Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22. Bölüm: "Geçmişin Gölgesi"

@mavi_melekler

Çok hoşunuza gidecek bir bölümle geldim karşınıza. Başlarında azıcık şaşırsanız da, sonlara doğru çok hoşunuza gidecek.

 

Bölüm şarkısı: Kıraç / Binbir Gece Jenerik Fon Müziği

(Kısık sesle, bölümü sindirerek okurken dinlemenizi öneririm.)

 

22. Bölüm: "Geçmişin Gölgesi"

 

Yeşeren umutlarının daha çok filizlenmesine izin veremezdi, canının acımasından ürkmüştü. Sonra ummadığı acı ile karşılaşırsa, çok daha derin savrulabilirdi. Kendini çok kaptıramazdı, annesinin toparlanamama ihtimali de vardı, önce doktorla konuşacaktı. Zaten Hakan Bey, çok umutlanmamasını, sağlık çalışanına özel, imalı cümlelerle izah etse de, daha net öğrenmek istedi Hande. Yaşamak istedi o anlarda, sanki aldığı her soluk, orada can çekişen annesine aitti, onunla bütün olduğunu hissetti. Yaşatmak istedi en çok da, soluk alırken annesine can aşılamak istedi. Yerinden, üzerine oturduğu sandalyeden doğrulurken ıslak teni kurumuştu. Solsa da gözyaşları, izleri henüz üzerinde mevcuttu. Yürüdü, attığı birkaç sarsak adımın ardından, belini doğrultabilmek için koltuk değneğine daha sıkı tutundu. Yürüdükçe uzun koridorda, odasına giden doktorun ardından ilerledi.

 

"Hakan Bey!"

 

Sesindeki çaresizlik, artık tek başına çaresizlik değildi. Düzeleceğine tam olarak inanmasa da, umut kuşu gelmiş, yüreğinin tam ortasına yerleşmişti. Çaresizliğin beraberinde, olmasını istemese de, şimdi ufak bir umudu vardı. Yine de bunu doktordan dinlemek istedi, sanki dinlerse daha düzelecekti. Usulca ardına dönen adama birkaç adım daha ilerledi ve duraksadı. Nasıl söze gireceğini bilemedi, nasıl konuşacağını da kestiremedi. Yürümekte zorlansa da, annesinin geri döneceğini bilmek, hissetmek bile canının acısını almıştı.

 

"İyileşecek mi annem?" Çok beklenmedik şekilde sorduğu soru, karşısındaki doktoru da afallatmıştı. "Yani şöyle sormam gerekirse, hayati tehlikesi, şu an hâlâ devam etmekte mi?"

 

"Yeliz Hanım kendinde değil, bilinci kapalı ve makinelere bağlı, şu anlık sadece nefes almakta ama bilincinin kapalı olmasına rağmen, bedeni çok dirayetli, düzelen kan değerleri de bunu göstermekte."

 

"Umut var mı?"

 

"Umut her zaman vardır, üstelik mühim olan da şimdiki süreci atlatabilmesi."

 

"Şimdiki süreçten kastınız ne?"

 

"Eğer on beş gün içinde bir aksilik çıkmazsa ameliyata alınacak ama ameliyat da riskli, şimdi nasıl risk varsa, süreç tamamen tehlikeli." Yanından çekip gidecekken, son açıklamalarında bulunmuşken Fatih, hızlı şekilde konuşmanın ortasına atıldı. "Kendisini görmemiz mümkün mü, benim görmem lazım."

 

"Çok kısa olursa sevinirim, size tepki veremez, durumunda, düzelen kan değerleri dışında değişim görülmedi." Sadece bakışları ile cevaplarken karşısındaki doktoru, çok kalmayacağını belirtti.

 

İnsanın en ağır korkusu da, verdiği sözleri tutamamaktı. Fatih, son zamanlarda Hande'nin zarar görmesinden çekinir olmuştu. Başlarda bu durum kendisini rahatsız etse de, sonra emanet olduğunu düşündü. Normaldi aslında, neden endişe ettiğini düşünse de, üzerinde durmamıştı. Önce babasının, sonra da Yeliz Hanım'ın emaneti olmuştu kendisine. Şimdi karşısındaki kadına bakarak, "Emanetinizi koruyorum, zor bir sorumluluk olsa da, daha çok geleceğim üstesinden inşallah." demişti rahatlıkla. "İyileşeceksiniz, benim umudum var, siz çok güçlüsünüz, anneler hep çok güçlüdürler." derken aklına dışarıdaki kadın geldi. "Sizin kızınızla böyle zor baş edebiliyorsam, onu siz yetiştirdiğiniz için, tüm hırçınlığını sizden almış."

 

Yaklaştırdı elini, haraketsiz koluna uzandı, kadının elini avuçladı. "Yaşayacaksınız, yaşamın umudu var sizde..." Karşısındaki kadına zamanında öylesi kızgındı oysa, şimdi sakindi, endişelerini anlamıştı geçen zamanda. Hande'nin kişiliğini, sağlam psikolojisi olmadığını anladığında Fatih, Yeliz Hanım'ın endişelerini de gittikçe net anlamıştı. "Çok iyi, daha da iyi olacak, biraz sorun çıkarıyor arada ama baş edebiliyorum." Dudaklarına peyda olan tebessüm, belli belirsizdi, net değildi. Elleri arasındaki eli, hafifçe kıpraşmış, parmağı haraket etmişti. Arada olurdu, bilinci kapalı değildi, her ne kadar kapalı dese de Hakan Bey, inanmak istemezdi Fatih. Kapalı bilince sahip olan hastanın eli haraket etmezdi. Çok kısa eli kıpraşan kadının elini sıktı, "Merak etmeyin." dedi sakinleştirircesine konuşurken. "Kimseye vermeyeceğim onu, siz sapasağlam kalkana kadar benimle kalacak." Yorgun bedeni makinelere bağlansa da, umutlar çoğalmıştı, iyi olacaktı.

 

Hande, kafasındaki karmaşa ile mücadele ederken hastane koridorunda Fatih'i beklediği vakitlerde, daha ağır karışıklıklar oluşmuştu. Hiç beklemediği anda gelen Neslihan Hanım, daha da aklını karıştırmıştı. Yanına hızla gelirken hastane koridorunda, beklenmedik şekilde davranışlar sergiledi. Sıkıca sarıldı kendisine, "Geçmiş olsun kızım." dediğinde, kendisinin kokusunu içine çekti. "İyi olacak Yeliz, düzelecek inşallah; ne olur benim dediklerime kanma, özür dilerim anneciğim." derken neden onu hâlâ samimi bulduğunu düşünmeden edemedi. Ayırdı kendisini kollarından, parmaklarını teninde gezdirdi. "Ben ne dediğimi bilmiyorum kızım, o video, benim isteğimle çekilmedi, kanma ne olur; Yeliz'in tuttuğu o adam, senin sonun olacak, izin ver seni kurtarayım." Nasıl bir karmaşaydı ki, her tarafını sarmaşık misali tesiri altına almıştı.

 

"Gelemem anne, belki haklısındır ama ben sana dönemem."

 

Şimdi tam da Yeliz Hanım'ın düzelme umudu varken terk edemezdi, o küçücük umudu atamazdı, tam tersine, umuda tutunması şarttı.

 

"Yavrum, ben sana Yeliz'i terk et demedim ki, üzerinde hakkı var tabii, o da senin annen sayılır ama seni böyle ele geçirmesine izin verme."

 

"Yardım edeceksen sana mesaj attığımda neden etmedin?"

 

"Mahkeme ile halletmek istedim ama çok zorlandım, çünkü zamanında sana bakabileceğine dair Yeliz'e imzalı beyan verdim ben."

 

"Seni aradım, açmadın, sonra mesaj attım. Senden bana olumsuz cevap gelince polisi arayacaktım, şansımı deneyecektim ama olmadı. Yakalandım, elimden telefonu alınca ilaçla uyuttu beni. Hiç kötü davranmıyor, eskiden hep bağlardı beni ama şimdi çok sorun çıkardığımda ilaçla uyutur."

 

"Kızım kendine gel, dediklerinin bilincinde misin sen?" Yüzünde korku dolu ifade oluşan Neslihan, iki adım daha atarken karşısındaki kızın ellerini tuttu. "Daha ne kadar kötü olabilir, adam bildiğin psikopat. Seni 'Korumak' bahanesi ile kandırmış ama korumak isteyen insan böyle mi korur? Sen hastasın Hande, sağlam değilsin, sana bu halinle böyle davranan, depolarda eli kolu bağlı tutan adam, kötünün de kötüsü, felaket psikopat." Yanağında gezdirdi elini, saçlarını geri ittirdi. "Yıllarca baktım ben sana, felç geçirdiğinde altından aldım, kirli bezlerini yıkadım, asla bırakmam, seni tüketmelerine izin vermem, ne olur hemen gel benimle, inat etme de, çekip çıkarayım şu çamurdan."

 

"Seni kim kurtaracak acaba?" Yoğun bakım ünitesinden çıktığında koridorda karşılaştığı manzaraya hemen müdahale etmemiş, önce bir süre izlemişti Fatih. "İpin benim elimde. Ya ben çekerim fişini, ya da ben kurtarırım seni. O nedenle, çok çırpınmadan ikile buradan."

