@mavi_melekler
|
Soluk soluğa kalmış heyecanımla geldim karşınıza. Beni bile şaşırttı kaleme aldığım bölüm. Çok konuşmadan sizi hızlıca bölüme alacağım, bölüm sonunda tekrardan konuşuruz.
Bölüm Şarkımız: Kent Şarkıları - Aşk Üşütür
Şarkımızı açarak sindirerek, sakince ve parağrafları içinize çekerek okursanız beni çok mutlu edersiniz.
26. Bölüm: "Çünkü Sen Kadınsın"
3 Ay Sonra...
Yaşamak, insana başlı başına verilmiş bir imtihandı zaten. Kimine kahır, kimine huzur; kimine kış, kimine bahar... Gece kadar karanlıktı kimine, karanlıktaki ay kadar da umuttu birilerine... Güneş kadar netti kimi için yaşamak, belirgindi, düzdü... Yokuştu bazılarına da, zemheri ayazında çıkılan kalkanlı tümsekti. Çıktıkça biteceğini sandığımız tümseklerle dolu yokuşta, hatalı kararlarımızla yolumuz daha da uzardı, kalkanımız kalınlaşırdı. Sıkıntıların üst üste gelerek birbiri ardınca ilerlediği vakitler, dönüm noktamız olurdu, vermek zorunda kaldığımız kararlar girerdi devreye. Yanlış ya da doğru, başka seçeneğimiz kalmazdı. İnsandık, şaşardık, düşerdik ama gel gör ki bunu kimselere izah edemezdik. Çok sevdiklerimiz bile, anlık kararlarımıza saygı gösteremeyerek bizden vazgeçerdi. Uğruna canımızı verebileceklerimiz, bizi canını sökercesine silip atardı hayatlarından. Yanlış kararlarımız ve kendimizi affettirmeye çalıştığımız sevdiklerimizle beraber kalakalırız kimi zaman. Birçok tarafı memnun etmeye çalışırken kendimizi ne kadar ihmal ettiğimizi anlayamayız.
Yol tamamlandığında taksi durdu, kendini düşüncelerinden çıkararak toparlandı genç kadın. Çantasını araladı, içinden çıkardığı miktarı, taksiciye uzattı. Ücreti aldığı anda kendisinden önce davranan genç taksici, hızlıca arabadan inerek kendi kapısını açtı. Kendini mahçup hissetti Hande, çok alışkın değildi. Yardımcı olmak istemişti kendisine, koltuk değneğine tutunarak ağırca indi. Yere, zoraki hissettiği karıncalanan adımlarını atarken ilerledi, ardındaki kapısını örttü. Geldiği hastanenin binasını dışarıdan inceledi, otelden daha büyük görünüme sahipti. Güzel, şık bir dış görüntüsü vardı ama hastaneden önce, doktoruna geldiğini düşündü. Geçen zamanda Mehmet Bey'le çok hoş ikili olarak dostluk kurmuşlardı. Sohbetleri, samimiyeti ilerlettikçe bildiğin abi ve kardeş ilişkisine dönüşmüştü. Yaşamın ağır sıkıntılarını geride bırakarak, şimdi de hoş bir seans geçirecek olmanın ferahlığı vardı üzerinde.
"Teşekkür ederim." dedi sakin, ince bir sesle. Yanından uzaklaşan adama desteğinden ötürü teşekkür etmek istedi.
"Rica ederim hanımefendi." Yanından tamamen uzaklaşarak aracına bindi, hızla arabasını çalıştırarak uzaklaştı.
Düzdü hastanenin bahçesi, girerken zorlanmazdı. Yürümesi rahattı, ilerledi ve kapı tarafına ilerledi. Geçen zamanda değişmişti. Daha akıcı düşünürdü mesela, tüm sıkıntıların sadece kendine ait olmadığını anlamıştı. Zaman ilerledikçe düşündü de, mutlaka çok daha ağır dertler vardı. Her insan, özellikle de her kadın, zorlu bir mücadeleden geçerdi, tüm topluma karşı düzgün davranması lazımdı. Ölçülü olmak gerekti, herkes zorlu bir mücadele içinde savaşırdı, kimse acısız değildi. Dönemeçli kapıdan geçti, biraz zorlansa da hızlandırdı kendini. Düz koridorda ilerledi ve danışma tarafına geçti. Birkaç adım geride durarak sıradakilerin işinin bitmesini bekledi. Çok sürmedi, çok da beklemedi. Danışmada diğer hastaların işlemi bittiğinde, kendisi ilerledi oradaki kadına doğru. Sıcak bir tebessüm etti danışmada bulunan genç kıza.
"İyi günler." dedi sakince. "Ben, Doktor Mehmet Ökten'e gelmiştim, randevum var." dedikten kısa süre sonra bekledi. Zaten tanırdı danışmadaki kadını, o kadar çok gelirdi ki, kadın da kendisini tanıdı. İşlemini gerçekleştirdiği anda, "Yukarı çıkabilirsiniz Hande Hanım." dedi tebessüm ederek. Sakince ardına dönen genç kadın, asansöre doğru ilerledi. Yüzünde sıcak bir tebessüm vardı, önceden tepki vermekten ne kadar korkarsa, şimdi o kadar umut dolacağına inanırdı. Girdiği asansörde kendisinden başkasının olmamasına sevindi, eğildi ve asansör aynasından kendini kontrol etti. Yaşadığı bunca zorluğun ardından kendine motive ederek bakabilmek, biraz da doktorunun emeği haline gelmişti. Psikolojik tedavi alalı çok olmamıştı aslında, sadece iki buçuk ay olmuştu ama her gününü terapide geçirmişti. Başarılı bir doktorla, sıkıntıların bir kısmını geride bırakabilmişti. Yolu uzundu, daha atacak çok adımı vardı.
"Hoş geldin Hande." Yerinden kalkarak karşıladı kendisini Mehmet Bey. Yaşını çoktan almıştı, beyefendi bir duruşu vardı üstelik. Hande, tevazu ve alçak gönüllü olmanın güzelliğini onda fark etmişti. "Merhaba Mehmet Bey." dedi sakince. Yanına doğru ilerledi, el sıkıştılar öncelikle. Yerine sakince geçerken doktorunun da geçmesini bekledi. Yerini, Mehmet Bey de aldığında, konuşma başladı. "Ee, nasılız bakalım." Yerleşirken sandalyesine sakince sordu. 47 Yaşında, saçları kırlaşmış, ama çok düzgün fiziğe sahipti. Yakışıklı denecek kadar uzun ve ince bedeni vardı. "Nasıl olunur ki..." derken içi geçti. Uzaklara daldı gözleri, çok uzakları aradı. "Sadece iyi olunmalı Hande, şartlar ne olursa olsun, unutma ki önce sen." Bir kez daha gerçeği hatırlattı, aşıladı ruhuna.
"Sevdiklerim beni terk etti Mehmet Hoca, çok uzaklardalar; işin acı tarafı, onların gitmesine ben sebep oldum." Ağlamadı ama sanki konuşurken içinden bir parça söküldü.
"Değdi mi göndermene?"
