@mavi_melekler
|
Merhaba! Çok uzun bir bölümle geldim karşınıza.
Nedenini ben de bilemedim ama canım biraz uzatmak istedim. Leyla'dan bu zamana uzun bölümler kaleme almayalı çok olmuştu. Yazdığım beni de şaşırttı, kalemimi bir türlü durduramadım. Bölmek de istemedim doğrusu, sanki bölünürse kalitesiz olacak gibi hissettim. Bölüm şarkımızla multimediamız mis gibi oldu. Şarkı ile beraber nefis, eğlenceli ve bol keyifli sahneler çıktım. Hande ve Fatih'in sahnelerini bol görmek isteyenleri bölüme alalım lütfen.
Bölüm Şarkımız: Burcu Güneş - Aşkın Beni Baştan Yazar
Keyifli okumalar!
18. Bölüm: "Yaşamak Kavgası"
Yenilgilerle ilerledi günleri, hep o karanlık gözlere teslim olmaktan korksa da, bir sıcak bakışın durağında takıldı. Hande, o olayın üzerinden saatler geçtiğinde, karmaşa içinde aralamıştı gözlerini. Şırınga ile bedenine geçirdikleri ilaç, tesirini tamamen atmıştı. Yatakta doğrulmakta hiç de zorlanmadı, dinçti, kendini o an için rahat hissetmişti. Dün akşam, tekrardan sızıp kalmadan önce olanları düşündü. Belli belirsiz tebessümün kıpırdattığı dudaklarını, bilinçaltından gelen ikazla hemen dümdüz hale getirdi. Nereden anlamıştı çektiği acılarda iki annesinin de payının olduğunu? O teşekkürü, bir minnetten mi, merhamettten mi ibaretti? Orasını da çözemedi. Zaten takılacak zaman da değildi, umursamaması daha doğru olurdu. Ortada takılacak daha derin meseleler vardı, mesela neden burada olduğunu sorgulaması daha doğru olacaktı. Sadece Yeliz Hanım'ın isteğinden ötürü değil, başka sebepleri olduğunu da tahmin etmişti. Üstelik tahmininde emindi, çok başka sebepleri vardı ve çözecekti. Canının acımasından korksa da öğrenecekti. Gerçekler, her öğrendiğinde, bir bıçak darbesi kadar keskin saplanacaktı derinliklerine ama çok güçlü ve sabırlı olacaktı.
Kilidi açılan kapı aralandı, ağırca açıldı. Eskitme kapının gıcırtısı, içini çok tuhaf etmişti. Hep ses çıkaran eski kapılara sinir olurdu. Öz annesi Neslihan Hanım'la kaldığı evdeki kapılar geldi de aklına, ne zaman ses çıkarsa, içi bir tuhaf hal alırdı. Yağlardı düzenli olarak kapıları Neslihan Hanım, kendisinin tikini bilirdi. Kendisini, dün öğle saatlerinde şırınga ile etkisiz hale getiren kadını gördü. Elinde, içi kahvaltılıklarla dolu, kocaman bir tepsi getirmişti. Yeşil gözleri, uzaktan ahenkle parladığında, saçları da savruldu. Kahvaltı tepsisini önüne bırakırken eğildiğinde daha net gördü bakışlarını. Yeşilin en değişik ve hoş tonlarındandı. Yüzünde saf bir güzellik vardı, bir an için çok hoşuna gitse de, üzerine durmadı. Karşısındaki kadın, tepsinin içindeki çatal ve bıçakları düzelttiğinde geri doğruldu.
"Benim duşa girmem gerek." Sade konuştu, isteğini laf sokmadan dile getirdi. Zaten hali de kalmamıştı insanlarla çarpışmak için, bedeni dinç olsa da, kalbi güçsüzdü. Kendisi girecekti, zor da olsa kendisi başarabilirdi. Hiç tanımadığı kadınlara bedenini açmak, çok rahatsız ederdi. Ne olursa olsun, zorlansa da kendi gelebilirdi üstesinden.
"Tamam, annem pazardan gelsin, o zaman hallederiz." Çok sakin cevap verdi, zaten rahatlıklarını anlamakta çok zorlanırdı.
"Kendim gireceğim, rahatsız olduğumu bilerek bana elinizle duş aldıramazsınız." Yükseltmedi ama sakin de değildi sesi. Yüzünde rica edercesine bir ifade olmasına rağmen bakışlarındaki sertiğe engel olamadı.
"Bir kere denedin, Seda saatlerce seni bekledi, bunu sen de gördün, çıkamadın."
"Siz de beklemezsiniz, olur biter!" Yükseldi sonunda sesi, karşısındaki insanların, tüm saçmalıkların inadına rahatlığı, insanı sahiden de delirtirdi.
"Tamam, kahvaltını et, sonra düşünürüz." Çok beklemeden, cümlesi tamamlandığı anda hızla ardına dönerek uzaklaştı. Kapıdan çıkarken kapısını kilitlediğini anladığında, cinnet geçirmesine ramak kalmıştı. Bir kere de şu kilit sesini algılamasa ne güzel olacaktı. Yemek için elini uzattığı lokmalardan, son anda vazgeçerek çatalı aşağı indirdi. Annesi ile mesajlaşmak çözüm değildi, konuşacaktı, o adam isterse ulaşabilirdi. İnadını tekrardan saklandığı noktadan çıkararak önündeki tepsiyi bir köşeye bıraktı. Açlıktan ölse de boğazından lokma geçmeyecekti. Yemeyecekti, inadına aç kalacak, ilaçlarını da içmeyecekti. Normalde hiç inatçı değildi, kendisini sığınakta tuttuğu günlerde bile açlığa zor tahammül etmişti ama şimdi sabredecekti. İnat konusunda ilk denemesi olacaktı ama isterse başarabilirdi.
İkinci defa, boş tepsiyi geri almak için gelen kadın, tepsinin dolu olduğunu, elini bile sürmediğini gördüğünde, sadece gözlerini devirdi. Dağılan tabakları, eline aldığında tepsiden devrilmemesi için düzenlerken sinirinden dişlerini sıktı. "Duşa falan giremezsin, kaçmak için kendine eğlence arama, ilaçlarını içmediğin sürece de zararın kendine olacak." Sinir içinde elindeki tepsi ile odadan çıkan kadın, kapısını tekrar kilitledi. Kin içinde inlerken dişlerini de sıktı. Tahammülü kalmamıştı, bildiğin kendisini aşağı çeker olmuştu karşısındaki insanlar. Aşağılandıkça aşağı çekilirdi daima, kaçması her başarısız sonuçlandığında, hep kendini aşağılık hissederdi. Yeteneksizdi, en büyük çabaları da gösterse kurtulamamıştı. Neden sanki kendi başına gelmişti? Sonuçta durumu ortadaydı, koluyla bacağı böyle olmasa çok rahat kaçardı. Böyle bir rahatsızlığının olması, kaçmasını çok zorlaştırmış, belli ki içerisindeki durum da, karşısındaki insanların işine gelmişti.
Dün akşam olanları anımsadı tekrardan, isminin Aynur olduğunu hatırladığı kadından öğrendiklerini tekrarladı. Hiç, 'Baba' olacak duruşa sahip değildi, hâlâ aklı almıyordu. Saatlerdir ilaçla uyutulduğundan, sersemden farksızdı, özel ihtiyaçları hariç, henüz dışarı çıkmasına izin vermemişlerdi. İmkanı olsa, tekrar o adamla konuşabilse, sadece evladı hakkında soru sorardı. 'Benim hiç haberim olmadı, annem de demedi, ailen de söz etmedi, evladın olacağını tahmin bile edemedim.' demek isterdi. Dese ne değişecekti ki? Önemsizdi o adam için, önemsiz olduğundan da haber edilmemişti. İyi de, insan hiç mi çocuğunu getirmez, kendisi ile tutmaz? Aynur'un anlattıklarına göre, onunla değildi. Evde bir tane bebek vardı ama onun kızı değildi, o adam, çocuğunu kendisinden uzakta tutmaktaydı. Akşam öğrendiklerini düşününce, öyle olduğunu netleştirdi. Keşke karşısına çıkarak sorabilseydi ama ne mümkündü? Dün olduğu gibi, takılıp kalırdı. Yenilmişti akşam, sıcacık dokunuşunda takılıvermişti...
"Sen daha o karanlık gözlere bakmaktan acizsin, sahi konuşabilecek misin?"
Kendince mırıldandı, hakkı da vardı hani dediklerinde. Susardı, sadece baktıkça çekilirdi o kara delik misali bakışlara, konuşamazdı. Dünü hatırladı... O efsunkar dokunuşu, tenini delip geçtiğinde konuşacak hal kalmamıştı üzerinde. İyi ki nasip olmamıştı, konuşmaktan vazgeçti. Üzerine durmak istemedi, varsa vardı evladı, kendisini ne ilgilendirirdi? Sakin kalacaktı, sabırlı olacaktı, tahammül edecekti. Buradan ağırca sabır göstererek kurtulacaktı. Çaresi kalmamıştı. Dün olanları tekrar anımsadı. Misafir geleceğinden ötürü, kendisini ilaçla durdurmuşlardı. Masum değillerdi, günahsız değillerdi, asla değillerdi. Başını defalarca kez iki tarafa sallarken "Hayır hayır hayır!" dedi sinir içinde. Yaşamlarının normal ilerlemesi, davranışlarını haklı çıkarmazdı. Bir de evladı vardı, kim bilir kendisine böylesi acımasız davrandığına göre, evladına çok sertti. Bilemezdi, bilmek ve düşünmek de istemedi. Hiç 'Baba' olabilecek duruşa da sahip değildi. Sonra tekrardan saçmaladığını düşündü. 'Baba' olmanın duruşu mu olurdu? Her doğuran 'Ana' olamadığı gibi, her doğurtan da 'Baba' olamazdı. Sanki kendi babası, çok mu baba olabilmişti?
Tahammül edeli, aç karnına ve ilaç almadan günü sürdürürken bedeninde zerre hal kalmadığını düşündü. Yataktan çıkamamıştı, çıkacak halde de değildi. Çok sonra Nurcan Hanım dönmüş, duşa girme isteğini normal karşılasa da, asla tek giremeyeceğini dile getirmişti. Yıkanmış, aldığı duştan sonra ıslak saçları ile de kalmıştı. Bıraksalar saatlerce sızar kalırdı ama kendini bırakmaması gerekti. Yataktan sağlam koluna destek vererek doğruldu. Yaşadıklarına inanacak durumda değildi, kabullenmesi sahiden çok zordu. En sevdiği, en değer verdiği tarafından çok incitilmişti. Şimdi nasıl güvenirdi insanlara, en ağır darbesini, çok sevdiği Yeliz Anne'sinden alırken bir başkasına güvenmek kenara dursun, kurtulduğu an kaçacaktı. Kime kaçacağını bile çözememişti, sığınacak başka insanlar bulacaktı. Yardım alırdı belki, engelli bakım evlerine giderdi ama iki annesinden de uzak duracak, kaçacaktı...
