Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm: "Kafesteki Kırlangıç"

@mavi_melekler

Bilirsiniz, kurgularımın ikinci bölümlerinde çok zorlanırım, kolay hal oluşturamam. Leyla'da böyle olmuştum. Burada çok zorlanmadım gibi. Sadece, oluşturmam çok zaman aldı. Özendim bayağı, olaylardan uzak, karakterler odaklıydı. Hem karakterlere odaklanıp, hem de olayların temelinin, hafiften atılmasını istedim. Uzunluğu çok oldu, daha da uzun olacaktı ama ben kesmek zorunda kaldım. 8.000 Kelime olacaktı neredeyse, belki geçecekti ama hem sizi sıkmamak, hem de olaylara hızlı girmemek için kestim. Şimdi bile çok uzun ama umarım bundan öte, beni idare edersiniz. İnanıyorum ki, Leyla'daki kadar zorlanmazsınız. Çünkü artık kısaltmak için çabalar oldum.

 

"Sezenler Olmuş" Türküsü ile girelim mi bölüme? Ben, o türkü ile oluşturdum, çok da güzel oldu. Yazması benim için zevkli oldu ise, okumak da sizin için zevkli olacaktır. Gülay'dan dinlerseniz, daha güzel olur. Bu türkü, en çok onun sesinde can buldu. Yakıştırdığım sanatçı, sadece Gülay bana göre. Medyaya bıraktım, açamayanlar için ismini de verdim, umarım keyifle okursunuz bölümü. Yazarken hiç zorlanmadım, sadece çok zamanımı aldı.

 

Karakterler odaklı olsa da bölüm, peşin hükümlü olmayın bence karakterler hakkında. Hande... İlk kez bu kadar zor bir kadın çıktı kalemimden. Onu anlamanız, biraz zaman alacak. Sizden tek isteğim, dikkatle okumanız. Anlamadığınız parağraflarda, gerekirse tekrardan okuyun, o zaman anlayacaksınızdır. Satırlarım biraz güç olsa da, anlaması öyle aşırı zor değil. Şimdi bölüme geçebiliriz!

 

2. Bölüm: "Kafesteki Kırlangıç"

 

 

 

"Bilmem ki kuşlar,

bu hengamenin neresine uçar?"

(Cahit Zarifoğlu)

 

Mavi deniz, hırçın dalgalara şahit olurken, gökyüzündeki göçmen kuşlar, tekrardan kanat çırptılar. Kader, rotasını belirledi kuşlarla birlikte... Hayat korkunçtu, insanlar kötüydü, kalpler mühür tutmuştu. Ve umut, tam da o vakitler açmıştı kalplerde, filizlenen tomurcuklar misali... Yaşamın bir yerlerinde çok küçük olan umut, bizi beklerdi. Denizlerin dalgaları kadar hırçın karanlıklarımızı aydınlatmak, bize güneş olmak için girerdi hayatımıza. Geçmişimizin en güzel anılarının çizgisinde beliren umutlar, bize cesaret verirdi. İstersek hayatımıza, o küçücük anıdaki mutluluğu, tekrar getirebilirdik...

 

"Sana hayatta kalmayı öğreteceğim evlat, çok güçlü olacaksın!" Cezmi Bey, karşısında evladı gibi gördüğü çalışanına, hafif sert bakışlar atarken, bakışlarının altındaki merhametini gizlemedi. Çalışanının, kendisinden kormasını istemedi. Ona tek başına hayatta kalmayı, çok güçlü olmayı öğretecekti. Kendisi gibi başarılı iş adamı yapacaktı, çok zengin olacaktı karşısındaki çocuk büyüdüğünde, çok da rahat edecekti. "Sen çok zekisin, çok da başarılı olacaksın. Önce sana merhameti öğreteceğim Fatih, hepsinden önce merhameti öğreneceksin. Unutma evlat, merhametini kaybedersen, karakterini kaybedersin. Ve unutma ki, karakterini kaybettiğin an, sen bir hiç olursun!"

 

Fatih, henüz on yaşında, küçük bir çocuktu daha, çok küçüktü... Korkudan titreyerek bakarken patronuna, onun gözlerindeki sıcak bakışları gördüğünde, kendisine zarar vermeyeceğini anladı. Söylemek istediklerini, tek seferde olmasa da, ağırdan anlamıştı. Cezmi Bey, ofisin mutfağında hazırladığı, kase içindeki suyu, karşısındaki çocuğa uzattı. "Önce güzel niyet evlat, önce merhamet. Hadi bakalım, şunu kapıdaki köpeğin önüne koy, havalar sıcak, belli ki susamış hayvan. Sonra da kapı önünü süpürmeye başla." Fatih, söylenenleri yaparken, oldukça titremişti. Küçücük yaşında merhameti, ancak bu kadar güzel öğrenebilirdi, bu denli aşılanabilirdi kalbine...

 

Sıcak bahar sabahında, küçücük yavru köpeğin önüne, su kabını bırakırken, kalbi ısınmıştı. Küçüktü daha, çok küçüktü. Babası, burada çalışması için, okulu dışında hafta sonları, bu şirkete gönderirdi kendisini. Köpeğin, suyu içişini seyrederken, daha işinin çok olduğunu hissetti. Burada olmaktan mutluydu. Babasından sonra, ilk kez birisi, baba şefkatini aşılamıştı yüreğine. Cezmi Bey, sert gibi gözükürken, kalbindeki merhameti de gizleyememişti kırık kalbinden. Onu, gittikçe daha çok seviyor, benimsiyordu. Suyu bitiren köpeğin önünden, su kabını aldıktan sonra, tam kalkıp da ardına döndüğünde, dalgalı saçlara sahip, küçük kız çocuğu ile karşılaşmıştı...

 

Kehribar rengi gözlerinin etrafını, dalgalı kısa saçları kapatmıştı. Yanaklarının tombulluğu, ufak burnunu, daha da küçültmüştü. Katran karası gözler ile kehribar gözler, işte o vakit, yıllar önce buluşmuştu. Konuşmamıştı onunla Fatih, konuşmak istememişti. Kendisinden küçüktü, altı yaşında ancak vardı, belki de daha küçüktü. Tam onunla konuşmadan, öylece çekilip kenara, geçecekken önünden, küçük kız konuştu. "Fatih sensin, değil mi?" Konuşmaları da, görüntüsü kadar çocuksuydu. Patronunun kızı olduğunu anlamıştı. Babası ile birlikte şirkete gelmişti belli ki.

