Yeni Üyelik
33.
Bölüm

32. Bölüm: "Sevginin İçinde Benliğini Bulmak"

@mavi_melekler

Size harikalarla dolu bir bölüm getirdim. İçerisinde çok tuhaf değişimlerle karşılaşacaksınız.

 

Bölüm Şarkısı:

Aşkın Nur Yengi - Yalancı Bahar (Medyada mevcuttur)

 

Keyifli okumalar!

 

 

32. Bölüm: "Sevginin İçinde Benliğini Bulmak"

 

Zamana inat doğru bildiklerine daha sıkı sarıldı. Hande için sevmek en hoş merhemdi. Yaraların ilacının sevmek sevenlerine tutunmak olduğunu düşündü. Doğru olanları kendine ışık olarak gördü. Yol bulmak için doğrulara sarıldı, merhameti ve vicdanı seçti. Her seansta ısrarla, "Yüreğinin sesinden sakın vazgeçme." demiş olan Mehmet Bey'i, zamanla daha iyi anlıyordu. Yaptıklarının suçunu, arkadaşı İhsan'a atan Aras'a hiç kanmadı Hande. Defalarca kez özür dilemesine hiç aldırmadı ama bunaldığından ötürü, "Tamam." dedi sadece, kısaca başından savmak istedi. "O adi İhsan istemedi seni, hanımı Fatma ne zaman senle karşılaşsa, sana benzemeye çalışıyormuş, bundan rahatsız oldu sadece." dediğinde afallamadan etmedi. Çok uğraşırdı Fatma için, onda hep bir ışık görür ve ortama çıkarmak için uğraşırdı. Demek bundan rahatsız olacak kadar basit ve cahildi. İhsan'dan hoşlanmamakta bir kez daha haklı olduğunu düşündü Hande. Zaten son zamanlarda en çok kendine ve kendince öğrendiği doğrularına daha çok hak verdi. Soğumaları başlamıştı ailesinden, vazgeçemediği hislerde günden güne boğulduğunu düşündü.

 

Kendisi açısından asıl ailesi olan insanlara daha sıkı sarıldı. Okul çıkışı hep Efsun'la buluşan Hande, arkadaşı ile çok eğlenceli vakit geçirirlerdi. Aras'ın, Yeliz Hanım'ı kovarcasına göndermesinin hıncını Neslihan Hanım'dan çıkarmıştı. Yakışmazdı elbette kendisine, kovmamıştı ama kovmaktan beter etmişti. "O hastalıklı kadına verdiğin değerin bir parçasını bana veremediğin için zerre anlaşamadık." demiş olan Neslihan Hanım, inadına Hande'nin bam teline basmıştı. "Doğru konuş annem hakkında, sen beni hastane köşelerine attığında bana o baktı, hastalıklı dediğin kadının bedeni hasta ama zihniyetin mikrop kapmış. İğrençsin, mide bulandırıcısın. Onun bir parçası bile etmezsin sen." Sözleri çok ağır gelmişti anlaşılan, sessizce, vedalaşma gereksiniminde bile bulunmadan toparlanarak kocasının evinden gitmişti. Kırıcı konuştuğuna ne kadar üzülse de, bunu çoktan hak ettiğini düşündü.

 

Zaman ilerlerken bir de kocasının belalı arkadaşı İhsan'la uğraşmak zorunda kalmıştı. Başlarda anlamamıştı amacını ama sonra korkunç gerçekle karşılaşmıştı. Bildiğin kendisine askıntı olmaktaydı, üstelik evli bir adamdı ve onun arkadaşının karısı olması da, durumu daha korkunç hale getirmişti. O gün kolejden çıkıştı Dilek Hanım'ın evine doğru giden Hande'nin aklında, başından son geçenleri Efsun'a anlatmak vardı. Evin kapısının önüne ulaşmak üzere olduğu vakitlerde, ardından gelen sese başta anlam veremedi. Gür, kalın ve boğuk sesin ardından, "Hande Hanım!" diye seslendiğini anladığında, istemeden ardına döndü. Son zamanlarda kimse ile uğraşacak halinin olmamasına rağmen kendini çok dirençli hissetti. Yara aldıkça kabuk bağlarken düzelen tarafları ile daha sıkı tutunurdu. Kendisine doğru koşar adım gelen İhsan'ın burada ne işi olduğunu düşündü, soracaktı mutlaka.

 

"Nasılsınız, bir hal hatır sormak istedim." Karşısında şebek misali sırıtan adamın karşısında sakin kalmak için çabaladı Hande. Üşümüştü, amacı bir an önce içeri girmekti. Sonbahara uzanan mevsimde, üzerinde ince mevsimlik montu vardı. Koyu kahverengi montun üzerinde, bej rengi desenler vardı. Hafif uzun saçlarını aşağıdan at kuyruğu haline getirmiş, kulağında halka küpeleri vardı. "Ben gayet iyiyim de, sizi sormalı İhsan Bey, acaba hangi rüzgar attı sizi buralara." Sinirlenmemek elde değildi, sakin kalmak için çabaladı, isterse başarabilirdi. "Benim oğlan sizin okulda okumakta, gelmişken size de hal hatır sormak istedim." Yüzünü istemeden buruşturdu, nereden denk gelmişti sanki. Kendisinin dersine girmediği kesindi, aksi taktirde hemen tanırdı. "Yaa ben geçen olanlar için özür dilemek istedim, tamamen benim eşekliğim, böyle güzel, alımlı bir hanımın kalbini kırmak istemezdim." Sözlerine daha çok sinirlenirken sabrını kontrol altına aldı.

 

"Siz benim muhatabım değilsiniz, alınmam gerekene alındım sadece."

 

"Yine de sizden özür dilemek amaçlı karşılıklı çay içsek. Eee, çaylar benden, sohbet sizden artık." Yılışık tavırlarından tekrardan midesi bulandı.

 

"Hangi cüretle?"

 

"Şimdilik arkadaşınız olarak, daha sonrasına bakarız canım."

 

"İhsan Bey, hemen kapımdan defolup gider misiniz?!" Yükseltti sesini ama kontrolde de tuttu.

 

"Yanlış anlamayın lütfen, kötü amaçlı değil Hande Hanım, sadece gönlünüzü almak istedim."

 

"Size kırılmadım, kendinizi, olayların dışında kaldığınız meselelere tutmaktan vazgeçin, sizin için daha iyi olacaktır. Tekrardan söylüyorum, lütfen kapımdan defolup gider misiniz?" Tane şekilde ama üzerine bastırarak konuştu. İnce bir kişiliği vardı, kaba değildi ama bazen karşı taraf anlamak istemezse, insan çok farklı birine dönüşebilirdi.