"Ben mutluyum, sahip olduğum en güzel gerçeğin eşim ve ailem olduğu kanaatindeyim." Yere eğdi bakışlarını Hande, geri kaldırırsa kesin ağlardı. "İnsanları memnun etmek için çabalamaktan bunaldım hocam, ben iki tane annemin arasında tenis topu olmaktan tükendim."
"Seni halsiz bırakan, annelerinin istekleri, doğru mu anladım? Yetişme çabası içindesin, bir tarafa giderken diğerine geç kalıyorsun ama en ağır haksızlığı kendine ediyorsun."
"Benim iki tane annem var Mehmet Bey, iki ailem, iki farklı evim. Yetişemediğim iki tane hayat var."
Yorgunca başını kaldırarak doktoru ile göz göze geldi. Öncelere gitti aklı, hastane odasında annesinin cansız bedenini kucakladığı anı hatırladı. "Yaşamlarını anlat hadi, bir kez daha tekrarda bulunalım ki, sen de rahatla, daha rahat izah et bana kendini." Gülümsemek istedi, nedendir bilinmez, çok gülmek istedi ama başaramadı. Yaşadığı mucizesine gülmek ve sevinmek isterken günahlarını anımsadı, bağışlanması mümkün görünmemiş hatalarını düşündü. Anlatmak için dudaklarını aralamış, kelimeler boğazına düğümlenmişti. Yüreği düğümlendi, zemheri tuttu derinlikleri, anlatmakta zorlansa da, çok öncelere ilerledi aklı. Yaşananları anımsadı. Yaşanamayanları düşündü aslında, elinin tersi ile kendisine sunulan imkanları bu defa ittirmişti. Tutamıştı işte, kendi eli ile savurmuştu.
Yaşam destek ünitesine bağlı bedeninin cansız halini son kez kucakladı. Yüzüne eğildi, kokusunu içine çekti. Ciğerlerine son kez aldı kokusunu, "Kuşlara bile acımadıkları dünyada, beni sensizlikle mi sınayacaksın anne? Biz bunu hak etmedik annem, ölüm sana yakışmayacak. Şimdi bitti mi, buraya kadar mı?" Sesini içine çekercesine ağladı, geri gelmeyeceğini bilse de feryat etti. Birazdan onu buradan alıp götüreceklerdi ve ne kadar uğraşsa da kabullenemiyordu. Ayrılığı, böylesi korkunç bir ayrılığı kaldıramazdı. Zamanın acıya meydan okuduğunu unutmuştu. Kendi canını da alıp götürüyordu annesi ama habersizdi olanlardan. Biçare kalbi, son atışlarının ardından tamamen durmuş, iki doktorun da umutsuzca yaptıkları kalp masajı, usulca sonlanmıştı.
Yüzünü, gayri ihtiyari kaldırırken cansız bedeninden, yolunu kaybetmişti. Sonra bir belirsizlik oldu, mucizesine gebe belirsizlik geldi ve yüreğinin kadrajına girdi. Yaşam destek ünitesinin ekranından gelen ses, başlarda dikkatini çekmedi. Birbirine bakan doktorların tuhaf konuşmalarından, ortada beklemediklerinin olduğunu anladı. Yüzlerine baktı, sonra karşısındaki makinenin ekranı ile buluştu gözleri. Dikkatini başlarda veremese de, Alper'in umutlu gülümsemesi ve kalp masajına daha şiddetli devam edişini fark etti. Yaşam destek ünitesindeki çizgi, ansızın tekrar düzlüğünü kaybederken kalp masajı olumlu sonuç vermişti. Dönmüştü, belki kısa süreliğine ama üçüncü mucize ile annesi geri gelmişti.
Acı, yerini kısa süreliğine de olsa umuda bıraktı. Yerden doğrulamadı Hande, çok zorlandı. Yanındaki Nurcan Hanım'ın desteği ile kalkarken o kadını son kez gördüğünden habersizdi. Ertesi gün gerçekleştireceği hatanın, bambaşka bir hayata kendisini sürükleyeceğinden tamamen bilinçsizdi. "İyi geldin ona, varlığın bile şans getirdi." dedi kendisine destek olurken. "Senin için direndi anneciğin, daha da iyi olacak. Hadi bırakalım da, doktorlar işini yapsın, annen de dinlensin." dedi tekrardan. Yaşamak da ölüm gibiydi, insanın aklının ermeyeceği kadar derindi aslında. Yaşamla ölüm arasında gidip gelen ince çizgi oynadığında, insan nefes almanın eşsizliğini anlardı.
Gün içerisinde mucizelere inancı kalmamışken beklemediği anda, bir güzel haber daha geldi. Nakil, başarı ile gerçekleşerek ameliyat tamamlanmıştı. Çiçekleri ve kuşları hissetmişti belki de annesi, hissetmişti sevgisini. Aldıklarına anlam yüklemişti, görmüştü anlamlarını. Hak verdi Nurcan Hanım'a, kendisi için direnmişti annesi, kendisini daha çok eksik bırakmamak için kalmıştı. Karanfillere ve kuşlara mutlu olarak kalmak istemişti. Tekrardan dönmesine rağmen umudu kalmamıştı Hande'nin aslında, nakil sırasında tamamen bırakır sanmıştı kendisini. Hiç beklemediği anda durumu iyiye gidiyordu annesinin. İşin ilginç tarafı, tüm bunlar olurken Neslihan Hanım'ın da hastanede, yanında durarak kendisine destek çıkması olabilirdi. Çok tuhaf karşılasa da, sessizce Neslihan Hanım'a sığınmıştı, tereddüt içinde olsa da.
Soldurdu aldığı çiçekleri, kuşları da kimsesiz bıraktı. Kıyamadığı ve incinmesini istemediği kuşlara, annesi ile çok sevdikleri karanfillere ihanet etti. Yoğun bakımdan annesinin çıkarılacağını, uyandırılmasının beklediğini öğrendiğinde içinde bir rahatlık olmuştu. Yorgundu, bedeni de halsizdi, dinlenmeye ihtiyacı vardı. Halsiz düşmüş, anında burnundan kan gelmişti. İlaçlarını almasına rağmen zorlanmıştı bedeni. İşte tam da o vakitlerde kendisini ikna etti Neslihan Hanım, "Evine dön kızım, beni sensizlikle sınama." dedi kendisine. "Dön, dinlen, sabah gelirsin hastaneye." demişti başlarda. Kendisi için güzel bir kapı açılacağından tamamen habersizce kabul etti. Yanındaki Nurcan Hanım da nedendir bilinmez, zerre karşı çıkmadı.