 

"Doğru küçük hanım, ben Fatih, ya siz kimsiniz?" Kim olduğunu bilse de, onu konuşturmak istemişti. Elinde su kabı, kısa süre bakmıştı küçük kıza. "Hande benim adım, şey, babam sizi çağırdı, işini bitirdiyse gelsin dedi." Kelimelerini, güçlükle oluşturduktan sonra, hızla ardına dönmüş, oradan uzaklaşmış olan küçük kıza baktı Fatih. Sadece baktı, başka kelam edemedi. "Olur, gelirim." derken, küçük kız onu duymamıştı. Kendisi de zaten duyurmak istememişti sesini, öylesine konuşmuştu.

 

Merhameti öğrenirken, o kızı da yıllar önce gördüğünü hatırladı. Sahi, merhameti ne kadar öğrenebilmişti? Yaşadığı bunca acıdan sonra, kaybettiğine dair şüpheleri vardı. Şimdi netleşmişti anılar, daha iyi hatırlar olmuştu. Fatih, geçmişteki günlerin içinden çıkarken, kafeden çoktan uzaklaşmıştı. Çevirdiği taksi ile şirketine doğru ilerlerken, Cezmi Bey ile geçirdiği zamanları, tekrar hatırlamıştı. Dediğini başarmıştı patronu. Fatih, artık çok güçlü bir adamdı. Kendine ait ufak dünyasında, orta halli, geçinir giderdi. Güven vermişti kendisine patronu, ailesini, sefaletten kurtaracağına dair umut aşılamıştı. "Sen başaracaksın!" demişti. Kendisini ilk gördüğünde, yaralı olduğunu anlamıştı Cezmi Bey, bunu şimdi fark edebilmişti.

 

Taksi durduğunda ücretini ödemiş, aşağı inmişti. Geldiği kafe, çok ters bölgede olduğundan, mecburen taksi ile gelip, geri de bu şekilde dönmüştü. Evine doğru ilerlerken saat de, epeyce geç olmuştu. Yarın olacakları düşünürken sinirlenmeden edemedi. Nasıl gelecekti bu işin üstesinden, tüm eksikler hazırdı ama kendisi, nasıl üstlenecekti bu vebali? İstanbul'un, Pendik'e bağlı Sultanbeyli ilçesindeki evine ulaşması, epeyce zaman almıştı. Gecekondu şeklindeki evinin bahçesine girerken içeriden gelen sesler çekmişti dikkatini. Evin kapısını anahtarla aralarken içeri girmiş, hole doğru ilerlemişti. Genişti evleri, zamanında babası ile kendisinin ellerinden çıkmış, inşaatını bile kendileri oluşturmuştu.

 

"Hayırlı akşamlar." Oturma salonunun kapı pervazında dikeldiğinde, aile bireylerine bakmıştı dikkatle. Yengesi ve annesi, televizyon karşısında çaylarını içerlerken, Fatih'in geldiğini, çok sonradan fark etmişlerdi. "Hoş geldin oğlum." demişti annesi, hızla kalkmış, elindeki ince belli çay bardağını, karşısındaki sehpanın üzerine bırakmıştı. Yengesi de aynı şekilde kalkmış, kendisine doğru ilerlemişti.

 

"Yemek hazır, ısıtırım istersen hemen, sen gecikince, biz beklemeden atıştırdık." Nurcan Hanım, çekingenlik ve mahcubiyet duygusu içinde konuşurken ilgi eşliğinde de karşılamıştı oğlunu. "Nilüfer çok acıkınca, hep birlikte oturduk." Yengesi, özenle tamamlamıştı Nurcan Hanım'ın cümlesini. Evet, bugün gecikmiş, haber verememiş, bekletmişti de. "Elif, sen bir koşu ısıtıver kızım." derken annesi, hızla durdurdu onları.

 

"İnanın dışarıda atıştırdım, iştahım kalmadı, siz keyfinize bakın, ben biraz dinleneceğim, belki daha sonra..." Konuşmalarının ardından gelen ısrarları da özenle geri çevirdiğinde kendini odasına atmıştı. Yorgun geçen günün ardından dinlenmesi şart olmuştu. Duş aldıktan sonra üzerini değiştirmiş, gri eşofmanlarını giyinmişti. Yatağına oturduğunda, halsizlikle, cenin pozisyonunda uzanmış, olup bitenleri düşünmeye başlamıştı. Girdiği işin içinden nasıl çıkacaktı? Keşke bunu baştan kendisine sorsa da, hiç girmemiş olsaydı. Zamanında vermiş olduğu sözü, çok farklı şekilde tutacaktı. Bazen insan, elinde olmadan hatalı davranabilirdi, bunun için geçerli sebepleri de vardı. Yarın, hiç olmadığı kadar karmaşık bir gün geçireceğini anımsadı.

 

Yataktan biraz doğrulduğunda, kenardaki konsola uzattı parmaklarını, etrafı süslemekte olan fotoğraf çerçevesini eline aldı. Geçmişi, kalbini karartan gerçeklerdi biraz da, alamadığı intikam ve benliğinde bıraktığı hırs... Kardeşi, canının diğer parçası, toprağın altına girerken kendisine ise alınması gereken bir intikam bırakmıştı. Yerde bırakacak değildi kanını, elbet alacaktı intikamını ama önce verdiği sözü tutması gerekti, elbet bu süreçte, eline geçen fırsatları değerlendirecek, kardeşinin intikamını da alacaktı. Usulca, çerçevedeki camın üzerinde gezdirirken parmağını, eksik kalmadan önceki zamanlarını düşündü. Yaşı daha on dokuz olan kardeşi, İnci, vefat edeli tam iki sene olmuştu. Sekiz sene önce, alkollü bir sürücünün çarpması sonucu darmadığın olmuştu kardeşi. Yıllarca, tüm bedeni felç olarak hayatını geçirmiş, konuşamamış, dudaklarını bile kıpırdatamamıştı. Daima bu şekilde nefes almak ağır gelmiş, iki sene önce vefat etmişti. Ona çarpan şerefsiz ise kısa süre önce tahliye edilmişti. Kendi elleri ile kesecekti cezasını, adaletini, kendi oluşturacaktı.