 

"N'oluyor burada?!" Karşı taraftan gelen genç adama doğru, kolu ve bacağının izin verdiğince kendini çeviren Hande, gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu. Yollarının dönüp dolaşıp Fatih'e çıkması sahiden de, Yeliz Hanım'ın dediği misal, kaderden ibaret olabilir miydi? İnsan aciz varlıktı elbette, kaderin önüne geçmesi mümkün değildi. Dediklerine bir kez daha hak verdi. Ne Nurcan Hanım'ın çırpınışları, ne de Hande ve Fatih'in kaçışları engel değildi. "Siz şu meşhur Fatih Bey olmalısınız, Aras sizden çok bahsetti." O tarafa doğru sert adımlar atan genç adam, delici siyahi bakışlarını İhsan'ın ela gözlerine gönderdi. "Benden nasıl bahsettiğini tahmin edebiliyorum, bu doğrultuda korkması gereken de sen olmalısın." Birbirine kesişircesine değen iki bakışın arasında kalan Hande, meselenin uzamadan kapanmasını istedi.

 

"Bana sökmez senin eşkiyalığın."

 

"Bana da senin midesizliğin sökmez!" Yükseldi hafifçe sesi ve olabildiğince de sertleşti. "Bir daha Hande'nin karşısına son çıkışın olur umarım, ben ikinci defa ikaz etmekten hoşlanmadığım için başka teknikler kullanırım."

 

Sinsice gülen adama saldırmamak için zor tuttu kendisini. "Görüşeceğiz, merak etme." Yavaşça diğer tarafa dönerek çekip giden adama bakmak bile istemedi, öylesi sinirlendi. "İyi misin?" dedi karşısındaki kadına hafifçe dönen genç adam. "Sen öyle durduğuna bakma, daha seni rahatsız edeceğini sanmam." Karanlık gözlerine teslim olabilmek için defalarca kez İhsan tarafından rahatsız edilmek isterdi. Sonra saçmaladığını düşündü. Yenilerek gittikçe delirmeleri başlamıştı. Yenildikçe aklını kaçıracak gibi olurdu. "Teşekkür ederim." dedi sakince. Çok durmadı karşısında, evin kapısını tam o sırada açan Dilek Hanım'ın anlamsız bakışları ile karşı karşıya geldi. Usulca içeri girerken ardında bıraktı adamı, girince olanları hem Dilek Hanım'a, hem de Efsun'a anlatacaktı.

 

Son zamanlarda yaşamının değişmesini çok istiyordu Hande. Sanki bıraksalar, eline bir sihirli değnek verseler, tek dokunuşla bambaşka bir hayata kanatlanmak isterdi. Daima her seansta, bunun şimdi de mümkün olduğunu anlatmak için çaba gösteren Mehmet Hoca'sının, 'Yüreğinin sesini dinle.' sözüne odaklanırdı. Görüş alanına almıştı artık o sözü, her adımında peşinden sürükler olmuştu. Yüzündeki tebessümleri artmıştı genç kadının, kişiliği değiştikçe bedenine yansımıştı. Yeliz Anne'sinin hasta olduğu dönemlerde harap olarak eriyen Hande, şimdi günden güne toparlanıyor, eski kilosuna kavuşuyordu. Huzursuz geçen aile ortamına rağmen bunu başarabilmesi, ikinci ailesi olan Yeliz Hanım ve Dilek Hanım'ların da taktirini kazanmasına neden oluyordu. Efsun zaten hiç bırakmamıştı Hande'nin üzerinden desteğini, her adımında destek oluyor, bir arkadaştan öte, kardeş misali ilgileniyor, çoğu günler arabasıyla işe bırakıyordu. Yeri gelince abisi Alper destek olur, çoğu zaman da o işe bırakırdı. Yürüyerek gittiği zamanlar çok nadirdi.

 

İçinde çağlayan bir umut vardı, nehirler misali akarak yüreğinin derinliklerine ulaşıyordu. Kolejde öğrencileri ile ilişkisini artırmış, sadece derste değil, başka konularda da destek olurdu. İştahı artmıştı, bunun nedenini hep ikinci ailesinin desteğine yorardı ama sanki başka nedenler vardı. Sürekli okulda Fatih'le karşılaşıp ondan bakışlarını kaçırmaktan yorulmuştu Hande. Geçip karşısına konuşmak isterdi kimi zaman ama sonra duraksardı, ne diyecekti sanki? Zaten sadece okulda değil, çoğu zaman davetlerde de karşılaşırlardı. Uzun süre davet verilmemiş, bayağı bir arada mesafe kalmıştı ama sonrasında, tekrardan o ailenin Seher Hanım tarafından davet edildiğini öğrendi Hande. Buna önceden olsa kendince bozulur, kaçmak istediği adamla karşılaşacağı için sinirlenirdi ama şimdi aksine, çok rahattı. O akşam bir süre odasında kalmış, yatağında oturarak zaman geçirmişti. Kitap okumuş, okuduğu kitaptan epeyce keyif almıştı. Misafirlerin yanına gitmek istese bile kendisini durdurmuştu.

 

Yaşamının o akşam, bambaşka dünyanın kapısına aralanacağından habersizdi. Aşağı inmesinin, misafirleriyle karşılaşmasının, nelere sebep olacağını bilmiyordu. Evet, o akşam Hande, daima yapmak istediğini, Mehmet Hoca'sının dediğini yaparak, ansızın yüreğine yenilmişti. Sıcaklığını üzerine yansıtarak, yıllar önce babasından öğrendiği tatlı rüzgar misali merhametini ortaya çıkardı. Annesizliğin verdiği hırçınlığı kenara bıraktı. Yeliz Hanım'dan çok sevmeyi, vicdanı öğrenen Hande, derinliklerinden onları çıkararak kalbinin tam üzerine yerleştirdi...

 

Reşat Nuri Güntekin'in ezbere bildiği 'Çalıkuşu' eserine başlayalı epey olmuştu. Normalde bir kitabı tekrardan okumayı sevmezdi ama bu kitap kendisine daima Karabatak'ı hatırlatırdı. O, Hande'ye 'Çalıkuşu' demeyeli çok oluyordu. Kendisi de ona uzun zamandır 'Karabatak' dememişti, acaba o da bunların farkında mıydı? Kitabın son sayfalarını çevirerek, satırları içine çekercesine okudu. Usulca kapattı kapağını, yüzünde eşsiz bir tebessümle kalakaldı. Yerinden hızla doğrularak köşedeki konsola kitabı bıraktı. Şimdi tam zamanıydı, hisleriyle ilerleyecekti. Nasıl yapacağını tam olarak kendi de bilmiyordu ama bunu sürekli kendine telkin ettirecekti. Karşıdaki dolabına doğru ilerleyerek kapağını araladı. Güzel ama içinden geldiği gibi giyinecekti. Dolahını birkaç saniye karıştırdığında eline gelen ikimci elbiseyi, anında tercih etti. Yatağın köşesine bırakarak elbisesini, önce kendine odaklandı. Üzerindekilerden gelişigüzel kurtularak, eline çok sevdiği elbisesini aldı.

