinizi de geri alabilirsiniz." Sesi çok kararlı çıkmıştı, tam da bakışları gibi netti. Açlıktan midesinin sulandığını ve özellikle tatlıya asla tahammül edemediğini düşünse de el sürmeyecekti.

 

"Hande'ciğim, güzel kızım, canım, bir tanem; bak sen ilaç içeceksin, kullandığın birsürü ilaç var, o ilaçlar aç karnına tesir etmez."

 

"Aa, ilaç içeceğimi de nereden çıkardınız?" Yüzünde tam da karşısındakini çok sinir edecek ifade vardı ama kadın sabırlı biri olsa gerekti.

 

"N'apmaya çalışıyorsun sen?"

 

"Çok basit değil mi bunu anlamak?" Şimdiden daha açlıktan halsiz düşmesine rağmen hızlı cevaplar verdi. Bir daha şimdi ki kadar bile hali kalmamış olacaktı. "Tabii sizin aklınız ancak birilerini kafeslemek için çalışır ama sıkıntı değil, ben severek açıklarım; demem o ki, istediğim olana kadar aç kalacağım, ilaç da içmeyeceğim. Şimdi algılayabildiniz mi ne yapmaya çalıştığımı, çok basitmiş değil mi, anlamadıysanız, ben severek bir daha anlatırım."

 

"Benimle ukala ukala konuşma, Allah yarattı demem, ağzının ortasına bir tane patlatırım, o zaman anlarsın neyin ne olduğunu."

 

"Bir de benim lavaboya gitmem lazım, umarım müsaade edersiniz."

 

"Sabır Allah'ım, sen bana sabır ver!" Söylenirken tahammül edecek güç kalmadı Nurcan Hanım'da, 'Kalk' dercesine başı ile bir işarette bulundu. Yataktan kalkan genç kız, köşedeki destek çubuğunu alarak kadının ardından ilerledi. Kızı banyonun içine geçirdikten sonra kapısını örttü, mutfakta sigara içen oğluna doğru ilerledi.

 

"Haberin olsun oğlum, şimdi de açlık grevine girmiş, istediği kadar hem aç kalacak, hem de ilaç içmeyecekmiş." Siniri sesine yansırken tahammülü kalmamıştı Nurcan Hanım'ın. Hiç uğraşılacak gibi değildi ama mecburen çekeceklerdi.

 

"Kafana takma anneciğim, açlığa çok tahammül edemez." Umursamaz şekilde sigarasının dumanını içine çekerken bakmadı bile konuştuğunda.

 

"İlaç içmezse kolunu kaldıramaz, uğraşamam ki ben."

 

"Kendi zararına olur, bakar ki daha çok dibe batacak, o zaman mecburen içer."

 

"Ya dediğin gibi olmazsa? Yavrum, sen Yeliz Hanım'ın, 'Benim kızım çok sakindir, kırılgandır, incedir.' sözlerine kanarak kaçırdın. Çekmediğin zorluk da kalmadı, hiç de tahmin ettiğin gibi çıkmadı. Şimdi dediğin olmaz da ilaçlarını içmezse ne halt edeceğiz?"

 

"Yeliz Hanım'ın her kelimesi, harfi harfine doğru anne." Sigarasını söndürdüğünde mutfak çöpüne döktü kül tablasını. Konuştukları, o vakitlerde kendi derinliklerinde yankı bıraktı. "O nedenle de ben çok rahat başa çıkabiliyorum, sen de takılma, ilgi çekmek için çabalıyor, ilgilenmezsin, o da çok direnemez."

 

Kısa sürenin banyonun kapısı aralandığında, dışarı çıkan Hande, ardında kalan kapıyı zorlansa da örttü. Birkaç adım ilerlerken mutfak eşiğinin tam önünde durdu.

 

"Bir bardak su rica edebilir miyim?" Sözlerini, köşedeki adamı görmezden gelerek Nurcan Hanım'a bakarak sürdürdü. Tavrı, karşısındaki kadını şaşırtırken doğrularak marşafaya uzandı.