Gün ortasında açlıktan midesi bulandığında, tekrardan lavaboya gitme ihtiyacı hissetmişti. Odasından çıkmasına izin verdiklerinde, kendini lavabonun içine attı. Ne varsa midesinde, bir hızla dışarı çıkarmak istedi ama başaramadı. Boşaltsa midesini çok rahat ederdi ama olmadı. Dün olanların etkisi, aç karnına halsiz düşen bedenine aldığı iğneler daha da perişan etmişti kendisini. Karşısındaki musluğa ilerlerken ayna ile karşılaştı gözleri. Çok bakımsız görünen görüntüsüne göz gezdirdi. Hiç aynadan bakacak imkan bile elde edememişti, daha ilk kez şimdi karşılaşmıştı.
Hande, aynadaki görüntüsüne uzunca baktı. Çökmüş yüzü, morarmış göz altları, pembeliğini dahi kaybetmiş dudakları ile fazlasıyla yılgındı. Günlerdir o kadar çaresiz ve umutsuz hissediyordu ki nefes almak bile artık ona yük gibiydi. Soğuk mermere dayadığı avuçlarını usulca kaldırdı ve akan suyun altına tuttu. Yüzüne çarptığı avuç dolusu su ile kendine gelmeye çalışıp bunu kezlerce tekrarladı. Doğrulup yüzünden yuvarlanan damlacıkları seyrettiğinde zorla gülümsedi. O sürekli bir savaşın içine doğmuş bir kadındı. Yıllarca hep bir şeylerin mücadelesini vermiş ve hepsinin sonunda kendini iyi hissedeceği zaferler kazanmıştı.
Çünkü vazgeçmemişti.
Yollar mı tükenmişti, yeni bir yol çizmişti.
Gücü mü yetmemişti, gücünün yettikleri ile devam etmiş gücüne güç katmıştı. İşte o an yeniden gülümsedi. Göz bebeklerinde gördüğü zaferlerin sergilendiği vitrine son bir kez bakış attı. Ve kendine bir söz verdi.
Herkese ve her şeye rağmen vazgeçmeyecek, bu evden de buradaki zorba kişilerden de kurtulacaktı.
Koltuk değneğinden destek alıp kapıyı açtı ve koridora adımladı. Biraz daha iyi hissediyordu şimdi. Gücünü kendinden alan her kadın gibi...
Saçlarını havalandırıp başını kaldırdığında karşısındaki adamla donup kaldı. Koridora henüz adımını atmış olan Fatih bir yandan annesine bir şeyler söylüyor diğer yandan sweatinin cebine anahtarı koyuyordu. Başını çevirip de Hande'yi gördüğünde afalladı ancak onun anlamaması için hızla kendini toparlamaya çalıştı. Hande saliselik bir zaman diliminde anahtarın bağlı olduğu ipliğin cebine girmediğini fark etti. Bakışlarını ondan alıp Fatih'e çevirdi. Ve asla ondan beklenmeyen bir eda ile gülümsedi.
Fatih, günlerdir; çatık kaşlardan, kızgın bakışlardan, bir tebessümden uzak dudakların bütününden oluşan yüzü hiç böyle görmediği için büyük bir şaşkınlıkla sarmalamandı. Kanının akışına etki eden bu tebessüm, ne olduğunu anlamaya çalışan bakışları ile birlikte istemsiz bir tebessüm bıraktı yüzüne. İki çift koyu kahve irislerin buluşması Fatih'i Hande ye adım adım çekerken kendini de garip hislerin içine hapsediyordu.
"Günaydın." Samimi bir ses tonu ile gülümsedi Hande. Aklından geçenler için buna ihtiyacı vardı. Bu başa sarıp duran girdabın içinden, büyüyen çaresizlik hissinden ve bu saçma esaretten kurtulmak için gülümsedi en çok da.
"Günaydın diyen ve gülümseyen bir adet Hande? Kurban mı kessem ne yapsam?"
Hande başını iki yana sallayıp başını hafifçe yana eğdiginde saçlarının bir kısmı süzülüp yanağına düştü, Fatih'in bakışları da o bir tutama. Yutkundu genç adam. Günlerdir yıpranmış, bakımsız ve makyajsız haline rağmen bu denli güzel oluşuna anlam veremezken minik bir nefes çekti içine. Kadının kendine has kokusu ciğerlerine dolmuş, onu amansız yakalamıştı.
Hande bir adım atıp onun çekim alanına girdiğinde aklında tek bir şey vardı. "Unutma, ben de bir insanım."
"Yani?" dedi Fatih. Bekleyen bakışlarını kızın karadelik misali kendini sürükleyen gözlerine sabitledi. Başını biraz daha eğdi Hande, bu hareketleri farkında olmadan yapıyor, akışa bıraktığı ruhu bedenini gayet gerektiği gibi yönetiyordu.
"Günaydın demek çok insanî yani."
Söylediği sözlerin rüzgarı Fatih'in yüzüne çarpıyor, genç adamın kalbine dolan hisler sebebiyle Hande, hiç susmasın istiyordu.
"Haklısın." dedi yeniden kıvrılan dudaklara bakışlarını bırakırken. Mesafesiz yakınlıkları ikisinin de dikkatine uğramamış, yalnızca olması gerekenleri yaşıyorlardı. Hande, usulca elini Fatih'in sweatine yaklaştırırken gözlerini karşısındaki adamın gözlerine bırakmış, usulca dudaklarını aralamıştı. "Ama sen bunu unutuyorsun."
Son harflerin büzüştürdügü dudaklar Fatih'in dikkatini tuzla buz ederken cebinden alınan anahtardan haberi bile olmamıştı. "Unutmam o zaman." Hande yanağındaki saçları hafifçe geri iterken Fatih onun yüzünün her bir milimini inceliyor en çok da dolgun dudaklarda kalıyordu.
"Unutmam." dediği esnada Handenin yanağına tekrar düşen tutamları genç kadının kulağının arkasına sıkıştırmak isteyen parmaklarını deli gibi sıkmıştı. Hande, hareketlenip yanından geçip giderken saçlarının kokusu ile öylece kalmış, kıpırtısız ardından bakmıştı.
Yakınlığında kendini bambaşka bir adam olarak bulan bu kadının gülümsemesi, aklının en derin köşesinde kazılı halde...
"N'aptım Allah'ım ben!..." Yaslandığında kapının üzerine, elini tam kalbinin üzerine bastırdı. Yüzünün alev aldığını hissetti, bakmasa da hissedebildi. Yandı teninin her tarafı, alev aldı. Yere düşercesine otururken, elini kalbinden hiç kaldıramadı. "Beni affet Allah'ım, ben n'aptım?" Tekrarlarken kelimelerini, diğer elindeki anahtarı hissetmekte zorlandı. Başlarda anahtarı almak için o şekilde davranmak istemişti ama karanlık gözleri, her zamankinden daha çok tesiri altına almıştı kendisini. Zorlanarak da olsa, kapının kulbuna asılarak doğrulurken diğer elindeki anahtarı düşürmemek için çabaladı. Yatağa halsiz adımlarla, yalpalayarak ilerledi. Zoraki otururken anahtarı, diğer avucunun desteği ile toparladı. Saklaması lazımdı, hem de hemen. Çok eski bir tekniği kullanarak, göğüs kısmına, sütyeninin içine sıkıştırdı. Güldü, gülüşünün anlaşılmaması için dudaklarını birbirine bastırdı. Yaşlı kadınlara benzetmişti saklama şeklini, mecburdu, diğer türlü yakayı ele verebilirdi.
Yatağa uzanmış, halsizlikten kalkamamıştı da. Aç ve ilaçsız geçirdiği üçüncü günün sonuna yaklaşırken direnci de tamamen tükenmişti. Nasıl kaçabilirdi ki böyle halsizce? Yapacaktı, başaracaktı. Yataktan kalkmadı, Nurcan Hanım'ın bağrışlarını dinledi ama inadına önüne gelenleri ağzına sürmedi. Şu hayatta, en çok açlığa tahammülsüzdü ama kalkmış, en hassas olduğu açlıkla, karşısındakilere meydan okur olmuştu. İçinde, midesinin derinliklerinde adeta ılık suların aktığını hissetti. Yine de direnecekti, annesi ile konuşması lazımdı, hesap soracaktı. O parkta saatlerce beklemesine rağmen gelmediğinden ötürü hem ona bir çift sözü vardı, hem de neden burada tutulduğunu, bir kez de ondan dinlemek istemişti.
"Yememişsin." Yanına gelen Nurcan Hanım, sakince aralamıştı kapısındaki kilidi. Ne zavallı kadındı, kilidi onun oğlundan almıştı ama hepsi habersizdi. Esir değildi aslında anahtarı aldığı andan itibaren, artık özgürdü. Gecenin çok geç saatlerine doğru, ortam sessizleştiğinde, anında kaçacaktı. "Yine eline sürmemişsin." Sözleri sakindi ama tahminlerinde de emindi ki, birazdan sinirlenecekti. "Yapma güzel kızım, hadi midenden birkaç lokma geçsin, böyle devam edersen hasta olacaksın." Önündeki tepsi içinde gördükleri, nefsini ne kadar zorlasa da, çok sabırlı olacaktı. "Yardım et o zaman, beni çok düşünüyorsan ikna et oğlunu." Sanki dudaklarından dökülenler kelimeler değil de, dişleri olmuştu, öylesi kendinden bağımsızdı sözleri...
"Ben de o kadınla konuşman taraftarı değilim, Fatih dinlemez beni; dinlese de, ben istemezdim zaten."
"Hepiniz psikopatsınız."
"Acıyı engellemek için çabalayanlar mı psikopat, sadist misali, kendisine acı çektiren annesine meyil eden sen mi, iyi düşün." Yaklaştığında, üzerine doğru eğildi, sarstı hafifçe. "O kadın seni istemiyor, sevmiyor, parkta saatlerce bekledin geldi mi, gelmedi. Gelmeyecek, gelmez anladın mı? Konuşunca ne olacak, ben sana anlatayım mı, bir kez daha canın acıyacak, çünkü sana karşı asla bizim kadar insaflı olmayacak."
Yüzüne, gerçeklerle beraber kapattı odanın kapısını, sıkıca da kilitlemişti. Yediği kelimeler, bedeninde dün akşam ki şırıngadan daha keskin etki bıraktı. Sanki kemiklerini doğramıştı bıçak etkisi bırakan kelimelerle... Biraz zelzelede kaldı ama sonra toparladı, neden üzülecekti ki, kaçacaktı onların elinden kurtulacaktı. Kim ne derse desin, Yeliz Hanım'ın zalimliğinden kaçarak kendi annesine sığınacaktı, onun çok daha zalim olduğunu bilse de... Yatağına tamamen uzanarak, uyuma kararı aldı. Daha erkendi ama şimdi örterse gözlerini, çok geç saatlerde dinç olarak uyanırdı. O zaman kaçacak enerji de bulurdu kendisinde, kurtulacaktı, hem de hemen... Yan tarafındaki tepside duranlara sırtını dönerek uzanırken açlığı bir kez daha, derinlemesine hissetti. Çok zor sızdı, içindeki açlık hissi, midesinde adeta delinme hissi oluşturmuştu. Yorgunlaştıran açlık, uykuya da çabuk dalmasına, güçsüz bedeninin sızmasına neden olmuştu.
