Yeni Üyelik
32.
Bölüm

31. Bölüm: "Kırmızı Elmalar"

@mavi_melekler

Güzel bir bölüm getirdim sizlere, bakalım neler hissederek okuyacaksınız.

 

Başlığımıza uyumlu bir medya resmi bıraktım karşınıza. Hoş oldu, bölüm de tam istediğim gibi oldu.

 

Bölüm şarkımız:

Burcu Güneş - Sen Kaybı

 

 

31. Bölüm: "Kırmızı Elmalar"

 

İnsan insanı, çağlar atlanmıştı da, gel gör ki bir türlü anlayamamıştı. Hande, yaşamı boyunca hep kötülüklere tabi tutulmuştu. Hiç bedensel şiddet görmemişti ama daha ağırından geçmişti. Psikolojik şiddet ve baskı ile büyümüştü. Şimdi insanların kötülüğünü anlayabiliyor, çok zorlanmıyordu aldığı tavırlar karşısında. Gördüklerine normalde takılmazdı ama Nurcan Hanım'ın ettikleri hep ağrına giderdi. Nedendir bilinmez, ondan bir dirhem şefkat görse, hep bin adım atmak isterdi. Evinde kalmıştı altı ay, canına kıymak istediğinde, kollarında hayata döndürmüş kendisini, dua ettirmişti. Ondan olsa gerek, haraketleri daha çok gücüne gider ve canını acıtırdı. Yerinde durmamıştı tabii ki, Hande de dahil, çok kişinin şaşırmasına neden olmuştu. Son atağı, hiçbirinin beklemediği kadar perişan edici oldu.

 

Çok sık toplanırlardı, yemek davetlerinde iki aile de görüşmeleri sıkı bağlarla artırmışlardı. Yine toplandıkları zamanda atağa geçen Nurcan Hanım, yılan misali sokarcasına vuruşunu yapmıştı. Yine kendilerine gelmişlerdi, tam kalkacakları vakit, paltosunu üzerine giyerken kendisine soğukça baktı. "Yeni işinden memnun musun?" dediğinde, aklı başında olmasına rağmen başlarda ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştı Hande. Sadece başını salladı. "Alıştım." dedi sakince. Sözleri zoraki geveledi. Sinsice güldü karşısındaki kadın. "Tabii, alışırsın." derken yan tarafta duran Seher Hanım ve Aras'ı görüş alanına alarak konuştu. "Ne tesadüfse, Fatih'in olduğu okula denk düşmüş." Sözlerini eğlenir gülüşle sürdürdü. 'Tesadüf' Kelimesinin üzerine bastırırken karşısındaki Yeliz'e kin içinde baktı. Kimsenin, ondan başka kimsenin günahı yoktu, bedelini de onun ödemesi gerekirdi.

 

"Çık anne, hemen dışarı çık, beni arabada bekleyin!" Çok sert seslendi Fatih, kadın dışarı çıkarken ailesinin diğer fertlerini de gönderdi. Şimdi babası Mustafa Bey ile beraber kalmışlardı içeride. Çıkmadan önce karşısındaki Aras'a hak ettiğini verecekti. Yüzü öfkeden kızarmış, göz altları morarmıştı. Son hamlesini gerçekleştirerek giden annesinin ardından, yanındaki kadına zarar verebilirdin. "Az önce çok detaylı dinledin ama ben seni bir kere daha ikaz ediyorum, ne benim haberim oldu, ne de karının. Hepsi Yeliz Hanım'ın planı, eğer bunu bilerek, sana söylediğim halde o kadına zarar verecek olursan bu evi senin başına yıkarım!"

 

O gece her iki aile için de çok zor geçti. Hande için hesap verme vakti gelmişti ama bunu yaparken yalnız olacaktı. Çünkü Aras, olanların şokundan çıktığında kadına dönerek, "Hande için birini tuttum." demişti sakince. Kasırga öncesi sakinlik olduğu kesindi. "Siz isterseniz daha fazla yerinizi yadırgamayın, planlar yaptığınız köşkünüze çekilirseniz sevinirim." Ses çıkarmadı Yeliz Hanım, hatasını anlamıştı. Zaten kısa zaman önce ettiğine pişman olmuştu ama geri dönüş bulamamışlardı. Sessizce birkaç parça eşyasını toplayarak kapı önüne geldiğinde annesinin yanına ilerleyen Hande, kapı pervazında sıkıca sarıldı ona. "Yarın dışarı çıkabilirsem hemen uğrayacağım sana, bir şey yok anneciğim, sen sakın endişe etme." Sözleri usulca fısıldadı kulağına, sadece sarılmasına karşılık vererek çekildi kadın. Tuttuğu ilk taksi ile evine giden kadının ardından dolmaması için tuttuğu gözlerle bakakaldı.

 

"Anladım kovdun, kovmakta da haklısın." Karşısına dikilerek kollarını iki yanına koyan Hande, hesap soran gözlerle baktı adama. "Ama kovmanın da bir adabı olur, koskoca kadının gecenin bir yarısı, tanımadığı taksici ile gönderdin, gitmesine göz yumdun. Sabahı bekleseydin, Alper abim gelir alırdı." Sakin kalamazdı, suçlu da olsa eğemezdi başını. Az önce çekip giden kadından, yıllarca baş kaldırmayı öğrenmişti, Neslihan Annesi gibi olmayacaktı...

 

"Sen takılma hayatım, yolda kalırsa Fatih Bey gelir alır onu."

 

"İyi, konu madem bu kadar çabuk Fatih Bey'e geldi, ilk açıklama da benden olsun; ayrılacaktım zaten, sen işten çıkarılınca durmak zorunda kaldım."

 

"Bahane değil, sanki bu zamana kadar çalışıyor muydun, bir şekilde idare ederdik. Hem o kadın sana para göndermiyor mu her ay, tabii, sen kolejde çalışasın diye kapatmıştır kesenin ağzını."

 

"Yeliz Annem de suçlu değil, sonradan pişman oldu, 'Çık kızım' dedi ama ben çıkarsam, sana açıklama yapamayacağım için seni yarı yolda bırakacağımı düşündüm."

 

"Şimdi çıkacaksın o zaman oradan, ben de dahil, az önce dediğin gibi anan da destek madem... Tabii destek olması, onun suçsuz olduğunu göstermez."

 

"Çıkamam, çalışmaya ihtiyacım var, yirmi yedi yaşında kadınım ben; bana sadece altı ay bakmış birinden para bekleyemem devamlı."

 

"O zaman sana bir seçenek daha, git o şerefsizden şikayetçi ol, bitsin kapansın bu mesele, senin de düzenin bozulmaz, kolejden çıkmazsın."

 

"Hayır." dedi kendinden emin şekilde Hande, çok netti. Daha günler önce kendisine, 'Yüreğinin sesini dinle' demiş olan Mehmet Bey geldi aklına. "O kolejde Fatih Bey, benden önce vardı, bu düzen onun hakkı."

 

"Yaa kızım ne saçmalıyorsun sen, şikayetçi olunca hakkını mı elinden almış olacaksın?"

 

"Şikayetçi de olmuyorum, işten de çıkmıyorum, sen artık bu gerçeklerle yaşamayı öğreneceksin. O, benim bundan sonra mesai arkadaşım, daha ötesi olmadı, olamaz da. Canın kabullenmek isterse, kabullenirsin, istemezse kendi bileceğin iş."

 

"Ulan mesele benim işsiz olmam mı, tamam bakıp bulacağım işte, ben bulunca çıkacak mısın?"

 

"Hayır, çıkmayacağım. Benim için o mesele kapandı, sen de benim meselelerime takılı kalmayacaksın."

 

"Sabrımla oynama Hande, o adamla bir daha görüşmeyeceksin, o Yeliz ananla da iletişimi keseceksin!"

 

Bir anda kan bedeninden yukarı doğru çekilerek beynine akım etti kadının. Sinirlenmişti, kolay hal sinirlenmezdi son zamanlarda, oldukça sakin tabiatı vardı. Şimdi Mehmet Hoca'sını dinlemiş, yüreğinin sesini takip etmişti. Yaptığı hamle, kendine ansızın güvenmesine neden oldu. Üzerine cesaret geldi, asla boyun eğen bir kadın değildi ve olmayacaktı. Dik durmayı, baş kaldırmayı öğrenmişti ve yeri geldiğinde uygulardı. Şimdi tam zamanı gelmişti. Öfkeden dudakları birbirine çarpan Hande, kin içinde ilerledi karşısındaki adama.

 

"Sen bana emir mi vermeye çalıştın az önce?" Sesini o kadar katı hale getirdi ki, kendi de tanıyamadı kendini. "Bak verdin demiyorum fark ettiysen, vermeye çalıştın dedim, çünkü sadece çalışabilirsin, yapamazsın!"

 

"Ne diyorsun yaa sen." Sakin ve umursamazca konuştu adam.

 

"Sen benim üzerimde hüküm kuramazsın diyorum, yeterince anlaşılır olmadı mı?"

