Yeni Üyelik
26.
Bölüm

25. Bölüm: "Beyaz Gelincik"

@mavi_melekler

Olaylara geldik, bu bölümden sonra akış tamamen değişecek!

 

'Hande kurtulsun' düşüncesinde olanlar, size müjde, beklediğinizden çok farklı akıma geçeceğiz.

 

Bölüm Şarkısı

Eylem Aktaş - Beni Unutma

 

Keyifli okumalar...

 

25. Bölüm: "Beyaz Gelincik"

 

Günün erken vakitlerinde gözlerini araladığında, alışkanlıktan olduğunu düşündü, işe gitmediği zamanlarda bile çok geç zamana dek uyumazdı, erken kalkma alışkanlığı vardı. Çalışmak, kendisini oluşundan bu zamana, düzenli tutardı. Yatağından doğrulan genç adam, hızlıca odasının penceresini araladığında, temiz havanın içeri girmesine izin vermişti. Bir önceki akşam olanları hatırladığında, Hande'nin ne kadar ağır darbeler aldığını tekrar düşündü Fatih. İyileştirmek için ne gerekirse o şekilde çabalayacaktı. Kaldığı odadan çıkarken olanları, kısa süreliğine kendine unutturmak istemiş, hızlıca dış kapıyı aralayarak evin bahçesine çıkmıştı. Temiz havanın kokusunu içine çekti. Şafak vaktinin temiz havasını, bir kez de evinin bahçesinde içine çekmiş, bahçenin içinde dolanırken, ufak çeşmenin musluğunu çevirmiş, akarsunun üzerine eğilmişti. Yıkadığında ellerini ve çehresini, oldukça rahatlamıştı. Yağmurdan sonraki toprak kokusunu anımsadı.

 

Evinin içine doğru ilerlediğinde, soluğu mutfakta almış, mutfak dolabını araladığında, ağrı kesici hap almıştı. Çok sinirlenince hep başına ağrı girerdi, buzdolabını da aralarken, soğuk su şişesini çıkarmıştı. Soğuk su ile hap içtiğini annesi görse, her zaman ki gibi çok sinirlenirdi ama Fatih alışkındı, özellikle de soğuğa ve kimsenin alışkın olmadıklarına... Yaşamının bir kısmı sokaklarda, bir kısmı ise eğitiminde geçmişti. Kolay şartlar altında gelmemişti bugünlere, o nedenle, her zorluğa da alışkındı. Mutfaktan çıkarken kiler tarafına ilerledi. Yürüdü sakince. Kahve bitmişti ve oradan alsa daha doğru olacaktı. Genelde kuru ürünleri orada saklardılar. Elini, kapının kulbuna dokundurdu, başlarda kilitli olduğunu düşündü ama sıkışmıştı, zaten hep bir sorun olurdu bu kapıda, geçen de babasına para bırakmıştı, buranın kapısını değiştirtmesini istemişti ama her haltı, kendisinden bekledikleri için sonuç alamamışlardı. Sertçe bastırdığında elini, hızla açmış, geri ittirmişti kapısını...

 

"Hande!" Gördüğü manzara karşısında kaskatı kesilirken çok tuhaf hissetmişti. Kapı, kilitli kalmış ve sabaha kadar burada mı beklemişti? İsmini söylediği an, hafifçe gözlerini aralamış olan kız, şaşkınca etrafına bakınmıştı. Başı, dizlerinin üzerine düşmüş, korkudan kıskıvrak hali vardı. "Ne işin var senin burada?" Olduğu noktada, tersçe bakarken kadına, hızla ilerlemişti ona doğru. "Gel, tutun bana." Sesi soğuk da olsa, mesafeli ve biraz da gergin ama öncekilere göre daha sakin çıkmıştı. Yaklaştığında tamamen, kolundan tuttu, kaldırmak istedi. "Uzat sağlam kolunu bana, tutun benden, kaldıracağım seni." Halinin olmadığını bildiği için kendisi kaldıracaktı, bunu anlamıştı kadın ama çekinse bile, çaresizdi, sabaha kadar burada, soğukta kalmış bedeni ile adım atamazdı.

 

"Gel, alıp kaldıracağım seni!" Çevik bir haraketle kucağına aldığında, hızla karanlık odanın dışına çıkarmış, kapı önüne getirdiğinde, aşağı indirmişti. "Kilitli mi kaldın?" demişti dikkatle gözlerine bakarken. "Gök gürlediği için girdim, karanlıkta beklemek istedim, sonra çıkmaya çalıştım ama çıkamadım." dedi. Yaşananlardan sonra böylesi açıklamalarda bulunmasına, epeyce uzun konuşmasına kendi de şaşırdı. Omuzlarından tutarken sabit durmasını istemişti. "Anne!" dedi sertçe, içeri giren kadına bakarken. "Daha geçen gün babama para bıraktım, kilerin kapısını değiştirmenizi dedim, neden çözmediniz?" Annesinin bakışlarında endişe, tedirginlik görmüştü. "Ne oldu ki oğlum?" derken biraz ürkmüştü.

 

"Hep bir şey olması lazım, değil mi?" Sesi soğuk çıkmıştı ama saygısını da asla geçmemişti. "Sizin benden ayrı iş yapabilmeniz için bir musibet olması gerek, ben ancak bunu anlayabildim. Hande, sabaha kadar kilitli kalmış, kapıyı değiştirseniz olmazdı."

 

"Neden seslenmedi acaba, bunun da sorumlusu sen olabilir misin?" İma ile konuşurken sırıtmıştı Nurcan Hanım. "Senin de bu domuza seslenmen şart değildi bir tanem, bana seslenebilirdin, gelir çıkarırdım seni." Sakince, merhametle konuşurken oğluna sitem etmişti ama endişelenmişti de. Her gün, korktuğuna doğru ilerlemekte olan Fatih'in, bir gün bu kızı sevme ihtimali, sinirlerini germişti. "Ben gök gürlediği için girdim ama sonra çıkamadım." Öncekine göre daha çekingen konuştu genç kız. "Yanıma gelseydin, kendini karanlık odalara kapatman çözüm olmadığı gibi daha ağır sorunlar oluşturabilir." dedi sakince Nurcan Hanım. Çünkü sadece oğlu değildi ilgili olan, kızın gözlerine baktığında, eski hırçınlığının üzerine, sıcak kalp atışlarının geldiğini hissetmişti. "Tamam, hadi babaannemi de uyandır, ben de gelirim birazdan." demişti sakin şekilde, ortamın konusunu değiştirmek istemişti. Genç adam, karşısındaki kızı tekrar kollarına alıp odasına doğru ilerletirken ardında, biraz korkak, biraz da tebessüm dolu annesini bırakmıştı.

 

"Sen otur burada, annem, odanı temizleyecek, sonra bırakırım seni odana, Seda birazdan, malzemelerini getirir." derken malzemeden kastı, kağıt ve kalemleri olmuştu. Kucağındaki kızı, sandalyenin üzerine bıraktığında, odadan çıkmış, evin içinde diğer tarafa, oturma odasına doğru ilerlerken kendini bir tuhaf hissetmişti. Saçları, kokusu; sakallarına o ince saçların değmesi, bir an için kendini, onu kollarında taşıdığında, dünyadan soyut hissetmişti. Hislerinden çıkmasına sebep olan, oturma salonuna girdiğinde, annesi ile babaannesi Ünzile Hanım'ın o hararetli tartışması olmuştu.

 

"Sen göreceksin gününü, cazgırın tekisin sen!" Ünzile Hanım'ın sözleri ile kendini şaşıran, öfkeden kıpkırmızı kesilen Nurcan Hanım, sinirle dişlerini sıkmıştı. "Sen bana cazgır diyemezsin, bunak!" demişti o hızlı gelen siniri kullanarak.

 

"Bana bunak dedin, Allah seni kahretsin!" Gözleri dolarken kalktığı koltuğa geri oturmuştu Ünzile Hanım.

 

"Sen de bana cazgır dedin, hak ettin!"

 

"Hayır, demedim ben sana, cazgırsın ama demedim!"

 

"İyi bak, ne güzel, gördünüz mü; Ünzile Anne ile anlaşmanın tekniğini buldum, bunaksın ama demedim!"

 

Mustafa Bey, annesi Ünzile Hanım'ı sakinleştirirken, Fatih de Nurcan Hanım'ı sakinleştirmek üzere, babası ile iş birliği oluşturmuştu. Genç adam, güçlükle kendine getirirken Nurcan Hanım'ı, sakinleşmesi için söylediği cümleleri dinlemişti. "Yedirelim, içirelim, bakalım ama kalksın bana nankörce, cazgır desin; ben artık bu kadının hal ve tavırlarından, evin temizliğinden, mutfak işlerinden çok bunaldım."

 

"Yardım ederim ben sana anne, hem bak, bugün evdeyim de, hallederiz; konuşma onunla, sen çok kafana takıyorsun, aklı başında olmayan birini bu kadar dikkate alma." demişti daha da sakinleşmesi için çabalarken...

 

İçerisinin temiz havasını solurken rahatladığını hissetti, soğuğu severdi. Aralık pencereden gelen rüzgar, sadece sandalyenin bulunduğu boş odanın içini daha rahat hale getirmişti. Tüm gecesinin balkonda geçmesi, sadece belini ağartmıştı. Yaz günü üşümezdi ama sonbahara da girmişlerdi artık, Hande için daha zor günler başlayacaktı kısa zamanda. Yaprak gibi dökülecekti annesi de, hissetmişti, ölümü onda tadacaktı. Önündeki kağıtın üzerine çizimine devam ederken kendini çocuk gibi hissetmişti. Elindeki kağıtlarla çizimleri için çabalamak gibi bir rahatlığa sahipti -hem de esir tutulduğu evde- kendinden şüphelere düşmesi çok normaldi. Yorgundu ama en azından hasta olmamıştı, olabilirdi de, bunu da mucize olarak belirledi. Gecenin geç vakitlerinden, sabaha kadar tuvalette kilitli kalmıştı, penceresi de açıktı üstelik, az da olsa üşümüştü. Kapı ardından gelen sesleri umursamadan başını eğdi, eli altındaki çizim kağıdına verdi dikkatini.