 

"Sen açlık grevine girmişsin, su nereden çıktı?" Hiç beklemediği anda, refleksle karşısındaki konuşan adama değdi gözleri. Kusursuz tenini inceledi kısa sürede, sonra bakışlarını hemen aşağı indirdi.

 

"Yani açken su içmek çok doğal bir istek." Gayet sakin davranması, adamı daha da afallattı. "Nasıl doğal acaba, daha açık konuşabilir misin?"

 

"Benim amacım, günden güne gözünüzün önünde, istediğim olana kadar halsiz düşmek. İçeceğim su da, bana bu konuda destek olacak. Su metabolizmanın hızlanmasına yardımcı olur. Ortaya çıkan atık yağların ve toksinlerin vücuttan atımını sağlar. Suda çözünen vitaminlerin aktifleşmesi için de gereklidir. Özetleyecek olursak su hayattır, zayıflamak için en önemli metotlardan biridir. Zayıflamak isteyen kişilerin günde en az 8-12 bardak su içmesi gerekmektedir. Çünkü su ile beraber metabolizmamız hızlandığı gibi günlük harcanan kalori miktarında artış görülecektir. Böylelikle kilo verilmesine hızlıca fayda sağlayacaktır. Yani anlayacağın, istediğim olana kadar, fazla kilolarımdan da kurtulmuş olacağım."

 

Aralıksız konuşmaları, adamın bir süre kadına bakmasına neden oldu. Konuşurken dudaklarını hızla kıpırdatması, karşısındakini sinir etmek istediği zaman çenesinin açılabileceğini kanıtladı. Genç kadın, hızlı konuşmaları ile adamın dikkatini üzerine çekerken sağlam elini kullanarak, köşedeki telefonu ağırca alarak hırkasının cebine attı. Gözlemleme kabiliyeti, haraketinin ağırlığına rağmen çok düzgündü. Aksi taktirde beceremezdi. Bakmasını, bakışları ile de karşısındakini daldırmasını çok iyi bilirdi. İşlemi bittiğinde, konuşmaları da zaten bitmiş, telefonu da, uzun açıklaması sırasında almıştı.

 

"Sen, 'Görsel Sanatlar' haricinde bir bölüm daha okumuş olabilir misin?" Son konuşmaları, aralıksız ve akıcı anlatımı, karşısındaki adamın dikkatini çekmişti anlaşılan.

 

"Yok, okumadım." Nurcan Hanım'ın eline tutuşturduğu bardaktan su içerken amacına çoktan ulaşmıştı.

 

Kendisinin Biyoloji Öğretmeni olduğu halde anlatmakta zorlandıklarını, karşısındaki kadının tek solukta, aralıksızca anlatmasını tuhaf karşılasa da, daha sonra üzerine durmadı.

 

"Tamam hadi, geç odana, bırak o elindeki su bardağını da, kaçmak için bahane arama." Sesini biraz sertleştirdi, çünkü o günden sonra ortamın düzenini daha çok sıkılaştırmıştı. "Kendini de boşuna aç bırakma, o ilaçlarını düzgünce iç, zararı sana olur, annenle görüşemezsin, hiçbir şekilde..."

 

Yeniden o penceresiz odanın içine kilitlendiğinde, heyecandan kalbi çok sert atmaya başlamıştı. Yerinden çıkacak misali hızla atan kalbi, ellerinin de titremesine neden oldu. Soluklandı, sertçe nefesler alıp verdi. Bir süre beklemesi gerekti, heyecanını atmalıydı, sonra harakete geçecekti ama çabuk da olması şarttı. O elindeki telefonun eksikliği anlaşılmadan aklındaki planları gerçekleştirecekti. İçi kızarmış, titremekte olan ellerini kullanarak telefonu cebinden çıkardığında, kilit ekranını açtı. Şifreli değildi, hem de o gün sığınakta olanların inadına. Arama ekranına geldiğinde, ezberinde olan numaralardan birini çevirdi. Aramanın gerçekleşmesini beklerken bir kez daha bocaladı. Yine o tanıdık görüntü çıktı karşısına. 'Neslihan Hanım' olarak rehbere, o adamın telefonuna kayıt edilmişti numara. Yeliz Anne'sinin telefon numarası gibi onun da kayıtlıydı.