Ilık duşun ardından üzerini değiştiren genç adam, hızlıca banyodan çıkarak hole doğru ilerlediğinde, elinde tepsi beraberinde mutfağa giden annesine baktı. Gözleri, içi dolu olan tepside takılı kaldı, el değmemişti tabaklara. Çok hafif eğdiği bakışları eşliğinde incelemişti. "Yemedi mi?" dedi sakince. Sorduğu sorunun cevabı netti aslında, görünen ortadaydı. Sadece başını iki tarafa salladı kadın, 'Hayır' dercesine ama demedi, konuşamadı bile... "Sabır Allah'ım." derken annesinin karşısında kendince söylendi. Akıl alır gibi değildi, şimdi de bu inada başlamıştı. Başlarda umursamadı, 'Ne kadar aç kalabilir ki?' düşüncesinde bulundu ama fazla hırçın çıkmıştı. İlaçlarını da almıyordu, hem zaten aç kalınca, aldığı ilaçlar da bir süre sonra tesir etmeyecek, alsa da anlamı kalmayacaktı.
"Nerede o, kilitlemişsindir inşallah odasına." Birkaç adım attı o tarafa doğru, bekledi sonra. Yanına gitmekle kalmak arasında sarmalandı düşünceleri.
"Hiç çıkarmadım, kilitledim çıkarken de, tepsiyi almak için girdiğimde, uykuya dalıyordu, sızmıştı."
"Anahtarım nerede benim?" Elini attığında cebinde bulamamasına şaşırdı. Hep cebinde tutardı, büyük ihtimalle duştan sonra üzerini değiştirirken diğer üstlüğünün cebinde kalmıştı.
"Diğer üstlüğünde kalmıştır oğlum, nerede olacak, al bendeki ile aç, uyumuştur tamamen, istersen hiç rahatsız etme."
"Sadece bakacağım anne, sonra da Özcan'a gideceğim, Turgut da oraya gelecek, çok geç gelirim eve, haberin olsun."
"Yine de fazla gecikme olur mu?"
"Tamam, merak etme."
Karşısındaki kadından aldığı anahtarla odanın olduğu tarafa tamamen ilerledi. Delikten içeri geçirdiğinde derin nefesler alıp verdi. Kilidini açtığı oda kapısını tamamen araladı. Yavaşça arkaya ittirirken kadının görüntüsü girdi görüş alanına. Yatağa ilerledi, kadının solgun tenine dikkat kesildi. Sabah ki haraketlerini hatırladığında, o sıcacık gülüşü canlandı gözlerinde. İstemsizce tebessüm etti. Çok hafif eğilirken üzerine, sadece üzerini örtmek istedi. Yorganı biraz daha yukarı kaldırarak üzerine örttü. Tam da o sırada, kadının kurumuş dudakları arasından dökülen kelimelere denk düştü. Başlarda üzerinde durmak istemedi ama sonra sayıklamaları çoğaldığında, merakına yenik düştü.
"Seni..." Dinlemek istediği kelimeler diline dolandı anlaşılan, kendinde değildi. "Çok seviyorum..." Biraz afalladı, duraksamasına neden oldu kelimeler. Acaba hayatında biri mi vardı? Yoksa eski sevgilisini, kendisiyle rol oynadığı o adamı mı hatırlamıştı? Üzerinden doğrulmak isterken son kez kurduğu cümle, genç adamın kaskatı kesilmesine neden oldu. "Seni çok seviyorum baba." Kendinden bilinçsiz kurduğu cümle, simasındaki şaşkınlığı arttırdı. Yan tarafa döndü, hiç dokunulmamış ilaç kutularına göz gezdirdi. "Ben seninle ne yapacağım?" dedi doğrulurken... Demek babasına karşı içinde herkesten sakladığı bir sevgi vardı, bunu geç de olsa, kendisi fark etmişti.
İçindeki vicdan azabı, tekrardan kendini belirtirken evden çıkmış, direksiyonu sıkarcasına çevirerek sürmüştü arabasını. Daha erkendi ama ne zaman arkadaşlarıyla bir araya gelse, hep çok geç saatlere kalırdı. Direksiyonu her sıktığında, gözlerinde nedensizce o kadının solgun bakışları canlanmıştı. Başlarda çözemese de nedenini, çok sonra bunun sadece vicdan azabı olduğunu düşündü. Kötürüm bedeni hem ilaçsız, hem de aç kalmıştı. Kendisi tercih etmişti, canı acıyacağına aç kalsın istemişti genç adam. Çünkü annesini aramasına izin verirse, canı daha çok acıyacaktı. Güçlü olduğunu görmüştü ama annesinin ne mal olduğunu anlayacak kadar dirayeti var mıydı? Zamanında parkta onunla annesini beklerken gelmediğinde görmüş olması gerekirdi ama hep görmek istediğini görürdü. İşine gelmeyenlerden kaçardı, tıpkı Yeliz Hanım'ın ne kadar hatalı olsa da, aslında çok sevdiğinden böyle davrandığını kabullenmediği gibi, bunu da kabullenmezdi.
"Ellerine sağlık Melek, çok güzel olmuştu." Kahve fincanını, bardak altı tabağına bırakarak, önündeki sehpanın üzerine bıraktı. "Yengemden sonra ikinci plandasın kahvede, üstünüze tanımam."
"Sevindim beğenmene, Turgut evlense de, biraz da onun hanımından içsek." Sehpanın üzerindekileri toparlarken karşısındaki, kocasının arkadaşına bakarak tebessüm etti.
"Yaa abla oldu mu şimdi, siz bana gelin, ben hazırlarım." Güldü, çekinerek, durgun da olsa gülebildi genç adam. "Tamam, bekar evi, dağınık ama olsun, hanıma ne gerek, benim de var kendimce marifetlerim."
"Hadi lan oradan, az daha bizi zehirleyecektin üniversitede, unuttum sanma." Zamanında, üniversitede Özcan ve Turgut'la beraber ev tutmuşlar, üç arkadaş orada kalmışlardı. Gayri ihtiyari o günleri hatırlayan Fatih, eğlenircesine gülerek konuşmuştu.
"O zamandan bu zamana çok olay değişti, bir kere ben çok el becerisi kazandım, Zeynep Annem sağ olsun." Yetimhanede geçen uzun senelerin ardından, hayat karşısına Zeynep Hanım'ı çıkarmıştı Turgut'un. İstenmeyen evlat olup çocuk esirgeme kurumuna bırakılmasının ardından, annesi o kadar derin acılara sebep olmuştu ki, Zeynep Hanım karşısına çıkana dek kimselere güvenememişti.
"Biz bir gün en iyisi Zeynep Teyze'de toplanalım, ne dersiniz?" dedi ortama katılan Özcan.
"Yemeklerinde üstüne tanımam." Çok iddaalı ama kendinden emin konuştu Fatih.
"Tabii, severek ağırlar sizi ama inşallah bir gün kendi anneme kavuştuğumda, sizinle tanıştıracağım, kendime sözümdür."
"Yapma Turgut." İçi acırcasına konuşan Melek, simasındaki acıdan kendini alamadı. "Bunca zamandır seni aramamış, sormamış birine ne diyeceksin?"
"Sarılacağım, sımsıkı sarılarak 'Anne' diyeceğim."
"Ulan Zeynep Teyze neyine yetmiyor, ahmak herif?!" Sinirle doğruldu Fatih, öfke içinde baktı arkadaşına. "Yetimhaneye isteyerek bırakmamış olabilir belki ama kadın seni isteyerek aramadı, isteyerek görmeye gelmedi!"
"Yaşıyor mu diye soranınız var mı, hep suçluyorsunuz, suçlamak kolay tabii."
"Dikkat et Turgut, çok dikkat et olur mu, Zeynep Teyze'nin değerini anladığında, onu da kaybetmiş olma." Hamileliğin verdiği duygusallık ile çok hisli konuştu Melek.
"Zeynep Anne beni, vefat eden oğlu sanıyor, bana sürekli 'Serhat' diyor, ben onun oğlu değilim, bunun bilincinde olsa istemez ki beni." Hayat karşısına daha on beş yaşındayken çıkarmıştı Zeynep Hanım'ı, sokaklarda selpak sattığı vakitlerde karşılaşmışlardı.
"Saçmalama, nerden çıkarıyorsun böyle saçmalıkları?" Sözlerinde sinir vardı Melek'in.
"Turgut zaten nankörlük söz konusu olunca, her türlü saçmalığa kalkışır." Fatih'in de sözlerinde sinir vardı.
"Bulacağım annemi, hepinizi şaşırtacağım, anlayacaksınız beni isteyerek terk etmediğini."
"İnşallah üzülen, hayal kırıklığına uğrayan biz oluruz kardeşim." dedi Özcan, arkadaşının üzülmesini asla istemezdi.
"Özledim onu, ne olur beni de anlayın, bana kızıyorsun ama Fatih, beni en çok kızından ayrı kaldığın için sen anlarsın."
"Hatırlatma şimdi, en son teyzesi düşürmüş ateşini ama toparlanamazsa bana haber verecekler."
"Neden gitmedin, sen gitmek için bahane arardın." dedi Melek.
"Gidince ayrılmak çok zor, kavuşunca kaybedecek gibi oluyorum, tarifsiz bir his."
"Hatırlatmayın şimdi, eve gider, o günahsız kızdan acısını çıkarır." Dalga geçercesine konuşan Turgut'a ters bakışlar attı.
"Birinden acımı çıkaracak olsam, gider kızın annelerinden çıkarırım, zaten sözüm var ona."
"Ne sözü, ne ara söz verdin?" Merakla göz devirerek sordu Melek.
İşte tam da o vakit, dudaklarında tuhaf bir tebessüm oluştu, aklındakini anlatmak üzere doğruldu, kendi de dikkatle baktı.
"Geçen Meliha Yenge'ler geleceği için mecburen kızı uyutmak zorunda kaldım. Yani bağlamak istemedim, ilaçla etkisiz hale getirdim..."
"Aferin sana, aferin Fatih, tebrik ederim." Öfke ve tahammülsüzlük içinde sözünü bölen Melek, ellerini havaya kaldırarak alkışladı kinaye içinde. "Tabii, bağlamak istemedin, ilaçla uyuttun, sen süper kahramansın zaten, özrün de kabahatinden büyük."
"Yaa siz beni çok memnun sanıyorsunuz herhalde."
"Memnun değilsin ama suçsuz da değilsin güzel kardeşim." Canı acıdı konuşan Turgut'un, kim üzülmezdi ki. "O ilaçları da sürekli verme, zaten bedeni sakat, bağlamanı bile tavsiye ederim ama devamlı ilaca boğma."
"Çok rica ediyorum Turgut, daha makul öneride bulun." Yükselen sesi, çığ etkisi oluştursa da ortamda, kendini durduramadı Melek.
"Yaa misal verdim, ne bağırıyorsun."
"Tamam bir sakin olun, size anlatacaklarım var." Çekinse de sözü tekrar devir aldı Fatih. "Ben mecburen uyuttum ama daha önce onu görmüştüler, nişanlım olarak tanıtmıştım. Aynur abla tutturdu 'Göreceğim' diye, n'apacağımı bilemedim, mecbur kaldım."
"Eee, zaten uyutmuşsun, uyanmayınca anlardı." Gözlerindeki merak arttı Turgut'un.
"İçeri mecburen Aynur abla ile girdiğimizde uyanıktı, yeni uyanmıştı, geçici olarak açmıştı gözlerini. İşin ilginç tarafı ne, biliyor musunuz, beni ele vermemesi. Aynur ablanın önünde, nişanlı çift rolüne devam etti."
"O an kendinde enerji bulamamıştır." Umursamaz davrandı Turgut.
"Sahi mi?"