 

"Hande uzatma, senin iyiliğin için yapıyorum, şikayetçi olmayacağına göre, kolejden çıkacaksın. O kadınla da iletişimini kesince eski düzenimizi alacağız. Sen onunla barışmadan önce biz gayet mutluyduk, seni ait olmadığın bir hayata zorladığını fark etmedin mi daha?"

 

"Benim hangi hayata, nereye ait olduğuma sen karar veremezsin."

 

"Sen mi vereceksin? İstesen de başaramazsın, sen evini aramıyor musun hep, 'Yolumu bilmiyorum, evim neresi bilmiyorum' demiyor musun? Yol gösteriyorum sana işte, daha ne olsun ki."

 

"Evimi çoktan buldum, ben kendimin evi oldum, sen takılma bundan sonrasına. Sakın bir daha da üzerimde hüküm kurmaya çalışma, sen zararlı çıkarsın. Aslan terbiyecisi rolüyle övünecek kadın değilim ben!"

 

Hesaplaşırlarken kim olduğunu çok net gösterdi karşısındaki adama. Yüreğinin sesini dinlemek, beraberinde cesaret de getirdi. Yeniden odasına doğru çıkarken korkusuz bir kadının tesirini bırakmıştı ardındaki adamda. Ne çok kendinden taviz vermişti, şimdi gün geçtikçe bunu daha iyi anlıyordu. Yaşananların, Nurcan Hanım'ın kendisine olan kinini kusmasının bunlara sebep olacağını tahmin bile edemezdi. Yaptığı çok ağırdı ama kızmamıştı ona, hak vermişti. Bir anne nasıl olurdu bilmezdi ama evladı için neleri göze alabileceğini tahmin edebilirdi. Kendisi de kadın olarak, kadınlık gururunu korumak için az önce kocasına çok ağır çıkışmıştı.

 

Gecekondu mahallesine döndükleri ilk vakitte, annesinin karşısına geçerek çok ağır hesap sormuştu Fatih. Birinin 'Dur' demesi gerekirdi ve işlediği tüm günahları hatırlatırcasına konuşacaktı. Eve geldikleri ilk anda hızlıca odasına gitmek üzere olan Nurcan Hanım'ın karşısına dikilen Fatih, tek eli ile ara hole uzanan kapıyı sertçe kapattı. Diğer elini duvarın kenarına yerleştirirken "Dur bakalım." dedi kin içinde. "Siz öyle istediğiniz kadar can yakıp, sonra başınızı vicdanınız sızlamadan yastığa koyamazsınız, öyle kolay değil Nurcan Hanım." Seda, Yasemin'i uyutarak odasına bıraktıktan sonra yanlarına gelmiş, uzaktan olanları izlemekteydi. Birileri annesine ağır konuşacaktı ve bunu belki bir parça rahatlayarak dinleyebilirdi. Az önce o kızın çaresiz bakışlarını gördüğünde, annesinden tekrar soğumuştu.

 

"Bana hiç bakma, ben sizi korumak için yaptım naaptımsa."

 

"Mutlu musun şimdi, rahatladın mı? Eğer o kızın başına bir iş gelirse, önce seni sorumlu tutarım, o şerefsizin yanına da asla bırakmam."

 

"Seher Teyze'nle samimiyetimizi görüyorsun, bırak artık şu kızı, senin de onun oğlu ile düzgün anlaşman gerek."

 

"Sen ne diyorsun yaa, kadın orada acı çekerken sen nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun."

 

"Acı falan çektiği yok, gayet de mutlu."

 

"Sadece mutlu gözükmeye çalışıyor, senin mahkum ettiğin hayatı yaşıyor o kız, kendi marifetin. Hiç mi Allah'tan korkmadın, nasıl iki dakikalık yokluğumu fırsat bilerek o kızı Neslihan'a verdim."

 

"Ben onu düşünseydim, seni tehlikeye atacaktım, önceliğim tabii ki kendi evladım."

 

"Sen bunları sadece bahane ediyorsun ama anneciğim, istesen de amacına ulaşamazsın. Ben güçsüz bir adam değilim, güçlü olmayı, savaşamazsan kaybedemeyeceğini bile abimden öğrendim. Yaptığın her hamle, beni Hande'ye daha çok yakınlaştırıyor ve sen bunu engelleyemiyorsun. Yapamayacaksın anne, bana engel olamayacaksın. Otuz yaşımda adamım ben, canım isterse tuttuğumu koparırım. Bizi, can yakıcı haraketlerinle tesirin altına alamazsın."

 

"Yavrum." Yaklaştı Nurcan Hanım, geri doğru adım atan oğluna ilerledi. "Sen biliyor musun ki, ben canınız acımasın diye uğraşıyorum. Bir gün karşınızdakine bağlandığınızda, kaybederseniz daha çok üzülmeyin. Sen o kızı hırs uğruna istiyorsun, hem sen daha Yasemin'in yasını tutuyorsun, toparlanmadın ki. Beni Seher'e düşman etme ne olur, bak o seni unuttu, sen de onu unut. Sen kaldıramazsın onu, taşıyamazsın."

 

"Ben, Yasemin'i taşıdım, hastane odalarında sabahladım, sen oralarını çok düşünme."

 

"Yani evli barklı kadının peşinden mi koşacaksın?"

 

"Yok öyle bir şey anne, sadece canım isterse yaparım, sen engel olamazsın, bunu izah etmeye çalışıyorum. Yılan gibi haraketlerine son vermeni istiyorum, zehrini o günahsız kadına akıtma."

 

"Çok şükür, yani öyle bir niyetin yok, değil mi annem?" Yüz ifadesine bakarken o rahatlar hali dikkatini çekti. Siniri daha da artan genç adam, ağır konuşmalarına tam burada başlama kararı aldı. Oysa tutacaktı kendini ama başaramadı.

 

"Farkında mısın anne, mutsuzluk anıtı gibisin, içine örttüğün duvarlarda yaslar, ağıtlar var ama acını tek başına yaşamıyorsun. Seninle beraber tüm dünya dursun istiyorsun. Ölüm var, dünya yalan ama bu yalan dünya inadına dönüyor, sen duruyorsun sadece. Yaşamaya çalışan insanların yaşamına engelsin. Sürekli aşağıladığın, hayatlara engel olarak gördüğün Hande değil, senin zihniyetin engelli. Kadının hayatına da engelsin, tek başına tutunmaya çalıştığı hayatına başlı başına problemsin. Hepimizin hayatlarının mutsuzluk sebebi sensin, sen sevmek istiyorsun ama sevemiyorsun anne, sevmeyi abimle kardeşimin yanına, toprağa gömdün sen.

 

Yas tutmak istiyorsun sürekli, acı çekmek istiyorsun ama dünya bir şekilde dönüyor, ilerliyor. Sen o kadar güzel durup takılıyorsun ki, senin yüzünden hiçbirimiz ilerleyemiyoruz. Sen bize bunu yaşatarak iyi anne olmuyorsun, annemizsin ama her defasında bizi parçalanıyorsun. Az önce Hande'nin kolunu kanadını kırdığın gibi bize de yaşatıyorsun. Sadece kendi doğurduklarına merhamet etmekle anne olunmaz. O kızın gözlerinin içine bakarak senden sevgi dilendiğini görmüyorsun, canın görmek istemiyor. Nasıl birine dönüştün sen, ben evladın olarak tanıyamıyorum. Gün geçtikçe daha korkunç biri oluyorsun."

 

Yediği her kelime, bir bıçak darbesi oldu Nurcan Hanım'ın yüreğinde. Sonlara doğru dayanamadı, elini kalbine dokundurdu. "Allah'ım!..." dedi çekip giden oğlunun ardından. İnledi, daha çok konuşamadı. İçindeki kırık parçalar tekrar parçalıyorlardı ama bu acı sanki bedenine yansımıştı. "Aaahhh!" dedi inlercesine. Yüzüne çarpan gerçekler, yüzünde acı ifade oluşturdu. Yanına doğru gelen Seda, önünden geçmeden son kez konuştu. "Yazıklar olsun." dedi sadece annesine. "Senin anneliğin sadece bu kadar, oysa annelik, yeryüzündeki tüm canlılara merhamet etmektir. Ben bugün senin içinde bir canavar gördüm, en çok da kendi uğradığım hayal kırıklığına acıyorum." derken o da önünden çekildi. Yine yalnız kalmıştı, tek başınaydı.

 

"Ben bunu hak etmedim, ben bu sözleri hak etmedim." Yere eğildi, yutkunamadı. Yediği kelimeler boğazında top misali durdu. "Aaahhh!" dedi tekrardan, acı içinde inledi. Kesik nefesler alarak verdi. İnledi, inilti içinde nefes alıp vermeye çalıştı. Yaptığından zaten o sözleri yemeden pişman olmuştu ama şimdi aldığı her bıçak darbesinde daha çok deşilmişti. İnilti içinde kesik nefesler alıp vermeye çalışırken gözlerinden eşsiz bir acı ile gelen iki damla gözyaşına engel olamamıştı. İki damlanın içinde binlerce pişmanlık vardı, elini ağzına kapattı. Hıçkırırcasına ağlamasına engel olamadı.

