Yeni Üyelik
30.
Bölüm

29. Bölüm: "Yabancı Bakışlar"

@mavi_melekler

Biraz sıkıcı bölümle geldim karşınıza. Her ne kadar Fatih'le karşılaşacak olsanız bile, sizi tatmin edeceğini sanmam. Az daha sabırlı olun, güzel bölümler gelecek. Bu bölümü bir çeşit 'Geçiş bölümü' olarak adlandırmak daha doğru olacak bence.

 

Aşkın Nur Yengi'nin 'Yazık' adlı şarkısı ile bölüme geçelim, çok az hüzünle devam edelim, umalım ki hüznün son kırıntıları bu bölümde kalsın.

 

 

29. Bölüm: "Yabancı Bakışlar"

 

-Hatırlatma-

 

Hande, derse gireceği sınıfın kapısını hızla aralarken içeri adımını attı. "Özür dilerim hocam, İbrahim Bey anlatmıştır, rahatsızlığımdan ötürü biraz geciktim." Hızla ardına döndüğünde genç kadın, karşısındaki adam da kendisine dönmüş, bakışlar ansızın birbirine karışıvermişti. Yerinde kalakalan Hande, korku içinde iki adım geri ilerledi. Kendinden bilinçsiz, refleksle geriledi kapı tarafına doğru, daha da adım atamadı, haraket edemedi. Yıllar geçmiş misali hissetti ama sadece birkaç ay geçmişti. Zaman, kendisine çok ağır bir oyun oynamıştı. Yüreği, hırçın dalgalar misali kalkıp inerken kaskatı kesildi. Yanma hissetti teninde, önce teninden giden kırmızılık, şimdi bedeninin her tarafına akım etti. Yüreğine engel olamadı, inip kalkan kalbindeki atışlar daha da sertlenerek hızlandı. Yarım kalan ne varsa, karşısında bulabilmek için asla hazır değildi. Yeni hayatına tam anlamı ile alışamamışken beklemediği manzara karşısında tutuldu kaldı.

 

Sen hangi bozkırların çiçeği ?

Hangi vefasızın gerçeğisin

Ne sevmek mümkün,

Ne dokunmak mümkün..🍃🍃

 

Cengiz Yavuz✍🏻

#AyrılıklarınŞairi

 

Şimdi vakitler yokluğun belasına saplandı, zamanı mıknatıs misali çekti ürpertiler. İşin ilginç tarafı, korkmaktansa heyecanlandı kadın, içinde misafir kalan ürpertisi, heyecanı kalıcı tuttu. Sürekli bakmak manasızdı, nereye varacaktı ki, sonuç alamazdı. İlerlerken sanki yerin altından kaydığını hissetti, tutunacak bir taraf ararken yutkundu. Zorlanan adımları, masanın tam önünde durarak karşısındaki adama yaklaşmasına neden oldu. Adına 'Yaşamak' dedikleri, neden böylesi acımasızdı? Oysa nasıl da alışmıştı yeni hayatına. Şimdi o hayata hiç sahip değilmiş gibi hissetti. Çünkü Hande, aylar önce gördüğü adamla şimdi karşılaştığında, ona aynı hislerin içinde barındığını hissetti. Yüreği, onu gördüğünde yerinden çıkacakmışçasına inip kalkıyordu. Ellerinin titremesine engel olamadı ama bunun belli olmaması için Allah'a sessizce dualar etti.

 

"Siz dağıtın kağıtları, zorlandığınızda ben müdahale ederim." Yaşam çok tuhaf, tutarsız çelişkilerden ibaretti. Günün birinde, Karabatak'ın karşısına başka şartlar altında çıkacağını deseler gülerdi sadece. Özgürlüğüne kavuşacağından umudunu kesmişken hürlüğü ona, bambaşka şekilde verilmişti. Şimdi iki farklı dünyaların insanları olmuşlardı. Kendisini, öğrencilerin önünde tanımazdan gelmişti. Yalnız olsalar da, böyle mi davranırdı acaba? Üzerinde durmaksızın masanın üzerindeki kağıtları tekrar alarak bakışları ile onayladı Hande. Kağıtları kavradı ama gördüklerine tahammül edememiş bedeni, her taraftan tutulmuştu. Zorlandı, hem hiç olmadığı bir zamanda, olmaması gereken kişinin beraberinde zorlamdı... Yürümekte, dağıtmakta problem olunca, hızlıca müdahale ederek elinden kağıtları aldı karşısındaki adam. "Zorlandığınızda dağıtmazsınız, öğrencilerden biri de size destek çıkar." Yabancı misali bakarak konuşması çok tuhaf hissettirdi. Geçmişin karanlık perdeleri değil, onu en çok tanıdğı zamanı anımsadı.

 

Çaresizliğin bulvarında boğulan yüreği, o gün sessiz ve sakindi aslında. Sokaktaki adamların saldırısından kurtulan Hande, henüz kendine gelememişken o korkunç günün acısını üzerinden atamamıştı. Günler geçerken yanındaki adam tarafından dışarı çıkarılarak kendine getirebilmek için çabalanmıştı. "İstersen daha çok alabilirsin, bir tane almak zorunda değilsin." Yanındaki adamın sözleri karşısında, başını kutulanmış şeker ve çikolata paketlerinden kaldırdı. Hastaneye annesi için alacaktı ama biraz çekingendi. Sonuçta kendisi alamayacaktı, onun mahcubiyeti vardı üzerinde. "Yardım edebilirim seçemezsem." dediğinde bir ara baktı karşısındaki adama. Sonra tekrar döndü önüne ama karar verememekten öte çekingenliği vardı. "Hepsinden birer paket hazırlatalım." derken mağaza sahibi ile konuşması sonucu kalakaldı.

 

"Teşekkür ederim." Yanına hızla sekerek giderken kollarını hafifçe aralamış, zoraki sarılmıştı. Yüzündeki mahcubiyet duygusu gizlenemediği gibi utanmıştı, kızarmıştı teni. Hızlıca da, sarıldığı misal geri çekildi. Yanakları daha çok kızardı. Başı aşağıda, geldiği kasa tarafına tekrardan ilerledi. Hazırlanan süslü paketler kucağına bırakılırken yanındaki adam ödemi işlemini gerçekleştirmişti. Sahi, şimdi nasıl öderdi hakkını, nasıl bakardı yüzüne? 'Annenin iyileşmesi için elimden geleni yapacağım.' demiş ve fazlasıyla da yapıyordu. Her konuda destek olmaya devam ediyordu. İnsan bazen ummadığı kapılar aralanınca haddinden ağır hislere bürünürdü. Şimdi içinde minnet ve mahcubiyetten ötesi olmazdı. Kollarındaki paketleri alarak "Ben taşırım arabaya, hadi sen önden ilerle." dediğinde içinde eşsiz zemheri fırtınaları esti.

 

Çıkarken geçmişin sayfalarından bilinmezlik defterinin kapağını kapattı. Yanındaki adam, ön sıralarda oturan öğrencilerden birini seslenerek çağırdı. "Şunları önden arkaya doğru hızlıca dağıt." dedi sakince. Sesini tekrardan hissetmek, bir hasretin bitişi misali tuhaf hisler vermişti kendisine. Özlemiş olamazdı, değil mi? Saçmalıktan ötesi değildi. Şimdi saçmalamalarına son vererek düşüncelerini bitirecekti. Yanlarına çağırdığı öğrenci, kağıtları adamın elinden alarak kısaca baktı sadece. "Hocam." dedi meraklı şekilde. "Yasemin nasıl oldu, düzelebildi mi biraz daha?" Öğrencinin sorduğu soru, Hande'nin de dikkatini çekti. "İyi, daha iyi..." Yanıtını kısa tuttu, sonra kağıtları alan öğrencileri, önden arka tarafa doğru hızlıca dağıttı. Şimdi karşısına çıkacağını önceden bilse, asla kabul etmezdi destek çıkmasını.

 

Yanındaki adam, pencere tarafına doğru ilerlerken kendisi, öğretmen masasına oturdu. Zamanın ilerlemesini bekledi, akmasını istedi çabucak. Sınıf çok sessizdi, kendisinin bakışları aşağıda, bedeni ardına dönüktü. Yaşam, kendisini şimdi verdiğinden daha ağır sınava tabi tutmuştu. Üstesinden nasıl geleceğini düşündü ama sadece düşünmekle kaldı. Yüzü ansızın sapsarı kesilirken aklına gelenle kalakaldı. Başını hızla kaldırdı. Nasıl da anlamamıştı, Yeliz Hanım kendisine bilinçli bulmuştu. Asla tesadüf olamazdı, imkansızdı tesadüf olması. Nasıl da inceden planlamıştı, uzun süre anlaşılmamıştı asıl amacı. Hesabını çok ağır soracaktı, karşısına çıkacak, gerekirse deli gibi bağıracaktı. Yanına bırakamazdı. Hayatı ile ilgili bir kez daha karar almasına müsaade edemezdi. Ne amacı vardı kim bilir. Yeniden kaçırtacaktı kendisini belki de, daha ağırlarına da neden olacaktı.