 

Fatih, içeride elindeki ilaç kutusu ile Elif'e doğru ilerledi. Yaklaştığında kadına, ilacın hazırlanışını gösterdi. Akşama amcası ile onun eşi ve kuzenleri gelecekti, son zamanlarda denetimi sıkılaştırdığından, kızı uyutması gerekti. Meliha Hanım'ın geleceğini, çok sonradan öğrenmiş olsa da, önlemini alacak zamanı daha vardı. Nasıl ki kendisi, o günden sonra tedbirleri arttırmışsa, Hande de değişmiş, o günden sonra daha çok sorunlar çıkarır olmuştu. O kızı mecburen, misafirler gidene kadar uyutacaktı ama bunu sadece bugünlük başarabilirdi. Yarın gelecek misafirlerinde ne gibi çözüm üreteceğini daha bulamamıştı.

 

"Yenge, aman çok dikkat et, bak şu sarı çizgi var hani, orayı geçmeyecek, sonra ölür falan, başımı daha çok belaya sokamam." Elindeki şurup şişesi ile boş şırıngalardan birini kavramış olan genç kadın, Fatih'in sözlerine karşılık sadece başını salladı. Yanından çekilerek mutfağa giden kadının ardından ilerledi genç adam, misafirler gelmeden şu kızı ortadan kaldırması gerekti. İlacı tamamladıktan sonra ondan alacak, iğne olarak tam belinden batıracaktı. Bunu kendisi yapmak istemedi, yengesine yaptıracak, kendi de kızı tutacaktı.

 

"Kaç saat uyur ki bu ilaçla?" Elif'in tedirginliğini anlasa da, umursamadı, mecburdular zaten.

 

"Yirmi dört saatten, kırk sekiz saate kadar da çıkabilir, belki doksan altı saat, tam dört günü de bulabilir, takılma." Sesindeki alayı hisseden genç kadın, elindeki ilacı hazırlarken bir ara başını kaldırdı, gözlerini devirerek baktı.

 

"Oğlum ol da, bu kadar rahat olma be." derken hafif sitemli çıktı sesi. Yüzü de en az sesi kadar endişelere bürünmüştü.

 

"Sen benim öyle davrandığıma bakma, göründüğü kadar rahat değilim aslında, vicdanımı susturmak için işi makaraya vursam da, ben farkına varmadan Yeliz Hanım'ın günahına ortak oldum." Kadının ürkek bakışları canlanmıştı gözleri önünde, siması da ansızın, kısa süreli bir acının kederine ortak olmuştu. Sonra hemen kendini toparladığında, elini ceketinin cebine uzattı ama telefonunu bulamamış olmanın tedirginliği ile karşılaştı.

 

"Telefonum nerede benim?" En son mutfak tezgahını bıraktığını hatırladığında, kaşları daha da çatıldı. Yaslandığı tezgahtan çoktan doğrularak ardına döndü ama bulamadı. Yürürken mutfağın içinde, bulamamak daha çok tedirgin ederken hızla oturma odasına ilerledi. Koltukların üzerindeki kırlentleri kaldırdı, altlarına baktı ama uğraşsa da bulamadı.

 

Hande, elindeki telefonla, kısa sürede denemesi gereken ne kadar çare varsa, hepsi için uğraştı. Annesini aradı önce, zaten rehbere kayıtlı olduğunu, arama gerçekleşince öğrense de, başlarda çevirdi ezberindeki numarasını. Aradı ve uzun süre çaldırsa da cevap alamadı. Üst üste defalarca kez çaldırdı. En sonunda, çok beklese de telefon açıldı. Kadının sesi kulaklarına dolduğunda, heyecanla kalktı oturduğu kısımdan. Yürüteçi olmadığından çok tökezlese de dimdik durmuş, duvara tutunmuştu.