Hazır Fatih de yokken, işyerindeyken kendisini hızlıca göndermek istemişti. Bir daha Fatih'i son görüşü olmuştu, en son kollarından koşarak ameliyathaneye girmiş, annesine sarılmıştı. Yeliz Hanım'ın kalbi tekrar atmaya başladığında, iş için çıkan adamla daha karşılaşmadan, Neslihan Hanım'ın peşine takılarak gitmişti. Evet, gidecek olması, Nurcan Hanım'ın o anda işine gelmişti, onu evladından kurtarmak için güzel fırsattı ve belki de geri dönemeyeceğini tahmin etmişti. Gitti, o gün hürriyetine tamamen kavuştu, gitti ama annesinin dediği olmadı. Sabah da dönmedi hastaneye. Yoğun bakımdan Yeliz Hanım'ın çıkarıldığını, hayati tehlikeyi tamamen atlattığını öğrendiğinde, dünyası aydınlık sabahlara uyanmıştı. Ertesi gün, sabah vakti almıştı güzel haberi, sevinç çığlıkları atmıştı. Tahmin bile edemezdi annesine ihanet edeceğini, asla düşünemezdi ona, "Keşke ölseydim." dedirteceğini, zerre aklından geçiremezdi.
"Hepsi geçecek, benim güzel kızım; sonunda annene döndün, anneciğin seni tamamen, tüm sıkıntılarından kurtaracak." Neslihan Hanım'ın sözleri, o an için uğultu gibi gelmişti kulaklarına. Çaresizdi, ürkekti; yüreğinde çoğalan aşkı azaltarak gelmişti annesinin evine... "Seni sevdiceğine kavuşturacağım, Aras; daha önce de geldi bana Hande, tüm hatalarını çözecek, ne kadar yaran varsa saracak." Geldi geleli, hiç konuşmamış, sağ elini yumruk haline getirmiş, o şekilde beklerken dinledikleri ile sadece çok kısa süreliğine dönmüştü annesine... Hürriyetine kavuşmuş, annesine gidemeden, onu ziyaret edemeden, öz annesi tarafından aklına girilmişti. "Ne zamana kadar Yeliz'e sığınacaksın, sürekli insanların boynuna yük olamazsın, senin bir geleceğin, evin olmalı yavrum." demişti usulca aklına girerken.
Sabahın erken saatinde öğrenmişti annesinin iyileşeceğini ama sevincini kursağında bırakan, Neslihan Hanım'ın zehirli kelimelerden oluşan cümlelerinden ibaretti. Gidemedi annesini ziyarete, geri çekildi adımları. "Yaa kadın seni kaçırttı, sen depoda elin kolun bağlı açtın gözlerini, daha ne zamana dek güvenebilirsin ona? Ben sana 'Vazgeç' demiyorum, istediğin zaman git, ziyaret et, sende emeği var ama karşısına yolun belli olarak çık. Seninle oynamasına izin verme, evini bil, yuvanı kur, kimseye ihtiyacın kalmasın. Evlenirsen ne bana yük olursun, ne de başkasına, geleceğini garanti altına almış olursun." Sözlerini o an için zehir misali ciğerlerine çekmişti. Canının en derinine bastırarak doldurmuştu kendisini. Doğru ya, daha ne kadar sığınabilirdi başkalarının gölgesine? İçini kemirecek acılara girmeden önce son kez annesi ile konuşacaktı ama asla yüz yüze değil. Uzunca bir mesaj yazarak anlatacaktı işleyeceği günahı.
Çaresizlik, karşı koyma gücünü tamamen ele geçirdiğinde, üzerine beyaz; uzun bir elbise giydirilmiş, gelinliğe bile layık görülmeden, acelece nikah günü alınmıştı. Düşünceleri sorulmasa da, kendisi ağzını açıp tek kelime etmemişti. Oysa kaçırıldığında, özgürlüğü elinden alındığında, son vakite kadar çırpınan Hande, o an susmuştu. Yaşananlar tamamen üstüne geldiğinde, derin bir suskunluğun, 'Boş vermişlik' hissinin içine gömülmüştü. Şair Gülten Alp'in sözlerini anımsamıştı nikah masasında 'Evet' sözünü kullandığında, "Ne kadınlar var sessizce acı çeken, sessizce geçip giden. 'Ben' kelimesi nedir bilmeyen..."
Nikah salonunda beklerken acı içinde bekledi. Bir gelecek, evlilikle nasıl garanti altına alınırdı ki? Akıl alır misali değildi ama kabullenmişti. Neleri sinesine çekmişti, şimdi mi baş kaldıracaktı? Kendisini esir aldıran annesinden, kendince intikam alacaktı. Asıl intikamı kendinden alıyordu aslında, bunun da bilincindeydi. Çok sevdiği annesine acı çektiremezdi, derdinin kendi ile olduğunu kavradı. Bir an düşündü de, Yeliz Hanım'ın telefonu hâlâ açıktı. Tamamen kendine geldiğinde, toparlandığında eline alacaktı telefonunu. Bir mektup göndermek isterdi ama mümkün değildi, şimdi vakit dardı, okuyacaktı mutlaka sonunda, belki de okuyamayacaktı bilinmez ama kendisi mesaj atacaktı.
"Benim canımın içi annem, seni çok sevdiğimi sakın unutma, olur mu?... Sen benim cennetimdin, hani bana hep 'Meleğim' derdin, ben de sana, 'Bana cenneti bahşettiğin için kalbimi sana melek yaptım' derdim. Bana cenneti yaşatan sana, cehennem sunacağım için beni bağışla. Bizim seninle hayallerimiz vardı annem, hepsi yarım kalacak. Okulumu bitirecektim, diplomamı elime alıp sana gelecektim. Daha niceleri gerçekleşecek, sen beni gerçekleşemeyenlere inat sevecektin. Koşamayacaktım mesela sana ama sen beni yine sevecektin. Ben senin sevgini o zaman da hak etmeyecektim, şimdi olduğu misal. Beni bağışlamanı beklemiyorum, sonsuza dek defterimizi kapatacağını da biliyorum. Ben bunu yine de yapmak zorundayım, eksiklerimi böyle kapatarak hayata borcumu ödemeliyim..."
Yazdıklarının ağırlığı altında ilk kendi boğuldu, mecburdu son kez açıklamaya. Nikahına sürünerek gelmişti Yeliz Hanım, çaresizlik içinde, zoraki haline rağmen gelmiş, yakararak izlemişti olanları. Çok zor zamanlar, attığı mesajın ardından başlamıştı. Ne gelen olmuştu, ne de giden... Anlaşılan annesi, daha tam manası ile kendine gelememişti. Gelmişti de bakamamıştı belki, orası bilinmez. Gelmesini ve kendisini kurtarmasını beklemişti aslında kendine bile itiraf edemezken. Üzerinde kefen misali duran beyaz elbisesi ile oturmuştu nikah masasına, son ana dek annesini beklemişti. Kendine daha gelmediğini düşündü, gelse de telefona bakması çok uzun zaman alabilirdi.
"Yaklaşma bana!" demişti nikahtan sonra geç vakitlerde döndüklerinde. "Sakın dokunma!" dediğinde sesi hiddetli, düşleri ise darmadağındı. Düşüncelerinin aksine Aras, kendisine hiç ses çıkarmamış, sadece anlarcasına bakmıştı. Yanından geçip giderken "Yatağa geç, ben köşedeki koltukta kalırım." Cümlesini dinlediğinde, bedenindeki titreme çözülmüş, korku ise bir parça olsun azalmıştı. Neden ürkmüştü ki, neden çekinmişti, sevdiği adamdı sonuçta. Yüreğine ne demeli? Yürekle kalp aynı değildi, yürek daha derindi, kalp ise sadece bir kişide dururdu. Yürek, kalbin içine aldığı aşkı anlamlandırırdı.