 

Sabaha kadar kimseleri uyku tutmamıştı o gece, herkesin kendince imtihanı ağırdı. Yediği sözlerden sonra kendini odaya kapatan Nurcan Hanım, rahmetli iki evladından kalan resim çerçevelerini göğsüne bastırarak, yatağa oturup hıçkırarak ağlamalarına devam etmişti. Fatih, ettiği sözlerden asla pişman değildi, çoktan vakti gelmişti de geçiyordu bile. Elinde ilaçlarla kızına ilaç içirmek için savaş verirken yorgundu. Aslında bedeni değil, aklı ve kalbi arasında sıkışıp kalmış yüreği yorgundu. Elinde tutarak kavradığı kaşığa döktüğü kaçıncı şurup olduğunu saymamıştı bile, tahammülü ve takati tükenmişti. Yasemin, ne zaman ilaç içecek olsa, içmemek için ek bir çaba sarf ederdi.

 

"İç şunu dedim sana, uzatma." Sinirleri bozuktu ve kendi çocuğuna bile tahammülü kalmamıştı. "Hadi kızım, benim sabrımı taşırma, zaten iyi değilim." Daha saatler önce olan gerginliği üzerinde asılı kalmıştı. Tekrardan kaşığı uzatırken zorla yutturmak için uğraşmıştı ama bu defa daha kötü sonuç vermişti. Ağzından geçirmişti ama Yasemin, acı içinde ilacı geri püskürmüştü. Hiç böyle yapmamıştı. Daha önceden doldurduğu kaşığı, içirmeye çalışırken hep kendisi dökmüştü. Bu nedenle hiç boşalmamıştı elindeki kaşık. "Şeyyy." Yanındaki yengesi, çekinerek girdi konuşmalara. "Diş çıkarıyor ya, ondan böyle huysuzluk ediyor, üzerine varmayalım."

 

"Yeter, bıktım artık bundan, ne hali varsa görsün!" Elindeki kaşığı kızının önüne, mama sandalyesine sertçe, fırlatırcasına attı. Yaptığı hamle, karşısındaki bebeğin ürkerek ağlamasının artmasına neden oldu. "Haraketlerine dikkat et lan, bir taraflarının acısını küçücük çocuktan çıkarma." Sinirle araya giren Mustafa Bey, mama sandalyesine uzanarak torununu kucağına aldı. "İyi, al kendin bak o zaman çok meraklıysan." Sinirle mutfağa doğru ilerlemiş olan genç adam, cebinden sigara paketini çıkardı. Mutfağın içindeki çok küçük balkona girerek önündeki diğer gecekonduları inceledi. Yine o kadının kehribar gözleri doldurdu gözlerinin önünü. "Allahım nereye gitsem o, çıkar aklımdan yalvarırım." Ciğerlerine çektiği sigara kadar derin yanıyordu hisleri. Yakmak istiyordu, tüketerek kül etmek istiyordu.

 

"Ağabey." İçeri kardeşi girerken kendisi de küçük balkondan çıktı. Yorgundu ve etrafındakilere olan siniri, yersiz tepkiler vermesine neden oluyordu. "İçirdim ilacını." Tamamen çıkarak Seda'nın kucağındaki Yasemin'e tersçe baktı. "İyi, beni ilgilendirmiyor içip içmediği." Ardına dönerek tezgaha ilerledi, kül tablasını bıraktı. "Canı çok acıyor ama ilaç içerken." Karşısındaki abisini sakinleştirmek için konuşan Seda, bir adım daha ilerleyerek sözlerini devam ettirdi. "İnsanlar gibidir çocuklar, tek yapamazlar. Bir anneye ihtiyacı var aslında." Önüne doğru sertçe dönerek bu defa da kardeşine ters baktı. "Siparişle anne getirecek halim yok, ne ima ediyorsun sen şimdi?"

 

"Tek başına hayat yürümez, sana bunu ima etmeye çalışıyorum."

 

"Sen mümkünse bana bir şey deme güzel kardeşim, ben tek tabanca takılmaya razıyım, halimden de gayet memnunum."

 

"Sen bir düşün ama bence, hâlâ gönlündesin, ben bakışlarından inanıyorum."

 

"Üzerine vazife olmayan işlere kalkışmasan mı acaba, o kadın evli, üstelik Yasemin'e 'Anne' olabileceğini de hiç sanmam. O daha kendini sevemiyor, sevse bu hatalara kalkışmazdı."

 

"Yeterince sevilmediği içindir belki de, ayrıca Yasemin'e takılma sen, bence bizden çekindiği için mesafeli, kucağına verdiğimde bırakmak istemedi."

 

"Sadece Yasemin değil ki mesele, yani bilmiyorum, şu an yeni bir sevdaya sayfa çeviremeyecek kadar yıprandı kalbim. Az önce de dedim, ben tek tabanca takılmaktan memnunum." Sonra hem sözü değiştireceğinden, hem de az önce ki haraketlerine karşı pişmanlığından ötürü Seda'nın kucağındaki kızına çevirdi bakışlarını. "Gel barışalım hadi." Yarı alaylı ama çokça sevgi dolu konuştu. Kollarına uzatarak kendine çekip kucağına aldı. "Özür dilerim bir tanem." dedi kokusunu içine çekerken. "Üzme beni, bir daha kavga etmeyelim, olur mu?" Kendine bastırdı sıkıca sarılırken. Yetemiyordu tek başına, yapamıyordu ama ne olursa olsun, kızını başkasına emanet edemeyecek kadar çok seviyor ve değer veriyordu. Doğru düzgün tanımadığı, hiçbir başka kadının insafına ve merhametine bırakamazdı.

 

Yeni umutlarla başladı yeni gün, gelecek acılardan habersizdiler. O gün tek başına hayata ve evladına tutunuyor olmanın bedelini ağır ödeyeceğinden habersizdi Fatih. Yine ilaç içirmekte zorlandığı kızından çok bunalmıştı, üzerinde durmadı bu defa, bağırmasa da sinirini belli etmekten alamadı kendisini. Sabır nidaları getirirken elindeki ilaç kutusunu bıraktı, tahammülü tamamen bitti, üzerine durmayacaktı, çünkü daha uğraşamıyordu. Kahvaltı sonrası herkes dağılmıştı, Fatih de başka okula sınav gözetmeni olarak gidecekti. Ek sınav olduğundan, ek para da kazanacaktı. Giderken Yasemin'i, Melek'e bıraktı. Seda ile Kuzey'in ayrı şekilde dersleri vardı. Mustafa Bey, kahvehanede arkadaşlarıyla buluşacaktı. Yengesi ile Nurcan Hanım da pazara çıkacaklardı. Gözlemlediğinde annesini istemsizce, öncelerine göre çok durgun olduğunu fark etti.

 

"Yatırdım Yasemin'i, içeride, çıkarken alırsın." Sadece başını salladı durgun konuşan annesine. Kahvaltı masası durgun geçti. "Dediklerimi düşündün mü?" dedi sinsice konuşan Seda. Sinir içinde baktı Fatih. "Sussana sen." derken tersti sesi. Hazır anneleri, ortalığı toplamak için mutfağa girmişken masa tam müsaitti. "Yasemin'i düşündüğün için Hande'den uzak durduğunu biliyorum ama bence o, dışarıdan göründüğü gibi bir kadın değil. Sevmek için şansı olursa, kuşlara merhamet kadının, öksüz bir çocuğu ortada bırakmayacağını çok iyi biliyorum." Elindeki çatalı yere sertçe bıraktı Fatih. "Evli bir kadından söz ettiğinin bilincindesin sanırım, Seda, daha ileri gitme! Bir kere daha bu konu açılmamak üzere kapansın, kalbini kırmak istemiyorum." Üzerine durmadı genç kız, umursamazdan geldi. Şimdilik kendini kapattığını, günün birinde Hande için mücadele edeceğini biliyordu.

 

Hızlıca sınavda gözetmenlik işlemini bitiren genç adam, aynı hızda da okuldan çıkarak Turgut'un yanına gitti. Bir saatini bile almamıştı, çok çabuk halletmişti. "İyi iş çıkardın." dedi gülerek konuşan arkadaşı. "Senin çalışkanlığına özenmemek elde değil Fatih, bu sınav sayesinde Yasemin'in nasibi de çıkar." Söylediği son sözlerle, içinden kan çekilerek kendine gelen genç adam, dehşetle elindeki kitapları fırlatırcasına bıraktı. "Yasemin mi?!" Dehşetle çıktı son söz ağzından. "Ne oldu yaa?" derken tuhaf karşıladı Turgut. "Ben..." Tökezledi genç adam, korkudan sesi tökezledi. "Yasemin'i unuttum ben, evde uyuyordu en son, annem pazara giderken 'Çıkarken alırsın' demişti, Melek'e bırakacaktım. Unuttum Turgut, ben Yasemin'i içeride unuttum!..."