 

"Yardım etmen lazım anne, senden uzaklaştığım için affet, o kadın beni istemediğim bir eve kapattı; günlerdir gün ışığına muhtaç bıraktı, senden başka çarem de kalmadı. O gün seni tehdit etti ama korkma, ne için tehdit ettiğini bilmesem de birlikte üstesinden gelebiliriz. Yalvarırım kurtar beni, ne istersen hazırım, sadece çıkar buradan."

 

Açıldığını anladığı anda açıklamalarına başlayarak bir hızla sürdürdü. Canının acısını, kısacık cümlelere sığdırmanın çaresizliği, bir koku gibi üzerine dağılmıştı. Çarpan kalbinin tam dilinin altında attığını hissetti. Korkudan ter basmış, teni sırılsıklam olmuştu. Cevap beklediği vakitlerde, telefon usulca kapandı. Yüzüne kapatmıştı. O kadar dinlediklerine rağmen kapatmıştı. Aşağı indirdiği telefonun ekranına baktığında, birden elindeki telefon titredi, mesaj gelmişti. Sms bölümüne girerek mesajı açtı. Evet, annesinden gelmişti.

 

"Sen bana değil, Yeliz'e sığınarak kendi cehennemini inşa ettin kızım; seni kurtaracağım ama şimdi değil bir tanem, zamanı geldiğinde, seni o evden alacağım. Seni o kadından almak için başvurduğum mahkeme sonuçlandığında, Yeliz'den kurtulduğunda ancak seni kurtarabilirim, az daha sabır, mecbur kalmadıkça da sakın bir daha beni arama."

 

O kadar derin, anlamı meçhul açıklamalara girmişti ki, elinde telefonla kalakaldı. İmkanı varken polisi arasa, annesinin anlattıklarından ötürü kurtulamayacağını düşündü. Yeliz Hanım'ın izni olduğu sürece, polis bile ses çıkaramazdı, ondan mı annesi mahkemelere başvurmuştu? Zamanında Yeliz Hanım'a elleri ile verdiği vesayetini alabilmek için mi çabalara bürünmüştü? Yine de burada zorla tutulduğunu polise anlatsa, kurtulmak için küçük bir şansı olabilirdi. Arama ekranına tekrar döndü, titrek parmakları ile ekranda '155' i tuşladı ama daha tekrardan arama tuşuna basamadan, hızla kapı aralandı.

 

"Şuna bak sen, aklınca o küçücük beyninle, bana oyun mu oynayacaksın?" Kısa süreli bakıştılar. Yengesi de ardından gelmiş, olacakları izlemekteydi. Yanına ilerledi, hızla uzanırken çığlık atan kızın elinden telefonunu aniden çekerek aldı.

 

"Alma, o benim son çaremdi." Yakarırcasına konuşurken adamın ellerine asılmış, vermemek için çabalamıştı ama başaramamıştı. Hızla, savururcasına kadının bedenini geri ittirdi. Yatağa düşmesini sağladığında bedenini, işini kolaylaştırmak istedi. Kalkmak için uğraşan kadına ilerlediğinde, eli ile başını bastırdı. "Korkma!" dedi tam da o vakitlerde. Yanlış anlayacak olmasından endişelendi, "Zarar vermeyeceğim, sadece biraz uyuman gerek." dediğinde karşısındaki kadına, iğneyi vurması için bir bakış attı. Yüzüne baktı o vakitlerde kadının, çaresiz bakışlarını, sızlanırcasına çırpınışlarını gözlerine kazımak istedi.

