Yeni Üyelik
35.
Bölüm

34. Bölüm: "Yeni Alınan Karar"

@mavi_melekler

Güzel, sonuna hayran kalacağınız bir bölüm getirdim sizlere.

 

Cem Belevi'nin 'Hayat Belirtisi' şarkısını dinledik diye hatırlıyorum ama olsun, bir daha dinleyelim. Çok güzel ve uyumlu. Dinlemediysek de önceden, daha iyi dinleriz. Belki ikinci ama son defa dinleyelim. Sonrasında başka hoş parçalarla geleceğim karşınıza.

 

 

34. Bölüm: "Yeni Alınan Karar"

 

Yaşam, bazen o kadar ağır kayışını kaybederdi ki, insan kendi de inanamazdı nasıl avuçlarından kayıp gittiğine. Hande'nin hayatı, çok değişik bir evreden geçerken, makara misali sıyrılıp akıyordu, değişimin hızına kendi de yetişemiyordu. İyi yönde mi değişiyordu, kötü yönde mi, burasını pek bilemiyordu ama kendini iyi hissediyordu. Son olanların ardından Aras'la arasına çok ağır sınır bırakmıştı. Ne kadar özür dilese de, kabul ederek sineye çekememişti bu defa. "Seni bilinçli itmedim, aniden oldu." dese de inanmak istemedi. Yanına gelmiş, kolundan tutmuş, ağırca sarsmıştı. Buna inanamaz, hemen kabul edemezdi. Sabrının tükenmesine zaten çok kalmamıştı. Geçen zamanda mutluluğu artmış, yaşamı zamandan zamana güzelleşerek şekil almaya başlamıştı.

 

Ay sonu gelmiş, ilk maaşı ile Yeliz Hanım'ı yemeğe çıkarmıştı Hande, o bunu çoktan hak ediyordu. Başta çok ısrar etmişti annesi, kabul etmemekte direnmişti ama yalvarmalarına dayanamamıştı. Beraber yemeğe çıkmışlar, zaman geçirmişlerdi. Yemeğin hemen ardından alışverişler yaparak vitrinleri, mağazaları dolaşmışlardı. Kalıcı hediye almak istese de kabul ettiremedi Yeliz Hanım'a, kıyamamıştı kendisine, kabul ettirememişti. Neslihan Hanım'la görüşmeyeli uzun zaman oluyordu ama görüşesi de gelmemişti. Bir süre daha onunla karşılaşmamak, kendisine huzur verecekti. Geçen zamanda kendisine gelerek şaşkınlığa uğratan Nurcan Hanım, kendisi daha üzerinden şaşkınlığı atamadan ziyaretlerini arttırmıştı. Hiç beklemediği anlarda ziyaretine gelerek kendisine her zaman, "Senin için geldim." demesi ayrı bir tuhaf hissettirirdi. Daha alışamamıştı varlığına ama o, sanki alıştırmak için ayrı çaba gösteriyordu. Düştüğünden sonra toparlanana kadar birkaç kez gelmiş, ardından hiç görüşmemişlerdi.

 

Fatih, hislerinden kaçmak için çaba gösterdiği dönemde, istese de bunu başaramıyordu. Her gittiği yerde o vardı. Okulda, davetlerde, mahallesinde... İşin en ilginç tarafı, her yerden gitse hislerinden gitmiyordu. İnsan bu kadar sık gördüğü birini nasıl unutabilirdi? Yine okulda dersine yetişmesi gerektiği zamanlardan birinde, kapısı açık sınıfın önünden geçerken içeride öğretmen olmadığını anlayarak o tarafa yöneldi. Aralık kapıdan hızla içeri girerken kendisini gören öğrenciler de aynı hızla yerlerine oturmuşlardı. "Dersiniz ne?" dedi sakince. Öğrencilerden biri hızla atlayarak, "İngilizce." dediğinde duraksadı genç adam. Yine yolları ona çıkacaktı belki de, birazdan kapıdan girecekti kesin. "Hande Hanım mı giriyor sizin dersinize?" Sorduğu sorudan kendi bile rahatsız oldu. Yolları hiç ondan sapmamıştı ki. Sorusunu onaylayan öğrencilerden biri, "Derse geldi ama bize beş dakika beklememizi söyledi hocam." dediğinde kaşları çatıldı adamın. Çok sürmeden tekrardan cevap alarak durumu açıkladı. "Rahatsızlandığını belirterek lavaboya gitti ama çok zaman geçti, beş dakikadan fazla oldu gelmeyeli."

 

Elinde olmadan endişelenirken kendi de kızdı gereksiz endişesine. Neden kendini ilgilendirmeyen meselelerle ilgilenirdi acaba. Kız öğrencilerden birini göndererek bakmasını isteyen genç adam, öğretmen masasına oturarak sınıf defterini kontrol etti. Yoklama almaktan vazgeçti, kendi gelince alırdı. Hızla kapı açılırken giden öğrenci çabucak gelmiş, korku dolu gözlerle kendisine bakıyordu. "Hocam." dedi ürperen kız. "Hande Hoca, içeride ama kendinde değil." Dehşetle kıza doğru bakarken sözlerinin devamı geldi. "Lavaboda düşmüş, baygın." Dinledikleri ile gözü döndü. Yerinden hızla fırlarken başka hiçbir düşünce kalmamıştı. Öyle gitti ki, adeta koşar adım ilerledi. "Hande!" derken sesindeki hisler, ardında kalanlar tarafından çok rahat hissedilmişti. Kapıyı çarparcasına açarken yere hızla eğildi. Baygın bedenini kolları arasına alarak eliyle çenesini tuttu.

 

Soluğu çok sürmeden hastanede almışlardı. Önce lavaboya kadar gelen, okul revirindeki doktorun müdahalesi eksik kalmış, ardından ambulans çağırılmıştı. Gelen ambulansa kadar kadını kollarında taşımasının, okuldaki herkes tarafından dikkatleri çektiğinden bilinçsizdi. Genç kadını ambulansa teslim ederken gidecekleri hastaneyi öğrenmiş, kendisine ait arabasına bilerek ambulansı takip etmişti. Hastane koridoruna ulaştığında, merak içinde doktorun çıkarak açıklamada bulunmasını bekledi. Koridorda ilerlerken çok sürmemiş, okuldan birkaç kişi daha gelmişti. Eşine ve yakınlarına haber verilmesi gerektiğini belirterek ailesine ulaşan İbrahim Bey, çok sürmeden etrafındakilerin geldiğini görmüştü. Fatih, koridorda dolanırken ardına döndüğü anda Aras'la karşılaşmayı beklemiyordu.

