@mavi_melekler
|
Hüznün ardından az da olsa ferahlatır inşallah sizi bu bölüm. Bolca Hande ve Fatih sahnesi görmek isteyenler, sizi önden alalım, doyasıya göreceksiniz. Olaylardan önce ki son bölümdür aslında, o nedenle dikkatle okuyunuz,
Bölüm Şarkısı: Melih Görgün - On Dört Bahar
Keyifli okumalar dilerim!
24. Bölüm: "Yok Olmak"
-Hatırlatma-
"Yardım et Allah'ım!..." Yaradandan bir kez daha kurtuluş diledi. Yenilgisini kabullenmedi, kirli ellerin bedenini tuttuğu vakitlerde, çırpındığı her anda, tekrar darbeler aldı bedenine. El kaldırdılar, sarstılar durması için ama duramadı. 'Sürgün kaçağı' adını son zamanlarda verdiği haline dönmek istedi. Kaçtığına ilk kez pişman oldu, daima ürktüğü adamın esareti altında durduğu zamanları, daha çok özleyecekti. Birazdan hem bedeninde, hem de en çok ruhunda, ömrünce geçmeyecek başka acılar taşıyacaktı. Sürgün kaçağı değil, isimsiz viranlıkları kalacaktı. Başına gelenlerde en ağır suçlu da kendisi kalacaktı. "Affet Allah'ım." dedi son kez... "Kurtarmazsın benim gibi suçlusunu, bilirim ama en azından belki duamı boş çevirmez de bağışlarsın..."
...
Üzerindeki parmaklar gevşediğinde, dudaklarından akan kan durmadığı gibi, burnu da kanamaya başlamıştı. Soluk soluğa kalırken nefesi, gırtlağında düğüm haline gelmişti. İğrendiği parmaklar gitmişti üzerinden ama kaçacak gücü kalmamıştı. Sabah ezanı sonlanırken kısa süreliğine kurtulmuştu ama sonunda yenilecekti. Sımsıkı örttüğü göz kapaklarını, açmak için cesareti olmasa da, algıladığı sesler, etrafına bakması gerektiğini düşündürmüştü. Yine de gücü olmamıştı, kalmamıştı açabilmek için direnci...
"Geçti canım, geçti!" Sımsıkı sarmalamış olan kollardan ürkerken sıcaklığı, biraz tanıdık gelmişti. Yüzü, bir göğüse gömüldüğünde, gözlerini çok az aralamış, başını da çok zor kaldırmıştı. Yarıdan bağladığı krem rengi şalı, saçlarını gösterecek kadar öteden duran Nurcan Hanım'ı gördüğünde, diğer tarafa çevirmişti başını. Yerdeki adamları, babası Mustafa Bey ile birlikte hırpalamakta olan Fatih'e baktığında, onu her zamankinden daha öfkeli görmüştü. Belki de şimdi ki kadar olan sinirine, bunca zaman hiç rastlamamıştı. Az önce kurtulmuştu, kurtarmıştı kendisini, zamanında evlilikten kurtardığı gibi, şimdi de kurtarmıştı. Yüzünü tekrardan Nurcan Hanım'ın göğsüne gömmüş, kimselerle konuşmamak üzere orada tutmuştu...
Eğer "Sen kimsin?" diye soracak olursanız, size şunu söyleyebilirim: O insanlardan biriyim; mazlum, mağlup ve yok olmuş insanlardan...
Mehmed Uzun
Yok olmak istemişti, tükenmek, bitmek; hiç olmak, bir daha var olmamak istemişti. 'Yalan' dedikleri dünyada, hiç soluklanmamış olsa keşke, tükense de kurtulsa tamamen, belki o vakit bir parça rahat ederdi. Ölmek değildi isteği, hiç var olmamaktı. Yok olmuş, şairin de dediği gibi, mağlup bir insandı ama var olmak için zorlananlardandı. Solukları, hırıltı gibi, çok zor çıkar olmuştu gırtlağından. Hırıltı misali çıkan nefesinin, son olmasını çok isterdi ama ölse, Allah'a vereceği hesap da, çok ağır sonuçlara sürükletecek kendisini, çukurun dibinde, tek başına, cehennem azabı çekecekti. Daha ağırını da hak ettiğini düşündü. Başına gelenlerin tamamından ise hiç var olmamış olsa, ne de rahat edecekti ruhu. İçindeki serzeniş, soluklanmasını bile engellemiş, üst üste öksürmesine neden olmuştu...
"Bahar bahçe Biraz çiçek koklayıp İki kedi sevip Kuşlara özenip Kuşlar gibi yaşayıp Göç edip gidecektik işte! Buz gibi zamanlara Buz gibi insanlara denk geldik, Canımız üşüyor biraz..." Şükrü Kantarcı'nın sözleri, içine ok gibi saplandı, yüreğinin derinliklerini paramparça etti. Oysa sahiden, sadece kuşlara özenip onlar gibi yaşamak istemişti. Sevgi için çırpınan kalbi, tam da aşkı aradığı vakitlerde, bedenini çok ağır günahlara sürüklemiş, o günden sonra da bir daha kendine gelememişti. İnsanların, en başta da aile bildiklerinin cehaletinin bedelini, en çok kendisi ödemişti.
Evet! Alt tarafı bir çiçek koklayıp, bir hayvan sahiplenip, birkaç insan tanıyıp, sevip gidecektik bu dünyadan. Nasıl kötü bir zamana denk geldi ömrümüz... Vicdansızların, sapıkların, katillerin, nefretin, cehaletin ortasına düştük... "Ben zarar vermek istemedim, kuşu öldürmek istemedim..." Güçsüz solukları arasından, kendini Nurcan Hanım'ın kollarından çektiğinde, aklı tekrar o güne gitmişti, kuşunun öldüğü korkunç vakitlere takılmıştı. "Sadece avuçlarıma sakladım, kurtarmak istedim, meğer çok sıkmışım, yaşaması için çabalarken öldürmüşüm." Simasında gözyaşlarının olmadığı vakitlerde, acı içinde kıvranırken güçlükle tamamlamıştı cümlesini...
