@mavi_melekler
|
Ben geldim.
Biraz geciktim ama değecek, güzel bölüm getirdim sizlere. Evet, çok uzatmadan hemen geçelim.
Bölüm şarkımız medyada mevcut. Ferhat Göçer - Aşkın Mevsimi Olmaz Ki
30. Bölüm: "Sıcak Rüzgar"
Hayat yavaş yavaş alıştırıyordu her geç kalınmışlıklara, olmazlara, asla olmayacak olanlara. Hayal kurmanın gerçekle asla bağdaşmayacağına. İnsanların 'Yanındayım' demelerinin hep lafta olduğuna, sadece yalnız kaldığında huzura kavuşacağına, kimseyi kırmak istemezken insanların seni kat be kat parçalamasına. Çok severken hiç sevilmemelere, sürekli düşerken kanayan dizlerine aldırış etmeden kalkmanın, direnmenin hiçbir halta yaramadığına. Umut denilen kelimenin aslında hiç olmadığına, gülümsemelerin sahte olduğuna, gözyaşlarının varlığına ve hiç gitmemesine, acının geçer gibi olupta aslında hep kanadığına. Çekilen küreklerin boşa olduğuna, çok istesende o kadar olmamasına, hayat yavaş yavaş alıştırıyordu...
-Alıntı
Can da eskimişti bedende, yürekler yamalı, kalpler darmadağındı... Söz vermişti kendine, hasta, henüz tam toparlanamamış annesini mutlu etmek için dimdik duracaktı. 'Güçlü olacağım.' demişti mezuniyet partisine giderken... Sarıldığı hedeflerinden bir an olsun vazgeçmedi, daha sıkı asıldı. Şimdi direnme vaktiydi, inadına üzerine gelenlerin, kendi üzerine gidecekti. Kuaförünün kendisini yönlendirmelerini kısa süre dinlediğinde, sakin karşıladı dediklerini. "Siz nasıl uygun görürseniz, kendimi size bıraktım." dedi tebessüm ederken. Saçlarını başkasının ellerine bırakmak, o an tuhaf hissettirdi kendisini. Her kuaföre güvenmezdi aslında, sayılı zamanlarda yapardı bunu. "Önce kırıkları düzelterek hafif kısaltmanızı istiyorum." dedi tekrardan ricada bulunurken. Aynalığın önünde çalan telefonunu hızlıca ikonu kaydırarak açtı.
"Annem." dedi sıcacık tutarken sesini. Yeliz Hanım'dan başka destekçisi, halini soranı kalmamıştı son zamanlarda.
"Yavrum benim." Telefonun ucunu doldurdu şefkat dolu sesi. "Günün yıldızı nasılmış, n'apıyormuş, bir sorayım dedim."
"İyiyim anneciğim, sadece çok heyecanlıyım, kalbim çıkacak gibi atıyor."
"Benim kızım başaracak, en güzel şekilde alacak diplomasını, okullar arası birinci seçildi benim meleğim."
"Ya konuşurken sesim tökezlerse anne."
"Tökezlesin, ne olacakmış. Senin başarına engel değil ki."
"Yine de umalım ki olmasın anneciğim, hem sen neden gelmedin kuaföre, beni getirtin ama hani beraber gelecektik."
"Seninle okulda buluşacağız bir tanem, abin de gelecek oraya, ağrılarım tuttu, dinlenip mezuniyetine gelsem daha doğru olur."
"Tamam annem, sen sıkma kendini, hallederiz bir şekilde." Biraz daha konuşarak telefonu kapattığında, eli kalbinde bekledi. Durdu, bekledi işleminin bitmesini ama zaman geçmek, işlemi de bitmek istemedi. Saçlarının rengini de değiştirdiği için bekleme süresi arttı. İşlem koltuğundan kalkarak bekleme koltuğuna oturdu. Zamana anlam veremedi, geçen zamanda olanları anlamak istedi de, üzerinde durmadı. Evli bir kadındı ama evine de, eşine de çok uzaktı. İçinde dolduramadığı boşluk vardı, nasıl dolacağını sorsalar bilemezdi.
"Hande." Tanıdık, sıcak sese doğru başını çevirdi hafifçe. Gördüğü görüntü karşısında dehşetle açılırken gözleri, zorlansa bile hızlanarak doğruldu. Aksarken ilerledi, hızla kollarını araladı. Yanına geldiğinde, dudakları aralanarak, "Efsun!" dedi kısık sesle. Sarının karamel tonlarındaki dalgalı saçları, hafif uzun boylu bedeni ve toparlak teni ile karşısında duran kıza baktı. "Seni en özel gününde tek bırakmam ki ben." Kendisinden önce davranan genç kız, Hande'nin bedenini hızla kendine çekerek sımsıkı sarıldı. Arkadaş edinme konusunda başarılı değildi, sevmezdi çok arkadaşı. Birden fazla arkadaştansa, tek dosta razı gelirdi daima. Efsun, dostu değil sadece, sırdaşı olmuştu aslında. "Canım, hoş geldin, iyi ki de geldin..." Gülen ses tonu sıcacık durdu. "Yeliz Teyze, annemle beni aldırmak için uğraştı, ondan kuaföre gelemedi." Kollarından sıyrılırken, "Aa!" dedi, elini ağzına kapattı gülerek Hande. "Kız siz benim ardımdan iş mi çevirdiniz?" Karşısındaki kızı güldürdü hamlesi, ikisi birden kahkaha attılar.
"Seni çok özledim ama olsun, hasretimiz tamamen bitecek, çünkü Tekirdağ'dan tamamen döndük."
"Ne?" dedi şaşkınlık içinde. "Dilek Teyze de mi burada kalacak?"
"O da kalacak, kapattık Tekirdağ'daki evi. Yazları gideceğimiz için hiç taşımadık."
"Hadi gel oturup konuşalım." Köşedeki bekleme koltuklarına doğru çekti arkadaşını ama onu durdurdu Efsun. "Bahçede konuşalım canım, daha rahat ederiz."
"Siz işlem süresi dolunca bana haber verirsiniz." dedi kuaförüne doğru dönerek. Sonra tekrar arkadaşına döndü. "Annem şimdi Dilek Teyze ile evde sanırım." dedi merak içinde. "Yol yorgunu annem, Yeliz Teyze onunla ilgilenir ama törene o da mutlaka gelecek." Güzellik merkezinin bahçesindeki masalara oturarak karşılıklı, masanın üzerindeki elini tuttu arkadaşının. "Çok sevindim temelli dönmene, sana çok ihtiyacım vardı." Sözlerine karşılık sadece başını salladı Efsun. "Az çok haberim var Yeliz Teyzemin marifetlerinden, asla desteklemiyorum Hande, sen hatalısın elbette; onun emeğini çöpe attın ama o da seni bu şekilde durdurmamalıydı." Yutkundu arkadaşının sözlerine karşılık, Efsun da konuşurken soluk soluğa kalmıştı ürpertiden. "Bilsem vallahi annemi bırakır Tekirdağ'da, koşarak gelirim. Canım arkadaşım, nasıl sağlam kaldın sen, demir olsa çürürdü." Başını iki tarafa usulca salladı, çaresiz kaldığını hissetti Efsun konuştuğunda. Yaşadıklarını hatırladığında da çaresizleşirdi insan, sadece olması değil, hatırlanması da geçerli kalabilirdi kimi zaman.