 

Fatih, içinde bitmek bilmeyen intikam hırsından, bolca da acıdan ibaretti. Yatağından tamamen kalkarken elindeki fotoğraf çerçevesini konsola tekrar bırakmış, pencere önüne ilerlemişti. Perdeleri aralarken katran karası gökyüzünün cama değdirdiği mateme dikkat kesildi. Halil Ağabey'ini düşündü birden gökyüzüne baktığında, İnci'den sonra da, onu anımsadı. "Beni çok özlersen, daima göklere bak Fatih, ben orada olacağım kardeşim." demişti hastane odasında, son nefesini teslim ederken... Asker olan ağabeyi, silahlı bir çatışmada şehit düşerken geride iki tane çocuğu ve eşi Elif'i bırakmıştı. Yetim iki çocuk, perişan olmuş bir kadın... Yengesi, ne kadar belli etmese, evlatları için dik durmak istese de, çocuklardan çok, o etkilenmişti. Eksilerek geçen zamanda, bu evden çıkan her can, genç adamın kalbini canhıraş ettiği gibi, içindeki intikam hırsını da arttırmıştı. Gün geçtikçe daha çok artmış, hiç azalmamıştı. Fatih Arhan, 30 Yaşında, sevdiklerinin eksikliğinde boğulan ama intikam ateşi ile de güçlenen, ailesi ve sevdikleri için gözünü karartmış bir adamdı!... Kız kardeşine, tek değerlisi olan İnci'sine çarpan o şerefsizi, kendi elleri ile öldürecekti.

 

"Dünya yordu bizi. Benim de söyleyemediklerim var. Hiç söyleyemeyeceğim onları belki de..." Şair Birhan Keskin'in sözlerini anımsadı, önünde birleştirdiği kollarını aşağı indirdi, acı bir şekilde tebessüm ederken; dudaklarındaki gülüş, acıtacağı canları hatırlattı kendisine, kan akıtacaktı gerekirse. Sokaklarda, fakir mahallesinde öğrenmişti insanlığı, adamlığı, rahmetli ağabeyinin deyimiyle 'Serseri' olup çıkmıştı. Kendini sokaklara kaptıran bir adam da olmamıştı, eğitimini en doğru şekilde tamamlamıştı. İstanbul Üniversitesi'nden 'Otomotiv Teknolojisi' bölümünü bitirdikten kısa süre sonra kendi galerisini açmış, diğer taraftan da ikinci üniversitesini kazanmak için çabalamıştı. Bu süreçte galerisini genişletmiş, hem araba satışı, hem de tadilat ile ilgilenmişti. Galerisinde aynı zamanda, servis de vardı. Zamanla büyük bir şirkete de çevirecekti. İkinci eğitimini ise İzmir'de, Dokuz Eylül Üniversitesi'nde tamamlamış, 'Biyoloji Öğretmenliği' bölümünden de, başarı ile mezun olmuştu. Kendini bildi bileli okumuş, ömrünün birazı sokaklarda, birazı da eğitim ile geçmişti.

 

* * * * * *

 

Hande, kuşlardan uzak, soğuk bir sabaha aralamıştı gözlerini. Gök gürültüsünün sesini işittiğinde, hızlıca doğrulmuştu. Kendine çekememişti bacaklarını, iki kat olmuş, sarmıştı kollarını birbirine. Oldu olası çok korkmuştu gök gürültüsünden. Çığlığını engellemek için elini kapattı ağzına, kaskatı kesildi. Direndi, korkusunu atabilmek için çok çabaladı. Sonra nedense babasını hatırladı. Her gök gürlediğinde, küçükken sımsıkı sarılırdı ona, hiç ayırmazdı kollarını, güven bulduğu babasından... Gel gör ki, ona olan sevgisinin sokakları, kısa süre sonra nefrete çıkmıştı. Her gök gürlediğinde, kendisini kollarında uyutan babasından, artık nefret ediyordu.

 

Oysa dün, ne kadar da güzel geçmişti kafede zamanları. Hiç tanımadığı bir adam, kendisine el uzatmıştı. Sohbeti çok güzeldi. Yardım etmişti kendisine, acımaktan uzak, sadece olması gerekeni gerçekleştirmişti. Katran karası gözleri, kehribar rengi gözlerinin önünde canlanıp durdu. Keskindi siyah bakışlar, katı... Kendisine karşı ise oldukça durgun. Fatih, ismi hâlâ aklımda kalmıştı. Yağmurlu bir İstanbul akşamında tanışmıştı onunla. İlk ve son tanışması olmuştu. Daha da karşılaşmayacaklardı ne de olsa. Omzunu kıvırdı kendince, artık onunla karşılaşmayacağını düşündüğünde, onu unutma kararı aldı. Çıkardı aklından, dün olanları, çıkarıverdi zihninden...

 

Kendinde kalkacak gücü, birazcık bulduğunda doğruldu. Koltuk değneğini almaktansa, sürüterek bacağını, kaldırdı kendini. Babası gitmişti, geri gelmeyecekti. Gelse de affetmeyecekti onu Hande. Sadece annesi vardı artık, Yeliz Anne'si, hiç bırakmayacaktı onu. Sürüklenerek kapıdan çıktığında, Yeliz Hanım'ın odasına gitmek için çabaladı. Şiddetini arttırdığında gök gürültüsü, hafifçe inlerken korkudan, dengesini sağlayamadığında, düşüvermişti... Yere kapaklanırken acı iniltisinden sonra, güçlükle sürükledi kendini. Ortadaki sehpadan destek alarak doğrulurken kendini güçlükle getirmişti odasının kapısı önüne.

 

"Gel anneciğim." Yeliz Hanım, çoktan uyanmış, sadece kendinde kalkacak hali bulamamıştı. Yatağında doğrulmış, telefonuna gelen mesaja bakmıştı sadece. Sonrasında ise umutla tebessüm etmişti. Kızını kurtaracaktı, hayatını refaha kavuşturacaktı onun. Canını acıtacaktı kısa süreliğine ama varsın olsun. İyice doğruldu, kızına kollarını açtı. "Hadi iki adım daha, hadi bir tanem." Hande, küçük bir çocuk gibi pelteleyerek gelirken girdi annesinin yanına, kollarına sokuldu onun.

 

"Çok mu korkmuş benim meleğim?" Usulca parmaklarını gezdirirken kızının saçlarında, sevgi ile öpmüştü onu. "Yok, korkmadım ben." demişti cesur gözükmek için çabalarken. "Annen şimdi kalkacak, sıkı bir kahvaltı hazırlayacak, sımsıkı doyuracaksın karnını, çünkü uzun süre aç kalabilirsin, ellerimle doyuracağım kızımı."

