Yeni Üyelik
22.
Bölüm

21. Bölüm: "Kuş Ölüsü"

@mavi_melekler

Merhaba!

 

Güzel bölüme ve başlığına uygun medya kullandım. Görselimiz harika ötesi, müziğimizi de açarak sözü çok uzatmadan, hızlıca bölüme geçelim.

 

Bölüm Şarkısı:

Kent Şarkıları - Aşk Üşütür

 

Keyifli okumalar!

 

21. Bölüm: "Kuş Ölüsü"

 

Çok geç saatlerde insanın içini sarmalamakta olan düşünceler vardır hani, uyku kaçıran, tüm benliğine kuşkular indiren... Yarı karanlık zamanda kalkmasına rağmen içerisi tamamen zifiri değildi. O penceresiz odadan çıkarıldıktan sonra her taraf ışık olmuştu kendisine. Yatakta doğrulduğunda, sabah olanları hatırladı. Kendisini nasıl bir ilaçlı ıhlamur ile daldırmışsa Nurcan Hanım, daha şimdi aralamıştı gözlerini. Ihlamurun ilaçlı olduğunu daha içerken kavramıştı, salak değildi ama içmişti de. İnsanın her ilaca ihtiyacı vardı, kimi zaman sakinleştirici uyku ilaçlarına bile, istemesek de ihtiyaç duyardık. Yaşamın değerini anlamak istercesine o kadının kollarında Allah'a dua ederken kendinden daha da geçmişti. Yaptığı hamle anlıktı, o adamın kendini durdurması, sırtına demir aleti geçirmesi de anlıktı. Zorlanarak da olsa o anı hatırladı. Sırtında bir hızla hissettiği keskin acı, hızla aşağı düşüşü ve acı çığlıkları... Hatırladıkça psikolojik olarak sırtı da acımıştı. Omuzlarının tam altına ilaçlı sargı bezi ile sarmalamıştı, aşırı olmasa da epeyce ağrı vardı. Kendini düşündü, görüntüsünü hatırlamak istedi. Yemin edebilirdi rezalet göründüğüne, çünkü çok kendini kaybetmişti.

 

Yataktan iniltilerle doğrulurken adım atabilmek için bir aparat aradı gözleri. Yürüteçi hâlâ sağlamdı, ona tutunarak kalkabilirdi. İki kolu birbirine dolansa bile zorlanarak önüne çekti. Yürüteçe çelimsiz kolları eşliğinde tutunurken sağlam bacağına basarak doğruldu. Yüzüne bakmak istedi, kendini görmek istedi. Çok rezalet görüntüsü vardı, her defasında hastalığın etkisinden ağzından ve burnundan kan aktığından, o olay olduğunda da kanamıştı. Önündeki dolabın çok ufak, üçgen şeklinde aynası vardı, biraz ilerlerken simasında göz gezdirdi. Işık açık olmasa da, pencereden gelen sokak ışıklarının desteği eşliğinde kendinde göz gezdirdi. Sahiden de çok perişandı, tahminlerinde kolay hal yanılmazdı. Sabah olduğunda evde birinden destek alarak kendine düzen verecekti. Yüzü perişandı, saçları birbirine yapışmıştı, yorgundu ama direnmesi gerekti. Allah'ın emanetine sadece bir kere, anlık boşluk duygusu ile ihanet etmiş, o da nasip olmamıştı. Yaşama devam edecekti, ama acı, ama tatlı... Madem mecbur bırakılmıştı, nasip olmamıştı madem ki, devam etmesi şarttı. Yürüteçini kullanarak halsizce odadan çıkarken evdeki gürültü dikkatini çekti. Çok geç vakitler değil miydi, neyin sesi olabilirdi ki? Kaldığı odadan çıktığında, salonun ara holü karşılamıştı kendisini. Gözleri, gayri ihtiyarı duvardaki eskitme saate kaydı. Nostaljikti, hafif uzun ve ortası ovaldi. Vakit, gecenin 04.20'sini gösterecek kadar geçti, o gürültünün sebebi, böyle geç saatte ne olabilirdi ki? Sabahtan bu zamana uyutulduğu için artık zerre uyku kalmamıştı. İlerledi sesin geldiği tarafa, gürültüleri takip etti.

 

Aralık kapının önünde durduğunda, dehşetle aralanan gözleri, ani mimiklerinden ötürü sabahtan darbe aldığı sırtının acımasına neden oldu. Yutkundu, inlememek için zor tuttu kendisini. Karşısındaki adamın, kendisine ardı dönüktü, aralık kapıdan zor da olsa anlamıştı. Orada olduğunu belli etmemek için biraz gerilemek istedi ama başaramadı, olduğu kısımda kaldı. Dikkatlice olanları izlerken sabahı hatırladı. Yana doğru devrilen bedenini kaldırışını, kendisini kucağına alışını anımsadı. Sarmalaması, kollarında sallaması ve dokunuşları, ah ölse unutamazdı... Çok temas etmişti kendisine ama rahatsız olmamıştı Hande, sonuçta zaten o halde tek kalkacak da değildi. Yaptığı ilk değildi ama kim bilir, şu sakat haliyle son da olmayacaktı. Yatağa bırakırken kendisini, annesine dönerek 'Sen ilgilen, ilaçlarını ben hazırlarım.' dediğini zor da olsa. iyi hatırlıyordu. Çok karıncalı şekilde anımsamıştı olanları ve kendisine ilaç içirişini. Demek kendisi ile kısa süre ilgilendikten sonra kızını almak için gitmişti. İnsan, böylesi geç saatlerde uyanıksa, ya uğruna savaş verdiği umutları vardı, ya da dertleri... Kendisini acıdan uyku tutmazken karşısındaki adamın 'Evlat' gibi bir umudu vardı. Başlarda inanmak istememiş, çok geç kabullendiğinden onun gibi ürpertici birinin çocuğunun olmasını aklı almamıştı. Görmese inanmazdı, gözler en gerçekçi şahitti. Dudakları aralanmış, biraz daha şaşırırsa uçuklayacaktı belki de, bunca acının gördükleri, bedeninden ve ruhundan acıyı sıyırarak kendisini mayhoş etmişti.