Efsun, Hande için çok özeldi. Yeliz Hanım'la, altı sene önce tanıştığında, beraberinde Dilek Hanım ve Efsun'la da tanışmıştı. Yeliz Hanım'ın kızkardeşi olan Dilek'i hep 'Teyze' bellemiş, Efsun'la da kısa sürede, sıkı bağlarla dost olmuştu. Çok uzun süre dertlerini, sırlarını ve acılarını açmıştı arkadaşına. Sonrasında Tekirdağ'ına taşınmalarına rağmen hiç bağlarını koparmamışlardı. Yazları hep gitmişlerdi Yeliz Hanım'la beraber, hiç eksiklik hissetmemişlerdi. Yine ne olursa olsun, uzaklıklar daha az görüşmelerine sebepti aslında. Birkaç saatlik mesafe olsa da, şehir dışından gelmek çok kolay değildi. Hande'nin son olarak başından geçenlerin ardından, Efsun'la çok az görüşmüşlerdi. Yetişememişti arkadaşına Hande, çünkü sorsalar en çok kendine geç kalmıştı. Kendine geciken, başkalarına nasıl yetişebilirdi? Yaşamak, sadece nefes almak bile, kimi insanlara başlı başına imtihandı.
"Yüzünde neden hüznün gölgesi var Hande, ben seni burada anlayamıyorum. Mutlusun madem şimdiden sonra, evlenmişsin de, atlatamadın mı?"
"Yaşadıklarımı atlatamadım evet." Tökezlercesine konuşması, karşısındaki kızı afallattı.
"Psikolojik destek almaya başlamışsın ama bu yeterli değil. Yeliz Teyze, bir de kalkmış seni aynı adamın okulunda işe aldırmış. Yaa akıl alır gibi değil, neden şikayetçi olmadın?"
"Deme n'olur, sen de bunu bana deme."
"Ama neden?"
"Yapamam işte, sebebini sorma."
"Bana mantıklı bir açıklama yap."
"Kötü biri değil." Kendine uzun zamandır söylediğini, şimdi ilk kez de arkadaşına karşı sesli dile getirdi.
"Kimse bu dünyaya kötü olarak gelmez zaten, insanı tercihleri yönlendirir."
"Üzerime gelme sen de Aras gibi, sana olmaz dedim."
"Bana bir tane mantıklı neden söyle."
"Geçmişi tamamen unutmak istiyorum, şikayetçi olursam çok uğraştırır."
"İnşallah öyledir canım, seni daha fazla zorlayıp bu konuda üzerine gitmeyeceğim ama içim hiç rahat değil."
"Çok sevinirim." dedi sakince, geçmişin gölgesinden çıkarak şimdi ki zaman üzerine konuştular. Yeni hedeflerinden ve severek gerçekleştirdiği 'Öğretmenlik' görevinden söz etti. Sergisini açmak için para biriktirdiğini anlattı. Daha ilk maaşını almamıştı, aldığı an çizim malzemelerini genişletecekti. Kuafördeki işlemi son bulduğunda, arkadaşı ile beraber terzisine geçtiler. Üzerine olabildiğince ağır, taş detaylı, önü dantel işlemeli elbisesini geçirdi. Yeşilin en hoş, hafif açık tonlarındaki elbisesi, kalem misali kıvrılan bel kısmına sahipti. Dalgalandırdığı saçlarını açık bıraktı, hafif balyajlar attırmıştı. Saçı, kıyafeti ve makyajının, birbirine eş değerde durması için çok uğraşmıştı.
Kendisi için unutulmaz günlerdendi. Yanında sevdiklerinin eksiksizce olmasını hiç beklemezdi. Eşi, arkadaşı, hocası Süheyla Hanım, bir zamanlar hocalık etmiş; şimdi kayınpederi olan Fahri Bey, 'Teyze' bildiği Dilek Hanım ve iki annesi, herkes gelmişti. Gurur içeren bakışlar arasında diplomasını eline alarak kürsüde durmuş, başında minnetle taşıdığı kepini çıkarmadan mikrofona eğilmişti. "Çünkü ben kadınım, başarmak kadının doğasındadır." Cümlesi bittiği anda, kendisini karşıda izlemiş olanların alkışları estirdi etrafı. Okul birincisi olarak konuşmasına izin verilmiş, kürsüde beklemesine hak tanınmıştı. Süheyla Hanım, minnetle verirken diplomasını, hafifçe sarılarak tebrik etmişti kendisini. "Diploma alırken beni en çok mutlu ederken belgemi, Süheyla Hoca'nın elinden alabilmek. İki evime, iki aileme rağmen bana dik durmayı öğretendir kendisi. Benim iki tane ailem var, hayatı en çok kimden öğrendin deseniz, şüphesiz sadece Yeliz Annemi gösterirdim. Bana güçlü bir kadın olmayı öğreten, hayata tüm zorluklara rağmen tutunmam için çabalayan sayılı kişilerdendir. Beni o doğurmadı ama çok güzel sevdi, hayallerime kavuşmam için çabaladı, beni okuttu. O bana 'Anne' oldu, ben ona 'Evlat' oldum. Biz ikimiz de eksiktik, birbirimizde tamamlandık. Sadece annem değil, arkadaşım oldu o benim, sırdaşım oldu. Bana bir kadının tek başına hayata göğüs gerebileceğini öğretti. Evet, kadınlar olarak daha sıkı direnmeliyiz. Hayatımızı, geleceğimizi ve yarınlarımızı, tanımadığımız adamların eline, vicdanına bırakmamalıyız."
Esen alkış tufanı arasında sonlandırırken konuşmasını, daha çok duramamış olan Yeliz Hanım, kürsü tarafına, kendisine doğru ilerlemişti. Karşısındaki annesine doğru iki adım atan Hande, elinde diploması ile sıkıca sarıldı ona, kadından önce davrandı. Sımsıkı sarıldılar, ayrı geçen zamanların acısını tekrardan çıkarırcasına... "Başardık annem." dedi kadından hafifçe uzaklaşarak diplomasını ona doğru uzattı. İkisine aitti, tek başına okumamıştı, ikisi başarmıştı. "Senin başarın bir tanem, ben sadece destek çıktım." Yanağına dokundurdu elini, sonra saçlarında gezdirdi. "Yavrum benim, hadi gel benimle." Kolundan incitmeden tutan Yeliz Hanım, kürsünün diğer tarafına kızı ile beraber ilerledi. Süheyla Hanım ve diğer hocalar tarafından da tebriklere tabi tutuldu Yeliz annesi, tebessüm içinde el sıkıştı kendisinin hocalarıyla.