 

"N'aptın lan karıma?!" Üzerine doğru yürütürken genç adamın, gördüğü manzara fazlaca dikkatini çekti İbrahim Bey'in, zaten buraya gelene kadar okuldakilerden de çok söz işitmişti. "Bunu benim sana sormam gerek." Birbirlerine doğru tersçe ilerlediklerinde ikisinin bakışlarında da kin vardı. "Sana tekrar sormayacağım, kimse ne mal olduğunu bilmiyor, Hande sana insaf ettiği için senden şikayetçi olmuyor ama bu sana, istediğini yapabilme hakkını veremez, adalete bırakmadan ben keserim cezanı." Sinirinden gülmemek için kendini zor tutan Fatih, acırcasına baktı karşısındaki adama. "Hangi dünyada yaşıyorsun acaba sen." derken öldürücü bakışlar attı adama. "Kafanda ne kurduğunu bilmiyorum ama zengin züppe, aklında bulunsun, o iş senin kendini avuttuğun gibi değil." Göz dağı vermekten öte, canını sıkmak istedi ve bunu başarıyordu da. "Hande benden şikayetçi olmaz, çünkü bu öyküde fazlalık olan sensin. Eğer o kızın saçının teline zarar gelirse, içeriden çıkan doktor, ona birinin zarar verdiğini derse, bu dünyada girmek için mezar bulamazsın."

 

Tartışmalar durularak herkes kendi köşesine çekilmişti. Çok sürmeden Hande'nin diğer ailesi olan Yeliz Hanım ve Dilek Hanım'la Efsun da gelmişlerdi. Geldiği anda sadece Fatih'le muhatap olan Yeliz Hanım, olanlar hakkında ondan bilgi almıştı. Ne Seher'le, ne de Aras ve diğerleri ile konuşmuştu. "Yavrum benim." dedi acı çeken Yeliz Hanım. "Biraz toparlansın, alıp götüreceğim buralardan, olmuyor böyle, tüm yükler omuzlarında, yapamıyor işte." derken canından can çekiliyordu sanki. "Kimi nereye götürüyorsunuz siz yaa." derken alayla gülen Aras'a midesi bulanırcasına baktı Yeliz Hanım. "Hiç çırpınma, sonunda kaybedeceksin, sen itiraf etmesen de biliyorum. Hande'yle evlenmenin tek sebebi, benim mal varlığım. Ama çabaların boşuna, beş kuruşsuz gebereceksin! İstediğin kadar çırpın, kızımı senin elinden alacağım. Çok uzaklara götüreceğim, daha yüzünü bile göremeyeceksin."

 

"Haddinizi bilin, siz benimle bu şekilde konuşamazsınız."

 

"Ben, Neslihan değilim, sen beni iyi tanımalısın, ben seninle tam da bu şekilde konuşurum."

 

"İnsanların parasıyla işim yok benim Yeliz Hanım, sizin paranıza ihtiyacım olsaydı, birilerini kaçırıp eşkiyalık yapardım. Ya da paranız için Hande ile evlenmiş olsaydım, tüm değeri Neslihan Anne'ye değil, size verirdim."

 

"İşsiz dolanmandan belli ne mal olduğun, Fatih benden Hande'ye bakmak için milyonlar teklif etsem de almadı; o çok sevdiğin Neslihan'la bir olup, Allah bilir nelerin planını yapıyorsunuzdur."

 

Hastane koridorunda tartışma daha çok artmadan doktor çıkarak açıklamada bulunurken herkesin içi rahatlamıştı. Strese bağlı tansiyon düşmesinden ötürü olduğu söylense de, birkaç kişi hariç kimse inanmamıştı. Son tartışmalar gerçekleşirken İbrahim Bey de dahil, okuldaki birkaç öğretmen, konuşulanların hepsine şahit olmuştu. O an anlamışlardı Fatih'in lavaboya doğru hızla koşmasının nedenini, endişelenmesinin mutlaka sebebi vardı. Aralarında bir şeyler vardı ama neydi, orasını bilememişlerdi. Fatih, Hande'nin durumunun iyiye gittiğini öğrendiğinde, ağırca uzaklaşarak hastane çıkışına doğru ilerledi. Otoparktaki arabasına ilerlerken tüm bunları neden yaptığını, ne için böyle ilgili olduğunu bilmiyordu. Hızla arabasını sahil kenarına doğru sürerken aklında bastırdığı çokça hisler vardı. Son zamanlarda ne kadar çok sahil kenarına giderek kayalıklara oturarak sigarasını ciğerlerine çektiğini hatırlamıyordu. Öylesi ihtiyacı vardı uçsuz bucaksız mavi denizin hırçın sularını izlemeye...

 

Günler ilerlerken çok sürmedi Hande'nin taburcu olması, istirahat şartı ile aynı gün çıktı. Evine kısa süreliğine, çekinerek bile olsa gelen Yeliz Hanım, kendisine haddinden fazla bakmıştı. Sevgisini vermişti en önce, varlığını hissettirmişti. Çok kalmamıştı, bir süre ilgilenerek gitmişti, o evde kalacak yüzü yoktu. Her ne kadar, "Burası benim evim." dese de ikna edemedi annesini. Zaten bu söylediğine kendi de inanmamıştı. Şu sıralar sahiden evini sorsalar çok bilinçsizdi. Dinlenmeye devam ederken çok sürmeden kendini toparlasa da, iyice iyileşene kadar odasından çıkmadı. Devamlı halini hatırını soran kocasını görmezden gelerek kısa cevaplar vermişti. Şimdilerde ona karşı kırgınlığa bile uzaktı. İstirahat ederken kimseyle çok muhatap olmadı, mecbur kalmadıkça konuşmadı. Sıcaklığa ihtiyacı vardı ama 'Gelme' demişti Neslihan Hanım'a, onu çekecek durumda değildi. Çok ısrar etse gelirdi Yeliz Hanım ama etmedi, onu istemediğine mecbur bırakmadı. O söylemese bile zaten günlük geliyor, mutlaka kontrol ediyordu kendisini. Gelemese bile telefonla arayarak destek veriyordu. "Geçecek annem, hepsini atlatacaksın." diyordu daima.

 

O, çok sıcaklığa ihtiyacı olduğu günlerde, hastalandığını öğrenen Nurcan Hanım'ın tekrardan kendisine gelmesini beklemiyordu doğrusu. Hem şaşırdı, hem de nedensizce hoşuna gitmişti. Elleriyle içirdiği sıcak çorba, yediği tüm yemeklerden daha lezzetli gelmişti. "Biz seninle biraz kötü başladık ama hepsini düzelteceğim." derken samimiyetine inanmayı çok istenişti Hande ama çok zordu. Ya bir oyun peşindeyse, bilemezdi ki asıl düşüncelerini. Kısa zamanda karşısına alarak konuşacaktı ama şimdi değil. Çünkü çok halsiz ve yorgundu. İşyerine rapor bırakmıştı ve tamamen düzelmeden gitmeyecekti, toparlandığında çok güçlü kalkacaktı, bir daha düşmeyecekti. Çok düzgün doğrulacaktı, daha yıkılmamak üzere yerinden kalkacaktı. Neden okulda öylesi baygın düştüğünü kendi de bilmiyordu. Zaten sabah gittiğinde kötüydü, iyi değildi. Hastanedeki doktor da açıklamıştı, yorgunluk ve en başta stresti. Böyle sorunlu bir ailede yaşıyorsa çok normaldi.