 

"Hadi at bana elindekini." Sesini dinlerken gördüklerini inceledi. Gelişimini tamamlamış, mavi gözleri cam misali olan, dalgalı, renkli saçları daha yeni çıkmış olan kızı ile küçük bebek toplarından biri ile oyun oynadığını gördü. Çok iri hale gelen, dehşetle aralanan dudaklarının üzerine elini kapattı. Başlarda evladı olduğunu, belki de çok geç öğrendiği için evlat sahibi olduğunu kabullenememişti. Görmese belki de çok daha uzun süre kabullenemezdi. Örümcek üzerine oturttuğu bebeğin görüntüsünü seçmek için zorladı gözlerini. Yeni çıkan saçlarının rengini seçmek için çabaladı. Sarı değildi ama çok kapalı bir renk de değildi. Kızıla benzetmişti, biraz daha kapalı olsa rengi, kumral denebilirdi ama şu an için kızıldı. Günler önce, belli aralıklarla karşılaştığı o Aynur denen kadının anlattıklarını hatırladığında, karşısındaki bebeğin 'Öksüz' olduğunu hatırladı. Kendisinin en çok içinde olduğu kavramı karşısında ki çocukta vardı. Annesi varken, Neslihan Hanım sağken öksüzdü, üstelik Yeliz Hanım'ın kendisini öksüz bırakabileceğini hatırladığında içine sanki kırbaç atılmıştı.

 

"Aferin benim güzelime!..." Gülerek konuşması, kızının attığı topu tutması, gülümsememek için zor durdurmuştu genç kadını. Üzüntüsünün boşa olduğunu düşündü, karşısındaki çocuk öksüz olabilirdi ama babası vardı, hem de onu çok seven bir baba... Elbette annesiz kalmak çok başka işkencelerdendi. En azından annesi vefat etmişti, kendisi kadar acı değildi durumu. Yine de yeryüzünde ne kadar 'Öksüz' çocuk varsa, çocukları sevmemesine rağmen içini acıtırdı. Çocukları da, bebekleri de sevmezdi, sevmenin ne olduğunu bilmezdi ki... Ne olursa olsun, o cam mavisi gözlerle, tenindeki gamzelerle, dünyanın kahrından habersizce, etrafa gülücüklerle neşe saçan bebeğe içi acımıştı. Üstelik, birini kaçırabilecek kadar ruhsuz olan adamın, evladına karşı arkadaşça davranması, onunla çocuk gibi eğlenerek zaman geçirip gece vakti uykusunu bölmesi de, anladıkça daha çok kendine acımasına neden oldu. Babası varken 'Yetim' kalmıştı, babasını ölse affetmezdi...

 

"Karnın acıktı mı bir tanem?" Gecenin çok geç saatlerinde hem uykusunu bölmüş, hem de sevgi dolu şekilde soru sorması daha da durgunlaşmasına neden oldu. İçine çelmet atılan acı tarifsizdi, bir çocuğun oyuncağa olan hevesi misali, karşısındaki bebeği kıskanmıştı. Sevilmek ne güzel histi, anne eksikliğini hissettirmeden kızına bakması çok güzeldi. "Uyumak bilmezsen acıkırsın tabii, hadi sen al bunu, oyununa devam et, ben bir şeyler hazırlayıp geleceğim." Eline o küçük, şirin topu vererek, örümceğin önüne çekerek oturmuş olduğu sandalyeden kalktı. Hızla ardına döndü, kendisini görmemesi gerekti. Güçsüz bacaklarına rağmen hızla ilerlerken ne kısma ilerlediğini bilemedi. Yine bilinçsiz davranması, mutfağa sürüklenmesine neden oldu. Oysa gelmek istediği nokta burası değildi. Şimdi karşılaşacaklardı ve sabah olanlardan sonra hazır değildi. Gayri ihtiyari pencere kenarına ilerlemiş, orada da kalmıştı. Yükseklerdeki dağları, sokak ışıklarının gölgesinde boş sokakları inceledi. Nasıl da sessizdi, gece, geceliğini gösterecek kadar ıssızdı.

 

Yaklaşarak kapı pervazından içeri girdiğinde, köşedeki duvara elini uzatarak ışığın düğmesine bastı. Sessiz, bomboş beklediği mutfakta, tam pencere kenarında gördüğü kadın, istemsizce ürkmesine neden oldu. Korktuğunu belli etmemek için çabalarken simasını sert tuttu. Karşısındaki kadın da, açtığı ışığın ardından ağırca kendisine doğru döndü. Karşılıklı bakıştılar, kendisinin şaşkınlığını görse de, ürkmesini görmesinden çekindi. Yüz vermek istemedi, Yeliz Hanım'ın zamansızca hastalanması, karşısındaki kızın her an kaçabileceğinin göstergelerindendi. Babası hapisten çıkana kadar, onu annesinden koruması şarttı. Ne olursa olsun, Yeliz Hanım zamansızca çekip giderse, onu daha çok saklaması gerekti. O nedenle kadının hastalanmasından fırsat bulmasına asla izin veremezdi. Acıları çok taze olsa da, kısa zamanda sertçe ikaz edecek, şımarmamasını anlatacaktı. Konuşmak, 'Senin burada ne işin var?' şeklinde bağırmak istese de sonra vazgeçti. Umursamaz görünmenin daha doğru olacağını düşünerek mutfak dolabına doğru ilerledi. Süt hazırlamak için kızının biberonunu alırken diğer taraftan da kahve makinesini çalıştırdı. Kendine de kahve hazırlaması daha doğru olacaktı. Yasemin'in huysuzluğu tutmuştu, bir kere kalkar da inat ederse, daha kolay hal uyumazdı.

 

"İster misin?" Kahve makinesinden çıkardığında fincanı, nezaketen karşısındaki kadına uzattı. Almazsa içecekti, alırsa kendine başka da hazırlardı. "Ben çok misafirperver davranırım, istersen su da alabilirsin." dediğinde kadının sadece biraz bekleyerek başını iki tarafa sallamasına güldü adam. Uzattığı fincanı geri çekerek istemediğini kabullendi.

 

"Uyku mu tutmadı?" Yanına ilerledi kahvesini içerken, tam karşısında durdu. Yanıt alamadığında, zaten asıl anlatmak istediğinin başka olduğunu düşündü. "Hande." İsmini tekrarladığında, kısa süreliğini bakışlarını camdan çeken kadın, merakla adama devirdi. Sonra beklemedi, tekrar cama çevirdi. Elindeki kahvesi ile kadına ilerlemiş olan genç adam, bir taraftan kahvesini içerken diğer taraftan da ocaktaki sütün kaynara gelmesini beklemişti. "Sana mutlaka annem anlatmıştır ama ben de tekrarlamak isterim. Sakın bir daha kendine zarar verme olur mu, sana olan borçlarımı ödemedim ben daha, beni üzerimde binlerce veballe bırakma."

