Yeni Üyelik
34.
Bölüm

33. Bölüm: "Gönül/Çelen"

@mavi_melekler

Uzun aranın ardından size umut dolu bölüm getirdim. Ne çok acılar gördük biz bu kurguda. Yavaşça toparlayım artık, geç bile kaldık. Duygular, hisler, yan karakterler azıcık kendini toplamalı bence.

 

Biz sizinle herhangi bölümlerden birinde, İlkay Akkaya'nın 'Acının Rengi' şarkısını dinledik mi? Dinlememişizdir bence. Dinlemişsek de tekrar dinlememizde fayda var. Hadi şarkımızı açarak bölüme geçelim.

 

 

33. Bölüm: "Gönül/Çelen"

 

Yaşam, Hande için uzun zaman sonra tekrar başlamıştı. İçinden geldiği gibi haraket ederken mutlu olmak için çaba göstermelere başlamıştı. Yakınındakilerden kaçmak istemedi, olacakların önüne geçmedi. İşin ilginç tarafı, Fatih'le aynı okulda görev almaktan önceleri kadar rahatsız değildi. Çünkü karşısına her çıktığında, gözlerindeki bilinmezlik dikkatini çeker oldu. Yüreğindeki hızlı çarpışlara denecek sözü kalmamıştı genç kadının, onun olduğu günleri daha çok beklerdi. Okulda varsa, üzerini daha bir özenle giyinirdi. İnce detayları bulunun, ufak dokunuşlu makyajına bile ayrı özenirdi. Yemek davetini öğrendiğinde, içindeki umut daha çok arttı Hande'nin, önceleri kadar tepki vermedi Nurcan Hanım'lara davetli olduklarına. İşine, çok güzel giyinerek gidecek, oradan da üzerini değiştirme gereksinimden bulunmadan, hemen davete geçecekti. Aras'ın, "Gelmek zorunda değilsin." önerisini algılamak bile istememişti, sadece, "Benim için önemli değil, gelsem de sıkıntı olmaz." demişti. Kendisi için ne denli önemli olduğunu, kendi de görmek istememişti.

 

Çoğalan görevler, ansızın hoşnutluk hissi oluşturmuştu Hande'nin üzerinde, keyif vermişti kendisine. Sınav sorusu hazırlayacaktı ama desteğe ihtiyacı vardı. Oysa her zorluğun üzerinden, kendi tek başına da gelirdi ama o an aklında başka planlar vardı. Bir an için Yeliz Hanım'la takılarak hınzır kişiliğe dönüştüğünü düşündü. Düşünceleri, belli belirsiz tebessüm ettirdi. Elinde bilgisayarı ve dosyalarıyla İbrahim Bey'in kapısını çalarak odasına girmişti. Sınav sorusu hazırlayacağını ve desteğe ihtiyacı olduğunu izah ederken kalp atışları dilinin altına kadar uzanmıştı. Heyecandan olduğu yerde can verebilirdi. Ömrünce ilk kez böyle girişime kalkışıyordu. Yüreğinin sesini fazla mı dinliyordu acaba, dinlemeyi geçerek abartmış olabilir miydi? "Ben sınavı kendim vermek istedim, çünkü öğrenciden daha zor insanlarla başa çıktım hayatımda ama hiç sınav sorusu hazırlamadım." Kendini düzgün ifade etmesi, açık vermemesi gerekti. Bunu neden yaptığını, kendine bile itiraf etmekte zorlanıyordu. "Biliyorum kızım, halledeceğiz, daha sınav zamanına var, ben çözeceğim." Yüzünün kızarmaması için çabalarken, "Destek olacak birini tekrar verirseniz, yeterli kalacaktır." derken yutkundu birkaç defa, iyice saçmaladığını düşündü.

 

"Şimdi boş dersim varken çalışmak, denemede bulunmak isterdim aslında." Çünkü şu an Fatih'in de boş dersi olduğunu biliyordu, nereye varacağını bilmeden haraket ediyordu. Sahi, bu gidişi nereyeydi? Evli bir kadındı, neyin düşüncelerinde barınıyordu? "Çok azimliyiz anlaşılan." Kendisine gururla bakan İbrahim Bey, işin aslını bilmiyordu, en acısı da bu olabilirdi. "Tamam, sen geç öğretmenler odasında, ben bir Fatih Bey'le konuşayım, siz onunla başta tanışamadınız, sen okulumuza geldiğinde çocuğu hasta olduğundan izindeydi. Sınavda destek olacağı zaman tanışabildiniz ancak, müsaitse seni çalıştırsın, Biyoloji Hoca'mız çok deneyimli değildir ama senin gibi genç ve başarılı öğretmenlerimizdendir." Sadece ılık bir tebessüm oluşturdu dudaklarında, gülümsemesi İbrahim Bey'e karşıydı. İstediği gibi olmuştu, amacına ulaşmıştı ama içini kemiren vicdan azabını durduramadı. Sanki evli olduğu adama ihanet ettiğini hissetti o anlarda.

 

...Yanındaki adam, elinden laptobunu alarak kendisine rahat bir yürüme ortamı sağladı. Ponaların önüne doğru gelerek, tam öndeki masanın üzerine elinden eşyaları bırakan Fatih, karşısındaki kadına döndü. "Başlamadan önce ben hızlıca, temiz bir dosya açacağım, oranın üzerinde çalışacağız." derken sadece kendisine karşılık başını salladı Hande. Ekranı açmak için cihazın kapağını kaldırdı, hızlı şekilde açtı. "Normalde kendi bilgisayarımdan başkasında çalışamam ama senin düzenin de fena değil." Yanındaki kadına sakin sesle, tebessümsüz olsa da eğlenircesine konuştu. "Hadi başlayalım bakalım." Temiz dosya açarak yanındaki kadına tekrardan döndü. Evet, başladılar. O an beraber, fikir alışverişinde bulunarak soruları beraber oluştururlarken Hande için zaman, tamamen kavramını yitirmişti. Sanki akreple yelkovanı zincire vurmuşlardı da, olduğu yerde çırpınıyorlardı. Zamanın durmasını istememişti, zaman zaten kadın için durmuştu.