 

Uzun zamandır resimlerini alamadığı kuşları, çizimlerine getirmişti artık, kağıt ve kalem bulabilmesi, kendisi için diğer mucizelerdendi... Sahi, eline geçtiği günden bu zamana, nasıl da mutlu olup kaçırıldığını bile unutmuştu. Özgürlüğüne sığındığı kuşlar, sakinleşmesinin de sebebi olmuştu. Yakında annesinin de resmini çizecekti, gideceğini, acı da olsa, kabullenmesi şarttı. Özlemi şimdiden artsa da, tamamen gittiğinde çizecekti. Sadece annesini değil, acısını da çizmiş olacaktı o gün. Kafasını biraz kaldırdığında, içeri giren adamı gördüğünde ürkmüş ama bunu belli etmemek için, umursamaz gözükme çabalarına girerek çizimine devam etmişti. Kendisini bu boş odanın içine bırakmış, değneği olmadığı için de kalkamamıştı. Kağıt ve kalemlerine kavuştuğunda, kalkma gereksinimi de olmamıştı.

 

Evdeki temizlik dikkatini çekmişti Hande'nin, sıradan insanlar gibi ortalığı toparlama çabalarına girmiştiler. Üstelik Fatih, sıradan bir adam gibi annesine yardım ediyordu ama sıradan değildi, Hande'nin çelişkisi de, tam olarak burada başlamıştı. İnsan, hem bu kadar sinirli, hem de ailesine karşı nasıl dört dörtlük evlat olabilirdi? Hem, bu sabah ki tavırları da, akıl alır gibi değildi. Kendisini kurtarmış, kilitli kaldığı lavabodan çıkarmış, üstüne bir de kendisi için annesine hafif sert çıkışmıştı. İnsafla, merhametle çıkarmış, kollarına almıştı kendisini oradan alırken. Oysa akşam tartışmışlar, birbirlerine girmişlerdi. Nereden gelmişti sabah ki değişkenlik? Kendisini oradan çıkardığında bu odanın içine getirmişti, desteksiz kalkamadığı için de, onun bıraktığı sandalyeden henüz kalkmamıştı. Doğrusu, zaten kalkmak da istememişti.

 

"Fatih, hadi oğlum, bitir şuraları da, soluk alalım artık, bu evin işi bitmek bilmedi." Genç adam, annesinin elindeki temizlik kovasını almış, pencere kenarına sürüklemişti. "Tamam annem, bak şimdi ben kabasını alacağım, Kuzey'i de çağır, camları bitirsin, yengemi bırak, Nilüfer ile ilgilensin." derken teskin etmişti karşısındaki kadını. Pencerelerden birini daha aralamış, temiz havanın daha çok içerisini bulmasını sağlamıştı. "Bu kitaplar kimin, ne olacaklar?" demişti bir kez daha konuşurken. Nurcan Hanım, dikkatle bakarken sabah ki olayı hatırlamış, "Kuzey'in." demişti sakince ama o kadar da oğlundan korkarken. Sonuçta sabah da, kendilerini çekmek istemediği için sert çıkışmıştı. "Okula gitmeyecekmiş, kitapları atmamı istedi."

 

"Eşek herife bak sen!" demişti dişleri arasından. Hande, yiğenine homurdanışını işittiğinde Fatih'in, gülmemek için zor tuttu kendini. Yüzünde mimik barındırmazdı, gülmezdi ama ağlamamazdı, tüm duygularını, kendisini terk edip gidenlerin valizlerine doldurmuştu genç kadın. "Kitaplar kalacak, o geri zekalı da eğitimine devam edecek, daha tam sinirimi atamadım o itten, akşam herkes eve gelince konuşacağız." Yanındalardı ama kendisini görmezden gelir olmuşlardı. Kendi de umursamadı. Ailesine karşı, Hande için sinirli olamazdı, değil mi? Değildi, bunun mümkün olmayacağını düşündü.

 

..."Fatih Amca, silemedim ben camı, bir baksana." Yiğeni Kuzey'e doğru ilerlemekte olan genç adam, tersçe baktı buğulu pencereyi incelerken. Zaten ona sinirliydi ama şimdi değil, akşam konuşacaktı, önce evin işlerinin bitmesi gerekti. "Yaa tam siliyorum, geri lekeler tutuyor, düzeldi gibi gözüküp, bu hale geliyor." Daha da ters hale getirirken bakışlarını, elindeki bezi aldı. "Geri zekalı, ortalığın tozunu aldığın bezle cam silinir mi? Git, gazete kağıdı getir çabuk, hadi, hemen bitirelim, babaannen halsiz bugün, biz halledeceğiz!" Kuzey, aşağı inip elinde gazete kağıtları ile geldiğinde, başlarda silememişti. Fatih, tek defada elinden gazete kağıdını çekerken hızlı ama temiz şekilde silmişti.

 

...İçeride, o adamla tek başına kalmanın siniri üzerine değdi ama ses çıkarmadı, daha çok ürktü. Kuzey, aşağıları silmek için inip gitmişti. Fatih, hızlı haraketlerle tüm camları silmiş, sonra da kitaplık tarafına ilerlemişti. Acıdan kaskatı kesilirken siması, kitapları yerleştirdiği kitaplıkta, kardeşinin daima taktığı kol saatine denk gelmiş, dokunamamıştı. Yerleştirme işlemine devam ederken kitapları, hafifçe ardına dönmüş, sandalye üzerindeki kadına bakarak, belli belirsiz sırıtmıştı. Elbette ki haraketini, ona belli etmemişti. Rafların tozunu alma işlemini çoktan bitirmiş, kitapları bırakır olmuştu üzerine.

 

"Naber?" demişti sakin sesi ile genç adam, bugün sakin kalmak için uğraşacaktı. Haraketi, karşısındaki kadını şaşırtmıştı, bunu görebilmişti.

 

"Bana mı dedin?" derken sesi, hastalığından ötürü çok aşırı boğuk çıkmıştı. Hem hafif kekelemiş, hem de hastalığı etkisini gösterdiğinde, ikisinin birleşimi, sesini epeyce anlaşılmaz hale getirmişti. Yeniden çarpmakta olmuştu sanki kalbi, uzun zamandır durmuştu da, tekrar atmaktaymış gibi hissetmişti. Sesi çıksa da, inilti dolu kalp atışlarının aksine, yüreğini sıkıştıran hisleri, avuçlarına alıp adama uzatabilseydi... Çok saçma bir soru sormuştu zaten, duymaması daha hayırlıydı. Bir an için inanamamıştı bunu kendisine dediğine.

 

"İçeride senden başka biri var mı?" derken elindeki kitap destesini rafa bırakmıştı. Hande, kaşlarını istemsizce çatmıştı, sesini duyurabilmişti ona, anlayamamıştı?... Nasıl algılamıştı o sorduğu, 'Bana mı dedin?' sorusunu, hiç mi zorlanmamıştı anlamakta? Sonuçta sesi aşırı boğuk, güçsüz, cılız, inilti gibi çıkmıştı. Çok dikkatli bir adamdı, daha önce de fark etmişti ama şimdi, tekrardan teyit edebilmişti.

 

"Yok." demişti daha düz bir sesle, kendinden bağımsız konuşmuştu. Çok daha saçmalamıştı istemsizce. Konuştukça dibe batmak, tam da bu olsa gerekti.

 

"Eee, o zaman?..." Tüm kitapları bıraktığında, ellerini birbirine çarpmıştı. Hande, sakinliğine güvenemedi, her an kıyameti koparacak bir adamdı, sabah ki davranışından sonra hiç konuşmamışlardı, resmen kendisini kurtarmıştı ve kadın bunu idrak edememişti. Pencerelerden birini kapatırken temizlik kovasını ileri ittirdi. "Biraz dışarı mı çıksak acaba?" Fatih'in sözleri ile daha da afallarken bugün kaç kez kaşlarını çattığını anlayamamıştı. "Sahili dolanırız, buranın deniz havası çok başkadır, belki birkaç tane göçmen kuş da buluruz." Yanındaki kadından ses alamadığında, o tarafa doğru ilerledi. Ağır adımlar atarken kadına, merakla baktı.

 

"Çok üşüdün mü dün orada?" Yanına oturmak için sandalyelerden birini çekmişti. Kadına doğru çevirdiğinde sandalyesini, dikkatlice bakmıştı gözlerine. "Soğuktu, biliyorum, hoş bir olay olmadı, bunu da fark ettim." İrileşen gözleri ile adama bakmıştı ama ses çıkarmamıştı. Genç adam, hızlı bir haraketle kadının ellerini avuçlarken konuşmayı, o an için beceremeyen kadın, sadece korkuyla inlemişti.

 

"Neden seslenmedin bana, neden 'Kurtar beni' demedin?..." Hesap sorma şeklini işittiğinde daha da afalladı, avuçları ise epey soğudu elleri arasında. Bugün daha ne kadar şaşıracaktı acaba? Bildiğin acımıştı kendisine, insaf etmişti. Ellerini hızlıca çekerken diğer tarafa döndü, onunla iletişime geçmemek için çizimine baktı. Kalemi, kağıtın üzerinde gezdirirken çizimini tamamlamak istedi. Kuşun kanatlarını çizerken kalemi çok sert kavramıştı. Kalemin altındaki kağıdın birden çekilmesi ile afalladı. Hızla kaldırıp başını, çevirdiğinde kendini, korku dolu gözlerle karşısındaki adama baktı, istemsizce biraz ürkmüştü. Tüm malzemelerini bir kenara çekmiş, kadının elindeki imkanları alarak, o an için gözlerine bakmasını istemişti. Siyah gözlerine bakması ile birlikte, kehribar gözlerine dikkatle bakmak istemişti.