 

Hızla camdan bakışlarını adama çeviren kadın, dikkatle baktı o siyah gecenin can bulduğu gözlere... Uzun süre inceledi tenini ve bakışlarını. Kendisini korumanın, o evlilikten kurtarmanın ne ara borç olduğunu düşündü. Mutlaka burada olmasının başka nedenleri de vardı, sadece hastanede canı ile cebelleşen annesi değildi. Sormak istedi, sorgulamak istedi, hesap sormak, çırpınmak ve isyan etmek istedi ama zerre hali kalmamıştı. Sadece orada, o baktığı gözlerde kalmak istedi. Zamanın durmasını, bakışlarına kilitlenip kalmasını istedi. Sormak istediği hesapları ertelerken isyanları da bir köşelere kıvrıldı. Yere eğilirken bakışları, kenetleri çözeldi, ar etti, daha çok bakamadı. Dudakları titredi de, konuşamadı... Oturduğu kaloriferin üzerinden doğrulan adam, ocağa doğru ilerledi, tüpün altını örttü. Sütü tabağa aktararak mamasını önce tabakta hazırlamış, daha sonra da biberona boşaltmıştı. Bir süre mamanın kıvam alması için biberonu salladı, sonra da elinde kavradı.

 

"İyi geceler." Yeniden mutfaktan çıkarken odasına doğru ilerledi. Yeniden örümceğin önüne sandalyesini çekerek otururken biberonu uzattı kızına doğru. "Cadılığımız üzerimizde anlaşılan, anne gibi inadımız da tuttu, uyumaya hiç niyetli değiliz sanırım." Biberonu içirirken gözlerine gelen saçları geri ittirdi. Daha sekiz aylık olmasına rağmen ufak tutamlarda da olsa saçları çoktan çıkmıştı. Başlarda çok korkmuştu, anne sütü alamadığı için gelişimini tamamlamaz sanmıştı ama beklediğinin çok daha ötesinde serpilmişti.

 

Güne kendinden geçmiş şekilde başladı. Zaten annesini o hastane köşesine teslim etti edeli, hiç kendinde olamamıştı. Nedendir bilinmez, o sabah kendisini odasından çıkarmışlar, kahvaltı masasına gelmesine müsaade etmişlerdi. Yeşilin en açık tonlarındaki şık, biraz resmi duran eşofman takımlarını üzerine Elif'in desteği ile geçirirken saçlarını aşağıdan topuz haline getirdi. Gözlerinin altı mosmordu, saçlarını topladığında daha net görünmüştü ama inadına topladı. Kimsenin kendisine bakmasını umursayacak halde değildi, zaten kimse de tenini incelemezdi. Yüzünün çoğu tarafı, özellikle de göz altları, çok uyumaktan şişerek morarmıştı. Yanaklarında ise düşerken izler oluşmuştu. Kahvaltı masasında, en kuytu köşelerden birine oturduğunda kimselerle ilgilenmedi, konuşmadı bile, o kadar halsiz düşmüştü.

 

Etrafına bakındı, dikkatli olmasa da, biraz göz gezdirdi. Sade kurulmuş kahvaltı masasında Fatih'in de olması, nedensizce tuhaf hissettirdi. Dün olanlar tuhaftı, en çaresiz anında sarmalamıştı kendisini. Kokusu, kolları çok başka gelmişti zorlukla hatırlamakta olan kadına. Değişikti, sıcak değildi ama tuhaftı. Sanki tüm meşgalelerden kaçarak onun gizemine sığınmak istemişti. Çok delirtmişti, özellikle de hastanede canından bezdirmişti. Tüm olanlara rağmen kendisini terk etmemişti. "Çok güzel olacak bundan sonra." dediğini güçlükle hatırladığında, zoraki tebessüm etti. Yarınlardan, umutlardan söz edercesine sarsmıştı kollarında. Karşısındaki adama bir teşekkür borcu olduğunu düşünse de başaramadı. Çok zorladı kendini ama ne kadar uğraşsa da edemedi. Göstereceği tepkiden çekindi, olanların ardından ne kadar uğraşsa da başaramadı.

 

"Seni bizim cadı çok uğraştırdı anlaşılan." Seda'nın sözleri doğrultusunda başını tabağından kaldıran Fatih, henüz kendine gelememişti. Çok uykusuz kalmıştı, kızı ile uğraşmaktan gece hiç uyumamıştı. "Biraz öyle oldu, beni uyutmadı ama şimdi kendi uyuyor." Güldürmüştü masadakileri sözleri... Çok sürmemiş, kahvaltı tamamlandığında, ceketini alarak masadan kalkmıştı genç adam. "Yasemin sana emanet anne." demişti karşısındaki Nurcan Hanım'a. Yerinden doğrulduğunda Hande, karşısındaki adam çoktan dış kapının olduğu tarafa ilerlemişti. Yanına gitmek, konuşmak istedi ama başaramadı. Yerinden doğrulduğunda ona doğru gitmek, teşekkür etmektense, ters tarafa, kaldığı odanın olduğu kısma doğru ilerledi.

 

Avuçlar dolusu gözyaşlarını kalbine saklamış, içindeki acısını, buzların üzerine sarmalamıştı. Etrafında olanları umursamadan, sadece kabuk tutmaz acıların gölgesindeki anıları düşündü. Oysa çevresi, ne kadar da gürültülüydü. Sessiz çığlıklarından insanları umursamaz olmuştu. Kaç saattir bu sandalyede, evin bahçesinde oturduğundan habersizdi, kahvaltıdan sonra geldiğini hatırlıyordu sadece. Kahvaltıdan kastı, bir dilim çikolatalı ekmek ve bir bardak açık çaydı, ötesini midesi kaldırmamıştı. Yemek istememişti aç olmasına rağmen, içi almamıştı. Nurcan Hanım, elinde defalarca kez tabaklarla gelmişti. Bir keresinde çok sevdiği sıcak patates çorbası getirmişti önüne, nereden bilecekti ki çok sevdiğini, tesadüftü herhalde... Elini bile sürmemiş, sadece bakmıştı. Çok zordu kendisi için ama bugün ağzına lokma sürmeyecekti. Çok sürmemiş, bu defa da kıymalı börek tepsisi ile gelmişti ama ona da dokunmamıştı.

 

Nedense bu evde genelde, çok sevdiği ne varsa, o hazırlanırdı. Bugün ki kadar olmamıştı tabii, bugün daha da uğraşılmıştı kendisi için ama hep geride durmuştu. Yemekler hazırlayıp getirmek haricinde kimse, acısını umursamamıştı. Evin tüm kadınları bahçede toplanmış, kış hazırlığı ile uğraşıyorlardı. Yer sofrası açılmış, serilmişti etrafa. Herkes oval ekmek tahtasının etrafında toplanmış, menemenlik hazırlıyorlardı. Çocukluğu canlanmıştı gözlerinde, babaannesinin mor çiçeklerle donatılmış evinin bahçesi, orada hazırlanan kışlıklar... Yalan olmuştu hepsi, babası ile birlikte çekip gitmişti, daha görüşmemişti onun ailesi ile, görüşmek istememişti.