 

Çiçek desenli elbiseyi boynundan geçerek giyindi. İyice belinden aşağı çekerek oturttu elbisesini. Diz kapaklarına uzanan, kalem etek misali elbiseydi, üzerinde bembeyaz çiçekleri vardı. Yeşilin en açık tonlarına sahipti rengi, yakası kıvrımlıydı. Koyu yeşil gömlek yakaya sahipti. Hafif dalgalandırılmış saçlarını salık bırakmak istedi. Yanaklarına çok az allık sürdü, gözlerine de azıcık sürme sürdü. Mavimsi tonlarda seçti göz makyajını, çok olmasa da biraz kabarttı kirpiklerini. Yaklaştı ve aynadan kendine sıcacık tebessüm etti. Hande, uzun vakitlerdir kendini çok ihmal ettiğini düşündü. Tuvalet aynasının kilitli çekmecelerinden birine uzandı parmakları, içinden daima tuttuğu defterini çıkardı. Ufak defterine kısa notlar eklemeyi severdi. Çok kısa yazdıktan sonra aşağı inecekti.

 

"Kuşlar var,

uzanamadığım mavilik var.

Bir de sen!

 

İçim de göç mevsimi..."

 

Ayşe Dikici

 

Kapağını kapattığı defteri çekmecesine bırakarak doğruldu. Öncelikle odasının içindeki balkona çıkarak demir parmaklıklara tutundu. Sonbaharın temiz rüzgarlarını içine çekerek kokladı. Biraz vakit geçirdikten sonra ardına dönerek çıktı, odanın kapısına ilerlemeden önce yürüteçine doğru adımlar attı. Sıkıca tutunarak kendini sabitledi, odadan tamamen çıktı. Bugün içinden geldiği gibi davranacak, yüreğinin söylediğini sakince takip edecekti. Zoraki adımladığı merdivenlerden tamamen aşağı inerek misafirleriyle kısa süreliğine bakıştı. Nurcan Hanım'ı görememek, bir an için tedirgin etmişti Hande'yi. Yeni bir oyun peşinde miydi acaba? Üzerine durmadı, yapması gerekeni zaten yapmıştı. Daha ne kadar ileri gidecekti sanki. "Hoş geldiniz." dedi ılık bir tebessümle. Bakışlarında Seda ve Elif vardı sadece, Fatih'e bakacak cesarete henüz sahip değildi. "Hoş bulduk canım." dedi karşısındaki Elif, sakince içeriyi adımlayan Hande, odanın tam ortasına geldi.

 

Hande, içinden geldiği gibi davranmak istese de, o an için kendini engelleyenlerden kurtulamadı. Yüreğinde bir el vardı sanki, içini sıkıyor ve ilerlemesini engelliyordu. Gururunun, neye karşı kendisini durdurduğunu anlamak istedi ama anlayamadı, bunda bile zorlandı. Yapmak istediği çok basitti aslında. Seda'nın kucağında, kolu sargılı olduğundan ötürü acı çeken ve inilti içinde kıvranan Yasemin'e ilerlemek, onu sakinleştirmek istiyor ama yapamıyordu. Neden kolunun o halde olduğunu da merak ediyordu, öğrenmesi elbette çok sürmedi. Evdekilerin konuşmalarını dinledi, söylenenleri takip etti. Soran ve öğrenmek isteyen ilk Aras olmuştu. Karşısındaki Fatih'e laf sokmaktı amacı. "Ne oldu da, bu çocuğu böyle perişan ettin." dediğinde, başını hızla çevirerek kocasına ters bakışlar attı. Sataşmadan duramazdı nedense.

 

"Unutmuşum." dedi hiç çekinmeden genç adam. "Tek başına çocuk büyütmek zordur, bence hiç kalkışmayın, sizin bünyeniz kaldırmaz, naçizane tavsiyemdir. Evde bıraktığımı hatırlayıp yetiştiğimde yatağından düşmüştü."

 

"Siz beni çok düşünmeyin, çocuğum olursa verebilecek ilgim çok fazla."

 

"Ailenize gösterdiğiniz ilgiden belli oluyor, inşallah çocuğunuza da aynı şekilde yetersiniz." Ailesi darmadağın olmuş birine verilecek en güzel cevaptı. Yüzü anında kızaran Aras, başını sinirle önüne eğmişti ama onu da belli etmek istememişti. Gülmemek için tuttu kendisini Hande, almıştı cevabını, ciddi durdu çünkü kocasına hâlâ sinirliydi. Yersiz konuşmalarına, nedensiz çocukça haraketlerine, laf sokmaya çalışıp da bunu bile beceremeyişlerine sinirliydi. Yerinden doğrularak mutfağa ilerledi genç kadın, yemekten sonra tatlıları hazırlamakta olan kayınvalidesine baktı. Fizik tedavi doktoru, kolu ile bacağının gelişmesi için ufak antremanlar vermişti kendisine. Küçük tabakları eline alarak, mutfakla oturma salonu arasındaki kısa mesafede ilerledi, odadaki masanın üzerine bıraktı. Tam o sırada, yan tarafındaki Fatih ve Mustafa Bey'in konuşmalarını dinleyerek, Nurcan Hanım'ın neden gelmediğine dair fikirler yürütmeye başladı.

 

"Annemin neden gelmediğini kendisine sordun mu baba?" Yanındaki Mustafa Bey'e az bir merakla sordu Fatih. O tarafa dönmedi, dinlediğini de belirtmedi genç kadın. Bir taraftan onlara verirken dikkatini, diğer tarafta Seda'nın kucağındaki Yasemin'e odaklandı. Sızlanıyordu, sargılı kolundan ötürü acı çekiyordu. Gözleri o küçük, masum bebekte, işitme organı ise Fatih ve Mustafa Bey'deydi. Çocukları sevmezdi ki, neden o bebek acı çekerken kendi canının yandığını hissediyordu. Çocuklardan zerre hoşlanmazken, bir bebeğe üzülmesi ne kadar doğruydu? Çünkü o annesizdi, öksüzdü, kimsesiz ve çaresizdi. Hande gibi büyümüştü. Yalnız, kimsesiz ve çaresiz. Kendisi gibi küçük şanslar vardı elinde, onu çok seven bir babaya sahipti mesela. Hande ise babadan çok eksikti, tüm noksanlarını, Yeliz annesi, tek başına üstlenirdi.

 

"Yok oğlum, Seher Teyze'nle beraber daveti kendi oluşturdu, sonra gelmekten vazgeçti." Bir an ürperse de Mustafa Bey'in sözlerine karşılık, üzerine durmadı genç kadın. "Yaptıklarından utanıyor, ondan gelmemiştir kesin." dediğinde Fatih, gülmemek için kendini zor tuttu Hande. Pişman olmayan insan utanmazdı, o gün ki bakışlarında öyle bir kin görmüştü ki, onun pişman olacağına da inancı çok azalmıştı. Çalan kapı bile Hande'nin dikkatini, Seda'nın sakinleştirmeye çalıştığı Yasemin'in üzerinden çekememişti. Elindeki son tabağı bıraktı masanın üzerine, bir ara iki adım attı o tarafa doğru. Yanına, yanlarına gitmek istedi ama adımları durdurdu. Yeliz Hanım'ın geldiğini fark etmese, belki de kendisini durduramayarak o tarafa doğru ilerleyecekti. Yeni gelen annesine doğru dönerek, istikametini ters çevirip ona ilerledi. "Birkaç parça eşyam kalmış, onları alıp gideceğim kızım, seninle bende görüşürüz." derken bakışları çok keskindi. İşte tam da o sırada, misafirlerin içinde, çok ağır konuşarak annesinin elinden tuttu genç kadın.