 

Arkadaşının işyerinden kasırga misali çıkarken kendinde değildi. Son günlerde aklıyla kalbinin arasına sıkışmış, ne çok düşüncesizlik etmişti. Turgut da hiç düşünmeden Fatih'in ardından gelerek arabasının yanına bindi. "Sakin ol, sakın bir saçmalığa kalkışma, dengeli sür." Daha yanındaki arkadaşı sözlerini bitirmeden, hızında yarıya geçmişti. Demesi kolaydı ama nasıl yapardı, yavaş olması mümkün değildi. Yarım saatlik yolu tam sekiz dakikada geldiklerini ancak Turgut anlayabilmişti. Arabasını park etme gereğinde bile bulunmadan aşağı indi. Çok geride bırakmak zorunda kalmıştı arabayı, koşarak gitmek istemişti. Öyle hızlı koşmuştu ki, o andan nefret etmişti. Kapıya ulaştığında, içeriden gelen haykırış misali ağlama sesleri deldi kulaklarını. En azından sesi çıkıyordu, bir şey olmamıştı, nefes alıyordu. Ya acıdan ağlıyorsa, bir şey olduysa... İhtimalleri düşünmekten delirmek üzereyken kapıya defalarca kez tekmeler atmıştı.

 

"Ulan sakin ol, anahtarla aç şu kapıyı!" Sinirden köpürürcesine konuşan Turgut'un dediğini yaparak cebinden anahtarını çıkarırken kapıyı hızla açarak içeri hızla, atlarcasına girdi. "Sana söylemek kolay, benim için öyle değil ama anladın mı, sakin falan olamam." Kapı tamamen açıldı, hızla ara holü geçerek, "Yasemin!" dedi odaya doğru ilerlerken. Yerde gördüğü manzara, kollarının kopacak misali titremesine neden oldu. Uyanmış ve çırpınmaktan beşiği kırılmış, yere düşmüştü. "Yetiştim kızım, geldim!" O tarafa ilerlerken yere eğildi, yerde çırpınan küçücük bedenine eğilerek elini tuttu. "Yetiştim ama ne olur sana da geç kalmış olmayayım." Yerdeki güçsüz elini tuttu, soluk soluğa kalmıştı. Turgut da Fatih'le birlikte eğilmiş, sarsmadan yerdeki bebeği incelemişti. "Düşünce bir şey olmuş belli, normal ağlamıyor, ben arabayı hazırlıyorum, sen de çocuğu getir hemen; burada müdahale edemem, hastaneye gidiyoruz." Yerinden hızla doğrularak evin dışına ilerledi genç adam.

 

Hastane koridorunda çaresiz beklenti içinde kalan genç adamın, içinden atamadığı yoğun pişmanlıklar vardı. Son zamanlarda kendini çok kaybetmiş, bilinçsiz davranmıştı. Hep bağırdığı, terslediği yetmezmişçesine bir de tek başına bırakmış, unutmuştu ansızın varlığını. Çok sürmeden Melek de Özcan'la beraber gelmiş, arkadaşlarını teskin etmek istemişlerdi. Kendini suçlamaktan bir an olsun vazgeçmemişti Fatih. Yaptıklarını, son günlerde çok ters davrandığını anımsadığında, tek suçlu olarak kendini gördü. Çok mu ağlamıştı, ne ara uyanmıştı, nasıl düşmüştü. Ne olmuştu, ne durumdaydı, hiçbirini bilmiyordu. Sadece Turgut, 'Kolunda bir sıkıntı var ama anlayamadım.' demişti. Acil doktoruna teslim etmişler, oradan çıkmasını bekliyordu.

 

"Zaman ne tuhaf ikilem... Yaşamın karmaşasına dalıyoruz, unutuyoruz daima hatırlamamız gereken ne varsa. Nasıl unuttum yaa, anlayamıyorum nasıl hatırlamadım. Bu kadar mı kötü bir babayım ben, bu kadar mı yetemiyorum evladıma. Biliyorum, annesi olsa unutmazdı, ne kadar uğraşsam da, tek başıma yetemiyorum. Ben, rahmetlinin cansız bedenine son kez sarıldığım yerdeyim. Bir daha kalkamadım oradan, gelemedim kendime. İyileşemiyorum, yaralarım kabuk tutmadıkça, ben kızıma yetemeyeceğim."

 

"Saçmalama." Yerinden kalkarak yanına doğru ilerledi Özcan. "Sen çok iyi bir babasın, anneler de unutuyor merak etme. Beni de annem küçükken bebek arabasının içinde parkta unuttu. Hepimizin başına gelebilir, yakında ben de baba olacağım, belki ben de yaşayacağım."

 

"Gereksiz büyütüyorsun, Özcan haklı." dedi araya giren Turgut. "Hem korkma bu kadar, sadece kolu incinmişti, kırık bile görmedim ben."

 

"Ya ciddi bir şeyse." İçindeki endişeden kendini alamadı Fatih.

 

"Değildir." dedi koridorda dönen Melek. "Turgut'un dedikleri çıkar."

 

Yerinden doğruldu genç adam, oturup da sakin kalamazdı, içeride doktora kızını teslim edeli epey zaman olmuştu. Yeterince beklediklerini düşünürken birkaç dakikalık kısa beklemenin ardından kapı açıldı. Orta yaşlı, kır saçlı doktor, kucağında bebekle çıktı dışarı. Hızla o tarafa ilerledi. Yüzünde tebessüm vardı doktorun, kucağındaki bebeğe bakarak gülüyordu. "Endişe edecek bir şey yok." Yaklaştı karşısındaki genç adama. "Kolunda ufak bir çatlak vardı ama sargıya gerek duymadım, çok derin değildi. Biraz vitaminsiz kalmış, halsiz düşmüş, serumla onu da hallettik. Reçeteye ilaçlarını yazdım, eczaneden alabilirsiniz. Hemen içirmeyin, ağrı kesici iğne yaptım, yarın başlarsınız ilaçlara. Tesiri geçince ağrı, ağlamaya yol açabilir, endişe etmeyin, hemen ilaçlara başlarsınız." Fatih, anlatılanları dinlerken kendisine uzatılan bebeği kucağına alarak sarmaladı kolları arasına.

 

"Melek ablası gibi çok nazlı çıktı." Hastaneden çıkarlarken Fatih'in kucağında halsizce duran Yasemin'e bakarak eğlenircesine konuştu Özcan. "Bana çekecek tabii, böyle milleti önünde el pençe edecek." Gülerek hastaneden çıkarlarken Fatih de biraz daha toparlanarak kendine gelmişti. Kendini suçlaması hiç bitmemiş, son zamanlarda kızını çok ihmal ettiğini düşünmüştü. Bundan sonra eskisinden daha çok zaman ayıracak, daha iyi ilgilenmek için çabalayacaktı. Yaptığı ihmalkarlıklarla, sanki toprağın altında yatan sevdiği kadını da ihmal etmiş, onun canını acıtmıştı.

 

Gün içinde kendine verdiği sözü tutarak bir an olsun ihmal etmemişti kızını. Zorlamamıştı birçok şey için mesela. İçirmesi gereken diğer vitaminleri de ertelemişti. Kıyamazdı bir kez daha ağlamasına. Olanları öğrendiğinde Nurcan Hamım da çok sakin karşılamıştı. 'Senin değil, asıl benim suçum' derken pişmanlıkla kendini suçlamıştı. 'Pazara kendimle götürseydim keşke' demişti acı içinde. Neyse ki olan olmuştu, daha çare kalmamıştı, bundan sonrasına bakacaklardı. Allah'ın daha ağır imtihan vermediğine şükrettiler. Daha kötüsü de olabilirdi sonuçta. Düne göre çok durgundu Nurcan Hanım. Bir tarafta yaptığının pişmanlığı, diğer tarafta evlatlarını koruma içgüdüsü ile kalakalmıştı. Ne tarafa gideceğini, hangi kırık kalbi onaracağını bilmiyordu.

 

O gün bir an olsun Yasemin'den ilgisini bırakmadı Fatih, zaten gün içinde başka işi de kalmamıştı, tüm işlerini çözmüştü. Tüm aile, akşam vakti bahçede otururlarken herkeste bir durgunluk vardı. Fatih, kucağında ilaçların etkisinden sarhoş gibi duran kızının saçlarıyla oynarken Mustafa Bey'in sözleri ile o tarafa döndü. "Fahri ile konuştum kahvehanede, Seher bizi tekrar davet ediyor." dediğinde babası, tekrardan gerildi genç adam. Yüzünü buruşturdu, daha ne kadar tahammül edecekti o aileye. "Ben o adamın oğluyla bir kez daha muhatap olamam, bakın gerçekten söylüyorum, o zengin züppe benim elimde kalır, hayır geride kalacak çocuğum var, yoksa seve seve öldürür, cezası neyse yatıp çıkarım."

 

"Fatih, ağzını topla, ne dediğini bil de konuş!" İlk defa o an kendini toparlayarak sert tepki verdi Nurcan Hanım. "Gideceksin mecburen, ben de gelemeyeceğim için bazılarınız olmalısınız."

 

"Sen neden gelmiyorsun anne?" dedi araya merakla giren Seda.

 

"Yaptıklarından sonra yüzü kalmadı da ondan." Hiç çekinmeden, rahatça aklındakileri söyledi.