 

Biraz eğilmekte zorlandı Hande, karşısındaki adam kendisine gösterirken nasıl ilerleyeceğini, tam olarak ne şekilde bakacağını bilemedi. Dosyalarından çıkardığı temiz A4 kağıdını laptobun önüne bırakan Fatih, daha rahat eğilmesi için böyle teknik kullandı. Temiz kağıdın üzerine el yazısı ile bir soru yazarak, altına cevap anahtarını oluşturdu. "Hadi şimdi diğer soruyu da kendin yaz, beraber ikisini değerlendirelim, olur mu?" Yazdığı soruyu iyice incelemesini istedikten hemen sonra, ondan da soru oluşturmasını istedi. Eline kalemi vererek, "Hadi." dedi tekrardan. Eline aldığı kalemle, kağıda uzaktan baktı kadın. Biraz eğilmesi gerekti, çok değildi aslında, azıcık eğilse olacaktı ama tek ramak bakarsa aşağı, sabit kalamayarak düşecekti. "Hadi Hande, yapabilirsin, korkma bu kadar." Uzun zaman sonra tekrar kendisine adı ile seslenmesi, üstelik bu defa umut vererek konuşması, çok tuhaf hissettirdi. Yapamamaktan değil, düşmekten korkuyordu ama buna anlatamıyordu.

 

Aşağı doğru eğilme hamlesine kalkıştığı ilk anda, sağ tarafı ansızın tökezledi. Yere kapaklanmasına, bacağının geri doğru gitmesine ramak kala, yanındaki adam tarafından hızla tutulmuştu. Kolları arasına alarak kavrarken doğrulmasına yardımcı oldu. "Sakin tamam." dedi doğrulturken. "Benim hatamdı, eğilmekte zorlandığını unuttum bir an." Kollarını Hande'nin üzerine sımsıkı doladığı vakitte karşısında gördüğü İbrahim Bey ile kaskatı kesildi Fatih. "Düşecekti, kağıda eğildiği sırada dengesini kaybedecek gibi oldu, tutmak zorunda kaldım." Karşısında aniden belirince açıklama yapmak zorunda hissetti kendini. Hande için de çok zor bir manzaraydı. Yanındaki adam, tekrardan koltuk değneğine tutunmasına yardımcı olurken kendini toparlayarak adamın kollarından çıktı Hande. "Doğrudur evladım, ben de çalışmalar nasıl ilerliyor diye bir bakmak istemiştim." Toparlanarak ilerledi İbrahim Bey'e doğru Hande. "Gayet iyiyiz." dedi sakince. "Sağ olsun, çoğunu öğretti." derken utancından bakışlarını kaldırmakta bile zorlandı genç kadın.

 

Çalışmaları bittiğinde Hande için zaman da anlamını yitirmişti. Utancı, küllerinden yeşeren sevdası ve belki de ilelebet sürecek bilinmezlik merakı eşliğinde devam ettirdi gününü. Yanlarına gelen İbrahim Bey, çok sürmeden kendilerini kontrol ederek tekrar gitmiş, yanında yine o adam kalmıştı. "Devam edelim mi?" dediğinde yeniden başlamayı ne kadar sevdiğini düşündü. Altı ay boyunca her kaçışında kendisini tekrardan yakalamasından anımsadı tekrardan azmini. Gülmemek için zor tuttu kendini. "Olur." dedi halsiz ama istekli sesini kullanarak. Yanından hızlıca, hafif koşar adım giden adamı, anlık gelen merakla izledi. Köşedeki nöbetçi öğrenci masasından sandalye alarak kadına doğru hızlıca ilerledi. "Öğretmenler odasında da çalışırız ama insanların içinde rahat edemeyiz, böyle daha iyi." dediğinde elindeki kalemi kullanarak sınav kağıdına eğildi kadın.

 

"Çok güzel." dedi hafif eğilerek kağıda bakan genç adam. "Puanlandırmaları biliyorsundur, canının istediği gibi akışı, puanlamana göre ilerletebilirsin."

 

Kalan zamanda da alıştırmalarla devam ettiler. Dönüp dolaşıp yolları ona çıkıyordu Hande'nin, üstelik bunu önceden planlamazken şimdi planlı ilerliyordu. Yüreğini sarmalayarak ele geçiren hisler, kendinden bağımsız haraket etmesine neden oluyordu. Günleri güzel ve verimli ilerledi, Hande için çok güzeldi ama karşısındaki adama ne ifade ederdi, orasını bilmiyordu. Öğretmenler odasına tekrar gelmişler, Hande sakince paydos için eşyalarını toparlamak istiyordu. Kendilerinden başka kimsenin odasında olmaması da ayrı ürperti ve heyecan vermişti kadına.

 

"Yardımların için çok teşekkür ederim." dedi sakin sesini kullanan Hande. "Rica ederim." derken duraksadı genç adam. "Bu arada." Elini ceketinin cebine yerleştirirken bir şey aradığını anladı kadın. Sonunda cebinden çıkarttığı, kadının kendi tokası ile tebessüm etti Hande. "Yasemin seni çok sevdi, ondan olsa gerek, tokanı da elinden hiç düşürmedi." Gülerek uzatan adamdan tebessüm ederek tokasını avuçlarına bırakmasına izin verdi.

 

"Ben de onu çok sevdim, getirmeseydin keşke."

 

"Senin için çok değerli olduğunu biliyorum, uğurlu tokan, o olmadan uyuyamazsın." Şaşkınlığını belli etmek istemeyerek yüz hatlarını sakladı genç kadın. Kendisiyle ilgili çok şey biliyordu Karabatak, ama Hande, ona dair hiçbir şey bilmiyordu. Bu bilinmezliği ve gizemi, kadının daha çok dikkatini çekiyordu. "Tabii ki de Yasemin'i, uğurlu tokamdan daha çok sevdim." Eline tokasını alarak gülümsediğinde adama daha çok verdi bakışlarını. "Ben pek çocukları sevmem aslında, Yasemin benim için bir çocuktan çok daha fazlasını ifade ediyor." Elinde tokası, başını tekrar aşağı eğerken kendinden bağımsız sözler dökülüverdi dudaklarından. "Senin karanlık geceyi andıran gözlerinin ifade ettikleri misal, hissettirdikleri bambaşka."

 

Hızla ardını döndü, nasıl konuşmuştu o kelimeleri, kendi de inanamadı kendine. Bir daha hiç ona bakmadan, koluna çantasını alarak öğretmenler odasının çıkışına doğru ilerledi.