 

"Geçen gün buradan kovulurcasına gitmene izin verdiğim için özür dilerim annem, buranın benim de evim olduğunu, bu ev için çalışıp çaba gösterdiğimi unutarak sadece sana değil, kendime de saygısızlık etmişim. Şimdi benim davetlimsin, senden kalmanı istiyorum, ne olur beni kırma, çünkü gidersen çok incinirim."

 

Söylediği sözlerle Aras'ı hiçe sayan Hande, asla pişman değildi. Şimdi sinirlenme sırası, yanındaki adama gelmişti ama o, öfkesini kıyı bucak saklamak için uğraşıyordu. Yanlarına doğru ilerleyerek, karşısında durdu kadının. "Yuvamı yıkmak için uğraşsanız da, yaklaşımım doğru değildi, beni bağışlayın Yeliz Hanım, kalırsanız Hande'den çok, beni mutlu edersiniz." Aslında çok sinirliydi ama Fatih'in karşısında daha çok rezil duruma düşmekten korkuyor, o nedenle iki tarafa da sakin davranmaya çalışıyordu. Hande'nin son haraketi, kendisini alçaltmaya yetmişti. Açıkça, 'Ben çalışıyorum, bu evde herkese ben bakıyorum.' izlenimini veren kadın, oysa daha ilk maaşını bile almamıştı. Kendi rezilliğini görmeden kocasını aşağılamıştı, bunun hesabını soracaktı. Yanındaki Mustafa Bey'e bakan Fatih, nedensizce gerildiğini hissetti. "Buranın havası beni aşırı boğmaya başladı." derken olanları izledi. Oturmuyor, koltuğun başında, sanki bir facia olacakmışçasına hazırda bekliyordu.

 

Hande, annesini de davete dahil tuttuğunda içi rahat etti. Tam olmasa da rahattı, mutlu olacağına dair kendine söz veren genç kadını durduran vardı, ne olduğunu o anda çözemedi. Seda, kucağında Yasemin'le, karşısındaki ağabeyine doğru ilerlerken Hande, tekrardan antreman amaçlı, masanın üzerine, elinde tutabildiği küçük malzemeleri dizmekle uğraşıyordu. "Yasemin çok huysuzlanıyor ağabey, ağlamıyor ama sızlanıyor bildiğin. Doktorun yaptığı ağrı kesici iğnenin tesiri geçmiş anlaşılan, ilaç da içiremiyorum, kolu çok sızlıyor." İçinde tekrardan bir acı hissetti genç kadın, evvelkilerine benzemeyecek kadar derindi. Çünkü o acının, son hamlesine neden olacağından da, o sırada habersizdi. "Yapabileceğim bir şey yok Seda, eve gidene kadar idare edelim, sonra zorla da olsa ilaç içireceğiz, zaten kalkarız birazdan." Rahat değildi karşısındaki adam, gerginliğini hissediyordu kadın. Tedirgindi ama çareleri tükenmişti anlaşılan. Yine de çok güçlüydü, tek başına çocuk büyüten bir babaya göre, fazlasıyla güçlüydü. Bir an gözleri, Seda'nın kollarında salladığı küçük Yasemin'in, hırçın mavi gözleriyle buluştu. O da en az babası kadar güçlüydü, zaten kız çocukları gücünü ve dirayetini daima babalarından alırdılar.

 

Yaklaşırken o tarafa doğru, kendini daha çok durduramadı. Yürüteçini almadı, kısa mesafelerde ona çok ihtiyacı olmuyordu. Kıyafetine uygun beyaz, hafif topuklu ayakkabılarına rağmen, yürümekte zorlanmadı. Sanki bir güç vardı üzerinde, Mehmet Hoca'sını dinleyerek, yüreğinden nehirler misali akan sesi takip ederken daha çok güçlenmişti. Karşısında, kendisine yaklaştığı Yasemin kadar güçlüydü şimdi. Güçlü buldu onu, çünkü daha bebek olmasına rağmen, kolunun acısına sessiz ağlıyor, acısını sükut içinde sızlanarak yaşıyordu. Evet, anneden eksik büyüyen kız çocukları hep böyleydi, ağlamaktan çok korkardılar, kendisinden bilirdi. Yenmişti bunu Hande, üstüne giderek kurtarmıştı kendini. Şimdi tüm acılarına sessiz kalacak kadar değil, doyasıya haykırıp ağlayarak, acısını gürültü içinde yaşayacak kadar güçlüydü. Bunu o deniz mavisi gözlerin sahibi Yasemin'e de öğretecekti. Yaklaşan Hande'nin kendilerine doğru geldiğini başta anlayamadı Seda, sonrasında anladığında, biraz ürperdi ama belli etmedi. Kehribar gözlerin ve koyu kumral saçların sahibi kadın, ilerleyerek tam karşılarında durmuştu.

 

"Uzat bana biraz, sakinleşsin." Başlarda ne Hande söylediğine inanabildi, ne de Seda onun dilinden dökülenleri anlayabildi. Gözlerinde ikinci cenneti gördü bebeğin, ilk cenneti Yeliz Annesinin bakışlarında bulmuştu, diğer cennet ise Yasemin'in mavi gözleriydi. Yaklaştı, kollarını bebeğe doğru uzattı. "Sen de biraz dinlenirsin hem, hadi uzat bana, belki kucak değişince acısını unutur, azıcık sakinleşir." İyice uzattı kollarını, bir adım daha ilerledi o halde. "Merhaba." dedi karşısındaki bebeğe doğru sıcacık tebessüm ederken. "Gel." Sesini sıcak tutarak, tedirgince kendisine uzatan Seda'nın kollarından, hiç zorlanmadan aldı. Yumuşacık bedeni, şimdi tekrardan, ikinci defa kollarındaydı. Aradaki fark, bu defa kendi isteğiyle, kendisi almıştı. Yukarıda, odasında defterini yazdıklarını, şimdi yapabileceğini biliyordu. Şimdi mutlu olabilirdi, söylemekle olmuyordu, meğer mutluluğun sırrı, Mehmet Hoca'sının dediklerinde saklıydı.