 

"İyi değilim, rahat bırakın beni, sen de uğraşma kumanmışım gibi benle, ananım ben senin!" Son kez cümlesini kurdu. Sahiden iyi değildi ve kimseye anlatamayacağı kadar derindi yaraları. Oraya gidip de canını acıttığı o kimsesiz kızın gözlerinin içine bakamazdı.

 

"Ağabey." dedi tekrardan sözü alan Seda. "Zamanında rahmetli Yasemin abla varken ne çok piknikler planlardık, yine çıksak keşke." Heves etti ansızın önceden geçirdikleri zamanlara. "Şimdi eskisi gibi olmaz, o zaman sadece o değil, Halil abimle İnci de vardı." Hüzünle iç geçirdi ama çabuk topladı kendini Fatih, öncelerine göre daha güçlü olacaktı. "Üzülme, bunca üzüntüyü veren Allah'ın mutlaka bir bildiği vardır." Karşısındaki kardeşinin hislenmesine müsaade etmeden tekrar söze girmişti. "Önümüzdeki hafta için bir plan oluştururum, güzelce hazırlık yaparız, önceden gittiğimiz piknik alanlarından birini seçeriz."

 

"İnşallah abicim, ben inanıyorum, belki sevdiklerimiz geri gelmeyecek ama hafif hüzünlü, güzel bir piknik olacak."

 

"Benim için de öyle." Kollarındaki kızını sarsmadan daha sıkı kucaklarken saçlarını koklayarak öptü. "Hem benim Yasemin'imle, prensesimle ilk pikniğim olacak." Yüzünde eşsiz bir tebessüm oluştu genç adamın. Gidenlerin bıraktığı izlerden ibaretti biraz da hayat. Sevdiği kadın yoktu artık, düşlerden ibaretti kendisi için ama kızı vardı, ona tutunacaktı. Ailesi vardı, annesine ne kadar sinir olsa da, onu kendi iç dünyasına terk edemezdi. Bugün olanların anımsadı bir an, kendisi için çok zor geçmişti. İyi bir baba olamadığını düşünmüştü, sadece bununla kalmadığı gibi günlerce bağırıp çağırmıştı. O gün elinden geldiğince sabırlı davrandı kızına karşı, ağlamaması için çabaladı, sabırla sargısını değiştirdi geceye doğru.

 

Doktorun verdiği ilaçlardan ötürü sersem gibi olduğundan hiç kendisini yormamıştı ama ilacın etkisi geçtiğinde tekrardan ilaç içirmekte zorlanacaktı. Yormasa bile kendisini, çok geç saatlere doğru, gece dörtte ancak gözleri kapanabilmişti. Zaten kendisi için de uyku haramdı, uykusu gelmemişti bir türlü, Yasemin'in uyumaması işine gelmişti Fatih'in. Şafağın sökmesine çok az bir vakit kala, nihayet uyuyan kızının yanına kendi de uzanmış, zorlukla kapatmıştı gözlerini. Uykuya geçerken bile gözlerinin önünde o kadının, Hande'nin çaresiz bakışları vardı...

 

Geçen zamanda Hande için işler çok daha zorlaşmıştı. Son tartışmalarının ardından bir daha kocası ile hiç anlaşacak imkanları olmamıştı. Önceden hatasını anlayıp özür dilerken şimdi son tartışmalarında çok uzamıştı mesele. Öyle uzatmıştı ki, kendisini işe bırakmaktan vazgeçmekle ilk hamlesine başlamıştı. 'Arabamı tamire verdim.' demesine başlarda inanmak istemedi ama sahiden ortada araba yoktu. "Erken çıkarım evden, yürüyerek de olsa giderim." demesi, olayları daha çekilmez hale getirdi. Bir tartışma da tekrar bunun için yaşadılar ama geri adım atmadı Hande. "Sürünerek de gideceğim, sen bana engel olamazsın." derken kararlı ve netti. Gittikçe uzaklaşmıştılar birbirlerinden. "Ne halin varsa gör!" demişti öfke içindeki kocası, istedikleri olmayınca daha çok sinirlenmişti ama bunu belli etmemek için de ayrıca çabalamıştı.

 

Günler geçedursun, çözülmemekle birlikte, yeni bir çıkmaza daha sürüklenmiştiler. Hande, çok ağır açığını yakalamıştı kocasının. Bu defa ki tartışma da, kendisi tarafından çıkarılmıştı. Eski işyerinden arkadaşlarıyla buluşacak olan Aras'ı hoşgörü ile karşılamış, ne zaman gideceklerini sormuştu. Aralarının bozuk olmasına mukabil yanında giderek eşlik etmek istemişti. Hızlıca müdahalede bulunan adam, "Biz erkek erkeğe takılacağız, çiftli bir davet değil." diyerek durdurmuştu kendisini. Başlarda ses çıkarmamıştı ama kocasından gizli görüştüğü Yeliz Annesi, "Sen o kadar emin olma, bir haltlar karıştırıyor olabilir." derken aklına nifak tohumları serpmişti Hande'nin. Son olayların ardından, daha çok kinlenen Yeliz Hanım, hiç durmaksızın doldurmaya başlamıştı kendisini.

 

Tahammülü kalmamış olan Hande, kocasının en yakın arkadaşlarından İhsan'la iletişime geçmişti. Sevmezdi İhsan'ı, varlığından ve Aras'la görüşmesinden rahatsız olurdu daima. Telefonla arayarak konuşup gelecek günlerdeki davetlerden söz etmişti. "Sen de geleceksin, değil mi?" demişti sözü üstlenen İhsan, kendisiyle böyle ölçüsüzce ve rahat konuşmasından çok bunalırdı ama ses çıkarmazdı. İşte tam da o konuşmasında, yavaştan Yeliz Annesine hak vermeye başladı. "Gelemeyebilirim, rahatsızlığım nüksetti ama olsun, diğer arkadaşlarınızın gelecek hanımlarına benden selam söyleyin." derken iyice, üstünden tutarak gerçeği daha net öğrenmek istedi. "Keşke gelebilseydin, benim hanım da seni çok severdi, neyse başka davette görüşürsünüz artık." Tamamen emin olmuştu Hande, o an anlamıştı ki kocası, kendisinden rahatsız oluyordu. Başkasına olsa hiç şaşırmazdı ama kocasından asla beklemezdi.

 

Tartışmaları çoğaltan Hande, sesini yükseltmeden acısını çıkarmıştı. "Yazık sana, hem de çok yazık." derken sesindeki kırgınlık, karşısındaki adama çok rahat geçmişti. Çok sürmeden olanlar Fahri Bey'e kadar ulaşmıştı. Gelinini özveri ile savunan yaşlı adam, "Allah seni bildiği gibi yapsın." demişti oğluna. Kendini savunmaya geçen oğluna hiç imkan vermedi. "Senin karın üniversiteden birincilikle mezun oldu, gurur duyacağına bir de utanıyor musun sen? Kız daha senin için n'apsın oğlum, çalışmıyorsun, bir kere bile başına kalktı mı, kendi imkanlarıyla çalışıp kazanıyor, yaa zavallıyı işe bile bırakmıyorsun. Sen nasıl adamsın lan, senin kalıbın bu mu?" Hande'nin söylemeye dayanamadığı ne varsa, çok fazlasını söylemişti Fahri Bey.

 

O son olayın ardından soğukluk girdi aralarına, daha toparlanamadılar. Hande için aradaki mesafe, hayatının çok zorlaşmasına sebep oldu ama dirayetini kaybetmedi. Sanki kocası, kendisine her sırt çevirdiğinde, daha çok güçlendiğini hissetti. Geçen haftada Efsun'la görüşmelerini çoğaltan Hande, arkadaşının desteği ile daha çok toparladı. Başlarda Aras'ı sevmişti Efsun, "Allah sana yaşadıklarına mükafat olarak iyi bir hayat arkadaşı vermiş, hayatının değerini bil." derken başlarda çok iddaalı ve net konuşmuştu. Geçen günlerde, aralıklı olarak Efsun'la buluşmaları biraz daha çoğaldığında, fikirleri ağırca değişmeye başlamıştı genç kadının. Hande'nin zor durumuna her an tanık olduğunda, çok yavaştan soğumuştu.

 

'Güçlü olacağım.' dedi her düştüğünde tekrar doğrulan Hande, çünkü düşüşlerinde daha hızlı kalkarak doğruldu. Korkusuz ve meydan okuyan bir kadın olmayı tercih etti, aksi olursa yenilecekti hayata. Geçen zamanda tüm zorlukların üst üste geldiğini düşündü. İşe gelip gitmek hiç kolay değildi kendisi açısından. İşine çok sıkı vermişti kendini, zorlansa bile daha kuvvetli bağlanmıştı. Öğrencilerinin sadece derslerine değil, diğer sorunlarına da çözüm bulmaya çalışırken eğitimciliği sevmişti. Kolejde Fatih'le karşılaşmamaktan memnun olsa da meraklanmadan edememişti. Üzerine durmadı, neden gelmediği konusunda merakını bastırmaya çalıştı. Fazla sürmeden, okuldaki diğer öğretmenlerden duymuştu çocuğunun hasta olduğunu. Bu defa Fatih'i merak etmesi bitmiş, öksüz olan ve o muhtaç bakışlara sahip bebeği merak etmişti. Düşüncelerinin saçma olduğuna kendini inandırarak üzerinde durmamıştı.