"Sessizlik Yorgunluktur. Yorgunluk değilse Kederdir. Keder değilse Hasrettir. Hasret değilse Sızıdır." demişti Şair Mehmed UZUN, Hande'nin sessizliğinde, tüm dertlerden bir parça vardı elbette. Yarasını oluşturan malzemelerdi, hepsi birleşmiş, içerisindeki duruma sebep olmuştu. Yara dolu simasını her gördüğünde, daha çok ılımlı ilerlemişti kendisine kocası. Aras'ın her davranışında biraz daha çözülmüştü. Görümcesi hariç, alışamadığı kimse olmamıştı. Kayınvalidesi Seher Hanım da, bir anne olarak daima kızı Zehra'nın ardında dururdu. Zehra, soğuktu ve derinliklerinde kin vardı, herkesten önce kendisi görmüştü. Onun aksine kocası ise günden güne daha çok sevgi gösterir olmuştu kendisine. Kayınpederi Fahri Bey'den de, tam olarak bir 'Baba' şefkati görür, daha güçlü hissederdi kendisini.
Çok sürmemiş, evini benimsediği günlerde çalınmıştı annesi tarafından kapısı. Aralanan kapıda, kayınvalidesi Seher Hanım vardı ve açtığı anda içeri, kendisine seslenmişti. Gelenin annesi olduğunu tahmin edememişti başlarda Hande. İyi olduğuna, düzeldiğine dair haberler almıştı ama karşısına çıkacak güce sahip değildi. Yaptığı hata, işlediği günahın ağırlığında boğulurken alışmıştı evine. Bir zamanlar kabullenemediği, başından geçen nice olaylar vardı oysa, mesela vakti ile annesinin kendisini satar misali esir aldırmasını asla kabullenememişti. İşin ilginç tarafı, şimdi evini ve eşini çok çabuk kabullenmişti. Seher Hanım'ın kendisine seslenmesi sonucu, zorlanarak da olsa kapı tarafına ilerlemiş, gördüğü manzara karşısında teni sapsarı kesilmişti.
Kendisi daha kapı tarafına gelene dek, karşısına biçare halde çıkan Yeliz Hanım, kapının eşiğinden iki adım atarak karşısına gelmişti. Şimdi işlediği günahların gölgesinde, ciğerlerine kor ateş misali birikmiş kocaman da hasreti vardı. Yutkunamadığı sırada önce sararan teni, ardından burnunun direğinin sızlamasına neden oldu. Yanına gidememiş, karşısına çıkamamıştı ama annesi gelmişti. Zaten anneler hep gelirdi, hep fedakarlık ederdi ama evlatlar hak etmezdi. Neler olduğunu, nelerden geçtiğini bilmeden kapısına gelmişti annesi, sadece hasretin sonlanmasını istemişti. Yüzü kireç misali kalakalmıştı karşısında, iki adım ötesine geçip de uzatamamıştı kollarını. Çünkü Neslihan Hanım'ın baskılarına tahammül edememiş olan Hande, çok sevdiği Yeliz Anne'sini ameliyat masasında bırakarak evlenmişti.
"Anne!..." Gözlerinden akan sellerin beraberinde, hasretine tahammülü kalmamıştı. Sıcak kollarına atlarken durduramadı kendini. Kısa kumral saçlarında gezdirdi parmaklarını, bahar kokusunu içine çekti. İkisi de sırılsıklamdı, acıdan ve hasretten perişandılar. "Güzel kızım." Uzunca bir zaman sonra kokusunun beraberinde sesini de algıladı. "Senin için döndüm, senin için direndim meleğim." Ağlamaklı sesi ile ilk cümlesini kuran Yeliz Hanım, Hande'nin ağlamasının daha çok artmasına neden oldu. "Hissediyorum, biliyorum..." Çok az kollarından sıyrılarak simasına göz gezdirerek zoraki konuştu. Derince nefes aldı, hasret kaldığı dik duruşuna bakarken devam etti sözlerine. "Çok günahkar da olsam, Allah seni bana bağışladı." Soluklandı, tekrar sarıldı kollarına.
Çok uzun süre hasret giderdiler, içeri girdiler, kapı ağzından uzaklaşarak koltuklara oturdular. Yine her özlediğinde olduğu gibi göğsüne uzattı başını, saçlarını annesinin okşamasını, saçlarıyla oynamasına istedi. "Sana ancak mesaj atabildim." dedi mutluluktan durulmuş sesi ile. "Yapmak üzere olduklarımı kısacık paragraflara sığdırabildim." dediğinde vaktin geldiğini düşündü. Yüzleşeceklerdi, mecburdular. Hasretini daha tam atamamıştı üzerinden, kokusuna doyamamıştı ama mecburdu işte, anlatacaktı mutlaka. "Gördüm, fark ettiğimde çok geç kaldım." dedi kararlı şekilde Yeliz Hanım. "Yine de olsun kızım, ben buralara seni kurtarmak için geldim, gideceğiz ve hepsinden kurtulacaksın." Kendinden böylesi emin konuşan Yeliz Hanım'ın kollarından hızla sıyrılarak doğrulan Hande, annesine tuhaf şekilde baktı.
"Diğer konuşmalarımıza evimizde devam ederiz, hadi kızım." Yerinden doğrulan Yeliz Hanım, kendisini de kaldırdığında daha çok şaşırdı. "Ne ile korkutuldun, kim seni nasıl tehdit etti ise unut, hepsi bitti, geride kaldı. Seni almaya geldim ben, hepsi geride kaldı, gidiyoruz." Kolundan tutup çekmek istediğinde tökezlemesine rağmen ilerlemedi. Durdu, duraksadı. "Ben gelemem anne." dedi acı içinde. Yüzleşmenin en ağırı böylesi olacaktı. "Ne demek gelemem?" Anlam veremedi başlarda Yeliz Hanım, anlamak istemedi. "Gelemem, çünkü kendi isteğimle evlendim." Kendisini parçalara bölen kelimeleri hızlıca devirdi. Susarsa, hemen itiraf edemezdi, bir kere zorlanırsa, daha hep zorlanırdı. "Bu ne demek oluyor Hande, ne demek istiyorsun?" Geri doğru döndü, tuttuğu kolu elinde kaldı. Usulca kolunu geri doğru çekti Hande, güçlükle ayırdı annesinin elinden.
"Benim kızım teli duvağı ile evlendi, şimdi kendine ait bir ailesi var, bunda anlamayacak bir şey yok Yeliz." Sonunda köşede izlediklerini bırakan Neslihan, aralarına girerek olanları açıkladı. "Sen karışma, senin başının altından çıktığına eminim!" derken sesi sertti Yeliz Hanım'ın, tekrar kızına dönerek, olanları anlatmasını istercesine baktı. "Haklı, ben kendi isteğimle evlendim, annem beni ikna etti. Başlarda kabullenemedim ama şimdi mutlu bir evliliğim var." Zorlandı ama açıkladı, çekinse de anlattı. Sadece çekinmekle kalmadı aslında, annesinden utandı. Yaptıklarından ötürü, gözlerine bakmadan utanarak konuştu. İşlediği günah ağırdı, annesinin emeklerini çöpe atarak evlenmişti. Bir tarafı memnun etmek isterken diğer tarafı paramparça etmişti.