 

Güzel ilerlemişti günü, akşam ki davete giderken mutluydu, isteksiz değildi, keyfi yerindeydi. Aynı, okula özenerek giyinip geldiği elbisesiyle davete gitmişti. Gecekondunun kapısından geçerken yine aynı titreme almıştı içini, evlendikten sonra ikinci gelişiydi ve ilkinde çok kötüydü. İlk gelişinde acı çekerek girdiği kapıdan, şimdi mutlu giriyordu. Nedense davetten önce kuaföre gitmek içinden gelmiş, makyajını bu defa orada, ince dokunuşlarla tamamlatmıştı. Saçlarına ufak işlem uygulatarak, uçlarının her tutamına bir renk ekletmişti. Sarı, kırmızı, mor, eflatun, mavi, yeşil; gökkuşağı misali, uçlarından her tutama bir renk ekletti. Kendi rengi zaten kumraldı, onu hiç elletmemişti. Yemek davetinde ilk dikkatini çeken de, Nurcan Hanım'ın kendisine karşı tavırlarının daha sakinleşmiş olmasıydı. Sadece kendisine değil, hemen hemen herkese öyleydi aslında. Kimseyle konuşmuyor, içine kapanık, sıkılgan ve utangaç şekilde sessiz takılıyordu.

 

"Yasemin kalktı." Elindeki çay bardaklarını masanın üzerine dizmekle meşgul olan Seda, ansızın gerilirken karşısındaki Hande'nin gözlerine baktı dikkatlice. "Sizin tanışıklığınız var Hande, sana zahmet, tabii eğer dengede durabilirsen, buraya getirebilir misin?" Seda, aslında bunu biraz da bilinçli yapmıştı ama Hande anlamamıştı elbette. Yüzündeki tebessümü ölçmüş, abartmak istememişti genç kadın. "Tabii ki." dedi hafif tebessüm ederken. Yerinden yürüteç desteği olmadan kalkarken aksamalarla ilerledi sesin geldiği odaya doğru. Aralık duran kapının önüne ilerlediğinde, sağlam elini kullanarak oda kapısını ittirdi. Yatakta, büyük, pencere kenarındaki beşikte, ağlayarak etrafına bakınıyor, sanki sıcak kucak arıyordu. İki elini havaya kaldırdığında, o şekilde adım atmakta biraz zorlansa bile ilerledi genç kadın. Yüzünde, yıllarca hiç olmamış farklı tebessümün ince gölgesi, usulca ilerledi o tarafa doğru. Zamanında sargılı gördüğü kolunu, şimdi kıpırdatabildiğini fark etmesi, sevindirmişti genç kadını.

 

"Uyandın mı sen, güzellik." Yatağa tamamen ilerledi, beşiğin tahtalarına kendini dayayarak iki kolunu da uzattı. Çok fizik tedaviye gittiği için artık daha düzgün haraket ediyordu. "Yasemin Hanım, ben geldim, hatırladın mı acaba beni?" Uzattığı kollarını kullanarak belinden tuttu ama hemen kaldıramadı beşikten. "Hadi bir tanem, tutun bana." Sanki son dediğini hissetmişçesine minik elini omzuna koyan bebeği, kuvvetli bir nefes alarak biraz zorlansa da kaldırdı. "İyileştin mi sen, yaramaz." dedi gülerek. Daha kucağına aldığı anda kollarını boynuna, Hande'nin saçları arasından geçirerek dolamıştı Yasemin. "Düzelmiş kolun, çıkarmışlar sargıyı, bir daha yaramazlık yapmayalım olur mu? Gönül çelen olarak kal sen hep, benim gönlümü çeldiğin gibi, aileni, babanı üzme. Hadi gel bakalım, içeri geçelim."

 

Geri kalanı sakin geçen akşama, Yasemin'le neşe kattı Hande. Bir an olsun indirmedi kollarından, isteseler de bırakmadı. Eline verdikleri biberonu zorlanmadan kendi kullandı, sütünü kendi içirdi. Çok sürmeden kollarında uykuya dalmıştı, işin ilginç tarafı, daha hiç ağlamamıştı. Uyuyana kadar, Hande'nin uçları renkli saçlarıyla oynamış, minik eli kızın saçında kalarak gözleri kapanmıştı. Durumu tuhaf bulan, en çok Seda olmuştu. Çünkü Yasemin'e genelde kendisi bakardı ve hiç böyle uysal çocuk değildi. Tuhaf bulmakla beraber, fazlasıyla da hoşuna gitmişti. "Uyudu cadı, biz uyutmaya kalksak kıyameti koparır, sende kendiliğinden uyudu." Elindekileri bırakarak Hande'nin yanına gelen Seda, hemen yakınına oturmuştu. "Yorulmuşsundur, alayım istersen." Kollarını uzatan kıza karşı biraz çekti bebeği. "Yok." dedi sakince. Biz memnunuz halimizden, ikimizin de gayet keyfi yerinde." Yüzünü üzerine eğerek tebessüm ederken kucağında biraz salladı. Başını bir ara kaldırdığında kocasının gergin, sinirli bakışlarıyla karşılaştı. Ne olmuştu şimdi, neyi kurmuştu yine kafasında? Üzerine durmadı, umursamadı. Çok geç saatlere dek oturdular, kalkarlarken biraz gerildi Hande. Kucağında bebek varken doğruldu, bırakacak başka kucak aradı. Tam o sırada, karşısında duran Fatih, birkaç adım atarak kendisine ilerledi. Kollarını uzatarak bebeği almak için çabaladı, usulca uzatırken beli kıvrıldı kadının. Tamamen kucağına bırakırken bebeği, yine aynı şekilde adamın koluna sımsıkı sarıldı. Uzun zamandır kendisine seslenen kocasını duymamıştı bile, olanları seyre dalarak, sürekli kendisine seslenen adamın, en sonunda gördüğü manzaranın da ardından sinirleri kayış misali gerildi.