 

Hande, annesinden duydukları karşısında afallarken, herhalde Yeliz Hanım'ın rahatsızlığının, günün ilerleyen zamanlarında başlayacağını düşündü. Yoksa neden aç kalacaktı ki?

 

Yeliz Hanım'ın desteği ile tamamlamıştı tüm eksiklerini, henüz alışamamıştı 'Anne' dediği kadına, altı sene geçse de, çok güzel annelik etse de, alışamamıştı. Kendisinin tek başına karşılamakta zorlandığı çok ihtiyacı vardı, bunlarla ilgilenen Yeliz Hanım karşısında, çok mahçup hissederdi kendini. Evlenecekti o adamla, kurtaracaktı annesini. "Yüksün Yeliz'e, seni acıdığından kendi ile tuttuğunu, daha anlamadın mı?" demişti öz annesi, kendisini evliliğe ikna etmek için çok da doğru kısımdan vurmuş, başarmıştı da. Sırf bu neden, evlenmesi için doğru sebeplerdendi. "İnsan yükü ağırdır, evlen de kurtar kendini kızım, bak; Aras da kullanıp attı seni, daha ne zamana kadar Yeliz'in parasıyla hayatını sürdüreceksin?" derken kendisinde kapanmaz darbeler açmıştı annesi. Hande, bir gün vedasızca çekip giderse bu hayattan, son nefesini verirse, herkese çok kırgın ayrılacaktı. Düşüncelerini bir kenara bıraktığında, tüm eksikleri de tamamlanmıştı. Yeliz Hanım, özenle hazırlamıştı kızını. Yardım ederken duşunu alması için, saçlarını özenle kurutmuş, taramış, toplamıştı. Krem rengi şık tuniğin altına dar, tayt gibi paçaları da dar, kahverengi bir pantolon giyinmişti. Kolundaki şık bilekliği de kahverengi olduğundan, birbirine uymuşlardı. Hardal sarısı babetleri ve ufak kol çantası ile tamamlanmıştı kombini. Topuz modelini alan saçları, kulaklarındaki kocaman halka küpeleri, daha da netleştirmişti.

 

..."Hande, sevdiğin böğürtlen reçelinden çıkardım, sıkı doyur kendini bebeğim, okulda aç kalma." Yeliz Hanım'ın, sözleri ile birlikte diğer taraftan da, ekmeğin üzerine reçeli sürüşünü izledi. Kendisi için hazırladığı kesindi, çok özenmişti hazırlarken. Yağı altına, reçeli üzerine sürerek, ağırca hazırlamış, ağzına doğru uzatmıştı. Okuldan, her zamanın aksine, bugün erken de dönecekti, neden aç kalacaktı ki? Son günlerde Yeliz Hanım, hep tuhaftı zaten, kendisini uzağa gönderecekmiş gibi davranırdı. Üstelik bugün, daha da tuhaflaşmış, çözemediği hallere girmişti. Kahvaltısını özenle sürdürürken ikinci bardak çayına geçmişti. İnce belli çay bardağının aksine, kocaman kupa ile çay içmek, fincan kullanmak, daha çok hoşuna giderdi. Ne varsa tabağında, hepsini dakikalar içinde boşaltmış, tekrardan kahvaltılıkla doldurmuştu tabağını. Diğer taraftan da, pencereden dışarısını izlerken havanın soğuk olduğunu anladı. Üzerine mevsimlik montunu alsa, daha doğru olacaktı. Gök gürültüsü ile gözlerini araladığı günden, çok da güzellik beklemesi mümkün değildi.

 

Sarı, ince; mevsimlik montunu üzerine geçirirken, kapı pervazında, kendisini uğurlamakta olan annesine, göz devirmeden edemedi, elinde değildi. Son zamanlarda, sanki ölecekmiş gibi davranırdı Yeliz Hanım, hep bir vicdan azabı, üzüntü, kırgınlık, mahcupluk da cabası... İnce montunun önünü iliklerken kadının sarı saçlarının üzerine değmesinden keyif almıştı. "Seni çok sevdiğimi, hep bil olur mu kızım, daima aklında olsun?..." Afallamış bakışlar atarken, daha şaşkınlığını belli etmesine imkan tanımamış olan Yeliz Hanım, birden çekip sarılmıştı kendisine. "Sakın unutma, ben senin için canımı bile veririm." derken sesi, saçları arasına geçmişti. Ağlamaklı desibeli, tüm benliğine ulaştığında, sinirle dışarı üfledi nefesini.

 

"Olur, aklımda tutmak için çabalarım." Çok sert konuştuğunu fark etti, çünkü Yeliz Hanım'ın, evliliğine karşı çıkmak için bu şekilde konuştuğunu anlamıştı. Tüm bu konuşmaların sonunda, döner dolaşır, aynı cümleleri kurar, evlenmemesini isterdi. Neslihan Hanım'ın dediği gibi, ne zamana dek kendisine bakacaktı? Mümkün değildi, kendinden geçmiş bir insan olarak gözünü karartmış, hayatını, evliliği kabul ederek tamamen tüketmişti. Kapıdan çıkarken ardında gözleri ıslak annesini bırakmak, daha da acı vermişti. Daha çok karşı çıkmaması için sert davranmıştı.

 

...İstanbul sokaklarında, taksi durağına doğru ilerlerken hiç de halsizleşmediğini düşündü, belki biraz daha adım atabilirdi. Taksi durağından uzaklaşarak, kütüphane tarafına ilerledi. Yürümek istemişti nedensizce, gök gürültüsünden uzak hava, güneşli de değildi, normaldi. Çok cesur davranmıştı, taksi çevirmesi gerekti. Parası azdı ve Yeliz Hanım'dan para istemekten de çekinmişti. Bu nedenle de taksi çevirmek istememişti ama hava tekrardan bozacak gibi durmuştu. Yağmurdan değildi, tek korkusu, gök gürültüsü olmuştu. Yol ayrımından dönerek kütüphan tarafına ilerlerken tuhaf bir his kapladı içini. Saçmaladığını düşünerek devan ederken gideceği kütüphane tarafına, hızlı olması gerektiğini düşündü, dersi başlamadan okula da gitmesi gerekti. Ne kadar cesurca davranmışsa, bu kadar acelesi varken, üstelik hava şartları da düzgün değilken, taksi ile gelmemek, epeyce saçma olmuştu.

