@mavi_melekler
|
Çok heyecanlıyım! Geldik 19. Bölüme ve bakalım bundan sonra düşünceleriniz neler olacak. Benim için satırlarım çok özelleşti, önemli bölümlere geçtik. Akış tam anlamı ile değişmese de, değişime ağırca giden bölümlere ilerledik. Bazıları Hande ve Fatih'in çekiminin çok ağır ilerlediğini iddaa etmiş fakat değil. Kim, tarafınca kaçırıldığı birine aniden kendini açar ki? Benim kurgum, kendisini kaçıran adama sığınan aciz bir kadın üzerine kurulu. Hande, esaretini asla kabullenemeyecek kadar güçlü ve psikolojik sorunları olsa da, çok aklı başında kadın. Fatih'e, özgürlüğüne kavuşup kavuştuğunda da ağır bedeller ödemeden asla güvenemez.
Biraz hüzünlü bölüm olacak, o nedenle şarkımızı da hüzünlü seçtim. Selda Bağcan'ın 'Ağlama Anne' şarkısı ile geldim karşınıza. Güzel, severek seçtim. Ben bölümü bununla oluşturdum ve çok da keyif aldım açıkçası. Hüznünü de, umudunu da hissettiğim bölümlerdendi, her satırını düzgünce işlemek istedim. Hadi sözü çok uzatmadan bölüme geçelim.
Keyifli okumalar!
19. Bölüm: "Gök Gürültüsü"
Günleri karamsarlığın içinde akıp giderken kendini sadece çizimlerine vermiş, sımsıkı tutunmuştu. Elinin altındaki kağıda, aklına gelen ne varsa, tek çırpıda ama bir saatin içinde çizmek, çok rahatlatır olmuş, kısa zaman önce başından geçenleri unutturmuştu. İçerisinde ki durumu kabullenememişti ama alışmamıştı da, daha çok söz işitmemek, kendisini zorla tutan adamı sinirlendirmemek için kaçma girişimine kalkışmamıştı. En azından o gün olanlardan sonra bir süre beklemek istemişti. Canının çok sıkıldığı, kağıt ve kalemin, eskitme de olsa, dijitalliği ile iş gören fotoğraf makinesinin de sarmadığı günlerde, erkenden kalkar olmuştu. Gözlerini güne oldukça erken vakitlerde açarken, sıkıntıdan uyku tutmaz olmuştu. En çok da düşündüğünden ötürü gözüne uyku girmez olmuştu. Akıl alır gibi değildi, kaçırılmasının üzerinden tamamen iki ay geçerken nasıl bu hallere geldiğini düşünürdü çoğu zaman, istemese de alışacak, kabullenmek zorunda kalacaktı. İstemese de bu korkunç gerçek, zihnini tokatlarken daha çok gerilir, ürpertici, karmaşık düşüncelerin içinde boğulur olmuştu. Zaman akıp giderken, bir daha Aras'la hiç karşılaşmamış olmak, daha çok işine gelmişti. Kendisi ne kadar kabullenmek istemese de, ölümden döndüğü gün, ona ağır ders vermişti. İlginç olan, bunu da kendisini kaçıran adama borçluydu, istemese de, bilinçaltı bir şekilde kabullendirmişti.
Sadece sinirli değildi o adama, mahcuptu da doğrusu. İzlettiği videodan sonra, kendini karşısında çok aşağılık hissetmişti. Sevilmemenin verdiği acizliği, iliklerine dek hissetmişti. Ölse affetmezdi annesini. Bir an içinde kinler bürünse de, mantıklı düşünecekti. Yerine getirirse isteklerini, belki severdi kendisini. İhtimal vardı sonuçta. Düşünde de, sevse ne olacaktı ki? Yüreğinin dörtte biri nefretle kaplanmış annesi sevse de değişen olmazdı. Yine de Yeliz Hanım'a olan kırgınlığının acısını kendinden çıkararak, annesinin isteklerini gerçekleştirecekti. Kendinden, öz annesinin tavırlarından ötürü soğumuştu son zamanlarda. İzlediği video da cabası olmuş, kendini kimsesiz ve çaresiz hissetmişti. Kırgın Yeliz Hanım'ın varlığını bile unutmuş, tamamen kimsesizlik hissine bürünmüştü...
Bir pazar sabahı aralarken güne gözlerini, vakitin de çok erken olduğunu anlamış, hızla doğrulurken önce saçlarını sıkıca toplamış, ardından sağlam bacağını aşağı uzatmıştı. Yatağın kenarındaki koltuk değneğini sağlam eli ile alırken sakat tarafına denk getirmiş, düzgünce tutunarak doğrulmuştu. Uygun vakit, boş bir ortam ile karşılaşırsa, iki ayın sonunda, ilk kez pazar rutinin gerçekleştirerek, çizgi film izleyecekti. Yeşilin en açık tonundaki, saten ve şık pijama takımları ile odasından çıkarken mutfağın biraz ilerisinde kalan hole ilerlediğinde, Nurcan Hanım'ın, masadaki sandalyelerden birine emaneten oturduğunu gördü, karşısındaki kişi de Fatih'ti. Kendisi içeri girdiğinde, sanki hemen susmuştular. Normalde olsa bundan güzel bir kavga çıkarırdı ama çok halsizdi, hem zaten ardından konuştuklarını da düşünmedi. Kendisinden saklamaları gereken bir mesele varmış gibi geldi, koskoca adam, oturup annesi ile birlikte kendisini çekiştirecek değildi.