Günler ilerledi, zaman hayata meydan okudu, güçlü kalarak sımsıkı direndi. Yakaladı kendine ait olan ne varsa, ellerinden bırakmadı Hande. Mezuniyet töreninden sonra Neslihan Hanım'la hiç görüşmemiştiler. Kürsüden Yeliz Hanım'la beraber indiklerinde, hiç durmaksızın harakete geçmişti. Yüzüne acımasızca tükürerek, "Yazıklar olsun sana!" demişti. Yenilgi ve görmezden gelinme hislerini kaldıramamıştı. "Sürün, çürü inşallah, daha senin evinde de kalmam." dedikten sonra temelli gitmişti. Şimdilerde evinde Yeliz annesi kalır, kendisine o destek çıkardı. Ne beklemişti zaten, çok beklentisi kalmamıştı Neslihan Hanım'dan, küçük çocuk misali davranmasını da kendisi kaldıramamıştı. Kolejdeki işi, kendisi için zaman geçtikçe daha zorlaşmıştı. Sanki o adamla her karşılaştığında, içine sıcak rüzgarlar esiyor ve Hande, o ılık meltemden kaçamıyordu. Yoruluyordu, kolejde çok halsiz düşürüyordu ama bu halsizlik, kendisini rahatsız etmemişti. Üzerinde, mayhoş esintilerin verdiği hoş, tatlı halsizlik vardı.
Okulun asansörüne binerken tekrardan o tanıdık sima ile karşılaşmaktan rahatsız olsa da kaçamadı Hande. Kaçmak istedikçe karşısına çıkması, sanki kaderin acı oyunlarındandı. Bakışlarını diğer tarafa eğdiğinde başını hiç kaldırmadı, konuşmak orada kalsın, nefes bile almaktan çekindi. Ekrana çevirmek için kaldırdı bakışlarını, kendi katı olmadığını anladı. "Sınıf defterini unutmuşsunuz, Coğrafya Hocası Yeşim Hanım gönderdi." Üzerine, kollarındaki kitapların tam üstüne bıraktı. "Bir de Seher Hanım'a dersiniz, davete geleceğiz, kabul etti teklifini ailem." Hızlıca asansörden çıkarak kendisini karmaşa içinde bıraktı. Demek Seher çağırmıştı, kayınvalidesi zaten komşu daveti planlarını özenle oluştururdu. Üzerinden atamadığı, az önce inen adamın keskin kokusu ile kalakaldı orada. Başını kaldırıp da keşke gözlerine bakabilecek güce sahip olabilseydi.
Soluk soluğa evine geldiğinde, çantasını portmantonun üzerine asarak, "Ben geldim." dedi etrafına seslenerek. Günün halsizliği üzerinde kaldı Hande'nin, üzerinde hastalığın verdiği halsizlik vardı. "Gel kızım, mutfağa ilerle." Annesinin sesini ve mutfaktan gelen kokuları takip ederek ilerledi. Nedendir bilinmez, kollarını açarak ilerledi annesine. "Yavrum benim, n'oldu, neden birden sevgi pıtırcığına dönüştün." Uzaklaşarak kollarından, sıcacık gülümsedi anneciğine, en sevdiğine, en değerlisine... "İçimden geldi. Neden bilinmez ama anne, içimden atamadığım bir mutluluk var." Nedendi sahi, bilemedi o anda. Sormadı kendine, üzerine durmak da istemedi. "Hımmm..." Eğlenircesine gülerek, bir adım ilerledi kendisine doğru, eğlenir ifade ile kendisine baktı Yeliz Hanım. "Birazdan gelecek misafirlerimize mi borçlandık acaba bu mutluluğu?" Bulunduğu ima karşısında, geri çekilerek hafif ters şekilde baktı kadına. "Anne!" dedi sinir içinde.
"Ne var canım bunda." Hiç vazgeçmedi imalarından. "Hadi sen otur, misafirlerden önce karnını doyur. Senin için fırında makarna hazırladım." Yemek çeşitleri içerisinde en sevdiklerindendi. Sakince masanın önüne sandalye çekerek oturdu. Yüz üstü kendisini bırakan Neslihan Hanım'ın ardından, hiç düşünmeden evine gelmiş, kendisine destek çıkmaktan bir an olsun vazgeçmemişti Yeliz Hanım. Hiç düşünmeden Yeliz annesine evinde oda açtıran eşi, samimiyetten uzak bile gelse Hande için, "Kapım size daima açık." demişti. Sonuçta Hande için, ona destek olmak açısından kalıyordu. Kurulu düzenini bırakarak gelmişti, hakkını nasıl öderdi ki. Yemekten sonra üzerini değiştirme kararı aldı. Şu anda da kıyafeti güzeldi ama değiştirecekti. Saçlarından sıkılmıştı, özenli bir at kuyruğu haline getirecekti.
Hızlıca odasına çıkarak dolabında kombin belirledi. Hafif resmi ama o kadar da renkli kombini, biraz zorlansa da üzerine geçirdi. Ayna karşısına geçerek süslü mücevher kutusunu açtı. Halka küpelerini kulaklarına takarak, koluna incili bilekliğini taktı. Ağırca doğruldu aynanın karşısındaki puftan, sıkıca destek çubuğuna sarılarak kapı tarafına doğru ilerledi. Eve ait dönemeçli merdivenlerden inerken son derece gergindi. Karşılaşmak istemediği biri ile hem çalıştığı ortamda, hem şimdi evinde karşılıklı duracaklardı. Neden kaçmak istediği her dakika daha çok denk gelirdi. Yakalanırdı kaçmak istediği zamanlarda. Yavaşlamak istedi, belki de çok hızlı olduğundandı tüm bunlar. Görmezden gelerek, ağır hızda kaçmak için çaba gösterecekti. Dönemeçli merdivenleri soluk soluğa inerek aşağı zoraki ulaşmıştı. İki basamak kala merdivenleri bitirmesine, hızla başını kaldırdı.
"Hoş geldiniz." dedi zoraki karşılarken misafirlerini. İçeri girenlerin içinde nedensizce gözleri onu aradı. Sırası ile herkes içeri girerken kendisine doğru gelen Yeliz Hanım, omuzlarından tutarak geri çekti kendisini. "Sen burada dur kızım." derken kapı pervazında beklediler. Zor bir akşam geçireceğini düşündü, belirledi kafasında. Bildiğinden, tahminleri güçlü olduğundan, aşağı inmeden önce göz altlarına koyu renkte kalem sürmüştü. Biraz beklediler, herkesin sırası ile içeri girmesini beklerken gözleri onu aradı. Söylemek istedikleri vardı Hande'nin. Aynı kolejde olduğumuzu kimselere dememesini rica edecekti. Yalvaracaktı gerekirse, ikinci olayı kaldıracak durumda değildi. Koleje istifasını verene dek idare edecekti. Aras iş bulmadan istifasını vermesi de pek mümkün değildi.
Yemek masasında zaman, önceki vakitlere misal sakin ilerledi. Arada kocasının Fatih'e, sinir içinde laf sokmasını hesaba katmazsa normaldi. Karşısındaki genç adam da, sözlerinin aşağısında kalmamıştı. Çok kısa sürmüştü zaten, kocasının derdinin kendisinde saklı olduğunu düşündü. Sonuçta kendi başından geçenlerden ötürü, karşısındaki adama sinirlenmişti. Üzerine durmadı, umursamak istemedi. Sadece kalbinde eşsiz bir ağrı vardı, kaçmak istedikçe tutulduğu ağrılardan alamadı kendini. Bu insanlarla göz göze geldikçe, komple içi acırdı ama nedenini kendi de bilemezdi. Ağzındaki lokmasını çiğnerken konuşmaları dinledi. "Maşallah, kızınız çok şirin." dedi karşısındaki adama bakarak. "Size çok benzetemedim, daha çok annesine benzemekte sanırım." derken kocasının ne çeşit laf sokacağını çözemedi. Zor bir olayla karşılaşmamayı umdu sadece. "Doğrudur." dedi kısaca Fatih, üzerine durmak istemedi konuşmanın. "Siz rahmetli ile sadece nişanlıydınız sanırım, evli değildiniz." Son cümlesini algıladığında Aras'ın, adeta kendinden geçti Hande. Ağzındaki lokmanın boğazına kaçmaması için kendini zor durdurdu.