 

"Yandım vallahi!" Saçlarını kapatan tülbentini açan Nurcan Hanım, tekrardan, düzgünce, ardından bağlayarak oval şekilde örtmüştü tülbentini. "Elif, şurada bir dondurma olsa şimdi, bol kaymaklı, buz gibi, ne de güzel olurdu." Konuşurken aklındaki belliydi aslında, tam karşılarında, sandalyede oturan kızı kendine getirmekti. Sabahın erken saatlerinden, şu ikindi vaktine kadar orada, sabitçe oturmuştu. Arada kıpraşıp belini doğrultur, bazen su içmek için kendilerine güçlükle gelirdi, haricinde haraketi olmazdı. Bu şekilde ilerlerse, aklını kaybedecekti. "Olurdu anne, dolapta soğuk muhallebi de var, birlikte nefis giderler." İkisi de birbirine bakarken planlı haraket etmişlerdi. "Hande, beraber bir koşu gidip alalım mı?" Seda, söze girerken çekinerek konuşmuş, ters tepki vermesinden de korkmuştu. Zaten kızı bilinçli gözlerinin önünden ayırmamışlardı, aksilik de bulunmasın da, Fatih sinirlenmesin diye.

 

"Benim de canımı çektirdiniz." Arabasından telefonunu almış, evin bahçesine giren genç adam, konuşulanlara karşılık vermişti. Uzun zamandır haraketsiz duran genç kadın, onun geldiğini anladığında, başını hafifçe kaldırmış, dikkat çekmeden ona çevirmişti. Belki çok dikkat çekmemişti ama bakışları da, adamın siyah gözleri ile buluşmuştu. "Hep birlikte gidelim mi?" Konuşmasını devam ettiren adamdan, ürkekçe çekti bakışlarını. Kendisine bakarak konuşmuştu, gözleri değdiğinde ona, çekinerek geri çekmişti bakışlarını.

 

"İstemem!" Katı çıkan desibelini, Elif'e bakarak konuşturmuştu. Soğuk, katı, mesafeli ve hafif de sert, Fatih'e bakarak konuşacak cesareti bulamamıştı kendisinde. "Ayyy!" Yanındaki kayınvalidesinin kolunu dürterken çok sessizce homurdanmıştı Elif. "Yedi gavur çekmez vallahi kahrını, bu hali ile hiç çekilmiyor."

 

"Kızım bir sus, duyacak şimdi, olay çıkaracak, Fatih'in elinden alamayacağız bu defa." Nurcan Hanım, önündeki ekmek tepsisini ileri ittirirken köşedeki oğluna baktı. "Fatih, şunu içeri ser de, kuruması için ekmekleri üzerine serelim, hadi oğlum." Elindeki sofra bezini oğluna uzatırken onun ters bakışları ile karşılaşmıştı. "Yaa ne olacak, zaten geçmeyecek misin içeri, ser gitsin." Fatih, söylenerek annesinin elindeki bezi alırken, Hande de, Nurcan Hanım'ın gösterdiği odaya bakmıştı. "Orası..." derken çok çekingen çıkmıştı sesi. "Benim kaldığım oda değil mi?" Cümlesini tamamladığında, ilk kez bu kadar saçmaladığını düşündü. Evet, zorla tutulduğu evde, kaldığı odanın hesabını sormuştu.

 

"Akşama kadar ben sana çözüm bulurum, şimdilik ekmekler kalsın orada." derken şaşkınca cevap vermişti Elif, görmüştü de, işi düşünce Hande, çok sakin kalabilirdi.

 

"İçerisi neden dışarıdan daha soğuk?" Üzerine ceketini giyerken ürperen bir bedenle kendini dışarı atmıştı genç adam. "Kombi de kapalı, siz delirdiniz mi?" Ekim ayına göre, şehri çok ağır bir soğuk sarmalamıştı.

 

"Sabah da açamadım, bozulmuş galiba, normal soba açarım, ısınırız bir şekilde."

 

"Tamam... Yemeğe dışarı çıkalım bu gecelik, gelince de ben kömür kırarım, açarım sobayı, hadi kalkın, işiniz kalmamış zaten." Sinirden gerildi, ne ara bu hale geldiğini çözemedi Fatih.

 

Herkesin hazırlanmasını beklerken arada karşısında beklemekte olan adama kaçamak bakışlar atmıştı genç kadın. Ne zaman kurtulacaktı, acısını içinde saklamış, bu evden kurtulduğu zaman daha net çıkaracaktı ortaya. Yaşayacaktı kalbine hapsettiği acısını o zaman... Arabanın içine bindiklerinde cam kenarına denk gelmenin rahatlığını üzerine almış, başını bırakmıştı camın üzerine. Nurcan Hanım'la Elif'in ortasına otursa, buna kalkışmazdı. Gelmemek için direnç göstermemişti, cesareti de olmamıştı. Yönlendirmesine izin vermişti Nurcan Hanım'ın kendisini, evde kalma teklifinde bulunup, karşılığında Fatih'ten alacağı tepkileri çekecek hali kalmamıştı. Evet, halsizdi; cesaretsiz değil, sadece halsizdi...

 

Elif'in kucağında da, Nurcan Hanım'ın kucağında da, çocuk vardı. Yetimdi biri, diğeri ise öksüzdü. Nedense en çok Nurcan Hanım'ın kucağındaki bebeğe acımıştı. Çünkü babasızlıktan çok, annesinin ihanetleri canını acıtmıştı. O nedenle annesizliğin verdiği acı daha derindi. Etrafında konuşulanları dinlerken Elif'in, Nurcan Hanım'ın üzerindeki üstlük ile alay ettiğini dinlemiş, onlara özenle bakmıştı. Bir annenin evladına olan şefkatini, Nurcan Hanım da Elif'e gösterirdi. Üzerine leopar desenli kazak giydiğini anlamıştı o anda, gerçekten de çok sırıtmıştı. Belirsiz bakışlarını Nurcan Hanım'dan çektiğinde, direksiyon koltuğundaki genç adamla karşılaşmıştı.

 

Ansızın kesişen bakışları, birbirlerine bakmalarına sebep olmuştu. Genç adam, kadından indirmese de bakışlarını, sebepsizce hızlandırmıştı arabasını, oldu olası hızı severdi, özellikle de canı acıdığında... Kehribar gözlere bakarken sebepsizce acı çekmişti, belki de onun tüm bunları yaşamasına sebep olmuştu, bundandı çektiği acı, buna bağladı. Elleri arasındaki direksiyon, çok sert kavranmıştı. Kendisinden çabucak çekmişti bakışlarını kadın, tekrardan önündeki pencereye dönmüştü.