Yaşamını çevrelemiş olan o gece, belki de ömrünce gitmeyecek, travmadan çok daha ağır olan vakitler, daima derinliklerinde kalacaktı. Adliye binasının karanlık koridorlarında, kendisine saldıranlardan şikayetçi olması için eline kalem verilmiş, kağıdı imzalanması istenmişti. Yanında sadece Nurcan Hanım vardı, etrafında ise birçok insan... Fatih'le hiç göz göze gelmemişti, kim bilir, belki de sinirden köpürmekteydi ama kendisi de, şu an onu umursayacak durumda değildi. İmzalamaktan, şikayetçi olmaktan ürktü bir anda. Ya içeriden çıktıklarında, kendisine tekrar musallat olurlarsa? Dışarıda gezmeleri de bunun, ikinci sebebi olacaktı elbette.
"Mustafa Bey ve ailesi ile birlikte gideceksin, kağıdı imzala, ifaden alınınca göndereceğiz seni." Genç, oldukça düzgün simanın sahibi olan, koyu ela gözlere sahip polis memurunun dilinden dökülenleri dinlediğinde, sözünü ettiği kişinin, Fatih'in babası olduğunu anladı. Nedendir bilinmez, anlık gelen bir refleksle, sadece iki tarafa salladı başını. "Yapamam." İnilti gibi döküldü sesi dudaklarından, tekrar giderse, tekrar esarete düşerdi, kalırsa kimsesizdi. "Gideceksin, gitmezsen seni direkt, İstanbul Bakırköy, Ruh ve Sinir Hastalıkları Kliniği'ne sevk edeceğiz, tercih senin." İçi titrerken yanındaki Nurcan Hanım'a daha sıkı sarıldı, kadın ise refleksle, sadece hafifçe, okşar gibi saçlarına dokundu...
"Yok, olmaz klinik, gidemem..." Yanındaki Nurcan Hanım'a daha çok sığınırken bakışları, havada takılı kaldı. Solukları, kuşlardan daha acı döküldü dudaklarından. Sonra tavandan çekilen bakışları, bir an için Fatih'in siyah gözlerine takıldı, orada kaldı, kilitlendi... Sakin bakmıştı, siniri geçmişti belli ki, kim bilir, polis memurunun sözleri ile sonlanmıştı. "Olmaz klinik, gidemem, klinik olmaz..." Serzeniş içinde çırpınırken siyah gözlerdeki hissizlikle karşılaştı, umursamazdı, sadece bir ara bakışları ile kendisinin dinlediklerinin doğru olduğunu anlatmıştı.
"Seçeneklerin sınırlı." Yerinden doğrularak, ağırca kalkan, masasının çevresinden, kendisine doğru ilerlemekte olan genç komiserle, belli belirsiz bakıştığında, gözleri de kesişmişti. Yeşilin en keskin, koyu tonundaki ela gözler, kendisine söz anlatmak için uğraşır gibi bakmış, oldukça tuhaf hissettirmişti kendisine. Fatih'in, polislerle ve kanunlarla bile anlaşmış olduğunu kavramıştı, o an ki sıkıntılarını bir kenara bırakmış, çevresindekileri incelemişti. "Yok, gitmem kliniğe, gidemem..." Yineledi kelimelerini, sıkılmaksızın tekrarladı...
"O zaman Fatih Bey'le gideceksin, bir daha kaçarsan, seni kendim, Ruh ve Sinir Hastalıkları bölümüne sevk etmek durumunda kalırım." Genç komiser'in sözleri tamamlandığında, refleksle; kızı bir anda kollarına çeken Nurcan Hanım, saçlarına dokundurmuş çenesini, çehresini, kendi boyun girintisine kapatmıştı. "Tamam oğlum; daha ileri gitme istersen, sen uyma Fatih'e, imzalasın, çıkalım." Yorucu bir gecenin ardından, tükenmişlik ile sadece herkes, eve dönmek istemişti. Hande, önüne getirilen kağıdı, Nurcan Hanım'ın desteği ile titremekte olan parmaklarını kullanarak imzalarken zoraki kalkmıştı sandalyeden. İçeriden ailesinin, genç kızı da alarak çıktığını gördükten sonra, önüne tekrar döndü adam. Bir kez daha minnetle baktı karşısındaki komisere.
Yok olmuştu o gece Hande, kendini; karanlık bir sokağın arasında kaybetmişti... Yüzünü aşağı eğmiş, bir kolunda Seda, diğer kolunda Nurcan Hanım ile birlikte adliye koridorundan çıkarılırken bir kez daha, hiç var olmamak istemişti. Yok olmak ve hiç var olmamak istediği gibi, soluklandığı her güne lanet okumuştu... Yüreğinin derinliklerinde, bitmesini hiç istemeyeceği, acının son evresindeki travma ile kalakalmıştı... Daha esir alındığını zor kabullenirken son olanları nasıl kaldırırdı kalbi? Yüreği halsizleşmişti en çok, bedeni değil... Evet, bedeni kurtulmuştu bu gece ama ruhunu, tecavüze uğramaktan kurtaramamıştı.
"İn aşağı." Çok katı desibelini dinlerken sarıldığı Nurcan Hanım'dan diğer tarafa çevirerek karşısındaki Fatih'e dikkat kesildi. Ürpertici keskinlikte bakışlara sahipti ama asla, bir saat önce hapise attırdığı adamlar kadar korkunç olamazdı. Kurtarıcısı olmuştu, hem de hiç beklemediği zamanda. Şimdi aşırı sinirli davranmasını normal karşıladı. Kendinden geçmiş bedenini, katı sese karşı kımıldatamadı, titremeleri duralı çok vakit geçmemişti. "Sana aşağı in dedim!" Yükseldi sesi, çoğaldıkça sertleşti ama ürkse de, bunu belli edemedi kadın. "Fatih, tamam oğlum, ben indireceğim, sen sakinleş." Aralarına giren Nurcan Hanım'a dikkatini veremedi, bedeni titremelerden çıkalı çok olmamıştı. Sarmaladığı bedenini kendisinden uzaklaştıran Nurcan Hanım, "Hadi güzel kızım." dedi sakince. "Hadi inelim, ben şimdi sana güzelce duş aldıracağım, sonra da dinleneceksin, sıcacık çorba içireceğim. Gel inat etme, korkman gereken ne varsa öncesinde kaldı." Çok beklemedi. Karşısındaki kadın, sözlerini tamamladıktan kısa süre sonra, kapı tarafına doğru sürükledi bedenini.