"Nasip olsaydı, hastane odasında nikahımız kıyılacaktı." Sakin cevaplamasına anlam veremedi. Sahi, ne terbiyeli adamdı, susarak sakin kalmıştı. Kimsenin ahlakının bekçiliğini yapmak, bir başkasına düşmezdi ki, nasıl böyle ileri giderdi. Yaptığı iğrenç hamlelere karşı uzatmamış, onun gibi çirkinleşmemişti. Konuşmaların üzerinde çok durmadılar, konu uzamadı. Sohbet tekrar kaldığınca devam etti. 'Evlilik' üzerine ilerlerken konuşmalar, karşı tarafın sözünün altında kalmamış olan Fatih, tam zamanı geldiğinde sözü çarpıtmadan adamın üzerine ittirdi. "Siz de çok acele etmişsiniz yevlenmek için, aşk evliliğidir umarım." Elindeki peçete ile ağzını sildiğimde, sözlerini çoktan tamamlamıştı, karşısındaki Aras'la ima içinde konuşmuştu. "Size öyle geliyor, benim eşime tutku ve sadakatla bağlı bir adamım." Yanındaki karısını kendine doğru çeken Aras, sevgi içinde saçlarına dokunmuştu.
"Sevgini başkalarına kanıtlamak zorunda değilsin canım." Zor olsa da Hande için kendini geri çekerken sinirini belli etmemek adına çabaladı. "Daha önce seni ikaz etmiştim, aile büyüklerinin içinde böyle davranmazsan sevinirim."
"Çok geleneksel takılır benim karım, gereksiz utangaçlık eder."
"Tabii." dedi sert bakış atan Fatih. "Ahlak sadece iki bacağın arasında değildir, büyük küçük bilmekle başlar en başta."
"Olur, sizden öğrenirim bir dahakine."
"Estağfurullah, icap ederse öğretirim ama bence siz zekisiniz, entrikalara değil de, biraz böyle unsurlara dikkat etmenizi öneririm."
"Aaa." Utangaçlığını kenara bırakarak, tebessüm etme çabasında bulundu Hande. Hızla konunun ortasına dalarak, boğazını temizledi. "Yemekler bitmiş, ben tatlı almıştım gelirken, Zehra'cığım, sen çayları doldurup tatlı tabaklarını hazırlar mısın?" Karşısındakinin sözlerine karşılık hızla doğrulan genç kız, "Evet hadi, dağılalım, annemle buraları toplarız." dedi tebessüm içinde. Akıl alır gibi değildi, biraz daha konu dağılmasa Aras, bildiğin kavga çıkaracaktı. Misafirler koltuklara doğru dağılırken Hande, ağırca mutfağa doğru ilerledi. İçeride kalarak gücünün olmadığını düşündü. Başkasının adına utanmak, tam olarak böyleydi demek ki. Yüzünde kıpkırmızı ifade, kalbinin çok sert atışı ile girdi mutfağa, daha çıkmadı. Orada bir süre kalacaktı.
"Yani abimin azıcık bilincindeysem, inadına daha çok pislik edecek." Çayları doldururken söylenmeden edemedi Zehra. "Sen öyle sanıyorsun, dediğine inanıyorsun ama derdi sen değilsin, o birine takmak için bahane arar zaten." Eline aldığı olabildiğince büyük, taşları desenli, kare şeklinde olan tepsinin içine tabakları ve bardakları sırası ile dizdi. "Alıkonulduğumu bir sen, bir de o biliyor. Fahri Hoca ile Seher Teyze bilse, belki rahatlar. Şimdi onlar içerideki adamı, benim eski nişanlım sandığımdan öfkeli. Oysa sadece o ikisi bilmese ne olacak ki."
"Hande, senin aklın mı kıt?" Yanındaki kadına bakışlarını merakla çeviren Zehra, konuşurken gözlerini devirmeden duramadı. "Yoksa kendi kafanda kurduklarına inanmak mı daha çok işine geldi? Ben bile akıllandım, daha sen kendine gelemedin. Canım benim, onun derdi sen değilsin, ben öz kardeşi olduğum halde, abim beni korumaz, senin karşında ezer durur, asla savunmaz. Allah aşkına, seni mi düşünecek? Şikayetçi olmanı isteme sebebi de başka, saksını çalıştır, bul olayların asıl nedenini ama bana bu saçmalıklarla gelme. Ben çoktan doydum, tek amacım artık sevgili ailemi kenara bırakarak kendi hayatımı kurmak, anladım ki babam en başından haklıydı. Bu evde kalırsam, buradaki karanlıklardan kurtulamayacağım."
Karmakarışık kaldı, zihninde doğru bildiği ne varsa savrularak dağıldı. "Sen." dedi şaşkınlık içinde. "Bana dediklerin neyse de, sen kararlarında ciddi misin?" Kendisi için dediklerini sonra düşünecekti, resmen çark misali her kelimesi, çevirmişti zihnini hız içinde. "Bilmiyorum ciddi miyim ama ciddi olduğum gün, kararımdan asla dönmeyeceğim. Yani anlayacağın, daha tam karar veremedim." Kendisini mutfakta, ettiği sözlerden sonra bırakan Zehra, hızlıca eline tezgah üzerinde hazırladığı tepsisini alarak oturma salonuna doğru ilerledi. Bir süre mutfakta kaldıktan sonra kendi de doğruldu. Burada kalıp da düşünmek manasızdı. Zehra'nın kendisine demek istediklerini zamanla anlayacağını düşündü.
Sıcak çayların beraberinde, öncekine göre sıkıntısız ilerledi sohbetler. Daha sakindi ortalık. Yanındaki Zehra ile Yeliz Hanım'ın karşılıklı sohbet ettiğini gördüğünde, istemsizce tebessüm etti Hande. Anlaşılan, bu kızın böyle ağırca da olsa azıcık değişme sebebi, annesi olabilirdi. Her derde şifa özelliğine sahipti sanki. Yüreğindeki sihiri, onun da üzerine serpmişti. Seher Hanım, Nurcan Hanım'ı da alarak dışarı çıkmıştı, evlerinin bahçesinde dolanacaklardı anlaşılan. Kalkarken bile kendisine çok ters bakışlar atmıştı. Sanki, 'Bizden uzak dur.' dercesine ters bakan bakışları, Hande'nin en derinlerine işlemişti. Kendini o an çok suçlu hissetmişti, istemeden bir günah işlediğini düşünmüştü. Birileri kendisinden bu kadar korkuyorsa, mutlaka suçu vardı. Üzerine durmadı, bunu sonrasında Yeliz Hanım'la konuşacaktı. Nerede hatasının olduğunu soracaktı, anneler bilirdi mutlaka.