 

Aynı tuhaf his, tekrardan benliğine ulaşırken duraksadı, elini kalbine dokundurdu. Yüreği, hızla inip kalkarken tekrardan saçmaladığını düşündü, olamazdı, imkansızdı. Yürümek için tekrardan destek çubuğunu öne doğru uzatırken, ağır aksak adımlarını devam ettirdi. Hemen kütüphanede, sonra da okulda olması gerekti. Uzun zaman kalacaktı okulda, sınavlardan sonra tekrar dersleri vardı. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde, son senesini sürdürürken okulu bittiği an, hiçbir zaman sevmeyeceği bir adamla evleneceğini düşünmek, içini tekrar karartmıştı. Düşünmemesi gerekti, olması gereken olacaktı.

 

Bir kez daha o his, kalabalık şehrin sokağında sarmaladığında benliğini, tamamen duraksadı. Yürümek için çıktığından bu zamana, takip edilme hissi vardı içinde. Saçma bulsa da başlarda, hislerine güvenen bir kadındı, bu düşüncenin altında, kuzu gibi ilerlemesi doğru olmazdı. Çok ağır şekilde, zorlanarak kendini çevirdiğinde, etrafta kimselerin olmadığını, ortamın çok da sessiz olduğunu düşündü. Oysa döndüğünde, ardında bir insan değil, bir araba olmasını beklerdi. Çünkü çıktıktan sonra hep, en sessiz sokaklarda bile, araç ile takip edildiğini düşünmüştü. Ya kendisi dönene kadar gitti ise, olabilirdi sonuçta? Takip edildiğini anlamış olduğuna göre, bunu da elbet anlardı olsa, dikkatsiz değildi. Ya kendisini takip eden kişi, kendinden daha dikkatli ise, olamaz mıydı? Elbette olurdu ama kim, neden takip edecekti ki? Yakında evlenecek olduğu, müstakbel, bunamış nişanlısı mı? Alayla gülmemek için düşüncesi karşısında, kendini zor durdurdu. Kendini, saçmaladığına epeyce inandırdıktan sonra etrafına tekrar bakındı, ardından önüne dönerek devam etti.

 

..."Hoş geldin kızım, gel bak, hazır seninkiler." Genç kadın, kütüphanenin içine girdiğinde, uzun zamandır tanıdığı Edip Bey ile karşılaşmış, soğukça baş selamı ile karşılık vermişti. Yüksek lisansta eğitimine başladığından bu zamana, kitaplarda kendisine hep destek olurdu Edip Bey, istediği kitapları getirtir, kütüphanede ders çalışmasına izin verirdi. Kütüphane olarak gördüğü ortam, aslında bir sahaftı ama Hande için artık kütüphane olmuştu. Çoğu zaman bilgilerini bırakıp, istediği kitapları alarak evine getirirdi. Gidip geldiği zaman diliminde, Edip Bey ile çok güzel arkadaşlık eder olmuşlardı. 62 Yaşında, dinç görünen bir adamdı, saçlarına düşen aklara inat gülümserdi, genç bir delikanlının duruşunu görürdü onda. Nedenini hiçbir zaman çözememişti, sahi neden kendisine borçlu gibi bu kadar jestte bulunurdu? Kötü biri değildi, olsa, anında anlardı. Diğer müşterilerin aksine, kitapları, ücret ödemeden alıp evine getirmesine izin verirdi. Mezun olduğunda, tüm bunları karşılıksız bırakmayacaktı elbette.

 

"Hoş geldin Hande Abla, bu ne güzel süpriz." Edip Bey'in oğlu Tolga da geldiğinde, aynı soğuklukla onu da karşıladı. "Merhaba Tolga, naber?" Gülümsemek için uğraşsa da, hiç başarılı olamadı. 17 Yaşının sonlarında, cılız bir çocuktu Tolga, eğitimi için çabalamaktaydı. "Okulu kazandım, İktisat bölümü, ben de senin gibi okuyacağım inşallah." Hiç doğru birini örnek almadığını düşündü, işine kavuşamadan, eğitimi biter bitmez evlenecek, Yeliz Anne'si ile birlikte kurduğu hayalleri de rafa kaldıracaktı. "Senin adına çok sevindim, gönlünce olur umarım." İçeri girerken bu iki insana, ne kadar çok borcu olduğunu düşünmüştü. Yeliz Anne'sinden para istemek, kendisi için işkence olduğundan, alamadığı, okulun istediği en pahalı kitapları getirtirdi Edip Bey. Masalardan birine oturturken, önündeki kitabı hızlıca okumuş, önemli olan kısımları da not tutmuştu.

 

..."Baba, baksana az pencereden, şu lacivert araba, bir saattir burada, karşı tarafta." Tüm bilgilerini aklına geçirdiği, diğer taraftan da notlar aldığı kitaptan, Tolga'nın sözleri ile başını kaldırdı. Yolda olan hisleri ile sahafta işittikleri, tesadüf olamazdı, değil mi? Hayır, tabii ki de olamazdı. Hande, diğer insanların aksine, tesadüflerden nefret ettiği gibi, inanmazdı da. Hızlıca doğrulduğunda, kendisi de pencere önüne, o ikisine doğru ilerledi. "Hangi araba Edip Ağabey, bana da gösterir misiniz?" dedi sakince, şüphe uyandırmak istemediğinden, işi bitmiş olarak kalktı masadan, bitmişti de zaten, sınavı için tamamen hazırdı. Okulda da sınav saatine kadar epeyce, not aldıklarını tekrar edecekti. Tolga'nın işaret ettiği tarafa bakarken, koyu lacivert tonlarında bir araba ile karşılaştı. Siyah camlarından, içindeki gölgenin sahibini seçebilmenin zor olduğunu düşündü. Sonra ne oldu ise lacivert araba, tozu dumana katarak uzaklaşmıştı sahafın önünden.

 

Yolda takip edilme hissi ile sahafın önünde uzun müddet duran lacivert araba, asla tesadüf olamazdı, inanmazdı da tesadüflere, çok zor ikna edilirdi, şu an ikna edilmesi de imkansızdı. Nasıl da o an ki telaşla unutmuştu, plakanın resmini almayı, alması gerekti. Üstelik kendisi geldiğinde, araç burada değildi, sonradan gelmişti, pencere önüne ulaştığında ise hızla gitmişti. Aynı durumu, sahafa gelirken hislerini Tolga ve Edip Bey'e anlatmıştı. İlginç olan, ikisinin de bu durumu, kendisi gibi karşılamamasıydı, olağan olduğunu dile getirmişlerdi. Etrafındaki insanlar ne kadar uyumlu, sakin kişiliğe sahiptiler böyle, bir kendisi mi çok evhamlıydı? Ne olursa olsun, okula gidip, sınavını ve derslerini hızla verdikten sonra savcılığa geçecek, ifade verecekti. Bu tarz şüpheci durumlarla polis ilgilenir miydi? Belki sokaktaki kayıtlardan bulurlardı eğer tesadüf değilse...