Sinir, tüm bedenini ele geçirmişti genç adamın, aklını kaçırmasına ramak kalmıştı. Güvenini hiç elde edememişti, en ağırı da bu olabilirdi. Kendisinden kaçabilmek için neleri göze almıştı. O iğrenç adamlar tarafından zarar görmüş olsa, asla kendini affedemezdi. İçeri Nurcan Hanım ve Seda tarafından getirilen kıza bakmadı bile, bakacak halde de değildi. Gördükçe onu, inadına daha çok sinirleri bozulacaktı. Öfkesi, adeta burnundan solumasının nedenlerindendi. Solumalarını da geçerek, olanların verdiği acıdan, hırıltılı nefesler alır oldu. Evin bahçesine çıkarak, nerede ise kutunun içinde kalan son üç sigarayı üst üste bitirmişti. Ne öfkesine engel olabildi, ne de çektiği vicdan azabına. Nasıl baş edeceğini bilememenin verdiği hırs da cabası kaldı. Uzun durdu bahçede, o sürede Nurcan Hanım'ın, kızın tüm ihtiyaçlarını karşıladığından emindi. Şimdi çıkacak karşısına ve çıkardığı arbedenin hesabını çok ağır soracaktı.
Çekmecelerden birine uzanarak kapağını sertçe araladı. Solukları hırıltı eşliğinde çıkarken elleri, titremeleri çoktan geçti. Siniri çoğaldıkça nefesi ağzına sığamaz oldu. Acıdan ve öfkeden, gözlerinin altı morardı, dudakları birbirine çarparcasına titredi. Araladığı çekmecede, aradığını elde etmekte gecikmedi. Yanına ilerlemekte olan Mustafa Bey'i fark etmekte çok gecikti. Yanına geldi, eline aldığı zincir destesine baktığında babası, dehşetle aralandı gözleri. Son anda iç çeken babasını fark eden Fatih, ona doğru döndüğünde öldürücü bakışlarını gördü. Kızı en azından bu gece durdurmakta kararlı da olsa, ürperdi babasından, bakışlarından çok korktu. Sinir dolu bakışları, kendi bakışlarına eş değerdi. Yine de kararlı durdu. Yaptıklarına karşılık, adamın tavrı, kendince çok da normaldi.
"N'apıyorsun lan sen, aklını mı kaçırdın, ruh hastası herif?!" Sesinde hiddet vardı Mustafa Bey'in, delirmesine ramak kalmıştı. "Sen başımıza açtığı işlerin farkında değilsin galiba, zararı sadece bana değil, kendine de dokundu."
"Böyle mi düzelteceksin zararlarını?"
"Düzeltmek değil, durdurmak istiyorum."
"O zaman güven vereceksin!"
"Denemedim mi, defalarca kez konuştum, çabaladım ben onun için ama görmedi, görmek istemedi!" Yükseldi sesi, tüm evin içini sarmaladı, kendince sinirlendi ve o an karşısında babası olduğunu da unuttu.
"Yeterli değilsin demek ki oğlum, daha da çaba göstereceksin!" Yaklaştığında sesi gür değildi. Evladına karşı metanetli ilerlemesi gerektiğini bilerek sesi gür olmasa da, çok sertti. "Şimdi o zincirleri kullanırsan, takarsan o demirleri kollarına, sokakta elinden aldığı serserilerden ne farkın kalır? Hiç kurtarmasaydın, almasaydın. Bıraksaydın da adamlar tecavüz etseydi, sen şimdi zincirlersen çaresiz kalbine tecavüz etmiş olacaksın. Yaa ben seni böyle mi yetiştirdim! Zaten sakat, kollarını zor haraket ettiren, savunmasız bir kadına, öyle mi davranacaksın sen. Az önce sokakta pestilini çıkarttığın adamlardan daha kötü döverim seni. Yemin ederim sana, evladım falan demem, senin onları dövdüğünün on mislince ben seni döver, sonra da ben seni onların yanına, içeriye teslim ederim. Bırak o zincirleri. İnsan olacaksın, iyi bir insan olacaksın, adam olacaksın."
"Nasıl durduracağım, nasıl baş edeceğim ben onunla?"
"Otuz yaşında adamsın, bunu sana ben öğretecek değilim. En çok ihtiyacı olan ne ise onu vereceksin. Kilitleriz odasına, birimiz de yanında kalırız, zaten şu an tek kalacak psikolojide değil."
"Tamam, sakin kalmak için uğraşacağım, kendimi kontrol edeceğim." Elindeki zincirleri, babasının sözlerinin ardından daha hiç kullanmamak üzere, çekmecenin içine kapattı. Sözlerinde çok hakkı vardı. Zaten kadının kaçmasının, ürkmesinin sebebi, bir bakıma hislerinden kaçmaktı. Yaklaşımı, dudaklarına dokunması, belli ki ürpertmişti onu. Ürkmemesi gerektiğini ona göstermesi gerekirken, babası olmasa, daha da korkutacaktı. "Sıkıyorsa tam tersini dene, seni öldürürüm!" dedi öfke içinde Mustafa Bey, sinirinde hakkı çokça vardı. Bir an için olanların sinirinden gözü dönerek kendini kaybetmişti. "Yanında ben kalırım, zaten uyku tutmaz bu gece." dedi titrek sesi ile, siniri söndüğünde, kinin yerini acı dolu kıvranış almıştı. Toparladı kendini, güçlü olacak ve merhamet eşliğinde güç verecekti.
"Hadi bir tanem, azıcık kaldı zaten, bitirelim şunu." Elif, çorba kaşığını uzatırken Hande'nin dudaklarına doğru, konuşamadı bile kadın. "I-ıh." dedi zorluk içinde. İki tarafa salladı başını, lokmalarda bile zorlandı. Yüzünde darbe izleri vardı, mimiklerini bile zor kımıldatırdı. "Çok az kaldı ama, hadi güzelim." dese de istemedi, açamadı dudaklarını. Kapı pervazında durmuş, olanları bir süre babası ile beraber izlemişti Fatih. Yengesi, çorba içirmek için uğraşırken Nurcan Hanım, eline aldığı makine ile kumral saçlarını kurutmakla meşguldü. "Canın ne istiyor, söyle bize, beş dakikada hazırlayalım, olur mu güzel kızım?" dedi şefkatle konuşan Nurcan Hanım, ama ona da ses çıkaramadı. İlerledi o tarafa doğru ama başlarda kimse fark etmedi kendisini.
"Yemek istemiyorsa bırakın, mecbur değil." Tok çıkan sesi, Hande de dahil, birçok kişinin ürkmesine neden oldu. Ürkerek, elindeki tabak ile doğruldu Elif. Hiç konuşmadan, usulca ilerledi odanın çıkışına doğru.
"İyi misin abicim, sana ada çayı hazırlayabilirim, sakinleştirir biraz." Seda'nın sözleri doğrultusunda, elindeki saç kurutma makinesini aşağı indiren Nurcan Hanım, kızına çok ters bir bakış attı.