 

Kolejdeki işine döndüğü günlerde, şaşkınlığın daha gürleriyle karşılaştı. Kendisini hastaneye Fatih'in getirdiğini, diğer öğretmenlerden öğrenmişti. Bunu neden Yeliz annesi ve Dilek Hanım'lar dememişti? Göstereceği tepkiden çekinmiş olabilirdiler. Yine borçlu kalmıştı, ona zaten çok borcu olduğunu düşünürdü. Üzerine yine çizgi detaylı, yarımlık resmi bir elbise giyerken saçlarını sıkıca, aşağıdan topuz yapmıştı o gün, karşısına çıkmadan önce öğretmenler odasındaki aynadan son kez makyajını kontrol etmişti. Koridora, elinde çantası ile ilerlerken hep gözleri onu aramıştı. Bir katın ara holünde karşılaştığında, derse girmek üzere olduğunu gördü. Kendisinin dersi boştu ama onunla böyle konuşmayı tercih etti. Daha geniş zamanda konuşmak istemedi, konuşacak kelimeleri tükenirse çok çekinirdi.

 

"Sadece beni hastaneye yetiştirdiğin için teşekkür etmek istedim sana." Çekimerek başını aşağı eğerken konuşacak kelime aradı. "Yerimde kim olsa aynısını yapardı, ben seni sadece ambulansa taşıdım, o an ben vardım." Ne demek istemişti, ne ima etmişti, anlamamıştı ama cevabından hoşlanmamıştı. Keşke kendisine, 'Özelsin' izlenimini verseydi, böyle demeseydi. Sonra tekrardan kızdı kendine, yine saçmalamıştı, evli bir kadın olarak bazen çok ileri gidiyordu. "Sonradan hastaneye gelmişsin, muhatabın olmayan insanlarla uğraşmışsın." derken iki adım geri çekilerek ardına döndü. "Öyle olması gerekti." dediğinde bir ara ardına döndü Hande ama konuşamadı, sadece belli belirsiz tebessüm edebildi. Gücünü toparlarken utançla başını eğerek diğer tarafa dönen kadın, olabildiğince hızlı şekilde uzaklaştı. Ne tepki vereceğini bilemeden sınıfa ilerleyen genç adam, sürekli onunla karşılaşmaktan çok yorulmuştu. Bunun hesabını Yeliz Hanım'a ağır soracaktı. Kaçmak istedikçe karşısına çıkması, mutlak ki kaderdendi ama kendisi için zordu işte. Daima kaderi inkar etmek istiyordu ama ne zamana kadardı, orasını bilememişti.

 

Günler geçerken alışmıştı devamlı adamla karşılaşmaya, Hande için karşısına çıkmaması anormaldi sanki, hep arar olmuştu onu. Yine o gün okul kantininde oturmuş, kahvesini yudumlarken karşılaştıkları, hayatını daha farklı noktalara sürükleyecekti. Yanına gelerek okul kantininde kendisini bulan Nurcan Hanım'dan o an için ürkmüştü. Evine gelmesi, kendisine 'Geçmiş olsun' demesi, henüz onu kabullenmesi için yeterli değildi. Tekrardan oyun oynayacağından, beklemediği hamlelere kendisini vuracağından korkuyordu. Yerinden kalkmak istedi karşılamak için ama izin vermedi karşısındaki kadın, "Otur canım." dedi sakince. Yanına gelerek karşısına oturduğunda, çok sürmeden söze girdi Hande. Açıklamada bulunması, kendini savunması gerekti. "Yolumda ilerliyorum ben, olanlarda suçum yok. Baştan bilmeden burada işe başladım, gerçekten haberim yoktu, hepsi Yeliz Annemin planlarındandı. Bana 'Çık' deseniz de çıkamam, sizden çok kocam dedi ama çıkmadım, çıkmayacağım da. Sizi çok iyi anlıyorum, annesiniz, endişeniz evlatlarınız adına, benim gibi kadını da kendi ailenize layık görmemeniz çok normal ama bazı hayatlar çok zor, her zaman her tarafı memnun edemiyoruz."

 

"Hande'ciğim, ben kimseyi ayırt etmiyorum, etmem de. Sakın beni böyle anlama, yargılaman bu yönde olmasın. Benim seninle değildi o zaman sorunum, başkası çıksa karşıma, ona da aynı düşüncelerle yaklaşırdım. Kimseyi istemiyordum bir zamanlar, kinim hayata karşıydı, ölümün olduğu yaşama karşı. Biz seninle çok kötü başladık, başta elime esir olarak geldin, baktım korktuklarım başıma gelecek, seni Neslihan'ın eline yem misali attım. Beni affetmeni istemeyeceğim, zamanla sana karşı hatalarımı telafi etmek için çok uğraşacağım, senden sadece bana müsaade etmeni istiyorum. Allah, yeniden başlayanların yardımcısıdır, izin verirsen seninle tekrardan başlayalım. Ben, evlatlarımı sevgiden kaçırırken başka hayatları perişan etmişim. Herkesi acıdan uzaklaştırmaya çalışırken kendim de dahil birçoğunuzu daha çok acıya mahkum etmişim. Bir sevmeye, sevilmeye uzanamamış elim."

 

"Ben size kırgın değilim ki, zerre kırılmadım." Biraz doğrulurken oturduğu sandalyede, kadına bakışlarını yaklaştırdı. "Sizin bende Neslihan Annem'den daha çok emeğiniz var, çabalamak zorunda değilsiniz. Kendinizi istemediklerinize zorlamayın, yüküm ağır gelir size, altından kalkamaz boğulursunuz, hakkınıza karşılık bunu yaşatmak istemem."

 

"Güzel kızım benim..." Masanın üzerindeki avuçlarını elleri arasına alarak okşadı, burukça tebessüm etti Nurcan Hanım, böyle ince düşünen birine nasıl bunları yaşatmıştı. Allah, sonsuz affedici ve merhamet sahibiydi, mutlaka bağışlardı ama kendisi, kendini affetmeyecekti. "Ben kızımı çok erken kaybettim. Geceleri uykum çok bölünürdü, İnci'm son günleri geçirirken Allah'tan biraz daha zaman isterken hep kalkardım. Çoğu zaman uykudan uyanır, onu kontrol ederdim. Yan döndürürdüm, altından alırdım, üşenip sabahı beklemezdim. Yüküm ağırdı ama bana yükten öte, yaşadığımı hissetmekti. Sana gelince, Allah iki tane anne vermiş, ikisinden de aile yüzü görmemişsin. Haklı olarak evin neresi, onu da bilmiyorsun. Ben sana 'Benim evimi yurt edin.' demiyorum, istediğin yeri tercih et. Nereye gidersen git, bir an olsun seni bırakmayacağım. Yanında olmak istiyorum, canım acıyarak yaptığım hataları, şimdi umutlarımla telafi etmek istiyorum. Hande, ben konuştum kızım, Seher'le görüştüm. Sadece sana yakın olabilmek için orada çalışacağım. Yardımcı arayışındasın biliyorum, sana destek çıkacak birine de ihtiyacın var."