 

"Yeter!" Yükselen sesi, koridorları doldurduğunda umursamaz bakışlar attı adam, nasıl olsa bir adım ileri gidemezdi. "Yükseltme bana sesini, uzatmadan çık."

 

"Daha ne kadar esaret altında tutacaksın, Hande ne seninle kalmaktan mutlu, ne de Yeliz'in ona sunduklarından."

 

"Ben de onun mutluluğundan sorumlu değilim, benim önceliğim onun güvenliğini sağlamak; seninle güvende olmayacağını sen de tahmin edebilirsin Neslihan Hanım, bak hâlâ sana karşı terbiyemi korumaya çalışıyorum, zorlama istersen sınırlarımı."

 

"Böyle kalmaz bilesin, ben bu oyunu bozarım!" Çok kalmadı Neslihan, cümlesini tamamladığı anda ardına dönerek çıkış kapısına uzanan merdivenlere doğru ilerledi. "Anne!" dedi o tarafa dönen Hande ama dinletemedi kendini, çok çabuk gitmişti.

 

"Anneciğin seni benden almak için çeşitli boş hayaller kurarak uzaklaştı." Yarı alaylı konuşan Fatih'e uzun zaman sonra tekrardan kin içinde baktı. "Yürü!" derken hafif zoraki şekilde dışarı çıkardı. "Sakın zorluk çıkarma, senin saçmalıklarınla uğraşamam."

 

Yol boyunca iki tarafta da kafa karışıklığı olmuştu. Hande, annesi geldikten sonra daha karmaşık durumlara düşmüş, işin içinden nasıl çıkacağını anlamamıştı. Direksiyonu çevirdiği vakitlerde, kadının duruşundan neler düşündüğünü az da olsa kavramıştı. Daha dikkatli olacak, tekrardan ipleri sıkılaştıracaktı. Çok geç saatlerde eve gelmişlerdi, trafik olmasa da hastanede çok kalmışlardı. Eve geldiğinde, daha bahçeden içeri girerken kucağında Yasemin'le kendisini kapıda karşılamıştı Nurcan Hanım, anlaşılan Fatih'le konuşacakları vardı. "Uyutamadım oğlum, kusura bakma, çok uğraştım ama olmadı, biz de beraber bekledik sizi." Zoraki ve mahcuplukla tebessüm etti.

 

"O nasıl söz anne, ne kusuru."

 

"Nasıl Yeliz Hanım'ın durumu, bir gelişme var mı?" Nurcan Hanım, konuşurken önce Fatih'e baktı ama bakışları çok kısa sürdü, sonra Hande'nin kendisine döndü. Sorusu Fatih'e olsa da, karşısındaki kızı karşılamak istedi. "İyileşecek anne, ben inanıyorum; Hakan Bey, eğer kan değerleri böyle normal ilerlerse, bilinci açılmasa da nakil için ameliyata girebileceğini izah etti."

 

"Şükürler olsun!" Sıcacık gülümsedi Nurcan Hanım, gözlerine ansızın bakışları değen Hande, onunla beraber, Allah'a ettiği duaları hatırladı. Yine ve tekrardan içine nedensiz umutlar doldu. "Gördün mü, bak güzel kızım, Allah dualarını kabul edecek, anneni sana bağışlayacak." Yaklaşırken kucağındaki bebekle beraber kendisine, Hande de kısa süreliğine bakakaldı ona. Gece karanlığında kehribarın en turuncu halini alan gözleri, önce Nurcan Hanım'ı buldu, sıcaklığının Yeliz Anne'sini anımsattığı kadına bakakaldı. Sonra hafif hızlıca, Nurcan Hanım'ın kucağındaki bebeğe gayri ihtiyari değdi bakışları. Gülümsemekte, sıcacık bakan, sesli gülüşlerle etrafa bakan bebeğin varlığı, ilk defa o an dikkatini çekti.

 

Hande, saçında hissettiği el ile duraksadı, şaşkınlığına bir de ürperti eklendi. Karşısındaki kadının kucağındaki bebek, usulca elini uzatarak saçına dokunduğunda, irkildi ve kendinden bağımsız, istemsizce bir adım geri gitti. Yüzüne değdi kendinden bağımsız gözleri, tekrardan inceledi; mavi gözlü, kumral tenli bir kız bebekti, dalgalı kumral saçları dağınıktı, toplanacak kadar çok değildi. Yakından inceleme imkanı da bulmuştu. Çocukları çok sevmezdi ama saçına dokunmasından rahatsız olmamıştı. Sadece biraz ürpermiş, istemsizce de geri adım atarak çekilmişti.

 

"Ben içeri geçeyim, sizin benden gizli konuşacaklarınız vardır kesin." Geri çekildikten hemen sonra, eve çıkan ufak merdivenlere ilerledi, kapı tarafına doğru ilerledi.

 

"Hayatı laf sokmaktan ibaret!" Söylense de Hande anlamadı, eve çoktan girmişti.

 

"Kız şüphelenmekte haklı, sana sahiden anlatacaklarım var." Çekinerek söze girdi Nurcan Hanım. "Yanında söylersem erken kaos çıkarabilir, içeri girmesi doğru oldu."

 

"Ne oluyor anne?"

 

"Yarın Ersin'ler komple, İrfan Amca'nlarla beraber, topluca bize gelecek."

 

"Allah kahretsin!" Sinirinden nasıl düşüneceğini, nasıl tepki vereceğini bilemediği gibi bu olayla nasıl başa çıkacağını da bilemedi. "Şimdi Aynur abla, kesin bunu görmek isteyecek."

 

"Dur oğlum, buluruz elbet çözümünü."

 

"Çözümü zaten çok basit ama doğru değil!" Yükseldi sesi, çoğaldıkça gürleşti, tepkileri de korkuttu. Nurcan Hanım'ın kucağındaki Yasemin'in ağlaması sonucu sinirden ter atan Fatih, hemen kendine gelmesi gerektiğini anladı. "Yapma şöyle, yanlışsa yanlış, kime ne."

 

"Hastanede Neslihan Hanım'la karşılaştım, zaten sinirlerim bozuktu, daha da gerildim şimdi."

 

"Derdi ne o delinin, neden gelmiş?"

 

"Yoğun bakımdan çıktığımda, Hande ile konuştuklarına şahit oldum, 'Seni kurtarmama izin ver.' gibi saçmalıklar zırvalamıştı; benimle karşılaşınca önce bir şaşırdı tabii." Duraksarken şimdi Hande'nin nasıl bir karmaşada olduğunu düşündü. Hemen annesini içeri gönderecek, onunla ilgilenmesini rica edecekti. Kontrolü elden bırakmanın aksine, daha sıkılaştırması şarttı. "Biraz tartıştık, ipleri elimde olduğundan çok direnemedi. 'Bırak kızımı' dedi, kızı almak istedi ama tehditlerime de tahammül edemedi. Giderken zırvalamadan edemedi, bu oyunu bozarmış, böyle gitmezmiş."

 

"Çok bekler o daha, soysuz kadın!"

 

"Senden ricam anne, şunu kontrol altında tut, olur mu?" Konuşmaları sırasında 'Şu' kavramından kastı, Hande'nin kendisi olmuştu. "Şimdiden bir kontrol edersin, aklı karıştı, kaçmak gibi saçmalıklara kalkışabilir."

 

"O iş bende, rahat ol sen, Yasemin'i uyutunca hemen kontrol ederim."

 

"Bana ver onu, biraz zaman geçirelim." Usulca kollarını uzattı annesinin kucağındaki kızına. "Biraz ağlamaklı bugün, sen bağırınca ürktü herhal."

 

"Yok, o cadılık için bahane arar, biz şimdi biraz zaman geçirelim, hemen düzelir." Sıkıca kucağına kavrarken saçlarının kokusunu içine çekti. "Senden ricam, şunu kilitle odasına, sabah da misafirler gelmeden bir çare düşüneceğim."

 

"Yasemin, Düzce'de mi kalacak oğlum?"

 

"Yarın sabaha karşı bırakırım, çok zor bir gün geçireceğiz. Yıpranacak, ilgilenecek zamanım bile olmayacak."

 

"Sen nasıl istersen oğlum."

 

"Sütü hazır mı Yasemin'in?"

 

"Hepsi kenarda, bahçe masasına bıraktım, içeride çok ağladı, dışarıda oyalayacaktım biraz."

 

"Tamam, sen dediklerimle ilgilen anneciğim, ben halledeceğim."

 

Fatih, kucağında kızı ile bahçenin diğer tarafına ilerlerken Nurcan Hanım da içeri geçmiş, Hande'nin odasına doğru ilerlemişti.

 

"Yapma, bırak beni..."