 

"Son beş dakika!" Sesi, öğrencileri ikaz edercesine çoğaldı. Yeniden çevirdi başını adama doğru, sonra tekrar kendi önüne çevirdi bakışlarını. Çok sürmeden vakitler ilerlemiş, zaman Hande için, öncekine oranla daha hızlı ilerledi. Çünkü şimdi hesap sorması gereken annesi vardı, koşarak varacaktı hem de kapısına. "Arkadan öne doğru uzatın kağıtları, süreniz doldu!" Tekrardan ikazcı şekilde tamamladı cümlesini. Usulca kağıtlar toplanırken, "Ben alacağım." dedi karşısındaki adam. Yanına gelerek önüne biriken kağıtlara uzandı. Yerinden doğruldu Hande, masanın üzerimdeki çantasına uzandı parmakları. Şimdi içinde acının ve hicranın eşsiz savaşı vardı. Çantasını eline alarak karşısındaki adama kaçamak bakış attı. Yapacağı eylemi kestiremedi o anda kadın, eline kağıtları alamadığında kendini boşlukta hissetti.

 

"Siz aşağı inin Hande Hanım, ben getireceğim." Kendisine ismi ile seslenen genç adamın karanlık gözlerine tekrardan bakmak istedi ama cesaret edemedi. Konuşması gerekirdi, söze kalkışmasının doğru olacağını anımsadı. Karşısındaki adamın günahı olmadığını düşündü, kesin hepsi sadece Yeliz Hanım'ın planlarındandı. Öyle olması ne değiştirirdi, öncesinde çok günahkardı sonuçta, hesaba katması gerekirdi. Cesur olacaktı, konuşacaktı, hür bir kadındı ve asla tekrardan özgürlüğünün elinden alınmasına müsaade etmezdi. 'Seni tanıyorum' iması eşliğinde kendisine adı ile seslenen adama bakışlarını kaldırarak baktı. "Teşekkür ederim." dedi gözlerine hafif bir minnet hissi takınarak. "Fatih Bey." Tekrardan ismi ile seslenerek hitabını ekledi cümlesinin sonuna. 'Ben güçlüyüm' dercesine dimdik verdi bakışlarını üzerine. Sağlam duracaktı, taş misali sapasağlam olacaktı karşısında. Önden ilerleyerek okulun koridoruna çıktı, soluk soluğa kaldığını hissetti ama değildi. Yüzünün alev attığını anladı ama tamamen sinirdendi, daha ötesi olamazdı.

 

"Yeterince başarılı, bana gereksinimi olacağını sanmam, bir dahakine kendisi gelir üstesinden." Genç adam, karşısındaki okul müdürüne açıklamada bulunurken bir an önce saçma görevden kurtulmak istedi. Uzun zaman sonra karşısına tekrardan çıkması, Yeliz Hanım'ın marifetlerindendi. Tahmin değildi, kadını tanırdı zaten, kesindi düşüncesi. Hesap soracak değildi, üzerine durmazdı. Kendisi için çoktan bitmiş, kapanmış bir meseledendi. "Doğru mu Hande kızım, tek girebilir misin?" Bakışlarını kendisine çeviren İbrahim Bey'in ardından sakinliğini korudu Hande, soğukkanlı olacaktı. "Ben zaten size demiştim hocam, işte Fatih Bey de dedi, zaten kendisi her şeyin en iyisini bilir, kendisine güvenebilirsiniz." Hızla başını o tarafa çeviren genç adamın bakışları, karşısındaki kadınla kısa süreliğine birbirine kesişti.

 

"Siz tanışıyor musunuz?" Öğretmenler odasında masanın etrafında toplanmış, sakince sohbetleri devam etti. Coğrafya Öğretmeni Yeşim Hanım'ın sorusu ile verecek bulamadığında Hande, hızla sözü devir aldı Fatih. "Uzaktan bir arkadaşlığımız var sadece." dedi kısaca, hızla da kestirip attırdı. "Ne güzel." dedi Yeşim Hanım, çok sözü uzatmadı. Zaman, çok sürmeden hızlıca sıyrılarak aktı. Son iki dersini de veren Hande, toparlanarak okuldan çıktı, okulun bahçesinde, çıkış kapısına ilerledi. Öğretmenler odasındaki son konuşmanın ardından daha hiç karşılaşmadılar, buna sevinebilirdi. Zaten çok sürmeden koleje istifasını verecekti. Öncesinde Yeliz Hanım'la çok ağır hesaplaşacaktı. Çıkış kapısından tam adımını atmıştı ki, gördüğü manzara karşısında kalakaldı. Şimdi hiç sırası değildi aslında ama idare edecekti. Tatsızlık çıkmaması için mecburdu şu anda.

 

"Sevgilim." Yaslandığı arabanın kaputundan doğrulan genç adam, kendisine doğru hızlı adımlarla ilerledi. Kucağındaki çiçekleri kendisine uzatan Aras, sıcacık tebessüm etti. "Sabah seni istemeden kırdım, kırılacağını düşünemedim. Canım sadece seni utandırmak istemişti, sen ise farklı anladın." Uzattığı çiçek demetini usulca kavrarken karanfil çiçeklerine tebessüm etti. Gönderdiği tebessüm, çiçeklere özeldi aslında. Eşine hâlâ kırgındı, kırgınlıktan öte, sabahı kızgınlıkla hatırladı. "Yetersiz dedin bana Aras, özelimizi başka insanların, aile büyüklerinin içinde açtın." Sözlerini sarf ettikten sonra tekrar çiçeklere çevirdi bakışlarını. En sevdiği karanfilleri bilerek almıştı anlaşılan. Yaklaşan adam, hafifçe kadını kolları arasına alarak, "Asla." dedi. "Sen alıngan davrandın, bir daha hoşlanmadığın esprilere de girmem." derken ciddi davrandığını fark etti. Sahiden, 'Yetersiz' kelimesine kendi alınganlık etmiş olabilirdi. Üzerine durmadı ama çiçeklere tebessüm ettiği sırada, kendisine sarılmasından rahatsız olmamak elde değildi.

 

Lacivertin karanlık tondaki rengine sahip araba, önlerinden hızla ve tozu dumana katarak ilerlerken ikisi de kalakaldı. Toza bulanırken ortalık, hafifçe öksürdü Hande. "Şerefsiz!" dedi kim olduğunu bilmediği araç sahibinin ardından Aras. Giden arabanın kime ait olduğundan emindi Hande, Fatih'twn başkası değildi. Gördüğü manzara ile çok farklı anlamlara bürünerek sinirlenmişti belki de. Sonra ansızın düşüncelerinden firar ederek 'Saçmalama.' dedi kendine içinden. O da kopmuştu kendisinden, öyle düşüncelerde bulunmazdı. "İyisin, değil mi canım?" dedi kendisini sarsan adam. Sadece hızla başını sallarken toparlandı genç kadın. "Böyle sokak serserilerinin eline araba verirlerse olacağı belli, kuş olsa kurtulamaz önünden, it herif!" Gülmemek için kendini zor tuttu Hande, kim olduğunu bilmeden ardından bunları söylerken bir de bilse neler ederdi. Karşılaşmamaları için çok çaba gösterecek, annesine hesap sorduktan kısa süre sonra okula istifasını verecekti.

 

"Yemeği dışarıda mı yesek acaba, ne dersin?" Sunduğu teklif karşısında, biraz duraksadı. "Nasıl istersen." dedi sonra kocasına. "Hadi gel, sana anlatmak istediklerim var, arabada konuşalım." Şaşırarak başını salladı, arabalarına doğru ilerledi. Sanki kötü sonuçlarla da karşılaşacaktı. Yine de üzerine durmadan arabaya bindi, aracı çalıştırarak konuşmasını bekledi.