 

Arabanın aniden savrulması, olası bir kazadan kıl payı kurtulmalarına sebep olmuştu. Direksiyonu, belki de çok iyi kavramış olmasa, takla atabilirdi araç. Son anda kurtulmuş olmalarını umursamadan, öncekinden biraz daha ağır olsa da, normale göre hızlı kullanmaya devam etmişti. Nurcan Hanım'la Elif, birbirlerine tutunarak ürkmüş, tepki göstermeden duramamışlardı.

 

"Yavaş olsana oğlum, tavuk değil taşıdığın, insan, az daha kaza olacaktı!" Nurcan Hanım'ın ters konuşması, belki de Fatih'in, atlattıkları kazaya rağmen sakin kalmasıydı. "Fatih, gerçekten annem haklı, sen çok sakat kullanıyorsun, hep böylesin, az dikkatli ol, senin için diyoruz." Elif'in de uyarmaları, çok olmasa da, kendine getirmişti genç adamı. Yüreğinde tarifsiz hisler, kalbinde mahcubiyet devam ettiği sürece, içindeki hız tutkusu da daha çok artar olmuştu. "İnin hadi, Seda; Hande'yi indir, Kuzey sen de annenin elinden, kardeşini al." Yanındaki koltukta oturan yiğenine bakmıştı son sözlerini kullanırken. Park edişi bile çok hızlıydı, duygularını, araba kullanışına değdirirdi daima...

 

...Yemekten sonra, dışarıda, herkesle birlikte, Fatih'in içeriden çıkmasını bekler olan Hande, kendini çok tuhaf hissetmişti. İmtihan olan, annesinin hastalığı, durduğu ortama alışma sebebi haline gelmişti. Kesinlikle kabullenmek değildi, hafifçe, gayri ihtiyari alışmaktı. Yemeğin dışarıda atıştırılmasının kasıtlarının ekmek arası olacağını hiç tahmin etmemişti ama rahatsız olmamış, değişiklikten ötürü, hoşuna da gitmişti. Etrafına bakınırken, "Daha bekleyecek miyiz?" demişti ortama konuşarak, herkese sormuştu, belli bir kişi için değildi sorusu. Nurcan Hanım, umursamazca, duymazdan gelirken sorusunu, "Fatih'in hesabı ödeyip gelmesini bekliyoruz, sabit duramıyorsan arabada bekle." demişti Elif. Yorulmuştu tabii, önündeki walkera tutunmakta zorlanması da, halsizliğinin göstergesiydi.

 

"Anne, kuşa baksana!..." Hande, arabada beklemekle, dışarıda kalmak arasındaki kararını vermek üzere düşünürken tam da, Kuzey'in sesini algıladığında, hafifçe sarsılmıştı. "Ölmüş!..." demişti kelimelerini devam ettirirken... Ölmüştü, ölümden söz etmişti, gidişlerden, yok oluşlardan!... Hızla o tarafa çevirdiğinde kendini, duyduklarının ardından, gördükleri ile de ayrıca sarsılmıştı. "Yazık!..." nidasını kullanan Kuzey'in sesi, uğultu misali gelmişti, sarsılmıştı bir kez daha... Hande, kuşların canı acırsa, kendini kontrol edemezdi. Bir titreme aldı bedenini, usulca sarmaladı her kısmını, tamamen kontrolünü kaybettiğinde, titremeleri arttı, çoğaldıkça dişleri de birbirine çarptı.

 

"Hadi geldim, girin içeri!" Fatih, elindeki anahtar ile uzaktan, arabasının kapısını açarak çıkmıştı restorandan. Gördüğü manzara ile biraz afallamış, karşısındaki kadına doğru ilerlemiş, dikkatle bakmıştı. Daima ifadesiz olan simasında, ızdırabın kırıntıları vardı, acı çektiği, hafifçe buruşturduğu teninde gözükmüştü. Yengesine doğru döndü, kadını işaret ederek, ne olduğunu, bakışları ile sormuştu. Sadece omzunu kaldırdı, bilmediğini belli edercesine bir ifade takındı Elif. Kimse o an için kadının iç savaşlarını bilememiş, tahmin edememişti. Yerdeki kuş ölüsüne bakarken dudakları titremiş, konuşmak istediğinde, dilinde kelimeler, kıvrılarak paramparça olmuştu.

 

Bir kuş ölüsüne, binlerce düş ölüsünü sığdırırken hastanede can çekişen annesini de hatırlamış, kontrol gücünü tamamen kaybetmişti. "Anne!" demişti kelimesi, ciğerlerini parçalarken söz kırıkları eşliğinde... "İnsanlar çok acımasız, kuşları öldürüyorlar ve sen yanımda değilsin..." Hande, sesindeki titremeye engel olamadığında, tüm bilincini kaybetme noktasına gelmişti. İstemsizce, bunca zaman sonra ilk kez, gözleri dolmuştu. Yukarı kaldırmış bakışlarını, yaş akmasını engellemek istemişti. "Yarım bırakma beni anne, eksiğim zaten, sen de gitme." Bir damla gözyaşı, kontrolsüzce gelirken gözünden, yanağına, ardından çenesine uzanmıştı. Ağlıyordu, hem de en güçlü olması gereken zamanda, kendini engelleyemiyordu.

 

"N'oldu güzel kızım, bana mı kızdın sen?" Nurcan Hanım, kendine gelirken kıza doğru ilerlemiş, ıslak olan dudağının kenarını okşamıştı. "Ben arada gergin olurum, Seda sinir eder beni, sana ondan soğuk davrandım, cevap veremedim sana." Hande, karşısındaki kadına çevirmemişti bakışlarını, sadece kuş ölüsüne bakmıştı sabit şekilde. Kanatları açık, dümdüz, haraketsizdi. Yerde cansızca beklerken günahsız olduğunu düşündü, ne günahı vardı, neden ölmüştü? Sarsıntısı arttığında, derin bir iç çekişle ağlaması hızlandı, hıçkırığa dönüştü, sarsıldıkça gözyaşları arttı. Yeri işaret etti kadına eli ile, sonra kendinden beklemedik şekilde, doğru düzgün, belki de hiç tanımadığı kadına hafifçe sarılırken acısını paylaşacak birini aramıştı. Yarasına dokunulmasını istemişti.