 

Sesindeki çaresizlik, kolunu kurtarma çabasına girdiğinde, acı ile birbirine karıştı. Yanındaki kadın, az duraksadığunda bırakacağını sandı ama durduğunda, güçlü bir kavramanın ardından daha sert sürükledi. Kıvrandı ama bedeninde tahammül kalmadı, bacağı altına kıvrıldığında ağırca aşağı indi. Yere kapaklanacak imkanı bile olmadı, düştüğü kısımdan sürükledi kendisini ama bırakmadı. Ne olursa olsun, babası iş seyahetinden döndüğünde, ona bildiklerini anlatacaktı. O hiç tanımadığı adamla annesini gördüğünü konuşacaktı. Dürüstlüğü kendisinden öğrendiği adama dürüst olacaktı. Sürüklerken bedenini, kendisine kelimelerle kin kustu, iğrendiğini belli edercesine davrandı. Hiç sevilmediğini bildiğinden, şimdi ki çığlıkları zoruna gitmezdi. Sevilmemesinin tek nedeni, doğru bildiklerinden vazgeçmemesi olmuştu. İnat değildi kendisinde olan, hırs değildi, babasına olan sevgisindendi sadece. Yerden kaldırmış, kapı önüne sürüklediğinde evin kapısını açmıştı. Şiddetle gürlemekte olan gökyüzü, karanlık geceyi aydınlatan şimşeğin ışığına dost olduğunda, dudaklarında gür, kalın çığlıklar döküldü. Kapı kenarından çekerek dışarıda durdurdu, duvara yasladığında kendisini, burnundan solurcasına dikkat kesildi.

 

"Delirtme beni Hande, evladımla sınanmak istemem, diretirsen sabaha kadar dışarıda kalacaksın!"

 

Yine durdu, duraksadı ve düşündü. O çok sert hava şartları altında, dışarıda kalmak, içini korkudan karartsa da geri dönemezdi. Görerek şahit olduğu ne varsa babasına anlatacaktı. Yükselen sesinden ağrılar giren boğazını temizledi, başını iki yana sallarken "I-ıh!" diyebildi sadece. Sesinin her teli, konuşmak istedikçe üflük misali oldu, kelimelere bile gücü kalmadı, her desibel, sesinde kuru soluğa dönüştü. Sadece tek istediği, babasının çıktığı iş seyahetinden dönmesi oldu. Kavuştuğunda anlatacaktı, hepsini dökecekti dudaklarından. Bir günahtan kaçarken başka günaha tabi tutulacağını bilse de, mecbur kaldı. Yuvasını yıkacaktı annesi ile babasının ama kader işte, mecburluktan daha öte gidemezdi. "Hayır." dediğinde tekrardan, soluğundan da güçsüzdü artık sesi. Yüzüne bir ara tekrar gözleri değdi, annesinin sinirden teni kıpkırmızı oldu. Hiç el kaldırmazdı Neslihan Hanım kendisine, çok zorlasa da annesini, daha dokunmamıştı. Yüzüne elini geçireceğini sansa da, hiç dokunmadı o anda. Yere ittirdiğinde bedenini, merdiven bitimindeki son eşiğe düşerek oturdu. Korkudan dişleri titreyerek birbirine çarptı ama tepki verecek halde değildi.

 

"Sen el kaldırılmaya bile layık değilsin, Allah senin belanı versin, kal orada da akıllan." İlk cümle, beynine sanki kemer darbesi indirdi defalarca kez hem de. 'Sen el kaldırılmaya bile layık değilsin.' demiş, dövmek bile istememişti. Bundan daha ağır acı mı olurdu? Yerinden hızla doğrulurken ardı sıra ilerledi. Çok halsizdi, sürüklenmekten gücünü kaybetmesine rağmen hızlı ilerledi ama yetişemedi annesine. Önden ilerlemiş olan Neslihan Hanım, hızla evin kapısını üzerine kapattığında, kapı önünde yere eğildi, ellerini kapıya dayarken "Anne!" dedi güçsüz şekilde. Yumruklasa da kapıyı, kapı ardındaki kadının canına yetmişti bir kere. "Yalan söylemek çok günah anne, hem babam sana kızmaz ki, o çok iyi bir insan, hemen affeder seni." derken elleriyle kapı üzerinde mesken tuttu. Yine de dinletemedi kendini.

 

"Hâlâ akıllanmadı, daha 'Babam' diyor bana, nankör pislik, kal orada don soğuktan; anne sözü dinlemeyeni böyle yaparlar!" Sadece sesini dinledi kapı ardından, sonra uzaklaşan adam seslerini dinlemek zorunda kaldı. Yine ağırca uzaklaştı. Aylardan Şubat, soğuğun en kesici olduğu zamanlardı. Yağmurlu ve oldukça soğuk akşamlardan birinde kendisini, en korktuğu gök gürültüsünde dışarı atmıştı. Her çığlık attığında, biraz daha kısıldı sesi, bağıracak hali kalmadı. Sadece içini çekerek 'Anne' dedi. O iki hecelik kelime, içinde hiç kapanmayacak, hayat boyu kanayacak yaralar bıraktı.

 

"Anne!" Bir hızla kaldırırken başını, kaçıncı kez olduğunu hatırlamadığı, o acı dolu kelime çıktı dudağının arasından. Yatağa sağlam kolu ile beraber diğer kolunu da bıraktı. Ellerini bastırdığı kısımdan destek alırken çok daha doğruldu. Etrafına bakındı önce, karanlık gecede, odanın içinde bir ışık aradı. Yine düşlerine o korkunç gün gelmiş, uykusunda bile hatıralardan kurtulamamıştı. Ne acı anıları vardı, hem de hiç hatırlamak istemediği. Ne zaman ki annesi, o kötü havada kendisini sabaha dek dışarıda bırakmış, işte o vakitin ardından daima, daha çok korkar olmuştu gök gürültüsünden. Karanlık odanın tam ortasında kocaman bir ışık belirdiğinde, gayri ihtiyari attığı çığlığı durdurmak için elini ağzına örttü ama nafile. Sesi duyulmuşsa, hali şimdiden perişandı. O hiç tanımadığı insanların önünde çaresiz kalamazdı. Önce sakin kalacaktı, başarabilirdi. İsterse olurdu. Az önceki bağırışını kimsenin anlamaması için dualar etti Allah'a. Gece sessizliğinde sesi, daha rahat anlaşılabilirdi, dikkatli olması gerekti. Gök her gürlediğinde, şimşeğin ışığı belirirdi karanlık odada.

 

"Sakin olacağım, çok sakin olacağım." Yerinden kalkmıştı kendine telkinler verdiğinde. Kaldığı odadan zaten çıkamazdı, kapısının kilitli olduğunu hatırladı. Gece mutlaka kilitlemiş olabileceklerini hatırladı. Hem çıkmaması da daha doğru olurdu. Düşündü, nasıl tahammül ederdi? Yatağına tekrar oturduğunda, kollarını önünde birleştirdi. "Bir, iki, üç!..." Sakinleşmek için sayarken devam edemedi, hızla çakan şimşek, saymasını keserek bağırmasına neden oldu. "Yok, sakin olacağım, ben istersem başarırım." Soluk soluğa, inilti içinde dudaklarından çıkan destek kelimeleri, çaresizliğini bir kez daha açığa çıkardı. Çocukluğu geldi aklına bir anda. Yağmurlu havalarda daima eski günleri düşünürdü. Kendisini her gök gürlediğinde kollarına alarak uyutan adamı, babasını hatırlardı. Şimdi nasıl da uzaktı ona. Yaşıyor muydu, hayatta mıydı? Yoksa?... Ölüm denen o soğuk illeti, sevmediği babasına layık göremedi. İçinde karmakarışık, sarmaç misali acılar oluştu. Bir gürültü daha koptuğunda, hızla kalktı. Çok bile tahammül etmiş, içindeki korku, daha çok olduğu kısımda bırakamamıştı.

 

Ellerinin içindeki kapı haraketlendiğinde, bir an için duraksadı. Arkadan algıladığı kilit sesi, daha çok şaşırmasına neden oldu. Haraketlenen kapı ağırca açıldığında geri çekildi, olacakları izledi. Tam karşısında kendisine bakan Nurcan Hanım'ın önce simasında, sonra da bakışlarında dolaştırdı gözlerini. Yeşilin en açık tonlarındaki gözlerinde, acıma hissini gördüğünde kendinden iyice soğudu. Gecenin oldukça geç saatinde, neden gelmişti? Yanına gelmesinin sebebi, mutlaka gök gürültüsünden korktuğunu bilmesi olabilirdi. Şimdi tüm kabuk tutmaz acılarını avuçladığında, nasıl olurdu da annesine güvenebilirdi? Hep güven veren ama daima da eksik bırakan olmuştu Neslihan Hanım. Tamam, babası katil olduğu için suçlu olabilirdi, annesi de günahsız değildi. Söyleyememişti ama o kadın, babasını aldatmıştı, ona şimdi ki kocası Koray'la ihanet etmişti.

 

"Gel kuzum, bir lavaboya gidelim, ihtiyacın varsa karşıla, sonra da su içersin."

 

Ürktüğünü anlamazdan gelen kadın, rencide etmek istememişti. Ellerinden sımsıkı tutarak kaldırdığında kolunu beline doladı, ağırlığını üstlendi. Geç saatlerde kesin Fatih göndermişti onu, gelmesinin başka açıklaması kalmamıştı. Yürütürken evin içinde lavabo tarafına ilerletti. Yürüteçini de diğer eline almış, lavabonun önüne geldiklerinde, orada duraksamış, tutunması için destek olmuştu. "Hadi güzel kızım, sen içeride işlerini hallet, sonra mutfağa geçeriz." derken içeri koyarak kapıyı kapatmış, kapının dışında onu beklemişti. Uykusunun bölünmesine Allah'tan, çok alışkındı. Daha uyumamıştı ama uyurken de kalkar hep kontrol ederdi. Kilitli tuttukları için kızı, mecburen geceleri arada gelerek kontrol ederdi. Fazlası ile alışkındı uykusunu bölerek kontrol etmeye. Rahmetli kızı varken ne çok bölünürdü, gece kalkar, bazen üzerini örterdi. Kimi zaman altından alırdı geceleri, asla sabaha bekletmezdi. Yatalak bile olsa, o halde bırakmazdı asla, her kalktığında temizlerdi. Yavrusunu özlemişti, nefes aldığını bilmesi bile ne güzel histi. Soğuk mezar taşına sarılmaktansa, bedenine sarılmak isterdi daima. O halde bir ömür bakardı da, Allah nasip etmemişti. Yaradana karşı gelemezdi, O istemezse, acının verdiği imtihana sarılmak düşerdi insana. Tekrardan açıldığında kapı, oldukça sakin karşıladı. Rencide etmek istemedi. Belki korktuğunu anlamasından rahatsız olabilirdi.