 

Çok tuhaftı konuşmaları, dinledikçe şekilden şekile girerek kaskatı kesilmemesi elde değildi. Yardımcısının, kocasının tuttuğu destekçisi kadının işi bıraktığını öğrendi önce. Uzun zamandır kendi işinden istifa eden adam, para veremediği için kadın da sonunda sinirlenerek işi bırakmıştı. "Bana bunları neden daha önce anlatmadın, beraber çözüm üretirdik." dedi sinir içinde. "Ben sana tüm sıkıntılarımla sığındım, sen neden çekindin?" Tahammülü kalmadı Hande'nin. Daha okulda gördüğü manzaranın etkisinden çıkamamışken şimdi dinledikleri üste gelince çok ağırdı. Yeliz Hanım'dan asla destek alamazdı, çok kızgındı ona, Neslihan Hanım'ın zaten durumu belirlenmişti. Alper'den belki borç alabilirdi ama hangi para ile geri öderdi ki? Kolejden istifa ederse, daha çok dibe batacaktılar. Ya şimdi kendisi ile kim ilgilenecekti? Yine Seher Hanım'la Zehra'nın insafına kalacaktı. Yarışa giren Neslihan Hanım ile Yeliz Hanım, kesin kendisi ile kalabilmek için tekrar birbirine gireceklerdi. İnanılır gibi değil, nasıl böyle üzerine gelebilirdi.

 

Son anlattığının ardından daha da fenalaşan Hande, acıdan kıpkırmızı kesildi. Seher Hanım'ın söz ettiği, 'Komşu davetine gideceğiz.' dediği ev, az önce okulda tekrar karşılaştığı adamın ailesinin evi olacaktı. Akıl alır misali değildi. "Gelmek istemezsen anlarım seni, sen kal evde, hem belki ben de gitmem sen istemezsen." dediğinde kocası, hızla başını kaldırdı Hande. "İnadına gideceğiz sevgilim, el ele çıkacağız karşılarına." Hislerinden kaçarak ve derinliklerindeki düşünceleri inkar ederek sığındı karşısındaki adama. "Sandalyeye bağladıkları o savunmasız, aciz kadın değilim ben, 'Hepinizden kurtuldum' dercesine çıkacağım karşılarına." dedi sinir içinde. Yine de okulda onunla karşılaştığını anlatmadı Hande, daha ağır tatsızlıklar çıkmasını istemedi. Şimdilerde kolejden istifa etmesi de mümkün değildi. Uygun zamanda Aras'la konuşacak, "Hepsi Yeliz Annemin planı." diyecekti ama şimdi değil. Hepsinin üst üste geldiği zamanda, alacağı tepkilere hazır değildi. Mutlaka anlatacaktı ama şimdi değil, sorunların bir kısmını toparlamış olarak kendini hazır hissettiğinde, hepsini anlatacaktı. Şimdi tek isteği, sabahın olmasıydı, Yeliz Hanım'dan çok sert ve ağır şekilde hesap sormaktı.

 

Soluğu ilk olarak arkadaşı Turgut'un ufak muayenesinde aldı genç adam. Düşünceleri, derinliklerinde çoğaldıkça kinine dokundu. İçinde çoğalan ne varsa anlattı arkadaşına, tekrar karşılaştığını, hiç beklemediği anda karşısına nasıl çıktığını tüm detaylarına değinerek dile getirdi. Sinirleri bozuktu, üzerine durduğu ve emek verdiği kadın, beklemediği şekilde başka bir hayatın eşiğinde karşısına gelmişti. "Ne bekledin Fatih?" Diğer arkadaşı Özcan'a göre daha gerçekçi konuşurdu Turgut, sözlerini de üzerinden çekmedi. Devam ettirdi ve gerçek dost misali, acı olan ne varsa konuştu. "Sana mı sığınacaktı, sen onu terk eden adama göre daha suçlusun. Canım kardeşim, kaçırdın ve üstüne bir de köpek gibi bağladın, sana 'Yapma Fatih, karşısına arkadaşı olarak çık.' dedik ama dinletemedik. 'Düzgün bir ortam bulup sadece kilitleyelim.' dedik sen onu da dinlemedin. Etrafında insanların olduğu o sığınağa kapattın, uğraşmamak için de işkence edercesine bağladın, şimdi kalkıp sana 'Kahramanım demesini bekleme. İki güzel söz söyleyince, birkaç hediye alınca 'Kahraman' olunmuyor. Yanında oldun, annesinin hastalandığında destek çıktın, ihtiyaçlarını karşıladın, karnını doyurdun ama işte bunlar yeterli değil. Bir kere balık baştan kokar, sana her baktığında, sondaki halini değil, baştaki halini hatırlar."

 

"Benim geçerli nedenlerim vardı, Yasemin'i yeni kaybetmiştim o zamanlar, daha yasımı tutamadan, acımı yaşayamadan üzerime böyle ağır bir sorumluluk verildi."

 

"İyi ya işte, acını onunla yaşasaydın, karşısına insan gibi çıksaydın. Yasın hafiflerdi, çoğalmazdı, sen ona acı çektirerek, kendi acını da çoğalttın."

 

"Ben kötü biri değilim Turgut, kaç senedir tanıyorsun beni, nasıl suçlarsın. Yanında olmadım mı her zorluğunda, annesi hastalanınca bir an olsun bırakmadım. Yaralar açtım ama sardım da aynı zamanda, hastalandı gecelerce başında bekledim, ağladı, gözyaşlarını sildim. Yaralarımız birbirine değdi, şimdi bana değil de o adama sığınması çok adaletsizce. Önlerinden arabamla geçerken hallerini görecektin, sarmaş dolaştılar, sen de haklısın, böyle kinci bir kadından ne beklenir ki zaten. Hem ben, Yasemin'i hiçbir zaman unutmadım, unutmayacağım da. Tamam, o belki bir daha asla gelmeyecek ama ben hep bekleyeceğim. Bir gün nasılsa ona kavuşacağım, nasılsa ben gideceğim ona."

 

"Madem senin için Yasemin hep var olacak kalbinde, neden bu kadar sinirlisin?"

 

"Değilim, içimdi azıcık öfke varsa, hepsi anneme karşı."

 

"Son olanlar Nurcan Teyze'nin başının altında çıktı bak, bunu kabul edebilirim. Kızı ona emanet edip bir saatliğine çıktın hastaneden, ne oldu ise o sırada oldu. Kuzuyu kurda emanet eder misali, zavallı kızı Neslihan'a vermiş."

 

"O da çok meraklı zaten, benim umrumda değil şu saatten sonra, elimde olsa anında tayin isterim."

 

"Umrunda değilse, tayin istemen çok manasız, boş ver bırak gitsin."

 

"Göreceksin ama nasıl mutluydu o zengin züppeyle."

 

"O kadar mutlu değildir belki de, sadece mutlu görünme çabasındadır."

 

"Umrumda değil, benim içimde sadece Yasemin var, o hiç olmadı ki."

 

"E tamam, bitti o zaman." Söyledi ama bitmediğine emindi Turgut. Şimdi arkadaşının gönlünde, inkar etmesine rağmen kaçındığı aşk, günden güne kara sevdaya dönüşecekti. Yıpranacaktı üstelik. Yetişemediği, geç kaldığı aşkı telafi ederken ziyan olmamasını diledi Allah'tan. Mesaisi biten Turgut'la beraber arabasına bindi Fatih. Yolunun üstünde olduğundan evi, onu da bırakacaktı. Tam direksiyonu kavramışken çalan telefonu ile duraksadı kısa süreliğini ama aracını kontrolden bırakmadı. Kardeşi aramış, Yasemin'in çok ağladığını söylediğinde, sinirle söylendi. "Bir çocuğa bakmaktan acizsiniz, geliyorum birazdan!" Sinirle örttü telefonu, kendi hayatı ile ilgili kararlar alan annesi, daha çocuğuna bakamıyordu. Elinde olsa, geçmişe bir kere gidebilse, hepsini telafi ederdi ama geçmişti, bitmişti sonuçta. Hem, Hande'nin o adamla çok mutlu olduğunu gördü. İstediği de bu değil miydi zaten?

 

"Çocuk hasta olabilir, istersen gelir bir kontrol ederim." Arka koltukta konuşan Turgut'a, sadece dikiz aynasından bakarak cevap verdi. "Gelmek istersen gel ama önemli olduğunu sanmam, kısa süreli ağlama nöbetleri olur onun. Yedirememişlerdir, açlıktan ağlar, ben denerim bir de." Daha da hızlandırdı aracını, kendini şu andan itibaren çok iyi hissediyordu. Eve gidecek, kızı ile ilgilenecek, daha da iyi olacaktı. "Bir şey olursa ara mutlaka, saat kaç olursa olsun haber ver." Sadece bakışları ile onayladı, sessiz kaldı. "Fatih." dedi söze tekrar giren Turgut. Söylemese olmazdı, aklındakileri izah edecekti. "Ben olanlara sadece o biçare kızın bakış açısından baktım, daha doğru olacağını düşündüm. Sen sakın dediklerimin üzerine durma. Bana göre asla sen suçlu değilsin, kimse senin gibi davranmaz, sen çok vicdanlı bir adamsın. Yemedin yedirdin, içmedin içirdin, sadece fazla nankör birine denk geldin ama ona da hak vermeni istedim ben az önceki konuşmalarımda. Sonuçta Neslihan'ın psikolojik baskısında kaldı, kimsesizliği ve çaresizliğinde Nurcan Teyze de, acımadan verdi o kadına. Yüreğin rahat olsun."