 

"HANDE HADİ!" Defalarca kez seslenmiş, sesini duyuramayınca, en son o adamla böylesi yakın görmeyi kaldıramamıştı. Yüksek sesi, herkesin ürpermesine neden olurken kadın da afallamış, karşısındaki adamdan uzaklaşarak diğer tarafa doğru ilerlemesine neden olmuştu. Kucağındaki kızını yengesine hızla teslim ederken bebek çoktan uyanmış, gürültüden korkarak ağlamaya başlamıştı. Fatih'te artık gördüklerine tahammül edecek bir parça sabır kalmamıştı. Sabır da denemezdi aslında, görmezden gelmeye çalıştı bunca zaman ama artık bir yere kadardı. Hızlıca çıkış kapısından çıkarak bahçe tarafına ilerlediğinde, sıyrılarak giden misafirlerini izledi. Tam ardlarından gideceği sırada, kolundan tutan annesine sinirle döndü. "Dur oğlum, yalvarırım yapma." dedi annesi. "Ben artık senin önünde durmayacağım, çünkü seni kurtarmak için çabaladıkça o günahsız kızı tehlikeye atarak başka günaha giriyorum." dedi acı içinde.

 

"Zarar verirse, gözümü bile kırpmadan o şerefsizi öldürürüm." Gözlerindeki kararlılık, karşısındaki kadını çok korkutsa bile sakin kaldı. "Kadınlar böyle sahiplenerek kendisini koruyan adamlardan hoşlanmazlar, korkma, Hande güçlü bir kız, kendini zaten korur. Ona bu hissi ver ve şimdi sakin kal." Sadece sustu, yanlarına gitmeyecekti ama kadına yakın olacaktı, en azından o evin yakınlarında duracaktı. "Ben biraz dolanacağım, başka işim var." derken hızlıca arabasına doğru ilerledi. İlk kez annesine hak verdi. Şimdi giderse, tüm olaylar karmakarışık hale gelebilirdi ama yakınında olacaktı. Canı nedensizce o kadına yakın olmak istiyordu. Yolları dönüyor, dolaşıyor ve o kadına çıkıyordu, bunun sebeplerinden biri de Yeliz Hanım'dı. Kendilerini aynı işyerinde buluşturacak kadar ileri gitmişti. Hesabını mutlaka soracaktı ama şimdi değil.

 

Hande, evin kapısından daha girdikleri anda ağır konuşacağına dair kendine çoktan söz vermişti. "Sen kimsin be?!" dedi kükrercesine. Onun misafirlikte kullandığı sesten daha gürüne sahipti Hande, gücünü hislerinden alıyordu ama neye karşı olan hislerinden olduğunu bilemedi. "Kim oluyorsun da bana insanların içinde sesini yükseltebiliyorsun?" Yükselen sesine karşılık araya girecek olan Seher Hanım'a döndü Hande, artık zerre tahammülü kalmamıştı. "Siz mümkünse gidip bekar kızınızla ilgilenin, evli oğlunuzun hayatına karışmayın." Sonra tekrar kocasına dönerek, açıklama bekleyen bakışlar attı. Öyle ki, hiddetle haraketleniyordu bakışları. "Evli olduğun aklına şimdi geldi herhalde, elin adamıyla fingirdeşirken hiç aklında değildi."

 

"Ağzınızı toplayın." Kayınvalidesine karşı hiç olmadığınca şiddetliydi sesi.

 

 

"Sana, annemle düzgün konuşman için son kez uyarıda bulunuyorum."

 

"Yaa, öyle mi? Acaba devamı gelirse n'aparsın?"

 

"Hande, benim canımı sıkma; sinir oldum, bağırdım orada, gelseydin sen de. Kalkmaya karar verdik ama sen kopamadın."

 

"Kucağımdan çocuğu ancak bırakabildim."

 

"Ayyy canım, kıyamam ben sana. Çocukları böyle sevdiğini bilmiyordum, madem meraklısın, otur evinde, kendi çocuğuna bak."

 

"İnsanların içinde beni aşağılayamazsın, bana sesini yükseltemezsin."

 

"Sen de bana yapmıştın, annene, 'Burası benim evim.' mesajını verirken beni o insanlara ezmiştin."

 

"Benim öyle bir niyetim yoktu, daha işe başlayalı bir ay olmadı, maaş alamadım ben be, kafayı bana takma sebebin herhalde çalıştığım ortam."

 

"Hande, bak meseleler uzamasın, düzgünce sonuca erdirelim. Kendin de söyledin, evet derdim o adam, ya şikayetçi ol, ya da çık oradan."

 

"İkisini de yapmayacağım, şikayetçi olmayacağım, sen iş bulamadığına göre okulda çalışmaya da devam edeceğim."

 

"Ulan derdin ne kızım senin, ne yaşadın altı ay o adamla?!"

 

"Kes be, uzatma, şikayetçi de olmuyorum, işten de çıkmıyorum. Çok meraklıysan oradan ayrılmama, kendine iyi kötü demeden iş bulursun."

 

"Seni öldürürüm." Yanına yaklaşarak hızla koluna yapıştı kadının. Fahri Bey'i aradı Hande'nin gözleri ama bulamadığında bir parça gerildi. Ne acıydı, koskoca evde, kayınpederinden başka destekçisi yoktu. "Bırak kolumu." Kendine güvenerek, kolu elinde olmasına rağmen başını dimdik tuttu. "Yarın beraber karakola gideceğiz, hemen ifade verecek, seni kaçırıp zorla tuttuğunu anlatacaksın." Hiddetle başını iki tarafa salladı. Yapmayacaktı, şimdi şurada öleceğini bilse, o zaten öksüz çocuğu bir de yetim bırakmazdı. Hem mesele bu değildi, kendisine bunca zaman koşulsuzca bakan birinin emeğini çöpe atamazdı. "Sabrımla oynama benim, o it herife de boşuna ilgi duyma, seni bu halinle benden başkası kabul etmez." Yüzüne iğrenir ifade takındı genç kadın. Gerçekten karşısındaki adamdan aşırı midesi bulanıyordu.

 

Hande, hissettiği sarsıntının etkisini daha üzerinden atamazken daha büyük bir bırakılışla geri doğru ittirildi. Eline kavradığı kolundan tek hamlede kendisini ittiren adam, geri doğru çok sert savurdu kadını. Dengesini sağlayamadığı için o kadar sert savruldu ki, yan şekilde düştü yere. Yanağı çok sert çarparken diğer tarafı da hissiz kaldı. Ağzında bir ıslaklık hissetti, ağzından kan akıyordu. Çok sürmeden, burnunun hemen altında, ağzına doğru akan kanı anladığında, eli ile ağzını kapattı. Karşısındaki adamın anlık refleksle ama bir o kadar da bilinçli hamlesi, kadını perişan etmeye yetmişti.