"Yok güzelim sağ ol, benim sinirimi, anti depresan ilacı bile geçiremez."
"Fatih!" dedi tekrardan sertçe, konuştuklarını hatırlatan Mustafa Bey. Sadece başını salladı genç adam, sakin kalacaktı. Bir süre etrafında göz gezdirdi. Saçlarını kurutmasını bitiren Nurcan Hanım, eline kadının ilaçlarını aldı.
"Gözünün altına ne oldu senin?" Sakin sordu, sakin kalmak için önce babasına, sonra en çok kendine söz verdi. Sözlerinin ardından, bakışları da kadını buldu. "Konuşmadı oğlum, biz de çok sorduk ama anlattıramadık." Yanıtlamış olan Nurcan Hanım'dı, çekingen konuştu. "O şerefsizlerin marifeti." dedi Fatih. Kendi sorusuna kendi de cevap verdi. Yüzünün her tarafı çürümüştü ama gözünün altındaki morluk daha belirgindi. "Yeterince dövdüm mü ben o iki sokak itini?" dedi tekrardan kendi kendine. "Biraz daha elinden almasak, o ikisi değil, sen girecektin hapise, onlar da mezara girecekti." dedi Seda. Zor bir süreç atlatmışlar, korku dolu dakikalardan geçmişlerdi. Sustu kısa süre, susmanın ve en çok da sakin karşılamanın daha doğru olacağını düşündü. "İlaçlarını neden içirmediniz?" dedi sakince. Soğuk rüzgarlar estiren sese sahipti.
"Yemesini bekledik, çorba içirmek için uğraştık." Çekinerek konuşan Nurcan Hanım'a bakmadan konuştu Fatih. "Tamam, kahvaltıdan sonra içer, zorlamanız manasız zaten, hadi çıkın dışarı." Sakince ikazda bulundu Fatih, sinirli de olsa sakin kalmak için çok üstün çaba sarf edecekti. "Yengemle birlikte kahvaltı hazırlarsınız, ben beklerim başında."
"Şey ama oğlum..." Yalnız, kızla odada tek kalmasına itiraz edecek olsa da, sırası ve zamanı olmadığını kavradı Nurcan Hanım, nasıl tepki göstereceğini bilemedi.
"Uzatma anne, çıkın hadi, dinlensin." Soğuk ve katı ikazının ardından Seda ile birlikte toparlanan Nurcan Hanım çıkarken hemen ardından Mustafa Bey'e de 'Çık' dercesine baktı. "Konuştuklarımızı unutma ne olur Fatih, kötü davranma." Sessizce, kısık sesle konuşan babası çıkarken sadece, "Merak etme." dedi karşısındaki adama. "Unutmam." derken adamı da kapı dışarı çıkardı. Yatakta oturan ve özellikle sağ kolu titremekte olan kadında göz gezdirdi. Çok üzerinde durmadı bakışları. Yaşananların da bir o kadar üzerinde durmayacaktı. Sakince alıp karşısına konuşacaktı ama asla incitmeden konuşması lazımdı. Az önce babası durdurmasa, sahiden korkunç birine dönüşecek, kadına da korkusunun üzerine bir başka travma yaşatacaktı. Kendisine bakmamak için çabaladığını anladı, üstelik korkudan titrememek için zor duran halini de fark etmemek elde değildi. Kapıyı kilitlemek istedi ama sonra dokunmadı bile cebindeki anahtara. Bu da onu ürkütebilirdi ve babasının ağır sözleri, çok dikkatli davranması gerektiğini de beraberinde hatırlattı.
"Biraz gözlerini kapatmak ister misin?" Sözlerini seçerek kullandı. Yanına doğru ilerledi. "Daha rahat dinlenirsin, hadi gel." Usulca, sağlam kolundan tutarak kaldırdı, ellerini sımsıkı kavradı. Yorganı kaldırarak tekrar oturttu. "Yanında olacağım daima, korkma, hadi ört gözlerini." Uzatarak üzerini örttüğünde, bedeni artık titremekten çekinmeyecek kadar sarsılmıştı. Çoğalmıştı titremeleri. Sadece birkaç defa inlemek istedi ama başaramadı. Zerre güç kalmamıştı bedeninde, kirli ellerden son anda kurtulsa da, sanki çamur izleri kalmıştı üzerinde. Gözlerini örtmekten başlarda korksa da, odasında beklemekte olan adamı anımsadı. Zarar vermezdi kendisine, korurdu, korurdu değil mi?... Korurdu, emin olması gerekti. Sonuçta o kurtarmıştı. O olmasa, ıssız bir sokak arasında, tecavüz edildikten sonra katledilecekti bedeni. Gazete haberlerinin 'Manşet' köşesinde yer alacaktı. Yumdu gözlerini, sımsıkı kapattı, tüm aydınlıkları inkar edercesine...
"Şişşştt, güzellik!..." Dudaklarını kımıldatmak istedi, iğrendiği sese karşılık en azından yorgana çok daha sımsıkı sarılmak istedi ama hiçbirini beceremedi. "Yapma ama hadi aç gözlerini de biraz eğlenelim." Usulca saçlarına değdi tiksinç parmaklar. Sesinin çıkması için tekrardan yalvardı Allah'a, sağa sola dönmek istedi ama tek tarafı işlevsiz sakat bedenini çok zor kımıldattı. "Altı üstü azıcık tadına bakacağım, ne var canım bunda, hadi ama prenses..." Nefesini hissetmekte zorlandı, sanki dudaklarından zoraki çıkan soluk, son oldu, sesi de o soluğun beraberinde çıktı. "HAYIR!" dedi ilk kez, gürce bağırarak. Yastıktan hızla başını kaldırarak çevresinde göz gezdirdi. İnledi, 'Hayır' haykırışının ardından daha hiç sesi çıkmadı.
"Hande tamam, tamam geçti, korkma." Yanına doğru hızla geldi. Camın önünde kollarını birleştirmiş, başlarından geçenleri düşünürken kadının bağırışı sonucu kendine geldi. "Yanındayım ben, sakın korkma, hepsi geride kaldı." Yüzüne dokundu. Yanağından saçlarına doğru elini uzatırken bir parça tedirgin olsa da, sakinleştirmek için mecburdu. Yastığa doğru tekrar ittirdi, baş ucuna oturdu. "Geçti..." dedi tekrar elini elmacık kemiğinde gezdirirken. "Kapat gözlerini." dedi ama demesi sadece kendine kolaydı. Oysa kadının her gözlerini örttüğünde, uzun süre kabuslar göreceğini anlayabiliyordu. İnledi kadın, çekinmeden ve tüm korkuların verdiği acı içinde, iç çekerek ağlamalara başladı. Dokunmadı, sarsmadı da, usulca kalktı oturduğu baş ucundan.