Karşısındaki kadını fark ettiği anda sessizliğe büründü genç adam. Çok olmamıştı Düzce'den döneli, sabah gelmişti evine. Geldiğinde de aldığı haberler, hiç hoş olmamıştı. Sabahın erken saatlerinde dönmesine rağmen, gerisince de evden çıkmış, çözmesi gereken işlerini çözerek tekrar gelmişti. Düzce'den buralara gelmesi ise çok zor olmuştu. Ne kadar kızından ayrılmak istemese de şimdilik, şu şartlarda mecburdu. Birini zorla tuttuğu ortama çocuğunu getirmek istemezdi. Evde durumlar hiç normal değildi, üstelik o durumları anormalleştiren de kendisi olmuştu. İstemese de mecbur kalmıştı, karşısındaki kızla arkadaş olamazdı, psikolojisi sağlam olmayan birini ancak böyle koruma altına alabilirdi. Durumdan memnun değildi ve en ağır sorumlusu da Yeliz Hanım'ın gözyaşları içinde yakarmaları olmuştu...
"Kalktın mı kızım?" Nurcan Hanım, oturduğu sandalyeden hızla doğrulurken kendisine karşı tebessüm edebilmek için uğraşmıştı. "Sen geç otur, ben hemen kahvaltını getiririm." derken sakin kalmak için de çabalar gibi hali vardı. Umursamazca geçip tam da kadının kalktığı sandalyenin üzerine oturmak için çabaladı. Yürüteçi olsa daha rahattı ama çok ortam kapladığı için genelde koltuk değneğini tercih etmesi, otururken özellikle, işini çok zorlaştırırdı. Sağlam omzunda hissettiği elle, başını kaldırdığında, Fatih'in bakışları ile göz göze gelmişti. Oturması için kendisine, hiç kalkmadan destek olan genç adamın haraketi ile daha düzgün oturmuştu. İçeri oldukça keyifli giren Seda'nın hal ve tavırları, Fatih ile karşılaştığında durgunlaşmış, dikkatle ağabeyine bakar olmuştu.
"Ne oldu ağabey, halledebildin mi?" derken sanki saklamak istedikleri var gibi hissetmişti. Genç adamın kendisine kaçamak bakışlar attığını, o an için hissetmişti kadın. Önce kendisine bakmış, sonra da Seda'ya dönerek, "Sonra konuşuruz abiciğim, anlatırım ben sana." demişti sakince. Kesinlikle ortada öğrenmesi gerekenler vardı, karşı taraf; öğrenmemesi gerektiğini düşünse de, kendisi için her gerçeğin önemi vardı, öğrenmesi gerekti. Nurcan Hanım'ın önüne getirdiği kahvaltı tepsisinin içindeki sıcak börekler dikkatini çekmişti. Patatesli rulo börekleri, çok nefis gelmişti o an için gözüne. Kahvaltısına verirken kendini, aklındaki soru işaretlerinden kaçamamış, sormaktan çekindikçe, daha da meraklanır olmuştu. Yine bir pazar sabahını daha, çizgi filmden oldukça uzakta geçirmişti.
Hande, öğrenmemesi gerekenleri, çok acı şekilde, annesi Neslihan Hanım'ın zehirli sözleri ile öğrenmişti. Evin kapısının zamansızca çalındığı vakitlerde, öz annesi ile karşılaşmak, oldukça afallatmıştı kendisini. İçeride sadece Nurcan Hanım ile kendisi vardı, biraz ürkse de, belli etmek istemedi. Başlarda, gelmesi gereken zamanda, çok beklediği halde gelmemesinin hesabını ağır sormuştu. Çok vakit geçmeden anlamıştı ki, kendisini zorla tutan adamın evde olmadığı zamanı beklemişti gelmek için, anlamamak için anormal olmak gerekirdi. İçerisindeki durumu, çok başka görürdü artık, esaret değildi ama isim de verememişti. Sinir bozucu konuşmaları ile de gerçekten, Fatih'in burada olmamasını beklediğini tamamen anlamış, düşündüklerini teyit etmişti. Yıllar geçse, en ağır durumlara da düşse, en başta annesi değişmezdi, hep 'Çıkarcı' olarak kalırdı, kalacaktı da... Tartışmaları sırasında, parkta beklemesine rağmen gelmemesinden ama en çok da izlediği videodan söz etmişti. Yarasını en derin deşen, o video olmuştu.
"Benim güzel kızım, hadi annem, eşyalarını da toplayalım, hemen çekip gidelim, kimseden korkma." Kapı pervazında dikelmişler, karşılıklı birbirlerine bakarken, köşede kesici bakışlarla kendilerini gözlemlemekte olan Nurcan Hanım'dan da çekinmişti. Bir ara bakışları, onunla kesiştiğinde, tehditkarlığı almıştı anında, Fatih'in tam da bu kadının oğlu olduğu gerçeği, o an aklında belirmişti. Yeşilin koyu tonlarındaki bakışlarında, ürkütücü hisleri görse de korkmadı, galiba ilk kez mantığını kullanacak, korkacağı kişinin karşısındaki annesi olduğunu kavramakla birlikte, geçen gün parkta Mustafa Bey'in dediklerini de göz önünde bulundurarak, ona dersini verecekti. Aramak isteyen, bir şekilde aradığını bulurdu, ne kadar da doğru sözlerdi. "Parka gelemedin, seni çok mu korkuttular?" Yıllarca içinde biriktirdiği zehri, bir iğnenin ucundan geçirerek batırmıştı karşısındaki kadına.