 

Sabahı zor eden Fatih, evden hızlı şekilde çıkarak, arabasını çok sevdiği sahil kenarında durdurdu. Yüksek duvarın üzerinde oturarak olanları düşündü. Yolları dönüyor, dolaşıyor ve o hırçın kadına çıkıyordu. Bunu ne yaparsa yapsın engelleyemiyordu. Yok muydu bunun kaçışı? Oturmuş neler yapacağını, ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Cebinden çıkardığı telefonundan galerilere girmiş, çok eski bir resme bakakalmıştı. Hande'nin hayatına daha hiç dahil olmadan, onun varlığını öğrendiği zaman ulaşmıştı resim kendisine. Önce resmini görmüş, o şekilde tanımış, sonra kitap kafede karşısına çıkmıştı. Yüzü gülüyordu resimde, gülünce fazla hoş ve zarif oluyordu. Bakışlarını üzerinden alamıyor, almak da istemiyordu. Gülümsedi resmi büyütürken. Koruyacağına dair söz vermişti koruyamamıştı. Kayıp gitmişti de ellerinden, tutamamıştı.

 

"Anne." Sonunda resimden çıkarak arama bölümüne geçen adam, hızlıca annesini aramıştı. "Yasemin kalktı mı, ben çok hızlı çıkmak zorunda kaldım."

 

"Kalktı, yanımda, keyfi de gayet yerinde."

 

"Yedi mi bir şeyler?"

 

"Her zaman ki mamadan hazırladım oğlum."

 

"Sütü içirirken dikkat et, olur mu? Önce bileğine damlat, sonra ver, sıcak olabilir, ben hep öyle yapıyorum."

 

"Aa, şu sözlere bak, sizi nasıl büyüttüm sanıyorsun. Tabii dikkat edeceğim." Zoraki tebessüm etti. "Sağ ol anne." dedi güçlükle. Yaşadığı sürece çabalayacaktı, bir evladı vardı ve en önce onun için çabalayacaktı. Telefonu kapatırken daha okula geçmediğini, birazdan geçeceğini izah etti annesine. Yorgundu ama içinde nedeni bilinmez bir yaşama sevinci vardı. Bunu neyden aldığını tam olarak bilmiyordu. Zamanı geldiğinde okula geçerek öğretmenler odasında hazırlandı, ardından birkaç dersini verdi. Tekrardan öğretmenler odasına girerken gözleri nedensizce tekrardan o kadını aradı. Görememek şaşırttı, belki de dersinin olmadığını düşünerek üzerine durmadı. Çok sonra konuşulanları dinlerken anladıkları, kaskatı kesilmesine neden oldu.

 

"Hande Hanım hastalanmış, okula rapor göndereceğini belirtti, boş dersiniz varsa biriniz girersiniz." İçeri giren, İbrahim Bey'in eşi olan Hürrem Hanım konuştuğunda, merakı arttı Fatih'in. Onlara ardı dönüktü. Elinde, içi dosyalarla dolu klasör vardı. "Nesi varmış acaba?" dedi Coğrafya Öğretmeni Yeşim Hanım. "Zaten hasta, dengesini kaybedip çok sert düşünce ağrıları artmış." Bir an duraksadı genç adam, dinlediklerini hazmetmek için çabalarken dün annesini dinlediğine çok pişmandı. Gitmeliydi ardından, gerekirse çekip kolundan almalıydı o kadını. Ama nasıl ve hangi sıfatla olduğunu bilemedi. "Ne düşmesi, merdivenden falan mı?" dedi tekrardan öğretmenlerden diğeri. "Dün olmuş, düşmüş olduğu yere, nasıl olduğunu ben de tam bilmiyorum." derken sözlerini ilave ettirdi Hürrem Hanım. "Gelince kendisi detayını anlatır." Üzerine çok durmadı kimse ama Fatih anladı önemsiz olmadığını.

 

"Aile içi şiddet olabilir, eşiyle sorunları var ve ben bunu kendisiyle kısa sürede tanışmama rağmen anlayabiliyorum." dediğinde Yeşim Hanım, sinirlerindeki kayış koptu genç adamın. Elinden klasör, hızla yere düşerken öfkeden ellerinden can çekilmişti sanki. Herkesin bakışları, anlık olarak genç adamın üzerine çevrildi. Sakin karşılayarak yaşadığını, sakince yere düşen klasörü aldı ve dosyaları tekrardan toparladı. Daha çok öğretmenler odasında kalmadı ve konuşulanları dinlemek istemedi. Anladıkları yetecekti kendisine, daha fazlasına gerek kalmamıştı.

 

Son dersini hızlıca vererek okuldan çıkarken kinden gözü dönmüştü. Bir taraftan Aras'ın devamlı takıldığı kıraathaneye sürerken diğer taraftan da annesini aradı. Siniri, içine sığmayarak dağlarca taşacak kadar derindi. Hızla arabasını çalıştırırken son dersini erken bitirdiğini anımsadı, zor vermişti zaten. Bir an önce o adi herife göz dağı verecekti, bunun için çok geç bile kalmıştı. Çalan telefon açıldığında diğer taraftan, istemeden ağır konuştu annesine. "Senin vereceğin fikir bu işte, kendin kadar düşüncelerin de." Çok sert konuşurken istemeden sesi yükseldi. "N'oldu Fatih, yine n'aptım oğlum ben?" Elini direksiyona çok sert geçirdi. "Daha n'apıcaksın anne?!" dedi kin içinde, olanları aklı almıyordu. "Dün sana kandım, gitmedim ardından, o adam itmiş kızı, düşmüş hastalanmış, ne olduğunu bile tam olarak bilmiyorum. Sadece okulda öğrendim ama artık tahammülüm kalmadı. Mutlusundur inşallah, çok sevinmişsindir. Mümkünse bir daha kimseye fikir verme, olur mu anneciğim? Yapamıyorsun çünkü, bencilliğin oraya da yansıyor." Telefonu hızla kapattı, konuşacak halde değildi. Kıraathaneye doğru arabasını sürerken tam önünde gördüğü manzara ile sırıttı, canını çok ağır sıkacaktı.