 

"Yapmayın, buna mecbur değilsiniz." Sesinde çaresizlik ve kırıklık vardı, canının acısı da sesine yansımıştı. "Hande, lütfen dinle kızım." Dinlemedi, sözlerini devam ettirmesini bekleyemedi. "Ben yapamam ki, size böyle sığınamam."

 

"Yavrum, başka çaremiz yok, bak senin birine ihtiyacın, ilerleyen zamanlarda daha çok olacak. Tanıdık olması, senin için de daha doğru değil mi? Benim teselliye ihtiyacım var Hande, bana da imkan tanı. Bu nasıl anlatılır bilmiyorum, çünkü bazı acıların tarifi yoktur. Annesi ölene 'Öksüz' derler, babası ölene 'Yetim' derler. Evlat acısının tarifi yoktur, kanadın kırılır, tesellin kalmaz. Yarım kaldım ben, öyle bir yarım kalma ki, daha hiçbir güç tamamlayamayacak beni. Eksikliğimi tamamlar mısın, benim tesellim olur musun? Bize izin ver, biliyorum çok zor ama ne olur bana imkan tanı. Fatih bilmemeli, senin için bile olduğunu öğrense, o evde çalışmamı kabullenemez, kocan söylemez korkma, çünkü ben ucuza çalışmayı kabul ettim, bunu göze alır."

 

"Siz benden önce karar vermişsiniz, madem sizin için iyi olacak, bana söz düşmez."

 

"Yeniden başlamamıza izin veriyor musun yani?"

 

"Nasıl isterseniz, ben size zaten kırgın değilim, zaman daha çok telafi edecektir tüm eksikleri."

 

"Beraber kalkalım mı, tabii işin yoksa, oradan senin eve geçeriz."

 

"Olur." Çekinerek çantasını koluna alırken doğruldular beraber. Belli ki bilinçli seçmişti yanına gelmek için bugünü, Fatih'in okulda olmadığı zamanı belirlemişti. Yan yana yürürlerken koluna girerek yürümesini daha çok hızlandırdı Nurcan Hanım, ona uyum sağlarken daha çok hızlandı Hande. Yol uzundu ama koluna giren biri olunca daha rahat yürünüyordu. "Yolu yarıladık ama ben yorulmadım sayenizde." dedi gülerken. Girdiği kolunu okşadı kadın, tebessüm etti. "Çünkü bazı yollar tek yürünmüyor, yola yoldaş gerekiyor." dediğinde kadın, kendisini de tebessüm aldı. Bayağı yürüdüler ama yorgun değildi Hande, eğlenerek gitmişlerdi. Eve yaklaştıklarında, mahalleden azıcık uzakta caminin önünden geçerken duraksadılar.

 

"Seni tek göndermek istemiyorum, o evde pek zamanım olmayabilir, benimle şu camiye kadar girebilir misin? Hemen vakit namazını hızlıca kılıp çıkacağım." Duraksadı, ne diyeceğini, nasıl tepki göstereceğini bilemedi. "Ben..." dedi sakince gevelerken. Sonra önündeki büyük, minareleri uzun, bahçesi geniş camiye baktı. "Gelmesine gelirim tabii ama hoş olur mu oraya girmem." Kendini oraya layık görmeyecek kadar günahkar hissetti. Zavallı annesini ameliyat masasında bırakıp evlenmiş, neticede Allah çektirmiş, evliliğinden hayır görmez olmuştu. "O nasıl söz öyle, neden hoş olmasın, hadi gel, on dakika sürmeden çıkarız." Kendisini hafifçe çekerken beraber kapıya ilerlediler. Daha caminin bahçesinden girerken içine ferahlık gelmişti ama düşünceleri değişmemiş, kendini layık görmemişti. Yüksek merdivenleri çıkarak içeri geçen kapıya ilerlediler. "Dur, çantamda olacaktı." derken kol çantasını kurcaladı. Çıkardığı ince, kırık beyaz rengindeki şalı, omuzlarını kapatacak şekilde saçlarına kapattı.

 

İçeri girdikleri anda yüksek tavanlara doğru, başını kaldırarak sakince baktı. Yüreğini ele geçiren huzurdan kendini alamadı. "Gel canım, gel seni bir iskemleye oturtalım, yere oturamazsın sen." Çektiği hafif yüksek iskemlenin üzerine oturturken kendisini, tekrardan doğruldu. "Seni iki annenin ikisi gibi başka hayatlara zorlamayacağım, sen günün birinde kendi kararını zaten vereceksin. Sadece senden, beni beklerken dua etmeni istiyorum. Yolunu, evini bulman için çok dua et olur mu? Hani ilk beraber etmiştik, hatırlamışsındır. Seni hayata döndürdüğüm, ölümün eşiğinden aldığım gün sana, 'Konuşmayı biliyorsan, dua da edebilirsin.' demiştim. Şimdi senden yine bunu istiyorum, beni kırmayacağını düşünüyorum."

 

"Denerim." dedi sakince. Yorgun şekilde iç geçirirken önünden çekilerek üzerini düzelten kadını izledi. Şalını düzgünce bağladıktan hemen sonra namaza durmuştu. Etrafını inceledi. Sahi, uzun zamandır böyle içini rahatlatan ortama ne çok ihtiyacı vardı, dinlenmesi gereken yüreğiydi. Saçlarını örten şalını düzeltti tekrardan, sonra dikkatini topladı. Kırık gönlünün şifaya ihtiyaç duyduğunu hissetti. İyi ki dua etmek vardı, iyi ki Allah vardı ve gün gelir de duaları kabul olursa, günahları affolursa Allah, yaşayamadığı çocukluğunun hesabını mutlaka Neslihan Hanım'a soracaktı. Kendisi ona hakkını helal etmişti ama Allah affeder miydi, orasını bilememişti. Çok canını acıtmıştı, acımadan yakmıştı yüreğini, şimdi nereye gideceğini bilmeyecek kadar yaralıydı. Yarasının yerini bile bilmiyordu.

 

"Yaramın nerede olduğunu bilmiyorum Allah'ım..." Yukarı doğru zorlanarak kaldırırken ellerini, kendini serbest bıraktı. "Bilmiyorum ama canım çok acıyorum, nerede hata yaptığımı da biliyorum. Ben, beni çok seven annemi hastanede bırakarak nikah masasına otururken belki de işledim en ağır günahı, şimdi ondan önce senden af diliyorum. Yolunu kaybetmiş, yaralı bir serçe kuşu gibiyim şimdilerde, nereye gideceğimi; nerenin evim olduğunu, yaralarımın yerini bile bilmiyorum. Ben acizim ama sonsuz gücün ve kuvvetin sahibi sensin, beni bağışla, bana yolumu göster, senden başka sığınacak kapım yok. Yalnız sana geldiğimde evimi aramıyorum. Beni kapına gelmekten mahrum bırakma." O an sanki yıllardır dua ediyormuşçasına sarf ettiği cümleler, selam vererek namazını bitiren Nurcan Hanım'ın bile istemsizce kulak misafiri olmasına, anlamsızca da şaşırmasına neden oldu. Yorgundu, çok halsizdi. Ağlayacak omuza ihtiyacı vardı, sığınacak limana. Birinin omzuna başını bırakarak saatlerce ağlamak istiyordu. "Amin." derken ellerini usulca yüzüne sürmesi, karşısındaki kadına tebessüm ettirdi.