 

"Şey, ben aslında..." Kelimeleri birbirine zor dolandı, seçemedi cümlesini. "Gök gürültüsünden ürperdim, karanlığa sığınmak istedim." Yakındılar, hem de çok, bundan olsa gerek ki konuşması da zordu. "Sonra çıkmak istedim ama çıkamadım." dedi sakince. Hiç tepkisizce dinledi bir süre adam, sonra, "Hımm..." dedi boğuk bir sesle. "Kimi zaman sana sığınmak istediğim gibi..." Şeklinde tamamladı cümlesini. Uzun zamandır kendine itiraf ettiği gerçeği, tek cümle ile aşıladı karşısındaki adama. Yaşadığı tüm zorluklarda kendisi ile beraber olmuştu, asla inkar edemezdi. Ürperse de, henüz tam olarak başından geçenleri kabullenemese de karşısındakine güvenmesi gerektiğini anladı. Şimdi şaşırma ve gerileme sırası karşısındaki adama gelmiş, sözlerine anlam verememişti bir süreliğine. Yanıt bulamadı, ikisi de karmaşanın içinde kaldı.

 

"Tamam, hadi kalkalım, benim de işlerim bitti zaten." Sakince, ortamı değiştirmek istercesine konuştu Fatih, beklemediği cevaplarda boğulmaktan ötürü çekindi. "Sen acıkmışsındır, mutfağa geçelim, ben de acıktım, bir şeyler bakalım, hazırlamaya çalışalım." Yerinden kalkarak doğruldu. Yürüteçini önüne bırakarak kalkmasını bekledi. İkisinin de bakışlarında utanç ve epeyce de çekingenlik vardı. Önden ilerlemekte olan adamı, halsiz adımlarla, kendi de takip etti. Yaptığı hamleye kendisi de şaşırmış, karşısındaki adamı da şaşırtmıştı. Bir anda dökülmüştü dilinden cümle, dudaklarından çıkıp da kelimeler, cümle haline gelene kadar anlamamıştı nasıl kurduğunu, kavramakta zorlanmıştı. Gittikçe kapıldığını hissetti, doğru olmadığını bilse de kaçamadı hislerinden.

 

Yorgun geçen günlerinden sonra, sadece annesini özler olmuştu, hasretten ötesine aklı ermemişti. Sessiz, içine kapanık geçirdiği günlerde, Hakan Bey'in ameliyatla ilgili açıklamaları, üzerinde zamansız bomba etkisine neden oldu. Korku, kaybetme korkusu, tüm iliklerinde can buldu. Tam üç gün sonra, pazartesi günü, eğer aksilik çıkmaz da; kalp atışlarında bir problem çıkmazsa, kan değerleri böyle normal ilerlerse, Yeliz Hanım'ı nakil ameliyatına alıcaklardı. Kan değerlerine şimdilik 'Normal' denebilirdi, o şekilde açıklamıştı doktor. "Her şeye hazırlıklı olun." Cümlesini de eksik etmemişti açıklamalarının arasından. Hazırdı zaten, ölümünü de güçlü karşılayacak, ona layık evlat olmak için çabalayacaktı. Pazartesi gününün gelmesini hem istiyor, hem de korkuyordu. Tüm bilinenlerin aksine, o gün sadece can sıkıntısından şikayet etmişti. Daralmıştı, ara verdiği okulunu özlemişti, bunları dile getirecekti elbette ama şimdi değil, daha çok toparlanması, önce kendini bulması gerekti. En önce de annesinin durumunun pazartesi günü netleşmesini beklemesi şarttı.

 

Ne kadar çabalasa da, her çırpınışta tekrar düşmüştü, kalkamamıştı bir türlü. İçinden çıkamadığı ağır acılarda boğulmasına ramak kalmıştı. Elinde olsa hiç hastaneden gelmez, daima orada kalırdı. Çırpındıkça boğulduğu, içinden çıkamadıkları, aslında sadece annesinin orada oluşu değildi, daima üst üste gelenlerdi. Önce öylesine gittiği kitap kafede, o siyah gözlü adamla karşılaşmış, o günün ardından da hayatı değişmişti. Önce kaçırılmıştı, hem de kitap kafede karşılaştıktan kısa süre sonra, karşılaştığı adam tarafından esir alınmıştı. Hepsini normal karşılardı da, tüm olanların sebebinin Yeliz Hanım olması, daha ağır darbe haline gelmişti.

 

Ne kızgındı, ne kırgındı; tüm hislerin karışımı birleşmiş, gırtlağını sıkar olmuştu. Olanların üst üste gelmesi, tamamen tüketmişti kendisini. Yorganı, geceleri dudaklarına bastırıp sesinin inilti gibi çıkması, duyulmaması için çabalamıştı ağlarken. Bıraksalar, kaldığı odadan hiç çıkmadan, saatlerce, belki de bir ömür acı çekerdi. Önceleri annesine tutunur, güçlü olurdu, hayatta kalmak için çabalardı, tek seveni annesi olduğundan uğraşırdı, şimdi kim için, neden çaba gösterecekti? İçerisindeki duruma bakılırsa, hiç de gerekli değildi. Yaklaştığı, zamanında uzak kalmak istemediği adamdan, şimdi kendi isteği ile kaçarken daha çok acı çektirmişti kendisine.

 

Yerinden doğrulduğunda almadı koltuk değneğini, aksadı, aksadı, aksadıkça zorlandı ama aynanın karşısına geçebilmek için bir parça çaba gösterdi. Yatağından uzaklaşırken, duvardaki boy aynasına baktı, simasına çarptı gözleri. Solgun, bembeyaz, göz altları morarmış, saçları dağılmıştı. Konsolun üzerine kayarken gözleri, içi boş su bardağını aldı, anlık gelen hisle aynanın üzerine geçirdi. "Anne!" dedi kırılan parçaların içine sesi de savrulurken. "Annemi getirin bana, annem olmadan nefes alamıyorum!" demişti haykırışları tüm evi inlettiğinde. Kabullenmesi gerekti, Yeliz Hanım'ın o ameliyattan sağ çıkma ihtimali çok düşüktü. Çünkü defalarca kez, "Keşke bu hale gelmeden uygun nakil bulunsaydı." derdi Hakan Bey. Geç kalınan hangi hayat, yaşanabilirdi ki?...

 

"Hande!" İçeri giren genç adam, hızla kollarından tutup geri çekerken sımsıkı sarılmıştı kadına. "Sakin ol, geçecek!" demişti kollarına sararken. Burnunu omzuna dayarken uzak kalmak istediği adamın kokusunu içine çekti. "Geçemez, ben annem olmadan nefes alamıyorum." demişti acı içinde kıvranırken. "Alacaksın, alışacaksın!..." Saçlarına dokundurmuştu kelimelerini, üflemişti acının son tınısını... Yaralar birbirine çarpmış, birbirine sarılanlar, o anda bedenleri değil, acıları olmuştu.

 

İyileşmeyecekti, düzelmekten vazgeçtiği, kendini amaçsız hissettiği günlerde, daha da içine kapandı, bıraktı kendini. Oturma odasındaki koltuğa oturmuş, bu zamana kadar başından geçenleri düşünürken daha da kendinden geçmişti. Evdeki sesler istemsizce kulağına çarptığında, günlerden pazar olduğunu hatırladı. Çocukluğunda, babası evde olduğu için en sevdiği gündü, pazar sabahları erkenden kalkar, aç karnına çizgi film izler, çok keyif alırdı. Yirmi altı yaşına gelmesine rağmen, bir an olsun bıkmadan, her pazar izlerdi, tabii bu eve gelene kadar... İçeri, elinde tencerelerle giren Nurcan Hanım'dan bakışlarını çekerek duvara döndürdü, duvardan başkasına bakmak istememişti.

 

"Hande, hadi gel, karnın doysun, sonra birlikte bahçeyi dolanırız." Anlamazdan, dinlemezden geldi. "Değişiklik mi olsa, direkt bahçede mi yesek?" dediğinde, kendisini masaya gelmek için ikna etme çabasında olduğunu anlamıştı. "Gel hadi." Yanına gelmiş, üzerine doğru eğilmişti. "Hem bıraksana şu elindekini." Elindeki oyuncak kuş desenini almak için çabaladığında korku içinde inlemişti. "Tamam, tamam canım, ben odanda kalmasını istemiştim, hadi masaya gel." Kolundan tuttuğunda zorlanarak kendisini kaldıran kadına çarpmıştı gözleri. Her zamankinin aksine, başı açık, hafif kısa saçları da aşağıdan toplanmıştı. Çorba tabağının içine, servis kaşığı ile çorba aktarırken tabağı önüne bırakmıştı.

 

"Benim annem senden daha güzel mercimek çorbası hazırlar." Önünde en sevdiği çorbanın olmasına rağmen canı, karşısındakini sinir etmek istemişti. "Doğrudur, anneler bir başkadır zaten." Sinirlenmenin aksine, çok sakin ve olgun karşılamıştı. "Çorbanı iç, sonra sebze dolması hazırladım, annen kadar olmasa da, uğraştım biraz." Hafifçe sırıtırken masanın etrafına diğer tabakları dizer olmuştu. İşlerini, hızlıca bitiren kadını seyretti kısa süre. Tülbentinin çözüldüğü için boynuna düştüğünü, çok geç görmüştü. "Seda, Kuzey; hadi gelin çabuk." Yukarıda Elif, çocuk uyuttuğu için çok bağıramadan seslenmişti.

 

"Babaanne, halam, amcamla beraber gitti." dedi içeri ıslık çalarak giren Kuzey. "Benim neden en son haberim oldu acaba? Tamam, Yasemin'i getireceğinden haberim var da, Seda Hanım keşke bir söyleme tenezzülünde bulunsaydı." dedi tavırlı şekilde Nurcan Hanım. Yemek masasına son anda oturan Mustafa Bey de ters şekilde baktı eşine. "Fatih, araba kullanırken Yasemin'le cinler periler mi ilgilenecek Nurcan, tabii gidecekti." dediğinde sinirle güldü kadın. "Ben zaten gitmesin demedim, haber versin dedim." Dilimlediği ekmeklerin bir kısmını, Hande'nin önündeki çorba tabağının önüne bıraktı. "Uzatma, sabahtan çıktılar zaten, gelirler birazdan." dedi tekrardan karşısındaki adam. Sonra Hande ile buluştu bakışları. "Sen nasıl oldun kızım, biraz daha iyi misin?" Sıcak, şefkatli bir bakış sunmak için uğraştı. "Teşekkür ederim." Kısa cevap vermek için uğraştı Hande.