"Ne alaka kızım, o vakit gelsem, sana zarar verebilirdi, ben doğru zamanı bekledim." Bir an için düşünecek gibi oldu ama sonra sildi tüm düşünceleri, istese gelirdi, üstelik o zaman aramak gibi imkan da olmayacak, polisleri uğraştırmadan, istese direkt gelirdi. Sonra biraz takıldı, şimdi de aramıştı, aramak için uğraşmıştı. "Zarar vermedi, beni senin kadar hiç hırpalamadı..." derken kelimeleri birbirine dolaşmıştı sinirinden. Sözlü hiçbir ağır kelimesi olmamıştı o adamın, bedensel şiddeti olmamıştı, aşağılamamış, psikolojik baskı kurmamıştı. "Elin adamının evinde ne halt edeceksin kızım, sana zararı dokunmadığı için nüfuslarına mı geçeceksin, hadi hemen gel, seni buradan kaçırıp götürmeme izin ver, hemen evlenirsin, Yeliz'den de, onun saçma isteklerinden de kurtulursun." Son sözlerini tamamladığında düşünmüştü de, hiç değişmemiş, değişmezdi de... Çözüm üretme şekline gülmemek için zor tuttu kendini, hep evlilikten girerdi, hiç oturup annelik etmek gibi düşüncesi olmamıştı. Geri iteklerken kendisini, kapı pervazından çekilip içeri girmişti. Nurcan Hanım'ın bakışları ile bir kez daha karşılaştığında, sabır etmek için çabalar gibi hali vardı, birazdan sanki çok sert, akıllardan silinmeyecek kadar ağır davranacaktı.
"Sen anneliğini Yeliz'le bir tutmasan olmaz zaten, değil mi?" Kendisi de bu defa ağır konuşacaktı, taş olsa çatlardı, nasıl içi el verirdi ki olanlara? Önceden gelse belki de hemen kollarına sığınacak, ne istese ona boyun eğecekti. İki aydır alıkonulmuş, bir kere bile kimseler aramamıştı, kim bilir, Yeliz Hanım'a da gitmemiş, nerede olduğunu hiç sormamıştı. O gün parkta gelse, razı olacaktı ama şimdi, korkakça, o adam evde değilken gelmesi, tüm sinirlerini açığa çıkarmıştı. "Beni bilen bilir anneciğim, sözü uzatmayacağım, uzatmak istersem, konuşacağım çok kelime var, ben kısaca gelmeyeceğimi belirtmek isterim, sen de ardına bile bakmadan toz olursan çok memnun kalırım." Sesi soğuk çıksa da sinirini değdirmişti desibeline, tahammülü biteli çok olmuştu ama Hande hep zorlamıştı, çocukluğuna karşı hep borçlu hissetmişti annesini. Yatağa düştüğünde, felç kaldığında hep annesi bakmıştı kendisine, Yeliz Hanım'la tanışalı ise daha sadece altı sene olmuştu. Daima bunları göz önünde bulundurarak, haklı görmüş, isteklerine boyun eğmişti ama ilk kez bir başkasından taraf olacaktı, hem de kendisini esarete mahkum eden kişilere boyun eğecekti, annesinin önünde senelerce eğilmişti de, ne değişmişti? Yine de annesiydi, kendisini zorla bir sığınağa kapatmamıştı ki, elini kolunu mu bağlamıştı? Yanındaki kadının oğlu ise kendisini esir almıştı, elini kolunu bağlamış, zorla tutmuştu. İlginç olan, kaçırılmasına rağmen, kendini doğru düzgün, hiç esarette hissetmemesi olmuştu.
"Benim güzel kızım annesine karşı gelmez, gelemez, hadi meleğim, al eşyalarını, hemen çıkalım!..."
"Yeter!" demişti Hande, tahammülü; son sözleri ile tamamen bitmiş, kan beyninden çekilmişti. "Sakın beni sahte sevginle kandırabileceğini sanma, o eskidendi, bitti, tükettin beni!..." Gitmesi, kendisinden uzaklaşması için hafifçe göğsüne dokunarak ittirmişti kadını. "İndir o elini kolunu, karşında anan var senin!" İstediğini alamadığında Neslihan Hanım'ın da sesi artmıştı. "Ben o adamı isterken suçlu, Yeliz seni Fatih'e satınca mı aklandı, bana bir anlatsana?" Yükselirken sesi, tekrardan kızının üzerine doğru gelmiş, son sözlerden sonra tartışma da artmış, oldukça büyümüştü.
"Sözünü bil de konuş hanım, benim oğlum, kimseden para almadı!" derken oldukça sinirlenmiş, sabrını da tüketmişti Nurcan Hanım. "Biz sizin gibi para için can acıtanlardan değiliz, kimsenin kuruşu geçmedi kursağımızdan; sen bizim kim olduğumuzu, Yeliz'den daha düzgün bilirsin, konuşturma beni şimdi!" Dişlerini sıkmış, Hande'den çoktan çektiği tehditkar bakışlarını, Neslihan Hanım'a dikmişti. "Yaşadığın ortama bak da konuş istersen, açlıktan nefesiniz kokuyor be, işin ucunda para olmasa, senin sokak serserisi oğlunda nerede o cesaret?!" Simasında kini, nefreti barındırmaya başlamış olan Nurcan Hanım, ardındaki kıza baktı önce, sonra tekrar kadına döndü. Hande olmasa, bu kadına verecek çok cevabı vardı ama şimdi sırası değildi. "Cesareti senden değil, Allah'tan aldık çok şükür, senin günahlarına benzemez bizim cesaretimiz, konuşturma beni, konuşursam sen zararlı çıkarsın Neslihan, çek git işine, uğraştırma!..." derken kenarda duran, anlamsızca kendilerini dinlemekte olan kıza çevirdi sert ve tehditkar bakışlarını. "Sen de geç içeri, daha olay çıkarma, cevap da verme şu kadına, gitmek istesen de gidemezsin!" İkisi arasında gelip giderken bakışları, kime ne cevap vereceğini bilemez olmuştu.