"Sen beni ameliyat masasında bırakıp aramadan, kendine n'aptın kızım? Yaram kapanmadı benim daha, dikişlerim kapanmadı, kendimden değilim ben buna rağmen, sadece seni düşünüyorum. Yalan de Hande, 'Beni tehdit ettiler' de, 'Korkuttular, zorladılar,' de ama n'olur, 'Sana, Neslihan'ı memnun etmek için ihanet ettim.' deme. Beni hastane yatağında bırakıp da bile isteye nikah masasına oturduğunu deme bana. Yalvarırım, Allah aşkına bana bu kadar düşüncesiz olduğunu deme. Yalan, değil mi kızım?" Yutkunmasına rağmen durduramadı kendini, sesinin kalanı ağlamaklı çıktı. Sadece çıkmakla kalmadı, gözleri dolarak birkaç damla gözyaşı aktı. "Yalandı, değil mi anneciğim? Sen bana kıyamazsın, kimselere kıyamazsın ki sen, hadi, 'Yalandı anneciğim.' de, birlikte evimize gidelim. Seni korkuttuklarını, tehdit ettiklerini de bana, çekip gidelim buralardan. Okuluna devam edersin, hemen bir avukatla boşanırsın, mahkemeyle sen uğraşmazsın bile, tutacağım avukat uzaktan halleder."
Sonuna kadar dinlediği kelimelerin ağırlığı altında, derinlikleri tamamen ezildi. Yapmak istemezdi ama sonunda bunalmıştı. Bir tarafı memnun etmek isterken diğer tarafı paramparça etmişti. Her zaman başına gelenle sınanmıştı. "Yaptım anne." dedi sözünü çekmeden, iki kelimeden oluşan cümlenin her harfinde kararlılık vardı. "Sen çok güzel bir annesin, bana tam altı sene, kimselere beni özendirmeden annelik ettin ama ben kötü bir evladım, bunu ikimiz de kabullenelim." Sadece kendi hatalı değildi ki, Neslihan Hanım kurtarmasa, belki de uzun süre daha esir olarak tutulacaktı. "Tek hatalı ben değilim, senin bana baskıların da böyle değişik noktalara getirdi bizi." Sözlerini o an çekememiş ve sesli düşünmek zorunda kalmıştı. Tabii anında pişman olmuştu, çünkü doğru değildi konuşmaları.
"Yazıklar olsun!" Yüzüne kin içinde tıslamış olan Yeliz Hanım'ın gözlerindeki doluluk sonlanmış, sesinde sadece hınç vardı. İki tarafa salladı başını, hayal kırıklığı içinde baktı. "Ben senin için boşuna direnmişim, keşke Allah alsaydı da canımı, o ameliyattan sağ çıkamasaydım." Sözleri tamamlandığında Hande'de hal bırakmamıştı. Karşısındaki kadına bunları dedirttiğine çok pişmandı ama olan olmuştu, üstelik mutlu giden de bir evliliği vardı. O gün kapıdan çıkan Yeliz Hanım, bir daha hiç gelmemişti. Asla çıkmamıştı karşısına, kapısına gitmişti defalarca kez ama görememişti. Yüzüne kapatmıştı daima kapıları, "Zamanında gelmedin, ben ölümden dönerek sen 'Gelin' oldun, şimdi hiç gelme." demişti. Sözlerinde nasıl da haklı olduğunu düşündü, sonuna kadar hakkı vardı. "Sakın daha bana 'Anne' deme!" derken sesindeki kararlılıktan içi parçalanmıştı en çok da. Şimdi eşine gittikçe sevgi eşliğinde bağlanırken annesinin özlemi başlamıştı. Yüreğinde kor ateşler açan hasreti olmasa, nasıl da mutlu bir hayatı vardı.
Güvenini kazanmış olan eşi, kardeşinin karşısında kendisini savunduğunda, bir kez daha şaşırtmıştı genç kadını. Günler içinde kini artan Zehra, kendi babasından kıskanmıştı Hande'nin varlığını. Fahri Bey, zamanında çok çalışkan bir öğrencisi olarak tanıdığı Hande'nin daima üzerine titrer, gelini olduğu için gururlanırdı onunla. Nifak tohumları, bir kez daha içini kemirdiğinde, tahammülü kalmamıştı. Okulundan Fahri Bey ile adeta 'Baba - Kız' misali güle eğlene geldiklerini gördüğünde, zerre direnci kalmamıştı. Babası, kendisini hep kalıplara sokmak için çabalardı ve Zehra da asla onun istediği gibi bir kız olamamıştı. Hande ise tam olarak babasının düşlerindeki evlattı.
Okuldan döndüğü vakitlerde, odasına girmiş, kocasının kendisine tuttuğu kadının desteği ile üzerini değiştirdiğinde, ders kitabını alabilmek için çekmecesine uzatmıştı parmaklarını. Yakında mezun olacaktı, çok çalışması, işini kavraması gerekti. Usulca araladığında çekmecesini, gördüğü manzara karşısında, kaskatı kesilmişti. Siması beyazlamış, canından can çekilmişti ama ölmemişti. Yaşadığı sürece insan, her acının kasırgasına göğüs germesini bilmeliydi elbet. Çünkü bilirdi ki Allah, kimselere kaldıramayacağı derdi vermezdi. Yardımcısı Aslı Hanım'a dönmüş, "Aras'a anlatma, haberi olmasın, üzülmesini istemem." demişti. Çekmecenin içine, Zehra tarafından bırakıldığına emin olduğu kuş ölüsü, içindeki parçaları söküp alsa da, direnmesi gerekti. "Sen temizle, kuşu al, bahçede bir toprağa göm, çekmeceyi de temizlersin." demişti.
Dimdik omuzları, kendinden emin tavırları ile dikeldiğinde görümcesinin karşısına, şaşırtmıştı onu. Zehra, gördüğü manzara karşısında bağırıp çığlık atmasını beklerken teni kireç misali olmasına rağmen sakindi Hande. "Sen acınası bir insansın, öldürdüğün sadece kuş değildi; kendi insafını, merhametini öldürdün, bana değil, en ağır zararı kendine verdin!" dediğinde, zerre tahammülü kalmasa da sabırlı olmuş, onu istediğine ulaştırmamıştı. Ardına dönmüş, odasına doğru ilerlediğinde, ardında hem pişmanlık, hem de hırs dolu görümcesini bırakmıştı.