 

"Gel bir de beraber mutfağa geçelim." Kolundan tutarak ilerletti kendisini, beraber mutfağa girdiklerinde kendisine neden iyi davrandığını düşündü. Herhalde korktuğunu bildiğinden böyleydi, çünkü normalde oğlu kadar ukala kadındı. Eline bir bardak su veren kadından, aksilik çıkmaması için sağlam kolunu kullanarak bardağı aldı. Bir bardak su, sahiden de tüm birbirine karışan sinirlerini rahatlatmış ama kafasındaki karışıklık asla geçmemişti. Karşısındaki Nurcan Hanım, elinden bardağı alırken sanki içini okurcasına baktı gözlerine. "Sakın bir saçmalığa kalkışma, olur mu güzel kızım?" derken tehditkar baktı. Kaçacağını düşünmüştü, hakkı da vardı o şekilde düşünmekte. Aklından geçmemiş değildi, kendisini almakta zorlanan annesine, kendi gitse çok doğru olurdu. Esir olmasını hatırlaması gerekirdi, bırakmaları mümkün değildi.

 

"Seni bağlamak istemiyorum, beni zor durumda bırakma." Ürperdi. Sözleri, korkularınca iç geçirmesine neden oldu. Yaparlar mıydı tekrardan? Elini kolunu, ağzını bağlamaları mümkündü. Çığlık çığlığa ortalığı birbirine katarsa, mutlaka çözüm amaçlı etkisiz hale getireceklerdi kendisini. "Yapamazsınız!" Çok ani refleks kullandı konuşmaları sırasında. Susması gerekirken konuştuğuna sinirlendi. Karşısındaki kadın, kendisinin hızlı sergilediği tepki karşısında, burukça tebessüm etti. "Yaparım, evladımın başına iş açacak olursan, canını acıtmaktan çekinmem."

 

"Siz de bir annesiniz." Daha çok konuşacak gücü kalmadı, kısa konuşacaktı. Yanıtı ne olursa olsun, bir daha söz söylemeyecekti.

 

"Ben de bir anneyim ve seni de evlatlarım gibi korumak için istemeden zalimleşebilirim, hastanede canı ile cebelleşen annen nasıl ileri gitmişse, ben bin kat giderim!" Sustu, konuşacak gücü de kalmadı, direnecek hali de. Yönlendirilmelerle odasına ilerlerken bacakları birbirine dolandı. Şimdi çok çaresiz kalmış, kalbinde derinlemesine boşluk açılmıştı. Yatağının üzerine oturmasına destek olan kadına dikkatlice baktı. Yeşil gözlerinde sevgi aradı, merhamet vardı ama şimdi şefkate de ihtiyacı olduğunu düşündü. "Yat hadi, kapın kilitli olacak, sakın annenin hastanede seninle konuşmaları, seni buradan kurtulacağına dair umutlandırmasın." Beklediği sözlerdi, Fatih'ten beklerken Nurcan Hanım'dan gelmişti. Görevi ona devretmişti anlaşılan ama sonucu ne olursa olsun, inadı tutmuştu. Eninde sonunda kurtulacaktı. Yatağına kendisini tekrardan uzandıran kadın, çok beklemeden, "İyi geceler." diyerek odasından çıktı. Aklında binlerce soru ve ızdırapla uykuya geçen kadın, gözlerini kapatmadan önce son kez, sabah ellerinden kurtulmak için uğraşacağına dair kendini ikna etti.

 

Sabaha kadar sinirinden uyku tutmamıştı Fatih'i, gündüz misafirler varken nasıl o kızla baş edeceğini düşünmüştü. Aklında seçenek çoktu, elbet birini kullanacaktı. Mutlaka çözümü vardı ama korkutup da canını acıtmadan çözecekti. Yasemin uyumayınca, onunla ilgilenme bahanesi ile kendi de uyumamış, zaten uykusu da olmamıştı. Hem kızı ile biraz fazla zaman geçirmesi doğru olacaktı, sabah tekrardan teyzesi ve anneannesine bırakacaktı. Misafirler, esir tuttuğu kadın ve üstüne bir de Yasemin'i idare edemezdi. "Canım." dedi etrafına gülücükler saçan kızına bakarken. "Seni çok seviyorum... Beni affet olur mu, insan bazen sevdiklerinden, sırf onlar mutlu olsun diye vazgeçmek zorunda kalırlar. Ben seni böyle ortamda büyütemem." Sabahın ilk saatlerinde hemen çıkacaktı. Yengesi ile anlaşmıştı, beraber çıkacaklardı. Kendisi araba kullanırken o da arkada Yasemin'e bakacaktı.

 

Güne halsizce başladı. Çözmesi gereken onlarca mesele varken sadece Yasemin'i bırakabilen Fatih için gün, başlangıçtan ibaretti. Yaptıklarından, işledikleri günahlardan ötürü imtihan edildiğini düşünürdü çoğu zaman. Çok sevdiği evladından ayrı düşmesinin, başka ne açıklaması ne olabilirdi ki... Sabah gün ağarırken çıkmış, döndüğünde nerede ise vakit öğlen olmuştu. Saat, on biri geçeli çok olmuştu. Ailesi beraberinde kahvaltı masasına otururken akşamdan önce son kez sakin zaman geçirmek istedi. Sabahtan Düzce'de olmak halsizleştirse de, güçlü hissetti kendini. Bugün olacaklarla baş edecek kadar güçlü durduğunu düşündü. Daima çok dirayetli olacaktı, hayat başka seçenek bırakmamıştı.

 

Zordu, savaşmanın beraberinde, uğraşmak ve olanlarla baş etmek de kolay değildi. Yanında tutmak zorunda olduğu, hasta bir kadın vardı, en başta onunla uğraşması gerekti. Başlarda sadece bedeninin hasta olduğunu düşünürdü, şimdilerde ise anlamıştı sadece bedenen değil, ruhen de sağlıklı olmadığını. Tehlikeli değildi aslında, tam tersine, savunmasızdı. Söz vermişti önce babasına, sonra da hastanede canı ile cebelleşen annesine, bırakamazdı. Günah işlediğinin bilincinde, bilerek canını acıtsa da serbest bırakarak savrulmasına izin veremezdi. Yeliz Hanım'ın zamansızca hastanede ölümün kıyısında olması, Hande'nin psikolojisini daha çok sarsmıştı. Sağlıklı olmadığını, gün ortasında kızı etkisiz hale getirirken kavramıştı bir kez daha.

 

"Yengem çok düzgün hazırlamıştı, geçen sen pazara çıktığında ona hazırlattım, şimdi sen gelebilecek misin üstesinden anne?"

 

Su bardağının içine karıştırdığı ilacı inceledi, tedirgince bakışlarını evladına çevirdi. Çok kıvamında olmuştu aslında, endişesi sadece odada kilit altında tuttukları biçare kızı ürkütmek olmuştu. Yaşamında çok acı ile baş etmiş, nice zorluklardan geçmişti Nurcan Hanım. Eli ile evlatlarını toprağa vermişti de, böylesi çekinmemişti, sadece bolca acı düşmüştü. Çay kaşığını bir kez daha eline alarak, bardakta incelediği ilacı tekrardan karıştırdı. Bardağı, kalemle tepesini çizerek ölçeklendirmişti, belli sınırı geçmemesi lazımdı.

 

"Yengen benim elime su bile dökemez, kıvamından da düzgün oldu." Son kez karıştırdı, tamamen hazırdı. Çekmeceden aldığı şırınganın ucunu açtı, ilacı aktaracaktı. "Nerede şimdi, uyuyor mu?" Yatmasını temenni etti ama mümkün olmadığını düşündü. Yatmakta olsa, işi daha kolaylaşacaktı Nurcan Hanım'ın, uyku sırasında batırırdı iğnesini ama mümkün değildi. Gece çok düzenli uyumuştu, her ne kadar gök gürültüsünden korksa da, birkaç defa odasına gitmiş, sakinleşene kadar su içirerek oyalamıştı. Havanın düzeldiğine emin olduktan sonra da tekrar odasına kilitlemişti.

 

"Keşke ama sanmam, sabah bir ara sorun çıkaracak gibi oldu, uğraşmak istemediğimden odasına kilitledim." Tuhaflaşmış hislerle evladına dönen Nurcan Hanım, belli belirsiz bakışlar atarak geri kendini çevirdi.