 

...Yol ayrımına kadar, arabanın içinde dinmemiş olan sarsıntıları süregelirken teninde sıcaklık hissetmişti. İstisna olarak gelen ağlamaları ile birlikte hep ateş basardı simasını, daralırdı, boğulacak gibi hissederdi ağladığı vakitlerde. Yanaklarının ikisi de ovalce kızarmış, gözyaşları geldikçe de daha değişik görüntü oluşmuştu. Genç adam, derin bir iç rahatlığı ile dikiz aynasından incelerken parlak simasını, karşısındaki kadına bir kez daha hayran kaldı. Yaralarının tamamını, bir 'Kuş Ölüsü' nün can kırığına sığdırmıştı. Düş ölülerini kuş ölüsü almış, soğuk simasına gözyaşlarını vererek, tüm acıları temizlemişti. Fatih, içinde beliren tarifsiz hisleri bastırırken bir taraftan direksiyonu kavramış, diğer taraftan da arabanın torpidosunu açarak mendil çıkarmıştı.

 

"Siz inin!" demişti ikazcı desibelini kullanarak, "Sen kal!" şeklinde tekrardan tamamlamıştı cümlesini. Dikiz aynasından bakarak konuşmuştu kadına. Herkes inip kapılar kapandığında, elindeki selpağı kadına uzattı, almasını bekledi. Kısa bir afallamanın ardından, gözyaşlarına ara vermese de, selpağı aldı, teninde gezdirdi. "Çok sevdiğin birini kaybetmek, nasıl his, geçmişsin o evreden, bana da anlatır mısın?" Sarsıntılı, zelzele eşliğinde ağlamaları devam ederken, kesik kelimeleri arasından konuşmuştu. "Yaşarsan, kendin görürsün, sakinleş hadi, içeri geçeceğiz." derken hızlı şekilde arabasını park etmiş, kadını indirmek için de aynı hızla aşağı inmişti. Herkesi bilinçli olarak indirmiş, ağlarken içinde anlamsız hislere sebep olan kadınla, bir müddet tek başına kalmak istemiş, bunun sebebini de çözememişti.

 

Çok kişi geldi kaldığı odasına o anlarda, kendisini durdurmak için çabaladılar. Önce Nurcan Hanım gelmişti, durdurmak istemiş, acısına çare aramıştı. Bilememişti, düşünememişlerdi o anlarda, bazı yaralar asla kabuk tutmazdı... Durduramamıştı ağlamasını, dursa anormal olurdu zaten. Yılların kırıklıkları vardı içinde, birikmişlikleri vardı. Yalnız kalmak istediğini anlattı, hem de çok sert izah etti. "Rahat bırakın beni!" dedi inlercesine. Haykırdı acısını. "Yarama dokunmayın, benim yaralarıma dokunmayın; daha çok acıtıyorsunuz, yapmayın!" Yalnız kalmak istediğini anlatırken direnci çoktan tükenmişti. Bir daha odasına kimse gelemedi, korktu ve çekindiler. Yarasına merhem aramadı, sadece ağlamak istedi o anlarda. Zamanında ağlamaktan korktuğu gibi şimdi ağlamamaktan korktu. Sanki bir damla gözyaşı eksik akarsa, çatlayıp ölecekti.

 

"Yanına gelmek istiyorum, bana biraz imkan tanır mısın?" Sadece o anda başını kaldırarak kapı pervazında duran adama dikkat kesildi. Gözyaşları durmamıştı, bakışları pusulu kalmıştı. Yarası da daha kabuk tutmamıştı üstelik, çok derindi. Yanına gelmek istediğini izah etse de, izin istemişti. Çok tuhaftı, hep kaba davranmıştı kendisine ama çoğu zaman baş etmek için o şekilde davrandığını bilirdi. Yaklaştı, uzaklaştı kapı tarafından, kendisine ilerledi. "Gel!" dediğinde sakince, biraz tuhaf karşıladı. Elini uzattı kendisine, herkes uzaklaşırken o geldi.

 

"Sana 'Ağlama' demeyeceğim, istediğin kadar ağla ama benimle ol, bu halini ilk kez görüyorum ve seni tek bırakmak istemiyorum." Gözünün önünden mecburen, en azından susana kadar ayırmayacaktı. Yanına tamamen ilerlerken kolundan tuttu, usulca kaldırdı. "Hadi ilerle, mutfağa geç, sana bir şey hazırlayacağım." Şaşırdı, pusulu gözlerinde şimdi en çok şaşkınlık vardı. Ağlamaları azalmadığı gibi şaşkınlığı da çoğaldı. "Yürüteçin nerede senin?" dediğinde, adım atmakta zorlandığını anlamıştı belli ki, sahiden de ilerlemesi çok zordu. Yamularak, sekerek attığı adımlarda, felçli bacağını sürüklemişti. Gözlerinden damlamakta olan yaşlar, cevap vermesine imkan tanımadı. Fatih, şu haline sevinse mi, acı mı çekse, hiç bilememişti. Ağlamış ve rahatlamış olması, kendi vicdanına da su serperken canını acıtan da yine gözyaşları olmuştu.

 

"Koluna girebilir miyim Hande?" İzin alması, sakin şekilde sorması, izin istemesi şaşırttı kadını, daha da afallattı. Ağlarken şaşıracağı, böylesi afallayacağı, aklının ucundan bile geçmezdi. Sorsalar bir gün ağlayabileceğini de zerre tahmin edemezdi. Onca acılara göğüs germiş, bir kuş ölüsüne tahammül edememişti. Günlerce hep ağlamak istemişti aslında ama ağlayamamıştı, buz tutan acıları şimdi çözülmüştü. Koluna dokunarak usulca giren adam karşısında daha da afalladı, ne çok tuhaf olaylarla karşılaşmıştı, hem de en çok acı çektiği zamanda. Yavaşça girdi koluna ve mutfağa doğru ilerletti kendisini. Yürümekte daha az zorlandı o, koluna girdiğinde... Çok da güvende hissetti kendisini, nedenini bilemese de, o karanlık gecenin sahibi gözler, nedense güvende hissettirdi kendisini. Hande, o anlarda kendini çok maceraperest hissetti, karanlık gözlerin sahibine güvenerek, sonu belirsiz bir yola girmek istedi.

 

"Yasemin uyudu mu anne?" İçeri ilerlediklerinde kendisini sandalyelerden birine oturtarak, karşısındaki Nurcan Hanım'a sürdürdü sözlerini.

 

"Yattı oğlum, hiç sorun çıkarmadı bu defa."