 

"Yardım edin!..." Yutkundu, sesi de boğuk çıktı, bağıramadı. "Yapma, ne olur bırak beni." Sesi, sonlara doğru daha da kısıklaştı. Sağlam kolunu kavramış olan adamın, sabrı da tükenmişti. "Bir dur be kızım, dur bir, az sakinleş."

 

Elif, genç adamın kadına olan bakışlarından dikkatini çekerek, elindeki iğnenin ucunu açtı, hızla kızın beline ittirdiğinde, kızın çığlığı yankılandı odanın içinde. Üzerinden doğrulan adam, yanındaki kadına baktı boş şekilde. "Tamam." dedi sakince. Olmuştu işte, kapatmıştı gözlerini. Bir başkasının günahına ortak olmak, ne kadar da basitti. Oysa vicdanına sorsalar, bir an olsun susmamıştı. Çıkarken kadını da çıkardı dışarı, odanın kapısını sıkıca kilitledi. Misafir sorunu olmasa, zor kullanmak istemezdi ama mecburdu.

 

Çok geç saatlere dek oturmuştu gelen misafirler. Yemekten sonra sıcak çaylar eşliğinde koyu sohbetler başlamış, akşamın geç vakitlerine kadar da uzanmıştı. Kimi zaman Elif'e, kimi zaman annesine bakarak, arada Hande'nin odasına gitmelerini, kontrol etmelerini istemişti Fatih. İlacın süresi uzundu ama misafirler, tahminlerinden çok daha öte kalmışlardı. Uyanırsa bir felaket olmaması için mecburen bağlayacaktı. Bir gün tüm mecburiyetlerinin acısını, Yeliz Hanım'ın kapısına giderek ondan çıkaracak, o kıza çektirdiklerinin hıncını, onun senelerce 'Anne' dediği kadından çıkaracaktı.

 

"Eee, nerede senin ki?" Aynur'un sorusu ile afallamış olan Fatih, elindeki çay bardağını masanın üzerine bıraktı. Kuzeni, hınzır bakışlarla açıkça Hande'den söz etmişti, anlamamak mümkün değildi. O günlerde çok sakindi, nişanlısı olarak tanıtabilmiş, karşılarına çıkarmıştı. Şimdi karşılarına çıkaramazdı, günlerce susan kadın, artık bilinmezlikten delirme noktasına gelmişti.

 

"Halsiz biraz, uykudadır sanırım, odasından çıkmadı bugün." Geçiştirmek istedi ama Aynur'dan kaçacak değildi. Çok meraklı, azıcık da düşüncesiz kadındı.

 

"Beni görünce kendine gelir, kalksın canım, ben şimdi bakarım kendisine." Yerinden kalkan kadınla birlikte anında, bir hızla Fatih de doğruldu. Yengesine, annesine ve kız kardeşine sakin olmaları için bir bakış attı. Gelmelerini istemedi, tek başına halledebilirdi. İlacın süresinin dolması, an meselesi olmuştu, her an kalkabilirdi. Evde olmadığını söylemiş olsa, daha rahat üstesinden gelebilirdi. Aynur'un düşüncesiz olduğunu bilirdi de, bu kadarını tahmin edememişti doğrusu. Üstelik odanın kapısını kilitlemişti, nasıl açacaktı kadının önünde? Nereden düşmüştü bu saçmalığın içine? Fatih, kadının önüne geçerek önden ilerlerken odanın kapısını numaradan açmak için çabalar gibi davrandı. Açamadığında ise sade ifade takındı.

 

"Kilitlemiş, rahatsız edilmek istemediği için olabilir." Belki o bahane ile Aynur'un biraz anlayış göstermesi mümkün olabilirdi ama olmamıştı.

 

"Seslenmeyelim, uykuda olabilir, odanın anahtarı varsa sen bana ver, ben açarım." En azından, kadın anlayış göstermese de kendisi şüphe bırakmamıştı. Anahtarların olduğu ufak dolaba ilerledi, kapağını araladı, kadına ardı dönükken anahtarı oradan alır gibi davrandı ama aslında cebinden çıkardı. Önüne döndüğünde tekrar ilerledi, odanın kapısını araladı, kadının önden içeri girmesini bekledi.