 

"Beni hatırladın mı Yasemin, hani kollarımda uyumuştun?" Tamamen kavrarken aksayarak, köşedeki koltuğa ilerledi. Yüz hatlarından hâlâ acı çektiği belliydi ama sahiden kucak değiştirmek, şimdiden sanki bir parça acısını unutturmuştu. "Biz seninle tanışamamıştık ama istersen şimdi tanışabiliriz, ismim Hande, ben, babanın bir arkadaşıyım." Duraksadı, sonlara doğru sesi tökezledi ama bunu belli etmemek için çabaladı, sonlanan cümlesinin ardından Fatih'le buluştu bakışları, o da kendisine şaşkınlık içinde bakıyordu. Yasemin'e doğru ilerlediğini anlayamamıştı başlarda, sonra kollarını uzatarak Seda'dan istediğinde, içtiği çayın boğazına kaçmaması için kendini zor durdurmuştu genç adam. Böylesi soğukken ne olmuştu? Zamana ihtiyacı vardı kim bilir, ikisinin de zamana ihtiyaçları vardı... Elbette ki zaman, ardında derin izler bırakarak tüm olmazları olduruyordu.

 

Şaşkınlık, umut ve sevinç içinde olanları seyre dalan Yeliz Hanım, tam da umudunu kesmişken kızını bu halde gördüğü için çok mutluydu. Kendine güveni çoğalırken sevgiyi takip ederek tekrardan yakalıyordu. Kur'an-ı Kerim'de geçen (Enfal Suresi 63. Ayet) düştü kalbinin derinliklerine. 'Ve kalpleri birbirine ısındıran yalnızca Allah'tır.' diyordu. Allah, kızının yolunu sanki öksüz bir çocukla, çok inceden, sabırla oluşturmuştu. Sabretmek kendilerine düşmüştü sadece. Sabırla beklemişlerdi, Hande sıcaklığını, uzun zaman sonra aralamıştı. Birçok kişi şaşkındı ama mutlu olan çok azdı. En çok mutlu olan da Seda'ydı aslında, çünkü yeğeninin bir 'Anne' sıcaklığına ihtiyacı vardı ve bunu ona ancak, anneden canı yanmış olan Hande verebilirdi, verecekti de, artık umudu çoğalmıştı. Aras, gittikçe sinirlenirken bakışlarını Hande'den çekemedi. Yasemin kucağında, daha fazla ayakta duramayan genç kadın, birkaç dakika içerisinde, ortadaki koltuğa oturmuştu. Sıcacık gülüşlerini, madem bir çocuğa verebilecekti, neden kendilerinin evladı olmuyordu? Daha düne kadar komşularının oğlu Furkan'a deli gibi bağırırken şimdi ne değişmişti?

 

Şimdi herkesin çoğalan bir umudu vardı, herkesi düşlerle dolu hedefler tutmuştu. Hande, koltukta oturmuş, Yasemin'le oyunlar oynarken Yeliz Hanım, hayramlık dolu bakışlarını onun üzerinden çekerek, aklına bir plan daha yerleştirdi. Şimdi hazır yalnızken evinde kimseler yokken Nurcan'ın kapısına dayanacak, yediği haltın hesabını soracaktı. Birinin bu kadını durdurması gerekti, yoksa iflah olmayarak daha ileri gidebilirdi. Sözleriyle hırpalayacaktı onu, ağır cümlelerle sarsacaktı. Yaptığı planlar son hız sürerken daha çok engellemesine izin veremezdi. Yeniden kızına çevirdi bakışlarını. Çok mutlu ettiği olmuştu onu, sevinçlerine şahit olduğu da çok vardı ama hiç böylesi görmemişti. Sıcacıktı gülüşleri, Yasemin'i güldürdükçe kendi de gülüyordu ve sanki güldükçe güzelleşiyor, gül çiçekleri misali açıyordu.

 

"N'oldu koluna, yaramazlık mı yaptın sen?" Sıcacık gülüşleri eşliğinde soran Hande, kendine doğru sıkıca çekerek kollarında daha çok kavradı. Özellikle sargılı kolunun acımaması için uğraştı, çok özendi. Canının daha çok acımasını istemedi, yeterince acımıştı. Ufak kollarının izin verdiğince refleksle kollarını boynuna dolayan Yasemin karşısında, sesli şekilde güldü Hande, buna hiç alışkın değildi. Sıcak, samimi ve içten gülüşü, ilk olarak Fatih'in dikkatini çekti. Başlarda inanmak istemedi Yasemin'e olan sevgisine, bir an için kendisinden intikam almak amacıyla kızını kullandığını bile düşündü, korktu kadından. Sonuçta kolay şeyler yaşatmamıştı ona, hakkı vardı böyle düşünmekte. Mutlaka bir 'Baba' olarak, önce kendi evladını düşünecekti, kızının sevgiden eksik büyümesini istemezdi. Sonra gökkuşağını kıskandıracak kadar rengarenk gülüşüne değdi gözleri, bu kadın için bin ömür harcanırdı. Öyle ki, kuşlara merhameti olan, bir kuş ölüsüne günlerce ağlayan kadın, öksüz bebeğe mi merhamet etmeyecekti?... Zemheride buz tutmuş acıları bahara döndürecek kadar güzeldi gülüşü.

 

"Sen ne kadar güzelsin böyle..." Yüzüne yaklaşırken kokusunu içine çekti, öpmeye kıyamadı. "Canın çok acıyor mu Yasemin'ciğim?" Yanağına dokunarak parmağını üzerinde gezdirdi. Kucağında sallayarak kendi de sallandı oturduğu koltukta hafifçe, bir sağa ve bir sola döndü. "Bir müsaade etsen, ben tekrar ilaç içirmeye çalışacağım." Yanlarına elinde şurupla gelen Seda karşısında bırakmadı Yasemin'i, daha sıkı kavradı. "Şurubu kaşığa doldur, bana ver, bir de ben denemiş olayım." dedi Hande. Şaşkınlık, her tarafta daha çok arttı, çoğalarak ilerledi. Küçük ölçü kaşığına şişedeki şurubu usulca dolduran Seda, karşısındaki kıza uzattı. Kaşığı sağlam kolu ile kavradı, diğer tarafında Yasemin vardı.

 

"Canım, bir tanem, hadi bunu içelim; anneyi üzmeyelim, olur mu?" Yaklaşımı karşısında, çevredekiler dehşete düşerken kimsenin Hande'den bu ince yaklaşımı beklemediği netti. "Sen ilacını düzenli içersen, anne çok sevinir, o şimdi seni izliyor, hadi içelim ki anneyi mutlu edelim." Kaşığı oynatarak uzatan genç kadın, unutturarak yaklaştırdı ilacı. Hiç beklemediği anda kaşığı dudaklarından geçirdi. Fatih de dahil birçoğu, Yasemin'in ilacı geri çıkarmasını beklerken "Çok güzel, sen ne kadar akıllısın böyle." dedi. Sanki sevgi dolu yabancı bakışlarından etkilenmişçesine Yasemin, bilinçsizce ilacı yutuvermişti. "Helal olsun vallahi, Yasemin'e ilaç içirebilmek çok büyük marifet." dedi Seda. Yeniden bebeği kavrayarak kucaklayan Hande, başını hafifçe kaldırdı. "Hiç de bile, bir kere Yasemin çok akıllı, ben de bir şeyler için çaba sarf etmeyi çok sevdiğimden, biz aramızda anlaştık, değil mi güzellik?" Sıcak bakışları ve gülüşleri, dayanamayarak dudaklarını yanağına değdirmesine neden oldu. İncitmeden öptü, öpmek bile denemezdi, sadece dokundurdu dudaklarını.