 

"Yüreğim de, vicdanım da çok rahat. Kimseye verilecek hesabım yok benim."

 

"Ben de böyle olmanı istiyorum zaten."

 

Arkadaşını bıraktıktan kısa süre sonra, kendi de evine geldi. Park ettiği arabasından inerek hızlıca gecekondunun bahçesine girdi. İçeriden gelen seslere bakılacak olursa, Yasemin ne uyumuştu, ne de uyutmuştu. Işıklar açıktı, çoğunluğun uyanık olduğu kesindi, geçen zamanda tek değişmemiş olan, annesinin mutluluk emici haraketleri olabilirdi. Yas tutmaktı tek bildiği, gidenlerin acısını sonuna dek çeken Nurcan Hanım, geleceklere de müsaade etmemekte kararlı duruşa sahipti. Yeni insanlarla karşılaşmak için bile hazır değildi. İçeri girerken evin kapısını anahtarı ile açarak ilerledi holde. "N'aptımsa olmadı." dedi kendisini ikna etmek için uğraşan Nurcan Hanım. Yorgunluktan ter içinde kalmıştı, bunaldığını hemen anladı. "Yediremediğim için ilaç da içiremedim, neden bilmiyorum ama durmaksızın ağladı."

 

"Sinsi planlarına gelince çok başarılısın, çocuk bakarken mi modun düştü?" Kollarından hafifçe çekerken kızını, sakince kucağına aldı. "Yine ne saçmalıyorsun sen?" Sinirine engel olamadı, her gün mutlaka hesap sorardı. Yarası çok derindi, çünkü o kadar kötü zamanda bırakmıştı ki kadını, daha geri dönüşü olamazdı. Bu duruma sevindi açıkçası, asla pişman da değildi Nurcan Hanım. "Gönül acını benden çıkarma, hisleriniz karşılıklı olsa zaten seninle kalırdı, uğruna acı çekmene değmez."

 

"Kimse için acı çektiğim yok, ona karşı içimde zerre his olmadı, olmayacak da."

 

"Canın sıkıldıkça bana sarma o zaman."

 

Sakin kalacak, sinirlerine engel olacaktı. Sonuçta içinde kalmamış hislerin acısını, başkalarından çıkaramazdı. Kucağındaki kızını kavrarken mutfağa doğru ilerledi. Mutfak masasının kenarında duran mama sandalyesinin üzerine bırakırken tezgaha doğru ilerledi. Ağlamasa da huysuzca kıvranıyordu. On birinci ayına girmişti ve diş çıkarması, ağrılarla ateşlerini daha çok arttırmıştı. Şimdi ateşli değildi ama sızlanmaları, iştahsızlıkları çoğalmıştı. Sütle, kase içerisinde kısa sürede mama hazırladıktan sonra tekrar mama sandalyesine doğru ilerledi. Bir sandalye çekerek önüne oturdu, kendini toparladı. Yorgundu ama sıradan halsizlik değildi. Düşünceleri halsiz düşmüştü, aklını kurcalamakta olanlardan bir ara delirme raddesine gelmişti. Şimdi sakindi, mutlu olacak ve sahiden toparlanacaktı. O kadın nasıl geçmişini böyle rahat geride bırakabilmişse, kendi de başaracaktı.

 

"Hadi güzelim, güzelce bitirelim önümüzdekileri." Kasenin içine daldırarak kaşığı dudaklarına uzattı. Başını diğer tarafa çeviren kızı, anlamsız ama olumsuzluğu belirtircesine sesler çıkardı. "Yasemin, sabrımı zorlama kızım, lütfen." Sonlara doğru dişlerini birbirine bastırdı, tahammülü kalmamıştı. Sabırlı olacaktı, başarabilirdi, gelebilirdi üstesinden. "Şunu bitir dedim sana, hepsi bitecek." dedi tekrardan üzerine sinirle bastırarak. Zorla kaşığı dudaklarından geçirerek geri çekti. Derince nefes aldı, zorla da olsa başaracaktı. Kaşığı tekrar tabağın içine daldırmak üzere bıraktı. Kolay olandı şimdi ki hamlesi, zor olan içirmekti. Çok sürmeden ağzındaki lokmaları tekrar kusması, neye uğradığında afallattı genç adamı. "Allah kahretsin!" Yükselse de sesi, sakin kalmak için ek bir çaba sarf etti. Yerinden doğrularak tezgahın diğer köşesinden peçete paketini aldı. Sinirine engel olmak şu anda, şu şartlarda çok zordu.

 

"Yok ben yapamıyorum." dedi sabır içinde derin nefesler alıp vererek. Hemen mama sandalyesi önündeki tabağı alarak, kenarındaki masanın üzerine sertçe bıraktı. "Sabır!" dedi öfke içinde. Yaşama karşı içinden atamadığı kin vardı, kurtulacak gibi değildi. Hızlıca, batan sandalyenin üzerini temizledi, ağzını sildi. Bir çocuğa annesiz bakmak sahiden çok zordu. Sevdiği kadının eksikliğini tekrardan iliklerinde hissetti. "Yardım etmemi ister misin abi?" Yanına gelerek elinden tabağı aldı Seda, desteğe gerek olduğunu anlamıştı hemen. "Yedirmek için uğraş sen, bir dene o zaman, ben de ilaçlarını hazırlamakla uğraşayım." Tekrar tezgaha doğru ilerlemiş olan genç adamın aklında çekmecelere kilitlemek istediği hisler vardı. Hiç olmadığını düşündü, Yasemin'e, sevdiği kadına deli gibi aşıktı ve bu aşk asla son bulmayacaktı. Küllerin tekrar doğan bir sevdanın başlangıcını geri göndermek istercesine, Yasemin'i asla unutmayacağına inandırdı kendini.

 

❄️❄️❄️❄️❄️

 

Güne erkenden başlamış olan Hande için işler de erken başladı. Gitmek istemediği kolejde hızlıca derslerini verdi, o adamla karşılaşmamak için ek çaba gösterdi. Ettiği dualar kabul olmuşcasına, öğretmenler odasına mecburen girmesine rağmen görmedi. Dersi olmadığını kendi kafasında kurdu, 'İnşallah öyledir.' diye geçirdi içinden. Birazdan çıkacaktı zaten, kendi dersleri de azdı. Koleje istifasını vermek için hazırlandığı vakitlerde, Aras'ın işten çıktığını öğrenmesi, çok ağır çıkmaza düşürmüştü kendisini. Çıkarsa kendisi de, ne ile geçineceklerini düşünmeden edemedi. Bir süre daha, en azından kocası iş bulana dek tahammül edecekti. Nasıl da üst üste gelebilmişti. Yardımcının işi bırakması da, günlük rutinlerini daha zorlaştırdı. Dersleri tamamlandığında, sınıftan çıkarak asansöre bindi. Ders aralarında asla merdiven kullanmazdı. Düşüncesizce koşturan öğrencilerden ötürü çok fazla düşme riski vardı. Şimdi Yeliz Hanım'ın kapısına gidecek ve çok ağır hesap soracaktı.

 

Taksiden inerek evin bahçesine doğru hızlı şekilde ilerledi. Küçük merdivenleri çıktığında, elini kapının zil düğmesine bastırdı, orada da bir süre bıraktı. Sinirinden dişlerini sıktı, delirmesine ramak kalmıştı. Zilde basılı bıraktı elini, aralıksız çalmıştı. Sonra elini zilden çekerek kapısını çok sert vurdu, elini hızla geçirdi kapı üzerine. "Annemi çağır Serap." dedi karşısına çıkan kadına. Sesindeki ifade, ikiletilmek istemediğine dair netti. Ürkerek geri çekilen genç kadın, evin içine girdi. Kapı pervazında sözünü söyleyecek, ağır konuşarak çıkacaktı. Yaptıklarını ödetecekti. Yanına bırakamazdı. Yuvasını perişan etmek gibi amacı vardı ama buna asla izin vermezdi. Eli kolu bağlı, çaresiz zamanlarını hatırladı da, bir facia daha oluşamazdı hayatında, müsaade etmezdi.