 

"Pazartesine ne kaldı şurada, güzel haberler gelecek inşallah." Umut aşılamak istedi Mustafa Bey, bir bakımı da mutlu etmek istedi, zor olduğunu bilse de. "Kendi içinizde kalmamış umudu bana vermekten vazgeçin, iyi niyetinizi anlıyorum ama ben yenilgiyi şimdiden kabul ettim." Çok açık ve ilk defa istemese de uzun cümle kurdu genç kadın. Sahiden de çoktan hazırlamıştı kendisini. "Aa!" dedi şaşırarak Nurcan Hanım. "Ne düşünürsen o olurmuş güzel kızım, konuşma öyle karamsar şekilde." Yüzüne doğru eğilerek çenesine dokundu, usulca okşadı. "Doktorlara bakma, hep öyle konuşurlar; doktor vesiledir, mucize Allah'tandır. Daima dua etmekten vazgeçme, benim hâlâ inancım var, annen iyi olacak, sana benden daha güzel tarifler hazırlayacak." Uzunca konuşmasının ardından göz kırparak sonlandırdı son kelimelerini.

 

Akşamı odasında geçirdi, halsiz ve en çok da ürkekti. Çıkmadı bir süre dışarı, hâlâ aklında o korkunç gece vardı. Yaşadıklarına anlam veremedi. Ya kurtulamasaydı, bulamasalardı kendisini? Bir daha nasıl nefes alınırdı ki... Yatağına oturmuş, olanların beraberinde olacakları da düşündü. Yarın günlerden pazardı, sadece bir gün kalmıştı. İnanılır gibi değildi, finale gelmişlerdi. Sonda kadere ne işlenmişse, onu görecekti. İlkokul zamanlarını anımsadı, tebessüm doldu dudaklarına istemsizce. Yıllar öncesine gitti nedensizce gitti aklı. Öğretmenin kendilerini çıkaracağı gösteri gereği, beyaz elbise giyinmesi şarttı ama o elbiseyi alacak paraları olmadığından, babasına söylemekte zorlanmıştı. 'Beyaz Gelincik' olması gerekti ama ne kadar uğraşsa da, babasından istemeye cesareti olmamıştı. Sonra çocuk aklı ile çok sevdiği pembe elbisesini çamaşır suyunun içine atmış, beyazlamasını beklemişti. O şekilde, leğenin içindeki elbisesini bırakıp üzerini de örterek okula gitmişti. Henüz sekiz yaşındaydı, boyundan ağır yoksulluğa sahipti.

 

Eve döndüğünde, annesi Neslihan Hanım'ın hesap soran bakışları ile karşılaşmış, mahçup kalmıştı ama açıklamıştı de nedenini elbette. Durumu değerlendiren Neslihan Hanım, her zaman ki acımasızlığı ile babasına giderek, "Utan kendinden, çocuğa elbise alacak paran olmadığından, kendisi çözüm üretmiş zavallı." demişti. Zaten hep tartışmaları annesi çıkarır, acımasız davranırdı babasına karşı. İşin ilginç tarafı, kendisi halinden ve çözümünden çok memnundu. 'Beyaz Gelincik' olarak sahnede şiirini okuyacaktı. Çamaşır suyunda bekleterek kendince beyazlattığı elbisesi ile mutlu olmuştu. Okula gösteri için gittiğinde, sahneye çıkmasına yarım saat kala, daha üzerine o elbiseyi giymeden, annesi ile babası gelerek kendisine yetişmişlerdi. "Aldım kızım." demişti babası elindeki paketi kendisine uzatarak. "Sonunda para buldum, o elbise ile sahneye çıkmayacaksın." derken sadece kendisi için mutluydu. Sonra Neslihan Hanım, kendisini alarak okulun giyinme odasına götürerek üzerini değiştirmişti.

 

Alınması gereken elbisesini, babası alana kadar annesi, tüm gücü ile üzerine varmıştı babasının. Sürekli dile getirmişti ama düşünür de, Neslihan Hanım bunu, sadece kendisini düşündüğü için değil, babası ile tartışmak için yapardı. Yaşananların ardından çok sürmemiş babası, işinde ağır kademe atlamış, başarılı bir iş adamı olmuştu. Yokluktan varlığa doğru hızlı geçişlerde bulunmuşlar, rahat bir yaşam sürmeye başlamıştılar. Yaşamları değişse de, annesi ile babasının tartışmaları hiç değişmediği gibi sonlanmamıştı da. Yıllar boyunca süregelmişti. Eğitimli bir adam olan babasına, belki de annesi çok ağır gelmişti. Bunu hep böyle görmüş, evliliklerini dengeli karşılamamıştı. Babasının, para için ortağını öldürerek hapise girmesinin ardından çok geçmemiş, annesi ve dayısı da, tekrar iflasın eşiğine dayanmışlardı. Yaşananları kaldıramayarak felç geçirmesi de, daha ağır darbe olmuştu. Liseden mezun olduktan kısa süre sonra yatağa mahkum kalmıştı. Çaresiz kalan annesi, hem kendisinin bakımını üstlenirken hem de çıkış kapısı aramıştı daima. En sonunda da Koray Bey ile evlenmişti ama asla aşk değildi. Sığınmaktı, muhtaçlıktı...

 

İyileşmeye başlaması, ufak hamlelerle kıpırdaması, eğitimine devam edeceği için nasıl da sevindirmişti başlarda kendisini. Sesi çıkmaya başladığında, ilk olarak annesine söz etmişti hedefinden, üniversite sınavına girmek istediğinden ama hevesi de anında kursağında kalmıştı. "Halinin farkında değil misin sen kızım?" demişti Neslihan Hanım, istemeden de olsa, gözyaşları içinde acı konuşmuştu. "Yarım kaldın, doktorun bile senin önünde dedi, bundan sonra tamamen eskisi gibi olamazsın." derken gözyaşlarına engel olamamıştı annesi. "Ya ben, beni de anla ne olur. Yetişmem gereken bir hayat var, şimdi Koray abin bize zor da olsa bakarken bir de senin eğitimine nasıl güç buluruz." derken sesinden de, çaresizliğinden de durumu anlamış, hevesini tek kalemde kırmıştı. Sadece üniversite sınavına girmekten ibaret değildi ki okumak. Yarımdı artık, kabullenmesi gerekti, kimse kendisi ile uğraşamazdı. Ne annesi, ne dayısı, ne de annesinin evlendiği adam. İyi biriydi Koray Bey, özünde iyi bir insandı ama bazen Neslihan Hanım'ın dolduruşlarına gelir, çok ağır konuşurdu.

 

Kuşunu, 'Gelincik' ismini verdiği arkadaşını canından edene dek sevmişti onu. Saygı göstermiş, sevebilmek için çabalamıştı. 'Beyaz Gelincik' olduğu günlerden esinlenerek muhabbet kuşuna o ismi vermişti ama ömrü, gelinciklerden de kısa sürmüştü. Ne zaman biri kendisine, 'Aç elini' dese, o korkunç günü hatırlardı. Yeliz Hanım'la tanışmak, ömrünün en farklı mucizelerinden olmuştu. Kendisinin sahiden mucizesi olmuştu annesi. Evinden içeri girerken farklı bir dünyanın kapılarını aralamıştı. Kocaman bir villa, kendisine ait çok büyük bir oda, büyük dolap ve içinde sayısızca elbiseler vardı. Darmadağın olmuş hayatını, zamanla şekillendirerek kendisini düzeltmişti. Yardımı ve desteği ile tekrardan sınavlara girerek istediği bölümü kazanmıştı. Rengarenk bir hayata kavuşmuştu annesi ile tanıştığında. Yaşadığı, onunla beraber geçirdiği altı sene boyunca, daima onu örnek almış ve bundan hiç pişman olmamıştı. Acı dolu öyküsünü öğrendiğinde, 'Gelinciğim' şeklinde sevmişti hep kendisini.

 

Şimdi ona layık olacak, ölüme bile gönderse güçlü duracaktı. Yenilgileri kabulleneli çok olmuştu. Önce beyaz bir elbise giyecek, son iki gününü de evinde, annesinden kalan evde geçirecekti. Orada hazırlanacak, toparlanacak, sonra da 'Beyaz Gelincik' olarak, beyaz elbise ile gidecekti hastaneye. O yılları temsilen, özel günlerde giyindiği beyaz, fiyonklu bir elbisesi vardı. Evinde, annesinin odasında son iki günü geçirerek, ameliyat günü de o elbiseyle gidecekti hastaneye. Güçlü, sağlam duracaktı. Biraz tedirgindi, evinde durduğu adama, isteğini nasıl dile getireceğini düşündü başlarda. Olgun davranacaktı. Yetişkince, aklı başında şekilde ilerleyerek, düzgün düşünebildiğini göstererek izah edecekti. Yardımcıları, annesinin çalışanı Serap, hâlâ o evde kalırdı ve kendisine daima da destek çıkardı. Orada tek olmayacaktı, en çok da bunu anlatacaktı. Yerinden, düşüncelerini bir kenara çekerek doğruldu ve aklındakileri uygulamak için zorlanarak da olsa ilerledi.

 

"Seninle biraz konuşabilir miyiz?" Yanına doğru gelen ve 'Ne oldu?' dercesine kendisine bakan adama soğuk bir dil kullandı. "Tabii, seni dinliyorum." dedi sakince. Rahattı tavrı ve kadın, bundan çok rahatsızdı. Bakışlarını bir süre etrafta gezdirdi. Tekrar getirmişti kızını, Nurcan Hanım'ın kucağındaki bebeği hemen tanıdı, hiç zorlanmadı. Oysa hafızası kuvvetli değildi ama gördüğü an hatırlamıştı nedense. "Yalnız konuşsak daha doğru." dedi daha soğuk tavırla. Yerinden kucağındaki bebekle hızlıca doğrulan Nurcan Hanım'ın tavrı çok sertti. "Benim çocuklarımın benden gizlisi saklısı olmaz, ne diyeceksen burada de." Cümlesi hiddet doluydu ama onu görmezden gelerek umursamadı. Tekrardan karşısındaki adama bakarak ricada bulundu. Bakışlarını kullanarak rica etti.