 

"Sen hep böyle güzel misin, yoksa bana mı özel, benim mi gönlümü çeldin sen?" Tuttuğu küçük parmaklarıyla oynarken tebessüm etti genç kadın. "Yani gönül çelen misin sen, doğru mu anladım?" Yüreğinin kapılarını sonuna kadar araladı Hande, sanki derinliklerinde üst üste birkaç kapı aralanmıştı ve artık labirentten çıkarak hürriyetine kavuşmuştu. Şimdi hürdü, mutluluğunun önünde hiçbir engel kalmamıştı. Yüreğinden geçen ne varsa yapıyordu, istediği gibi davranıyordu ve mantığına yer vermiyordu. Doğru olan buydu, mantığına takılmayacaktı. 'Gurur' kavramının kendisini yok etmesine de izin veremezdi. Misafirler gidene kadar bir an olsun Yasemin'i bırakmamıştı kollarından. Oyunlar oynamış, eğlendirerek gülücüklere boğmuştu. Unutturmuştu acısını çoktan, başta sevgiyle, sonra da ilacını içirerek usulca silivermişti.

 

"Sevdin mi tokamı?" Yasemin, elindeki tokasına dokundu Hande'nin. Genelde koluna bileklik misali takar fırfırlı, içi lastik tokasını, o şekilde dolanırdı. Salık saçlarını ansızın toplamak istediğinde tokası hep kendisinde olmalıydı. "Sana takılım mı?" Yüzüne doğru eğilirken sıcacık konuştu, sesinin hiç böyle sıcak ve yumuşak çıktığını daha önce hatırlamıyordu. "İster misin?" İki kolu ile sıkıca kavradı, elinin bileğindeki tokasını çıkararak ona doğru uzattı. "Güzellik..." dedi tekrardan kokusunu içine çekerken. Yasemin, yumuşak tokasını çok sevmiş, minicik parmaklarıyla elinde tutmak için çabalamış, bu görüntü de Hande'nin ayrıca hoşuna gitmişti.

 

Toparlanan misafirlerin ardından kucağında Yasemin'le beraber doğrulan Hande, bir an onu kime teslim edeceğini bilememişti. Bakışları, birilerini aramış, kısa süreli beklemenin ardından, ansızın Fatih'in karanlık gözlerine bakışları teslim olmuştu. Yaklaştı, iyice yakınlaştı ona doğru, aralarında çok kısa mesafe vardı. Uzaktan kollarına vermesi mümkün değildi. Uzattı, sakince kollarıyla karşılık veren genç adam, bebeği çok ağır aldı. Aniden kadının dengesini kaybetmesini istemedi. Kollarından bebek ağırca da çekilse, tutunacak dal aradı Hande, kendinden bilinçsiz, refleksle eli, adamın omzuna değdi. "Uyutmuşsun bir de, teşekkür ederim." dedi tebessüm ederek. "Benim cadıya hem ilaç içirip hem de uyutarak ikisini aynı anda yaptırabilmek sahiden büyük başarı." dediğinde kadın da tebessüm etti. "İkisi için de çabalamadım, ilaçta biraz yordu ama çok değil." Başlarda ilacı almamak için direnmişti.

 

"Sen bir de bize direnişini görsen..."

 

"Uyuması kolaydı, sarıldı bana, kollarımda kendi kendine uyudu."

 

Yabancı birinin kucağına gittiğinde daha çok ağlardı Yasemin, susmamakla beraber iyice çoğalırdı ağlamaları. Hande'den hoşlanmıştı, sevmişti onu anlaşılan. En çok da Hande'nin onu sevebilmesi hoşuna gitmişti. Nedendir bilinmez, kadının gözlerinde, kızına karşı bambaşka birini görmüştü. Başka bir Çalıkuşu ile karşılaşmıştı mesela, değiştiğini anlamıştı. Gittikçe değişiyordu sanki, hayat hırpaladıkça daha farklı birine dönüşüyordu. Acı çekerek kış gördükçe çiçek açıyordu zemheriye inat, yeniden filizleniyordu. Çiçek gibi bir kadına dönüşüyordu ve bu görüntü, sanki adamı günaha sürükleyecekti, öyle hissediyordu.

 

Misafirler giderken Aras, gördüğü görüntülerin ardından deliye dönmüştü. Sevdiği kadını günden güne daha çok kaybediyordu, buna daha fazla izin veremezdi. Yeliz Hanım'ın misafirlerden çok önce kalkması, daha çok işine gelmişti genç adamın. Neden erken gittiğini bilmiyordu ama böylesi daha doğru olacaktı. Evdeki kalabalık sonlandığında, kapı örtülür örtülmez kocasının yanına geldi Hande. "Neden annem birden kalktı, mutlaka sebebi olmalı." Yaklaşarak kadına doğru, çok derince nefes aldı. Sakin kalacak, sakinliğini koruyacaktı, çünkü şu an önünde başka seçenek görünmüyordu. "Benimle ilgisi yok, işinin çıktığını söyleyerek gitti. Dilersen arayıp kendisine de sorabilirsin, o zaman anlarsın meselenin benimle ilgili olmadığını. Şimdi arama ama şu an ben senden başka bir şey isteyeceğim. Hande, biraz dışarı çıkalım lütfen, izin ver azıcık konuşalım." Oysa karısını, o şerefsiz adamla yakın gördüğünde aşırı sinirlenmişti ama şimdi durduracaktı kendisini. İçinden geldiği gibi davranırsa onu tamamen kaybedebilirdi.

 

"Ne hakkında konuşacaksak burada konuşalım, sahiden halim kalmadı." Yorgundu, kesin hasta olacaktı, çünkü ne zaman halsiz düşse böyle olurdu.

 

"Bizim hakkımızda konuşacağız ama ev bunun için fazla boğucu, hem sana bir sürprizim var, ne olur izin ver." Derince nefes alarak verdi, halsiz kaldı ama direndi. "Tamam, bir kendimi kontrol edeyim, telefonumu içeriden alıp geleyim." Çantası zaten hep portmantoda asılı dururdu. Üzeri de giyiliydi, sadece makyajı ile saçını kontrol etse yeterliydi. Hızlı şekilde çıktılar evden, hazırlanmak için çok çaba sarf etmedi. Arabanın arka koltuğuna binen Hande, yorgun kollarını çok kımıldatmadı. O küçük kızı tutmaktan kolları hafif ağrımıştı ama bu ağrıdan çok rahatsız olmamıştı. Normalde olsa çok rahatsızlanacağı acıyı, daha az hissetmişti. Sonra aklındakini kullanarak, ön koltukta aracını kullanan adama bakışlarını çevirdi.