Olanlar, çok beklemeden, Zehra'nın bağırış dolu çırpınışları sonucu Aras'ın da anlamasına neden olmuştu. Hande anlatmadığında, çekindiğinde, kardeşinin üzerine doğru saldırarak anlatmasını istemiş, öğrenmişti. "Haraketlerine dikkat edeceksin, karımla uğraşmayacaksın!" dediğinde, kendisini savunmasına rağmen kocasının gözlerindeki öfke, kendisini korkutmuştu. Yeşil gözleri, bir anda koyulaşmış, öfkenin en karanlık tonuna sarmalanmıştı. O halde gördüğünde, içindeki korkudan kendini alamasa da, o an için umursamamış, görmezden gelmişti.
"Yaraların ne kadar derinse, o kadar keskin saracağım, hepsi geçecek bir tanem." Yaşananların etkisi ile sığındığında kocasının kollarına, korku ile iç çeker olmuştu. "Geçti güzelim, unut gitsin, verdim dersini, daha sataşamaz sana." Evet, dersini gerçekten de almıştı, dövmekten beter olmuştu. Hande, gözlerinde hissettiği öfke doğrultusunda, biraz ürkse de görmezden gelmişti. İyileşecekti, ramak kalmıştı kendini bulmasına, rahatlamıştı. Sevdiği adamın kollarında, bedenindeki tüm düğümler, usulca gevşerken çok daha ağır bilinmezliğin içine girdiğinden habersizdi. Bir gün gerçek esaretin içine gömüldüğünde anlamış olacaktı.
Derslerine kendini verdiği vakitlerde, tanıştığı kişi, düşlerine umut olmuştu. Süheyla Göksu, 38 Yaşında, okuduğu okulda, öğretim üyesi olarak çalışan bir kadındı. Daha önce çokça derslerine girdiği için de daha ötelerde muhabbetleri olmuştu. Hazırladığı ödevlerini, çeşitli projelerini zevkle gösterir Süheyla Hoca'sına, eleştirileri de daima çok hoşuna giderdi. Günler ilerledikçe ilişkileri ilerlemiş, Fahri Bey ile olduğundan daha samimi hale gelmişlerdi. Fahri Bey'den en büyük ayrıcalığı, kadın olmasıydı. İlişkileri devam ettikçe, kimselere anlatamadıklarını, zamanında başına gelenleri açmıştı Süheyla Hanım'a. Dehşetle dinlediğinde kendisini, sadece şekilden şekile girmişti siması.
"Hande, senin esaretin hangisi; tutsak olduğun vakitler mi, şimdi girdiğin evlilik mi?..." Sözleri, iğnenin içine karıştırılmış ilaç misali deşmişti kemiklerini... Sadece susmuştu, susmak da en ağır cevaptı bazen, üstelik kendine bile verecek cevabı kalmamışken... Sıradan bir insan değildi karşısındaki kadın, evlenmiş; şiddet gördüğü eşinden boşanmış, altı yaşında evladı ile tek başına hayata tutunan, dimdik duran bir kadındı. Üstelik boşanması, evlenişi kadar rahat olmamıştı. Yıllarca tehditleri ile uğraştığı, psikolojik rahatsız eşini geride bırakarak kurtulması da çok güç olmuştu. Söyledikleri, bir an için ürkütse de, çok üzerinde durmak istememişti.
Geçti vakitler, ilerledikçe zaman, daha çok alıştı kocasına. Günün birinde, öz annesini dinlediği için sevineceği hiç aklına gelmezdi. Sevdiği adama tekrarken sarılırken gururunu çoktan unutmuştu. Son günlerde karanfil çiçeklerine sarmış, daima kocasından da, o çok sevdiği çiçekleri alır olmuştu. Beyaz karanfiller, biçare kalmış, ezelden yetim yüreğini nasıl da rahatlatır olmuştu. Yaşadıkça, geçirdiği anlara daha çok anlam katmıştı. Sevmişti, huzura kavuşmuştu. Oysa ne çabuk unutmuştu, aşk; zamanında Karabatak'ın uzattığı sımsıcak avuçlar kadar samimi olurdu... Arada Süheyla Hanım'ın sözlerini de hatırladığında, daha çok gerilir, ikileme düşerdi. Sonrasında tüm çıkmazlarını ertelemiş, ikilemlerinin üzerine setler çekmişti.
"Yaşamak zorundasın!" demişti canının sıkkın olduğunu gören Süheyla Hanım, okulun bahçesinde kendisini teskin etmek için çabaladığında. Görümcesi Zehra ile tartıştığında, çok daralmış, kendini okuluna zor atmıştı. "Seni sevmeme sebebi, senin varlığına tahammül edememesi." Yavaşça, kantinde bir sandalyenin üzerine oturturken kendisini, karşısına geçen Süheyla Hanım, boş sandalyeye otururken ellerini avuçlamıştı. "Hande, sen Zehra'nın başaramadıklarını başarmış, kayınpederinin taktirini kazanmışsın; görümcen, babasından göremediği tüm ilgisini sen gördüğün için bu halde."
"Bir insan, kuşları acımadan öldürecek kadar nasıl zalim olabilir? Anlamıyorum Süheyla Hanım, Zehra'nın bana olan kinini çözemiyorum, tamam; kötü bir başlangıcımız oldu ama ben hep düzeltmek için çabaladım, uğraştıkça da elime dolandı."
"İnsan insana daima dert olmuştur Hande'ciğim, üzerime değil ama bence o evde umutlar çoktan çekilmiş."
"Eşim hep beni savunur, kim bilir, belki tek umut olarak kalmıştır."
"Sanmam, kardeşini şekillendirememişse, onun da kabahati ağır." Yine o günlerde de, Süheyla Hoca'nın sözleri, kendisine Fatih'i hatırlatmıştı. Yengesine, ağabeyinin tek emanetine, onun çocuklarına ve kızkardeşine tek başına aile olan adamı hatırladığında, hafifçe titremişti bedeni ama sakin kalmak için çabalamıştı. Unutması gerekti, bitmişti ve bitmesi de gerekti. Yine de içini kurcalamakta olanlardan kaçamamıştı. İnsan, kardeşini üzerine saldırarak terbiye etmeye çalışırsa, nasıl olur da kardeşinden edep beklerdi ki? Çözememiş, bir ikileme daha düştüğünde, bir düğüm atılmıştı üzerine. Yine çareler içinde çaresiz kalmıştı, insanların içinde tek başına olduğu gibi, naçar ve kimsesizdi...
"Yaşamak zorundasın Hande!" demişti kendisini sıkıca, en zor günlerinde, omuzlarından tutarak sarsan Süheyla Hanım. "Yaşamak direniştir, sakın ola unutma; görümcenin sana tahammül edememe sebebi, senin onun gibi olmaman!" İrkilmişti, kendine az da olsa gelmişti. "Güzel kızım, sen ne öz annen gibisin; ne de görümcen gibi, sen çok güçlü olacaksın!" Yapamadığını, tahammül edemediğini düşündüğü vakitlerde, tüm gücünü kullanan kadın, kendine getirmişti bir kez daha. "Unutma, cehaletin tek korkusu kadındır; kadın öğrenirse, çocuklarına da öğreteceği için korkar, sevmezler kadını. Yaşamalısın, çünkü sen kadınsın, direnmelisin... Üstelik, ne acıdır ki, kadının tek düşmanı da kadındır. Şimdi topla kendini, dimdik duracaksın karşılarında!"