"Herhalde oğlum, o ilaç insanı sersem eder, kendinde olmadığından konuşamamıştır."
"Bilmem ki." Kararsızdı Fatih, çok kararsız ve tuhaftı.
"Senin bir de böyle öldürücü, aşırı tehditkar bakışların var, onlardan göndermişsindir, zaten korkudan dili tutulmuştur."
"Tabii, 'Konuşursan seni öldürürüm.' bakışları attım ama o konuşurdu, inadına korkmazdı."
"O zaman bilinçsizdi, dediğim gibi, ilacın etkisindendir."
"Yok, bilinci vardı. Yasemin'den söz ettiğinde Aynur abla, şaşırdı kaldı, görecektin bakışlarını, orada olup görmeniz gerekti."
"Fatih, o nasıl bir anlatım, en son rahmetliyi ilk gördüğünde, bize anlatırken böyle göz bebeklerin genişlerdi." Tebessüm ederek konuşan Melek'e çok ters baktı.
"Ne alaka, bana bir iyilik yaptı, ben de karşılığını vereceğim. Söz verdim, iki annesinden de hesap soracağım."
"Aç susuz bırakarak mı hesap soracaksın?" dedi Özcan.
"Ben mi dedim aç kal diye, günde önüne kırk çeşit yemek geliyor."
"Buna bir çözüm bulman gerek, ilaç da almıyor." dediğinde Turgut, sadece başını salladı Fatih. "Çözeceğim." dedi başını sallarken. Sabah ki haraketleri geldi gözünün önüne. 'Unutmam' demişti kehribar gözlerine dikkatle bakarak, tekrardan gülümsediğinde, Melek'in alaycı bakışlarıyls buluşsa da gözleri, umursamadı, üzerinde de durmadı. Çok geç saatlere kadar devam eden sohbetlerini sonlandırmışlar, mecburen kalkmıştı Fatih. İstese kalırdı, Özcan'ın "Çok geç oldu, burada kal." isteğini geri çevirdi, mecburen gidecekti. Sabah eve gittiğinde Nurcan Hanım'dan fırça yemek istemiyordu. Saat gece 3.30'u gösterirken kalkmış, evden çıkarak park ettiği aracına Turgut'la beraber ilerlemişti. Önce arkadaşını bırakacak, sonra da kendi evine sürecekti.
Yanan boğazları ile araladı gözlerini, susuz kalmıştı. Yataktan çok hızlı doğrulması, karıncalanan tarafının ağrımasına neden oldu ama umursamadı. Her acısı umrunda olursa, buradan kurtulamazdı. Önce saçlarından kurtulması şarttı, salık saçlarla bir işe kalkışamazdı. En rahatı topuz olsa da, tek kolu ile zorlandığından ve acele etmesi gerektiğinden at kuyruğu şeklinde topladı. Yanan boğazlarına su göndermesi gerektiğinden, öncelikle sehpanın üzerine doğru bakışlarını çevirdi. Yana doğru sarkıtarak bacaklarını, zorlansa da oturur hale gelebilmişti. Bir de kalkarsa, kalan kısmı daha keyifli olacaktı. Yine de çok heyecanlıydı, hem korku vardı içinde, hem de kurtulmanın vereceği burukluk. Hafif bir üzüntü de vardı ama sebebini sorsa kendisine, henüz çözememişti.
Tam tutmamakta olan kolu ile çok zor doldursa da, sonunda kaldırdığı cam kavanozu doğrulttu. Tamamen eline almamıştı, masanın üzerinden doğrultmuştu. İkinci bardağı nasıl dolduracağını düşündü, çok susamıştı ve sahiden ihtiyacı vardı. Sağlam bacağının üzerine basarak belini iki kat etti, bu defa sakat kolunu masanın üzerine dayamış, kavanozu sağlam kolunu kullanarak doğrultmuştu. Yine de zorlanmıştı ama az daha kolaydı tabii ki. Bir bardak daha içtiğinde tatmin olmuştu. Üçüncü bardağı da içse daha iyi olurdu ama çok da gerekmezdi. Şimdi heyecanı vardı, tez çıkması gerekirdi. Elindeki anahtarı ilk kez denemiş olacaktı. O anahtarı almak için sergilediği hatırladığında hem kıpkırmızı kesilmiş, hem de belli belirsiz tebessüm oluşmuştu dudaklarında. Sonra duraksadı, düşündü. Resmen dolandırıcı misali davranmıştı, belki de anahtarı almasına ve kurtulacak olmasına rağmen içindeki hüzün bundandı.
Düşünmedi, üzerinde durmak istemedi, başını umursamazca iki tarafa salladı. Yürüteçini önüne doğru çekerek tutundu. Kenarlarından sıkıca tutunarak, tek tarafından destek alarak doğruldu. Yürüteçini öne doğru sürüklerken kapı tarafına ilerledi. Çok heyecanlıydı, anahtarın açıp açmayacağını merak etmişti. Ya açmazsa? Yanlış anahtarı almıştı belki de, kendi kaldığı odasına ait değildi. Bilemezdi denemeden, deneyerek anlayacaktı. Hem odadan çıksa bile, evden çıkması çok zaman alacaktı. Sonuçta evin kapısını mutlaka kilitlemişlerdi ve açması zor olabilirdi. Kapı tarafına geldiğinde, kalbi ağzından çıkacak kadar hızlı atıyordu. Yürüteçi önünü çok kapatmıştı ama çözecekti. Heyecandan titremekte olan kolları ile hırkasının cebinden çıkardı. Uzunca ucu olan anahtarı sarkıttı, kapı deliğine doğru uzattı. Yerleştirmek için uğraşırken korktu. Ya değilse, korktu tekrardan... Birkaç ufak uğraşın korkutması, sonunda rahatlattı genç kadını, çünkü anahtar, deliğe tamamen girdi.
Sevinçten keyifle sırıtarak çevirdi anahtarı, biraz zorlansa da sonunda çevrildi. Ses çıkaran kapıdan ürperdi, çok aralamadı. Gıcırdamasından ötürü, çabuk ele verebilirdi kendini. Daha aralamak istemedi, zorlansa da süzülerek çıktı odadan. Çok hızlı haraket etti, çabuk davranacaktı. Kapının önünde durduğunda bekledi, bakındı etrafına. Konsolda bir tane anahtar vardı, o olacağını düşündü. Elindeki oda anahtarını her ihtimale karşı kendisi ile tutacaktı. Evden çıkamazsa, camdan kaçmak için tekrar oda anahtarını kullanırdı. O penceresiz odadan çıkar, sonra da holdeki pencereden çıkmaya çalışırdı. Oda anahtarını hırkasının önüne astı, sarksa da umursamadı. Cebine atmak, kendisi için şimdi zor olabilirdi. Konsoldan aldığının çelik kapının anahtarı olması için sessizce dualar etti. İçeri ittirdi, zorlansa da deliğin içine geçirmeyi başardı.
Açık ağız tebessüm etti, ilk defa işi, tam anlamda rast gitmişti. Biraz zorlandı, sakat bileğine denk gelmişti. Açacaktı, sonunda açacaktı. Zorlanarak da olsa, bedeninin sağlam taraflarını kullanarak hızla çevirdi. Bir çevirişin ardından, iki kez daha uğraştı. Çevirdikçe kaybettiği direncini toparlamak için derin nefesler alıp verdi. Çevirdiği kilidin açılıp açılmadığını bile anlamakta zorlamdı. Heyecandan kalbi ağzına sığmamıştı, karşısındaki kapıyı kontrol etti. Aralanmıştı, çok emindi, ilk dikkatli bakışta kavramıştı. Evin bahçesinin ışıklarının hüzmesi, olabildiğince net şekilde, aralık kapıdan gelerek içerisini parlatmıştı. Sevincinden kocaman tebessüm ederken öncelikle kendini sakinleştirdi. Çıkacaktı, çıkması şarttı, hem de anında. Kendinden aldığı kaçıncı cesaret olduğu bilinmeksizin, olanca gücünü kullanarak, hızla kendine doğru çekti evin kapısını...
Gördüğü manzara karşısında bir süre beklemiş, gördüğünü kavramak için çabalamıştı. Sanki manzara, şimşek misali çarpmıştı simasına. Duraksadı, geriledi adımları ama çok çekilemedi. Çıkması gerekirken daha geri gidemezdi. Esir tutulduğu odanın anahtarını alabilmek için sabah etkilemek adına uğraştığı adamın tam karşısında durduğunu anladı. Önce kavramakta zorlandı ama şimdi anlamıştı. Yani kaçamayacak mıydı? Hayır, asla direncini kaybetmeyecekti. Sadece şaşırdı, çok şaşırdı. Gecenin böylesi keskin saatinde, dış kapının ardında ne işi vardı? Yine de atamadı üzerinden şaşkınlığını. Öyle ki, iki dudağı birbirinden ayrılmış, dehşete bürünmüştü.
"Sen nereden çıktın be?!" Sinir ve şaşkınlığın birbirine karışmış hali, tenine yansımıştı. Karşısındaki adamı da anlaşılan, kendisinin tavrı şaşırtmıştı. "Ne sorunlu insanlarsınız siz, kurtulamayacak mıyım ben senden?"
"Yok, ben kapıdan çıkınca bacadan girebilirim, boşuna çırpınmaman için önerimdir." Kendini toparladığında, üzerinden şaşkınlığını tamamen atabilmiş, kaçmak için çabaladığını anlamıştı. O penceresiz odadan nasıl çıkabildiğini hiç düşünmemişti bile, bakışları, hiç zorlanmadan, hırkasının cebinden asılı şekilde sarkan anahtarı bulmuştu. "Hande Hanım, görünen o ki siz, bayağı planlı haraket etmişsiniz." Hiç zorluk çekmeden anahtarı sıyırarak kadının asılı cebinden aldı. İşte tam da o vakitte, teni acıdan ve utançtan kızaran kadında, adama bir dakika bile bakacak hal kalmamıştı. Fatih, sinirlenmekle merhamet etmek arasında kaldı, bir o kadar da kendinden soğudu. Kadın, kaçmak için böyle tekniğe başvurmuşsa, kendisini etkilemek için çabalamışsa, bunda kendisinin payı da çok fazlaydı.
"Öyle olmak zorundaydı, şimdi olacaklar da olmak zorunda." Hande, açıklamasını ağırca, adama bakmadan gerçekleştirdi. Zaten bakacak yüzü de kalmamıştı, sabah ki davranışlarından oldukça utanmıştı. "Ne olacak?" dediğinde Fatih, daha konuşacak kelimeleri kalmıştı kursağında. Yumruğu, sağlam eli ile oluşturan kadın, hiç beklemediği, karmakarışık olduğu anda; adama doğru hafifçe eğilerek, tam karın boşluğuna sertçe geçirdi. Hissettiği oldukça sert, keskin acı ile neye uğradığını şaşırdı. Sadece inledi, hissettiği darbenin sertliğince inledi. Öyle ki, az daha nefesi kesilecekti. Yana doğru refleksle giderken eli ile karnını tuttu. "Seni biraz oyalayacağını umut ediyorum." Yanından sıyrılarak geçen kadın için savaş başlamıştı.