 

"Aferin benim güzel kızıma." Söylenerek tezgaha doğru ilerledi, ocağa ısınması için su koydu. "Yoruldu o, çok dolandık." dediğinde Nurcan Hanım, belli belirsiz tebessüm etti genç adam. "Yarın çıkarır acısını, sabah erkenden kalkar." Çok sürmedi, ocaktaki su kaynadı, demlikten bardağa akıttı. Kupa şeklindeki fincanın içinde tuttuğu kaynar suyu, kahve ile karıştırdı. Elinde fincanı karıştırarak kadına ilerledi. "Çok güzel kahve hazırladım sana, hadi iç, kendine geleceksin." Kahve fincanını masanın üzerine çıkarırken bir peçete daha uzattı kadına, almasını bekledi ama alamadı kadın. Almak istese de alamadı. Sadece bakakaldı gözyaşları içinde, uzatamadı elini. Yere eğilen adam, tek dizini kırarak eğilmişti. "Ağlama." dedi tekrardan konuşurken. Selpağın olduğu elini uzatarak, birkaç kısa hamlede gözyaşlarını sildi.

 

"İnsanlar kaza ile birbirlerini öldürüyorlar, hiç, altı üstü bir kuş ölüsüne böyle ağlanır mı?" Yerden doğrulurken kahvesini kendi çekti önüne. "Hadi bitir çabuk, gelip kontrol edeceğim." dediğinde tekrar mutfağın dışına çıktı. Yanından çekip giden adamın ardından ağlamaları hemen duramadı. Biraz daha devam etti, durduramadı ve devamlı içini çekmelere devam etti. Silinen gözyaşlarının ardından devamı geldi ama daha sakinleşti, içini çekerek durdurmak istedi kendini. Sonra önündeki kahve kupasını eline aldı, dudaklarına doğru uzattı. Sıcak kahve sahiden de içindeki yarayı kaynatmıştı. Yara dikiş bile tutmamıştı ama kaynamıştı. Sıcaklık, acısına da iyi gelmişti.

 

"Sevdin mi kahvemi?" dediğinde tam karşısına aniden oturdu. İçeri nasıl girdiğini bile anlamamıştı. Elini çenesinin altına koymuş, kendisine dikkatlice bakmaya başlamıştı. "Hadi iç." derken sesi netti. O anda duraksadı kadın, iki bakış birbirine çaprazlama değdi. 'Gözlerime böylesine bakarsan olmaz ki.' demek istedi ama sadece istedi. Daha ileri gidemedi, ağzını açıp tek kelam edemedi. "Sana söz veriyorum, annenin iyileşmesi, ameliyata girebilmesi için elimden ne gelirse yapacağım, bir daha böyle gözyaşları dökmeyeceksin; ilk ağlamandı, son olacak, senden tek isteğim; umudunu kaybetme, olur mu, annen iyileşecek."

 

O anda gözlerinde bir ışık belirdi kadının, durduramadı kendini, gülüverdi, gülümsedi. Yaşları elinin tersi ile sildi, gözyaşlarının arasından, sanki hayata meydan okurcasına tebessüm etti. Elindeki kahvesini içmeye devam etti, konuşacak güçte değildi. Ağlamaları usulca sonlanmıştı.

 

"Kalkalım mı artık, biraz dinlenmeni istiyorum." Ses çıkarmadı, sadece doğruldu. Yerinden doğrulmak için çabaladı, tam o sırada karşısındaki adam kendisinden önce kalktı. Köşedeki koltuk değneğini alarak kadına doğru ilerledi. Anlaşılan tekrar geldiğinde bunu o getirmişti. "Yarın akşam hastaneye gideceğiz, Hakan Bey'in konuşmak istedikleri varmış annenin durumu hakkında." derken ilerletti kadını odasına doğru. "Belki güzel haberler verir bize, ne dersin?" Hiç umudu kalmamışken dedikleri, hafifçe adama bakmasına neden oldu, bir ara döndü ve baktı ama konuşamadı. Kaldığı odanın kapısının önüne geldiklerinde, içeri adamdan önce girdi kadın. "Teşekkür ederim." dedi odanın kapısını usulca kapatırken, başka konuşacak söz ve dilinden dökülecek zerre kelam kalmamıştı.

 

Yatağa girdiğinde, ağlamaktan o kadar halsiz düşmüştü ki, olduğu gibi uykunun kollarına sarmalanmıştı. Sabah kalktığında, kahvaltı haricinde hiç odadan çıkmamış, akşama kadar çizimleri ile uğraşmıştı. Sadece annesini çizmiş, bahçesi çiçekli evlerinin kapısında, kendisinin okuldan dönmesini beklerken kaleme almıştı... Yorgundu, kendi misali, çizimlerinde de halsizlik vardı. Yüreği, acılara göğüs germekten çok halsiz düşmüştü. En çok da umut etmekten bitap olmuştu. Akşam olup da hava kararana dek zaman nasıl geçmiş, çizimleri ne ara bitmiş, hiç anlamamıştı.

 

"Gelmemi ister misin?" Kapı tarafına döndü, oradaki bedene baktı, hiç beklememişti. "İstersen gel tabii." dediğinde, konuşacak direnci gösterebildiği için kendi de tuhaflaşmıştı. Hande, Fatih ile her karşılaştığında, çok tarifsiz hissederdi. İçinde, iki dağı birbirinden koparacak, taşları devirecek kadar keskin bir acı varken, onu görmek, kanayan darbelere merhem olmuştu. "Yanımızda oturmanı isteyecektim, hem tek başına oturman çözüm değil." Çekinerek konuşmuştu, ilerlemiş kendisine doğru, elini uzatmıştı. "Sizinle olsam da, annem geri gelmez ki." Sesi kırıktı, perişandı...

 

"Gelecek, ne konuştuk biz akşam seninle, umut edeceğiz; dünyada ölümden başka her acının çaresi vardır, nefes aldığına göre, henüz 'Öldü' demediklerine göre, umut da var."

 

Yerinden doğrulacak imkanı, karşısındaki adamın sözlerinden güç alarak buldu. Koltuk değneğine zoraki tutundu ama dirayeti vardı. Yere düşecek misal olduğunda, attığı adımlarda kesildi. Yarıda kaldı adımları, çok ilerleyemedi.