 

"Kalkalım mı canım?" Yanına gelirken söyledikleri, sadece başını sallamasına neden oldu. Yan yana tekrar kalkarlarken içinde eşsiz huzur hissetti kadın. Sanki dertlerini burada bırakarak gidiyordu. Ne yapacağını bilmese de dua etmek rahatlatmıştı. Yan yana yürürlerken Hande, aklındakini Nurcan Hanım'a sormak istedi ama bundan çok çekindi. Şimdi bu birden nasıl sorulurdu ki. "Annesiz büyüyen çocuklar biraz hırçın olurlar, Yasemin de öyle aslında ama nasıl olduysa seni çok sevdi." Tebessüm ederken aklından sormak istediği soru çıkmadı. "Benim de normalde çocuklarla aram iyi değildir ama onu çok sevdim." Yürürlerken eve doğru merakına engel olamadı, aniden sorması doğru değildi ama mecburen soracaktı. Sonra durdu, konuyu getirerek sorabilirdi, aklına gelenle ağır şekilde giriş sağladı. "Kabir ziyaretlerine onu da götürüyor musunuz?" dedi merak içinde, aslında sormak istediği soru bu değildi.

 

"Aralıklı olarak evet ama çok değil." Yürürlerken sakince kısa cevap verdi kendisine. Yokuş iniyorlardı ve inmesi kolaydı Hande için, çıkarken zorlanırdı genelde. "Yakın mı rahmetlinin kabri, ulaşımda zorluk yaşamıyorsunuzdur umarım." Sorduğu soru ile afalladı Nurcan Hanım, onun şaşkınlığını çabuk anladı Hande, çatılan kaşlarından kavradı. "Yasemin için sordum aslında, sevdiğim birini kaybetmedim ama kaybetme aşamasına geldim, o nedenle merak ettim sadece." Çekingen konuşmaları, kadının merakını daha çok artırdı, çünkü o nedenle sormadığını biliyordu. Başka sebebi vardı ama çözemedi. "Yakın, bu Pendik'teki Selvi Cadde'sinde." Burada zaten bir tane mezarlık vardı, caddenin ismini de vermişti, çok rahat giderdi ama soy adını bilmeden mezar taşını nasıl bulurdu. Orasını da sabah, okulda Fatih'ten öğrenecekti ama nasıl, tam olarak bilemedi. Beraber, kendisinin şu anki evine girdiklerinde, kendilerini güleryüzle karşılayan Seher, "Gelinimi ikna etmişsin, hadi ikinize de hayırlı olsun." dedi sakince. Zaman, ne tuhaf kavramdı. Sadece ilerleyerek ardında binlerce değişime neden olabiliyordu.

 

Sanki Allah sesini duymuştu da, işi rast gitmişti. Ertesi gün okulda, derse yetiştiği sırada, istediğini öğrenecek delili bulmuştu. Hem de hiç aramadan gelmişti ellerine. Derse girerken kendisinden önce Fatih'in orada olduğunu, öğrenciler tarafından öğrenmişti. Öğretmen masasında, notlarını tutmak için kullandığı kişisel defteri kalmıştı genç adamın. "Ben teslim ederim." Yerinden doğrularak eline defteri alan genç kadın, sınıfın çıkış kapısına ilerlerken içinden birkaç kağıdı istemsizce düşürdü, elinde defteri tam kavrayamamıştı. Öğrencilerden biri, gelerek defteri toplarken elinden düşen kağıt parçalarını kendisi aldı Hande, "Tamam." dedi boğazını temizleyerek. "Ben gerisini hallederim." derken elinden hepsini alarak çıktı ve koridora ilerledi. Çok düzenliydi defteri, içine ufak kağıtlar atarak ek notlar alırdı. Gürültülü sınıfa dönerek içeriye seslendi. "Sessiz olun, kitaplarınızı açın, geliyorum birazdan." Yükselterek sesini, içeriye doğru bağırdı. Koridorda aksayarak ilerleyen Hande'nin eline, kalın bir kağıt geldi. Üzerinde resim vardı üstelik.

 

Resim iki kişilikti, biri Fatih'ti, karanlık geceyi andıran gözlerinden tanıdı Hande, onu nerede görse bilirdi. Yanında bir kadın vardı, daha önce görmüştü. Fatih'in evinde kalırken bir keresinde, resim çerçevesini düşürmüş, çerçeve kırılmıştı ama resim sağlam kalmıştı. Kendisine hiç kızmamıştı. Çünkü keyfinden kırmadığını, durumundan ötürü devamlı bir yerlere çarptığını biliyordu. Yasemin, demek ki bu resimdeki kadındı, onu da tanımıştı. Kızılın en ince tonundaki saçlarına eş değer yeşil gözleri vardı, yüzü çok berraktı. Haddinden öte, parlayan güzelliğe sahipti. Kartondan süslü kağıdı incelediğinde, geç de olsa idrak etti. Bu, çok şık bir düğün davetiyesiydi. Yarım kalan bir sevdanın sembolüydü, evlenmek istemişler ama 'Ölüm' denen illet, buna müsaade etmemişti. Üzerini dikkatle inceledi. Yazılarını gözden geçirerek okurken içinde burukluk hissetti.

 

"Ömür boyu sürecek mutlu

Beraberliğimizin başlangıcında,

Sizleri de aramızda görmekten

Onur duyacağız..."

 

Yazıyı okuduğunda tekrardan netleştirdi, düğün davetiyesinden başkası değildi. Yazının hemen üstündeki isimlere dikkatle bakarken aradığına kavuştuğunu, yazıyı birkaç defa daha okuduğunda anladı.

 

Yasemin Demir & Fatih Arhan

 

Tekrardan, aklına kaydetmek istercesine okudu. Bundan sonra hazırdı, kabir ziyaretine hiç zorlanmadan gidebilirdi. Düğün davetiyesini de defterin üzerine bırakarak sınıfa ilerledi. Kapıyı bir kere vurarak araladı, tahta karşısındaki adamla karşılaştı. "Fatih Bey." dedi ardına dönerek kendisine bakan adama. "Defteriniz bir önceki dersinizdeki sınıfta kalmış, ben fark ettim, size onu getirdim." Yanına doğru ilerleyen adam, elindeki tebeşiri tahtanın kenarına bıraktı. Yaklaşırken hissettiği parfüm kokusu, ciğerlerine kadar inmişti. "İçinden bunu da düşürmüşsünüz." dedi defterin üzerindeki davetiyeyi göstererek. "Teşekkür ederim." derken hafifçe tebessüm etti adam. "Gidebilecek misin sınıfına, geleyim mi seninle?" Yanına herhangi bir aparat almadan gelmesi, endişelendirmişti kendisini. Ses çıkaramadı kadın, sanki onunla zaman geçirmek, kendisine verilmiş mucizelerdendi. "Gel." dedi eli ile dokunup hafifçe ittirerek. Hande'nin aklında, yanındaki adamla sınıfına doğru ilerlerken sadece o isim vardı, zorlanmadan rahmetlinin kabrine gidebilecekti.