 

"Tamam gel." derken kadını odasına doğru ilerletti. Tekrardan annesine döndü ve "Gelme lütfen anne." dedi ikazcı şekilde. Şimdi bir de onun evhamları ile uğraşacak değildi. Yalnız kaldıklarında, sözü çok uzatmadan konuştu Hande, gevelemeyecekti, aksi taktirde içinden çıkamazdı. "Sadece bir gün sonra annemin durumu belli olacak. Büyük ihtimalle sonsuzluğa uğurlayacağım, ben bunu kabullendim. Yenilgimi kabullendim. Senden tek ricam, annemin henüz nefesi çıkmamışken, ameliyattan önceki son günümü, onun evinde geçirmek. Eğer doktor çıkar da, 'Başınız sağ olsun.' derse, deme ihtimali de çok fazla zaten, benim anneme veda edecek zamanım çok kalmayabilir. Son gecesinde, doyasıya eşyalarıyla vedalaşmak istiyorum. Dağıtmam gereken eşyalarını, öncesinde doyamasam da, uzunca koklamak istiyorum. Son kez anılarıma veda etmem gerek. Bir daha o eve giremeyebilirim.

 

Bir oğlu var Yeliz Anne'min, Alper Ağabey, kendisi işinde çok başarılı bir doktor. Belki sen de tanıyorsundur, büyük ihtimalle ameliyat günü gelir, göreve üstlenir. O varken bana bir daha annemin evine girmek düşmez. Bana her açıdan destek olacaktır annem olmasa da ama ne kadar olsa elin adamı, gidip de o varken annemin evinde kalamam. Son kez o evdeki anılarımla vedalaşmak istiyorum, bana güvenemezsen, evin kapısında nöbet tut istersen, gerçekten başka amacım yok. Yardımcımız Serap da oradadır, bana her açıdan destek çıkar. Sen de sevdiklerini kaybetmişsin, ağabeyini; kız kardeşini. Sevdiğin kadını vermişsin toprağa, tek başına, öksüz bir çocuk büyütüyorsun, beni anlayacağını umuyorum. Şimdi veda edemezsem, sanki onun nefesi çıkınca, anılar da ölecekmiş gibime geliyor. Çok sayılı bir zamanım kaldı, istersen Serap'ı da ikaz et, ona emanet et beni ama ne olur bana bunu çok görme."

 

Bir süre duraksadı, önce durgun şekilde dinledi. Sözlerini anlamak için çabaladığında, sadece bekledi. Sonuna kadar hakkı vardı konuşmalarında ama kendisi tedirgindi. Aslında çoktandır aklından geçmişti böyle bir konuşma ele almayı ve kadın, kendisinden önce davranmıştı. Sonsuza dek kendisi ile tutamazdı, biraz olsun kendinden uzaklaştırması gerekti. "Düşüneceğim." dedi sakince, düşünmüştü çoktan ve şimdi konuşmaları ile beraber tamamen de kararlaştırmıştı. Bunu ona çok göremezdi, hakkı değildi. "Sen düşündüğünde geç kalmış olmak istemiyorum." Diretti ve kendince direndi. "Müsaade etsem de seni şimdi bırakmam Hande. Yarın öğlene doğru." Uzun zaman sonra tekrar ismi ile hitap etti, adam da soğuk durdu. Bırakacağına dair umudu çoğaldı kadının, iki adım geri ilerledi.

 

"Teşekkür ederim." dedi sesinde tebessümle.

 

"Tamam demedim, düşüneceğimi izah ettim." Konuşmalarının ardından arkasına dönerek kaldığı odaya doğru ilerledi genç kadın. Bir süre odasına gidişini izledi, ardından kendi de oturma salonuna geçti. Ailesine anlattı kadınla aralarında geçen konuşmaları, ilk tepki de annesinden geldi elbette. "Bırakmalısın Fatih, bir an önce bırakmalısın hem de, çünkü bunun sonu gelmeyecek." dedi Nurcan Hanım. Başkalarına konuşması zor değildi, annesi sadece kendisini düşünerek konuşmuştu. Kendisinin de o kızı düşünmesi gerekirdi. Arkadaşlarına da anlatacaktı, onlardan fikir alacaktı. "Bırak ama tamamen değil oğlum, sürekli, başka evdeyken de gözünün önünde olur zaten. Esir tutmandansa, hayatında arkadaşı olarak kalırsın, daha doğru duracaktır." Sözü Mustafa Bey devir aldığında, yapıcı konuşmak için uğraştı.

 

 

Güzel denebilecek kadar tuhaflıklarla dolu bir akşamı geride bırakan genç kadının içinde tarifsiz hisler vardı. Aylardır tutsaklığının son bulmasını istediği evden gitme ihtimali bulunurken düşünceleri karmaşıktı. Onca çabalarına rağmen kaçamamışken şimdi tek ricası ile evden çıkarılacaktı. Neden mutlu değildi, kurtulacağı için aşırı mutlu olması gerekmez miydi? Yemek için akşam vakti, Nurcan Hanım tarafından masaya davet edildi, geri de çevirmedi. Ne de olsa son olma ihtimali çoktu. Yerinde olan keyfi ile oturdu masalarına. Daha doğrusu, mutlu olabilmek için çabaladı. Gidecekti işte, aylardır uğraştığı, şimdi kendisine birkaç cümle ile verilmişti. Akşamın hafiften kararan havasında, bahçe masasına oturdu. Ne sıcak ortamdı, hafif kalabalık bir aile ortamından ibaretti üstelik. Gecekonduda böyle sıcaklık görmemişti daha öncesinde.

 

"Yarın öğlene kadar bekle, sonra gelip alacağım seni, evine bırakacağım." Kalabalığın ortasında dudaklarından dökülen sözlere dikkat kesildi Hande. İçi tekrar tuhaflaştı ve nedenini anlamakta tekrar zorlandı. "Yalnız daima gözüm üzerinde olacak, sakın beni pişman edecek bir harakete kalkışma." dedi soğukça. İkazcı sesinin buz misali durarak soğuk rüzgarlar estirdiğini düşündü. Ses çıkarmadı, sadece bakışları ile onayladı. Yarın giderse daha az zaman geçirecekti ama olsun, sonuçta yirmi dört saate yakın zaman dilimi olacaktı önünde. Hiç evden çıkmaksızın anılarına veda edecekti. "Neden öğlen?" dedi Nurcan Hanım, çabucak gitmesi daha doğru olacaktı. Sanki evde durduğu her an, evladının tehlikede olduğunu düşündü. Gitmesine en çok o sevinmişti, istedikleri elinin altına gelmişti. "Dersim öğlen bitecek anne, özel ders vermem gereken öğrenci de var, ikisini birden aradan çıkaracağım." Konuşmaları ile öğretmenlikle uğraştığını tekrardan anımsadı. Geçen zamanda az çok işini kavramıştı. Zevk için araba tamiri ile uğraştığını ve aynı zamanda öğretmenlikle de uğraştığını hatırladı.

 

Yemek masası toparlandı, usulca ortalık temizlendi. Kimsenin masada kalmadığı vakitlerde, karşısındaki adam, tekrardan ikaz etti kendisini. "Sakın benden kurtulduğunu sanma, daha çok elim üzerinde olacak." dediğinde umursamazca baktı kadın. En azından daha düzenli bir hayatı olacak, tanımadığı adamın evinde kalmaktan kurtulacaktı. Yine de mutlu değildi. Karşısına geçip hesap sormak için bile annesi kalmamıştı. Pazartesi günü sadece annesini değil, sırdaşını, arkadaşını, umutlarını paylaştığı kadını son kez görecekti. Buna nasıl yürek dayanırdı ki? Şimdi bir de kalkıp mutlu mu olacaktı? Tam tersine Fatih, kendisine 'Benden kurtulmadın' dediğinde hafif mutlu ve çok da güvende hissetti. Yemekten sonra bir süre bahçeden çıkmadı. Bekledi, etrafını izledi.

 

İçeri girmedi ve kimse de kendisini zorlamadı. Yarın gidecekti ne de olsa, neden zorlasınlardı ki? Düzgünce izledi ortalığı, masada hâlâ ikisi kalmıştı ve sessizdiler, olabildiğince durgun. Çok sürmedi, kucağında bebekle içeri giren Seda, ağlamaklı ve sızlanmalı olan bebeği ağabeyine doğru göstererek, "Susmuyor, çok huysuz." dedi tedirgin şekilde. "Hasta gibi ama anlamadım sorununu." derken çekingendi de aynı zamanda. Hande, karşısındaki görüntü ile geri adım atmak istedi ama beceremedi, kalakaldı olduğu kısımda. Çocuk gördüğünde gerilirdi, üstelik karşısındaki bebekti. Çok fazla rahatsız olması gerektiği halde, rahatsız olmadı ama bu defa, ondan olsa gerek, geri adım da atmadı. Gerildi fakat kendini kontrol ettiğinde rahatsız hissetmedi. Fatih, kolunu uzatarak doğruldu ve Seda'nın kucağındaki bebeği aldı. Sarstığında hafifçe, biraz olsun bebek durgunlaştı. "Seni istiyormuş." dedi tebessüm eden Seda.

 

"Sen geç içeri tamam, rahatlar temiz havada." dedi kardeşine bakarak. Sonra kendisine doğru döndü. "İstersen burada kalabilirsin." dedi ama istemedi. Yerinden sakince doğruldu. "Yok, içeride dursam daha rahat ederim." Bahçenin kısa merdivenlerini çıkarak kapıdan girdi. Bir babanın evladına göstereceği sevgiyi izleyemeyecek kadar kimsesizdi. Ne annesi vardı, ne de babası, bir tane seveni kalmamıştı. Kaldığı odanın içine girerek pencere tarafına ilerledi. Kollarında titremeler hissetti, gideceğini düşünürken nedensizce titredi. Neden bir türlü tamamen sevinemediğini de anlamadı. Titrek eli ile camın tülüne uzandı, usulca çok hafif araladı. Karşısındaki adamın kızına olan tavırlarını, dudaklarında belli belirsiz tebessümle izledi. Sesleri dinledi, kulağına sesler doldu zor da olsa.