"Bırak kızımı, ben onu almak için geldim!" Hande, karşısındaki annesi tarafından sertçe çekilirken, koltuğu altındaki değnek düşmüş, içini hafif korku kaplamıştı. Dümdüz durabilmesi imkansızdı, Neslihan Hanım, iki omzundan da sıkıca kavramıştı. Çok sürmemiş, Nurcan Hamım da atağını kullanmış, kollarından tutarak kendine doğru çekmişti genç kızı. "Tamam, hadi ara polisi, gelsinler, şikayetçi ol, sonra da al kızını!" demişti kendinden emin şekilde. Sözlerinden sonra kadına baktı, düzgün seçenekti, kabul ederse, içi rahat şekilde ayrılırdı. Nurcan Hanım, nasıl da kendinden emindi, Neslihan Hanım ise sanki, söylenen sözlerden korkmuş, bakışları tuhaflaşmıştı. "Ne polisi, karıştırmasana işte, ikimiz de rahat edelim, ver kızımı, gideceğim!" derken gevelercesine konuşmuştu. Kendisine doğru dönen, sonra da tekrardan Neslihan'a bakan Nurcan Hanım, alayla, kısa şekilde gülmüştü. "Daha demin oğlumun cesaretini sorgulamıştın, n'oldu Neslihan, madem haklısın, polislerden neden korktun?" Kendisinin sorduğu soruların cevabını, iki kadın da bilmekte olmalı ki, sessizlik hakim olmuştu etrafa kısa süreliğine.
"Yılan, direnmesen de gelsen olmaz sanki, hepsi senin şımarıklığından!..." Hande, annesinin söyledikleri karşısında başını kaldırdı, bakışlarını daha da soğuktu, karşısında dik duracaktı. İlk kez kaçırılmış olmasına belli belirsiz sevindi, hem de saçmaladığını düşünerek sevindi. "Hande, kendisi istese de gelemez zaten, suçlu aramak istersen önce, dön bir kendine bak, hadi şimdi ikile!" İkisinin tartışmaları arasında mı kalacaktı şimdi de, zamanında Yeliz'le Neslihan'ın tartışmalarından da az çekmemişti. "Giderim gitmesine de, o paralar sizin kursağınızdan da geçmez, Yeliz'e hastane kapısı gözüktü, almışsındır haberini." demişti sinirle homurdanan Neslihan. "Kes sesini, Yeliz Hanım'ın parasını Allah bize nasip etmesin, olmadı, olmaz da, çık git!" demişti tek kaşını kaldırıp, gözleri ile susmasını isterken. "Ne hastanesi, ne oldu anneme, ne işi var hastanede?" Sonlara doğru peltelese de sesi, söylediklerini anlaştırmış, son söze kadar dinlettirmişti kendini.
"Bana gelince sesin zor çıkar, Yeliz'e gelince 'Anne' dersin, tabii, hep birlikte güzel söğüşlediniz o kadını!" Üzerine doğru eğilirken kızının, dişleri arasından tıslarcasına konuşmuştu. "Ben o videoda konuşmadım, Yeliz'le Fatih tarafından zorla konuşturuldum. Zorbalığı sen kendilerinden daha net öğrenmişsindir." Yalandı, hemen kandırmak istemişti. Hiç de isteksizce, zoraki konuşulmuşa benzer halde değildi. Öylesi bir video, zorla çekilemezdi. "O koruyucu meleğin, çok nefes alamaz, senin gibi marazlı biraz, aklını kullan, benimle iyi geçin!" dediğinde kendini durduramadı Hande, iki kat olmuş belini, değneğine tutunarak doğrulturken başını kaldırmış, kendini durduramamış, dudakları arasından, kadının kendisine nefret dolu simasına, nefsine engel olamadan, aniden tükürmüştü. Yaptığına anında pişman olmuştu ama karşısındaki kadın, son haraketi ile daha da kine bürünmüş, hızla elini kaldırmıştı. Yukarı kalkan eli, havada da kalmış, Nurcan Hanım tarafından sertçe kavranmıştı. "Sakın, benim evimde deneme bile, defol hemen!..." Neslihan, ağırca başını iki tarafa sallamış, "Hepinizden kurtulacağım!" demişti hırs içinde... Ardına bakmadan, "Yazıklar olsun, bunu doğuracağıma taş doğursaydım!" derken söylenişleri, tüm gecekondunun etrafını sarmalarken, hızla çıkmıştı evin bahçesinden...
Akşama dek içinde bitmek bilmez keskin acının verdiği çaresizlikle Nurcan Hanım'ı sıkıştırmış, neler olduğunu sormuştu, annesinin son durumunu sorgulamak istemişti. Her defasında cevap alamadığı gibi, "Fatih gelince anlatır, hastanede olduğundan başka bilgim olmadı benim de." demişti sadece, konuşmadıkça daha da güçsüzleştirmişti kendisini. İçini kaplamış olan sıkıntı, elinde ise annesinin kendisine zamanında elleri ile hazırladığı süs, kuş şeklindeki ahşap ile beklemişti o adamın gelmesini. Hava kararmış, siyah örtünün gökleri kaplamış olmasına rağmen, eve o adamın gelmemesi sinirlerini daha da germişti. Defalarca kez sık boğaz ederken Nurcan Hanım'ı, "Ne zaman gelecek?" demişti korku içinde. Karşılaşmak, görmek istemediği adamın gelmesini istemişti, bir an önce gelmesini, bilgi vermesini...