Herkes bir tarafa dağılmış, içeride Seda, Aras, Fatih ve Zehra ile Yeliz Hanım kalmıştı. "İzninizle, ben balkonunuzu kullanarak sigara içeceğim, başıma ağrı girdi." dedi doğrulan Fatih. "Ben de size eşlik ederim, buyrun lütfen." Yanlarındaki adam ile kalkan kocasına baktı Hande. Tekrar orada saçmalıklarına devam etmemesini diledi Allah'tan, ters bakışlar attı kocasına ama anlaştıramadığına emindi. O zaten hep anlamak istediğini anlardı. Kalktılar ve balkona doğru hızla ilerlediler. Tam o sırada kucağında Yasemin'le doğrulan Seda, karşısındaki Yeliz Hanım'a baktı. "Biriniz Yasemin'i tutabilir mi?" dedi rica ederken. "Annemlere bir bakıp geleceğim, dışarıda akşam soğuğu vardır, üşütmesin." derken onlara doğru ilerledi. "Benim mutfakta birkaç işim var, dilersen ver bana ama ziyan olur işlerimi hallederken." Koltuktan kalkan Zehra, masanın üzerindeki boş bardak ve tabaklara doğru ilerledi. "Yardım edeceğim ben de, Zehra tek gelemez üstesinden." derken Yeliz Hanım da ona doğru ilerledi.
"Hande tutsun!" Cümlesini kısa tutarak ortama hızla attırdı Yeliz Hanım, bilinçli konuştu zaten, bilinçli olarak tutmadı.
"Saçmalama anne, kolumla bacağımı unuttun herhalde." Oturduğu koltuktan sinirle konuşarak kadına baktı Hande. "Tutamam ben, düşer, Allah korusun..." Zoraki geveledi kelimeleri, sinirinden ne dediğini bilememişti. Çocuklara, özellikle bebeklere tahammülsüzdü, annesi inadına demişti şimdi sanki. "Tutarsın tutarsın, az da olsa işlevin var, hem otururken tutmakta ne varmış." Gülerek, belli belirsiz sırıtarak sinsice konuşması, iyice sinirlerine dokunsa bile ses etmedi. İstemese kalkardı koltuktan ama ses çıkarmadı. Seda, sakince üzerine doğru gelirken bir an epeyce ürktü. Yüreğinin ellerinden daha çok titrediğini düşündü. Ne alaka olduğunu kendi de anlamadı. O küçücük beden uzatılırken kendisine, kollarının birbirine dolanmaması için sabırla sıktı kendisine. Yumuşacık bedeni, teni şekilden şekile girerek kavrarken sımsıkı sardı kollarını. Yumruk kadardı, üzerinde çok gezdirmedi bakışlarını. Yaşı bire yakın olsa da ufaktı, çok gelişimli değildi. Çoğu bebek gibi belki de, annesinin hastalığından ötürü, prematüre doğmuş olma ihtimali vardı. Üzerine durmadı, zaten çok umrunda değildi.
"Tuttum tamam, hadi git de gel çabucak." dedi karşısından çekilen kıza. Hande, o an içinde sıcak bir rüzgar hissetti. Rahatsız olmamakla beraber çok tuhaf hissetmişti. "İsteyince oluyormuş demek ki." derken sehpa üzerindeki tabakları toplamış ve ilerlemekte olan Yeliz Hanım'a tersçe baktı. Bazı saçma hareketlerinin sebebini zaten oldu olası çözemezdi. İçeride tek kalmaktan bir an ürperdi. Kollarındaki bedene zoraki baktı tekrardan. Ufak eli, usulca Hande'nin, at kuyruğu şeklinde toplanmış saç tutamına ilerledi. Bu andan daha önce de geçmişti ama o zaman ürkerek kaçmıştı Hande. Şimdi ise kollarındaydı. Çok tuhaf histi, kendisini bile taşımaktan halsiz bedenine, bir çocuk emanet edilmişti. Hem de bebek... Yüzünü eğerek çok kısa baktı görüntüsüne, sonra kaldırdı bakışlarını, üzerinde gezdirmemek için uğraştı. Seda, tekrardan kendilerine doğru geldiğinde, Aras'la Fatih de balkondan çıkmıştı. Yasemin'i almak üzere ilerleyen Seda, kollarını Hande'nin üzerine doğru uzattı.
"Yok, alma!" Sakin ama buz misali çıktı sesi. Bırakmak istemediğini belirten desibeli, kollarındaki bebeği hafifçe çekmesine neden oldu. "Uyuyacak belli ki, şimdi alırsan rahatsız olabilir."
"Yatmadan sütünü içmeli, aç çünkü." Seda, elindeki biberonu tutarken gördüğü manzara karşısında kendi de şaşırdı. Tutmak bile istemezken şimdi ne değişmişti? Doğrusu, hoşuna da gitmişti. Hâlâ Hande'den umudu vardı, evli olmasına rağmen... "Sen ver bana." Elindeki biberonu alan Hande, zorlanarak kollarındaki bebeğe doğru uzattı. Çok direnmeden hemen dişleri, ucunu anında kavramıştı. Orada öylece kaldı, sütü içmesini isterken uzun süre kollarından bırakmadı. Yüzünü eğdi arada, sakince kontrol etti halini. Sonunda biten biberonu çekti, bir kenara bıraktı. Uzun süre, misafirler kalkana kadar, bebek kucağında kaldı. Çok sonra, kalkacakları vakte doğru kendisine gelen Seda, ağırca çekti kollarından. Bir an veresi gelmese de, saçmaladığını düşünerek uzattı. Sıkılmıştı zaten, çok bunalmıştı, kurtulduğuna sevinmesi gerekirdi.
Hande, misafirler tam manası ile kalkmadan doğruldu, evin içinden çıktı. Hızlıca kapı tarafındaki merdivenleri inerek, bahçe tarafına ilerlemiş, bahçeden de tamamen çıkmıştı. Üzerinde nedendir bilinmez, hâlâ sıcak rüzgar etkisi vardı. Arabasına binmek üzere olan Fatih'e ilerlemek istedi. Yetişmesi gerekti, konuşacakları, demek istediği vardı. Hazır diğerleri içeride, kapı pervazında vedalaşırken tek başına konuşması şarttı. "Yapma n'olur, çok sinirlendiğini biliyorum ama Aras'a anlatma, söyleme." dedi korku içinde. Karşısında görür görmez algıladıkları, şaşırtmıştı adamı. "Ne?" dedi şaşkınlık içinde. "Seni çok kızdırdı ama sen boş ver, olur mu?" derken daha çok şaşırttı. "Anlamadım." dedi iki adım atan Fatih, daha dikkatli dinlemek istedi.
"Hani seni sinir etti ama sen sakın acısını, aynı kolejde olduğumuzu söyleyerek çıkarma, zararı sadece bana dokunur." Yakarırcasına konuşması, saçlarından dağılan o kokusu, adama eski günleri anımsatmıştı. Ne diye bırakmıştı ki, bir kere bırakmış ve daha hiç yetişememişti. "Ondan acımı bununla alacak kadar basit değilim, bunun hesabını Yeliz Annene soracağım zaten."