 

"Canım kalkmışsın, kusuruma bakma açtım kapını ama çok özledim seni." Yatakta doğrulmuş, etrafına boş bakışlar atan kadın, daha hâlâ ilacın etkisinde olsa gerekti. Hande, günler önce gördüğü ve sıcacık bakan kadından hiçbir zaman rahatsız olmamıştı. Anlaşılan tekrar kendisini görmek istemişti. Yanında o adamda içeri gelmiş, kendisine tehditkar bakışlar atarken nasıl tepki göstereceğini çözememişti.

 

"Hoş geldiniz." dediğinde sakince, karşısındaki adamın derince nefesini dışarı üflediğini, karşısındaki kadın fark etmese de kendi anladı. Anlaşılan çok gerilmişti ve sakin tepki verdiğinde de rahat haline gülmemek elde değildi. Gülecek durumda olsa sahiden gülebilirdi ama değildi. Çok gerildiğini anladı, şimdilik halsizdi, sakin tepki verecekti ama acısını çok ağır çıkaracaktı.

 

"Hoş buldum bir tanem, nasılsın görüşmeyeli, hastalanmışsın, geçmiş olsun." Ne kadar da sıcaktı, sıcacıktı tavırları. Ellerini tutmuş, kendisinin solgun tenine çok sıcak bakmıştı.

 

"İyi olacağım." derken Fatih denen o adama sinirle baktı Hande, ondan kurtulduğu gün çok iyi olacağını ima edercesine...

 

"Yarın Yasemin gelecek, Fatih getirecek, eee, özledin mi sen de?" Anlamsızca, daha da çatılan kaşlarla baktı kadının gözlerine. Ne demek istediğini anlamak için çabalarken kadın, tekrardan sözlerini ilave etti. "Evlendiğinizde sizinle kalır, bırakmazsın onu, inşallah çok mutlu olursun."

 

Yutkunamadığını hissetti Hande, ne evliliği, delirmesine ramak kalmıştı. Bakışlarını bir adama, bir de kadına çevirdi. Sağdan sola mekik çekti anlamsız bakışları. Evlilik derken kendisi adına, karşısındaki adamı mı kasıt etmişti? Yüzünün alev aldığını hissetti, sıcaklığı ciğerlerine ulaştığında, derince nefesler alıp verdi. Hepsini anlamıştı ama Yasemin de kimdi? Yüzündeki değişik ifadeleri gören Aynur, oturduğu yatağın ucundan kalkarak köşedeki masada duran marşafadan bardağa su doldurarak kadına uzattı. Hande, açlık grevinde olduğunu hatırlasa da, su içmekte kendini serbest bıraktı. Annesine ulaşmış olsa bile, tam olarak istediği gibi konuşamamıştı. En az on dakika sesini duyup da hesap soramadan rahat edemezdi.

 

"Hande, Aynur abla sana, benim kızım olan Yasemin'den söz etti." Kelimeleri, çığ misali kadının üzerine düştüğünde, tam o vakitlerde içtiği su, ansızın boğazına takılmış, birkaç saniye öksürmüştü.

 

"İyi misin canım?" Endişe içinde sırtına elini dokunduran Aynur'dan kendini çeken Hande, şaşkın gözlerini Fatih'e çevirdi. "İyiyim." dedi sakince. Yutkunuşlarını düzene aldığında birkaç defa hızlı nefesler alıp verdi. Bir kızı olduğundan habersizdi, hem neden varsa da kendisinden uzakta olduğunu hiç çözemedi. Tam da o an, aklında birçok soru oluşsa da üzerine durmak istemedi. Kendisini ilgilendirmezdi, neden soracaktı? İsminin Aynur olduğunu çok önceden öğrendiği ve şimdi de tekrar hatırladığı kadın, kendisine o gün Fatih'ten ve ailesinden söz ederken, başlarından geçenleri anlatırken bir kızı olduğundan hiç söz etmemişti. Anlaşılan bildiğini düşünmüştü. Zaten umrunda değildi, sadece şaşırmıştı, hepsi bu kadardan ibaretti.