 

"İlk burada itiraf ettim annene sevdamı, bu ağacın altında dile getirdim kaçamadığım sevgimi." Yaklaştı cama doğru, camı açsa daha net algılardı ama açmadı, kendini belli etmek istemedi. Yine de sesleri dinlemekte zorlanmadı. Halinden memnun bir şekilde kızını kucağına almış, ona gösterdiği ağacı anlatıyordu. Sıradan gibi dursa da ağaç, demek ki değildi. "Hastalanacağını, bir gün hastane koridorlarında sabahlayacağımı bilmeden sevdim onu, bu ağacın altında, ölümü hesaba katmadan, 'Çok mutlu olalım.' dedik. Senin doğacağından, annenin canı ile cebelleşirken bana kendinden geriye seni armağan edeceğinden de habersizdim. 'Ölüm' denen kaçınılmaz illeti düşünemeyecek kadar aciziz. Oysa bilmem gerekti, annenden önce de çok kayıp verdim. Önce dayın bıraktı beni, sonra halan. Adına yaşamak dedikleri bu kadardı işte, bir varsın, bir de yoksun..."

 

Hızla kapattı tülü, diğer tarafa doğru döndü. Evet, adına 'Yaşamak' dedikleri, tam da bundan ibaretti. Bir vardık, bir yoktuk. Varlıkla yokluk arasındaki ince çizgide, kocaman ama sonu kırılmaya mahkum heveslerden ibaretti insan. Yarın da bugünlerin bir benzeri olacaktı, çekip gidecekti buradan. Ağırdan gidecekti, aniden değil, alışarak ama alışamadı. Düşündü de, alışamama sebebi, annesinin bir daha olmayacak olmasıydı. Yoksa neden alışamasındı ki? Daha günler önce gitmek için çabalamıştı da, başına gelmedik kalmamıştı. Şimdi çok mutlu olamama durumu, annesinin gidişini kabullenemeyişi olabilirdi. Zaten insanoğlu, ölümü ne zaman kabullenebilmişti ki? Sindirecekti işte. Yokluğuna da alışacaktı varlığına alıştığı misali, hepsi olacaktı. İnsan, neleri kabullenmez, nelere alışamazdı ki... Aylarca kafese kapatılmıştı, hem de 'Anne' dediği kadın tarafından. Mutlaka buna da alışacaktı.

 

Sabahı zor ettiği gece, rahat uyumak için çabaladı. Düşlerinde hep annesini gördü. İşin ilginç tarafı, annesine bu evde sarıldığını gördü, buz gibi ellerine, bu gecekondunun bahçesinde sarılmıştı. Günün ilk ışıkları ile içinde hiç heyecan olmadan kalkmıştı. Sıradan kahvaltının ardından, "Seni öğlen alacağım." demiş olan Fatih, sessizce evden çıkmıştı. Çok zaman kalmamıştı, annesinin durumu belli olacaktı. Yarın annesini, eğer aksilik çıkmazsa ameliyata alacaklardı. Sanki gidecek olmasına, etrafındakilerden çok, Nurcan Hanım'ın sevindiğini hissetti. Kuvvetli hislere sahipti. Kendisine, "Sen otur, ben hallederim." demiş, eşyalarını bir hızla da toparlamıştı. Umursamadı, üstelik kendisinin de sevinmesi gerekirdi. Bir gece vakti getirildiği gecekondudan, gündüzün en aydınlık zamanında çıkarak, büyük ihtimalle hürriyetine kavuşuyordu...

 

..."Ben buralarda olacağım, bir ihtiyacın olursa mutlaka seslen." Kocaman müstakil villalarının kapısına geldiklerinde, sevinç içinde indi aşağı. Biraz sevindi, altı senelik anılarla doldurulmuş evlerine gelmişti. Yanındaki adamın, kapıdan girmeden önce kendisine dedikleri sonucu afalladı. "Anlamadım, o nasıl olacak?" derken sesinde çok ağır afallama vardı. "Basbayağı, akşama kadar kapında olacağım, akşam da görevi Serap'a vereceğim, belki bir ara eve uğrar, sonra geri gelirim." Ciddi olduğunu anladığında, teni bembeyaz kesildi. Karşısındaki adamın kimin zaman aklından şüphe ederdi Hande, şimdi olduğu misal. "Saçmalama, Serap bırakmaz beni zaten, bir halt etmem merak etme." dedi ürperti içinde. "Sen kızına git, onun sana benden çok daha fazla ihtiyacı var." Çocukları hiç sevmese bile, bir an için o al yanaklara ve masmavi gözlere sahip, öksüz çocuğa içi acımıştı. Yarın kendisi de öksüz kalacaktı. Hem de ikinci defa. İlkinde Neslihan Hanım kapatmıştı kapıları üzerine. Yeliz Hanım da toprağa karışarak, daha ağır kapılar örtecekti.

 

"Bir ara eve uğrarım ama daima buralarda olacağım, hadi sen geç içeri, ben eşyaları taşır, sonra geri çıkarım kapı önüne." Gülmemek için kendini zor tutan halini anlamıştı karşısındaki adam, anlaşılmayacak gibi değildi. Serap tarafından eski günlerdeki gibi karşılanmıştı. Daha bahçeden avlu tarafına girdiği ilk anda, burnunun direği sızladı. "Hoş geldiniz Hande Hanım, evinize hoş geldiniz." dedi buruk tebessüm içinde. "Sizi tekrardan görmek çok güzel." derken sanki kendisine baktığında Yeliz Hanım'ı gördüğünü düşündü Hande. Hakkı vardı buruk tebessümler sunmakta, ömürleri daima buruk geçecekti. Yaşadığı sürece, üzerinden silinmeyecek acılarla kalacaktı. Yükleri, kaldırabileceğinden çok daha ağır gelse de, tutunabilmek için çabalayacaktı.

 

Yatağına uzandı annesinin, kokusunu içine çekti. Normalde o varken odasına giremez, çekinirdi daima. Sonuçta kendisine ait bir odası vardı bu evde. Gök gürlediği vakitlerde görürdü annesinin odasını. Yanına alırdı kendisini, kollarında uyuturdu. Hep gök gürlediği zamanlar gördüğü odasında oturmuş, dolaptan çıkardığı eşyalarını koklamıştı. Sondu büyük ihtimalle, bir daha dağıtacaklardı eşyalarını. Yaşayacağına dair zerre umut kalmamıştı içinde. Yatağın üzerinde, sarıldığı eşyalarla, ince gözyaşlarıyla kendinden geçerek sızmıştı. Kalktığında, vaktin akşamı geçtiğini gördü. Serap'ın desteği ile duş alarak üzerini değiştirdi. Uzun zaman sonra kendi odasına girse de, ağlamamak için tutmuştu kendisini. Direnecekti, sızlamış olan burun direğine rağmen durdurdu kendisini. Saçlarını kurutarak, sevdiği açık mavi renginde, düz ve şık eşofman takımını giyindi. Yabancı hissetti kendini, evini sıla belledi sanki. Şimdi hangisiydi evi, Neslihan Hanım mı, burası mı? Yolunu da, evini de bilmiyordu.

 

Sabaha kendi odasında araladı gözlerini. Daha çok annesinin odasına girmesi, ahlakına ters düşebilirdi. Özlemini, kendi odasında giderdi. Kimi zaman Yeliz Hanım, kendi odasına gelir, burada kalırdı kendisi ile beraber. Güne erken aralarken gözlerini, kollarını güçlükle kaldırarak esnedi. Büyük imtihanlara göğüs gereceği gün gelmişti. Yatağından, öncekilere oranla zorlanmadan doğruldu. Üzerinde eşofmanları ile kalmıştı uykuya, değiştirmeyecekti de. Şimdilik rahattı. Hastane için evden çıkacağı zaman değiştirecekti üzerini. Dağılan saçlarını sıkıca, aşağıdan topuz yaptı. Zorlanarak da olsa aşağı inerek mutfağa geçti. Serap çoktan çayı koymuş, kahvaltı servisini açmaya başlamıştı. Sıcak tebessümler eşliğinde, "Günaydın." diyerek karşılamıştı kendisini. Yeliz Hanım'la beraber, altı senesini Serap'la birlikte geçirmişti. Daima bakımını üstlenmişti.

 

"Bu arada söylemeyi unuttum, Fatih Bey bir ara gitti ama çok sürmeden geldi, kapının önünde, arabasında hep bekledi." Serap'ın sözleri karşısında, şaşkınlıkla doğruldu oturduğu sandalyeden. "Ne?!" dedi şaşkınlık içinde. "Sahiden aklını kaçırmış bu adam, başka açıklaması olamaz." Cama doğru ilerledi, tülü araladı, şaşkınlık içinde bahçenin dışını, karşısını izledi. Zamanında takip edildiğinden şüphelendiği lacivert araba, şimdi evinin kapısının önünde, bildiğin güvenlik görevlisi olmuş, onu da geçmişti. Gülmemek için zor tuttu kendisini. Tülü kapatarak önüne döndü, Serap'a çevirdi bakışlarını. "Bir bardak çay koy, kendisine götürelim, biliyorsun ben hem kendimi, hem çay bardağını taşıyamam." dedi sakince. Başını salladı karşısındaki kadın.

 

"Yalnız çok taktir edilesi adam, çok şanslısınız." Sözlerini konuştuğu an pişman oldu Serap, çekindi kendi konuşmalarından. "Kusurumu madur Hande Hanım, sizi sabaha kadar beklediğini görünce, özenmeden edemedim."