"Ulan ben böyle işin..." Karın boşluğunu eli ile ovan adam, doğrulmak için çabalarken cümlesini tamamlayamadı, tamamlamak istemedi. Çünkü devamını getirirse küfür edecekti. Tamamen doğrulurken evin kapısını örttü önce, anlaşılan işi dışarıda uzun sürecekti. Koşar adım ilerlerken ardından, çoktan evin bahçesinden çıkmıştı. Yürüteçini almadığını anladı, istese de çok uzaklaşamazdı. Koşmak istediği için onu almamıştı ama koşamazdı, kısa bir denemenin ardından, çabucak düşerdi. "Hande!" dedi sessiz sokaklarda bağırırken. Yürüdü koşar adım, diğer taraftan da bağırdı. "Hande, buraya gel; kaçamayacağını ikimiz de biliyoruz, benimle oyun oynama." Çok sürmeyeceğini biliyordu, sadece inatla kaçmak istemesi sinirine dokunmuştu. Yumruğu nasıl vurmuşsa, ardından koşarken bile karnındaki ağrıdan yüzü buruşmuştu.
"Sana kaçamazsın demiştim, beni de, kendini de; her zaman ki gibi boşuna uğraştırdın." Yere anında düşen kadının üzerine eğilmiş, kalkmasına izin vermeden, tek hamlede kucağına almıştı. Tiz çığlığı, gecenin sessizliğinin hüküm kurduğu sokakta, yankılanarak geri kendine ulaşmıştı. "Bırak beni, ben değil, kaybeden sen olacaksın, elinde öleceğim, o zaman elin boşa çıkacak!" Sözleri karşısında anlık düşüncelere dalan genç adam, hiç duraksamadı. Yürümelerini durdurmadı ama anlık olarak zihni dumura uğramıştı. Ne demek istediğini anlamıştı, kendine ettiği işkence, adama da zarar olacaktı belli ki, kelimeleri de bunun kanıtı olabilirdi. Bu meseleyi çözmeden uyumayacaktı, kararı net olmuştu. Bu gece, bu mesele çözülecekti, şafak sökene dek çözülecekti.
"Çırpınma, boşuna da bağırma, sesini de benden başkasına duyuramazsın." Diğer kolunu da kullanabilse, çok daha rahat çırpınabilirdi. Sağlam eli ile omzuna defalarca geçirse de, tek eli olduğundan çok etki etmemişti anlaşılan. "Nasıl bir yerde oturuyorsun sen, etrafında doğru düzgün ev bile yok."
"Seni içim rahat bir şekilde o nedenle buralara getirebildim." Yazlık kesimdi daha çok, kışları da aşırı keskin olurdu. Gecekondu mahallesi olsa da ferahtı, etrafında evler azdı. Sonunda evin bahçesine geldiklerinde, bahçe kapısını bacağı ile teperek örten adam, omzundaki kadın ile bahçenin dipte kalan köşesine geçmişti. Yavaşça kollarından indirirken duvara yasladığı kadına bir süre baktı. Yere indirdiğinde kendine gelmek için çabalayan kadın, saçlarının geri gitmesi için başını kaldırmış, birkaç defa öksürmüştü. "Bırak." dedi inilti içinde, sesi sadece inlemeden ibaretti. Alamadığı ilaçlar, nefesini daraltarak sesini, güçsüz ve peltek hale getirmişti.
"Önce sakin olalım, seni bırakacağım tabii ama biraz konuşacağız." Yana salladı başını, iki tarafa doğru sallarken istemediğini belirtti ama gidemedi, çekilemedi. Tam geçmek için çabalarken kollarını önüne kafesledi karşısındaki adam. Kollarını duvarların yanlarına geçirerek iki taraftan da çıkışını kapattı. "Yapma, beni bırak." Sesi düzgün çıkabildi, buna sevinebilirdi. "Bırak!" dedi çıkmak için çabalarken, sesi düzgün olduğu gibi sert de çıkmıştı. "Buradan gideceğim." İstemeden de olsa, bu defa tekrar peltelemiş, son kısa cümlesinde sesi, anlaşılmaz çıkmıştı.
"Nereye gideceksin?" İki tarafa dayadığı kollarını indirmeden, kadının gözlerine dikkatle bakarak sordu. Nasıl o çelimsiz sesini anladığını düşündü başlarda kadın, sonra bakışlarındaki eğlenir ifadesini gördü. 'Gitmek' ten söz etmesine gülüyordu anlaşılan, ya sesini nasıl anlayabilmişti? "En kötü içeri geçerim." dediğinde rezilliğin bildiğin dibine inmişti. Daha ne kadar batırabilirdi kendini acaba.
"Zaten içeri geçeceksin, sana başka seçenek sunan olmadı." Sesindeki netlikten rahatsız oldu kadın.
"Yaa bir çekil git be, kafa bulma benimle!" Çekilmek için çabaladığında, tekrardan duvara doğru geri ittirdi kendisini. "Rahat dur, sana içeri gidebilirsin dedim ama şimdi gidebileceğinden söz ettiğimi hatırlamıyorum."
"İçeri girsem de şimdilik girerim, ben buradan bir gün kurtulacağım; ayrıca bana gerek kalmayacak, sen beni bırakacaksın, tutamazsın beni, sonunda kendin bırakacaksın." Duraksadı, hep o mu sinir edecekti kendisini, biraz da kendi sinirlendirebilirdi. Zerre gülmeden, tüm soğukkanlılığını kullanarak konuştu. "Sen beni burada tutamazsın, mecbursun bırakmaya."
"Yok yaa, ne mecburiyetim varmış, söyle de bilelim." Sesindeki eğlenir ifadenin gitmediği gibi daha da arttığını gören kadının sinirleri çoğaldı.
"Sebeplerden biri kanunlar."
"Geç onu, bana sökmediğini biliyorsun."
"İkinci sebep, sabah olanlardan sonra, bir daha sana bakacak yüzümün olmaması..." Sözleri, adamın eğlenir ifadesini anında silerken daha ciddi bir hal getirdi. Kendi açtı konuyu, pişman değildi ama utancı artmıştı. "Hımm, şu mesele..." derken ne kadar ciddi dursa da, eğlenir ifadesi tam olarak gitmemişti. "Tabii, kaçmak için her tekniği denersen sonun böyle olur." Ciddi ifadesi çabuk bozuldu, biraz kızdırsa hiç fena olmazdı. Özcan'ın evinden gelirken hayli uykusu olan Fatih'te, şimdi zerre uyku kalmamıştı. Melek'e, meseleyi halledeceğini söylemişti. Kararı netti, şafak söktüğünde, mesele kökten çözülmüş olacaktı.
"Senin derdin anlaşıldı." Yarı sırıtan ama çok da gergin şekilde baktı kadına. "Elimden kurtulmak için şimdi de kadınlığını kullandığına göre, en az benim kadar, sen de zeki olmalısın." Kurduğu son cümlenin kelimelerinin her biri, ard arda kurşun misali deldi geçti kadının bedenini. "Eski sevgiline, beni kullanarak aşk oyunu oynarken kendini role çok mu kaptırdın, şimdi ki rolün tecrübeli olmuş." Biraz canını acıtacaktı cümleleri belki ama sinirlenmişti de. Yüzündeki alay tekrardan sonlanırken ciddi ve soğuk konuştu. Sabah, kokusu bedenini sersem ettiğinde, Yasemin'e ihanet ettiğini düşündü. Tamam, kalbini asla rahmetliden sonra aşka kapatmamıştı ama seveceği kadının, karşısındaki kadın olmasını istemezdi. Yaraları çok derindi, sarmak isterken incitmek istemezdi, emanet olarak kalmasını tercih edebilirdi.
Sustu, çok derin sustu, titremesi konuşmasına imkan tanımadı. Anlamıştı, hemen kavramıştı. Yapmaktan iğrendiği, utandığı ve midesini bulandıranı gerçekleştirmesi, çok pahalıya bedel oldu kadına. Her titremesinde biraz daha sarsıldı, sarsıldıkça dişleri de birbirine çarptı. Dudaklarını kıpırdatmak istedi, sadece inledi, konuşamadı. Sarsılmalarının beraberinde kalbi de çok tuhaftı. Yüreğine sığmakta zorlanan kalbi, o vakitlerde öylesi hızlı atmıştı ki, soluğu ağzından uçup çıkacak gibi olmuştu. Çok hızlı atan kalbini sakinleştirmek için sert nefesler alıp verirken başını iki tarafa salladı. İçerisindeki karmaşadan hızla hislerini çekerek kurtardı. O an eline gelen ilk obje, kenardaki plastik iskemle oldu. İçini sıkıştıran ve dudaklarına nara olarak dökülen sesinin beraberinde, sağlam eline aldığı hafif, ağır olmayan iskemleyi, sinirin verdiği gücü kullanarak, hızla adamın önüne fırlattı.
"Hop hop, kendine gel önce, çok kötü yaparım seni!"
"Ben seni çok kötü yaparım asıl, benimle konuşmalarına dikkat edeceksin." Sesindeki titreme daha çok arttı, adeta zangırdadı desibeli.
"Kes, uzatma; mağdur olman, haklı olduğun ve etrafına istediğin gibi saldırabileceğini göstermez."
"Ben mağdur değilim ki, çok günahkarım ama acı olan ne biliyor musun? Girdiğim günahların sebebi sensin, anladın mı, sadece sen!" Yükselen sesi, sokağın tamamını sarmaladı. "Sen bana cehennem azabı çektirirken benden hatasız davranmamı beklemen de senin bencilliğin! Benimle beraber senin de günahın var."
"Sana hatasız davran demedim, hatalı olduğunu da izah etmedim." İçindeki vicdan azabı, tekrar açığa kavuştuğunda kadına göre çok sakindi sesi, oldukça da rahattı.
"Bana ne, ne düşünürsen düşün, önemi var mı benim için sence?" Sinirden delirme aşamasına gelen kadın, karşısındaki adamın sakin tavırları karşısında daha da çığrından çıktı.
"Çırpınma o zaman, sesini kes." Kendisini ikaz ederken bile sakin olması, kadına deprem kadar keskin öfke aşıladı. Yumruğunu hızla adamın göğsüne geçirdiğinde biraz geri savrulan adam, tek kolu ile nasıl böyle atışta bulunduğunu o anda çözemedi. İsterse çok rahat alt ederdi ama bir kadınla, özellikle de savunmasız kadınla baş edecek kadar aşağılık değildi. Zaten çekmediği kahır kalmamıştı, bugün kendisine attığı o sahte adımlarla da bir kez daha istemsizce kendini aşağı çekmişti. Yaklaşımı, adamı rahatsız etmemekle birlikte, üzerinde çok tuhaf etki bırakmıştı. Yüreğinde çıkmaz oluşturan hisleri bir kenara çekerek kadının kendisine bakışlarını inceledi. Pişmanlık, tedirginlik ve çokça da çaresizliğin altına sakladığı ürperti vardı. Hayat o kadar tuhaftı ki, insanı 'Yapmam' dediklerine sürüklerdi, asla aşağılık görmemişti kadını.
"Düne kadar bir evladın olduğunu bilmezdim, tabii çok normal; ortamın anormal olduğu için kıyı bucak saklamışsındır, şimdi soruyorum sana, kendi kızına aynı acıları çektirseler, sen de benim o 'Anne' dediğim kadın kadar mutlu mu olurdun?!"
"Sakın!" Acıdan altları kızarmış gözlerine sertçe bakan adam, oldukça ikazcı davrandı. "Sakın çocuğumu karıştırma, sana az önceki kadar anlayışlı olamam!" Sorduğu sorunun cevabı açıktı, elbette memnun kalmazdı. Olanlardan Hande'nin babasının haberi olsa, ona kızını bu şekilde koruduğunu izah etse, kim bilir ne ağır tepkiler verirdi kendisine.