 

Aynur, biraz daha kısa sohbet ettikten sonra, kendisinin dinlenmesinin doğru olacağını düşünerek vedalaşıp odasından çıkmak üzere doğruldu. Ağırca odadan çıkan kadına çok bakmadı Fatih, ucuz atlatmışlardı. Yaklaştığı kadının önünde hafifçe eğildi, çenesine dokundu. Yüzünde gezdirdi elini. Yanağına uzatırken parmaklarını, usulca tenini okşadı.

 

"Teşekkür ederim Hande, sana söz, çektiğin ne kadar acı varsa, hesabını iki annene de soracağım." Hızla doğrulduğunda ardına döndü, odadan çıktı ve çıkarken kapıyı kilitlemeyi de ihmal etmedi. Endişeli değildi, kadın şimdilik uyanmıştı ama çok sürmeden, o ağır ilacın etkisi ile tekrar dalacaktı. Karmakarışık oldu genç kadın, bir kızı olduğunu, evlat sahibi olduğunu hiç tahmin edememişti. Olsa görürdü zaten, görmediği için nereden bilebilirdi ki? Üstelik aklının ucundan bile geçmezdi. Ne hallere düşmüştü, ne saçma düşüncelerde dolanır olmuştu? Umrunda değildi, kendisini asla ilgilendirmezdi. 'Yasemin' ismi kulaklarında çınlarken kızına sevdiği kadının adını verdiğini anladı. Demek ki ondandı çocuğu, vefat eden nişanlısındandı? Hisleri birbirine düğüm olmuş, karmakarışık hale gelmişti. İlaç, etkisini tamamen öldürmemişti besbelli. Usulca göz kapakları aşağı inerken başını halsizce yastığını üzerine bıraktı. Çıkarken sarf ettiği sözler, kulaklarında defalarca kez çınlarken kendini usulca uykunun kollarına bıraktı...

 

||Bölüm Sonu||

 

İlk sorumla geleceğim karşınıza, Fatih'in evlat sahibi olması hakkında düşünceleriniz nedir? Çocuğu Yasemin'den, rahmetliden, ve kızlarına sevdiği kadının adını verecek kadar da çok sevmiş nişanlısını. Evet, çocuğu evlilik dışı. Çünkü benim sonradan aklıma geldi ve Yasemin'i 'Eşi' olarak değiştirmedim, sonradan da aklıma gelse, önceki bölümleri düzenlemek istemedim. Sonuçta insanlar evlenmeden de böyle durumlar yaşayabilirler, çok doğal bence.

 

Fark etmişsinizdir, son sahnede Fatih, bir minnet duygusuna sahip oldu. Hande'nin sakin kalması ve kendisini ele vermemesi, ona rahat bir nefes aldırırken kadının gösterdiği tepkiden memnun oldu. Dışarıdan kin dolu gözükse de Hande'nin aslında uyumlu, yerine göre ılımlı olduğunu gördü. İlaçla uyutmasına tepki göstermeden önce düşünmenizi isterim, bunu bağlamamak için yaptı ve misafirleri geleceği için de mecbur kaldı.

 

Sizce evladına karşı nasıl bir baba, kızına tutumu nasıl? Ben inanıyorum ki şu an hepiniz bunları sorguluyorsunuz. Diğer bölüm sahneleriyle karşılaşacaksınız. Hande'nin karşısında tahammülsüz olduğu için birçoğunuz 'Acaba evladına nasıl bir babadır?' düşüncesindesiniz. Bunu diğer bölümde göreceğiz, sahnelerini okuyacağız.

Loading...
0%