 

Her işe geliş ve dönüşünde bacaklarında hal kesilir, ilaç alsa bile o kadar uzun yolu gitmek kendisini zorlamıştı. Arabayla on beş dakika süren yarım saatlik yolu hem gidip hem de gelmek hiç kolay değildi. Normal insanların zorlandığı yol kendisi için daha fazlaydı aslında. Yapacaktı, inadına başaracaktı ama vazgeçmeyecekti. Hande, o akşam öyle zorlanmıştı ki, Yeliz Hanım'ın da tahammülü kalmamış, Alper'le birlikte kızını almaya gelmişti. Arabada gitmek sahiden çok iyi olmuştu o anda. Yol keyifli geçmişti, önce Yeliz Hanım'ı bırakan Alper, sonra da Hande'yi bırakmıştı. Uzun zamandır benimsemekte zorlandığı evine girdiğinde, hiç ummadığı kadar ağır tepkilerle karşılaştı. O anda sanki gözü dönen kocasında, hiç görmediği farklı birini gördü. Şimdi hesaplaşmak öncesinden daha kolay olacaktı. Çünkü şimdi kendisi de farklı bir Hande'ydi, geçmişine bambaşka bir gelecekle meydan okuyan kadındı.

 

Yabancı hissettiği evine geldiğinde, eve ait olamamakta kendini bir kez daha haklı görmüştü. Eşi, kendisini beklemekle birlikte, oldukça da sinirli gözükmüştü. Geç geldiği için görümcesi tarafından oldukça doldurulmuştu anlaşılan. Zehra'nın bir an değiştiğini düşünmüştü ama sadece düşinmekle kalacağını anımsadı. Bir kez daha gerilediğinde kalben karşısındaki adamdan, Süheyla Hanım'ın sözleri gelmiş aklına, suçlu olmadığı için dimdik durmuştu. Daima, 'Haklı olduğunda güçlü durmaktan vazgeçme.' derdi kendisine. Dediği gibi de yapacaktı. Yetmişti bu vakte kadar kendini ezdirdiği, hem de günahsız olduğu halde çok eğilmişti. İşte tartışmalarının ilerleme sebebi de, kendisini geri çekmemesi olmuştu.

 

"Ulan sen kimin kadınısın, erkekliğe sığar mı lan, karımsın sen benim Hande, namusumsun!" Genç kadın, kararlılığın can bulduğu gözlerinde, gram korku barındırmadan baktı kocasına. Son hamlesinde de, daha çok dikleştirdi kendisini. Aras, tek hamlede masanın örtüsünü çekip aşağı indirirken sadece soğuk gözlerle onu izlemişti kadın, hiç de şaşırmaz olmuştu. Gözlerindeki öfkenin tohumlarını, ilk evlendiği vakitlerde görmüştü, bunu da kendi tercih etmişti. Etrafa saçılan kırıklardan birine bile takılmadı, kalbinde de kırıklık kalmamıştı artık, her gün biraz daha sona gider olmuştu. Sevdiği adam, kendi sonunu hazırladığında habersizdi belki de. "Sen benim sahibim değilsin Aras, ben seni sevdiğim için seninle evlendim, ben istersem de geri biter bu evlilik!" Sesindeki soğukluğu, karşısındaki adama değdirdiğine kesin kanaat getirmişti.

 

"Benim sabrımı zorlama kadın, ben olmasam kim alacaktı seni?!" Kanın aktığı eline baktığında, kırıkların eline battığını gördü. Hem basit erkeklik (!) egosuna, hem de bedeninin çoğu tarafına değmişti. "Hanımefendinin lüksüne bak, gecenin bir saati, elin herifinin arabasından inemezsin, çalışırsın; paranı kazanmak istersin, anlarım bunu ama o herifin arabasından, bu saatte inemezsin sen!"

 

"Ben kendimi bildim bileli, hep çalıştım zaten, daima da çalışacağım! Aras, kendine gel, ben seni tercih ettim; sen beni değil, sonu kötü bitecek!"

 

"Neden tercih ettin acaba, ortada kaldığın için olabilir mi?" Sözleri, içindeki parçaları bir kez daha ezerek darmadağın etti. Sonra soğukkanlılıkla, kendi iç hesaplaşmasında kendinden utandı, en başından bu evliliği tercih etmemesi gerekti. İnsan, hep hatalarının bedelini, bu kadar mı ağır mı öderdi? "Ortada kalmak mı?" Kadınsı kahkahasını adamın üzerine atarken belini dikleştirdi, değneğine daha sıkı tutundu, ona bir adım attı. "Benim çalacağım kapı çok, bunu sen daha iyi bilirsin!" Sözleri, Aras'ın benliğine çok sert çarpmıştı. "Tamircinin evinde kaldığımda, şimdi ondan şikayetçi olmadığımda, kuduran sendin, ben değil!..."

 

Genç adam, hep savunmasız gördüğü kadını, doğru tanımadığını anladı. Dediklerinde demek haklı olup sadece sevdiğinden burada durmuş, evliliği kabul etmişti. Son sözleri, her tarafını delik deşik ederken her tarafı tutulmuştu. Yumruk haline getirdiğinde elini, hiç düşünmeden kaldırdı ama sadece kaldırdığı ile kaldı. Karşısındaki sırıtan kadına, bir de bu harakette bulunursa, kendisini boşar mıydı? Bunu düşünmek bile istemedi, havadaki elini hızla duvara geçirdiğinde duvar çatlamış, elindeki kanama da artmıştı. Aras, kırılan gururu ile odasına geçerken ardında bıraktığı kadına lanetler okumuştu.

 

"Çok kötü oldu, Hande, kötü oldu kızım, git kocanın gönlünü al." Neslihan Hanım, soluk soluğa konuşurken merdivenleri aşağı inen kızının ardından ilerlemişti. Kısa zaman önce Yeliz Hanım'ın gitmesini fırsat bilerek gelmiş, geldiği gibi de damadının sırtını tutmaya çalışmıştı. "Çok kötü oldu, git çabuk özür dile." Sinirine engel olamamış, hızla annesine çevirmişti kendisini. "Yürü git anne, Allah aşkına, bir de özür mü dileyeceğim?!" Ne sabrı kalmıştı, ne de tahammülü. "Ben mi özür dileyeceğim, neden anlatsana, bunun gibi olmadığım için mi?" Seyre dalarken sırıtan görümcesine baktığında, eli ile işaret etmiş, son zamanlarda daha da iğrenir olmuştu.

 

"Güçlü olarak doğmaz hiçbir kadın, hayat zorlar dik durması için, anne; ben senin gibi olmayacağım, söyle o çok sevdiğin damadına, sınırlarımı zorlarsa, bu evlilik bitmekle kalmaz, egosunu da paramparça ederim! Sahipsiz değilim ben, çalacağım kapı, tamircinin kapısı da değil, ona varana dek, çok kapım var! Okudum ben, sana rağmen eğitimimi tamamladım, onun gibi iki tane Aras'ı daha gözden çıkarırım!" Çalan telefonunun sesini işittiğinde, köşedeki konsola bıraktığı çantasına ilerledi, içini güçlükle araladığında telefonunu çıkardı, ekrana baktıktan sonra ikonu kaydırdı. Genelde tek elini kullandığı için telefonunun ekranını da küçük seçmişti.

 

"Efendim Caner Bey, buyrun lütfen." Kulağında telefonla diğer tarafa doğru ilerledi. Öğrenci velilerden biri aramıştı, sabah kolejdeki toplantı salonunda bir görüşme ayarlayarak hızlıca telefonu kapattı. Sonra elindeki telefon tekrar çaldı, arayan Süheyla Hanım'dı, daha kendisi söze girmeden o konuşmuş, "Hadi bir çay bahçesinde buluşalım." demişti. Buna ne kadar da ihtiyacı vardı. Mezun olmasına rağmen iletişimlerini bir an olsun kesmemiştiler. Hızlıca çantasını toparlayarak kapı tarafına ilerledi, bu evden uzaklaşmaya çok ihtiyacı vardı. En fazla da annesine tahammülsüzdü. Yaptığı son haraketlerin ardından hâlâ utanmadan buralara gelebiliyorsa, damadından çok yüz bulduğu anlamına gelirdi. Yüzüne tükürmüştü hocalarının içinde, mezun olduğu vakitlerde rezillik çıkararak kendisini yerden yere çarpmıştı.

 

"Sakın bana bu saatte dışarı çıkacağını deme, Aras seni öldürür!" Yanına doğru gelerek kendisine korku içinde bakan kadına umursamazca omuz devirdi.

 

"Manşet olucağım demek, sen de bunu keyifle izler, o saatte dışarıda dolanmasaydı dersin artık, toplumdaki kadın cinayetlerinin başlıca sebebi de, senin gibi anneler olsa gerek!"

 

"Kız ağzını topla, o ne biçim konuşma öyle?"