 

"Gelsene anneciğim." Ağzını peçete ile silerek çıktı karşısına. Yemek saatine denk gelmişti anlaşılan. "Yemek yiyordum ben de, aç mısın sen de, hadi içeri gel." Başını hızla iki tarafa salladı, elini kaldırdı. Yapamadı, ileri gidemedi. Ne kadar canını acıtsalar bile kendisi can acıtan olmak istemedi. Yeliz annesi, hep emek veren olmuştu, çabalamıştı kendisi için, uğraş vermişti. Karşısına şimdi bile şefkatle çıkmıştı. Nasıl ağır konuşurdu ki, başaramaz, gelemezdi üstesinden. Hesap sormak için geldiği kapıda kalakaldı. Yine de hesap sormasa bile kesimini kesecekti. "Çok kalmayacağım anne, kısa konuşabilmek için geldim kapına, aç değilim, teşekkür ederim." Ne kadar sakin davranmıştı, kendisine sinir olmadan duramadı. Canını acıtamamıştı. "Yavrum n'oldu, anlat annene, sorun mu var?" Başını ağırca salladı, birkaç kısa adım attı kadına doğru, ilerledi ve durdu. Şimdi daha ağır konuşması gerekirdi. 'Savcılığa seni şikayet ederim.' demek için gelmesine rağmen başaramamıştı.

 

"Karşılaştık anne, rol kesme istersen bundan sonra." Sakin ama sert bir gülüş sundu karşısındaki kadına. "Neden, beni tekrardan kaçırması için mi karşıma çıkardın?" Duraksadı, tepki veremedi dediklerine. Hiç şaşırmamış görünen Yeliz Hanım, sakin görüntüsünü de gizlemedi. Bunu bekliyordu, kapısına gelip ağır konuşmasına hazırlamıştı kendisini. "Yapmaz ki kızım." Hafif kısık sesle, sakince söyledikleri, istemeden ansızın kanın beynine sıçramasına neden oldu. "Keşke ama nerde." İçlenerek konuşması, burnundan soluma sebeplerindendi, hakim olamadığı öfkesi, burnunun ucuna kadar taşırdı genç kadını. Doldu ve sakin kalmak için uğraşmasına rağmen köpürdü, sinirden kıpkırmızı kaldı.

 

"Allah seni kahretsin, daha da sana sözüm kalmadı!" Yükselen sesi, kapı pervazında durmasına rağmen, hem evin içini, hem de nerede ise bahçenin dışını kapladı. "Bir de utanmadan dediklerine bak, nasıl kadınsın sen, bu mu senin övündüğün anneliğin?!" Önce hesap sormak için geldiği kapısında, başta sakinleşmiş ama daha sonrasında, arsızca haraketleri, son raddesine getirmişti kendisini. "İstediğini de, ben buna hazırladım kendimi." Çok sakindi, olması gerektiği gibi denebilirdi aslında, hatasından sonra zaten sinirlenmesini beklemek doğru değildi. "Eğer evimi, eşimi kabullenmezsen, daha sakın kapıma gelme anne, ailemden uzak dur! Kabullen, ben evlendim, ailemi kurdum, kabullenemezsen de görüşmememiz daha sağlıklı." Ağır değildi aslında sözleri, özellikle seçerek konuştu. Yapması gerekenleri hatırlattı, başka seçeneği kalmadı.

 

"Evlendin madem, neden karşında onu görünce rahatsız oldun kızım? Görmezden gelirdin, olur biterdi, çok mu zordu?" İma içinde sormasına daha çok tedirgin oldu, korktu istemeden. Yaşamaktan bile ürktü, tekrar esaret altına alınmaktan ürperdi. "Çünkü korkuyorum, tekrar beni esir almasından, siyah gözlerine esir olmaktan korkuyorum." Son cümlesi ile elini ağzına kapattı Hande, bilinçsizce konuşarak saçmalamıştı. Karşısındaki kadının teninde gelişen tebessüm, daha çok sinirlerine dokundu. "Mutluyum ben, çok mutluyum anladın mı, uzak dur benden de, ailemden de." Geri çekildi, ardına döndü ve birkaç adım ilerledi. "Ya eşimi, sevdiğim adamı kabullenirsin..." Yutkundu, ardına doğru hafifçe dönerek devam ettirdi sözlerini. "Ya da sakın karşımıza çıkma, başıma bir iş gelirse de ilk sorumlu sensin. Savcılığa dilekçe vereceğim, haberin olsun. Dua et senden vaktinde şikayetçi olmadım ama şimdi asla acımam." Yeniden ardına dönerek, olabildiğince hızlı adımlarla uzaklaştı. Yine kendini durduramamış, sonlara doğru çok sert konuşmuştu.

 

Hande, usulca çekip giderken ardından bir süre bakakaldı Yeliz Hanım, sözlerine zerre alınmadı. Kendince hak ettiğini düşündü, sonuçta ileri gitmişti. Yine tek cümlede kaldı, bilinçsizce sarf ettiği konuşmada, çokça umut vardı aslında. "Çünkü korkuyorum, tekrar beni esir almasından, siyah gözlerine esir olmaktan korkuyorum." Gülümsedi, evinin içine doğru ilerlerken kendini tebessümden alamadı. "Yok kaçışı." dedi kendince söylenirken. "Olacaksın kızım, o gözlere sevdalandın belki de ama kabullenmemekte ısrarcısın." Yakalamıştı aydınlık sabahları anımsatan cümlesindeki ince bakışları. Bırakmazdı, bırakmayacaktı.

 

Evine geldiği ilk anda karşılaştığı manzara, Hande için daha sinir bozucu ve içler acısı hal aldı. Düşüncelerini dinlendirmek için geldiği evinde huzurunun kalmadığını hissetti. Yardımcısının işten çıktığını öğrenen Neslihan Hanım, soluğu kapılarında almıştı. "Sana desteğe geldim kızım." demişti karşısına çıktığında. Daha içeri girdiği anda karşılamıştı kendisini. "Sen çağırdın, değil mi?" Hızla döndürdü kendini kocasına, hesap sorarcasına baktı gözlerine. "Yeliz Hanım'ı da çağıracaktım ama Neslihan Annen kendisi gelince, ben anlattım olanları, o da kalmak istedi." Yere bacağını çok sert vurdu, kin içinde bağırdı. Yükseldi sesi, adeta çığlığa dönüştü. "Yaa mesele Yeliz değil!" Sesinin çığlıktan ibaret olması, evdeki herkesi korkuttu. "Sürekli bana sormadan ardımdan iş çeviremezsin sen, haddin değil!" Daha kolundan çantasını indirmeden, hızlıca ardına döndü. "Hande, dur kızım bir konuşalım, nereye?"

 

"Cehennemin dibine!" Ardına hafifçe dönerek tıslarcasına konuştu Neslihan Hanım'a karşı, sabrı tamamen üzerinden çekildi. Yanına doğru gelen kadın, korku içinde baktı tavırlarına karşılık. "Kendine gel, nereye gidiyorsun şimdi?"

 

"Yeliz annemle beraber topsuz tenis oynarsınız, ben aklımı dinlendireceğim bir yere gidiyorum!" Hızlıca evden çıkarak kapıyı ardından örttü. Çok hızlı ilerlemesine rağmen gücü bu kadardı. Ardından gelen kocasına dönerek elini kaldırdı. "Sakın gelme!" Sesindeki ikazcılık, her tarafını sarmaladı adamın. "Yalnız kalmam gerek." Kararlı konuşmasının ardından tekrardan cadde tarafına doğru ilerledi. Çevirdiği ilk taksiye binerken Süheyla Hanım'ı aradı, evinin adresini rica etti. Telefonda kısaca durumu anlatırken hemen kapattı, gittiğinde konuşacaktı nasıl olsa. Yasladı başını arabanın koltuğuna, gözlerini örttü bir süre. Çok bunaltmışlardı, bin asır dinlense geçecek misal değildi, karmakarışıktı.

 

..."İşte böyle Süheyla Hanım, benim artık bazı olaylar bünyeme çok ağır gelmeye başladı." Elindeki kahve fincanını, usulca masanın üzerine bırakırken olanları enine boyuna anlattı karşısındaki kadına. "Canım benim." İç çekerek karşılık veren kadın, sözlerini toparlamak için uğraştı. "Dönemden geçiyorsun, haklı olarak bunalıyorsun ama sevdiklerini incitme. Özellikle de Yeliz annene kızma, o senin için çok büyük emek vermiş, güzel olan ve doğruluğa dair ne varsa, ondan almışsın tamamını." Duraksadı, halsiz zihninde dediklerini canlandırdı. Ondan değildi sadece, tohumunda iyiliğe dair olanlar, önceden oluşmuştu. İlk olarak babasından öğrenmişti merhameti. Yalancının biri olan babası oluşturmuştu tohumunu. Kendisine doğruları öğretmişti ama o hiç doğru insan olamamıştı.