 

Tam o sırada arabasından inen Aras, kıraathaneye doğru yürüyordu, arabasını park edeli çok olmamıştı. Yan kırarak direksiyonu, yürüme alanına hızla giren Fatih, aracı resmen kıvırarak, adeta tozu dumana katarcasına adamın üzerine sürerken yaptığından bilinçsizdi. Gözü dönen genç adam, başta hızla girdi görüş alanına, ardından ise gazdan çekti kendini, biraz frene yöneldi. Geri giden adamın üzerine doğru ağırca sürdü bu defa da arabasını, önceki hızından eser yoktu ama siniri gittikçe artıyor, ağır haraketlerine de yansıtmaktan kendini alıkoymuyordu. Sonunda duvara yapışan adamın üstüne doğru tekrar sürerken aracı, bir kez daha sollayarak aracı kıvırdı, tekrar hızlandı. Öyle sinirliydi ki, araba kullanışı da kendinden bağımsız şekillenmişti. Gereken hamlesini yaptıktan sonra tamamen aracı durdurdu, arabadan sert şekilde indiğinde, karşısında korkudan kaskatı kesilen adamla karşılaştı.

 

"Sen." dedi tanımak istercesine, tanıması çok sürmedi. Gözleri irileşmişti korkudan, elleri titriyordu bildiğin. "Senin." dedi tekrardan, sonra toparladı kendini. Yaşadığı olaydan korkmuştu sadece, karşısındaki adamdan korkacak kadar basit değildi. "N'apıyorsun lan, manyak herif!" Biraz daha toparlanırken çoktan toparlanmaya başlamıştı. "Araba tamiri yapmaktan devrelerin mi yandı, ruh hastası." Karşısındaki adamın bakışları sahiden korkutucuydu. Siyah gözlerinde öfkenin en ağır tonu barınıyordu. "Yandı devrelerim, fena tutuşturdun, ateşini sana da bulaştıracağım." Sesi sakindi ama öfkesi buna rağmen çok belliydi. "Yürü git be işine, rahat bırak beni, kime sinirliysen acını ondan çıkar."

 

"Sinirim sana, o nedenle acımı senden çıkaracağım, bana çabuk cevap vereceksin, Hande bugün neden okula gelmedi?"

 

"Yolunu mu gözledin?" dedi üzerine doğru yürüten Aras.

 

"Yerinde sabit kal, yoksa seni elimden kimse alamaz. Soruma hemen cevap ver, ikinci defa tekrar etmeyeceğim."

 

"Düştü, düz yolda yürümekten aciz olduğu için olduğu kısma savruldu; sonra da ağrıları tuttu, evde dinleniyor. Sen düşünme, ben kocası olarak gayet iyi bakıyorum." Kendisinin ittirdiğini birinin deme ihtimali var mıydı? Kendisinden ve annesiyle kız kardeşinden başka bilen yoktu, babasına bile dememişlerdi. "Haraketlerine dikkat edeceksin, gözüm üzerinde, o kıza insanların içinde düzgün davranacaksın, seni gebertirim." Yürüdü üzerine doğru bir adım daha, kinini bakışlarına akıttı. "Ben elinden alınca mı değere bindi, bana gelene kadar zaten incinmişti, zincire vuruyordun ya vaktinde, n'oldu, ne değişti?" Sözlerine karşılık sadece başını sallarken kollarını aşağı indirdi genç adam.

 

"Sen elimden almadın, ben sana müsaade ettim ama şimdi hata ettiğimi anlıyorum, vaktiyle vurduğum zincirleri sıkılaştırmanın zamanı geldi." Kendine bile itiraf edemediklerini, karşısındaki adama tek celsede dökmüştü. "Ben seni daha ilk suçun için içeri attıramadım ama ikincisini işlersen işim kolaylaşır." Güldü genç adam, gülüşünde olumlu düşünceler vardı. "Daha farklı tekniklerle elinden alacağım, ben tekrarları pek sevmem, daha etkili olacağım, sen keyfine göre takıl, bunlar son çırpınışların." derken adamı, harmanlanmaya hazır öfkesi ile baş başa bıraktı. Arabasına bir hızla binerek, tekrardan adeta tozu dumana katarcasına gaza yüklenerek oradan uzaklaştı.

 

O akşam, iki tarafta da dalgınlıklar vardı. Evine çok dalgın geldi Fatih, aklıyla kalbinin tam ortasında kalakalmıştı. Yüreğinin dedikleri ve mantığının dedikleri birbirine eş değer değildi. Yemek masası durgundu, herkesin üzerindeki gerginlik basbayağı belliydi. "Senden acımı çıkardığım için özür dilerim anne, inan n'aptığımı bilmeyecek kadar yorgun düşüncelere sahibim." dedi sakince. Pişmanlıklar çift taraflıydı. Başını usulca iki tarafa salladı kadın. "Ben de pişmanım, sen beni bağışla asıl, işlerin o raddeye varacağını bilmiyordum." derken şu zamana kadar yaşattığı ve sebep olduğu ne varsa hepsine pişmandı ama elinde değildi. Geri dönüşü yoktu bazı hataların.

 

Gece, Nurcan Hanım için uzun soluklu, dehşet bir kabusla devam etti. Rahmetli kızı geldi düşlerine ama düş demek hata olurdu, kabusun da ötesinde oldu. Rahmetli kızı, rüyasına gelerek kendisine kin kusmuştu. Son halini görmüştü, cansız bedenini son kez kendisine gösterdikleri güne gelmişti kabusunda. Cansız bedenine son kez dokunurken bir ses işitmişti. "Dokunma bana!" demişti buz misali soğuk ses. Olduğu yerde kalbi yerinden kalkarak inerken etrafına bakınmıştı. "Sen kötü bir insansın, kalpsizsin, senin vicdanın yok." demişti o ürpertici ses. Kızının bedenine baktığında, dudaklarının kımıldamadığını gördü. Nasıl olurdu ama ses ona aitti. "Yavrum." demişti inilti dolu bir sesle. "İncim, neredesin?" derken kendi sesinde boğulduğunu hissetti. O nasıl bir kabustu ki, çaresizliğin en korkunç halini yaşıyordu. İnsan korkarken ve bilhassa da acı çekerken nasıl böylesi viran olabilirdi? "Git buradan, benim olmanı istemiyorum." Yine ona aitti ses, soğuktu ve kin doluydu. Canından canını çekiyorlardı da, kendini toparlayamıyordu.