 

"Yalan mı? Babamın katil olmasına bazen hak veririm, senin gibi karısı olan, ya delirir, ya da katil olur, adamın sınırlarını ne kadar zorladıysan artık..."

 

"Hande, lafını bil, git kocanı ikna et, çıkamazsın!"

 

"Aras'ın karısı olmak için doğmadım anne, çalışan bir kadınım ben, işimle ilgilenmem gerek, sen alışkınsındır bu işlere, bir el atıver!" Genç kadın, kapıdan çıkarken ardında afallamış, soluğu gırtlağına sığmaz annesini bıraktığından habersizdi. Geç saatlerde de olsa, anayola çıktığında, taksi bulmuş, dediği saatte çay bahçesinde olmuştu. Her zaman olmasa da arada taksi kullanırdı, mecbur kalırdı çünkü.

 

Süheyla Hanım, çay bahçesine geldiğinde tebessümle karşılamıştı kendisini. Uzun zaman konuşmuşlar, epeydir görüşemedikleri için de hasret gidermişlerdi. Epeydir aklında olan eşinden uzaklaşmaya başladığı düşüncesini dile getirdiğinde, hiç şaşkın karşılamamıştı kendisini. "Sakın sözlerine kanma, seni kendine tekrar bağlamak için çaba gösterecek ama aldanma, anladın işte, zihniyetleriniz bir değil, başka dünyaların insanlarısınız." Biraz duraksadı, durdu ve düşündü, olanlara anlam veremedi bir türlü. "Ben şu an bilmiyorum." derken anlattığı o son yaşananları tekrar başından savdı. Hande, çok sevdiği Süheyla Hoca'sına, Fatih'i anlatmak istedi ama çekindi. Evli bir kadın için ne kadar doğruydu, başkasına dair izleri içinde taşımak, o an anlam veremese de, çok istemişti. Onu tanıdığında ve kalbinden çıkarırken evli değildi ki. Aklında başka hayatlar varken evlenmişti, kendi eli ile düşmüştü ateşe, kendi istemişti bu hallere gelmeyi. En ağır suçlu da Neslihan Hanım'dı, başından çabucak göndermişti kendisini...

 

Çekinse de, en başından anlatmaya başladı olanları. Önce hiç beklemediği bir anda kitap kafede onunla karşılaştığını, sonra bir depoda eli kolu bağlı gözlerini araladığını anlattı. Başlarda çok duraksamış, ürkmüş olsa da, çok sert karşılamamış olan Süheyla Hanım'ı gördüğünde, herkesten çok daha zor kabullendiğini düşündü. "Neticede adam seni korumak istemiş, kimse istediğini, düzgün şartlarda elde edemez, hepimizin hataları olur. Hande, kendi ellerinle ateşe düşmüşsün, istemediğin evliliğe gitmişsin, seni kaçırmasa da aynısını yapacaktın ama keşke bırakmasaymış seni." Sözleri sonlandığında tebessümünü zor durdurdu. "İnanın, onun bir suçu yok, annesi kabullenmek istemedi beni ve gitmek zorunda kaldım, şimdi o da pişman eksik girişimlerine, ben de..." Zaman geçtikçe sohbetleri koyulaşırken diğer taraftan da ikinci bardak çaylarını içmişlerdi.

 

Çok geç saatlerde evine geldiğinde, iki yabancı haline geldiği eşi ile meşakkatli tartışmaya tutuşmuşlardı. Kayınpederi Fahri Bey araya girmese, bir an kendisine el kaldıracağını düşünmüştü Hande. Yapar mıydı sahi? Gözlerinin içine bakmaya cesaret edememiş, çünkü baktığında farklı birini görmüştü. Geç gelmesinden şüphelenen Aras, olmadık ithamlarda bulunduğunda, zerre tahammülü kalmamıştı. Üstelik annesi de kendisini savunmaktansa, "Cehaletine ver oğlum, sen bağışla, ben konuşurum." demişti ama Hande, daha da üzerine gitmişti. "Çekil anne, bırak da göstersin, kanıtlasın kimliğini; cehalet bende değil anneciğim, senin gibi kendini 'Eksik etek' gören kadınların küf tutmuş zihniyetinde." Gözlerinden çıkan öfke, adamın benliğine kadar ulaşmıştı. "Senin kendi anana saygın kalmamış, bana saygı göstermeni beklemem sahiden benim cehaletim." Sözlerinin zerre üzerine durmadı Hande, çok boş geldi o an karşısındaki adamın konuşması.

 

Günler ilerlediğinde daha o adam ve ailesi ile hiç karşılaşmak istemedi. Sanki karşısına çıkmaları, birer hançer darbesiydi genç kadının açısından. Sadece sabah işe giderken dış kapıyı araladığında Nurcan Hanım'la karşılaşmış, kayınvalidesine tabakta bir şey bıraktığını gördü. Ondan bakışlarını, son olanların ardından öyle kaçırdı ki, ne getirdiğini ve tam olarak ne için geldiğini anlamadı. Kucağında Fatih'in kızının olduğunu fark etti sadece. Yakındılar, mesafeleri çok azdı, çünkü ikisi de kapı pervazındaydı. Yere eğilmiş, ayakkabılarını giyinmek için çaba sarf eden Hande, bakışlarını ikisinden de kaçırmak istedi. "Akşam görüşürüz." derken sadece kayınvalidesini bakış açısına aldı Hande. Gitmeden nedensizce Nurcan Hanım'ın kucağındaki bebeğe son kez bakmak, yakınlaşmak istedi ama mantıklı düşünen hisleri durdurdu kendisini. İlk olarak bebeğin kolundaki sargı bezi dikkatini çekerken merakını umursamazlıkla bastırdı. Hande usulca ve ürkek bakışlarla çekip giderken ardından belli belirsiz bakan Nurcan Hanım, yaptıklarından ötürü aşırı pişmandı ama gururunu kırıp da bir adım bile atamamıştı.

 

Geçen zamanda kendini toparlamış olan Hande, başından geçenlerin tamamını Yeliz Hanım'la paylaşmaktan çekinmedi. "Seninle gurur duyuyorum." demişti dik duruşunu gören annesi. Çok farklı düşüncelerle çıkmıştı karşısına, mesela artık evliliğin çok zor yürüyeceğini anlatmıştı ama dinlemek istedi Hande, o an düşüncelerini kapattı. Bir evliliği bitirmek, kurulu yuvayı yıkmak öyle kolay değildi. Düşüncelerini hızla kestirip atmasına rağmen yine ardında durmaktan vazgeçmemişti annesi. "Her zaman, hayattan ne istersen iste, ben hep senin yanında olacağım." demişti annesi. Bunu bildiği için zaten aykırı bir kişiliğe sahipti. Geçen zamanda, Tekirdağ'dan dönen Dilek Hanım'lar, Hande'nin çalıştığı okulun tam karşısında ev tutmuşlardı. Öyle hoşuna gitmişti ki, arada orada kalabileceğini bilmesi, daha çok sevindirmişti.

 

Aras'la aralarının bozuk olması, Hande'nin başka olaylardan sinirini çıkarmasına neden olmuştu. Akşam vakti, mahalledeki diğer komşulardan biri, beş yaşındaki çocuklarını kendilerine bırakmıştı. Yemeğe çıkan çiftlerin çocuklarını kendilerine bırakmasından en çok Hande rahatsız oldu. Çocukları sevmezdi, anlamsız şekilde rahatsız olurdu. Furkan, beş yaşında, aşırı enerjik ve kendisine göre sıra saygı tanımayan çocuklardı. Erkek çocuğunun yaramaz olduğunu bilirdi de, böylesini beklemezdi. Anne babasının, evlilik yıldönümü için keyfiyle yemeğe çıktığı çocuğa neden kendileri bakardı. Allah'tan kendisi sorumlu değildi, kayınvalidesi ve görümcesi sorumluluğunu almışlardı. Daha görür görmez hoşlanmamıştı çocuktan, varlığı yetmişti rahatsız etmeye. Elinde kahve fincanıyla zorlanarak cam kenarındaki koltuğa ilerleyen genç kadına bakarak, "Sen neden öyle yamularak yürüyorsun?" dediğinde, sinirinden deliye döndü. Kendine zerre engel olmadan yüksek sesle, "Sana ne!" diye bağırdı.

 

Anında gözleri dolan Furkan, beklemediği tepki karşısında neye uğradığını şaşırmıştı. "Kızım bağırma, çocuk o daha, ne dediğini bilmiyor." diyerek araya girdi Seher Hanım. Bazen gelinin tepkileri, kendisine çok fazla gelirdi. "Çocuksa çocukluğunu bilsin, uğraşamam onun şımarıklığıyla." Başında annesi ve babası olan, ailesi tarafından şımartılmış çocuklardan daha çok iğrenirdi. Elinde kahve fincanını, önündeki sehpanın üzerine bırakırken çizim defterini aradı. Uzun arayışların sonunda, en değerli çizim defterini Furkan'ın elinde karalanmış halde gören Hande'de kayış çoktan kopmuş, sinirinden deliye dönmüştü. "Allah seni kahretsin, şımarık velet!" Yükselerek çoğalan sesi, çocuğun anlık gelen gözyaşlarına neden oldu. "Kes zırlamayı, sen ağlayınca yediğin halt düzelmeyecek." Sesi çoğalırken tavırları, kenarda duran Aras'ın bile dikkatini çekmişti. O an Hande'nin haklı olduğunu düşünerek, ağırca umudunu kesti karısından. Sahiden ondan 'Anne' olmazdı, hak vermeden de edemedi. Ne kadar savunsa da Neslihan Hanım'ı karısına karşı, Hande'ye günahı kadar değer vermediğini içten içe bilirdi.