 

Korkudan, bir müddet çıkamamıştı sahaftan, istemeden endişelenmişti. Yağmurun bastırması ile çağırdığı taksinin gelmesini beklemiş, hem bu şekilde okuluna gitmenin daha mantıklı olduğunu düşünmüştü. Kendisini sakinleştirenleri dinlememişti bile, korkudan elleri titremişti. Sonunda çağırdığı taksi geldiğinde, çok bekletmeden bindi, okulunun bulunduğu bölgenin adını verdi. İstanbul trafiğinde, zor da olsa ilerlerken taksi, korkusu biraz daha geçmiş, sakinleşmişti. Fakat bu, karakola gitmeyeceği anlamına gelmezdi, okuldan çıkar çıkmaz, ilk işi polisle görüşmek olacaktı. Yetişmesi gereken çok önemli sınavı olmasa, asla okula geçmez, direkt giderdi ama olsun, zaman kaybetmeyecekti...

 

* * * * * *

 

Fatih, elleri arasındaki direksiyonu sertçe sıkarken taksiden inen, okuluna giren kadını görüş alanından çıkardı, sinirlenmeden duramadı. Tüm sıkıntılarının içinde, uğraştıkları, sinirlerine dokunmuştu. Yönünü değiştirerek diğer sokağa doğru girdi. Okulda uzun zaman kalacak olup, geç saatlerde gelmesi, kendisinin işine gelecek, daha da kolaylaştıracaktı planlarını. Ufak, bakımsız, üç kattan oluşan apartmanın önünde durdurduğunda arabasını, terk edilmiş bina olduğunu anladı. Yere çarparken bacağını, apartmanda kimsenin olmamasının daha çok işine geleceğini düşündü. Arabasından inerken aracın, hızına harika dayandığını düşünmeden duramadı. Yıkıntı gibi duran apartmanın içine girdiğinde, dişlerini sıktı. Çok bakımsızdı, hasta bir kadın için fazla döküntü olduğunu fark etti. Kararını daha önceden vermiş olsa, çok güzel tamir ederdi etrafını ama Fatih, hızlı karar verir, sabırlı da olamazdı.

 

"Gelmişsin." Ardına dönmesi ile arkadaşı Özcan'ı görmüştü, ev, ona aitti. Tekrardan önüne döndü, apartmandaki daireleri inceledi. En üstteki daire, bir alttakine bağlıydı, duvarları kırık dökük olduğundan, birbirlerini görmekteydiler. "Aferim geri zekalı, daha rezil hale getirip verseydin anahtarı, beklerdim senden." Sokaklarda, beraber büyüdüğü, aynı okulda, aynı sınıfı, sırayı paylaştığı, kardeşten öte dostuydu Özcan. "N'apabilirim oğlum, kiracı girmeden de zaten döküntüydü, çıkınca daha kötü hale getirmiş, bu kadar acele etmesen, belki daha düzgün çözüm üretirdik." Aceleci tavırlarından ötürü, mecburen bu binayı kullanacaktı. Ailesi ile kaldığı semtti burası da, Sultanbeyliği... Onlardan biraz daha uzakta, ormana bakmaktaydı bu bina, sessizdi, ıssızdı... Her daireyi incelemiş, hepsinde de ayrı hayal kırıklığına uğramıştı. Yine en alt kat, bodrum daha uygundu. Orası da batık ve bitikti ama birini zorla tutacaksa, en alt katında tutmalıydı.

 

"Fatih, gel kardeşim, acele etme de, şuraları tadilattan geçirelim." Özcan'ın sözlerini dinlerken uzun zamandır kapalı tuttuğu telefonunu açtı. Arkadaşının dediklerini haklı buldu bir bakıma, acele etmese, burası biraz daha nefes alınacak hale gelebilirdi, kısa zamanda, daha düzgün olurdu. Mesajlarını kontrol ettikten kısa zaman sonra telefonuna gelen aramalardan birini cevapladı. Konuştuğu telefonu kapattığında Özcan'a, ters bir bakış attı.

 

"Hande Hanım, takip edildiğini anlamış, savcılığa gidecekmiş." Alayla kenara kıvrılırken dudakları, istemsizce dişlerini sıkmıştı. "Kaybedecek bir dakikamız kalmadı Özcan, sen istersen kal, tadilatla uğraş, benimle gelmek zorunda değilsin, galeride babamın ilgilenemediği arabaların tadilatını halledip, okul saatinden önce çıkacağım; karakola gitmeden, uygun bir ortam bulup, halletmem gerek şu işi."

 

Fatih, arkadaşını ardında bırakarak arabasına doğru ilerlerken Özcan da çok durmamış, hemen peşinden gitmişti. "Dur oğlum, hemen paniğe kapılma, belki gitmez, vazgeçer." Yanına, sürücü koltuğunun kenarına binmiş Özcan, Fatib ise hızla aracını çalıştırmıştı. "Sence ben, 'Belki' lere güvenecek bir adam mıyım? Erken olmuş, geç olmuş, çok da umrumda değil artık." Aracını sinirle hızlandırırken, hız sınırını çoktan geçmişti. İçindeki otomobile olan merak ve tutku, hızlı araba kullanmasına sebepti. Hızlı olduğu kadar, dikkatliydi de. "Yardım edeceksen bana, galerime geç, babamın istediği işlerle ilgilen, babamı idare et, sorarsa, özel derse gittiğimi, geri geleceğimi söyle."

 

"Tek başına nasıl halledeceksin?"

 

"Sen orasını bana bırak, galeriden çıkar çıkmaz evine git, Melek'i de al, sığınağa geçin."