Hande, tanıdığı en güçlü kadının Yeliz Hanım olduğunu hatırlattı kendisine, rahatsızlığı nedeni ile doktor kontrolüne gitmiş olabilirdi, normaldi. Okumasını, eğitimini, gücünü hep Yeliz Hanım'a borçlu olduğunu anımsadı. Kendi tercihlerine kalsa, şu an evli ve eğitiminden olmuş, belki de evliliği kaldıramamış, ölmüş olacaktı. Yanlış şekilde de olsa, istemediği evlilikten kurtarmıştı kendisini. Annesi giderse, tutunduğu dal, sığındığı liman giderdi... Sonra çok saçmaladığını düşündü, ne gitmesi Allah aşkına, her zaman ki hastane kontrollerindendi, böbrek hastası biri için çok normaldi. Neslihan Hanım, kendisini çaresizleştirmek için en hafif olayları, oldukça büyütür, ağırlaştırırdı. Nedense hiç canı acımamıştı tavırları karşısında, alışmıştı dengesiz, varoş tavırlarına, Yeliz Hanım'ı kıskanır, acısını da Hande'den çıkarırdı...
"İstemez misin?" Yemeği, tepsi içinde, önüne getiren Nurcan Hanım'a istemeden ters bakmıştı. "Hadi biraz atıştır, açken dert bitmez." dediğinde bir parça haklı olduğunu düşünmüştü. Oturduğu koltuğun kenarına bırakmıştı, kucağında tutamazdı, o tarafa doğru döndü, tepsi içindeki tabaklara baktı. Yemekler bir an için anlamını kaybederken, hayatta her bildiğinin de, manası olmadığını düşündü. Bu hisse, daha önce hiç girmemişti, tekrardan saçmaladığını düşünerek kendine kızdı. Düşünceleri ile kendine zarar verecekti, hemen daha düzgün düşünmesi gerektiğini hatırlattı kendisine. Önündeki etli patatesi kaşıklarken bu eve geldi geleli, genelde çoğu zaman patates piştiğini düşündü. Çok sürmemiş, atıştırmasını kısa sürede kesen, Fatih'in geldiğini öğrenmesi olmuştu. Yerinden doğrulmakta güçlük çekerken hemen elindeki çataldan kurtulmuştu. İlerlettiği adımlarında güçlük çekerken korkudan her tarafını, şimdiden titreme almıştı.
...Hande, annesinin kötü durumda olmadığı gerçeğini kendine kabullendirmek isterken Fatih'ten de net cevap alamamıştı. Konuşmanın aksine, Yeliz Hanım'ın rahatsızlandığını nereden öğrendiğini sorgulamış, evdekilerin anlattığını düşünerek ters şekilde bakmıştı hepsine. Neslihan'ın geldiğini anlatmaktan çekinen Nurcan Hanım, oğlunun sorgulamaları karşısında tahammül edememiş, anlatmak zorunda kalmıştı. "Seda!" demişti kardeşine bakan genç adam. "Yardımcı ol, Hande üzerini değiştirsin, hastaneye gideceğiz!" Sesi, çok net çıkmıştı. Sonra diğer tarafa, karşısında, ilk kez hüzünle dolu kehribar gözlere bakarak devam ettirmişti kelimelerini. "Sen de bana soru sorma, gidince ne öğrenmen gerekirse, hastanede öğrenirsin." Fatih, Nurcan Hanım'la birlikte mutfağa doğru geçerken ikisini de ardında bırakmıştı.
"Sana inanamıyorum anne!" demişti sesini alçak tutmak için çabalarken. "O kadın para için cinayete ortak oldu, kocasını tek kalemde harcadı, ne kadar tehlikeli olduğunu görmüyor musun, sen nasıl tek başına görüşürsün, beni neden çağırmadın?"
"Allah aşkına, kızı versem daha mı doğru olacaktı, o an elim kolum bağlandı zaten, birini arasam, ilk babanı arardım, seni aramak hiç aklıma gelmedi."
"Anne, bu mesele benim!" Yüreğine bastırırken sertçe elini, sesi de gür çıkmıştı istemsizce. "O içerideki kız benden sorumlu, ne senden; ne babamdan, sadece benden, anladın mı?" Neslihan'ın eve gelmesi, oluşan tartışmaları düşündükçe aklını kaybedecek gibi oluyordu. "Kendin anlattın, kızına bile acımadan, 'Yeliz ölecek, bana muhtaç kalacaksın!' demiş, sen böyle bir kadınla nasıl iletişime geçersin, ben aklına gelmesem bile babama haber verebilirdin, zaten benimle tamirhanede o da!" İçine giren sıkıntı, birazdan olacakları da hatırladığında daha çok artmıştı. "Babama anlatma, bir de onunla uğraşmayalım." demişti sakin şekilde.
"Yeliz Hanım nasıl, neden rahatsızlandı?" O son soru, hiç beklenmedik zamanda sorulması ile duraklatmıştı kendisini. İçerideki kıza anlatamadıklarını, şimdi annesine karşı dile getirecekti. "Bilmiyorum anne, durumunu biliyorsun zaten, hastaneye kendisi gitmiş, kadın beni bile aramaktan çekinmiş, sonradan, aradığımda öğrendim..." İçini kaplamış ürperti ile konuşmuştu. "Son durumunu daha öğrenemedim ama hastalığı ortada, inşallah mühim değildir."