 

Okul çıkışında acelesi vardı, aklına koyduğunu yapacaktı. Yürürdü normalde ama orası çok karışıktı, bu nedenle taksi çağırarak adresi verdi. Kısa mesafeydi aslında, yürüyebilirdi ama yolu tehlikeli olabilirdi, çünkü azıcık karışıktı. Ne yapıyordu, nereyeydi bu gidiş? Zaten gidişine son vermek için kabrini ziyaret edecek. 'Kendime engel olacağım.' diyecekti. Başka seçeneği kalmamıştı, gün geçtikçe daha çok saçma hal alıyordu. Üstelik evliydi, tamam son zamamlarda eşiyle şiddetli geçimsizlik yaşıyordu ama yaptıklarını haklı çıkarmazdı. Sıkıca koltuk değneğinden destek alarak taksiden inerken ödemeyi içeride yapmıştı. Doğruldu, kapıları karmakarışık mezarlığı izledi kısa süreliğine. Yürüdü, birkaç adım atarak adımlarından güç aldı, kapının etrafından dolandı. Yorgundu kalbi, hisleri ve düşünceleri, yalnızca bedeni değildi halsiz olan. Yaşamak dedikleri böyle miydi, her adımında tedirginlik mi vardı? Hande, kendini tepeden tırnağa suçlu hissediyordu. Şimdi kabrini ziyaret ettiği kadına saygısızlık, hadsizlik ettiğini düşünüyordu.

 

Çok zorlandı aradığı mezar taşını bulmakta, tedirginlik yaşadı tekrardan. Dün sorduğu Nurcan Hanım'dan yeri yanlış mı öğrenmişti acaba? Başta böyle düşündü ama Pendik'te, bu cadde üzerinde tek mezarlık vardı. Yokuş aşağı zorlanarak indiğinde, bulacağına dair umudu kalmamıştı. Çıkış kapısını ararken köşede gördüğü mezar taşı çekti dikkatini. Çok sonda kalmıştı, köşede ve dipte duruyordu. Derince bir nefes verdi dışarıya, halsiz düşmüştü ararken. Çok büyüktü mezarlık, bir an bulacağına dair tüm hislerini yitirmişti. Soluklandı kısa süreliğine. Kontrollü adımlar attı. Yürüdü o tarafa doğru. Saçlarında, Nurcan Hanım'ın dün kendisine camide verdiği krem rengi şal vardı, takside çantasından çıkararak önceden örtmüştü. Kendisinde kalmıştı o şal, başından çıkararak kendi çantasına yerleştiren Nurcan Hanım, "Her zaman üzerinde taşı, boynuna dolarsın kışları, mutlak ki her türlü ihtiyaç duyarsın." dediğinde severek almıştı. Yürüdü mezar taşına doğru, sonunda bulmuştu, tam da bulacağından umudu kesmişken... Ellerinde özenle hazırlattığı gül buketini usulca bıraktığı mezar taşına zoraki adımlarla ulaştı.

 

YASEMİN DEMİR

D.T: 12.12.1991

Ö.T: 13.11.2018

 

"Merhaba." Önce başlangıcından ötürü kendine sinir oldu ama sonra tanımadığı birine başka nasıl başlangıçta bulunacağını düşündü. Yapamazdı, başka türlüsünü bilmiyordu. "Ben söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum, ne demem gerektiğini de bilmiyorum. Yüreğimde adını koyamadığım hisler var, tabii ben biliyorum. Şimdi uzaklardan bir yerlerden beni kahrolarak izliyorsun, haklısın da elbette. Ne olur korkma benden, acıların üzerine mutluluk kuracak kadın değilim, olmayacağım da. Tamam, bazı saçma düşlere meylettim başlarda ama doğru olmadığını şimdi ben de anladım. Hayatta olsaydın, çok farklı olabilirdi. Fatih'i sevmediğini bilsem, ne bileyim, onu terk etmiş biri olsan, seni belki karşıma alırdım. Ama sen onu çok sevdin, ben bunu biliyorum. Öyle güzel sevdin ki, evladın bile şimdi senin adını taşıyor. Sen çok güzel bir insansın, sevdana saygı duymak düşer bana. Yüreğimi ele geçiren hislerden sonuna kadar kaçacağım, ben öyle kadınlardan değilim, olmayacağım. Şu zamana kadar olanlar için beni bağışla, bana hakkını helal et, olur mu?"

 

Gözlerinin dolmasına engel olamadı, yutkunmakta zorlansa da birkaç denemenin ardından yutkundu. Avucuyla okşadığı mezar taşına, diğer koluyla zorlansa bile su dökerken üzerine bıraktığı çiçekleri incitmek istemedi. Yaklaşan adım seslerini sonradan fark eden genç kadın, ağırca başını kaldırdı. Elinde çiçeklerle, kendi bulunduğu mezarlığa doğru ilerliyordu. Yaşı, Nurcan Hanım'ın yaşına benzerdi. Yarımlık siyah eteğinin üzerinde koyu kahverengi gömleği vardı. Saçlarını aşağıdan topuz yapmıştı. Karşı karşıya geldiklerinde anladığı misal, rahmetlinin yakınlarındandı. Kendisini bulmuştu sanki, nereden denk gelmişti.

 

"Merhaba kızım." Yüzüne buruk tebessümle bakmasından rahatsız oldu, kadının tebessümünde bile acı barınıyordu. "Merhaba." dedi yüzü ve bakışları aşağıda kalırken. Bugün 'Merhaba' kelimesine ne kadar çok şahit olmuştu mezar taşları. "Sen bir arkadaşı mısın Yasemin'imin, tanışmadık hiç daha önce, ben annesiyim." Yüzüne acı bir kasırga misali çarpan gerçekle daha çok gözleri doldu. "Yok." dedi can havli içinde. Yüzüne kısa süreliğine gözleri değdi Hande'nin. Sarışın yüz hatlarına rağmen, uzun, kemikli ve kalın burnu, iri dudakları, açık kumral saçları vardı. Yaşlı olmamasına rağmen saçlarındaki birkaç beyaz tel çekmişti dikkatini. İnsan acıdan ibaretti, acıyla yoğrulan varlıktı. "Hiçbir şeyi değilim." dedi tekrardan. Olmayacaktı, bir daha Fatih'in hayatında da 'Hiç' olacaktı. Kim bilir, belki de hep öyleydi zaten. "Çok zaman olmuş ama acınız ilk gün ki gibidir mutlaka, tekrardan başınız sağ olsun." dedi sakince. Usulca ardına döndü ve zorlansa da olabildiğince hızlı uzaklaştı.