 

"Yaptıkları unutulacak gibi değil, beni esir aldırdı, şimdi ise tekrar o adamla karşılaştırdı." Başından tüm olanları, zaten vaktinde anlattığı için şimdi olanları özet geçmekte zorlanmamıştı.

 

"Biliyorum, çok zor bir tanem ama anneler bazen düşüncesizce haraket etmek zorunda kalırlar. Ben de anne olduğum için ne kadar hak vermesem bile empati yapınca onu anlayabiliyorum. Yaklaşımı ve çözüm şekli asla doğru değil ama hayat bazen insana çok ağır hatalar yaptırabilir."

 

"Pişman değil ki, elinden gelse beni tekrar esir aldırır."

 

"Her şey değişti Hande, eskisi gibi değil. Sen evlendin, aileni kurdun, annen de bunu zamanla kabullenecek."

 

"Bir de ben kabullenebilsem." Belirsizce konuşmalarını algılasa da Süheyla Hanım, bilinçli olarak duymazdan geldi. "Ne?" dedi sakince. Daha çok açardı belki sözlerini, belki de üzerinde durmazdı. "Hiç." derken Süheyla Hanım'ın son tahmini gerçekleşti. Üzerinde durmadı Hande, söylediğine sadece kendi takıldı, kendine kızarak sinirlendi. Masanın üzerinde çalan telefonuna sinirle göz devirdi. Kendisinden önce davranan Süheyla Hanım, masa üzerindeki telefonu aldı. Kaçıncı arama ve bildirim sesinin geldiğini ikisi de saymamıştı bile, eve geldi geleli çalmış ve devamlı mesajlar gelmişti. Annelerinin ikisi de aramış ve mesajlar atmıştı, aramaları reddettiği gibi mesajlara bakmamıştı bile, asla içinden gelmemişti. "Sıkı rakipler belli, en azından Yeliz annene haber vermelisin." Tebessüm ederek telefonu kendisine uzattı. "İstemiyorum." Kendine engel olamadan öfke içinde konuştu Hande. "Topsuz tenis oynasınlar, yeterince tenis topu oldum aralarında." Sözlerine karşılık ansızın kahkahalara boğulan Süheyla Hanım, Hande'nin de bir süre sonra gülmesine neden oldu.

 

"Ben bu gece burada kalsam, tabii müsaadeniz olursa." Çekingence konuşması, karşısındaki kadına da tuhaf hissettirdi. Kısa süre kendisine bakan Süheyla Hanım'a karşı açıklamasını artırdı Hande. "Yolumu bilmiyorum, evimin neresi olduğunu sorsalar, senelerdir aradım ama bulamadım. Ben nereye, hangi anneme ait olduğumu çözemiyorum. En azından bir geceliğine olsa, aklımı dinlendirmeye çok ihtiyacım var."

 

"Kalabilirsin ama Yeliz annene haber vereceksin." Biraz düşündükten sonra konuşmasına tedirgin olsa bile takılmadı. Haberdar ederse, gelirdi kesin ve uğraşamazdı. "Fark ettiysen Neslihan annenden de, eşinden de söz etmedim, sadece Yeliz annenin haberi olacak." Azıcık duraksadığında, bekledi ve başka imkanının kalmadığını düşündü. 'Gelme' derse gelmezdi, sıkmazdı kendisini. Sadece kısaca mesaj atmak üzere telefonunu eline alarak sesli mesaj butonuna dokundu. "Canım anneciğim, gece Süheyla Hanım'da kalacağım, Neslihan annemle Aras'a haber verme, sabah seni arayacağım ama şimdi iyi değilim, dinlenmeye ihtiyacım var." Hızlıca telefonu masanın üzerine bırakarak derince nefes aldı.

 

Başlarda çekindiği Süheyla Hanım'a rahatlıkla sığındı aslında. Oğlu Çağlar ile tanıştırmıştı kendisini. Sekiz yaşında olmasına rağmen olgun ve efendi tavırlara sahipti Çağlar. Normalde çocukları hiç sevmese de, düzgünce kendisine "Hoş geldin abla." demesi hoşuna gitmişti. Sakince ama soğukça "Hoş buldum." dedi sadece. Süheyla Hanım'ın kendisine verdiği çok ufak, dağınık odada, hazırladığı yatağa doğru ilerledi. "Hande." dedi elindeki geniş pijamalarla kendisine gelen Süheyla Hanım. "O üzerindekileri çıkar ablacığım, bunları giyin, hamileyken giymiştim, sana rahat olur. Yardım iste tek halledemezsen, gelirim." Geri çıktığında kadın, zorlansa bile seslenmeden üzerini değiştirebildi. Güldü bir ara pijama takımını bol halde üzerinde görünce. Yatağa zoraki uzanırken eline telefonunu aldı. Diğer mesajlara göz gezdirirken hepsini atladı, sadece Yeliz annesinden gelen son mesajı açtı.

 

"Seni çok seviyorum bir tanem, sabah mutlaka haber ver bana." Gülümsedi, diğer mesajları atlaması, kendine güldürdü. İçeri tekrardan kapısını aralayarak gelen Süheyla Hanım, ağırca ilerledi. "Giyinebildin mi Hande'ciğim?" Yatağından daha çok doğrularak baktı kendisine. "Hallettim." dedi kendinden emin şekilde. Yanına tamamen ilerledi. Yatağının ucuna oturarak kendisine kısaca baktı. "İhtiyacın olur da karşılamak da zorlanırsan, gece mutlaka çağır beni." Sadece başını salladı, sakince tebessüm etti. "İyi geceler canım." dedi kendisinden uzaklaşarak oturduğu koltuktan doğrulan Süheyla Hanım. Yeniden çıkarak odasının kapısını kapattı. Yatağa tamamen uzanırken biraz düşündü. Kendini ansızın darmadağın hissetti, karmaşık ve kalp kırıkları içinde savrulduğunu düşündü. Gözlerini örttüğü sırada o korkunç günleri hatırladı. Sığınakta araladığı gözleri ile etrafa korku dolu bakışlar atışını anımsadı. Ne kolunu kımıldatabiliyordu, ne de bağırabiliyordu. Sandalyeye, bedeni sıkıca bağlanmış, ağzı da bantla kapatılmıştı. Acımasızca esir alınmıştı.

 

Sıyrılarak düşüncelerinden, ürperti içerisinde sertçe soluğunu dışarı üfledi. Yutkundu tekrardan, etrafına bakınarak şimdi ki zamana odaklandı. Geçmişti işte, bitmişti... Canını acıtan, kinine dokunan, o adamla aynı okulda çalışacak olmasıydı. Ayrılamazdı kolejden, tam çıkmak isterken kocasının işinden olması, hayatlarını çok zorlaştırmıştı. Elinde olmasa bir dakika durmadan İbrahim Bey'e istifasını teslim ederdi. Etrafındakilere hak verdi, görmezden gelerek çalışacak, sadece işine odaklanacaktı. Yatağa tekrar bıraktı başını, sımsıkı örttü gözlerini, düşünmek istemedi, geçmişi unutmak istedi sadece.

 

Sabaha güzel araladı gözlerini, ne derdi varsa, Süheyla Hanım'ın evinde bırakmaya ant içti. Yaşamı tekrar tutacaktı sımsıkı, bıraktığı kısımdan tekrar sarılacaktı. Süheyla Hanım'ın hazırladığı kahvaltı ile karnını doyururken çok sürmemiş, kapı çalmıştı. Gizlice, Yeliz Hanım'ın sabahtan Süheyla Hanım'dan adres isteyerek geldiğini, çok sonradan öğrendi. Kendisini almak için gelmişti anlaşılan, başlarda şaşırsa bile, sonradan ansızın kabullendi. Kendini durduramadan sıkıca sardı kollarını boynuna, "En çok seni seviyorum." dedi her zaman olduğu gibi, hiç vazgeçmedi. "Teşekkür ederiz." derken Süheyla Hanım'a minnet içinde bakan Yeliz Hanım, kendisinin adına da konuşmuştu. Beraber annesi ile evden çıktılar. Yorgundu ve hayat, kaldığı yerden bir şekilde devam ediyordu. Yaşamak varsa, umut da mecburen olacaktı.