 

"Yapma, deme bana bunları." Yüreğine bastırdı elini, kalbinde sancı hissetti. "Bana bunu yapma." dedi ama bir kere küstürmüştü yavrusunu. Öpmeye kıyamadığı meleğini, son nefesini verirken incitmişti. "Yapma!" Sesini boğuk hissetti, acı çekiyordu ve sesine alalade yansıyordu. Neyi, nerede yanlış yaptığını o anda, korkunç kabusun içinde anlayamamıştı. Nefesini hissedemedi o anda, sanki bir el içini sıkıyordu ve soluğunu elinden alıyordu. "Ben sana n'aptım." dedi acı içinde kıvranan kadın. "Sen benim annem olamazsın." sesi döküldü tekrardan derinliklerden. Acısı çoğaldıkça soluğunun kesildiğini hissetti. "Sen bencilsin, kötüsün, acımazsın!" Kelimeler şimdi kızının sesi ile aynı, yaklaşık dört tane sesten birden dökülüyordu. Etrafını sarmaladı sesler. "Hayır, hayır, hayır!" dedi can çekişen sesini kullanarak. "Hayır kızım, hayır bana bunu yapma." dedi tekrardan ama kendi sesi de seslerin içinde boğuldu.

 

"Hayır!" Son kez hiddet içinde bağırırken yastığından başını hızla kaldırdı. Yanı başını kontrol etti, kocası yoktu. Büyük ihtimalle sabah namazı için camiye çıkmıştı. Kendi de hızla doğrularak yatağından fırladı. Yatağının üzerini kapatarak odanın camlarını açtı. O nasıl kâbustu ki, bir an sahiden nefessiz kaldığını hissetmişti. Lavaboya girerek abdest aldıktan sonra yüzünü de özenle yıkamış oldu. Özenle, huşu içinde durduğu sabah namazını, aynı özenle tamamlarken gördüğü kabusu bir parça olsun unutmuştu. İşlediği günahlara rağmen Rabbi'nin karşısına çıkmak rahatlatmıştı. Sonrasında ellerini semaya kaldırarak yakardı Allah'a, başka çaresi kalmamıştı. Derindi acısı ve kırdıklarını telafi etmek için çok çaba gösterecekti. Şimdi xamanı gelmişti, başka vakit olmayacaktı.

 

"Beni bağışla Allah'ım, işlediğim çok ağır günahlarla geldim kapına. Senden af diliyorum ama ben o affı hak etmek için çok çaba sarf edeceğim. Sana söz veriyorum, daha kendi evlatlarımı korumak için bile olsa, hiçbir masumun canını acıtmayacağım. Ben nasıl göremedim gözümün önünde çektiklerini, o bana, senin emanetindi Allah'ım, ben bunu fark edemedim. Emanetini incittim ama toparlayacağım, sana yalvarıyorum Rabbi'm, beni bağışla ve yalnız bırakma." Yüzüne sürerken ellerini, gözlerindeki yaşları geri ittirdi. Seccadesini katlayarak toparlandı, hızlıca doğruldu. İlk iş olarak mutfağa girecekti, bugün çok duracaktı orada. Çok da denemezdi aslında, eli bayağı hızlıydı. Namaz için boynunu örtecek şekilde bağladığı şalını çözdü, ince tülbentlerden aldı. Saçlarının altından geçirerek tepede birleştirdi tülbentini, ardından oval şekilde bağladı.

 

Hızlı haraket edecekti, kendini o şekilde şartlandırdı. Cevizli, tarçınlı klasik ama çok beğenilen meşhur kek tarifini uyguladı. Fırından kalıp içinde çıkardığı kekinin ardından tahinli kurabiyelerini sürdü fırına, diğer taraftan da börek malzemelerini hazırladı. Peynirli, patatesli ve kıymalı böreklerini de kurabiyeleri çıkardıktan hemen sonra sürdü. İstediği şekilde hazırlamayı başarmıştı, çünkü çok özenmişti. Soğumaya ve kendine gelmeyi bırakırken hazırladıklarını, hızlıca kahvaltı hazırladı. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bunu bilse de Nurcan Hanım, daha çok bencillik edemezdi. Ya iyi olacaktı, ya da kötü bir insan olarak ateş saçacaktı, ortası yoktu. Birinci seçeneği tercih etti. Çocukları ve camiden dönen kocası ile beraber kahvaltı ederlerken hazırladıkları, Seda'nın gözünden kaçmamıştı. "Döktürmüşsün anne, bize mi o hazırladıkların?" dedi merak içinde. Bir şeyler çevirdiğini hemen anlasa da genç kız, şimdilik belli etmemekte kararlı durdu.

 

"Size artanları bırakacağım tabii ama aslında hasta ziyareti için hazırladım."

 

"Kim, mahalleden biri mi?" dedi merakla soran Fatih. Acelesi vardı, okuldaki derslerden ötürü ihmal ettiği tamirhanesine geçecekti. "Öyle de denebilir." derken hızlıca başından savdı Nurcan Hanım. Kahvaltı masasından herkes dağılırken kendi de kalktı ve güzelce masayı toparladı. Mutfağı topladı, tertemiz hale getirdi. Hazırladıklarını çok güzel paketledi, karton torbalara yerleştirdi. Üzerini özenle giyindi, paltosunu sırtına geçirdi. Şalını başına özenerek bağladı. Çantasını koluna taktıktan hemen sonra ellerini karton torbalarla doldurarak evden çıktı. Çok ağır olmasa da yorucuydu ama dolmuşla gidecekti. Normalde yürünecek mesafeyi, elleri dolu olduğundan mecburen dolmuşa binecekti.

 

Sabahın erken saatlerinde kapısı çalınan Seher Hanım, komşusuyla karşılaşmayı beklemiyordu. "Hoş geldin Nurcan." derken biraz afalladığı belliydi. "Biz de kahvaltı ediyorduk, gel buyur, beraber, Allah ne verdiyse yeriz." dedi tebessüm etmeye çalışırken. "Ben kahvaltımı ettim, öyle bir ziyarete geleyim dedim." İçeri ilerlerken gözleriyle aradığını çabuk buldu. Kendisine arkası dönük kıza, oturma odasında koltuğu yatak gibi açarak yer hazırlamışlardı. "Azıcık rahatsızlandı, tutturdu odada tek kalamam diye, ben de buraya açtım yatağını." Çekinerek açıklamada bulunurken sadece başını salladı Nurcan Hanım. "İyi etmişsiniz." dedi sakince. Yakınında bulmuştu aradığını, üst kata, odasına çıkmasına gerek kalmamıştı.