 

"Durmadı, durmazdı da anne." Yere, tezgahın üzerinden düşen kaşığı alan Fatih, lavabonun kenarına bıraktı, bulaşık olmuştu. Yeni kaşık alarak uzattı. Yardım etmek istedi, iğne batırdıkları sırada da destek olacaktı mutlaka. Yüktü aslında uğruna uğraştıkları mesela. İnsan, çok ağır imtihanları tek başına üstlenemezdi, mutlak ki destek gerekecekti. Nasıl ailesi kendisine destekte bulunmuşsa, kendisi de uğraşacaktı.

 

"Ona ne şüphe ama sürekli ilaçla olmaz oğlum bu iş, bağlasak bedensel olarak daha sağlıklı davranacaktı." İlacı, şırınganın içine kaşık ile düzgünce aktardı, çok da dikkatli baktı havada tuttuğu şırınganın içerisine.

 

"Psikolojik açıdan sağlıklı değildi ama bir daha misafir gelirse mecburen bağlamak zorunda kalacağım." Çekingendi, acı dolu dökülmüştü dudaklarından kelimeler. Sonuçta sürekli ilaçlarla durduramazdılar, bedenen sağlığını sahiden çok etkilerdi.

 

"İşte bu kadar, mis gibi oldu!" İğnenin sivri ucunu açarak elinden aşağı indirdi. "Hiç canını sıkma annem, hepsinin üstesinden geleceğiz." Önden ilerlerken ardına dönmeden sözlerini devam ettirdi. "Daha misafir gelirse olmadı, saklayacak başka ortam buluruz, aşağı kömürlüğü ben bir temiz hazırlar, sobasını açarım, bağlarım, orada saklarız." Yaklaşımları doğru olmasa da, hatalı değillerdi Nurcan Hanım'a göre. "Yavrum sen suçlu değilsin, ben sizi hep 'Önce başkalarını düşünün' zihniyeti ile büyüttüm annem; gel gör ki bazen önce kendimizi düşünmemiz lazım ki, karşımızdakine daha rahat faydamız dokunsun."

 

"Sağ ol anne, hakkını nasıl öderim... Halil Ağabey'im ile İnci'nin kara haberi eve ulaştığında, daha hiç kendime gelemem sanmıştım ama sen bana kendi acını unutarak güçlü olmayı öğrettin. Yaşama bu kadar sıkı tutunarak, kızıma iyi bir baba olabildiysem, babamdan önce seni örnek aldığımdandır. Sen benim tanıdığım en dirayetli kadın kahramansın, bana acının üzerine gitmeyi, inadına hayata meydan okumayı öğrettin."

 

"Sen nasıl ki rahmetliden sonra evladına, Yasemin'imize tutundun, ben de size tutundum; şu kızdan kurtulalım, Yeliz'in akibeti belli olsun, sonra alacağız meleğimi, o kadının değil, benim bakımımda olacak, ben Sevinç'ten daha düzgün, mis gibi de bakarım."

 

"Şimdi değil anne, birazdan kopacak fırtınanın ardından 'İyi ki Yasemin'i bırakmışsın.' diyeceksin." Önden ilerleyerek odanın kapısı önüne geldi. Yaklaşarak kapının anahtarını pantolonun cebinden çıkardı. Usulca aralarken kilidi, ardında annesi kaldı, kendi ilk olarak önden girdi.

 

Uzun zamandır pencerenin önünde beklemekte olan kadın, kapının aralanma sesini algıladığı ilk anda diğer tarafa döndü. Yana çevirerek kendini, oturduğu kısımdan doğrulmak üzere çabaladı. Yatağın üzerine emaneten oturmuş olan kadının, gelecek kişilerden ötürü kendisini etkisiz hale getireceklerinden haberi vardı. Şimdi içeri giren adam, kendisine sabah, 'Seçim senin, rahat durmazsan kendi zararına.' demişti. Tartışmış, dün hastanede annesi ile aralarında geçen konuşmanın ardından daha sinirli karşılamıştı. Yatağın üzerinde oturmuş, dışarısını seyrederek düşüncelere dalmış olan genç kadın, korku içinde, irkilerek doğrulmak için çabaladı. Kapıdan ağır ama hafif sert giren adam, kendisine karşı adımlarını hızlandırdı. Ürpertisi çoğaldı, geriletmek istedi adımlarını ama sırtı, pencerenin altındaki duvara çarptı. Yaklaşan adam, önünü de kapatmıştı üstelik. Yana doğru gitse, odanın çıkış kapısı orada değildi ki.

 

"N'apacaksın bana?" Sesinde inilti ile bezenmiş serzeniş vardı, uçmak için çırpınan ama uçmasını henüz öğrenememiş kuş kadar savunmasızdı.

 

"Hadi dinlen biraz, senin için daha doğru olacaktır." Sakin sesine anlam vermekte zorlandı. Şimdi bıraksalar, şu kafesin kapağını aralasalar, kimsenin bilmediği bölgelere uçardı, hem de hiç geri dönmemek üzere...

 

"Yapma!" Yana kaçmak isterken tutunacak bir araç bulamadı. Yürüteçi önünde olmadığı gibi zaten olsa da, hamlesi, düşmesine çok müsaitti. Yere doğru savrulmak üzere olduğunda, tutunacak, önünde bir sehpa durmasını temenni etmişti.

 

"Hey tamam, önce sakin ol." Düşmek üzere, tutunacak dal aramakta duran bedenini tek hızla kavradı. Kollarından tutarak düşmeden kaldırırken kolunu beline doladı, bedenini korumak üzere sıkıca sarmaladı.

 

"BIRAK BENİ!" Yükselerek çoğalan sesi, evden öte, nerede ise mahallenin etrafını saracaktı. "Bağırma, sakin ol dedim sana, önce sakinleşeceksin!" Sıkıca bedenine sarılan kişi Fatih olsa da, ikazcı davranan Nurcan Hanım'dı.

 

"Yapma, yapmayın, beni bırakın..." Çarenin kalıntılarını toplamak istediği vakitler, şansını tekrar denemek istedi. "Hiç sesimi çıkarmam, tamam söz, susacağım misafirleriniz gidene dek." Söylediğine kendi de inanmamıştı aslında, bıraksalar fırsattan istifade, kaçmanın her tekniğini bulurdu. Bir ara bakışlarını kaldıran Nurcan Hanım, 'Yapmayalım.' dercesine oğlunun gözlerine baksa da, fayda etmedi. Kanacak durumda değildi Fatih, hemen anlamıştı çaresizlikten o şekilde davrandığını. "Geçir hadi iğnenin ucunu, kızı sıkıca tutmuşken hemen bitirelim." dedi tekrardan. Diğer eli ile de bedenini kavramış olan genç adam, başını saçları üzerine refleksle gömerek, saçları üzerine "Sakin ol." şeklinde fısıldadı. Başlarda n'aptığını anlamamış, saniyeler sonra fark ettiğinde ise kendini kaldırmak istememişti. Derinliklerine kokusunu çekmek, kendini bahar çiçeklerinin açtığı bir bahçede gibi hissettirmişti adama.

 

"İğneyi açtık artık güzel kızım, hem sen de çok kaşındın, hadi dinlen iyice." Şırınganın sivri ve keskin ucunu koluna ilerleten Nurcan Hanım, kolunda damar aramak için uğraşacağı sırada konuşmalarını sürdürdü. Çığlıkları çoğalan kadının sesinden bir parça ürkerek oğluna tekrar bakışlarını gönderdi. "Ağzını bir şeyle kapatsak mı acaba?" dedi sakince. Hemen başını iki tarafa salladı adam, daha canını acıtamazdı, zaten çok da bağıramayacaktı. Birazdan bedenine nüksedecekleri ilaçla, tamamen uykunun kollarına geçecek ve susacaktı. Can havli eşliğinde son hamlesini gerçekleştiren Hande, sağlam kolunu kurtararak, karşısındaki kadına sertçe geçirdi. Elini kullanarak karnından ittirdi, beraberinde kadının elindeki iğne de düşmüştü.

 

"Hande!" Sıyrılarak kolları arasından zoraki çıkan kadın, aksasa da koşar adım odadan çıkmak için çabalarken mecburen annesi ile ilgilenmek zorunda kalacağını düşündü. "İyi misin anne?" dedi aşağı doğru eğilirken, canının acımış olmasından endişe etti.

 

"İyiyim ben, sen koş yakala da, çok olay çıkaramasın." Yerden hızlıca doğrulurken hemen düşen şırıngasını aldı. "Yıpratma sakın kızı, bana zarar vermek istemedi, sadece iğneden kurtulmak için çabaladı."

 

"Şu misafirleri bir gönderelim, ben göstereceğim ona o zaman." Yerinden doğrularak, annesini de anında kollarından tutup kaldırdı. Önden ilerledi, hemen halledip etkisiz hale getirmesi gerekti. Daha fazla ortada dolanamazdı, misafirler gelmeden evde hazırlıklar olacaktı, zaten kimse de onun çıkardığı sorunlarla uğraşamazdı. Kapıdan çıktığını hemen anlamıştı, çünkü dış kapı tamamen açıktı. Hızlıca kapıdan çıkarak bahçenin merdivenleri aşağı indi. Yetişmesi gerekti, tekrar o kuyuya düşmesi de mümkündü. Gerçi o günden sonra önlemini almıştı ama dikkat de etmesi gerekecekti. Sonuçta sağlıklı değildi ve onu hayatına çok hızlı ortak etmişti. Sadece kıza sormadığı gibi, kendine bile sormamıştı. Zaten kendine sorsa, 'Yanlış' der ve kabul edemezdi. Yanlış olmadığını zamanla, psikolojik sağlığını normal görmediğinde anlamıştı. Yine de hatalı olabilirdi ama bulabildiği çözümde daha ileri gidememişti, ancak böylesi elinden gelmişti.