...Yoğun bakım ünitesinin önü, hep en çaresiz beklentilerin, korkuların, endişelerin, sağlık ve şifa beklemekte olan insanların kırık düşlerinden ibaretti biraz da... İlk bindiğinde gelmek için arabaya, kendini çok tuhaf hissetmişti. Çok sevdiği annesinin aniden rahatsızlanması, ürpermesine sebep olurken karmakarışık düşüncelere sebep girmişti. Kendisini evlilikten kurtarmak için bir başkasına teslim etmiş, kaçırılmasına sebep olmuş olan annesi, rahatsızlanmıştı ve Hande, onu kaybetmekten, iliklerine kadar korkmuştu. Esarete tabi tutulduğu günlerden sonra, ilk kez dışarı çıkarken ikinci kez de o adamın arabasına binmişti. Hızlı kullanması, hafif rahatsız etse de, annesine çabuk ulaşacağı için ses çıkarmamıştı. Karmaşıktı ama ürperti, şaşkınlık, hafif bir eksiklik de beraberinde hissetmişti.
"İçinizde Fatih kim?" demişti acil kapısından çıkan genç doktor, daha çıkar çıkmaz, sorgulama imkanı tanımadan, suale girmişti. Yanındaki adam, kısa süreliğine oturmuş olduğu bekleme koltuğundan hızla kalkmış, "Ben!" demişti net sesini kullanarak. Kısa süreli sessizliğin ardından, zorlansa bile, Hande de, Fatih'in kendisini oturttuğu koltuktan kalkmış, ikisine doğru ilerlemişti. "Sizi sayıkladı, isterseniz ilk müdahalede orada olun!" demişti genç doktor, konuşması çok tuhaf gelmişti kendisine. Sonra da konuşabilirlerdi, neden kendisini değil de, o adamı görmek istemişti? Yanına doğru ilerlediği Fatih'in kollarını tuttu. "Annem bana kızgın, ondan seni görmek istemiş olabilir, onu çok sevdiğimi, evlilikten çoktan vazgeçtiğimi anlat, olur mu?" Kısa süreli kadının gözlerine baktı adam, kollarını çekti avuçlarından, sessizce doktorla birlikte içeri girdi.
..."Gel biz biraz oturalım seninle, hadi gel canım." Melek, kollarından tutup geri çekerken genç kızı, onu oturttuğunda, kendisi de oturmuştu. "Üzülme, bak daha doktor müdahalede, düzelecek inşallah." demişti teskin etmek isterken. Hande, kendini hızla çevirdiğinde, ilk kez o kadınla göz göze gelmişti. Esmerdi bu kadın, ne ara sarışın olmuştu? Saçlarını boyatmıştı besbelli, esmerliği de, hisleri kadar sahte olsa gerekti. Kısa olarak tanıdığı saçları, çok çabuk uzamıştı, Hande'nin saçlarından daha uzundu. Belli ki saç taktırmıştı. "Özcan, hadi in kantine, bir tane su al, iki de çay getir." dediğinde, karşılarındaki adam, sessizce kantine inmek üzere, hastanenin merdivenlerini kullanmıştı.
Çaresizliklerle dolu beklentilerin içinde zamanın geçmesini beklerken içi sıkılmış, her kısmını ağrılar kaplamıştı. Ya annesi, vedasızca çekip gider de, tutunduğu tek dal kırılırsa, düşünmek bile istemedi. Çok kızgındı, kırgındı ama onu hep çok sevmiş, sevmekten bir an olsun vazgeçmemişti. Sıcak, kupa içindeki çay, o an için rahatlatsa da, içindeki sıkıntı geçmemişti. Melek, bu defa da kendi inmiş, kek, börek ve tost almıştı ama hiçbirini ağzına sürmemişti. Yukarı kalkmış bir ara bakışları, "Dışarı, hastane bahçesinde beklersek, belki biraz rahatlarım." demişti. Melek ve Özcan'ın desteği ile kalkarken güçlükle asansöre binmiş, içindeki daralmanın, hastane koridorundan uzaklaşınca, geçeceğine kendini inandırmıştı.
...Genç adam, avuçları arasındaki ellere dokunurken buz gibi olduğunu anlamıştı, karşısındaki kadının güçsüz bedeni, makinelere bağlanmış, güçlükle konuşur olmuştu. Çoğu konuşmalarında zorlanırken sesi de kesikti. Siması sapsarı kesilmiş, saçları, tenini kaplamıştı. Günler önce, hafifçe grip geçirdiğini düşünürken beraberinde ateşi çıkmış, kalbine ağrılar saplanmıştı. Diyaliz hastası da olduğundan, doktor kontrolünde olması şarttı, başlarda Fatih'i aramak istese de, sonradan çekinmiş, arabasına binerek, zorlansa da kendisi gelmişti. Yanlarındaki doktorun müdahalesi, istemsizce ürpertmiş, ölümün soğuk rüzgarlarını hatırlatmıştı genç kadına. "Fatih!" demişti çekinerek, kesik nefesleri arasından. "Ben buradan sağ çıkmak için elimden gelenin de ötesinde çaba göstereceğim..." Ağzındaki oksijen tüpü çıkarıldığında, çok kesik şekilde konuşmuştu. "Sen kızıma, sevdiğim adamın emanetine, çok dikkat et, olur mu, sakın bırakma..." Karanlık gecenin geç vakitlerinde, son isteğini konuşmuştu devrik kelimeleri arasında...