 

"Benim için değil Serap, anneme bir söz verdi, onu tutmakta." derken kendini kandırdığından habersizdi. "Tabii, kesin ondandır, çok doğru." Son konuşmasını sürdüren Serap'ın sözlerindeki ima, Hande'nin aniden anlamasına neden oldu. "Sana, anneme olan sözünü tuttu dedim, bunun neyini anlamakta zorlandın?!" Yükseltti sesini, kendine engel olamadı. Karşısındaki kadın afallasa da başlarda, tavrını umursamadı. "Anlamadığımı değil, anladığımı izah ettim, bir şey demedim zaten." derken daha da sinir etti kendisini ama sakin kalacaktı. Yüksek sesle konuşmasının hoş olmadığını düşünerek hemen toparladı. "Hadi çayı koy da, çıkarıver dışarı." dedi sakince tekrardan. Kahvaltı için çektiği sandalyelerden birine oturarak önündekilere odaklandı. Zor, acı dolu bir gün geçireceğine hazırladı kendini. Yine de uzaklarda, içinin çok derinliklerinde, kendinden bile sakladığı umuda tutunarak gidecekti hastane koridoruna.

 

"Sen sahiden aklını kaçırmışsın." Yanına gittiğinde, söze ilk giriş şekli oldu. Serap'ın getirdiği sıcak çayından bir yudum alan Fatih, arabasının kaputuna yaslanıp karşısındaki kadına sırıtarak baktı. "Teveccühünüz." dediğinde adam, kendini bundan alamadan sesli güldü kadın. "Sana kızına git demiştim." dedi ikaz edercesine. Başını salladı genç adam, onaylarcasına bakış attı. "Gittim bir ara eve zaten, sıkıntı olmadığını görünce de geldim." Gülmemek için tutmadı kendini, evvelden olsa tutardı. Serbest bıraktı. Şimdi içi bir parça olsun rahattı. Yalnız değildi, hürriyetine kavuşmasına rağmen kimsesiz değildi. Sanki tamamen özgür değildi ve ne tuhaftır ki, bunu bilmek, kendisini üzmektense, rahatlatarak güvende hissettirmişti.

 

Gün içinde bir ara tekrardan evine geçti Fatih, halletmesi gereken işleri vardı. Öncesinde Hande ile konuşmuş, "Çok sürmeden seni almak için geleceğim, ağırca hazırlan." demişti. Evine geçmeden bir çiçekçi dükkanının önünde durmuş, demeti hazırlattırmış, söz verdiği misal, karanfil çiçeklerinden de eklettirmişti. Çiçekleri orada bıraktı, dönüşte alacaktı. Yol üzereydi zaten, hastanenin biraz ötesinde kalan bir dükkandı. Eve geçtiğinde, ilk olarak ailesine anlatmıştı. "Şimdi serbest bıraktım, imkanı vardır belki ama ilk benden istedi sonuçta, benim almam daha doğru. Çiçekleri özenle hazırlattırdım, Hande çok sevinecek." dedi tebessüm ederek. Kin içinde gülerek baktı Nurcan Hanım, sinirle konuştu. "Yüzünü zor güldürürsün oğlum, benden demesi; akıllı ol da, koca bir ömrünü, ikinci Yasemin vakası ile ziyan etme." Umursamadı, dinlemek bile istemedi. Sürekli aynı sözleri dinlemekten bunalmıştı.

 

...Hastane tarafına doğru ilerlerken içinde durgunlukla beraber, nedensiz bir umut da vardı genç kadının. Üzerine giyindiği beyaz elbiseden de olabilirdi, kısa süreli umut dolmuştu. Beyazın en sevdiği tondaki elbisesini giyinmiş, saçlarını yine aşağıdan topuz yapmıştı. Böyle daha rahattı, açmak istemedi. Elbisesinin tam ortasında kurdele şeklinde fiyonk vardı. Diz kapaklarına uzanan dökümlü elbisesinin altına beyaz ayakkabılar giyinmişti. En acı gününde, 'Beyaz Gelincik' olmuştu. Acının içinde mutluluğu aramıştı, çok ağır çelişkinin içinde kalmıştı. Hastaneden biraz geride duran arabadan indiklerinde, çok uzağa park ettiğini anladı. Nedenini sorgulamadı, sadece kendisine, "Yürüyebilecek misin?" dediğinde, olumlu anlamda başını salladı. Çiçek dükkanının önünde durduklarında, tam da orada anladı sözünü tutacağını.

 

"Ben öderim, o zaman seninle gidip gelirdik hastaneye..." Sözlerini devam ettirmesine müsaade etmedi karşısındaki adam. Yarıda keserken sözlerini, elini hızla havaya kaldırdı. 'Sus' dercesine oluşan haraketleri, kadını da gerdi. "Lütfen!..." dedi diretircesine Hande ama dinletemedi kendini. "Benden istedin." dedi açıklarcasına. Yine de anlam vermek istemedi kadın. Yaşadığı ilkti ve akıl alacak gibi değildi. "O zaman benim almam imkansızdı." Sözleri, durumu açıklamak istercesine, sanki can çekişti. "Düşün ki o zaman, seni bırakmadan aldım; çünkü benden istemiş bulundun. Hem istemesen de, benim yanımda alsan, yine ben öderdim. Yanımda hiçbir kadına para ödetmem ben." Direnmesinin mümkün olmadığını anladığında, geri adım attı mecburen. Kucağına verilen kocaman çiçek demetini koklarken bir süre bekledi. Fatih, hızlı şekilde ödeme işlemini hallettikten sonra dışarı çıktılar. Yan tarafta, hemen köşedeki pet shopa gözü takıldı Hande'nin, bir süre bakakaldı. Dışarı vitrine görüntüleri değen muhabbet kuşlarını inceledi.

 

"Hadi binsene, bekleme." Seslenen adamı anlamakta bile zorlanırken hemen kendini toparladı. Yana, diğer tarafa doğru döndü. "Yeliz Annem, çok sever muhabbet kuşlarını, belki boşa olacak ama son nefesini bile, sevdikleri ile mutlu istedim." Açıklamada bulunurken karşıdaki manzaraları izlemiş ve baktığı kısmı adama belli etmek istedi. "Gel bakalım hadi." Yanına ilerledi, kadınla beraber diğer dükkandan içeri girdiler. Çok özenerek seçti, bir tane oval kafese iki tane muhabbet kuşu istedi. Biri beyaz, üzeri kahverengi benekli, diğeri de mavi üzeri beyaz benekliydi. Özenle seçerken içinde umut doldu. "Ne olur Allah'ım." Kuşlara bakıp iç geçirirken yüreğinin derinliklerinde dua etti. "Beni kaldıramayacağım bir acı ile sınama, işlediğim günahların acısını benden çıkar ama annemi alma, ben onun hasretine dayanamam ki..." Yutkundu, ağlamamak için zor tuttu kendini. Yanındaki adama tekrar direnemedi, hızla kendisinden önce ödeme işlemini çabucak halletti. Ters bakışlarına aldırmadı adam, umursamaz davrandı.

 

Hastane kapısından girdikleri anda, acıdan dizlerini zor kımıldatır olmuştu. Çiçekler ve kafesteki kuşu, Fatih taşırken Hande ancak kendini taşımakla meşguldu. Canındaki acı, dizlerini zor kımıldatmasına neden oldu. Güçsüz kesildi bedeni, zoraki kımıldattı kendini. Yoğun bakım ünitesinin önü, canhıraş edilmiş düşlerle doldurulmuştu. Daha bekleme salonuna girdiklerinde, elindekileri, sandalyenin önündeki masanın üzerine bırakmıştı genç adam. Kadına taşıtmamıştı ama kendi taşırken de kasılmış ve rahatsız hissetmişti. Danışmadan çok zor izin istemişler, kısa süreliğine de olsa koridorda tutmasına izin vermişlerdi. Yaralı bir kalple, "Annem çok sever karanfillerle muhabbet kuşlarını, hissederse belki bana geri döner." demesine tahammül edememişlerdi belki de. Yerine oturamadı bir süre, sadece bekledi, doktorun çıkıp açıklamada bulunmasını bekledi. Daha elbette ki ameliyata girmemişti ama çok zaman da kalmamıştı.

 

"Hande!" Yankılanan sesi takip ederek ardına döndü. Yürüdü, koşar adım gitmek istedi ama mümkün değildi. Sadece mümkün olduğunca adımlarını hızlandırdı. "Ağabey!" dedi ona doğru hafifçe hızlanarak. Sıkıca sarıldılar birbirlerine. Yeliz Hanım'ın, önceki evliliğinden olan oğlu Alper gelmişti. İşinde başarılı bir doktordu, ameliyata da katılacaktı. "Geçecek güzelim, Allah'ın izni ile annemiz bizi bırakmayacak." Sakince sırtını sıvazladı. Yavaşça ayrıldı sarıldığı genç adamdan. "Ne zaman girecek ameliyata, daha Hakan Bey çıkıp açıklamada bulunmadı." dedi korku içinde, neden tedirgin olduğunu kendi de anlamadı. Sonra hemen kavradı tabii. Gideceğini ne kadar kabullense de, ağır geliyordu, kabul etse bile kendisini bırakacağını daha kaldıracak halde değildi.

 

"Biraz bekleyeceğiz canım, ben konuşacağım şimdi." dedi kendisinden uzaklaşan genç adam. Sonra Fatih'e doğru ilerledi. "Bu zamana kadar tüm desteğin için teşekkür ederim." derken sözlerinde ciddi durdu. Emeği vardı Hande'nin üzerinde, şartlar normal olmasa da vardı. "Önemli değil." Soğuktu Fatih, ne Alper için, ne de Yeliz Hanım için, sadece babasına verdiği söz için bu sorumluluğu üstlenmişti. Belki de babası öğrense, kızını kaçırdığını ve zindanlara kapattığını, çok ağır tepki gösterecekti. Doktorla konuşmak için uzaklaşan Alper'den sonra çok sürmemiş, Fatih'in ailesinden destek gelmişti. Hastane koridoruna doluşmuşlardı, Hande için gelmişlerdi. Kendisine sarılan Nurcan Hanım, "Senin için geldim, sana destek için geldim. Yalnız bırakmayacağım seni." dedi tebessüm ederek. Zoraki gülümsedi kadına karşı, tülbentindeki oyaları okşadı, "Sağ olun." dedi sadece. Tüm aile gelmişti, içlerinden biri bile noksan değildi. Gülümsedi tekrardan. "Hepiniz çok iyi insanlarsınız, bunu göremediğim için beni umarım günün birinde bağışlarsınız." Etraftakilerin şaşkın bakışları arasında konuştu.