 

"Fatih, gel vazgeçelim, başka çözüm bulalım." Genç adam, zor bir sürece girmenin verdiği korku ile konuşurken ikaz etmişti arkadaşını. "Ben sanki çok meraklıyım o şımarık kızla uğraşmaya, elimde olsa, anında vazgeçerim." Çok sert kavradığı direksiyonu, son hızla önce galerisine sürerken devam ettirdi konuşmasını. "Söylediklerimi anlamadın galiba, kız beni şikayet edecek, artık istesek de geri dönüşü olmaz!" Galerisine geldiğinde, park etmektense, bir köşede durdurmuştu aracını. Özcan ile birlikte geldiklerinde, beraber inmişler, arkadaşını, babasına teslim eden Fatih, sakin gözükmek için çabalamıştı.

 

"Nereden çıktı özel ders?" Mustafa Bey, merakla hesap sorarken gergin gözükmüştü. "Fatih, arabalardan birinin sorunu, çok derinlemesine oğlum, sen ilgilenemez misin?" Sözleri karşısında, Mustafa Bey'in gösterdiği arabalardan birine ilerlemiş, Özcan'a, tamamen göstermişti incelikleri. "Galeriden gelen parayla ay sonunu nasıl çıkaracağız baba? Etrafa haber salmıştım, çıkmış bir tane, gidip bakacağım." İnce seçtiği sözleri ile ikna etmiş babasını, annesine anlatmasını, vaktinin olmadığını da söylemişti. Özcan'ı, kendi işinin başına bırakırken kendisi de aracına binmiş, son hız ile sürmeye başlamıştı.

 

...Genç adam, okuldan çıkmış, taksi durağına doğru ilerlemekte olan kızı görüş alanına aldığında, hızını, bir parça daha arttırdı. Telefonunu kapattı, torpidonun içine bıraktı, bu sırada da torpidodan, şırınga içindeki ilacı aldı. Issız bir sokak ararken gözleri ile dişlerini sıktı. Taksi durağına, kendisi bu işi halledemeden ulaşır da, araca binerse eğer, işi zorlaşacaktı. Öğrendiği gibi gerçekten, savcılığa gidecek miydi acaba? Ne önemi var ki? Müsaade etmeyecekti, alt edebilmesi zor gibi dursa da, kendisi için bu kızla uğraşmak, hiç de zor olmayacaktı. Hızını arttırırken şüphe uyandırmamak için de çabaladı. Girdiği sokağa gördüğünde, keyifle dışarı verdi nefesini. Gideceği taksi durağını çözmüştü, gitmeden önce, ıssız bir sokağa girecekti mecburen. Üstelik kızın sakat olması da, epeyce işine gelmişti. Yürümesinin oldukça ağır olması, çok kolaylaştıracaktı. Tam da tahmin ettiği sokağa girmesi, daha da keyiflenmesine sebep oldu. "Evet, artık bitirelim şu işi." derken kendi kendine mırıldanmış, arabasının direksiyonuna sarılmıştı. Yapacağı hamlenin, ilk kısmını oluşturmuştu. Hızla kırdığında direksiyonu, bir anda kıvırarak, kadının tam önüne geçti ve önünde durdurdu. Genç kadının, inilti ile karışık bağırışını duyduğunda, üzerinin de çamur olduğunu gördü, sırıtması daha da arttı.

 

Hande, fakülteden çıkar çıkmaz, soluğu savcılıkta alabilmek için taksi durağına doğru ilerlemeye başladı. Okulda, arkadaşları ile paylaştığında, kendisine hak vermişler, savcılığa gitmek için geç bile kaldığını söylemişlerdi. Çok dikkatli bir kadındı, oldu olası şüpheleri ile bilinir, üstelik boşa da çıkmazdı şüpheci tavırları. Anlamadığı, Tolga ve Edip Bey'in, neden kendisine hak vermediği olmuştu. O ikisi hariç kime anlatsa, fazlaca hak vermişlerdi. Yürürken hâlâ o iğrenç hissin üzerinde olması da, kanıtların en büyüğü olsa gerekti. Keşke sınavdan geçememe riskini göze alıp en başından gitmiş olsaydı savcılığa, hiç okula gitmeden, direkt geçseydi. Sessiz sokağa girerken ürkmeden edemedi, taksi durağı, sokağın tam sonundaydı. İlerlerken ardında bir araba olduğunu anlasa da, korkmamak için çabaladı. Koltuk değneği ile ne kadar hızlı adım atılabilirse, öyle hızlı ilerlemekteydi.

 

Zifiri karanlık akşamın gölgesinde, geri çekilmesine sebep olan, aniden önüne geçen ve gidişini kapatan araba olmuştu. Ürperti, tüm iliklerini esir alırken korkudan nutku tutulacaktı. Bir kez daha pişman olurken erkenden savcılığa gitmediğine, karanlıkta parlamakta olan lacivert araba, sabah kütüphanede gördüğü ile aynıydı, bunu da fark etti. Takip edilmiş ve sonunda takip eden kişi de, karşısına çıkmıştı, hem de epeyce ıssız bir sokakta. Koşabilse, dışarıdan gördüğü sağlıklı insanlar gibi son hız koşardı ama imkansızdı. Acı bir inilti esir alırken dudaklarını, korkunun üst safhasına çıkmıştı. Koyu lacivert arabanın kapısı açıldığında, sokak lambasının ışığı altında, içinden inen kişiyi seçmek için çabaladı.

 

Aynı dehşet verici hisle dudakları aralanırken konuşamamış, sesi içine kaçmıştı. İçeriden inen kişi, sadece bir kez karşılaşmasına rağmen oldukça net hatırladığı, kitap kafede gördüğü adamdı. Sert nefesler alıp verirken korkudan boğazı düğümlenmişti. Simasına değdirmedi korkusunu, sadece şaşkınlığını gösterdi. İndiğinde, ağır ama rahat adımlarla kendisine doğru ilerlemekte olan adama bakarken "Siz..." diyebildi korku içinde ama sesine de değdirmedi korkusunu, sadece şaşkınlığını verdi. İki tarafa salladı başını, korku ile bir adım geriledi, kaçamazdı ki... Hem zaten, neden kaçacaktı? Dün karşısına çıkması ile bugün takip etmesinin sebebi olsa gerekti. Hepsinin hesabını soracak, sonra da hemen savcılığa gidecekti. Gecenin karanlığında duyulan tek ses, korkulara inat pervasızca atan kalbi ve alıp verdiği nefesler olmuştu.