"Yanındayım ben, hadi ört gözlerini." Yorganı tekrar kapatarak uzattı, saçlarından geçirdi elini. Yatağa bırakarak bedenini, usulca diğer tarafa döndürdü kendini, tekrar pencere tarafına ilerledi. Kendisinden kaçmak isterken başına bunca iş açması, o anlarda kendini suçlu hissetmesine neden oldu. Az daha, babası olmasa, henüz tam kazanamamış olduğu güvenini, tamamen kaybedecekti. Yanına tekrar ilerledi, henüz solukları düzene girmemişti, gözlerini örtmekten korktuğunu anladı. Sarsıldığını, bedeninin titrediğini, bakınca anlamamak mümkün değildi. "İçim üşüyor." dedi kadın, ilk kez kımıldattı birbirlerine zırhlanmış dudaklarını. Duraksadı, nasıl tepki vereceğini çok düşünmeden doğruldu. "Ben içeriden bir battaniye alıp geleyim." Yatağın olduğu taraftan uzaklaşmak üzereyken bir anda elinde, hafif soğumuş elini hissetmesi ile kalakaldı. "Gitme." dedi, ilk kez o anda çıktı sesi. Çok kısık değildi sesi, sadece acıdan çokça nasibini aldığı için güçsüzdü.
"Üşüyen içimdi." Dudaklarında titremelerle konuştu. "Beni affet..." Aylar sonra ilk kez kendine itiraf etmekte zorlandıkları, zelzele etkisinde titremekte olan dudaklarından döküldü. "Senden kaçmamam gerektiğini, çok ağır felaketlerle anladım. Kaçtığım sen değildin aslında, hislerimdi, hep gün ışığına kavuşmasından korktuğum hislerim. Şimdi sana 'Affet' demek kolay, beni asıl Allah affetsin." Konuşmaları, derinden sarstı adamı, nasıl tepki göstereceğini çözemedi. Şimdilik sakin kalmak istemişti başlarda, sonrasında çok ağır konuşacaktı. Şimdi düşündü de, biraz daha sakin karşılaması doğru olacaktı. Karşısındaki kadın zaten pişmandı, daha çok üzerine gidemezdi. Yan tarafa doğru uzanan genç adam, kuş biblosunu alarak kadına uzattı. "İyi mi böyle?" dedi sakince ortamı dağıtmak amacında. "Yanında kalsın istersen, daha rahat örtersin gözlerini." Yatağın kenarına bıraktı. Yorganı üzerine düzgünce kapatırken bilinmezliğin içinde ama kendini güvende hissetti Hande, biraz ürperse de çok korkmadı.
..."Yattı sonunda, bir ara kabus görerek kalktı ama sakinleştirince daha düzenli uyudu." İçeri ilerleyen Fatih, kahvaltı masasını kurmakla uğraşan annesine sakince konuştu. "Sana da gün doğdu tabii." dedi elindeki tabağı sertçe masanın üzerine bırakan Nurcan Hanım. "Allah aşkına tekrar başlama anne, kızın halini gördün. Çok daha ağır darbeler açacaktım, babam beni bir hatanın eşiğinden döndürdü. Yanında olmam gerek, çünkü bir şekilde durdurulmalı ve ben bu şekli tercih ettim. Halini gördün, çok korkmuş durumda." Güldü karşısındaki kadın, sinirinden, çok sert güldü. "Yaa atalım Neslihan'ın üzerine, dünden razı zaten!" Sinirine engel olamadı, daralmıştı, içinde sanki bir taraflarını sıkan ellerin boğduğunu hissetti. Yüreğinin can çekiştiğini, içinin boğulduğunu düşündü. "Ben bir başkasının evladı için kendi evladımı riske atamam! Oldu olacak, korktu diye kollarında salla, hiç şaşırmam şu saatten sonra." Yükseldi sesi, elinde olmadan bağırdı. "Tamam bağırma, bak zor uyudu zaten."
"Bana ne yaa, başımıza o kadar iş açtı, mecbur değiliz."
"Sen mecbur değilsin ama ben mecburum anne. Önce babasına, sonra da hastanedeki annesine söz verdim." Sesi epeyce kendinden emindi. Uzatmak istemedi, konuşma, olanların üzerine durma taraftarı değildi.
Kahvaltı masasında sessizce zaman geçirmiştiler. Herkesin akşamdan kalma olduğu tavırlarından netti. Kahvaltı ile meşgul olurlarken bakışları sertti Fatih'in, konuşmalarında da çok net davranmıştı. Yaşananların üzerine daha konuşmak istemedi. "Git Hande'yi kaldır, burada karnını doyursun." dedi karşısındaki Seda'ya bakarken. Sessizce başını sallayan genç kız, ağır şekilde masadan doğruldu. "Dinlense oğlum biraz, zaten zor uyutmuştun hani." derken çekingendi Nurcan Hanım. "Yatmasındansa, kalabalık ortamda oturmasını tercih ederim anneciğim." dedi sakince. Tabağındakileri çatala takarak zaman geçirdi, iştahı kalmamıştı. Çok sürmeden Seda, Hande ile beraber ağırca ilerledi. Yanındaki kadının ağır ilerlemesi, onun da zor adımlar atmasına sebep olmuştu. Elindeki çatalı, tabağın kenarına tamamen bırakan adam, usulca başını kaldırdığı vakitlerle, bakışları kadının solgun kehribarları ile buluştu.
"Gel, hoş geldin." Yerinden doğrularak kadına tebessüm eşliğinde baktı. "Yardımcı olun, tabak verin biriniz." Sandalyeyi çekerek oturmasında destek oldu. Yerine tekrardan geçerek tam karşısına kendi oturdu. "Kusura bakma, kaldırdım seni ama burada bizimle kahvaltı etmeni istedim." Kaşlarını şaşkınlıktan kaldırmamak için zor tuttu kendisini. Kızmasını, kaçtığı için bağırmasını beklerken adam, çok sağlıklı davranışlar sergiler olmuştu. Zoraki, boğazına düğümlenen lokmaları güçlükle midesine ulaştırdı. Güçlükle geçen kahvaltının ardından, tekrar Seda'nın desteği ile koltuklardan birine geçti. Başta kaldığı odasına geçmek istese de, karşı çıkarak "Orayı temizleyeceğim." demişti Nurcan Hanım. Oysa bıraksalar, hiç kalkmaksızın uyurdu. Başı önünde, özensizce salınmış, toka takmayı unuttuğu saçları her tarafını kapatırken oturup kalmıştı.