"Ben en kısa zamanda ayrılacağım zaten. Şimdi zor dönemden geçiyorum, Aras çalışamıyor, işinden oldu. Evimi ve ailemi geçindirmeye mecburum. En kısa zamanda çıkacağım. Söylemeyeceksin değil mi?"
"Söylemeyeceğim. Orada olmandan rahatsız da değilim zaten. Zararının sana dokunacağını dedin, eğer sana zarar veriyorsa, bunun önlemini almalısın Hande, böyle ilerlemez."
"Yok, bu zamana kadar hiçbir şey yapmadı, yapmaz da zaten, sen söyleme yeter."
"Ben sana ne diyeyim bilmiyorum ki... En acısı da bu, bana diyecek tek kelime bırakmadın." Arabasının kapısını örttü, kadında daha çok bakışlarını gezdirmedi. O sırada karşıdan diğer misafirler gelirken yakınlardan Nurcan Hanım'ın, herkesten önce kendilerine doğru geldiğini gördüler. Yine o ters, öldürücü bakışlarından atmıştı kendisine. Konuştuklarını görmesi bile, kadını delirtmek için yeterliydi aslında. Ne konuştuklarını, şu saatten sonra neden iletişim kurduklarını merak etse de üzerinde durmadı kadın. "Ben evli bir kadınım!" dedi karşısındakine bakan Hande. "Bana 'Yoldan çıkaran kadın' gözü ile bakmaktan vazgeçin." Sesinde hiddet vardı ama daha ötesine gidemedi. Yükselmedi sesi, ortam bunun için müsait değildi çünkü. Hızla son sözlerini bitirerek ardına dönerek içeri ilerledi.
"Canım." Yanına doğru gelen kocasına dikkat kesildi Hande. Sonra tekrar bakışlarını çekerek dolabına dikkat kesildi. Katladığı elbiselerini bırakırken zorlansa da, kimi zaman elbiselerini askıladı. Nihayet misafirleri uğurlamışlar, kendisi de üzerini zoraki bile olsa değiştirmişti. "Güzel karım, sevgilim..." Saçlarına dokunarak dolabına odaklanmış bilincini dağıtma çabasına girdi. Kadının bedenini hızlıca kendine çevirdi. "Neden durgunsun sen?" Zaten sinirlenmişti, şimdi uğraşacak değildi. "Çok sinirlendin o adamı görünce tabii ama ben verdim payını, sen hiç endişe etme." Kendini kin içinde geri çekerken burnundan soludu. "Dua et o, sana dersini vermek istemedi." Neden bilinmez, saatler öncesinde olan tavırlarını, çocukça ve basit bulmuştu.
"Yaa görmüyor musun, bir de bizim evliliğimize söz etti, derdi belli tabii."
"Ben şikayetçi olmadım, çünkü unutmak istedim, sen de bitir şu çocuksu haraketlerini. Daha sürekli görüşeceğiz belli ki, görmüyor musun, aileler kenetlendi birbirine, bu mahallede oturduğumuz sürece daima karşına çıkacak."
"Tamam, dersini verdim, daha tatsızlık çıkarmam."
Uzatmak istemedi, uzatsa Zehra'nın dediklerini konuşurdu Hande, susmak istedi ama sadece. "Üzerimi değiştirdim, ben bir anneme bakacağım. Zaten tüm gün hem benim, hem misafirlerin önünde çok tükendi, azıcık bahçede oturacağız." Cümlesini bitirdiğinde konuşmasına hiç imkan tanımadan odadan çıkan Hande, ağır adımlarla aşağı indi. Evin bahçesinde annesi ile buluşarak sıradan konulardan konuştular. Kolejde öğrencilerle geçirdiği zamanı anlattı, okulunu sevdiğinden söz etti. İkinci üniversite hedefini anlattı. Başarabilirse, eğitimcilikten mezun olacaktı, şimdi ki işi üzerine bölüm kazanacaktı. Yaşamınca daima okuyacaktı, hedeflerinden ve hayata dair planlarından hiç vazgeçmeyecekti. Hedefinde önceliği, biriktirdiği para ile kendi görsel sergisini açmaktı.
"Anne." Konuşmaları sonlandığında, derin bir konunun içine girmek üzere tekrardan sözü aldı. "Sen de fark etmişsindir, Nurcan Hanım beni hiç sevmiyor, gözlerimin içine nefretle bakıyor."
"Yok anneciğim, sana o hisleri beslemez, sadece mesafe var üzerinde, geriden duruyor."
"Ben farkında olmadan, onu üzecek bir şey mi yaptım acaba, kızdırdım mı istemeden? Böyle olsun asla istemezdim, sonuçta altı ay evinde kaldım. Senin acını çektiğim günlerde, canıma kıymak isterken bana dua etmeyi öğretti. Kollarında tekrar hayatı öğretti bana. Üzerimde böyle emeği varken şimdi çok derin kaçıyor benden. Ona sadece teşekkür etmek istiyorum ama bunu bile yapamıyorum."
"Sevmekten korkuyor Hande'ciğim, tek sana değil, etrafındakilerin çoğuna öyle."
"Çok mu acıları var, sen tanıyorsun bu aileyi, belki bilirsin."
"İki tane evladını eliyle toprağa koymuş. Birinin aniden almış ölüm haberini, ötekinin gözleri önünde günden güne eridiğine şahit olmuş. İnsan acıyla yoğrulan bir varlıktır kızım, onun payına da bunlar düşmüş. Şimdi sevip de bağlanmaktan çok korkuyor, o korkuları da hep insanlarla arasına sert duvarlar bırakma sebebi haline gelmiş. Sen takılma ona, nasıl istersen öyle yaşa, onu hayatına bir engel olarak görme. İnsan aciz bir varlıktır aynı zamanda, kaderin önüne geçemez."
Biraz duraksadı. Yedirmek istedi annesinin son dediklerini, anlamak istedi. Anladı ama anlamazdan geldiğini gösterircesine, susarak geçti. Hande, tam o sırada konunun değişmesi gerektiğini düşündü. Canını daha çok sıkacak bir mesele üzerine konuşma araladı. "Canımı sıkan o değil ki anne, Neslihan Annemi gördün, bana etmediği kalmadı." Okulda olanları anımsadığında derince iç çekti. Yüzüne tükürmüştü hocalarının içinde, rezillik çıkararak gitmişti. "En güzel günümü zehir etti bana." Başı güzel başlamış olan ne varsa, sonunu Neslihan Hanım, kahırla tamamlardı. "Sen onun gibi değilsin kızım, çok güçlüsün, güçlü insanlar affederler, sen bağışlayan olmayı tercih et, Allah daha çok sever bağışlayanları." Tekrardan masanın üzerindeki ellerini tutarak avuçları arasına aldı Yeliz Hanım. "Nasıl böyle olabiliyorsun bana karşı, 'Güçlü' dedin ama ben seni dinlemeyecek ve senden intikam almak uğruna kendi hayatını riske atacak kadar basitim."
"Sakın, bir daha duymayacağım bu sözleri, sen Neslihan'ın etkisinde kaldın, kendin istemedin."
"İşin ilginç tarafı, onun sayesinde huzuru ve mutluluğu buldum."