 

Bir sahil kenarında duran taksiden inmişler, denize bakan banklardan birine oturmuşlardı. Yasladı sakince başını annesinin omzuna. "Yüküm omuzlarıma çok ağır anne, hayatım parçalara bölündü." Canının acısını, ancak bu kadar zor kelimelerle anlatabilirdi. Seçmekte bile zorlandı cümlelerini. "Sana mutlaka anlatmışlardır, ben kapına hesap sormak için geldiğimde, üzülmemen için dile getiremedim. Yardımcım işi bırakmış, Aras işten ayrılmış, ben kaldıramıyorum artık."

 

"Hepsini biliyorum meleğim, ben daima seninle olacağım, hiç bırakmayacağım seni. Birini tutarım sana, tüm masrafları da karşılarım. Hande..." Seslendiğinde son olarak, biraz duraksadı Yeliz Hanım, ne olursa olsun af dilemesi şarttı. "İstemezsen kolejden çık anneciğim, ben tüm eksiklerini hallederim." Biraz bekledi, sonra devam ettirdi sözlerini. "Ben saçma düşlere kapıldım, mecbur değilsin ama bunu bilmiş ol."

 

"Şimdi olmaz anne, böyle dar zamanda Aras, neden çıktığımı sorarsa ne derim. O adamla karşılaştığımı söylersem, fena halde birbirine girerler. Zaten şikayetçi olmam için sürekli beni zorluyor."

 

"Çözeceğiz tamamını, biraz sabırlı ol." Deniz kenarına attı gözyaşlarını, orada bırakacağına dair söz verdi kendine.

 

İnsandık hani, şaşardık, düşerdik mutlaka. Düştüğümüz misal, kalkmasını da bilecektik mutlaka. Hande, günler geçerken kendine verdiği sözlerin beraberinde, kırmızı çizgiler belirledi. Dışına çıkmamak üzere çektiği çizgi, katı kuralları beraberinde getirdi. Yoğun geçen sınav haftasının beraberinde, mezuniyet töreni için hazırlıklara çoktan başlamıştı. Kuaföründen randevular aldı, Yeliz Hanım'la daima gittikleri kuaföre gideceklerdi. Ne kadar mağaza dolaşsa da, istediği gibi elbise bulamamanın bunalımına boğuldu. En sonunda annesi, diktirme fikrini aşıladı kendisine. İstediği naiflikte ve incelikte elbiseyi, terzisine anlatacaktı. Çok sürmeden Yeliz Hanım'ın desteği ile istediği elbiseye kavuşmuştu. Hızlı süreçte, başarılı tasarımcı sayesinde, mezuniyet elbisesini diktirmişti. Evde birinin zarar vermesinden korktuğundan, terzinin dükkanında bekletme kararı aldı. Yoğun geçen haftada, Mehmet Bey'e de uğramak için vakti olmamış, zamanı karmakarışık geçirmişti.

 

Arada terzisine uğramış, diktirdiği elbisesinin son halini kontrol etmişti. Yaka kısmına danteller diktirerek, üzerine işlettiği taşlarla daha naif hale getirdi. Geçen zamanda eşi ile arasındaki sorunlara son verdi, "Sana söz." dedi kocası. "Danışmadan Neslihan Anneni çağırmam bir daha." derken samimi bulmasa bile tatsızlıkları bitirmek için susmak istedi. Geçen zamanda tuhaflıklar çok üzerine geldi. Zehra ile aralarının düzelmesi de, tuhaflıklardan diğeri oldu. Başlarda samimi bulmadı görümcesini ama tavırları değiştikçe sağlıklı haraket ettiğini anladı. "Yeliz annen kafeste kuşları getirince bir ara bana baktığını gördün, benden korktun, çekindin. Ben zalim değilim, kötü ve merhametsiz hiç değilim Hande." Yolunu bir ara evin içinde keserek durdurup kendisini, karşısına oturarak konuştu. "Ben o gün, bahçede bulduğum kuş ölüsünü bıraktım, ben öldürmedim, karıncanın bile incinmesini istemem. Sadece kıskandım seni, babamın sana olan sevgisini kıskandım ama senin olan, özellikle de başka canlara asla zarar vermem." Şaşırtsa da tavırları kendisini, üzerine çok durmadı. "Sadece senin adına sevindim Zehra, hayatını heba etme, babanın değerini bil. Fahri Hoca, çok iyi bir baba, ailene ve sahip olduklarına sımsıkı sarıl." Yerinden hızlıca kalktı sözlerinin ardından. Yanında oturmak istemedi.

 

Zaman, akşamın geç saatlerine ilerlerken misafirlikten dönerek evlerine geldiler. Yorgundu Hande, aklından bitap düşmüştü. Yüreğini susturmak için çabaladığı aklındaki mantık, her tarafını halsiz düşürmüştü. Evet, bir zamanlar esir tutulduğu eve, şimdi evli kadın olarak, misafirliğe gitmişti. O adamla kolejde karşılaşmakla beraber, evine misafir olarak gitmek, çok daha ağır dokunmuştu üzerine. Geldiklerinde, evdekilerle konuşmadan odasına ilerledi. Soğuk, samimilikten uzak ortamda durmak, hislerini bastırarak kalmak daha çok canına dokundu. Elindeki çantasını konsolun üzerine bıraktı. Yatağına, üzerinde elbisesi ile oturdu, orada kaldı. Düşüncelerin zihnine ağır geldiği zamanda, bedeninde takat kalmadı. Yatağa, üzerini değiştirmeden, elbisesi ile uzandı. Cenin pozisyonunda kıvrıldı, bir an üşüdüğünü hissetti. Yüreğindeki boşluk, hafifçe bedenini titretti.

 

Tuhaflıklarla dolu akşamı geride bırakmıştı Hande. Yüreğinden kaçarken hisleri, kalbinde kalamamıştı. Sıyrılarak peşinden gelmişti. İnsan, kaçıp da kurtulmak istediklerinin esiriydi aslında. Aylar sonra gittiği evde, kendini nedensizce eksik hissetmişti. Oysa daha güçlü hissetmesi gerekirdi, özgürdü mesela, hürdü, esir değildi. Sanki evlenerek daha farklı bir bağımlılık yaşadığını düşündü. Yine her şey aynıydı o eve gittiğinde, insanlar değişmemişti. Komşu ziyaretine gittiği evde, başlarda biraz korkmuştu. Çekinerek ilerlemişti ama bakmıştı ki, insanlar aynıydı. Uzun zaman sonra Nurcan Hanım'la karşılaşmak, daha tuhaf hissettirdi. Soğuktu kendisine karşı, buz kesmişti davranışları. Sanki 'Evladımdan uzak dur' dercesine bakmıştı. Hiç değişmeyen bakışlar, değişmeyen insanlar ve huylar...

 

Aylar sonra o eve tekrar girmek, çok tuhaftı Hande'nin açısından. Daha bahçenin ufak, demir kapısıma ulaştığında esen ılık rüzgar, içini deşerek tüm derinliklerini ürpertmişti. İşin ilginç tarafı, ürpermenin beraberinde üzüntü, hüsran eşliğinde de bilinmezliğin verdiği merak vardı. Kapının önünde, şimdi ki ailesinin arabadan inerek kendisine yetişmesini beklerken duraksamış, aylar önce bu eve ilk getirilişini hatırlamıştı. İnsan, ne tuhaf varlıktı, aslında daima bilinmezlikten ibaretken insanoğlu, şimdi ki merakı nedendi acaba? Hayatı zaten labirent misali ilerliyordu. Sadece kendisi değil, aylar sonra tekrar geldiği ev de değişmişti sanki, zorla tutulduğu ev değildi. Önceleri bir parça merhamet kırıntısını kendisine gösteren Nurcan Hanım, şimdi aşırı katı birine dönüşmüştü.

 

 

 

Sadece uzaktan bakmıştı o adama, anlamsızca bakmıştı sadece. Yabancı bakışların altında içi ezilmişti de, sesini çıkaramamıştı. Yabancı bakışlarla kaçmıştı düşüncelerinden. Esir tutulduğu eve, misafir olarak gitmişti. Bir an için gözüne komik görünse bile gülecek durumda değildi. Karmakarışık hislerin içinde daralan göğsüne engel olamadı. Zamana anlam veremedi, sadece üç ayın içinde neler değişmişti böyle. Zaman, ilacı olduğu gibi yarasıydı bugünlerin, kanayan yarası. Usulca kanayan yarası hiç dinmedi bugün, dokundukça kan fışkırdı sanki. Unutacaktı işte, başaracaktı çok güzel şekilde. Bir an düşünceleri durgunlaştı, aklına davet sırasında olanların beraberinde gördüğü başka değişimler geldi. Evet, değişmeyenlerin beraberinde, değişen ufak ayrıntılar vardı elbette.