Çok uzun zaman sonra mutfağa giren genç adam, hızlıca halletmek istediği işe başladı. Rafa uzanarak iki tane kahve fincanı aldı. Kahve makinesini çalıştırmadan önce malzemeleri, makinenin haznesine bıraktı. Hızlıca hazne içinde malzemeleri karıştırarak kıvamını verdi. Bir an için Yasemin'le ilgilendiği akşamlarda kendine kahve hazırladığı zamanları anımsadı. Çok özlemişti kızını. Sonunu bilmediği işe kalkışmıştı madem, gidip getirecekti. Daima da kendisi ile beraber tutacaktı. Haznede malzemeleri çırparak karıştırdı, sonra makinenin içine bıraktı. Ayarladı önce, sonra düğmesine basarak çalıştırdı. Sert kahve bile, normalde çok etkili olmasına rağmen, şimdi asla çözememişti bedenindeki düğümleri.
Ne kadar uğraşsa da, gitmemişti gözleri önünden kadının ürkek bakışları. Onu öptüğünde, sevdiği kadına ihanet ettiğini düşünmemişti, tam aksine, sevdiğine verdiği sözü tutacağı için umuda takılmıştı hisleri. Bir avuç papatya çiçeğini, saklamış değil de, o kadının avuçlarına dökmüş, sevdiği kadına ise hiç mahçup hissetmemişti. Söz vermişti ona son nefesinde, mecbur kalmıştı, sevecekti bir başkasını... Bunun o kadın olmasından, bir an için ürperdi. Yaraları çok derindi. Sarmasına sarardı ama çabalarken daha çok incitebilirdi. Uzak duracaktı, çünkü kendisinden kaçması, kadının da uzak durmak istediğini gösterirdi.
"Beni mutlu görmek istersen, benden sonra umudunu kaybetmeyeceksin: yoksa sevdamı sana helal etmem, bu dünyada hastalığın bedeli ile cehennemi yaşadım, öteki tarafta azap çektirme, iki elim yakanda olur, bilesin." dediğinde, mecbur kalmıştı, kapatmamıştı yüreğini bir başkasına... Yaşadığı evden iki can, yüreğinden ise bir can sökülmüştü ama hep sabretmiş, Allah'ın kimseye, kaldırabileceğinden öte acı vermeyeceğini düşünmüştü. Çevresindekileri de acıları ile yıpratamazdı, saklamıştı yaralarını, yüreğinin derinliklerine, kimselere göstermemişti...
Yorgundu, halsizdi... En çok da hislerinden bitap düşmüştü. O kadını öperken ne hissettiğini, daha kendi de çözememişti ki... Yanılgı mı, tutku mu, aşkın başlangıcı mı, anlamamıştı... Anlamak da istemedi, üzerine durmadı. Yaşamında arkadaşı olarak kalacak, daha ileri gitmeyecekti. Yanında olacak, daima destek çıkacaktı. Yorgun olmasına rağmen sağlam ve güçlü duracaktı. Kahve fincanlarına özenle kahveleri boşaltarak fincanları eline aldı. Yeniden mutfaktan çıkarak salona ilerledi. Mustafa Bey, televizyon karşısında oturmuşken Nurcan Hanım da sahiden temizlikle uğraşmaktaydı. Bıraktığı gibi gördü Hande'nin duruşunu, bıraktığından da kötü buldu. Pazar gününün geç saatleri olduğundan herkes evde zaman geçirmekteydi. Önündeki masanın üzerine kahve fincanını bırakarak koltuğa doğru ilerledi. Yanına oturdu ve kadına hafifçe baktı.
"Senin için de hazırladım, hadi bir dene istersen." Yanındaki kadını biraz şaşırtsa da tavırları, çok direnmedi. Usulca uzandığı kahve fincanını eline aldı. Türk kahvesine asla 'Hayır' diyemezdi. Kokusunu da, tadını da bağımlı derecesinde çok severdi. Bir süre kendi kahvesini içen Fatih, hiç konuşmadı. Sonra kahvesi bittiğinde, masanın üzerine uzanarak önce bıraktı, aklına gelenle, kumandayı eline aldı. Hızlı şekilde kanalları çevirirken aradığını bulmak için çok çabaladı. Ağır şekilde tüm kanalları çevirmişti. "Yapmasana oğlum, sabit kal bir kanalda da izleyelim, şutlayıp durma şunu." dese de dinlemedi Mustafa Bey'i, aradığını bulması gerekti. Birkaç kere daha kanallar arasında dolandığında, istediği gibi olmasa da, bir belgesel bularak sabit kaldı.
"Hande!" dedi sakince ama mutlu edecek olmanın verdiği hafif hevesle. "Bak kuşlara." Elindeki kumanda ile ekranı işaret etti. Ağaçların üzerindeki rengarenk serçelere değdi bakışları. "Çok incedir serçeler, göçe dayanamazlar." dedi kadına açıklamada bulunurken. Az çekmemişti resimlerini, şimdi en çok çektiği kuş resimlerini annesine göstermeyi. Çok eskide kalmasından, o günleri bir daha geçirememekten korktu. "Keşke daha düzgün kanal açsan, biz de baksak, nasıl olurdu Fatih?" dediğinde Mustafa Bey, ters şekilde baktı babasına. "Hande izliyor!" dedi katı şekilde. Gözleri ekranda ama aklı bambaşka anılara gitmişti. Dalmıştı aslında gözleri, uzaklara dalmıştı. Yeliz Hanım ile beraber evlerinin bahçesinde koşturdukları günleri, dudaklarında belli belirsiz tebessümlerle anımsamıştı.