 

"Eee?" dedi sinirli ses tonunda Hande. Yarı sinirli, çokça sitemli ve hesap sorarcasına sundu bakışlarını. Sonra sözlerini devam ettirdi. "Benim başıma kalkmayacak mısın gördüklerini?" Güldü sinirle, o söylemeden kendisi dile getirecekti. "Neyi?" dedi anlamakta zorlanan genç adam. "Ben bu zamana kadar ne kalktım ki senin başına?" Değişik bir merakla sordu genç adam, kafasında ne kurduğunu merak etmişti. "İlk kez çocuk sevdim hani, belki beni bununla vurmak isteyebilirsin ama emin ol, içimden gelmese, kendi çocuğumu bile sevdiremezler bana. Sadece annesiz olmasa, beni ona yakın hissettirdi."

 

"Yok güzelim, bunu başına kalkacak kadar densiz değilim, içinden geldiği gibi davranabilirsin ama sen annesiz değilsin. Allah, nur topu gibi iki tane ana vermiş, birinin tek derdi, seni beni karşı doldurmak."

 

"Sözü Yeliz anneme getirmekten vazgeç, ayrıca kendisine de soracağım, gitmesinin sebebi sensen, bir daha beni göremezsin haberin olsun."

 

"Sorarsın Hande'ciğim, yalan söyleyecek kadar düşmediğini umuyorum, gerçi yuva yıkmaya çalışan her halt yapar ama neyse." Sustu kadın, içinden derin bir sabır arayışına geçti, daha konuşmadı.

 

Köşedeki tatlıcıya getirmişti kendisini, sahiden burayı çok severdi. Lokma tatlısını seviyordu, özellikle de içi çikolatalı olanları. Karşısındaki adam bunu bildiğinden, özenle tatlıları hazırlatarak getirtmişti. "Ben bizim bitmemizi istemiyorum, böyle saçma nedenlerden dolayı, uğruna bunca çaba gösterdiğimiz evliliğimizi tehlikeye atmak istemem." Böyle bir konuşma beklemiyordu, şaşırdı ama sinir de oldu. Aslında nedendir bilinmez, tartışmalarla çoktan gözden çıkarmıştı karşısındaki adamı.

 

"Saçma dediğin nedenler, benden utanman, beni ağabeyimle eve geldiğim için aşağılaman olabilir mi?"

 

"Özür dilerim, seni çok kırdığımı biliyorum, ne olur beni sensizlikle sınama, ben seni çok seviyorum. Sen de altında kalmadın, az önce annenin önünde, misafirler varken beni aşağıladın."

 

"Kendine biraz değer vermeyi bilmelisin, ben yaptıklarımdan pişman değilim, sen de olma."

 

"Sen beni insanların önünde işsiz olduğum için aşağıladın, nasıl pişman olmazsın."

 

"Ben seni aşağılamadım orada, sadece kendime olan güvenimi göstermek istedim." Ardına yaslanarak ciddi şekilde konuştu.

 

"Bunu beni küçük göstermeden de yapabilirdin."

 

"Öyle bir amacım yoktu."

 

"Bunu biliyorum işte, zaten o nedenle tatsızlıklar sonlansın istiyorum."

 

Sessiz kaldılar kısa süre, önüne gelen tatlıları yerken iyice keyiflenmişti. Bugün nedense mutluydu, Yasemin'i hatırladıkça daha da umut doluyordu. İçini karartan, kocasına tekrar şans vermesiydi. Sanki tekrar terslik olacakmışçasına hissetti, bunu artık kaldıracak durumda değildi. Mutlu olmak istiyordu, çabalayacaktı mutluluğu daha sıkı yakalayabilmek adına. Bugün Mehmet Bey'i dinleyerek, sadece yüreğinin sesini takip etmişti. Yaptığı hamle, Yasemin'e yakınlaştırmıştı kendisini. Meğer uzun zamandır ona sevgi göstermek istiyordu ama kullandığı o saçma mantığı buna izin vermiyordu. Sonra kendini dinledi, vicdanının kapılarını aralayarak yüreğinde de onlarca kapıları çarparcasına açtı. Yüzünde aylarca sakladığı umudun gülümsemesi barınıyordu.

 

Yeliz Hanım, Hande'nin evinden çıktığı ilk anda, soluğu ezbere bildiği kapıda aldı. Gecekondunun kapısına ulaştığında biraz duraksadı, bahçenin siyah, kısa demir kapısını açmak için azıcık uğraştı. Yanına doğru gelen simayla karşılaştığında duraksadı, şimdi zamanı gelecekti. "Hoş geldiniz." dedi kadının açamadığı bahçe kapısına ulaşan Nurcan Hanım. "İçeri buyrun, ikramda bulunayım size, öyle konuşalım." Çekerek kulbunu, bahçe kapısını usulca araladı. "Siz zaten bize ikramda bulundunuz, zehir ikram ettiniz." derken karşısındaki kadının ateşine daha çok odun attı. "Yediğiniz onca halttan sonra sakinleşmişsiniz ama ben sakin değilim." Çok ağır konuşacaktı, bunun kararını evvelden vermişti Yeliz Hanım, kendince tüm sözlerini aklında oluşturmuştu. "Öncelikle tabii ki de kendi evladımı düşünmem gerek, ben zalim değilim, sadece iyi bir anne olmaya çalışıyorum." Yaptığı soğuk açıklaması, karşısındaki kadını alayla güldürdü.

 

"Böyle yapınca sahiden iyi anne olduğuna kendini inandırıyor musun sen?"

 

"Bana anneliği öğretmeye kalkma."

 

"İcab ederse benden öğreneceksin Nurcan, daha ileri gitmene izin vermeyeceğim." Sesi yükselirken sağ eli havaya kalkan Yeliz Hanım karşısında gerildi, kinine engel olamadı. "İndir o elini kolunu!" Kendi sesi ondan daha çok yükseldi. Hiddeti çok ağırdı Nurcan Hanım'ın, yaptıklarına pişmandı ama kendisini çok haklı çıkaracak nedenlere sahipti. "El kol yapmayacaksın bana, kızını o kadar düşünüyorsan, kendin sahip çıkacaksın, benim oğlumun üzerine itmeyeceksin." Önce düzgünce karşılamıştı ama kimsenin aşağılayıcı tavırlarını çekemezdi. Karşısında hiç kimse, kendisine agresiflik taslayamazdı. Kendi daha da kin doluydu, Yeliz'in yaptıkları, kendi yaptıklarını geçmişti. "Ben kızıma kendim de sahip çıkarım, sen rahat ol, takma kafana bunları. O evliliğe sen ittin, kendi evladını kayırmak için masum birinin canını yaktın, asıl sen kendi halini düşün. Hep 'Ölüm var deyip sevmekten kaçıyorsun ama ölüm varsa hesap da var, mahşer de var. Allah'a hesabını nasıl vereceğini düşün."