 

"Siz beni takip ettiniz, kafede de karşıma bilinçli çıktınız!" Cümlesini tamamladığında, peltelemeden konuşmadığına sevinebildi ancak, sinirlenecek sebepleri ise çoktu. Alaycı bakışlar, benliğine çarptı; karşısındaki adam, bakışlarından belli ki, basabayağı eğleniyordu kendisiyle... "Tahmin ettiğimden daha zeki çıktınız küçük hanım." derken gülmemek için alt dudağını ısırdığını fark etti. "Sizi küstahlığınızla baş başa bırakacağım, hesabınızı polise verirsiniz, savcılığa gidiyorum!" Hızla ardına döndü, bedeni zorlansa da, adım atabilecek güçteydi. İlerlerken taksi durağına doğru, hızlanabilecek gücünün olmadığını hatırladı. Kendini zorlarsa, birbirine dolanır bacakları, sonra da düşerdi. Keşke kafede, ismini öğrendiğinde aklında tutabilmiş olsaydı, onu gördüğünde, telaşla unutmuştu ismini. Olsun, görüntüsü, gözleri önüne biraz daha oturmuştu, karakolda, rahatça tarif ederdi.

 

"Elbette gidebilirsiniz Hande Hanım, en doğal hakkınız." Ardından gelerek konuştuğunu hissetmişti. Kaçmak için daha da hızlandırdı kendini, bacaklarını dikkatle kullandı, birbirine dolanırlarsa düşerdi ve işi daha da zorlaşırdı. Bir kırlangıç kadar keskin olan kalbinin, bugün kafese kapatılmasına izin veremezdi. İsmini biliyordu, kitap kafede söylediği için mi acaba? Olamaz, Hande unutmuştu, onun da kitap kafeden hatırlayacağını sanmıyordu. Önceden tanıyordu kendisini büyük ihtimalle, bu kadar kendinden emin konuşmasının, başka sebebi olamazdı. İyi de neden, kim olabilirdi ki? Kim, kendisi gibi sıradan birinden, ne isterdi ki? "Ama önce dilerseniz..." İyice dibinde bittiğinde, ardında dönmek için çabaladı Hande, ama sadece çabalamakla kaldı. "Sizinle küçük bir yolculuğa çıkalım, ne dersiniz?..." Kelimelerine dikkat kesildiğinde, korkunç gerçeğin içine, karlara saplanırcasına gömülmüştü. "Bir müddet sizi misafir edeceğim, isteğinizin çok önemi kalmayacak aslında, daha çok, benim isteklerim geçerli olacak."

 

İliklerine kadar hakim olan, tüm her tarafını ele geçiren korku, hasta bedenini uyuşturmuş, karıncalanır duruma getirmişti. Ardına dönmek, hatta mümkünse koşmak istemişti, sağlıklı olsa, bu dediklerini en düzgün şekilde gerçekleştirebilirdi. Ürpertiden dengesini kaybettiğinde, koltuk değneği, kolu arasından düşmüştü. Kendini çevirememişti, bu durumda ayakta durması bile imkansızken, güçlükle duruyordu. Kaçmak bir tarafa dursun, sesini çıkaramaz olmuştu. Çığlık atmak üzere aralamış dudaklarını, kalın, gür bir inilti çıkarken ağzından, diğer tarafa, tam ardındaki adama doğru dönmek için çabalamıştı. İniltisinin yarıda kesilmesine sebep olan, diğer tarafa dönmesini de ayrıca engelleyen, ağzına bastırılan bez olmuştu. Dehşetle, yerinden çıkacakmışcasına haraketlenirken göz bebekleri, sağlam tarafı ile ne kadar olabilecekse direnmişti. İniltilerinin tamamı, ağzına kapatılmış bez parçasının içine kaçarken nefes almamak için çabaladı. "Sakin ol!" dedi genç adam, kadının korktuğunu anlasa da, elinden bir çözüm gelmemişti. Nefessiz kalmaya dayanamadı, acı ile öksürerek, kısa süre tuttuğu nefeslerini dışarı verirken ilacın kokusunu aldığında daha da arttı öksürükleri. Etrafındakilerin daima kırlangıçlara benzettiği bedeni, kafese kısılıp kalacaktı...

 

||BÖLÜM SONU||

 

Evet, bir bölümün daha sonuna geldik, ikinci bölümü de devirmiş olduk! Öncelikle belirtmek isterim ki, hikâyem asla, o wattpadin klişe, bilindik, deli saçması mafya kurgularından değil, bölüm sonunda kaçırılma olunca, böyle açıklamada bulunmak istedim. Nasıl bir zamana denk geldik ki, kurgumu paylaşırken, peşin hükümlülükle karşılanmaktan epeyce korkar oldum. Yüreğime, en başta kendime ve kalemime güvenim sonsuz, beni bilen de zaten bilir, Leyla'dan gelenler; asla o tarz kalemim olmadığını görürler. Hande, çok zor bir kadın, psikolojisi bozuk karakter, bu da sevenlerini daha çok zorlamakta. Sadece bunu anlatabilirim size şimdilik, nasıl bir bölümdü? Sonu da oldukça olaylı bitti, aynı zamanda Fatih karakterini de tanımış olduk. İleriki bölümlerde, iki karakteri de daha net tanımış olacaksınız. İlk kısmından tut ki, ortası ve sonuna kadar olayla dolu olsa da, aynı zamanda karakterleri de tanıtmış oldum. Severek ilerlettiğim bölümlerden oldu, keyifle kaleme aldım, İstanbul Saklasın Bizi için planlarım çok güzel, umarım kurgumu istediğim gibi ilerletebilirim...

 

Sizce Hande, neden kaçırıldı, bu konuda tahminlerinizi öğrenebilir miyim?

 

Kapağımızı sevdiniz mi? Ben bu defa birazcık daha sevdim. Yayımladığım ilk vakitteki kapağımız, pek uyumlu olmamıştı. Bir süre bu kapağımızla ilerleteceğiz bölümleri. Leyla'nın finalinden sonra, beni hep bu kurgum çekti, daima en çok dikkatimi çeken, uzun zamandır kaleme almak istediğim kurgu olmuştu. Karakter odaklı başlasak da, sonu mükemmel olayla biten bölüm oldu. Entrikanın dibine vurmuş olduk. Ali Komiser'den sonra, ikinci hırçın delikanlımız, Fatih Arhan'ı nasıl buldunuz? Zamanla sevecek, ne kadar vicdanlı bir adam olduğunu göreceksiniz. Acı ile inşa ettiğim, en değerli karakterlerimdendir. Hande ile sahnelerini okudukça, sizin de keyif alacağınızı düşünüyorum. İnşallah burada da, çok güzel sahneler göreceğiz!...

Loading...
0%