"Canlı görmek istersen, hemen beraber gidebiliriz." dedi tebessüm ettirmek için çabaladığı vakitlerde. "Dönüşte de annen için istediğin çiçekleri alırız. Kocaman bir demet hazırlatırız, karanfil demeti, sadece bir tane almak zorunda değilsin." dediğinde adama doğru hızlıca döndü Hande. Beklemediği yerden pansuman açmıştı yaralarına. "Sahi mi?" derken sesi pelteledi. İlk kez hevesle konuşması memnun etti adamı. "Tabii ki. Hem karanfil demeti hazırlatırız, hem de başka çiçekler alırız. Aksilik çıkmazsa, önümüzdeki hafta alınacak ameliyata." dediğinde tahammülü kalmadı kadının. Umudu yakaladı adamın gözlerinde, karanlık gecenin içinde umut buldu. Kollarını aniden açarak sımsıkı sarıldı karşısındaki adama. O an için tekrardan, tam da uzak durmak isterken kokusunu hissetmenin şaşkınlığını yaşadı genç adam, nasıl tepki vereceğini bilemese de, sadece sarılmasına hafifçe karşılık verdi.
Fatih, tamirhane ile verdiği özel dersler, bir de evi arasında mekik dokuduğu günlerde; Hande'nin durumunu daima takip etmiş, düzelmesi gerektiğini düşünmüştü. Ailesi, arkadaşları; özellikle de kızın halini evvelden görmüş olan Melek de, kendisini ikaz etmişti. O kadını, daima gözü önünde tutarak, kendine getiremezdi. Önce kanat takıp sonra da özgür bırakması gerekti Çalıkuşu'nu, zamanı da çoktan gelmişti. İşlerini düzene aldığı ilk vakitte, onunla çok düzgün bir ortamda konuşacaktı. Gözleri önünden hiç gitmemiş olan siması eşliğinde, sadece vaktin gelmesini beklemişti. Tüm işlerini düzene aldığında, hızlı haraketle, kadını kendine getirecekti. Evine geçmesi için uğraşacaktı. Tek kalması, düzelmesi için çaba gösterecekti. Kanatları takarak usulca özgür bırakması gerekti. Yoksa bunun sonu gelmezdi.
Günler geçti ama Hande, kendine gelememekle birlikte, hiç kimsenin sözlerine aldanmadı, daha çok içine kapandı. Ne kaldığı odadan çıkmak ister oldu, ne de midesinden lokma geçti... Son zamanlarda, iştahı da kesilmiş, bilinçsizce kilo kaybeder olmuştu. Yemeden içmeden kesilmiş, aldığı ilaçlar dışında, su bile içememişti. Nefes alabilmek için zorlamıştı kendisini, midesinden birkaç lokma geçerse, hayatta kalırdı en azından. Ölmek zor gelmişti o an için gözüne, zamanında nasıl intihara kalkışmıştı sahi? Öldüğünde, işlediği günahların hesabını nasıl verirdi Allah'a?
"Anne, biriniz şu kızla ilgilenin, kendinde değil, lokma geçmedi kursakından." İçeri girdiğinde, çekinerek konuşmuştu Elif. Dikkatlice baktığında Nurcan Hanım'a, utanmıştı anlatırken. "Ne yapayım kızım, elimden ne gelir ki, psikolojik tedavi alması şart, inşallah Fatih ikna eder de, hepimiz kurtuluruz." dediğinde, gelinini umursamadan mutfağa doğru ilerlemişti.
İçeriden konuşulanları dinlediğinde, daha da ürken genç kadın, başını dizlerinden kaldıramamış, olduğu kısımda sallanmış, sarsılmıştı. Yatağından doğrulmak istemiş, korksa da kalkmıştı. Yamularak ilerletse de kendisini, almamıştı değneğini. Pencere önüne geçmiş, dışarısını izlemişti bir süre. Gerçekten dediği kadar vardı, tam bir dağ başında olduğunu düşündü. Hangi insan burada, neden oturmak isterdi ki? Gözlemlediği kadarı ile o adam, çok zengin değildi, hiç değildi. Gel gör ki tanıdığı birçok zengin adamların aksine, çok güçlü adamdı. Düşüncelerini bir kenara iterken içeride konuşulanları hatırladı. Psikolojik tedavi için ikna olursa, sorunlarını kabul edecekti. Annesi Neslihan Hanım, kendisine 'Deli' demek için daha çok imkan elde ederdi.
Yeniden gördü o geceki çirkin sakallara sahip kumral tenli adamı, tekrardan canlandı pencere önünde. Yüzüne bakıp sırıtırken o iğrenç, acıkmışçasına kendisine iştahla bakan çirkin sakalların aralanışını gördü. Canavar misali dişleri aralanmış, eğlenircesine hakmıştı kendisine. Sadece korku ile inledi, felç geçirdiği zamandan bu vakite, hiç doğru düzgün çığlık attığını hatırlamazdı. Çok aşırı korkar, sinirlenir, bağırmak için çaba sarf ederse, anında kan gelirdi ağzından. Çığlık atamadığı, sadece inlediği için ancak, sertçe nefesler alıp vermişti.
"Ben geldim!" İçeri girerken arabasının anahtarını konsolun üzerine bırakan genç adam, evdekilere seslenmişti. Portmantonun üzerine montunu asmış, daha doğru düzgün önüne dönemeden, ardından kendisine sımsıkı sarılan bedenle kaskatı kesilmişti. Önüne tam olarak döndüğünde, boynuna sarılmış olan kadın, oldukça afallatmıştı kendisini. İşte paydos ettikten kısa süre sonra, nişanlısının kabrine gitmiş, oradan da eve gelmişti. Mezar taşına bıraktığı papatyalardan bir avucu da, kendi elinde kalmıştı. Sevdiği kadına tamamını veremediği, bir kısmını geri getirdiği, bakarak onu hatırlamak istediği papatya çiçeği elinde, kollarında ise 'Çeşminaz' kelimesine eş olacak kadar baygın bakan kadın ile kalakalmıştı.
"Hande!" Biraz değişik, oldukça da endişeli şekilde konuşurken, kendinden çektiğinde kadını, değneğini alamadan, oldukça sıkıntılı kendisine geldiğini düşündü. İki kat, diğer tarafı yamularak yürümüş, doğru düzgün uzatamadığı kolları ile sarılmıştı. Kollarından ayırdığında, önünde hafifçe eğildi, kadının saçlarını geri itti, ürküntüden parlamakta olan kehribar gözlerini ve kumraldan daha açık tenini ortaya çıkardı. Fatih, her mezarlık dönüşünde, papatyaların tamamını bırakmaz, bir kısmını kendi ile getirirdi. Yasemin'e ne zaman çiçek alsa, sevdiği kadın; çiçeklerin birazını böler, kendisine verir, 'İkimizde de olsun!" derdi.
"Kefenin dili, rengi var mıdır, söyle!... Can çekişiyorken giyinmeyi bilmeyen vuslatım, Ölüm bana hak mıdır, reva mıdır... Söyle, Söyle çeşminazım...