 

"Uzaklaşmamıştır, değil mi Fatih?" Kendisine ulaşan Nurcan Hanım, hızlıca merdivenleri indi. "Yok anne, bahçenin içine girmiştir, hallederim ben şimdi."

 

"Ben sana ağzını kapatalım dedim, şimdi de kapatabiliriz, bahçede daha net çıkacak sesi, mahalle başımıza toplanmaz inşallah."

 

"Kapatırız anne, bağlamak şart değil, ben elimle kapatırım ağzını, sen de hızlıca hemen vur iğnesini."

 

"Yalnız misafirler baktık gidecek gibi değil, ilacın süresi tam dolmadan bağlarım, haberin olsun."

 

"Yani mecburen o şekilde ilerleyeceğiz tabii."

 

Hızlıca, koşar adımını arttıran adam, bahçenin arkasına doğru ilerledi. Dış kapıyı tamamen kilitlemişlerdi, sağlam biri olsa çok rahat atlardı ama onun durumu için mümkün değildi. Arka bahçeye doğru ilerlemiş olan adam, kadının korku dolu, refleksli haraketlerle kömürlüğe girdiğini anladı. Hemen ardından girdi ve annesinin de gelmesini bekledi. Kömürlüğün kapısını ardlarından sertçe kapattığında, arkasına dönen kadının gözlerinden aşırı büyük bir korku vardı. Sırıttı, istemsizce kendini bundan alamadı. Ardından örttüğü kapının üzerindeki kilidi çevirerek sonunda kapıyı tamamen örttü. Yaklaştı kadına doğru, hafifçe bir iki adım attı. Görüntüsünü izledi kısa süre, görünürdeki çaresizliğini seyrettiğinde yıpranmışlığını fark etti. Göz altları mosmordu, saçları darmadağın ve dudak kenarlarında kan kuruları vardı. Bir kadının, böylesi bakımsızken teni nasıl parlardı?

 

"Şimdi nereye kaçacaksın acaba?" Yaklaştı sırıtarak ama sonunda tenindeki sinir tebessümü sildi. Sırası değildi, çünkü çok perişandı. Can havlinden korku eşliğinde öne doğru ilerleyen kadını kollarından sımsıkı yakalayarak tuttu. Bıraksa, kapının kilidini açmak için çabalayacaktı.

 

"Yapma, n'olur bak, gelme üzerime; bırak Neslihan Annem'le gitmeme izin ver, gelip alsın beni, sen de kurtul." Yukarı ellerini kaldıran kadın, geri gidecek nokta bulamadığında sırtı duvara çarptı. Hızlı ama çok çarpık konuştu. Bazı kelimeleri anlaşılamayacak kadar çarpık olsa da, anlamakta zorlanmadı adam. Derin bir nefes alırken "Sen sahiden akıllanmazsın." dedi çırpınan kadına ilerlediğinde. "Şu an Yeliz Hanım'ı bir kez daha anladım."

 

Yaptığı tek hamlede, kadını belinden tutarken tekrar kolları arasına çekti. Ellerini önünde sımsıkı birleştirdi bir kolunu kullanarak, diğer koluyla da bedenini daha sert kavradı. "Yapma!" dedi ama sesindeki bağırış, çığlıktan öte derince çaresizlikti. "Görüştürmezsen de ne olur son kez görüşmeme izin ver, beni ne zaman kurtaracağını soracağım..." Nurcan Hanım'ın omzuna doğru ilerleyerek üstündeki kazağın ucunu sıyırdığı sırada çaresizce çırpınışlarını ve ne dediğini bilmezcesine konuşmalarını sürdürdü.

 

"Hiç sesimi çıkartmayacağım, yapmayın, bırakın beni." Kazağını omzundan hafifçe sıyıran Nurcan Hanım, hızlıca omzunda damar aradı. Karşısındaki kızın adeta yakarırcasına konuşmaları canını acıtmıştı. "Hadi anne, elini çabuk tut." dedi kızı daha sıkı kavrarken, eli ile ağzını kapattı. Mahallenin sonuna doğru düğün olduğundan, sokak çok kalabalıktı. Sertçe parmakları ile sarmaladı ağzını. Sadece kendinin bile inanmadıklarını konuşarak karşısındakini ikna edebileceğini bir umut eden kadın, konuşamaz hale geldi. O kadar güçlü sarmalanmıştı ki dudaklarını, nefes bile alamaz olmuştu. İğnenin derin sızısını bedeninde hissettiği anda sert, boğuk bir inleyiş döküldü dudakları arasından.

 

Sonunda başı, tamamen omzuna düşen kadının dudaklarından elini ağırca çekti. Daha gözleri tam kapanmamıştı ama etkisiz halde olduğu söylenebilirdi. "Çok şükür." dedi kazağını düzelten Nurcan Hanım. "Yatsın dinlensin, ben de rahatça işlerimi hallederim."

 

"Dışarısını kontrol et sen, ona göre çıkarayım."

 

"Tamam, ben önden çıkarım, sen de getir yavaşça." Daha annesi tam çıkmadan, kızı hızlıca kavrayarak kucağına aldı. Sarsmadan düzgünce kavrarken ağırca kapıdan çıktı ve çıkarken kendi de etrafını kontrol etti. Hafif hızlı adımlarla evin merdivenlerine doğru ilerledi. Kollarındaki kadın hafifçe sayıklarken içini kaplamakta olan siniri engelleyemedi. "Yapma, bırakın beni." şeklinde mırıldanan kadın, ağırca, tamamen kendinden geçmişti. Kendi, kızı tuttukları odanın içine girerken annesi de ardından ilerledi. Yorganı kaldıran Nurcan Hanım, "Yatır istersen." dedi sakince. Yatağa kollarından düzgünce bıraktığında, annesi de üzerini kapattı.

 

Sıcak sohbetler, misafirleri beraberinde başladı. Özlemişti Meliha Yenge'si ile İrfan Amca'sını, kuzeni Ersin de, aynı zamanda çocukluk dostu olmuştu Fatih'in. Başlarda Aynur'un tekrardan Hande'yi görmek istemesinden çekinmişti ama isterse üstesinden gelecekti. Kendileri ile olmadığını, ailesinin yanına döndüğünü izah edecekti. Tüm olacakları göze alarak kafasında belirlemişti. Tek umudu, misafirler kalkmadan kızın kendine gelmemesi oldu. Aksi gerçekleşirse üstesinden gelmekte zorlanabilirdi. Canını acıtarak bağlamak istemezdi çünkü. O akşam, kendini suçlu hissetmesi, arkadaşlarını da çağırmasına neden oldu. Sadece annesinden değil, Özcan ve Turgut'tan da 'Sen suçlu değilsin.' sözlerini dinlemesine çok ihtiyacı vardı.

 

"Seda, çayımı yeniler misin canım?" İnce belli çay bardağını kardeşine uzatan Fatih, elinden bardağı sertçe çekmesi sonucu afalladı. Çektiği gibi sinirli adımlarla mutfağa giden genç kızın ardından bir süre bakakaldı. Kız kardeşinin içinden dışına vuran sinirini sadece kendi fark edebildi. Misafirlere belli etmeden doğruldu, usulca oturma odasından mutfağa doğru ilerledi. Gündüz olanları izlemek, en çok evde Seda'yı etkilemişti. Çocuğunu ortamdan uzak tutmak isterken aslında evde çoğu kişi yine etkilenmişti olanlardan. "Neden bana öyle davrandığını biliyorum, şahit oldukların için özür dilerim." Çaydanlıktan bardağa çayı akıtan kızla sakince iletişim kurmak için çabaladı.

 

"Kusura bakma da abi, o kız orada sebze gibi yatarken ben senin özrünü kabul edemem."

 

"Korumam gerek Seda."

 

"Aynı durumda ben olsam..."

 

"Olamazsın, senin aklın başında!" Yükselecekken sesi, içerideki misafirleri hatırladı ve hemen geri alçalttı. İkazcı sesi karşısında ardına dönen Seda, sözlerini esirgemedi. "Hande de gayet aklı başında bir kız, hatalı kararlar vermiş olması, onun deli olduğu anlamına gelmez. Psikolojik sorunları olabilir, tedavi olmak isterse olur ama o Yeliz denen kadının istekleri doğrultusunda yaşamak zorunda değil."

 

"Öyle deme, o bir anne ve şu an kızı için hayata tutunmaya çalışıyor."

 

"Cehennemin dibine batsın onun anneliği!" Çay bardağını masanın üzerine bırakırken, "Hande'ye bakacağım ben, belki fenalaşır uyku sırasında, misafirlerden fırsat buldukça yanında olayım."

 

Sadece baktı kısa süre ardından, sonra eline bardağı alarak içeri doğru ilerledi. Tahammülü kalmamıştı, bir gün nereden ince ise, oradan koparacaktı ipliğin düğümlerini. Yerine tekrar oturarak Ersin'le konuşmalarına devam ettiler. Yine de ne olursa olsun, Ersin'le samimiyetleri, Turgut ve Özcan'la olduğu gibi olamazdı. Akrabalık vardı arada, başına gelenlerden ve mecbur olduklarından söz edemezdi mesela, mümkün değildi. Nurcan Hanım'ın bir süre sonra seslenmesinin ardından, Seda da mecburen çayları tazelemek üzere gelmişti. Devam ettirdiler sohbetlerini, durmaksızın sürdürdüler. Kalkmaları çok zaman almıştı, sohbete öylesi daldırmışlardı. Fatih, en çok da ufak kuzeni Tuna ile zaman geçirmekten hoşlanır, ona çok sevgi gösterirdi.