 

Üç ay içinde içini hoş eden değişime tanık oldu. Gözlerinin önüne, geçen zamanda hafifçe gelişmiş ve serpilmiş biri canlandı. Sayılı değişimlerden olabilirdi. O ailede, kendisini alıkoyan adamın kızı hariç herkes aynıydı. İsminin Yasemin olduğunu orada, davette tekrardan hatırladı. Mavi gözleri daha çok canlanmıştı, gözlerinin rengi açılmıştı. Çok az serpilmişti, açık kumral tonlarındaki saçları epeyce uzamıştı. Ağzı, burnu ve gözleri, oval teninde küçücük kalmıştı. Gülümsediğini, çok hafif tebessüm ettiğini anımsadığında, hızla sildi tenindeki tebessümü. Çocukları sevmezdi, sevmedi de zaten. Soğukça, uzaktan baktı sadece. Yaklaşarak, uzamış ipeksi saçlarına dokunası geldi ama yapmadı, saçma bir istek olduğunu düşündü.

 

"Hande, kalk üzerini değiştir." Yanına gelen kocası ile gözlerini kapatıp tekrardan açtı. Kalkası gelmedi, bıraksalar böyle kapatırdı gözlerini tamamen. Yanındaki adamı sevmişti ilk kez, sadece ona açmıştı kalbini, hep de öyle kalacaktı. Kendine söz verdi, o koleje istifasını vereceği gün gelene kadar, asla saçma hislerine izin vermeyecekti. "Yatağa elbiselerle girilmeyeceğini, vaktiyle öğretmediler mi sana, kalksana." Sesindeki sertliğe anlam veremedi, anlaşılan o da, kendisinin zoraki tutulduğu eve gittiğinden gergindi. "Hande, bana bazı cümleleri tekrarlattırma, üzerini değiştir, öyle uyu, hadi." İyiydi hoştu ilişkileri ama Aras, hiç ne istediğini sormazdı kendisine. Yapmasını istedikleri vardı daima, hep ikiletmeden isteklerini gerçekleştirirdi. Sadece tek isteğini boş bırakmış, Fatih'ten şikayetçi olmamıştı. Yapmayacaktı da, kırmızı çizgisini belirtmiş, 'Sakın bana bir daha bu konuşmalarla gelme.' demişti zaten. "Güzelim, sevgilim, güzel karıcığım; hadi kalk üzerini değiştir. Yardım edeceğim ben sana, kolunla bacağına takılma. Zor saatler geçirdin, biliyorum ben, hepsinin farkındayım. Sen istedin bunlarla boğuşmayı, sana defalarca kez 'Şikayetçi ol' dedim." Yanağı elinin altında kalmış kadın, düşüncelerinden tamamen çıkarak, başını kocasına çevirdi. "Allah aşkına tekrardan başlama." dedi sinir içinde. Ağırca doğruldu, bacaklarını aşağı sarkıttı. İstediklerini elde etmek için hep uzatırdı zaten meseleleri.

 

Mutlu olacaktı, inadına sımsıkı sarılacaktı kendinin olanları. Yuvasına, ailesine daha sıkı sahip çıkacaktı. Yanındaki adamın desteği ile üzerindekilerden kurtuldu. Yatağa girdiğinde, halsizdi bedeni. Yanına giren kocası, sımsıkı sarılarak bedenini kavradı. "Seni çok seviyorum." dedi kollarını bedenine dolarken. "Ben de." dedi Hande, çok uzatamadı kelimeleri. Sarılmasına karşılık, kendi de doladı kollarını. Kendini mutlu olduğu gerçeğine derinlemesine inandırdı. Zaten mutlu olan biri nelere sahipse, kendisinde fazlası ile vardı. Kolejden çıkana kadar, o adamla, köşe kapmaca oynarcasına kaçacaktı ondan, mecburdu. Aras, iyi bir iş bulduğunda, hemen koleje istifasını verecekti. Fatih'le aynı okulda çalıştığından, ayrılana dek, Aras'ın asla haberi olmamalıydı. İçinde çoğalan hisleri inadına bastırırken sahip olduklarına sımsıkı sarılmak üzere kendine söz verdi.

 

❄️❄️❄️❄️❄️

 

Günün erken saatlerinde gözlerini aralamış olan genç adam için dün akşam, zehirden çok daha farksızdı. Sabahı zor etmişti, kendine verdiği sözü tutacak olan Fatih, aklındakini sevdiği kadına anlatacaktı. Ilık duşun ardından üzerini değiştirdi, ailesine olanları belli etmemekte kararlı durdu. Kahvaltıda oldukça normal davranmak için çabaladı, içini acıtanlarla kimsenin canına dokunmak, asla hakkı değildi. Yabancı bakışların altında boğulduğu akşamı asla hatırlamak istemedi. Hatırlamazdı zaten, istemediğini asla gerçekleştirmezdi. Kahvaltıdan sonra odasına doğru ilerlerken bir kere ardına dönerek seslendi annesine. "Yasemin'i hazırla, biraz dışarı çıkaracağım." dedi sakince. Öyle gergindi ki, nereye gideceğini sormak için cesaret edemedi Nurcan Hanım. Kendilerinden saklamak için çabaladığı gerginliğini anlamıştı. Hem zaten tahmini vardı. Yanılmazdı tahminlerinde, kesin mezarlığa gidecekti.

 

"Ben henüz seni unutamıyorum Yasemin, unutmak da istemiyorum." Kollarındaki kızını sımsıkı kavrarken diğer eli ile de mezar taşını okşadı. Yere göğe sığdıramadığımız sevdiklerimizden geriye kalan, bir avuç toprak, buz gibi mezar taşıydı. "Kimse senin yerini alamıyor, yokluğun derinliklerimde asılı kaldı." Şimdi kime nasıl anlatırdı ki gidişini? Bazı gidişler tarifsizdi. "Sen bana öyle güzel bir emanet verdin ki, kimsesizliğime teselli oldu. Bana önce kocaman bir sevda, sonra da sevdamızın temsili olan meleğimizi bıraktın, hakkını helal et Yasemin. Seni bir an olsun unutmayacağım, sen geri dönmeyeceksin; bilirim, gidenler geri gelmez ama ben sana geleceğim, günün birinde kavuşacağız. O gün gelene kadar, seni asla unutmayacağım." Yeminler etti kendince. Yarınlarını bilmeden, bugünden sözler verdi kendine. "Sen gideli çiçekler açtı, göçmen kuşlar kaç defa şehirler değiştirdi, bahar defalarca kez geldi de, sen hiç gelmedin..."

 

Sevdiği kadının kabri başında, sadece ona değil, kendine de söz verdi. Dün gece, yabancı bakışlar altında boğulduğunda anlamıştı ki, o kadın kendisini sevemeyecek kadar kine bulanmıştı. Hakkı vardı, karşısına normal şartlar altında çıkmamıştı. Buna da asla pişman değildi, sonuçta kendisinin bir şeyi değildi, işine geldiği gibi korumuştu. Zorla tutması gerekti, tutmuştu da. 'Çalıkuşu' dediği kadın, dün akşam zehir saçmıştı kendisine. Hiç şaşırmadı, kendi de bomboştu ona karşı, tavırlarını normal karşıladı. Sevgisiz kalmış birinden sevgi beklemesi normal değildi zaten. Sevdiği kadının kabrinde ona söz verirken hayatına kimseyi almayacağına, kızına tek başına çok daha rahat bakacağına kendini inandırdı. Yüreğinde küllerinden tekrar yeşererek çoğalan hislerinden habersizdi.

 

 

Bölüm sonu...

 

Yeniden çoğalan bir sevdanın inadına, sadece gururlarından ötürü, Hande ve Fatih, kendilerini mutlu olduklarına inandırdılar. Sizce bu inat ne kadar sürecek, acaba son bulacak mı? Yoksa bir ömür böyle zayi mi olacak? Hepsini zaman gösterecek.

 

Yeliz, Hande'nin inadına daha da damarına basmakta. Tek isteği kızının mutlu olması aslında, ama bu uğurda gerçekleşen hamleleri, bazen sinir bozucu oluyor. Yaklaşamının ne kadar doğru olduğu tartışılır.

 

Hande, şimdiden Aras'tan boğulmaya başladı, Fatih'i her gördüğünde üzüntülerini bastırmaları da devam etmekte. Şimdilik iki taraf da tüm hislerini bastırdı ama bakalım ne kadar sürecek.

 

Diğer bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın.

Loading...
0%