 

"Tamam yaa, bağırma çocuğa, bilmeden yapmış." derken Furkan'ı kendine doğru çeken Aras, sadece çocuğu sakinleştirmişti. Ağlamaları çoğalan çocuk, ağlayışı sırasında, "Yamuk kollu, çalık." dediğinde, dudakları dehşetle aralandı genç kadının. Tercih etseydi 'Anne' olmayı, asla böyle çocuk yetiştirmezdi. Hande için herkes masum doğardı, günahsız doğan çocuklara çevre faktörünü veren, sadece ailelerdi. Doğruyu yanlışı öğreten, yol gösteren ve bu doğrultuda kişiliğini oluşturan aileydi. "Terbiyesiz, şunun konuşmalarına bak! Ailen her istediğini almaya çalışırken sana edebi adabı öğretememiş anlaşılan, rezil çocuk." Sözlerinin bir kısmını anlayan Furkan'ın ağlayışları hıçkırıklara dönüştüğünde tamamen aralarına girdi Aras. "Allah aşkına Hande, karşındakiyle çocuk olma, biraz alttan almayı bil." Sözlerini umursamadan camın önündeki koltuğa oturmaya hazırlanırken "Bana ne." dedi sakince. "Benim çocuğum değil ki, neden alttan alayım? Zaten ben yetiştirsem nerede nasıl davranması gerektiğini öğretirdim." Koltuğa oturmadan önce ilerledi ve çocuğun elindeki en değerli kalemini çekerek aldı. "Bırak şunu." dedi sesini yükseltmeden ama yüzünü buruşturarak.

 

"Tamam ağlama sen, Hande ablan şaka yaptı sana, ondan öyle davrandı." Karşısındaki adamın çocukla konuşmalarını dinlerken koltuğuna çoktan yerleşmişti. Kahve fincanını dudaklarına ilerletmeden önce bağırarak konuştu. "Tabii, şaka yaptım; bir daha o velet bu eve gelsin, ben o zaman göstereceğim size şakanın ne demek olduğunu." Son cümlesinin ardından zaten kocası çoktan uzaklaştırmıştı Furkan'ı ama Hande'nin yüksek sesle söylediklerini çok rahat duymuşlardı. Sözleri tamamlanırken kahvesini rahatlamak için hızla yudumlamaya başladı. En sevdiği çizimlerinin perişan olmasına mı, yoksa el kadar çocuk tarafından aşağılandığına mı sinirlense, orasını bilememişti. Çocukları hiç sevmezdi ama kolay hal de böyle çok tepki vermezdi. En hassas dönemlerine denk gelmişti.

 

O akşam Efsun'la sözleşmişlerdi, kolejden çıktığı gibi iki adımda, oranın karşısında tuttuğu evlerine gidecekti. Yeliz Hanım da oraya gelecek, beraber eğlenerek evi yerleştireceklerdi. Kendisi bir iş yapamazdı ama eğlenirdi en azından, nakliye firması gelerek zaten yerleştirecekti tüm eşyaları. Yeliz Hanım'ın kendisine sözü vardı üstelik, evin içine sinema salonu kuracaktı. Okulda paydos olduğunda, kendisi de çıkarak hemen köşedeki markete ilerledi. Oraya gitmeden evi yerleştirmekle uğraşan ailesi için birkaç hazır yiyecek alsa çok iyi ederdi. O gün de işini keyifle yapmıştı, Fatih'le çok kısa, sadece okul asansöründe karşılaşmışlardı. Başını önüne eğmiş hiçbir şekilde konuşmamıştı. Aklı ile mantığının karmakarışık olduğu vakitlerde, hayatı dümdüz yaşamak istiyordu, başka beklentisi kalmamıştı. Yeliz Hanım'ın kendisine verdiği evi sinema salonuna çevirme sözü, ansızın tebessüm ettirdi kendisine. Yaralı bir anne serçeye benzetirdi onu. Kendi yarasına merhem bulamadan, evladını iyileştirmeye çalışan anneydi.

 

Yiyecekleri özenle seçti markette, daha çok meyve ağırlıklı takıldı. Dilek Hanım'ın sevdiği meyvelerden seçti. Özenle doldurdu poşetine, al kırmızısı elmaları. Aldıklarını kasadan geçirerek poşetleri kollarına doldurdu. Taşımakta zorlanmadı, taşıyabileceği kadar almıştı zaten. Tek kol ve tek bacakla nasıl taşınırsa o kadar almış, fazlaya kaçmamıştı. Ellerine doldurduğu poşetlerle marketten saparak diğer tarafa ilerledi. Yolun diğer karşısına ilerlemeye çalışırken elindeki poşet ansızın çözüldü. Parmaklarından koparak sıyrılan poşetin aşağı düşmesine engel olamadı. "Hay Allah!" dedi aşağı saçılan poşete takılarak gözleri. Elinde tutamadığı gibi aşağı indiğinde hızlıca elmalar içinden düşmüştü. Her şey kontrolünün çok fazla dışına çıkmıştı. Kırmızı elmalar etrafa saçılırken sadece yeri incelemekle kalabilmişti. İyice dağılmasına kalmadan bir gölge fark etti Hande.

 

Yere hızla eğilen genç adam, aşağıdaki elmaları tek defada toplayarak avuçları arasına doldurup yerden doğruldu. Okuldan çıkmış, mesaisi tamamlanmış olan Fatih, karşı taraftan gördüğü manzara ile kendine engel olamamıştı. Sahi, ne zaman kendine engel olabiliyordu ki zaten? Nereye gitse, kehribar gözlü kadın vardı, kendisinden uzaklaşsa, hislerinde yine vardı. Kaçmak istedikçe yeniliyordu bakışlarına. Gittiği her yerde karşısındaydı, yolları daima ona çıkıyordu. Yolun karşısında başlarda gördüğü kişinin Hande olduğunu anlamamıştı, sadece yardım etmek için gitmişti, Fatih karşısında onu görmeyi hiç beklemiyordu. Yolları dönüyor, dolaşıyor ve amansızca Çalıkuşu'na çıkıyordu.

 

"Teşekkür ederim." dedi tebessüm eden Hande. Diğer poşetlerinden birinin içine dolduran adam, "Rica ederim." dedi sadece. "Bizde Dilek Teyze çok sever kırmızı elmaları, şimdi ev yerleştiriyor, yorgun ya hani, görünce çok sevinecek." Sevmeyi ne kadar güzel başarıyordu bu kadın, sevebildiği insanların çok şanslı olduğunu düşündü. "Efsun da seviyor, Yeliz Annemin sözü var, bize evi sinema salonu yapacak." Tebessümle ve ince ifadelerle anlattıkları, karşısındaki adamı da güldürmüştü. "Sevdiklerine dört elle sarılman çok güzel, ailen oldukça şanslı." Tuhaf karşılasa bile sözlerini, verecek cevabı çabuk buldu. "Elimden geldiğince çabalıyorum." Hande, poşetini aralayarak, içinden çıkardığı iki tane kırmızı elmayı, karşısındaki adama uzattı.

 

"Yok, sağ ol." Başını iki tarafa sallayarak geri çekildi. "Sevmez misin?" dedi öylesine konuşan Hande, almamasına anlam veremedi. "İkramda bulunman için toplamadım, yardım etmek istedim sadece."

 

"Lütfen al, hem kızın sever, yer belki."

 

İsteksizce elini uzatarak kadının uzattığı kırmızı elmaları alarak, "Teşekkür ederim." dedi sakince. "Ben teşekkür ederim asıl." Ardına dönerek karşısındaki eve doğru ilerledi. Bir ara tekrar bıraktığı tarafa doğru dönerek ardındaki adama bakmak istedi. O da yolun diğer tarafına doğru gidiyordu. Yol ayrımında ikisi de ilerlerken Hande'nin yüzünde tatlı bir tebessüm vardı. Eli kalbinde durdu bir süre, teninden o mayhoş tebessümü silemedi. Sonra kendini toparladı, Dilek Hanım'ın yeni tuttuğu eve doğru ağır adımlarla, ellerinde poşetlerle ilerledi.

 

Bölüm sonu...

 

İlk etkilişimler başladı bile, bakalım bundan sonra neler olacak.

 

Sizce Nurcan, gerçekten pişman olmaya başladı mı?

 

Yüz çevirdi herkes ona, şimdiden döndü sırtını.

 

Son sahne hakkında görüşlerinizi de merak ediyorum.

 

Yorumlarda buluşalım, olur mu?

Loading...
0%