 

Göz kapaklarının üzerinde tonlarca ağırlık vardı sanki, aralamakta zorlandı. Yandı öncelerinde göz kapaklarının altı, daha açmadan tutuşmuşken tamamen açsa, sanki gözlerinden alev püskürecekti. Karanlıktı her taraf, göz altlarının kıpkırmızı olduğuna emindi ve tamamen gözlerini açmayı bırak, azıcık ortamın aydınlanmasına izin verse, kendisi için felaket olabilirdi. Yataktan kalkmak için belini hafifçe doğrultmak istediğinde, bedeninin kaskatı kesildiğini anladı. Bir ara kendisini bağladıklarını sandı ama düşündüğü gibi değildi, çok az araladığı gözleri ile anladığı kadar, bedeni serbestti. Hem zaten bağlı olsa, ağzını da kapatırlardı. Rahatça öksürebildiğine göre, ağzı açıktı. Bir hamle daha sergiledi, sanki kırılacak misali oldu kemikleri ama aldırmadı. Yüzünde onlarca şekil oluşsa da, sırtını doğrultarak kalkmak için çabaladı.

 

"Ben bunu acaba sizin yanınıza bırakır mıyım?" Yataktan kalkabilmek için bacaklarını aşağı sarkıttı. "Allahım belası pislikler, ruh hastası psikopatlar!" Söylenmelerini sürdürürken zorlukla hissettiği belini tamamen doğrulttu. Konsoldaki tokasını alarak saçlarını aşağıdan topuz yaptı. "Yalvardım o kadar, sesimi çıkarmam dedim, dinlemediniz ama şimdi göreceksiniz!" derken kenardaki koltuk değneğini aldı. Zorlukla doğrulurken sakin kalmak için kendine komutlar gönderdi. Bir planı vardı, gerçekleşmesi için de sakin kalacaktı. Bulunduğu odadan nasıl çıkacağını düşünürken kapı tarafına çevirdi bakışlarını. Gördüğü manzara, tamamen afallamasına neden oldu. Kapı kilitli olmadığı gibi hafif de aralıktı, olacak iş değildi.

 

Bir süre seyre daldı etrafında olanları. Kalabalığı izledi, insanları inceledi sadece. Sakin kalmak için kendine tekrardan telkinler gönderdi. Nasılsa acısını çıkaracaktı ama şimdi değil. 'Hepsinden kurtulacağım, günün birinde tekrar özgürlüğüme kavuşacağım.' kelimelerini geçirdi içinden. Biraz izledi kalabalığı, az daha incelemek istedi. Misafirinin çocuğuna sevgi gösteren adamı inceleme fırsatı bulduğunda, eskisine oranla daha az şaşırdı. Çocuğu vardı, kendisi de evlat sahibi olduğundandı böylesi tepkileri. Yüreğinde merhamet hissi vardı o adamın, fark etmişti bunu. Şimdi daha net anlamıştı ki, merhametinin kaynağı, biraz da evlat sahibi olmasındandı.

 

"Sana böyle davrandığımı Yasemin görse, beni n'apar biliyor musun?" Karşısındaki çocukla konuşmalarını sürdüren adamı incelemesine devam ederken dediklerini idrak etmek için çabaladı. 'Yasemin' derken besbelli kendi kızından söz etmişti. "Beni ağlayarak rezil eder, hemen de susmaz üstelik."

 

Kendi kızına sevdiği kadının, kızının annesinin adını vermişti. Kimi zaman hissiz bulduğu adamın, vefat etmiş olmasına rağmen sevdiği kadına böylesi sadakatli bir sevgi barındırması hep tuhaf hissettirirdi. İnsanın böylesi sevmek için hislerini bambaşka yaşaması gerekti. Kendini göstererek bakışlarla tehdit etmenin zamanı gelmişti. Şimdi susacaktı ama çıkarı olmasa asla susmazdı. Çok sürmeden acısını da ağır şekilde çıkaracaktı. Hızlı bir öksürükle boğazını temizlediğinde, kendisini sadece birkaç kişi fark etti. Yürüdü o tarafa doğru, sonrasında çoğunluk tarafından fark edilmişti. Devam ettirirken adımlarını, hafifçe sarkarak ilerledi o tarafa doğru. Çevredekilerin şaşkın bakışları, çok sürmeden üzerine çevrilirken koltuktaki adama doğru ilerledi. Saçlarını odadan çıkmadan toplamış olması, işini daha da kolaylaştıracaktı. Yürürken o tarafa doğru sarsak adımlarla, kendini epeyce toparladı, sakin kalmaya ihtiyacı vardı.

 

"Biraz rahatsızdım." Daha önceden karşılaşmış olduğu, isminin Aynur olduğunu çok net hatırladığı kadını muhatap alarak konuştu. Çok konuşkan kadındı, fırsatını bulsa, ondan bu ortamla ilgili almak istediği fazlaca bilgi vardı. "Dinlendim azıcık ama duramadım içeride, size 'Hoş geldin' demek istedim."

 

Gülmemek için zor tuttu kendini. Sorsalar ömrünce, hiç böylesi gülme isteğine bürünmemişti. Karşısındaki adamın fazlası ile afallamış tavırlarını görmek, daha çok gülme isteğine getirse de kendisini, sabırlı durdu, şimdi hiç sırası değildi. Konuşurken sesi zoraki çıkabildi. Çok güçsüz de olsa pürüzlü değildi en azından, buna sevinebilirdi ama sevinecek halde de değildi. Karşısındaki adamın şaşkınlığı bir süre geçmedi, evdeki diğer herkes de tedirgindi. Böyle sakinse ve karşısındaki insanları şaşırtıyorsa eğer, elbet ki bir çıkarı vardı. Onu da sonuna kadar kullanacaktı zaten, şimdi sustuğunun acısını, çok kısa sürede çıkaracaktı. İstediği çıkarını da elde etmek için sonuna kadar uğraşacaktı.

 

"Keyfimden sevmedim ben bu kızı, nasıl da düşünceli." Gülerek konuşan epeyce koyu tondaki sarı saçlara sahip kadına baktı. Her zaman topladığı saçlarını salık bırakmıştı. Saçları da zaten çok uzun değildi ama küt de değildi. "İyi etmişsin ay parçam, hem seni görmek de benim için çok iyi oldu." Çok samimi tavırlara alışkın değildi ama kadından da zerre rahatsız olmamıştı. Koltukta oturan adamın karşısında beli hafif eğik şekilde kaldı. Yakındılar, mesafeleri çok azdı, nedense tam onun karşısına gelmişti. Afallamış siyahi bakışlarını incelemek o an daha da zevk vermişti kadına. Siyahın gece misali parladığı gözleri, kadını bir girdap misali içine çeker oldu.

 

"İyi düşünmüşsün güzelim." Kendini bulan adam, afallamışlığını kenara bırakarak karşısındaki kadına zoraki tebessüm etti. Günün birinde oynadıkları aşk oyunun içinde sanki ikisi de boğulacaktı, derin bir göl olacak da, ikisini birden yutacaktı. O an öyle hissetse de kendini durduramamıştı genç adam. "İçeride tek durursan iyileşemezsin, ben seni daha çabuk iyileştireceğim." Yanağına elini uzatarak, tam elmacık kemiğini avuçladı. Elindeki sıcaklığı teninde hisseden kadın, bir an neye uğradığını kendi de bilemedi. Baştan aşağı sıcakladı önce, tutuluverdi kemikleri. Yandı ama tutuşmadı, zemherinin kapladığı derinliklerine adeta ilkbahar geldi. 'Yapma' demek istedi o vakitlerde, demek istemekle kaldı. "Yapma, beni bir bahara daha inandırma, sen hep gece kadar karanlık kal yüreğimde, hiç çiçek açma... Ben yalancı baharlara çok inandırıldım, sahte bir geçmişin gölgesinde kaynattım düşlerimi, şimdi de sen inandırma beni başka mevsimlere, ben zemheri kalacağım." Söylemek istedikleri, dilinin ucunda takılı kaldı. Hepsi diline dolandı ve sarmalandı, ilerletemedi. Yanağından elini hızlıca indirdiğinde duraksadı kadın, ansızın kendini boşlukta hissetti.

 

"İzninizle, biz biraz dışarı çıkacağız, hava alınca daha iyi kendine gelir." Kimse sormamıştı nerede olduğunu, o nedenle söylememiştiler. İyi ki de soran olmamıştı, daldırıp unutmuştular. Yalan söyleseler, ailesi ile kaldığını deseler, ortaya çıkacaktı. Hiç hesapta olmamıştı ki odasından çıkıp da geleceği. Yanılmazdı tahminlerinde, kapıyı sırf inadından Seda açık bırakmıştı. Çünkü kendisi her ihtimale karşı kilitli tutardı kapısını. Erken kalkmıştı, umduklarından daha erken kaybetmişti etkisini ilaç. "Çıkın tabii, zaten durduğunuz hata." Aynur'un göz kırparak konuşmalarını bitirmesi ile beraber Fatih, zaten çoktan kalkmıştı. "Yürü." dedi önden kadını ilerletirken sakince, misafirler kalkana kadar dışarıda tutması daha doğru olacaktı. Zor kullanarak daha çok canını acıtmak istemezdi. Misafirlerin gitmesine daha çok vardı, bağlı tutarsa çok uzun kalabilirdi. Tekrardan sığınaktaki travmaları çektirmek, ne olursa olsun istemezdi.