"İnşallah daima böyle sürer güzel kızım." Hep imalı konuşan kadının şimdi ki sözlerinde de ima buldu ama üzerine durmadı. "Sen otur, ben ilaçlarını hazırlayıp geliyorum." Yardımcısı işten çıktığında, annesi ile daha çok zaman geçirir oldu. Neslihan Hanım geldiğinde sinirlenmesinin sebebi, kocasının kendinden habersiz işlere kalkışması olmuştu. İstememişti de, ürpermişti ondan nedense. Bazı haraketlerinden ve tavırlarından ürperirdi, varlığından korkardı. Baş edemeyeceği tavırlar sergilerdi daima annesi, onunla sonsuz bir savaş içinde hissederdi kendisini. Yerinden kalkan kadının ardından kısa süreliğine bakakaldı, sonra çevirdi başını.
"Güzelim..." Kendisine doğru ne ara geldiğini anlamadığı kocasını fark ettiğinde gerilen Hande, ardından sarılan adamdan geri çekilmek istese de başaramadı. "İlaçlarını içtin mi?" Yutkundu, halsizdi ama ilaçsızlıktan değildi, ağrıları arada çoğalırdı. Hastalığı, başka hastalıklara neden olurdu. "İçeride annem hazırlıyor." derken adamın hafif gevşemiş kollarından çekildi. "Ben biraz bunaldım, galiba hasta olacağım, bilirsin, arada ağrılarım çok atak verir." Önündeki korkuluklara doğru tutundu, oradan destek alarak bahçenin aşağısını izledi. Yükseklikten çok aşağı bakamasa da, başını fazla eğmeden izledi. Gecenin karanlığı, Hande için karanlık gözlerin sahibi demekti. Şimdi kocasının kollarında, o adamı düşünmenin ne kadar doğru olduğunu anımsadı. Doğru değildi. Yanlıştı, Allah katında günah ve haramdı.
"Çok soğuktu orası, tamam kilitli kaldın ama bana seslenebilirdin, neden seslenmedin; neden kurtar beni demedin, 'Yardım et' desen gelirdim." Önüne çektiği sandalyeye oturduğunda, sıkıca tuttu kollarından. Hande, elindeki çizimine başlarda kendini kaptırsa bile, sonradan Fatih'in yanına gelmesi sonucu, sadece çizim yapıyormuş gibi davrandı. Hızla önünden çekilen çizim kağıdı, karanlık gözlere bakmasının kaçınılmaz olduğunu düşündü. Bakmaya müptela olduğu karanlık gecenin gölgesinde bir gün yanarak kül olacaktı. "Seninle konuşurken bana bakarak cevap vereceksin, şimdi başını kaldır ve bakarak sorularımı cevapla." Sözlerini dinlediğinde düşündü de, sadece demesi kolaydı. "Ben orada, gök gürleyince karanlığa sığınmak istedim." derken başını kaldıramadı.
"Hımmm..." Erkeksi, boğuk sesi, derinliklerini okşadı kadının. "Demek öyle." Yüzüne dokunan eli daha çok ürpertirken alışamadan yanağına uzandı parmakları. "Ben ne zaman gök gürlese, hep karanlığa sığınmak isterim." Sesindeki titreme, dişlerinin birbirine çarpmasına neden oldu. Eli çenesine uzanan adam, çenesinden tutarak başını kaldırdı kadının. Gözlerine ansızın değen bakışları, içinde depremlere yol açtı. Şimdi bakmaktan korktuğu ama delicesine de bakmak istediği gözlerin esiri olmuştu. "Çoğu zaman da senin gözlerine sığınmak isterim ya hani, onun gibi bir şey işte..." Ömrünce yapması gereken en ağır itirafı ettiğini düşünmüştü o anda...
Düşüncelerinden hızla çıkma sebebi, kocasının kendisine ardından tekrar sarılması oldu. Yutkunamadı Hande, soluksuz kaldığını hissetti. Evli bir kadındı, neden saçmalardı böyle? Yakında kahırlı düşüncelerinden delirecekti. İstemediği evlilikti ama sevmişti, kabullenmişti sonunda. Şimdi kendisine sahip çıkan adama ihanet edecek kadar aşağılık değildi. Sarılmış ardından, usulca uzun saçlarını okşamıştı. Çok uzun değildi saçları, tekrardan makas vurduracaktı zaten. Omuzlarının biraz aşağısında, hafif uzun olsa daha doğru dururdu. Saçlarını uzatacak kadar mutlu olmadığını düşündü. Yolunda giden bir evliliğe sahipti, düzgün ailesi, iki tane aile ve annesi vardı. Mutluluk, sevdiklerimizden ibaretti aslında, daha ne olabilirdi ki. İnsanın içine saklamışlardı mutluluğu ama nasıl bulurdu ki insan, nasıl söküp çıkarırdı içinden...
"Yasemin çok şirindi, sen de sevdin, değil mi?" Saçlarını okşarken söylediği sözlere tebessüm etmemek için zor tuttu kendini. "Yakışmıştı kucağına, en güzel sende durdu." Yüzünü buruştu sonra dediklerine, güzel durması için sebep olmadığını düşündü. Yerine göre kendisi bakıma ihtiyaç duyarken kucağına çocuk, hem de bebek verilmesi sinir bozucu olmuştu. "İstemedim ben, zorla verdiler kucağıma, kendini tutmaktan aciz birine çocuk mu verilir hiç." Sinirine engel olamadı, annesinin meşhur marifetlerindendi. Yine ne düşünmüştü kim bilir. "Sen aciz değilsin bir tanem, bak çalışıyorsun, paranı kazanıyorsun, kendin gidip geliyorsun gayet, kendine haksızlık etme." Kendisinden ayrılmadan konuşması rahatsız etse bile sakin karşıladı kadın. "Bir de Yasemin gibi, sadece sana benzeyen kızımız olsa keşke, senden ne güzel 'Anne' olurdu." Hızla bedenini geri çeviren Hande, hırsla da kollarından sıyrıldı.
"Sen ne saçmalıyorsun?" Gürleşti sesi ama kontrol altında tuttu, çok artırmadı.
"Senin 'Anne' olmanı, bana bir evlat vermeni istiyorum."
"Ben daha sana evlenirken 'Çocuk sevmem, istemem' dedim, mümkünse konuşması bile geçmesin."
"Ama neden, kendi evladın olunca zaten seversin ki."
"Sevmem, çocuklardan hoşlanmam ben, en iyi de senin bilmen gerek." Yükseldi sesi, oysa adam çok sakindi. "Ben 'Anne' olamam anladın mı, anne olacak kadın değilim ben. Git kendine anne olacak kadın bul, çok meraklıysan başka kadından çocuk yaparsın!" Sinirle çekilirken önünden ağır ama hızlıca içeri girdi.