Kendisinden Yeliz Hanım'ın kezlerce defa uzaklaştığı vakitlerde, Süheyla Hanım daima, annesi konusunda moral aşılamıştı kendisine. "Sana zamanında demiş annen, 'Anneler daima çok sever, çok fedakarlıktır annelik.' seni mutlaka bağışlayacak." derken aşırı mutlu etmişti kendisini. Geçen zamanda, sadece üç ayın içinde olanlar, akıl alır misali değildi. Yaşamı çok farklı bir boyuta sürüklenmişti, hiç ummadığı olaylardan geçmişti. En ilginçi de, esaretinden kurtulması olabilirdi. Asla kurtulamayacağını sandığı o adamdan tamamen kurtulmuştu. Daha hiç gelmemişti, aramamış ve sormamıştı kendisini. Bir an için annesi Neslihan Hanım'a hak verdi. Eğer bekar kalsa gelir bulur, tekrar kapatırdı kendisini. Onu her düşündüğünde, uzaktan da olsa tekrar görme isteği gelirdi. Neredeydi, ne yapmıştı, içinde kendinin bile sinir olduğu merak barınmıştı.
"Seansımız burada sona erdi Hande." Düşüncelerinden, anlatımından kendisini tamamen çıkaran, Mehmet Bey'in ikazı oldu. İrkilerek kendine geldi. Başını aşağı eğerek kucağındaki çantasını toparladı. Gitme vakti gelmişti, evine ve eşine gidecekti. Zaman, akşama doğru ilerlerken kendini toparlaması şarttı. Her zamankinin aksine, değişik bir seans olmuştu. Geçen zamanda olan biten ne varsa, hepsini Mehmet Bey'in masasına dökerek tüketmişti. Daha rahat hissettirdi kendisini, hatalarını baştan sona anlattı. "Hepsi için teşekkür ederim." dedi doğrulurken, elini uzattı ve tekrardan tokalaştılar. "Yarın tekrar görüşürüz Hande'ciğim, seansları aksatma, olur mu?" Sözlerine karşı, sadece başını salladı. Uzun ve günlük seanslara gelmek daha çok rahatlatırdı kendisini. Yarın, sınavından sonra hemen gelecekti. Yerinden kendisinden önce kalkan Mehmet Bey, kendisine odanın kapısını aralamıştı.
Duran taksiden inerek ardındaki arabanın kapısını örttü. Zorlanarak da olsa desteksiz indi, çok somurtkan taksici denk gelmişti kendisine. Evine doğru ilerlerken kapıda gördüğü manzara, kısa süreli şaşkınlıktan geçmesine neden oldu. Toparlanarak gördüklerini inceledi. Kapı önünden daha geride duran Yeliz Hanım'ın, karşısındaki Aras'la konuştuğunu anladığında içinde bir umut oluştu. Yoksa kendisini bağışlamak için mi gelmişti? İlerlerken o tarafa doğru, çehresinde kocaman tebessüm oluştu. Yaklaşarak görüş alanını arttırdığında, tebessümü soluklaştı. Yanında küçük bir valiz vardı annesinin, anında kavramıştı. Eşyalarını bırakmak için geldiğini anladı, umutları geldiği gibi geri savrularak tükendi. Yine de durduramadı kendini. Yaklaşarak 'Anne' dedi acı içinde ama kocası ile tartışan annesi, asla fark edememişti kendisini. Yutkunmakta zorlandı onu gördüğünde, hastanede geçirdiği günleri hatırladı. Sağlamdı şimdi daima sarılmak istediği annesi ama Hande onun hislerini kendi öldürmüştü.
"Yapmayın ne olur, siz Hande için çok değerlisiniz, düşlerinde bile sizi sayıklıyor, bitirin artık dargınlığı." Kendisini savunması, sırf annesine, kendisinin mutlu olması için ricada bulundurması, tekrardan ona olan aşkını arttırmıştı.
"Hep ben fedakarlık edemem, bitti benim için, annesi olmak istemiyorum." Kararlı sözleri, ciğerlerini biçerek geçti.
"Oyun değildir annelik, hevesle olmaz."
"Bana bilmişlik taslayacağına söylesene, acaba kızım senin için ne kadar değerli? Bu sene onun son senesi, mezun olmasına şurada bir ay kaldı, evlilik onun neyine. Yaşamına kimselere danışmadan girdin, ne kadar uğraşsam da Neslihan'a engel olamadım."
"Anneciğim." Yanına doğru ilerledi. "Hadi gel içeri geçelim, bir çay koyayım, beraber konuşalım." Yüzüne dikkatini verdi, günlerce kendinden geçmiş haline sarılmıştı. Yanında olmasına rağmen şimdi sarılamaması çok korkunçtu. "Ne çayı Hande, şaka mısın kızım sen?!" Tahammülü kalmadı Yeliz Hanım'ın, gücü kalmadı. "Bu ne kepazelik, sen kendine böyle basit hayatı mı uygun görüyorsun?" Sesindeki hiddet, sadece Hande'nin değil, eşinin de gerilmesine neden oldu. Karşısındaki adam, sinirlense de kendini engelledi.
"Yeliz Hanım, ben size saygısızlık etmedim, bırakın böylesi hakaretleri, sevdiğim kadının annesi olarak gördüm, haddimi aşmadım, sizden de aynı saygıyı beklerim."
"Sen mi öğreteceksin bana haddimi, saygıyı sen mi göstereceksin, hadi göstersene!" Dışa doğru kalkık kısa saçları dalgalanırken kin dolu bakışlarını sundu adama. "Söylesene, kızımı şimdi hangi iddaanın piyonu haline getirdin?"
"Kapandı o mesele, ben hatalarımı örtmek için döndüm, sevgimin de arkasında olacağım."
"Sevsinler senin sevgini, sen önce kendi ardında dur, kendine sahip çık." Yediği sözlerin ağırlığı altında ezilen genç adamın teni sinirden kıpkırmızı kesilse de, sakin kalmak için çabaladı. "Terbiyeni takın, kapıma kadar geliyorsun, kızımı üzüyorsun, beraberinde damadıma hakaret edemezsin!"
"Sen sus Neslihan, sen sakın konuşma! Sen attın bu kızı bataklığın içine, hiç de pişman değilsin; n'aptın, ettin, başardın sonunda."
"Sen benim evladımı zindanlara kapattın, neden pişman olacak mışım? Hiç de değilim, senin elinden kurtardım."