 

"Siz devam edin kahvaltınıza, ben zaten gelinine bakmak, 'Geçmiş olsun' demek için gelmiştim." Hande, yarı uzandığı koltukta üzeri örtülü halde yorgunca beklerken algılayamadı duyduklarına, sertçe zihnine çarparak geçti düşünceler. Tam olarak algıladıklarını kavramak için çabalarken neye uğradığını şaşırdı. Yanına yaklaşan adımlar, duyduklarının doğru olduğunu gösterdi ama nasıl olurdu? Yanına yaklaşırken aşağı eğik başını kaldırdı, tam karşısında duran Nurcan Hanım'la göz göze geldi. Elindeki karton torbaları kenara bırakan kadın, tam karşısına oturarak kendisine baktı sadece. "Canım." dediğinde sakince, dikkatini çekmek için çabaladı. "Senin için geldim ben, sadece seni ziyaret etmek istedim." Kenarda duran ellerini tuttuğunda, dehşetle gözlerini aralamamak için kendini zor tuttu Hande. Herhalde ki kendisini ikaz etmek için gelmişti, başka açıklaması olamazdı. Yine 'Oğlumdan uzak dur.' derse şaşırmazdı.

 

"Ben sana neler hazırladım, en sevdiklerinden yaptım." Kendisiyle uzun süre kaldığından, sevdiklerini az çok hatırlıyordu. Önüne bıraktığı paketlerden sırasıyla hepsini çıkarırken gösterdi düzgünce. "Cevizli kekle başlayalım mı?" Duraksadı, kızın şaşkınlığını atmasını bekledi. Kaşlarının çatıldığını gören Nurcan Hanım, gülümsememek için kendini zor tuttu. "Ya da ben sana şöyle güzel bir tabak hazırlarım şimdi, hepsinden koyarım içine." Elindekileri tekrar masanın üzerine bırakırken kıza azıcık daha yaklaştı. "Kalkıp hazırlayacağım şimdi bir tanem, daha iyi misin?" dedi şefkat içinde. Hande, bunların hiçbirini beklemediğinden olsa gerek, kaskatı kesilmişti.

 

"Güzel kızım benim." Sıcak avuçlarını sımsıkı tutarken okşadı. "Biliyor musun, Yasemin seni çok sevdi, tokanı bir an olsun düşürmedi elinden." Yüzündeki tebessümleri artarken Nurcan Hanım'ın, vicdanındaki acı süpürülürcesine alınıyordu içinden. Hande, kendini toparlaması gerektiğini düşündü, bir yere kadardı şaşırmak, üzerinden atmalıydı. Kapısına, evine ne için gelirse gelsin, düzgün karşılamalıydı. Çatılan kaşlarını düzelterek kendini toparladı. Öyle bir sarsılmıştı ki, aralıksız yatmıştı. Defalarca kez kendisinden özür dileyen kocasını görmemişti bile, onu görecek gözleri kapanmıştı. Şimdi toparlanmalı ve kendisine ne yaşatırsa yaşatsın, hasta bile olsa evine gelen kadını düzgün karşılamalıydı. Psikolojik baskıyla evlendirilmiş, evli kaldığı sürede de değişerek bambaşka birine dönüşmüştü. Sorunlu adamla uğraşırken değişmiş, olayların gerçek yüzünü görmeye başlamıştı. Şimdi ki kişiliğine yakışmazdı, o nedenle düzgün karşılayacaktı.

 

"Hoş geldiniz." dedi sakin, tebessümden uzak ama kibar bir sesle. Yerinden doğrularak sehpa üzerindekileri toparlayan kadın, "Hoş buldum canım." dedi tebessüm ederek. "Ben sana şunları hazırlayayım." Sehpa üzerindekileri tamamen toparlarken mutfağa doğru ilerledi. Hande, aklını kurcalayan çelişki dolu sorularla kalakalmıştı. 'Gönül çelen' dediği Yasemin'i anımsadı istemsizce, tebessümden alamadı kendini. Sonra durdu ve düşündü. Acaba Yasemin'in kendi gönlünü çeldiği gibi, kendisi de Nurcan Hanım'ın içindeki o katı duvarları yıkmayı başarıyor muydu? Kim bilir, belki de bu vicdan ve merhamet dolu yaklaşımının ardından ona ilerleyerek bunu başaracaktı.

 

Seher'den izin alarak mutfağı kullanan Nurcan Hanım, hazırladıklarını tabaklara yerleştirirken içinde zerre azap kalmadığını hissetti. Bundan sonra her şey çok farklı olacaktı. Ölümün var olduğu yalan dünyada, evlatlarını çok ağır tehlikeye atacaktı ama varsın olsun, içi rahat edecekti. Hazırladıklarını sırası ile büyük servis tabağına doldururken tebessüm etti tekrardan. Yanında olacaktı daima, destek olacak, sahip çıkacaktı. Başka seçeneği kalmamıştı. Ya iyi bir insan olacaktı, ya da kötü, bunun ortası yoktu, olmayacağına net şekilde karar verdi. Dünyada iki çeşit insan vardı, ya iyi insanlara çıkacak yolumuz; vicdanımızı dinleyecektik, ya da kötülüğün yüreğimizi karartmasına izin verecektik. İlkini seçti Nurcan Hanım, iyiliği ve vicdanını takip ederek tercihte bulundu.

 

 

Bölüm sonu...

 

Nurcan'ı böyle görmeyi hiç beklemiyordunuz sanırım. Beni şaşırtmadı, çünkü başından beri bu hale geleceğine dair planlarım vardı. Hislerini yazarken de çoğu zaman mesajlar vermiştim, anlayan anlamıştır. Şimdiden sonra daima açtığı yaraları kapatmak için uğraşacak. Sonrasında nasıl birine dönüşeceğini bilemem.

 

Hande'nin hisleri şimdiden yeşermeye başladı, Fatih'le sürekli bir arada olmak istiyor. Üstelik Aras da, fark etmişsinizdir ki, yavaşça gerçek yüzünü göstermeye başladı.

 

Neler olacağını zamanla göreceğiz inşallah...

Loading...
0%