O an nerede hata ettiğini de anlamamıştı genç adam. Sadece evlat sahibi olmak istemişti, hem de çok sevdiği karısından. Hemen kendini toparlarken ardından ilerledi, içeri girdi. "Hande!" dedi evin içinde bağırırken. Amerikan mutfağına ilerledi, orada kızının ilaçlarını hazırlamakta olan Yeliz Hanım, çoktan fark etmişti kendisini. "Hande sizinle mi?" dedi merak içinde, kırmak istememişken neden kırıldığına anlam verememişti. "Yanında değil mi?" Elinde ilaç bardağını tutarak ilerledi adama doğru. "Yok, ben istemeden biraz kırdım ama vallahi istemeden." Yeliz Hanım'a durumu anlatırken biraz çekinirdi, Neslihan'da olduğu gibi rahat değildi. "Tamam, olur arada." Sakin karşılamasını beklemezdi Aras, şaşırsa da belli etmedi. "Ben şimdi konuşurum, gereksiz atarlanmaları olur onun arada, çok üzerine durma." Karşısındaki adamı sevmese de kızını tanırdı.
İkisi beraber girmişlerdi Hande'nin odasına. Yatağın bir kenarına annesi otururken elinde bardakla, diğer tarafa da kocası oturmuştu. Her zaman ki gibi ilaçlarını elleri ile içiren annesine sakince "Teşekkür ederim." dedi. Çok gergindi ve gözler önünde belli olacak kadar derin acıları vardı. Yaralarındaki kanama biraz dursa, anında tekrar akarcasına sızlardı. "Sert çıkıştığım için kusura bakma." dedi karşısındaki adama. "Ben özür dilerim asıl, seni kesinlikle zorlamak istemedim." Derince iç çekti genç kadın. "Çok zor bir çocukluk geçirdim, sevginin, anne sevgisinin ne olduğunu bilmem ben, o nedenle anne olamam, sevgi veremem. Bir başkasını sevebilirim ama çocuk sevemem." Kendini çok net şekilde karşı tarafın isteklerinden çıkararak kurtardı, geri dönüşü olmayacaktı, aksini asla isteyemezlerdi.
Yorgun geçen günlerinin ardınca tutunacak dal aradı daima genç kadın. Çıkması gereken kolejden çıkamamak da canına tak etmişti. Sanki kocası, tam da tembihlenmiş gibi Hande'nin, o kolejde Fatih'in olduğunu öğrendiği gün işinden olmuştu. Şimdi Yeliz Hanım da pişmandı ama iş işten geçmişti, sokmuştu bir kere başını. Yenilmeyecekti hayata, sözü vardı kendisine. "Allahım bana güç ver, beni bir kez daha canıma kast edecek kadar güçsüz ve günahkar olmaktan koru." Yakarırcasına dua etti, çok çaresizdi ama nedeni de bilinmezdi. Terapi için Mehmet Bey'in kliniğine ilerlerken adımları, anlatacaklarını nasıl dile getireceğini düşündü. Sıcak bir rüzgar kadardı umudu, ılık esen rüzgarca ince ve kırılgan.
"Başıma gelmez dediğim onca şeyi yaşamakla geçiyor hayatım. Ne kadar da güçlüymüşüm meğer Mehmet Bey, siz hatırlatana kadar bilmezdim kendimi. 'Asla dayanamam' dediğim her şeyin fazlasına bile dayandım. Kimseyi bir kez bile kırmamak için uğraşırken, kendimi bin parçaya böldüğümü çok geç anladım. Neslihan Annemi kırmamak için evlendim, kendim bin parçayım sanki. Eşimi çok seviyorum, çok iyi bir insan ve çok anlayışlı ama içimi acıtan ne, ben bunu anlayamıyorum. Yıllar hiç geçmeyecek gibi gelirken ömrüm tükenmiş, kalbim yorulmuş, yaşım zaten beni hiç beklemeden almış başını gitmiş. Bazen Sezen Aksu'nun şarkısı takılıyor dilime: 'Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler...' Ve sonra mırıldanıyorum kendi kendime, "O yılları sana geri verseler sen yine kaybederdin..."
Yorgunluğunu dile getirecek kelimeler lügatında tükendi, daha ötesine adım atamadı. Karşısındaki adam sakindi, kendisine öğretmek istedikleri vardı anlaşılan. "Daha kaç kez izah edeceğim sana." Yaklaşarak dikkatlice baktı kendisine. "Yüreğini dinle Hande, kalbinin sesine kulaklarını kapattığın için bu haldesin." Zaten dinlemişti, ailesine sımsıkı sarılmıştı, daha ne kadar içindekilerin peşinden gidebilirdi. "Önce kendini serbest bırak." dedi sözlerini tekrar eden Mehmet Bey. "Sen ne zaman esir oldun anlatsana, Yeliz annen seni kapattırdığında mı, şimdi mi?" Son cümlesi, içinde eşsiz bir zelzele oluşmasına neden oldu. "Sen bence asıl esarete şimdi mahkum edildin." Kaşlarını merak içinde çatarak dikkatlice baktı karşısındaki doktoruna. "Yüreğini dinle demesi kolay ama önce kalbinin sana ne dediğini öğren, içindeki istekleri çıkar." Defalarca kez acı içinde indi kalktı kalbi, umudunu parçaladılar sanki. Ortadan böldüler umudunu, defalarca kez parçaladılar.
Seans bitiminde aklı ile kalbi arasındaki çaresizliklerle takılıp kalmıştı. Doktorunun odasından çıkarken Mehmet Bey de kendisi ile beraber çıkmıştı. "Söylediklerimi unutma, senin kalbinde kilit halinde zincir takılı." Cümlesini tamamladıklarında Hande'nin beraberinde çıkışa gelmişti. "Zinciri kır, o zaman bak hayata, o zaman tekrardan, hür şekilde insanları sevmek için uğraş." Aklında binlerce soru işareti ile uğurlamıştı kendisini. Karmakarışık düşünceleri, nerede ise aklını kaçırma sebebi olacaktı. Psikolojik tedavi olmak, düzeltmekten çok, çıkmaza sürüklemişti kendisini. Doktoru, başlı başına bulmaca misali bir insandı. Karmaşası tükenmeksizin artmış, şimdi şu halde bir de okula giderek derslere girecekti.
Kolejde daha öğretmenler odasına girer girmez karşılaştığı sürprizin ömrünce ağır bir felakete sebep olacağını derinliklerinde hissetti. O gün oğlunu ziyarete gelmiş, ona kızını, Yasemin'i getirmiş olan Nurcan Hanım'la karşılaşmak, Hande için korkunç bir manzara olabilirdi. Kalakaldı, olduğu kısımda bekledi. Bir süre bakıştılar sadece, kendisine dehşetle baktı karşısındaki kadın. Yalan söylemek istedi başlarda, burada çalıştığını inkar etmek istedi ama o da olmadı. Çünkü ardından gelen Coğrafya Öğretmeni Yeşim Hanım seslendi kendisine. "Sizin dersiniz şimdi mi başlayacak Hande Hanım?" dediğinde, artık buranın çalışanı olduğu, Nurcan Hanım tarafından çok net anlaşılmıştı. Bir tarafta Mehmet Hoca'nın dedikleri, diğer tarafta ise şimdi ki karmaşa, daha çıkmaz hale getirmişti kendisini. Yüreğinde esen sıcak rüzgar ise parçaladıkları umudun izlerini taşımaktaydı...
Bölüm sonu...
Genel olarak görüşlerinizi merak ediyorum.
Sizce kurgu nereye gidiyor, ilerleyen zamanlarda neler olacak.
Yorumlarda buluşalım. |
0% |