 

"Düşünme bunları, bak ben çörekler hazırladım sana, sen sevmiştin bunları." Karton torbaları ortadaki sehpanın üzerine bırakırken içinden parlak pakete sarılmış ekmekleri çıkaran Nurcan Hanım'a tuhaf bulurcasına baktı Fatih. "Keşke biriniz evde kalarak Yasemin'e baksaydınız, hastaneye çocukla gelmek, çok doğru bir fikir değil." Ters konuştu, hep beraber toplanmalarını doğru bulmamıştı. "Gideriz oğlum, ben birazdan aşağı kantine, bahçeye çıkarırım Yasemin'i, zarar gelmez." Teskin edercesine konuşurken parlak paketlerdeki çöreği uzattı karşısındaki kıza. Yediği en güzel çörek olabilirdi, iştahla atıştırmıştı genç kadın. Uzun çörekleri iştahla midesine indirdi. "Teşekkür ederim, sizinle kaldığım sürede sevdiğimi anlamışsınız, elinize sağlık." Yüzünde mutluluk olsa da, içindeki acı, henüz dinmemişti.

 

Çaresiz beklentiler başlamış, sonunda Yeliz Hanım'ı ameliyata almışlardı. Yüreğinde sızı ile karışmış bir kıpırtı, içinin her tarafına sert tokatlar atar olmuştu. Yaşamaktan korktuğu ne varsa, hepsine şahitti şimdilerde. Birazdan doktor çıkar da, "Başınız sağ olsun." derse, güçlü şekilde kabullenecekti acısını. Göğüslenerek çekip kaldıracaktı. Fatih, oturduğu sandalyeden kalkarak annesine doğru ilerledi. "Hadi inin aşağı, oradan da eve geçin, Yasemin'in daha fazla burada kalmasını istemiyorum." derken ciddi ve kararlı durdu. Kucağında bebekle kalkan Nurcan Hanım, sakince ilerledi karşısındaki kıza. "Seda alarak eve gidecek ama ben kalacağım Fatih." dediğinde başını salladı genç adam, o şekilde kalabilirdi tabii. "Ben birazdan geleceğim kızım, dikkat kendine, olur mu?" Yerinden çoktan doğrulan Hande, sadece başını salladı.

 

Tam da orada, Nurcan Hanım'ın kucağındaki Yasemin'in bakışları, Hande'nin üzerine daha çok değdi. Yanağına uzattı elini, geçen ki gibi saçına değil, tam elmacık kemiğine değdi parmakları. Başlarda çok ürktü, zorlansa da, korkunun verdiği hızla ardına doğru iki adım gitti. Kendisine bakarak tebessüm ettiğini görmesi, nedense içinde ılık bir rüzgar estirdi. Gülümsedi, zorlanmadan, tüm içtenliği ile mavi gözlerine bakarak tebessüm etti. Gökyüzünü gördü sanki gözlerinde, içindeki umut da çoğaldı beraberinde. "Biz aşağıda olacağız, ben birazdan gelirim." dedi oğluna bakan Nurcan Hanım. Konuşulanları algılamadı bile Hande, üç saniyelik kısa sürede, bakışları Yasemin'de dolandı. Sonra hemen kendini toparlayarak diğer tarafa döndü.

 

Yoğun bakım ünitesinin önünde, çaresiz beklentilerle doldu içinin derinlikleri. "Yardım et Allah'ım, kaldırabileceğimden daha ağır dert verme bana." dedi zorlansa da. Yüreğinin derinliklerinde etti duasını, içinde sakladı. Uzun süre daha beklediler, ne giren oldu içeri, ne de dışarı çıkan... Kimse açıklamada bulunmadı, bekledikçe acısı da çoğaldı. Yere bacağını vurarak, korku içinde bekledi. Yasemin'i bırakan Nurcan Hanım da çoktan gelmişti. Yerini almıştı hastane koridorunda. Öyle beklediler ki, sonunda halsizleşti Hande. Yorgun düştü, kendinden geçti. Olduğu koltukta gözlerini kapattı, kendinden bağımsız örtüldü gözleri. Otururken kapanan gözlerinin verdiği halsizlikle, usulca başı kenara düştü. Yanındaki Fatih'in omzuna başı düşerken tamamen sızdı bedeni. Şaşırdı, afalladı ve kalakaldı genç adam. Karşılarındaki masanın üzerinde, kafeste duran muhabbet kuşlarına baktı, sonra başı, omzunun üstünde duran kadına dikkat kesildi. Kimsesiz bir serçe kuşunun çaresizliği ve naifliği vardı üzerinde.

 

"Beni sorarsa, hemen geleceğimi söyle." Yerinden doğrulurken kadını koltuğa uzattı, üzerine ise sırtından çıkardığı ceketini örttü. "Kantinden sevdiği kahveden alacağım, sen bir şey ister misin?" dedi kadının üzerinden doğrularak annesine dikkat kesilirken. "Yok, çabuk gel, birazdan doktorlar çıkar." Yanıtını bitiren Nurcan Hanım'ın ardından koridordan uzaklaşarak hastane kantinine inmek üzere asansöre ilerledi genç adam. Her his, kalbe bir misafirdi; gelirdi ve geçerdi, mutlaka geçecekti. Hande, sert zeminde kaldığı uykusundan, derinliklerinde hissettiği bir sızı ile araladı gözlerini. "Ah!" dedi can havli ile yattığı koltuktan hızla başını kaldırarak. Yüreğinde bir kırbaç darbesi misali boşluk hissetti. Sanki annesi acı çekiyordu ve kendisine ihtiyacı vardı, tüm kalbi ile hissetmişti.

 

"İyi misin canım?" Yanına gelen Nurcan Hanım ile beraber daha çok etrafında göz gezdirdi. "Fatih, kantine kadar indi, gelir birazdan." derken biraz toparlandı ama hislerini inkar edemezdi ki. "Daha çıkmadı annen, açıklamada bulunan da olmadı." dedi tekrardan. Çok sürmedi, kendisi etrafı süzerken Fatih de hızlı şekilde, elinde karton bardakta kahve ile geldi. "Türk kahvesi aldım senin için, çok sevdiğini biliyorum." Yanına doğru gelerek üzerine eğilmiş, karton bardaktaki kahveyi kadına uzatmıştı. Yudumladı, zorlanarak da olsa dudaklarına geçirdi karton bardağı. Yüreği hissetmişti bir kere, annesi zor durumda olabilirdi, hemen ondan haber alması gerekti. Yutkunuşları da zordu, iç geçirerek içti kahvesini.

 

"ANNE!" Yükselen sesi, acıdan bezenmiş haykırışa döndü. Yerinden zorlanarak da olsa doğruldu, sürünen adımları, iki kat beli beraberinde, aralanan kapı tarafına ilerletti kendisini. Yanında Alper ile beraber çıktı Hakan Bey, zor bir açıklamada bulunacaktı anlaşılan. Hande'nin bakışları, onlardan önce aralanan odanın kapısını buldu. Yataktaki annesinin solgun teninde göz gezdirdi. Yaşam destek ünitesinde ki çizgi dümdüz olmuş, kalp atışına dair zerre belirti kalmamıştı. "Yapmayın n'olur, annemi geri getirin bana." İki doktor da kenara çekildi. Hande, kendini buna hazırlasa bile kabullenememişti.

 

"Keşke başarabilsem Hande, keşke annemizi sana geri verebilsem kardeşim." Yürüdü, dinlemezden geldi, o tarafa doğru tamamen ilerledi. Yatağa doğru ilerledi, üzerine eğildi. "Gitme annem, ben sensiz kaldıramam bu dünyanın yükünü." Elini sımsıkı tutmuş, elinin üzerine bir öpücük bırakırken başını hiç kaldırmadı. Yanına gelen Nurcan Hanım, sakince ve soğukkanlılıkla Hande'ye sarılmış, kaldırmak için uğraşmıştı ama mümkün değildi. Alper ise Hande'den farksız, umutsuzca kalp masajına devam ediyordu...

 

Yokluktan ibaretti şimdi tüm varlıklar, hiçliğe dönüşmüştü. Nefesini sımsıkı tutmuş, soluğunu vermekten korkarcasına annesinin geri dönmesini bekliyordu. Her defasında olumsuz sonuç veren kalp masajı, içine kırbaçlar attı. Ezildi yüreği, darmadağın oldu derinlikleri. Elinin üzerine bıraktı başını, gözyaşlarını, hiç akıtmadığı kadar derin akıttı. İçindeki acı, haykırış olup aktı. Dudaklarını elinin üzerine bırakmış, cansız bedeninin üzerinde gözyaşları dökerken içini çok sert çekerek ağlıyordu. "Ben sana doyamadım annem, n'olur gitme." dedi son kez. Soluğunu öyle katı tuttu ki, annesi ile beraber yok olmayı diledi. Üzerindeki, 'Beyaz gelincik' olmak için giydiği elbisesi, acılardan bezenmiş kefene dönüştü sanki. Şimdi beyaz gelincikler solgun, çiçekler solmuş ve kuşların kanadı kırılmıştı...

 

Bölüm sonu...

 

Düşünceleri alalım!... Çoğunuz Hande'nin tam anlamı ile özgürlüğüne kavuşacağını ummamıştı. Azıcık hızlı oldu ama gerçeklikten çıkmadı. Gerçekçi ve doğaldı. Bölüm uzundu, o nedenle tam da hızlı olduğu denemez.

 

Yağ gibi akıtarak satırları, tek bölümde akışın rotasını çevirdim. Bana kalırsa hızlı değil, çoğunuzun beklentisi bu yöndeydi. Sizce bundan sonra neler olacak ve en önemli sorum, Yeliz ölmeli mi? Yaşatmam için geç değil, döndürsem mi acaba?😂😂

 

Bolca Hande ve Fatih sahneleri görmek isteyenler, sanırım bu bölüm tatmin olmuştur. Onların cephesinde sizce bundan sonra neler olacak?

 

Diğer bölümde görüşmek üzere, sevgiyle kalın...

Loading...
0%