"Yeliz Hanım, ben bir vakit daha idare edebilirim ama çok beklentiniz olmasın, siz, Allah'ın izni ile nakil olacak, tekrar sağlığınıza kavuşacaksınız!..." Soğuk, mesafeli tavırları arasından, konuşabildiğince konuşmuştu. Karşısındaki kadın, kesik nefesi arasından, sadece bir kere konuşabilmişti, kendisinin verdiği cevapları da, güçlükle algılamış, avuçları arasındaki ellerini sıkmıştı. Yardımcı hemşire tarafından dışarı çıkarılmak istenen genç adam, Yeliz Hanım'ın çaresiz, son konuşmalarını dinledi. "Fatih, Hande sana emanet, gök gürlerse sımsıkı sarıl ona, çok korkar ama ağlamaz, kendine zarar verebilir, kuşları göster kızıma, ancak o zaman sakinleşir; önceden de demiştim, kendine zarar vermemesi için çok sıkı sarıl gök gürlediğinde, ben buradan, olur da sağ çıkamazsam, sakın tek bırakma onu, önce Allah'a, sonra sana emanet!..." Yardımcı hemşirenin diğeri, kendisine doğru ilerlemiş, "Lütfen!" demişti genç adama, tekrardan çıkmasını isterken... Hiç konuşmaması, isteklerine cevap vermemesi gerekirken bir anda, "İçiniz rahat olsun!" demişti, kapıdan çıkmadan önce son kez, ardından hızla çıkmak zorunda kalmıştı.
..."Nasıl durumu, n'olur anlat, mühim değil, iyi olacak, değil mi?" Hastane bahçesine gelen adama doğru, oturduğu banktan güçlükle kalkarken ilerlemiş, merakla sormuştu ama cevap alamamıştı. "Yaa konuşsana, anlatsana, iyi olacak desene, neden susuyorsun?!" demişti adamı geri doğru ittirirken. "İndir elini, beni sinir etme, geç otur; ben de öğrenemedim daha, doktor çıkmadı, içeride, gelince konuşuruz." Sinirle göz devirmişti, dişlerini sıkarken çenesi de gerilmişti. "Annem içeri seni çağırınca, havandan geçilmez oldu tabii ama o doktor çıkıp açıklamada bulunmazsa, hepsinin hıncını senden çıkarırım!" derken sesi artmış, bağırmıştı istemsizce. "Ulan bir çık git başımdan, burada da tartışma benimle, defol geç otur, sen kimsin de benden hınç atacaksın?!" Yanına gelen Özcan, sakin olması için omzuna dokunurken Melek, Hande'yi kollarından tutup kenara çekmek istemişti.
"Sen de defol git be, rahat bırak beni!" Hande, içindeki keskin acının verdiği zehri, iğne misali karşısındaki Melek'in üzerine batırırken konuşmalarını devam ettirmişti. "Sizin vicdanınız da, hal ve tavırlarınız kadar sahte, hepiniz sahtesiniz, kötüsünüz; sakın içinizin rahat etmesi için çaba göstermeyin, siz kötüsünüz, hepiniz cehennem olun, bana çektirdiklerinizin karşılığını almadan, canınızı almasın Allah, hepiniz iğrençsiniz!" derken Melek'in kollarından sıyrılmış, hastanenin içine doğru, onları geride bırakırken ilerlemişti. Yanında Özcan ve Melek'le kadının ardından ilerlerken arkadaşının sözlerine dikkat kesildi Fatih. "Allah yardımcın olsun kardeşim, vallahi bu kızın içi zehir kaplı." demişti siması şekilden şekile girerken.
"Saçmaladınız iyice, bir kendinize gelin, kızın halini görün!" demişti terslerken Melek. Beraber içeri girerlerken Hande'nin asansöre binmek üzere olduğunu, asansörü çağırdığını görmüşlerdi. Kapı açıldığında, girmekle girmemek arasında kalmıştı genç kadın. Otomatik kapı olduğundan, girmek isterken üzerine kapanmasından ürkmüştü. Ardından gelen sesleri algılasa da, umursamamıştı. "Gir!" demişti eli ile asansörün tuşuna basarak durduran genç adam. Çarpışacak gücü kalmadığından, aksak adımlarla içeri girmişti. Özcan da Melek'le birlikte girdiğinde, otomatik kapı, çabucak kapanmış, çıkacakları katı danışmadan öğrenen Fatih, tuşa basmıştı.
"Yaa ben mecbur muyum sizinle aynı havayı tenefüs etmeye, koskoca hastanede başka asansör mü kalmadı, hepiniz doluştunuz!" Sesi de en az içindeki gerginlik kadar sinirli çıkmıştı. "Gelmesem sabaha kadar orada dikelecektin, biz de sana meraklı değiliz, kelimelerine dikkat et." derken sesi durgun çıkmıştı Fatih'in, hiç sinirli değildi, daha sabırlı olacaktı, sonuçta zor günlerden geçeceklerdi. "Geç sen dalganı, geç, beni gören Allah, seni de görür nasıl olsa!" derken öfkesini, adamın simasına kusmuştu. "Seninle dalga geçmedim, herkesi kendinle karıştırma, hem sen biraz sussana, bıktım senin etrafına saldırmandan." Gergin konuşsa da, sesi sakin çıkmıştı.
"Ben senden hiç bıkmadım, bayılıyorum sana zaten." Son konuşmalarını çarpıttığında, açılan kapıdan hızla çıkmak istemişti ama genç adam, ardından omuzlarını tutarak geri çekmişti kadını. "Yanlış kat, bekle biraz, sakin olur musun?" Kollarından sinirle sıyrılmış, kenara çekilmiş, kapı tekrar açıldığında da, hızlıca kendini koridora atmıştı. Herkes indiğinde asansörden, Özcan, Melek'e doğru dönmüş, "Bir ara Yasemin'le atışmaları geldi aklıma." demişti. Fatih de çoktan kendilerinden uzaklaştığında, rahat ama olabildiğince kısık sesle konuşmuştu. "İnanır mısın, bir an için bana da oldu." demişti çekinerek genç kadın. Yanından uzaklaştığında Özcan, tuhafça aklında eski günler canlanmış, biraz duraksamıştı. "Tövbe!..." demişti olanları çok tuhaf karşılarken. "Yok canım!" dediğinde kendini teskin etmiş, koridora doğru ilerlemişti.