"Böyle mi intikam aldın benden, kızımızı bir felaketten kurtarıp daha ağırına sürükleyerek mi? Allah hepinizi kahretsin! Odanı boşalttım kızım, eşyalarının kalanını da getirdim. Bundan sonra istediğin hayatı yaşa, senin annen değilim." Son sözlerini söyledi, ardından seslenen kızını, derinliklerine taş basarak, dinlemezden geldi. İşitmek bile istemedi, kin içinde uzaklaştı. Perişan olmuş halde baktı annesinin ardından ama elinde zerre çare kalmamıştı. Değil kendini affettirmek, daha asla karşısına çıkamazdı. Şimdi sahiden kimsesizdi, çaresizdi. Yanında sinirine engel olmak için çaba gösteren eşi ve annesi beraberinde içeri geçerken zerre umudu kalmamıştı. Hakkı vardı annesinin kızgınlıkta ve kırgınlıkta, hem de çok hakkı vardı ama kendisinin şu saatten sonra elinden ne gelirdi ki. Şimdi tekrardan güçlü kalabilmek için Süheyla Hanım'ın sözlerini anımsadı, çünkü kadındı ve ailesi için güçlü olması şarttı. Gücüne tutunabilirse ancak, belki annesine kendini bağışlatabilirdi.
Yüreğinde parçalar dolusu kırıkların inadına durmadı Yeliz Hanım, durduramadı kendini. Hesap sorması gereken sadece Hande değildi, çünkü kızı hiçbir zaman sağlıklı düşünememişti. Oldu olası sağlıksız düşünen Hande'den, kendisi ölümle savaşırken mantıklı davranmasını beklemek saçma olabilirdi. Sadece Neslihan'a da hesap soramazdı, kendisi evladı için savaşırken kızını Neslihan'ın eline veren biri vardı. Bildiğin kurda kuzu emanet edercesine bırakılmıştı ellerine. Kimi ilk emanet etti ise evladını, ondan hesap soracaktı. Hande'nin şu an kaldığı evden çıktığında, ulaştığı ilk adres, özel eğitim koleji oldu. Çalıştığı okulu öğrenmesi çok zor olmadı kendisi için, çünkü geçen zamanda iş ortamını değiştirmemişti. Yürüdü, o tarafa doğru giderken taksi çevirmedi. Yürümenin az da olsa sinirlerini rahatlatacağını düşündü ama nafile, hiç çare değildi. Öğrenci velisi olduğunu iddaa ederek öğretmenler odasının önünde durdu. "Çok zamanını almayacağım, Fatih Bey'le görüşmek istiyorum." dedi kısaca. Bekledi, çağırmalarını bekledi, çok sürmedi beklemeleri, birkaç dakika sonra, öğretmenler odasının kapısı tekrar aralandı.
"Neden izin verdin, sana bir anne olarak isyan ediyorum, feryadımı madur gör; nasıl izin verdin elinden kaçmasına, nasıl bıraktın Neslihan'ın ellerine?" Sesinde isyan olsa da, ağlamamak için direndi. Karşısındaki adamın soğukkanlı duruşu, asla dikkatinden kaçmadı. "Hepsi annemin başının altından çıktı Yeliz Hanım, asla bırakmazdım, almak için gittiğimde geç kalmıştım. Bulduğumda sadece uzaktan izledim, başka bir hayata çoktan koşmuştu."
"Hâlâ geç değil Fatih, ne olur bana destek ol." Sesinde acının beraberinde umut da barındı.
"Hayır, ben bir kere geç kalırsam, daha asla ardından koşmam." Çok kararlı durdu, soğuk olduğu kadar kendinden emindi.
"Mutlu olduğunu sanıyor ama değil, günü geldiğinde o da pişman olacak."
"Beni hiç ilgilendirmez, ben gereken çabayı gösterdim Yeliz Hanım, Hande için ne gerekirse yaptım." Yaklaştı birkaç adım atarak ve sözlerini arttırdı. "Neslihan Hanım'ın onu zerre sevmediğini göstermek için çabaladım önce. Kolundan tuttum, parka götürdüm ve oraya annesini çağırdım. Saatlerce onunla beraber annesinin gelmesini bekledim. Sizin için ağladığı günlerde hep destek oldum, kimi zaman sarıldım, kimi zaman gözyaşlarını sildim. Düşlerinde sizi sayıkladı, hep acısını dindirmek için uğraştım. Haberiniz var, anlattım daha önce, saldırıya uğradı, adliye binasında soluğu aldık. O gece eve döndüğümüzde başından ayrılmadım, gördüğü kâbuslarında ben vardım yanında. Sizin için acı çekerken intihara kalkıştı, ben kurtardım, geri döndürdüm. Kollarımda sarsarak hayata döndürdüm, bir an olsun başından ayrılmadım, elimle içirdim ilaçlarını. Sonunda annem fark etti hislerimin ileri gittiğini, göndermiş Neslihan Hanım'la beraber. Hep ben çabaladım, belki de böylesi daha doğrusu. İstesem tuttuğumu koparırım ama ben artık Hande'yi azat ettim, sürekli onu bir kalkanın içinde tutmaya hakkımız olmadığını düşünüyorum."
Tamamen bittiğinde cümlesi, daha üzerine konuşmadı. "Şimdi izninizle, dersim başlamak üzere." derken hızla önünden çekilerek merdiven tarafına ilerledi genç adam. Ardında hem çaresiz, hem hırslı bir kadın bıraktığından habersizdi. "Haklısın." dedi kendi kendine dişleri arasından tıslamış olan Yeliz Hanım, "Çok haklısın." derken sözlerinde hırs vardı. "Bence de, Hande'nin azat edilme zamanı çoktan gelmişti." Söylenirken adam çoktan gitmiş, Yeliz Hanım kendi kendine söyleniyordu. Yürüdü okul koridordan bahçe tarafına doğru usulca. Yürüdüğü her adımda, henüz kapanmamış olan dikişlerindeki acılar, zoraki nefes almasına neden oldu. "Yaşasın görsün bakalım, mutlaka çıkmak isteyecek o bataklıktan, Allah bana o günleri de gösterecek." dedi tekrardan. Çünkü kızının evliliğinin asla böyle göründüğü gibi mutlu sürmeyeceğine emindi. "O gün daha gelmeden, sen Hande için çabalamak isteyeceksin Fatih, anlayacaksın onun değerini, buna tüm kalbimle inanıyorum." Okulun bahçesinden çıkarak çevirdiği ilk taksiye bindi ve evinin adresini verdi. Şimdi içinde karmakarışık hislerle savaşırken özlem de cabası kaldı.
Bölüm Sonu...
Sizi çok şaşırttığımı fark ettim. Daha doğru düzgün başlamadan, Hande ve Fatih'in ilişkisi ilerlemeden başa sardım tekrardan. İnanın bana, çok daha güzel olacak. Asıl bu şekilde rahat ilerleyecek ilişkileri. Hande, sonunda hatasını gerçekleştirdi, istediği oldu. Fatih ve Yeliz'in elinden kurtuldu. İnadına evlendi. Şimdi bu hatanın içinde, bazı şeylerin değerini daha iyi anlayacak.
Yeliz Hanım'ın iyileşmesini bekliyor muydunuz? Çok güzel ters köşe ettiğimi düşünüyorum ama acaba doğru mu, edebildim mi ters köşe? Yoksa zaten bekliyor muydunuz?
Her ne kadar Hande'den vazgeçmiş gibi gözükse de Yeliz, aslında vazgeçmedi. Dönüşü muhteşem oldu ve daha da olacak.
Diğer bölümde görüşmek üzere, sevgiyle kalın... |
0% |