Bir avuç papatyayı, kadına uzatırken tek amacı, korkusunun gitmesi olmuştu. "Al!" dedi sakince, elindeki çiçeği, sakinleştirmek için kadının avuçlarına döktüğünde. "Yanındayım Çalıkuşu." dediğinde, çok belirsiz tebessüm, gözle zor görülecek şekilde belirmişti dudaklarında. Çok sevdiği, edebi değeri daima hoşuna giden, şair İlhan Aşıcı'nın 'Çeşminaz' şiirini hatırlamıştı.
"Bağışla, Bağışla tanrım!... Günahıma sevap katıp bir secdeye alın olamadım, Aşk bildim kandım; kıblem bildim, ömrüm bildim, aldandım; en çok, en çok da ona yanarım!..."
Avuçlarında beyaz papatya çiçekleri, siyah gözlerine esir olduğu adama bakarken titrediğinin bilincinde değildi. İnilti misali sesi, iki dudağı arasından güçlükle çıktığında, "Buradalardı." dedi, elini, odasının açık kapısından pencere kısmına tutarak. Oldukça sakindi genç adam, kıvranan kadını omuzlarından tuttu, doğrulttu, saçını tekrar geri ittirdi. "Ne var orada?" Ürkek gözlerine dikkatlice baktığında, "Ben göremedim." Sözlerini tamamladığında, cevap ararcasına bakışlarını, gözlerine değdirmeye devam etmişti.
"O..." Duraksadı, devam edemedi, zaten sesi iniltiden öte değildi, konuştuklarının anlaşıldığı meçhuldü. "O... O adamlar... Geldiler, oradalardı..." Çok kesik, çırpınarak konuşmuştu. "Tamam, zorlama kendini; kimse olamaz, birlikte şikayetçi olduk o şerefsizlerden, öncesinde de bir temiz dayak yediler, evin önünden bile geçemezler." Sözlerini tamamladığında yanağına dokunmuş, baş parmağı ile okşamış, dudağının kenarına doğru uzatıp tam dudak kenarını da okşarken tebessüm etmemek için zor tuttu kendisini. "Anlaştık mı?" dedi sesindeki sırıtmasına engel olamadan. Hayal gördüğünü anlamıştı, bu saatten sonra, tamamen iyileşmesi için uğraşacaktı.
"Ne oldu, o haliniz ne?" İçeri Nurcan Hanım'ın girmesi, üstelik, gördüğü manzara karşısında; kadının simasının oldukça asılması, sesinin de gergin çıkmasına sebep olmuş, hesap sorarcasına konuşmuştu. "Ben de onu soracaktım." Yerden doğrulan Fatih, kızın önünden kalktığında, annesine bakmıştı oldukça dikkatli şekilde. "Geldi, birden bana sarıldı; biriniz canını mı sıktı?" Karşısındaki kadının oldukça sert bakması, annesine karşı istemeden, kendisinin de soğuk ve sert davranmasına sebep olmuştu. Sadece o hesap soramazdı, madem kesim kesecekti, kendisinin de hakkı vardı elbette. "Tövbe Allahım!" dedi sinir içinde. "O, benim canımı seninle sıkmasın da oğlum, sen anladın beni!" dedi kin içinde. Söylenerek mutfağa doğru ilerlerken annesine nasıl tepki vereceğini bilemedi. "Hadi sen de odana, korkma, ben buralardayım." dedi sakince.
Uzun süre sonra, gök gürültüsünün verdiği ürperti ile başını hızla kaldırdı genç kadın. İrkildi ve epeyce de ürperdi. Yatağından hızla doğrularak sığınacak liman aradı. Yapacağını anında kestirdi. Yürüteçine uzanarak önüne çekti ve düşünmeden doğruldu. Karanlığa sığınacaktı. Her gök gürlediğinde olduğu gibi sığınacak limana ihtiyacı vardı ve bu defa, hepsinin aksine, tamamen karanlığa sığınacaktı. Simsiyah bir görüntünün kendisini sahiplenmesini bekleyecekti. Yok olma isteği bir kez daha misafir oldu derinliklerine. Kaldığı odadan çıkarak, gecenin çok geç saatlerinde, tutunacak dal aradı. Yok olmak, bilinmezliğin içinde tükenerek kaybolmak istedi. Keşke kendisini tekrar o karanlık, penceresiz odasına kapatmış olsalardı, şimdi çare aramazdı. Önüne gelen ilk odanın kapısını araladığında, sebze ve meyvelerin, erzakların saklandığı kilerle karşılaştı. Hızla içeri girerek kapıyı ardından kapattı. Sandalyeyi göremedi, içerisi çok karanlıktı, penceresizdi ve ışığı da açmak istemedi. Çuvallardan birinin üzerine kapatarak ellerini kulaklarına kapattı. Orada öylece kalırken bir kez daha yok oldu ve Allah'a bir kez daha çare göndermesi için yakardı...
Bölüm Sonu...
Yordu beni bu bölüm, mahvetti hem de. Yazı fontlarım çok değişti ve tablet pc ile dosyamdan geçir, hepsini tekrardan düzelt, aşırı zordu. Bana dua edin, inşallah bir bilgisayar alır, içerisinde bulunduğum durumdan kurtulurum. Birçoğunuz Hande'nin bu evde olmasından çok bunaldınız, akışın değişmesini istemektesiniz, hepsini fark ettim. Bu bölüm sondu, önümüzdeki bölüm, asıl olaylara hızla geçiş sağlayacağız. Hande kurtulur mu bilmem ama akış çok fena değişecek.
Fatih, kötü biri değil, sadece destek verilmesi gereken bir karakter. Yolunu şaşırabilecek durumda, eğer iyi bir babası olmasa, kendini çok kötü şaşırabilirdi. Erkekler, annelerine daha çok düşkündürler ama buna rağmen, hep babalarını izler, örnek alırlar. Yönlendirmesi çok doğru oldu Mustafa Bey'in, aksi taktirde Fatih, dönülmez hatalarda bulunabilirdi. Çok aşırı sinirlenmişti ve sağlıklı düşünecek durumda değildi. Üstelik son kaçışının ardından Hande ile nasıl başa çıkacağı konusunda bilinçsizdi. Yönlendirildi sadece, fikir aldı. Kötü biri olsa, ufacık sözlerle Hande karşısında tavırlsrı böyle ılımlı olmazdı.
Diğer bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın... |
0% |