"Olmazsan olma be, olma!" Önlerindeki bahçe masasının üzerinde duran ne varsa savururken sesi hem sertti hem de ürpertici. "Sen bana ne zaman anlayışlı oldun ki, sen beni gün ışığına muhtaç bıraktın!"
"Kes, başlatma gün ışığına, iki de bir de aynı kelimeyi kullanmaktan vazgeç!"
"Sen de bırak o zaman beni, kendi evladının adının bile geçmesinden rahatsız olurken bana işkence etme."
"Az önce bana çocuğumdan örnek verdin, başta sinirlendim, çünkü düşünmek bile istemedim." Yüksek çıkan sesini hemen aşağı indirdi. Elini dokundurduğu kolundan avuçlarını gevşetti, sözlerini devam ettirdi. "Hoşlanmazdım, inan hiç memnun olmazdım ama hayat bazen insanı istemediklerine sürükler. İnan ki sana olan tavırlarımdan hiç memnun değilim. Aynısını kendi kızıma yaşatsalar, çok daha azap çekerdim. Şimdi senden tek isteğim, yemeğini ye, ilaçlarını iç, beni daha çok zor durumda bırakma."
"Yemem, annemi aramadan olmaz, ilaç da içemem." Sesi burkulmuştu adeta, başını iki tarafa salladı. "Hayır, unut onu, inat ettim bir kere, aratmam." Mutlaka sebebi vardı, canı daha çok acımasın diye aratmıyordu, izin de vermeyecekti. Çekilmek için tekrar çaba sarf eden kadını tekrar geri ittirdi. "Bırak beni, gideceğim, annemi aratmadığın için içmem ilaç."
"Kendi sağlığın için benimle pazarlık mı yapıyorsun sen?"
"Sağlığımı çok düşünüyorsan izin ver."
"Benden önce senin düşünmen lazım." Sesi sakindi adamın, nefesi daralsa da sinirinden, sakin kalmak için çabaladı.
"Yaa bırak artık beni, gideceğim ben!"
"Hande, beni çok yoruyorsun, farkında mısın acaba?" Kollarından tuttu kaçmak için çırpınan kadının, çok olmuştu artık. "Tamam, komple bırak o zaman beni, hem tüm yorgunluğun gitmiş olur."
"Elimde olsa, sana beş dakika bile tahammül etmezdim." Derin bir nefes alırken meselenin çok uzadığını düşündü. "Eğer annemi aramama müsaade edersen, ben de sana bu kadar zorluk çıkarmam."
"Şuna bak sen, bir de benimle pazarlığa mı başladın?" Dudaklarındaki tebessüm, tekrardan yerini aldı, bugün ne çok eğlenmişti. Karşısımdaki kadının cadılığı tutmuştu uzun zamandır, başa çıkmak için de uzun bir konuşma yapması şarttı. Yapacağı hamlelerin kendisini böylesi eğlendireceğini bilemezdi. "Yalnız ben pazarlıktan hiç hoşlanmam, böyle yaparsan inadına izin vermem."
"Tamam." dedi karşısındaki adamın kara delik misali gözlerine bakışlarını yoğunlaştıran kadın. "O zaman hiç bu meseleyi diretmesem, üzerinde durmasam, öyle izin verir misin?" Bir an için, tam da son sorusunu sorduğu vakitlerde, eğlenircesine baktı kadına. İçinde, yüreğinin derinliklerinde, herkesten sakladığı masumiyeti yakaladı adam. Etrafına soğuk duvarlar örse de, çok diplerde sokak ışığı misali parlamakta olduğunu fark etti. "Hayır, o zaman da izin vermem." derken kahkahasını bastırmamak için kendini zor tuttu.
"Adi!" Yumruğunu sinirle göğsüne geçirirken geri doğru hafifçe savrulsa da dengesini sağladı adam. "Yaa ben anlamıyorum, senin gibi birinin nasıl çocuğu var, sende 'Baba' olacak duruş yok ki." Son sözleri karşısında epeyce geriledi genç adam, neye uğradığını şaşırdı.
"O ne alaka şimdi, 'Baba' olmanın duruşu mu varmış?"
"Senin enerjin düşük bir kere, çocuklara tahammül edemezsin."
"Pardon, enerjim mi düşük?"
"Düşük tabii, bağırıp çağırmaktan başka marifetin yok."
"Öyle de bir tahammül ediyorum ki, benim sabrımı taşıran sensin, sorun senin gurursuzluğunda, iki kelimenden biri, 'Annem' de, 'Annem', başka söz bildiğin yok." Sinirinden delirmesine ramak kalmıştı ama ikna etmeden asla içeri geçirmeyecekti. "Sekiz aylık kızımda bile senden daha çok akıl var, kendisine ilgi göstermeyene gitmiyor mesela, senin gibi değil."
"Ben onu istediğimden tutturmuyorum ki, bir şey sorup kapatacağım." Sesi durgundu, adamın dediklerinin etkisi kalmıştı üzerinde.
"Bana sorabilirsin, senin ortamına hakim oldum."
"Seninle hukukunun ne olduğunu soracağım, sen buna cevap vermezsin."
"Ooo, fazla zekisin." Yüzündeki eğlenir ifade arttı. "Yalnız buna o da cevap vermez, vermek istese de veremez."
"Yaa lütfen, sadece beş dakika." Kendinden bilinçsiz, refleksle ellerini tuttu adamın. Yanda duran ellerini, iki taraftan da kavramış, yüzündeki yakaran ifade artmıştı. "Hayır." derken aslında sadece üzülmesini istemediği için bırakmadığını hatırladı. Bir de direnmesi hoşuna gidiyordu, inatçılığı ve vazgeçmeyişinden keyif alıyordu. "Ne istersen yaparım, hem bir süre kaçmam da."
"Bir süre?..." Tek kaşını kaldırırken eğlenir ifadesi arttı. "Bunu 'Hiç' kavramına bağlamak epeyce zor anlaşılan, yine inadımız inat."
"Lütfen, sadece beş dakika." Sımsıkı sarılırken ellerine, o karanlık gözlere ilk kez böylesi net bakabilmişti. "Ah Hande, ben seninle ne yapacağım?" Yorgun çıktı sesi, sahiden n'apacağını bilemez olmuştu.
"İzin ver aramama işte, hem benden de kurtulmuş olursun." Yakarış çoğaldı sesinde, bakışlarını daha çok sabitledi bakışlarına.
"Hayır dedim sana, 'Hayır' dan anlamıyor musun sen?" Sesi çok sakindi, sinirlenmeden nasıl olumsuz yaklaştığını idrak edememişti.
"O zaman beni neden burada tutuyorsun, neden içeri bırakmıyorsun?"
"Güzel soru..." Bildiğin sorduğu sorudan hoşlanmıştı, bakışlarındaki memnunluk da bunun belirtisi olmuştu. "Önce senden bir açıklama bekliyorum, ne demek o 'Elinde öleceğim' sözü? Seni buraya getirirken bana böyle bir telaffuzda bulundun."
"Yemeksiz ve ilaçsız kalırsam sonunda ölürüm, onu demek istedim."
"Sence ben buna izin verir miyim? Yemeği serumla, ilaçları da şırıngadan iğneyle veririm, sen bana öyle istediğini yaptıramazsın."
"Tamam." Bir süre duraksadı, bekledi gözlerine bakmaktan çekinse de, zamanı çoktan gelmişti. Yalvaracaktı biraz da olsa, şarttı, annesine aklındakileri soracaktı. "Pazarlık değil bu, şart da koşmuyorum, ne olur izin ver arayayım, sana bir zararım olmaz."
"Canını acıtacak, sen de kabullenmeyip acını çıkaracak birini arayıp gereksiz şımaracaksın, uğraşamam seninle." Çok da güzel uğraşır, tüm şımarıklığı ile baş ederdi ama sadece canının acımasını istememişti.
"Hiç zorluk çıkarmam, hemen seninle içeri gelirim, kilitlersin beni o penceresiz odaya, özel ihtiyacım dışında asla çıkmam."
"O anan olacak kadın için canına basbayağı kastın var herhalde, yok sen akıllanmazsın, iflah da olmazsın, ben artık sana diyecek söz de bulamıyorum."
"Aratacak mısın, bırakacak mısın, verecek misin izin?"
"Hayır, hadi içeri." Kendini geri çeken genç adam, kadının ellerinden bileklerini kurtardı. "Sabır bırakmadın, çabuk içeri, daha çok uzatma." Elinin bileğinden yakalayarak sıkıca kavradı, içeri doğru sürüklercesine ilerlettiğinde yürümedi kadın, adım atmamakta direndi. "Ne olur, lütfen, bir bilinmezliğin içinde kaybolmama izin verme." Son sözleri, adamın vicdanına çok sert çarptı, kalakaldı, ilerletemedi kendisini. İnadına sürütürken bir anda durdu, istemsizce durmak zorunda kaldı. Yürümekte zorlanan kadını kendine çevirdi, kollarına almak istedi. Yürüteçe tutundurmakla uğraşamazdı şimdi, bir an önce odasına kapatması gerekti. Uzatmasını istememişti, en başından kendi uzatmıştı, ısrar etme imkanını vermişti. "Hadi tutun bana, hızlıca içeri geçireceğim seni."
"Aramam gerek." Sesi buğulu, pürüzlü ve peltek çıktı. İlaçlarını aksatması, aç kalması da epeyce güçsüzleştirmişti bedenini. "Tutun bana, uzatma!" İkazcı konuşmalarından gayri ihtiyari ürperen kadın, elini ağırca omzuna uzatarak dokundu, tutunmak için çabaladı. Zorlanmadan kadını kavramış olan adam, ufak hamle ile kolları arasına alarak kucaklayıp kaldırdı. Sarsmadan dik şekilde kucağına alırken düşmemesi için mecburen sarmaladı. Biraz ilerlerken düşündü de, böyle ne zamana kadar avutabilirdi? Yalanlarla ve gerçeklerin üzerini örterek nasıl ilerleyecekti? Şimdi ki hamlesi de çok doğru değildi, hem de hiç değildi. Yavaşça kapıdan uzaklaştırırken bahçe masasının olduğu köşede durdu. "Gel bakalım, sana küçük bir jestim var." Yere indirirken sürdürmüştü konuşmalarını. Yere tamamen indirdiğinde, ufak bir sandalye çekti, sonra kollarından sıkıca tutarak sandalyenin üzerine sabitçe oturttu.
"Sana, inanmayacağını bildiğim için sadece sesli değil, hem sesli, hem de görüntülü bir mesaj dinleteceğim." Şaşırdı kadın, neden, o da nereden çıkmıştı ki?
"Yani video mu?" Sesine değdi şaşkınlığı.
"Doğru, video; anlayacağın ne senin dediğin olacak, ne de benim." Anlamsız gözlerle kendisini izlediğini ve dinlediğini gören kadına tebessüm etmemek için zor durdurdu kendini. "Ben aramana izin vermiyorum, sen de aramak istiyorsun, ortada buluşacağız; o kadını aramana izin vermeyeceğim ama ne mal olduğunu, az da olsa kavrayacaksın."