 

Akşamın geç saatlerinde evine dönen Hande'nin, son olanların ardından kocası ile arası aşırı soğuktu. Defalarca kez özür dileyerek, "Bilinçsizce oldu." dese de soğumuştu bir kere. Bu soğumanın geçmesini, eskisi gibi olabilmeyi umdu sadece. Gün geçtikçe bu evden de, etrafındakilerden de daha çok boğuluyordu. "Saatten haberin vardır umarım, nerede kaldın sen?" Yanına kin içinde gelen kayınvalidesi Seher Hanım'a ters bakışlar attı. Daha anlayamamıştı kendisine hesap soramayacağını ama inatla anlatacaktı. Tekrardan haddini bildirecekti. Erken çıkmış kabirden, dışarıda oyalanmış, eve gelmek istememişti. "Göz mü devirdin sen bana, haraket mi yapıyorsun aklınca?" Yine tersliği üzerindeydi anlaşılan. "Kızım, bak karşında akranın yok senin, ben oğluma benzemem. Sürekli dikleniyorsun, ses çıkarmıyorum ama tersime denk gelme istersen." Üzerinden çıkardığı montunu portmantoya asarak ardına döndü.

 

"Hande, mutfağa gel kızım, yemek hazırlıyorum." İçeriden gelen Nurcan Hanım'ın sesine alışkın değildi. Afallasa da aksayarak o tarafa ilerledi. Gereksiz konuşan kayınvalidesine cevap vermeye bile tenezzül etmek istemedi. Onun bu evde olması, böylesi tanıdığı birinin yardımcısı olması çok tuhaftı, uzun süre alışamayacaktı. Seher'i umursamadı, kendini bir halttan saydırma çabalarına girmişti, onu anlayabiliyordu. Yürüme aparatlarının hepsini kapı önünde bıraktı. Yüksek merdiven çıkmadığı sürece böyle yürüyebilirdi ama dümdüz değil tabii. Sağ tarafı, içe doğru dönük, yamuk şekilde yürüyordu. İçeride Seher'in kendisine dediklerini duymuş muydu acaba? Bilemedi, üzerine durmadı. "Geç canım, benimle kaldığın zaman severek içtiğin şehriye çorbasından hazırladım." Sahi, o kaygısız günlerine ne kadar ihtiyacı vardı şimdilerde.

 

"Böyle kaygısızca burada çalışıyorsunuz ama Aras, son zamanlarda Fatih'e takmış durumda, mutlaka sinir ederek söyleyecektir." Önündeki çorbasını kaşıklarken kendine engel olamadan konuştu genç kadın. "Söyleyemez, gözünü korkuttum ben onun, istese de anlatamaz."

 

"Ne ile korkuttunuz?"

 

"Zıtlaşırlarsa daha çok olay çıkacağını izah ettim."

 

"Bunlara kanar mı ki? Çünkü son zamanlarda Fatih'e çok taktı."

 

"Sen rahat ol, Fatih ona bir takarsa, işler fena olacak." derken tam karşısına sandalye çekerek oturdu. Zamanı hızlı değerlendiren Nurcan Hanım, diğer ihtiyaçlarını da çabuk karşıladı. Hızlı şekilde toparlanarak eve giderken kendisine tedirgin yaklaşan Hande'ye sıkıca sarılarak evden çıktı. Daha sarılmasına karşılık veremeyecek kadar ürkekti. Hızlıca evine doğru ilerlerken vicdanındaki rahatlığın, tüm zorluklara değeceğini düşündü. Yaşanacak ne varsa, daha sonra engel olurdu ama şimdi mümkün değildi.

 

Fatih, o gün epeyce geç gelmişti eve, geldiğinde karşılaştığı manzara, kendisini çok mutlu etmişti. "Ben geldim." demişti kapısını açtığı anahtarını konsola bırakırken. Salona doğru ilerlediğinde tam karşısındaki koltukta, kucağında Yasemin'le oturan, torununu seven Sevinç Hanım'ı, uzun süredir görmediğini hatırladı. "Hoş geldiniz, sizi görmek ne güzel." derken ikinci annesine sarıldı. Nedense ona bir türlü 'Anne' diyememişti, kendisine olan emeklerine karşılık, hitabı çok fazla resmiydi. Oysa bir anneden çok daha fazlasıydı ama diyemiyordu işte. Belki de Yasemin'in vefatı, daha kayınvalidesi olamayacağını bilmesi, araya resmiyet bırakmıştı. "Nasılsınız, iyi misiniz, uzun zamandır görüşemiyorduk, çok iyi ettiniz, akşam yemeğini beraber yiyeceğiz, bırakmıyorum sizi, asla itiraz istemem." Yanına giderek sıkıca sarılmıştı, ortak olmuşlardı birbirlerine yıllarca, hastane odasında nöbetleşe beklerken ortakları, Yasemin'i o iğrenç hastalıktan kurtarabilmekti ama nasip olmamıştı.

 

"Rahmetlinin kabrine gelmeyeli çok olmuştu, tabii ziyaretten önce bazı işlerim vardı, onları hallettim, seninle de konuşmam gerekenler olduğundan rüzgar beni buraya attı. İyiyim çok şükür, bir şekilde hayat ilerliyor işte, seni sormalı, Yasemin'e ben bakarken hep gelirdin, kızını bir aldın, daha ne torunumu görebilir oldum, ne de sen kapıma geldin." Yanına tekrar ilerlerken kollarındaki kızını alan Fatih, kendine bastırarak saçlarını öperken güldü kendinden bağımsız. "İyiyiz nasıl olalım, kızınız giderken bana bu cadıyı bıraktı, şimdi işten kalan vaktimde küçük hanımın kaprislerini çekiyorum. Azıcık ihmal edince, hemen tavırlara giriyor, daha bir yaşına gelmeden triplere başladı." Yüzüne ufak öpücükler bıraktığı kızından geri çekti kendine, son zamanlarda gülüşleri artmıştı ve bunu görmek, genç adam için dünyalara bedeldi.

 

"Yabancıladı beni azıcık." derken Sevinç Hanım, kucağında kızı ile koltuğa oturdu Fatih, kollarıyla sıkıca sardı ufak bedenini. "Uzun zamandır görüşemiyorsunuz, hem okul; hem tamirhane, diğer taraftan Yasemin'le, öteki taraftan ağabeyimin emanetleriyle ilgilenmekten zamanım kalmadı inanın. Bundan sonra daha sık görüşeceksiniz inşallah, buna da zaman ayıracağım. Siz, benimle ne konuşacaktınız, öyle dediniz baştan, kötü bir şey yoktur umarım."

 

"Yok, kötü bir şey değil. Anlatacağım ama hemen 'Yok' demeden önce beni dinleyeceksin, söz ver bana Fatih, önce dinle."

 

"Tabii ki, buyrun lütfen." Kucağındaki kızının uykuya geçtiğini fark etti bir ara, böylesi daha iyiydi. Sıkıca kavrarken kollarında, dikkatini karşısındaki kadına verdi.