 

İçine bir çiy düştü, sonra ansızın sele ve göllere dönüştü. Sonra o çiy tanesi, büyüyerek boğdu kendisini. Suların içinde boğularak soluk alamadığını hissetti. Sözlerinin ardından kendini durduramadı Yeliz Hanım, madem anlayabilecek gücü vardı, daha ağır konuşacaktı. Kadının hırçın görüntüsünü izledi. Yeşil gözlerinde asi kin vardı Nurcan Hanım'ın. Üzerinde de açık yeşil üstlük ve siyah, çiçekli eteği vardı. Krem rengi baş örtüsünü, saçlarının altından geçirerek tepede birleştirmiş, oval şekilde bağlamıştı. Ardından bağlandığı tülbenti, yüz hatlarını daha katı hale getirmişti. "Yakın zamanda, Hande bana ne dedi biliyor musun? Umrunda değildir belki ama ben yine de söyleyeceğim. Senin kendisini hiç sevmediğini, nefret ettiğini dile getirdi. 'İstemeden onu kıracak bir şey mi yaptım anne?' dedi bana."

 

Kalbinin tam üzerinde bir darbe hissetti Nurcan Hanım, sonra bir kere daha geldi o darbe. Üst üste bir cisimle sanki kalbini tokatlamıştılar. "Senin kalpsiz olduğunu söylemek istemedim ona, söyleyemedim, senden iyilik yapmanı da beklemiyorum. Benim kızımın senin merhametine ihtiyacı yok. Yaşadığım sürece sahip çıkacağım ona, bir de sana kötü haberim var. Ne yaparsan yap, ne kadar ileri gidersen git, Fatih'le beraber olmalarını engelleyemeyeceksin. Kaderin önüne geçemeyeceksin, işler buralara kadar geldi, Seher'le kurduğun samimiyet, sen farkında olmadan onları daha çok yakınlaştırdı. Benim Hande'yi o okula koymam da aslında plan değil, kaderin parçasıydı. Olmasa olmazdı, alınmazdı işe ama oldu, çünkü alın yazısı böyle bir şey, bundan ötürü bilmeni isterim ki, boşa çırpınıyorsun."

 

"Sus, sakın daha ileri gitme." Tekrardan oğlunun birini sevecek olması, içinde eşsiz korkulara neden oldu. "Deneme bile, bu kadarı çok ağır. Ayrılır, ayırırsın kocasından, bitirir evliliğini, o şekilde de mutlu olur. Yapma, anladın mı, yapma! Bizden uzak dur, aynı şekilde beni de rahat bırak. Benim acım bana yetiyor, aklın olsa benden beklentide bulunmazsın. Yaa benim boynumdan mı düştü, bizden başka musallat edeceğin insan mı kalmadı? Benim derdim Hande değil, kimseyi istemiyorum. Oğlumdan uzak dur, yoksa daha tehlikeli birine dönüşürüm, kızının daha çok canını acıtırım. Sen bana bunlarla gelemezsin, çünkü yapabileceklerimi daha tahmin bile edemezsin. Beni kalpsizlikle suçlamaya da kalkma, benim acım bana yeter. Evlatlarımı, canımdan iki parçayı, elimle kefene sarıp toprağa koymuşum, kalanları korumak için yapamayacağım şey yok."

 

"Yazıklar olsun!" Yaklaşırken kadına, kinini yüzüne kusarcasına konuştu. "Buraya belki sen biraz iflah olursun umuduyla geldim ama görüyorum ki, sen de o yürek kalmamış. Aklında bulunsun Nurcan, analık öyle lafla olmuyor. Sadece kendi doğurduklarına analık edince anne olmaz, ana olanın yüreği her canlıya merhamet eder. Benim kızım zaten eksik doğdu, kalan kanadını da sen kıramazsın. Ne buna izin veririm, ne de doğru bildiklerimden vazgeçerim. İşin sonunda en büyük zararlı sen çıkacaksın, çünkü kendi evlatların da dahil, herkes seni terk edecek. Yapayalnız, tek başına öleceksin. İki evladını Allah aldı, kalanları da senin yüreksizliğin yaşarken öldürecek."

 

"Sus!" dedi acı çekercesine, sesi zelzeleden ibaret olan kadın. "Yeter sus, benim acılarım bana yetiyor." Dediklerinde haklı olduğunu bilmese susmasını istemezdi. Söylediklerinde fazlası vardı da, zerre eksiği yoktu.

 

"Dur, daha bitmedi. Allah iyi ki almış evlatlarını elinden, kalanların da dilerim canını değil, sana olan sevgisini alır. Yaptıklarınla Fatih'i şimdiden kaybetmeye başladın Nurcan, kendi zararına oynuyorsun. Rabbim gördü nasıl biri olduğunu, iki evladını ondan yanına aldı. Sen bu acıyı meğer hak ediyormuşsun. Yüreksiz, kalpsiz, vicdansızın tekisin. Sen de bu kalpsizlik varken sen onlara da analık edemezdin. Çekeceğin son acı olmasın, olmayacak da. Benim kızım hem yetim, hem öksüz. Babası varken yetim bırakıldı, annesi varken ilgisizlikten öksüz kaldı. Yetmezmiş gibi hastalıkla boğuşuyor. Yakanı bırakmayacak onun ahı, iki tarafta da bırakmayacak."

 

Yeniden, tekrardan bir deprem oldu yüreğinde, her yeri dağıldı ve paramparça oldu. Sonra parçalarını da yitirdi, enkazları dağıldı, daha doğrulamayacaktı, biliyordu. Karşısındaki kadın, sözlerini bitirdiği anda çekip giderken dizlerinde derman kalmadı Nurcan Hanım'ın. Yere eğildi, başını elleri arasına alırken inleyerek ağlamaya başladı. Şu sözlerden sonra kaçışı yoktu. Orta yolu bulamayacaktı, iyi bir insan olmayı seçecekti. Allah'a hesabını veremeyeceği kötülüklerle savaşamazdı. "N'aptım ben Allah'ım?" dedi acı içinde. "O kızı Neslihan'ın eline nasıl verdim ben?" Serzeniş içinde, yüreğini karıncaladı acılar. Yapmıştı bir kere, bundan sonrasını telafi edecekti. Birkaç hatanın, binlerce hatayı doğurmasına müsaade edemezdi.

 

 

Bölüm sonu...

 

Başı, ortası ve sonu farklı bölümle geldim karşınıza.

 

Bundan sonra birçok karakterin özüne dönüşünü seyredeceksiniz.

 

Nurcan sizi şaşırttı ve şaşırtmada daha başlangıç kısmında.

 

Hande, içinden geldiği gibi davrandı ve Yasemin'e, merhametinin ilk kapılarını araladı. İlişkileri çok daha güçlenecek, sadece başlangıçtı. Gittikçe değişen bir Hande okumaya başladınız, zamanla ilk zamanlardaki halinden eser bırakmayacağım ortada.

 

Sonraki bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın...

Loading...
0%