"Neden doktor çıkmadı, birinin açıklaması gerek, nesi var annemin?" demişti etrafına bakınarak. Kendisine doğru ilerlemiş olan genç adam, başını sadece iki tarafa sallamıştı. "Çıkar birazdan, ben de bilgi edinemedim, rahatsızlandığında, arabası ile hastaneye gitmeye çalışırken aradı beni." Sadece baktı karanlık gözlerin sahibine, sonra tekrar önüne döndü. Dikkatle incelerken hastane koridorunu, bir haraketlilik hissetti. Yoğun bakımın içinde, doktor olmasına rağmen, başka bir doktorun, verilen anons sonucu, hızla merdivenleri çıktığını gördü. Bir üst kata çıkmasını beklerken doktor, annesinin kaldığı ünitenin kapısını doğru ilerlemekte, içindeki korkunun kırıntısı, her tarafını kemirmekte idi. Güçlükle o tarafa ilerlerken, kır saçlı doktorun kolunu tuttu. "Annemin durumu nasıl, ne oldu içeride?" Elleri arasında, güçlükle tuttuğu kolunu aniden çeken orta yaşlı doktor, "Müsaade edin lütfen, birazdan açıklamada bulunacağım." demiş, hızla girmişti ünitenin içine, geride ise kendisini, diğer herkes gibi, çaresizliği ile başbaşa bırakmıştı. Yürüteçine tutunarak ünitenin önüne gittiğinde, ellerini tutunduğu demirden bıraktı, kapı üzerine ellerini çarptı, tokatladı kapının üzerine.
Melek, biraz tedirgince, omuzlarından tutup çekerken genç kızı, Özcan'a bakmış, göz işaretinde bulunmuştu. Yürüteçi alıp getirmesini istemişti bakışlarını kullanarak. Fatih, ünitenin önünde kaskatı halde beklerken içeriden birinin çıkmasını, açıklama için konuşmasını beklemiş, Melek ise Hande'nin kollarından tutmuş, bekleme koltuklarından birinin üzerine oturtmuştu. Sehpanın üzerinde duran su bardağını kadına doğru uzatmış, elleri ile içirmişti. "Geçecek canım, üzülme sen, düzelecek, hepsi geçecek." demişti telkin etmek için, güçlükle konuşmuştu. Kaç kere kahrolması gerekti acılarının geçmesi için, kaç hüsranın pençesinden geçmesi gerekti? Yarım saat, kırk asır kadar keskin görünmüştü kadına o anda, ve sonrasında içeriden doktor çıkmıştı.
Gök gürültüsünün sesini, hastane koridorundaki pencerelerden keskince hissederken dudaklarından acı, korku dolu bir inilti döküldü, kafası geri doğru gitti. Söylenenleri, sadece Fatih dinlemiş, Hande ise uğultu misali algılamıştı. Her iki doktorun ayrıcalıklı olarak girdiği açıklamalarla, annesinin hâlâ nefes aldığını öğrendiğinde, içinde bir kuş, ismi 'Umut' mu, 'Acı' mı, çözemediği o kuş, bir anda cıvıldadı. Koridorun pencerelerini tokatlamış olan gök gürültüsü, sıkça nefesler alıp vermesine sebep oldu, içi daraldıkça, dudakları devamlı titredi. Her titremede, dişleri ve dudakları birbirine çarptı. Yutkunamadı gök gürültüsünün korkusundan, bırak boğazını, ciğerleri düğümlendi. İçi alevlenirken acı, her tarafına hüküm kurmuştu...
"İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç, annem sevindiydi, hatırlarım... 'Ah' demişti. 'Ah!...' Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona. Annem çok sevinmelerin kadınıydı. Bazen sevinince annem gibi, rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına..." Didem Madak'ın sözleri, usulca canlanırken zihninde, Yeliz Hanım'ın evinin bahçesindeki vişne dallarının ilk meyve verdiği anı hatırlamıştı, ilk vişne reçelini yeyişi, dudaklarının kıpkırmızı oluşu, gök gürültüsünün içinde depremlere sebep olmasına rağmen, umutla gelmişti düşlerine...
Bölüm Sonu...
Satırın son sayfasını ağır hüzünle kapattım. Önümüzdeki bölüm hüznün ve Hande'nin acısının dozu bir parça daha artacak. Sizce Yeliz düzelecek mi, veda eder gibi konuştu, siz de fark ettiniz. Benim için çok değerli bir karakter ama işlediği günahlarla sağ kalması ne kadar doğru, orasını kestiremedim. Hande, en çok o kadın tarafından sevildi ve hayatta kalırsa da en güzel o sevecek, ondan başka seveni olmayacak. Bunu fark etmenizi de çok isterim. Hande'nin kendi annesi, çıkarcı bir kadın, ne istediğini bilmeden haraket eder. Sadece kızını, kendi çıkarlarına göre kullanma derdinde. Asıl konumuza gelecek olursak, Hande her zamankinden daha fena delirtti Fatih'i. Yaptığından kendi de bilinçli ama işine böylesi geldi.
Diğer bölüm sürprizlerle dolu ama acı dolu sürprizlerle maalesef. Yaşanacak acı, her iki tarafı da etkilemekte, Fatih için daha da zor olacak Hande'nin çektiği acı.
Sonraki bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın... |
0% |