Doğru olmadığını bildiği kararlarla cebelleşirken cebinden telefonunu çıkardı. Hızlı haraket edecekti, sonra vazgeçebilirdi. Canının acımasını hiç istemezdi ama mecburdu. Yalanlarla böyle ilerlerse de daha çok acıyacaktı. Telefonunda kayıtların olduğu bölüme girerek aradı sakince. Bulmasının doğru olmayacağını bilse de aradı, mecbur kaldı. O video önüne geldiğinde kaldırdı parmağını, açmakla açmamak arasında direndi. Nereden ince ise oradan kopacaktı. Kaldırdığı parmağını ekrana indirerek üzerine dokundu. Önlerindeki masanın üzerine bıraktı telefonu. Kendi de bir sandalye çekerek tam önüne oturdu. Önündeki telefonu izlemekte olan kadını inceledi. Şimdiden pişman olmuştu, çok geçti, mecburen artık devamını bekleyecekti. Tedirgince ekranda dolaşan bakışların her dirhemde çırpınışını izleyecek, görecekti birazdan.
"Ben isteyerek doğurmadım ki, sormadılar bana istiyor musun diye, önceden olsa neyse ama şimdi bakamam, sorumluluğunu alamam." Gördüklerinin ve algıladıklarının gerçek olmamasını çok isterdi. Sadece ses dinlemiş olsa, belki 'Yalan' demek için hakkı olabilirdi ama görüntü de vardı. Hem de çok netti, annesinin simasını seçebilecek kadar belirgindi. Sarı, kısa ve küt saçları, ardından at kuyruğu şeklinde toplanmıştı. Teninde olabildiğince ağır makyaj vardı. Kendi de severdi makyajı, hep annesine çektiğini düşünürdü ama onun kadar başarılı olamazdı. "Mecburum, evlenince kendini kurtarır; Yeliz de bakamadı, ben ona kapakladım, o da sana pasladı." Hep çok ucuz konuşmalara ev sahipliği eden telaffuzları olurdu. Şimdi olduğu gibi daima ucuz bulurdu sözlerini ama kimi ona kimi zaman da hak verirdi.
"Sonunda alacağım kızımı, ne olursa olsun; böyle ileri gitmenize izin veremem, benim kurallarımla hayatına devam edecek." Korkutucu gelse de bir an için sözleri, ne istediğini bilemedi. Kendi de anlamadı ne istediğini ve nerede olması gerektiğini. Yüzünü aşağı indirdi, eğdi bakışlarını ve başını, telefona bakacak hal kalmamıştı. Zaten ötesinde de video devam etmedi, bitmişti anlaşılan. "Canın acısın istemiyorum Hande, izlediğin sadece başlangıçtı, daha bir sürü delil var elimde, sabrımı zorlama, olur mu?" İkazcı sözlerini tamamladığında, masada sessizce duran telefonu çaldı, kendi de şaşırdı. Eline almadan ekrana önemsiz baktığında Turgut'un aradığını anladı. Eline masadan telefonu alarak doğruldu, sandalyeden kalkıp bir köşeye geçti.
"Efendim Turgut." Arkadaşının aramasına cevapladığında sandalyede oturan kadını izledi. Çok durgunlaşmıştı. Canını acıtmaktan kaçarken daha mı üzmüştü acaba? Bıraksa, o dili zehirli kadınla konuşmasına izin verse, çok daha üzülecekti.
"Eve vardın mı diye arayacaktım ama biraz geç kaldım, annem ilaçları ihmal etmiş, azıcık sorun çıkardı."
"Sıkıntı değil, çoktan geldim ben."
"Tahmin etmiştim ama yine de içim rahat etmedi, aramak istedim."
"Çok geç oldu, zaten sabah olacak birazdan."
"Uyumamışsın, ben uyandırmaktan çekindim."
"Yok, uyku tutmadı, bir takım sıkıntılarım vardı ama hallettim."
"Kızla mı ilgili?" Hande'den söz ettiğini, ismini vermese de anladı. Sandalyede bıraktığı gibi oturuyordu. Çok sessizdi, aşırı durgunlaşmıştı öncekilere oranla. Yüzü komple kızarmıştı, bir ara hastalanacağını düşündü ama ondan olmadığını hatırladı sonra. Yanakları tamamen kırmızı rengini almıştı. "Doğrudur ama sanırım artık tamamen çözdüm."
"Yanında herhalde, ondan anlatamıyorsun, sonra konuşuruz detayları." Henen anlamasına sevindi, Turgut daha netti, Özcan gibi bir olayı çoğu defa sormazdı. "Sence Melek'le, Özcan'ın araları mı bozuktu, ben sana onu soracaktım."
"Yok, onu nereden çıkardın şimdi?"
"Bana mı öyle geldi acaba, akşam bir tuhaflardı, hiç konuşmadılar."
"Sana öyle gelmiştir tabii, en kötü ihtimalle; Melek'in hamilelik hormonları tutmuştur ama tartışacaklarını sanmam."
"Yine de sen sabah Özcan'ın ağzını ara."
"Gelir, tamirhanede beraber olursak konuşurum, merak etme."
"Tamam, hadi uyu dinlen istersen, iyi geceler."
Son kez, 'İyi geceler' diyerek telefonu kapattı. Yine istemeden canını acıttığı kadına çevirdi bakışlarını. Sonra ondan çekti ve Turgut'un dediklerini hatırladı. Elindeki telefonu çenesine dayadı ve düşündü. Çoğu zaman, son olanların etkisi ile Melek, çok tartışma çıkarır olmuştu. Olsa bile düzeltirlerdi, bunun da üstesinden gelirlerdi. İkinci ailesi olmuştu arkadaşları, bir aile olarak bunun da üstesinden gelirlerdi, zor değildi. Düşüncelerinden sıyrılarak kadına ilerledi, birkaç ufak adım attı. "İstersen kalkalım mı artık?" dediğinde sesi çok sakindi. Yaklaşımında merhamet barındırmak istedi. Kendisine doğru dönen kadın, sadece bir süre baktı, sonra başını olumlu anlamda salladı, ses çıkarmadı.
"Gel bakalım, hadi tutun bana." Kolunu uzattı girmesi için, kaldırmak istemedi. Yürümek, şimdi şu üzüntülü vakitte ona daha iyi gelebilirdi. Güçsüz parmakları ile adamın koluna sığındı. Sürüklercesine ama ağırca kadını ilerletti adam. "Sen karnıma o kadar şiddetli vurdun ki, seni taşıyınca darbe attığın kısım acıyor." Rencide olmaması için böyle konuşmalarla araya girerek aynı zamanda tebessüm ettirmek istemişti. Zordu tabii, olanlardan sonra daha da zordu. "Şimdi hemen karnını doyuruyorsun, sonra da ilaçlarını içeceksin." Önden kesimini kesti, istediğini tam olmasa da gerçekleştirmişti. Şimdi sıra karşısındaki kadına gelmişti, o da kendisi ne derse yapacaktı. "İstediğinin olduğunu düşünüyorum."
"Yemesem, inan şu an iştahım kalmadı, biraz dinlenmem lazım."
"Günlerce 'Annemle konuşacağım.' sözleriyle beni tükettin, şimdi dediklerim olacak."
"Yaa diklenmek için değil, gerçekten şu an öğrendiklerimden ötürü iştahım kalmadı."
"Sana 'Ararsan canın acır' demiştim, aramadığın halde perişan oldun, sonrası beni ilgilendirmez, istediklerim hemen şimdi olacak." İçeri ilerlediklerinde, eve giden merdivenleri çıktılar. Kapı kısmına geldikleri vakit, sakince kolunu çekti kadından. Ceketinin cebinden anahtarı çıkarmış, kapının deliğine geçirmişti. "Hemen içeri!" dedi kendi önden ilerlediğinde. Zorlanarak içeri giren kadının ardından kapıyı örterek kilitledi. Tekrar kadını geçerek öne doğru atıldı. Biraz fazla hızlı gitmiş olabileceğini düşündü. "Yürüyebiliyor musun?" dedi sakince. "Gel hadi." Yavaşladı kelimelerini devam ettirirken. Bir ara düşündü, hiç annesi Yeliz Hanım'la bu konuda konuşmamıştı, iletişime de geçmemişti. Merak etmemişti doğrusu ama şimdi nedense aklı takılmıştı. Acaba tedavi imkanı var mıydı? Umursamadı, zaten olsa, annesi tedavi ettirirdi, kadının fazlaca imkanı vardı. Kendisini ilgilendirmezdi.
"Gel hadi, beni takip et." Ardından ilerlemekte olan kadını, sesi ile yönlendirdi. Mutfağa girdiklerinde, Nurcan Hanım'la karşılaşacağını biraz olsun tahmin etmişti Fatih. Sabah namazı için kalkan annesini çoğu zaman uyku tutmazdı. "Ne işi var bunun seninle dışarıda?" demişti Hande'nin kendisine bakarak konuşan Nurcan Hanım. Sakince masanın olduğu tarafa ilerledi adam. "Bunu benim sormam gerek anne, mesele benim çünkü; senden ricam, başka sebep sormadan Hande'nin diğer odasını hazırlaman." derken kadının sandalyesini çekti, tedirgince oturan kadını izledi bir süre. "Önceki odasına geçecek, sen hazırlayana dek de burada karnını doyurup takılsın." Kendi de karşısına bir sandalye çekip oturarak cebinden sigara paketini çıkardı.
"Yiyecek mi ki?" dedi kıza bakarak, günlerdir önüne yemek koyuyordu ve boğazından iki lokma ancak geçmişti. "Yiyecek!" dedi kıza doğru dikkatle bakarak.
"İkna olduk mu?" Karşısındaki kıza zoraki tebessüm ederek sordu Nurcan Hanım. Yüzünün asık olduğundan anladı ortada ters durumun olduğunu. Yanıt bile vermemişti kendisine, çok fazla durgundu. Yüzü aşağıda, bakışları dolmuştu. Sanki ağlamak istiyor da ağlayamıyor gibi hali vardı. "N'oldu Fatih, en azından sen anlat; tamam senin meselen ama bu kıza ben bakıyorum." Böylesi halde görünce tuhaf hissetmiş, mecburen hesap sormuştu. "Sonra konuşuruz anneciğim, anlatırım sana; senden ricam, şuna bir şeyler hazırla atıştırsın, sonra da diğer odasını hazırlarsın." Sadece başını salladı, tüpe doğru ilerledi. "Çarşaflar değişecek sadece, bir de havalandırırım; ilk odadan çıkardığımızda temizlemiştim zaten, hallederim şimdi."
"Teşekkür ederim." dedi ama konuşurken annesine değil, göz ucu ile karşısındaki kıza baktı. Yüzü olabildiğince aşağıda olsa da, kıpkırmızı olduğunu anlamıştı. O görüntüleri izletmekle hata ettiğini anladı ama artık çok geçti. Hata ettiğini bilse de pişmanlığı çok değildi, gerçeklerle karşılaştırması gerekti.
"Hadi çabuk bitir önündekileri, ilaç içeceksin." Çok sürmeden Nurcan Hanım, hızlıca önlerine kahvaltılıkları sıraladığında konuştu Fatih. Eline aldığı kızarmış ekmeği zorla ısırdığını anlamıştı. Yutmakta bile zorlandığını fark etti. Kendi kaşınmıştı, hem de çok fazla. İyi ki konuşmasına izin vermemişti, konuşsa kim bilir daha nasıl canı acıyacaktı. "Mutfakta sigara içsem olur mu anne?" dedi sakince. Normalde annesi evde çok karşı çıkardı ama mutfakta çok kızmadı. Çabucak kahvaltılık atıştırmış, sonra da sigarasını paketten çıkarmıştı. "Dur camı açacağım, iç sen." Eline aldığı sigara tanesini kalın dudaklarına geçirdi, çakmağını kullanarak yaktı.