 

"Sana 'Hiç sesimi çıkarmam' demiştim, neden inadına ilaca boğdun bedenimi?" Arka bahçenin bulunduğu tarafa geçtiklerinde sorduğu soru karşısında tekrar şaşkınlığa büründü.

 

"Benden buna inanmamı beklemen, sence de saçma değil mi?" Yaklaşarak, bedenini duvara yaslamış kadının tam karşısında durdu. Yakındılar, doğrusunu izah etmek gerekirse, mesafenin böyle olmasından daha memnundu adam. O, üzerinden burnuna yayılan bahar çiçeklerinin kokusunu daha düzgün almak istemişti. "Haklısın." Başı eğik, bakışlarını kendisinden kaçıran kadına karşı bir kez daha afalladı, ne çok şaşırmıştı son dakikalarda. "Ama susmamın bir nedeni var, ben sustum, sen de karşılığında istediğimi yapacaksın." Tüm cesaretini ele alarak konuştu.

 

"Bak sen şuna!" Tek kaşını havaya kaldırarak eğlenir bir bakış attı. "Yemiyorum ben bunları Hande Hanım, başka rollerle gelin bana, böyle teklifler bana sökmez."

 

"Ama isteğim çok önemli, önce dinle, sonra istemezsen kabul de etmezsin." Gülmemek için kendini zor tutan adam, çenesini usulca avuçladı kadının, başını kaldırarak kehribarın en ince bakışlarını kendisine sabitledi. "Dinlemezsem?" Sakin ama meydan okurcasına tepki verdi adam. Üstelik kadının davranışları da gözüne o anlarda fazlasıyla çocuksu gelmişti. O soğuk, katı duvarlara sahip kadın, usulca derinliklerindeki eksik kalmış çocuğu ortaya çıkarmıştı. "Dinlemek zorundasın, aksi taktirde içeri geçer, olay çıkarırım." Dökülerek, hızlı ama hafif pürüzlü konuşması tebessüm ettirdi adama.

 

"Sence ben buna izin verir miyim?" Daha sıkı kavradı kollarından ve sebebini de anlamadı. Kaçamazdı ki, zaten tek hamlesi ile durdururdu, neden sıkıca kavradığını kendi de anlamadı. "İçeride ortalığı karıştırmak için şansın vardı, denesen belki tuttururdun." Yakınlıklarının o anlarda çok fazla olduğunu fark etse de kendini durduramadı. Bir adım daha ilerledi kadına doğru. Yanağına gelen saçını aldı, eli ile geri ittirdi. "Yapmadım çünkü, çıkarım vardı ama şimdi pişmanım, anladım ki sen çok nankörsün, hiç iyilikten bilmiyorsun." Sakin, hafif sitemli konuşmasına karşı kendini durduramadı, sesli güldü sonunda.

 

"Yani şimdi ben suçlu oldum." Yerinden doğrularak içeri geçmek için hamlede bulunan kadını tekrardan durdurdu. "Rahat dur, hadi bir şans, dökül bakalım; ne isteyeceksin, bir şans, belki kabul ederim."

 

"Tamam, anlatacağım." Hiç diretmemesi, bir kez daha şaşırttı genç adamı, alışkın değildi böylesi hallerine. Yüzünde tebessüm oluşup saçlarını geri attırarak konuşan kadına hayranlıkla baktı. Duruşu, bakışı ve tüm başından geçenlere inat, hayata meydan okuyuşu, sahiden hayran olunacak kadar hoştu. "Hani bana söz vermiştin, 'Annenin iyileşmesi için elimden geleni yapacağım.' demiştin. Ben sustum, sorun çıkarmadım, sen de sözünü tutsan olur mu?" Tüm günahsızlığı ve acziyeti ile sorduğu soru, genç adama kendi geçmişinin gölgesini hatırlattı. İnsanın çok sevdiği biri hayatla savaşırken nasıl da çaresizleşirdi.

 

"Yaparım tabii, yapacağım da zaten, tutmayacağım sözü vermem ki ben." Sözleri karşısında kadının gülüşü, gözlerine yansıdı, gün batımını andıran bakışlarında canlandı. "Uygun nakili bulduk, ameliyat için doktoru çok iç açıcı konuştu, daha da uğraşacağım elbette."

 

"Benim aslında senden başka bir isteğim var. Ben bunu nasıl söyleyeceğimi başlarda bilemedim ama şimdi, tek defada anlatacağım. Çünkü uzatırsam, bir daha senden bunu isteyemem. Benim annem çiçekleri çok sever. Şimdi belki komada, kendinde değil ama çiçekleri bırakırsam hisseder, benim getirdiğimi hissetmesi lazım." Başını tekrar eğdi ve parmaklarına odaklandı. Şimdi tekrar bir cesaretle, tek çırpıda anlatacaktı. "Yardım eder misin bana? Hastaneye gittiğimizde çiçek almam için bana yardımcı olur musun?" Sesinde sonlara doğru güç kalmasa da devam etmiş ve sözlerini tamamlamıştı.

 

"Bunu istemek için içeride uyumlu davranmana gerek yoktu." Şaşkınlığını bir kenara bırakarak konuşan adam, kadının gül kurusu dudaklarına takıldı. Bakışlarını alamadı. Yakın mesafede hisleri, adeta günaha davet çıkardı.

 

"Yani ne olursa olsun bana yardım edecek misin?"

 

"Tabii ki." Tebessümden uzak ama sakin konuştu. "Gittiğimizde, ilk fırsatta, hastane üzerindeki çiçekçilerden güzel bir demet hazırlatırız."

 

"Teşekkür ederim." Yaklaştı kadın da tebessüm ederek adama doğru. Şimdi öyle azdı ki mesafeleri, yağmur tanelerinden bile daha yakındılar birbirlerini. Elini istemsizce tutmuş adamın, o an n'aptığını kendi de anlamamıştı. Ellerini avuçlamış, siyahın en koyu tonlarındaki gözlerine umut içinde bakmıştı. "Çok sevinecek anmem, hemen kendine gelecek belki de, çünkü nasıl ben onunla bir bütünsem, o da benimle tam. Hep bana 'Benim güzel peri kızım.' der. Beni hasta olduğum için aşağılayanların aksine, hep o tamamlar eksik taraflarımı." Sözleri, daha derinlerine işledi adamın, artık tahammülü kalmamıştı.

 

Hızla ellerini çeken adam, kendini bundan öte daha durduramadı. Çok sert şekilde avuçlarını kadından kurtarırken bir adım geri çekildi. Önce tenini izledi kadının, sonra gül kurusu dudaklarına tekrar takıldı gözleri. Takıldığı gibi de kaldı. "Ben de birazdan seninle tamamlanacağım Çalıkuşu." dedi sakince. Durgunluğunda ve en önemlisi de sözlerinde barınan hislerinden habersizdi kadın. Başlarda kurduğu cümleden anlam çıkarmak için uğraştı. Ne anlama geldiğini, ne demek istediğini kavramak istedi. O eksik değildi ki, kendisi gibi sakat değildi. İnsan sağlam olunca, nasıl eksik olurdu ki; ne ile, ne şekilde tamamlanırdı? Düşünceleri çok kısa sürdü, karşısındaki adamın kurduğu cümleden anlam çıkarmaya çalışırken dudaklarında hissettiği baskı ile tutuluverdi.

 

Fatih, kendine ve uzun zamandır derinliklerinde can bulan hislere daha çok karşı gelemedi. Yakın mesafeyi arada kapatarak, incelediği gül kurusu dudaklara bastırdı kalın dudaklarını. Hande'nin eli, adamın tam omzunda kalmış, nefesi ise içine tıkanmıştı. Dudaklarındaki o kalın dudakların baskısı, tepkisiz bıraktı kadını. Sakalları, çenesine değdiğinde, dudakları dudaklarında kaldığında, içinde mavi kelebekler kanat çırptı. İstemsizce, delirmişcesine gelen refleksle alt dudağını kıvırmış, adeta karşısındaki adamın öpücüğünü dudaklarının içine çekmişti. Yaptığı karşısında kendi bile kendisine hayret ederken neye uğradığını anlayamamıştı. Geçmişinin gölgesinden, geleceğinin bilinmezliğine uzanırken labirent misali bir bulmacanın içinde, dudaklarında böğürtlen kışının belirsiz baharı barınmıştı.

 

Bölüm Sonu...

 

Sizi biraz şaşırttım, hiç beklemediğiniz anda öpüşme oldu. Geç kalınmadı aslında, çoğunuz geç buldunuz eminim ama değil. Bu şartlar altında ancak böylesi daha normal dururdu.

 

Sizce bundan sonra neler olacak? Hande, beklemediği bir şey yaşadı, bunu nasıl karşılayacak? En başta Fatih'ten çiçek istemesini nasıl buldunuz?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın...

Loading...
0%