 

"Yemek hazırladı annem, hadi sen de gel, inat etme." Kollarından tutup kendisini kaldırmasına izin vermişti. Düşmesini son anda engelledi, sıkıca kavradı. İçeri geçtiğinde, çok değişik bir ortamın havasını almış, ciğerlerinde keskin acı hissetmişti. Oturması gereken sandalyenin başında beklemiş, kısa süre tencerenin başında, servis işlemi ile uğraşan Nurcan Hanım'ı incelemişti. Yemekleri tabaklara aktarırken elinde servis kaşığı, bir an için annesini anımsatmıştı. "Hadi otursana." demişti kısa bakış attığında kendisine. Yanındaki adamın desteği ile aksasa da oturmuştu. "Siz, hiç de birini eser alacak tipe sahip değilsiniz." derken acıdan ne dediğini ölçememişti, sanki biraz saçmalamıştı. "Özellikle de sen." Yanındaki adama bakarken devam ettirmişti kelimelerini. "Birini kaçıracak cesarete sahip olan insan, vurar, kırar; bağırıp çağırır ama sen hiç o dizilerdeki basit, mafya tipli adamlar gibi değilsin, sinirli halin hiç korkutmadı beni."

 

"Ne mutlu bana o zaman, seni kurtarmak için kaçırdım, o züppelere benzemek için değil." derken sırıtarak, eğlenircesine konuşmuştu.

 

Yemek masasında zaman, düşündüğünden daha uzun geçmiş, hal ve tavırlarına, bir kez daha şaşırmıştı karşısındaki adamı. "Bana köfteden biraz daha verir misin anne?" demişti karşısındaki Nurcan Hanım'a tabağını uzatan Fatih. Ortamdan soyut gibi dursa da, olanları, konuşulanları algılamıştı. "Kalmadı oğlum." demişti sakince kadın, güldü adam, sessizce, tekrardan sırıttı, annesine hafif bir göz işaretinde bulundu, sonra tekrar konuşmalarını sürdürdü. "Ne demek kalmadı, kalacak, olmak zorunda, ben ne istersem o olacak!" Sahteden arttırırken desibelini, etraftakiler de sessizce gülmüştü. "Yavrum, mücverden koysam, o da aynı köfte gibi zaten." demişti sahte sinirini bastırmak için uğraşırken.

 

"Olmaz, canım köfte istedi, ben ne istersem, hemen olmak zorunda." Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. "Bu evde ben ne dersem, o olacak!" Yüksek çıkarmak için çabalamıştı sesini. Yanında, kendisine çapraz, karşısında duran kadının, kendilerinden soyut olduğunu bildiği kadar, duyduğunu da bilirdi. "Tamam, hemen beş dakikada, köfte de kızartırım." Sahteden, sakinleştirmek için tekrardan konuşmuştu annesi. "Sen onu hazırlayana kadar, aç mı kalacağım ben?" Sesini daha da gürleştirmişti. Sahteden sinirli bakışlar atarken karşısındaki kadınla göz göze geldi.

 

Elini, kadının önündeki tabağa uzatarak tabağı aldı, belki de kadının soğuk bakışlarını, o an için şaşkınlığa çevirmişti. "Yemediğine göre alabilirim, değil mi?" Olabildiğince sakin konuşmuştu. Ne cevap vereceğini bilemediği gibi, bakışları da boş kalmıştı. Kendi önüne aldığında tabaktan sonra, sahte umursamazlıkla baktı kadına. Çatala taktığı köftelerden birini, bütünce ağzına attı. Yavaşça çiğnedikten sonra midesine indirmiş, "Çok güzelmiş." demişti keyifle konuşurken... Belli belirsiz sırıtmıştı konuşmaları sırasında. Tekrardan kadının önüne bıraktığında tabağı, "Yemeğini bitir hadi, birazdan hastanede oluruz." derken sesi öncekilere göre daha durgun çıkmıştı...

 

Yalnızlığında, kendi dünyasında, kendi karanlığında kaybolmuşken Hande, o akşam Doktor Hakan Bey'in sözleri, içine umut bahşetti. "Henüz kendine gelememiş olsa da, bünyesi ameliyata uygun, bir hafta içinde aksilik çıkmazsa nakil işlemine başlanacak." dediğinde kocaman bir çığlık attı Hande, karşısındaki doktora sarılmamak için kendini zor tuttu. Hastane koridorunun duvarlarında yankılandı sevinç narası, kendini durdurmak için elini dudaklarına kapattı. İşte tam da o vakitlerde, Hakan Bey'in ifadesi durgunlaştı. "Hande Hanım, lütfen!..." Umut ettirmek istemedi, çoğu sağlık çalışanının olduğu gibi, Hakan Bey'in de umut ettirdikten sonra başaramama, korkusu vardı. "Ben sizi umutlandırmak istemem, sadece şu kadarına değinebilirim ki; Yeliz Hanım çok güçlü, çok dirayetli, kan değerleri biraz normale döndü, az daha direnirse, risk bulmazsak ameliyata alacağız."

 

Yere düşmemek için zor durdurdu bacaklarını, iki bacağı da titremelere başlamış, bacaklarındaki titremenin bedenini ele geçirmesine ramak kalmıştı. Zoraki hissettiği felçli bacağı bile titrerken duvara tutundu. Yanındaki adam tutmak istese de kendisini, durdurdu, tutunmak istemedi. Yalnızlığa en çok ihtiyaç duyduğu şu vakitler, en karmaşık hislere sahipti. Hastane koridorundaki bekleme sandalyelerinin tam önünde dururken refleksle, ağırca ardındaki sandalyenin üzerine oturdu. "Benim için..." Yüzüne ağırca kapattı ellerini, kuş ölüsüne ağladığında açılan gözyaşları, bir kez daha zangırdarcasına, titrerken devrildi gözlerinden. "O, benim için direnecek, bana söz verdi zamanında, 'Anneler ölümsüz' dedi, sözünü tutmak için direnmekte." derken titremeleri, her tarafını sarmaladı. "Kuşların hunharca, acımasızca öldürüldüğü dünyada, annem beni kaderime terk etmeyecek." Kuş ölüsünün gölgesinde savrulan düşleri, ufacık umut ışığı ile tekrar bir araya gelmişti...

 

Bölüm Sonu...

 

Yaşadığı tüm acıların ardında Hande, sonunda kilit noktasını araladı ve ilk kez ağladı. Ağladığı, kuş ölüsü değildi aslında, başından geçenlere ağladı. Bunca zaman olanların birikmişliği var üzerinde. Fatih, her zamankinden daha sabırlı ilerledi. Yaklaşımı çok farklı oldu. Ağlaması hem vicdan azabına nedendi, hem de hoşuna gitti.

 

Hande'nin Yasemin'e olan tepkisini nasıl buldunuz? Hiç beklemediğinizi fark ettim. Çocukları hiç sevmez, Yasemin'e de tamamen tepkisizdi. Hissiz bir ilerlemede bulundu, sonradan ne olacağını ben de bilemem.

 

Sizce Yeliz düzelecek mi? İyileşmesi ile ölmesi arasındaki ince çizgide ben bile kaldım.

 

Yeni bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın...

Loading...
0%