Sigara dumanının etkisinden biraz öksürse de, belli etmemek için çabaladı. Yüzüne üflüyordu bildiğin dumanı, çünkü tam karşısına oturmuştu. O dumandan öte en çok da karanlık gözlerinden etkilenmişti. Karanlığın, siyahın bambaşka yüzüne sahip gözlerinde, kimselere anlatamayacak kadar derin bilinmezlik hissetmişti. Kısık sesle öksürmeleri çoğaldığında, sinirle bulundukları tarafa ilerledi Nurcan Hanım. "Biraz kenara çekilsene oğlum, kız belli ki rahatsız oldu." dediğinde kendine geldi genç adam, bakışlarını da geri çekti. Sandalyesini az ileri alarak diğer tarafa dönse de, kadını görüş alanından tamamen çıkarmadı.
"Hadi ilaçlarını içiyorsun." Eline aldığı şişeden hapları eline dökerek kadına uzattı. Hemen hızlıca da bardağa su doldurarak önüne bıraktı. Yemeği iştahsızca bitirdiğinde, ilaçlarını da zoraki içti. O sırada Nurcan Hanım da el çabukluğu ile Hande'nin diğer odasını hazırlamıştı. "Gel bakalım, hadi odan hazır." dedi mutfağa girerken. Yakın gördüğünde oğlunu, sinirlenmemek için zor tuttu kendini. Kime nasıl tepki verebilirdi ki? Ne kızda suç vardı, ne de oğlunda... Kaderdi onları birbirine bağlamakta olan ama eğer çok ileri giderlerse, o kaderi değiştirmek için her türlü tehlikeyi göze alabilirdi.
"Hande!" Yeni odasına girmek üzere olan kadının ardından seslendi adam. Ardında durmuştu kadının, kadın ise önde. İçeri girecekti belli ki ama girse de belki ağlayamayacaktı, acıları öylesi derindi. Konuşacak gücü olmadığından, usulca, zoraki döndürdü kendini. "Gel buraya!" Hızla kendine ilerlemiş olan adam, birden kendisine doğru çektiğinde, kollarına almıştı kendisini. Sıkıca kendisini kollarına saran adamdan ürktü bir an. Yabancı birinin kendisine sarıldığını düşünse de, o bilinmezlik öylesi dikkatini çekti. "Özür dilerim, seni dinlememem gerekti Çalıkuşu, beni affet olur mu?" Sarmalarken kollarında, kumral saçlarını okşadığında, saçları üzerine üfledi sözlerini. "Sana varana dek, affedemeyeceğim çok insan var Karabatak." Kollarından usulca ayrılırken ona bakacak zerre hali kalmadığını düşündü. Yine tekrar ardına dönerek penceresi olan odaya doğru ilerledi. Kendisine acıdığı için tekrar eski odasına geçirdiğini anlasa da, üzerinde çok durmadı. "Sana dün sabah, önce anahtarı almak için öyle ilerledim ama sonra akışa bıraktım kendimi, doğru değildi; şimdi olsa asla tekrarlamam ama içimden geldi, bunu bilmeni isterim."
Yüzüne bakacak zerre hali kalmadı, son sözleri, iki tarafa da ağır gelecekti. Kendisine ağır gelmeye çoktan başlamıştı bile. Tüm hızı ile odasına girerek kapısını ardından kapattığında, ardında bambaşka bir adam bıraktığından habersizdi. Yüzünde çok iri ve rengarenk tebessüm oluşan genç adam, kısa süre sonra durdurdu kendini. Çok sonra, düşüncelerden çıkmasına, çalan telefonu neden oldu. Düzce'den, kızının anneannesi aramış, hastanede olduklarını anlatmış. Hızlıca, direkt hastanenin konumınu istediğinde, ceketini alarak evden çıktı. Sadece kendisini geçiren annesine anlattı olanları, epeyce hızlı söz etti. Kalacak vaktinin olmadığı netti, bir hızla arabasının kapısını açtı.
"Hande sana emanet, odasından mecbur olmadıkça çıkarma, ilaçlarını da içer artık, sen de unutup ihmal ettirme." Son kez konuştu sürücü koltuğuna geçmeden, hastanenin konumu da mesaj olarak gelmişti. "Ben baksam, bunca koşturmalardan geçmezdin oğlum." dedi sitem içinde. Fatih'in kendisini böylesi düşünmesi, biraz da olsa içini acıtırdı. "Anne, senin derdin zaten var, ağabeyimin evlatları da bizimle, onlardan da sorumlusun. Üstelik tek sorun o da değil, birini zorla alıkoyduğum ortamda çocuğumu büyütemem; Yasemin şimdilik Düzce'de, teyzesi ile anneannesinin evinde kalacak." derken hızla aracına bindi. Sürekli aynı açıklamalardan sıkılmıştı. Önceden tabii ki de kendisi ile kalırdı kızı ama şimdi mümkün değildi. Annesi, Hande'nin de ihtiyaçlarını karşılarken, bir de evladını emanet edemezdi ona. Aracını olabildiğince hızlı sürerken kızına kavuşmaktan öte temennisi kalmamıştı...
❄️❄️❄️❄️❄️❄️
"Hoş geldin evladım." Tebessüm içinde kendisini karşılamış olan Sevinç Hanım'a dikkatini verdiğinde, tencerenin kapağını örttüğünü gördü. Yemeği kontrol etmiş, kapağını kapattığında, ocaktaki sütün de altını kapatmıştı. "Akşam için hazırladım, bugün de kalacaksın, değil mi?" demişti çekinerek, kalması şarttı, Fatih de bilincine varmıştı. "Yasemin azıcık düzelmeden gitmem, rahat olun." Kapağını örttüğünde buzdolabının, içinden mama hazırlamak için kalan malzemeleri çıkarmıştım. "Siz sütü boşaltın, ben hallederim." Mutfak dolabından kase aldığında, "Kalkmadı mı daha?" demişti. "Yok, uyandırmak istemedim." Sütü kaşıkla çırparken başını kaldırmadan cevap vermişti. "Yediririm ben, siz kaldırın, açken daha uyutulmaz." Yorgundu ama mecburen ilgilenmesi gereken bir kızı vardı, halsizce tabaktaki sütün kıvamını oluştururken halsizliğinin, sadece içinde olduğunu anladı.
..."Sonra kral, Yasemin'e demiş ki; "Eğer tabağındaki biterse, kocaman olacaksın!" Elindeki kaşığı, usulca dudaklarından geçirirken cümlesini tamamlamıştı. "Aferim benim prensesime, işte bu kadar." Kenara bıraktığında tabağı, iştahının hasta olduğu ilk zamanlara göre daha düzgünleştiğini düşündü. Usulca kaldırırken tek eli ile kucağına almış, diğer elini kullanarak da boş tabağı almıştı. İçerisine girdiği mutfaktaki oval masanın üzerine bıraktı. İki eli ile kavradığında kızını, dudaklarını alnına dokundurdu. "Çıkmaz daha ateşi, tabağımızdakileri de bitirdik." Mutlu olmuştu, en azından evine içi rahat dönecekti. "Şükürler olsun, bir an nasıl korktum anlatamam." Kendisi kadar kimse endişe edemezdi, Sevinç Hanım haber verdiğinde, köprünün karşısına geçmesi ile bu tarafa gelmesi, tam bir saatini almıştı, normalde çok daha uzun sürede giderdi. "Geçti, daha da geçecek." Yanağını okşamıştı sağ elini kullanarak. "Beni hiç zorlamadan bitirdi tabağındakileri." Yanağını öptüğünde, kokusunu içine çekmişti.
"Anne bizi cennetten izlediğinde ne diyecek biliyor musun, 'Aferim benim melek kızıma, babasını hiç üzmüyor.' diyecek." İçine çektiğinde kokusunu, buzdolabının üzerindeki görüntü çarpmıştı gözüne. Acı ile gülümsemişti dudakları arasından, oldukça buruktu tebessümü. "İkinizden ve kızımın umutlarından kalan tek hatıra olduğu için saklamak istedim Fatih Bey oğlum." demişti buğulu gözleri ile dolaptaki süse baktığında. Rahmetli Yasemin'in vefatından sonra Sevinç Hanım'ın, Fatih ile arasına mesafe girmiş, ondan çekinir olmuştu. Yine de mecburen, çocuk için hep görüşürlerdi. Dolabın üzerinde, Yasemin'in; nikahlarından on beş gün önce hazırlattığı, kendisinin beğendiği nikah süsü vardı. "Yasemin&Fatih" Yazısını üzerinde gördüğünde, kollarındaki kızına daha sıkı sarıldı, ona annesinin ismini verdiği için zerre pişman değildi. "Yaşasaydı, nefesi bu kadar erken kopmasaydı, iki gün sonra hastane odasında nikahımız olacaktı..." Yorgunca acısını dindirmek için çabaladı.
"Yine de nefes almak için çok sebebimiz var Sevinç Hanım, Allah'ın taktirine karşı gelinmez; kalana zor da olsa ölüm, sevdiklerimiz için daha sıkı sarılmak gerek." Kollarında uykuya dalmış kızını sıkıca kavrarken başını, omuzuna getirmişti düşmemesi açısından. Yaşamayı seviyordu, canından can çekilse de defalarca kez, nefes almak için sebepleri çoktu. Önce kızı, sonra ise o hırçın kadın için hayatta kalması gerekti, o kadını kurtaracaktı. Sadece onun ailesine değil, en çok da kendine sözü vardı. Yemin etmişti bir kere, hayatı en güzel yerinden yakalayacaktı...
Adına 'Yaşamak Kavgası' dedikleri hayatta, imtihanını düzgünce sürdürmek için çaba sarf edecekti...
Bölüm Sonu
Geldik 18. Bölümün de sonuna. Hande'nin esaretinden ve Fatih'le olan kapışmalarından birçoğunuz sıkıldınız, bunu belli etmeseniz de anladım. Fakat kurgu biraz da bunun üzerine kurulu. Esareti sonuna kadar tatmasını istiyorum, çünkü kurtulduğunda Fatih'i tamamen tanımış olacak. Bir süre daha aradaki olay akışını böyle işleyeceğim. Ben de sıkıldım inanın ama Hande kurtulduğunda olacakları, ana olaya geçişi azıcık daha uzatacağım.
Birçoğunuzu şaşırtacak soruma gelelim, Fatih'in kızına olan tavırlarını ve babalık yapışını nasıl buldunuz? Kötü biri olmadığını anlamışsınızdır. Şu an inanıyorum ki, son sahneyi şaşırarak okudunuz. Böyle, çocuğuna bu şekilde davrannasını beklemiyordunuz.
Hande ile Fatih'in sahnelerini nasıl buldunuz? Yazması benim için komik ve eğlenceli oldu. Hande, etkilemek ve anahtarı almak için uğraşırken etkilendi ve en çok da sonrasında kendine sinirlendi. Bir sonraki bölümde ve eleştirilerinizde görüşmek üzere... |
0% |