 

"Hatırladın mı bilmem ama ben bir ana olarak hiç unutamadım. Rahmetlinin senesi yaklaşıyor, her sene bu zaman acım daha çok çoğalır benim. Ben bu sene, tüm masrafları kendim karşılamak istiyorum, ne olur hemen karşı çıkma. Hoş, zaten karşı çıkacağını bildiğimden ötürü, ben buraya yer tutmak için geldim, Tuzla tarafında, hem sana; hem de bana yakın, güzel, büyük bir cami ile anlaştım. Yemekli, büyük davet verelim, sen de etrafından herkesi çağır. Kur'an okunur hem, hoş bir sohbet olur, ev ortamı çok küçük kalıyor."

 

"Siz şimdi gelmiş benimle konuşuyorsunuz ama gerek yok aslında. Benden önce karar vermişsiniz, vermekle de kalmamış, icraata geçmişsiniz. Kendiniz halledersiniz bundan sonrasını, ben böylesini kabul etmeyeceğim."

 

"Aaa!" dedi araya giren Nurcan Hanım, oğlunun tutumuna sinirlenmişti. "Kadın heves etmiş planlamış, sen kalkmış diyorsun ki, 'Git kendin yap, beni ilgilendirmez', yani senin demek istediğin bu."

 

"Hayır anne, öyle demek istemedim. Ben bu masrafı çok rahat karşılayabilirim, bana danışmadan haraket edip, sonra da gelip benden izin istemesi saçma."

 

"Söyleyince kabul etmiyorsun oğlum, bana başka seçenek kalmamıştı." Utangaç şekilde konuşan Sevinç Hanım, tekrardan devam ettirdi sözlerini. "Ben de senin ailendendim hani, neden aramızda ayrı gayrı olsun."

 

"Ne diyeceğimi bilmiyorum ama bakın, böyle tek başına masrafa girmenize gerçekten karşıyım. Daha önce masrafları ben karşıladım, sizin evinizde toplanıldı, şimdi yine benim de katkım olacak. Yeri kiralamışsınız, yemek işi de bende o zaman."

 

"Bence sınırları zorlama Sevinç, bu kadarını kabul etmesine de şükretmeliyiz." Nurcan Hanım'ın sözlerine karşılık gülen Sevinç Hanım, tebessümle iç geçirdi. "Eh, doğru vallahi, buna da şükür." Uzun süre daha bu mesele üzerinde konuşarak, ne şekilde organize edeceğini planladılar. "Birsen neden gelmedi?" dedi konuyu değiştiren Fatih. Yasemin'in kardeşi, kızının teyzesiydi Birsen. "Beni o getirdi zaten, iş için geldi bu tarafa, arkadaşı Zeynep'te kaldı o. Kabire gelmedi hemen, gelince kötü oluyor, beni de geçiyor, anında üzüntüden hastalanıyor. Benim de çok iyi olduğum söylenemez ama dayanamadım evladımın hasretine. Soğuk mezar taşını kucaklamak istedim, bir nebze acımı alır sandım ama nerde. Ah Nurcan." dedi karşısındaki kadına yutkunarak bakan Sevinç Hanım. "Sen nasıl dayandın, iki tane evladını koydun elinle, yaşayınca daha iyi anladım seni."

 

"Allah bir şekilde veriyor sabrını, sonra 'Panik atak' diyorlar bana ama öyle değil işte. Yitiğin olunca, kalanların üzerine daha çok titriyorsun."

 

"Öyle vallahi, Birsen'in azıcık öksürdüğünü görsem hemen endişelenirim. Oysa kocaman kız ama küçük çocuk gibi titrerim üzerine. Hayat bir şekilde ilerliyor, acıyla da, kahırla da olsa devam ediyoruz işte. Bugün kabir ziyareti, öncekilerden daha kolay geldi mesela, daha az yıprandım, güzelce suladım, en sevdiği çiçeklerden bıraktım. Aaa, bu arada!..." Aklına gelenle takılıp kalan Sevinç Hanım, bunu söylemesi gerektiğini düşündü. Kendisi tanımazdı ama belki rahmetlinin, Fatih'le ortak arkadaşlarındandı, bilemezdi ama anlatacak, soracaktı. "Ben bugün mezarlıkta birine rastladım. Benden önce gelmişti belli, mezarlığın üzerine güller bırakmıştı. Kızımın öyle bir arkadaşı yoktu, yani varsa da ben tanımıyorum, sen bilir misin? Kim olduğunu sordum, hafifçe gözleri dolar gibi oldu, yutkundu biraz. 'Hiçbir şeyi değilim.' dedi, sonra bana baş sağlığı vererek hızlıca çekip gitti. Başta kötü biri sandım, hani olur ya böyle mezarlıklarda dolanır ama sonra boşa şüphe ettiğimi düşündüm. Güzel, hanım hanımcık, hoş duruşlu bir kızdı. Giyim kuşamı tam da kabir ziyaretine uygundu. Sen tanıyor musun, var mıydı öyle arkadaşı?"

 

"Bilmiyorum ki." dedi merakla kaşları çatılan Fatih. Kollarındaki kızını, yatağına bırakması için Seda'ya verirken daha dikkatli baktı kadına. "Nasıl biriydi, tarif edebilir misiniz?"

 

"Kumral tenli, gözleri renkli ama ne renk olduğunu çıkaramadım, böyle turuncumsu gibi, kehribardı sanırım. Güzel bir kızdı, alımlı, düzgün giyimli."

 

"Kehribar mı?" Bu tarife uygun birini tanıyordu ama nasıl olurdu, mümkün değildi ki.

 

"Hande!" dedi ortama atılan Nurcan Hanım, hızla bakışlarını annesine çevirdi genç adam. "Sen nereden anladın?" derken içindeki merak çoğaldı. "O da kim, neyi nereden anlamış?" derken Sevinç Hanım, eli ile onu durdurdu genç adam. "Bir dakika Sevinç Hanım, anlatacağım ama önce benim anlamam gerek. Tahmin ettiğim kişi ise evet, ben tanıyorum ama Yasemin tanımaz. Sana gelince anne, bu kanıya nasıl vardın?"

 

"Biz onunla uzun zamandır görüşüyoruz, devamlı yanındayım. Çünkü vicdanım, sizi bencilce düşünmemden daha ağır bastım, yüreğim el vermedi. Biliyorsun ya, kocası olacak o adam, işe ne bırakıyor, ne alıyor. Ben işten aldım, evine sağlam gideceğinden ötürü endişeliyim."

 

"Bir dakika yaa! O şerefsiz, sırf bana olan inadından kızın yürüyerek gidip gelmesine razı mı kalıyor?"

 

"Aynen öyle. Geçen işte dönüyorduk, bana çelişkili sorular sordu. «Yasemin'i, annesinin kabrine götürüyor musunuz?» dedi önce, sonra da konuşmayı rahmetlinin kabrine çekti. Nerede olduğunu, yakın olup olmadığını sordu. Demek ondanmış, ben de zaten başta şaşırmıştım." Söylenenleri kavramakta zorlandı Fatih, böyle bir şeyi neden yapardı ki? Aklında tahminler vardı aslında ama tam net değildi. "Sevinç Hanım, normal biri miydi, dümdüz yürüyor muydu, yoksa?..."

 

"Aaa evet, önünde bir demir aparat vardı, ona tutunarak yürüyordu, kötürümdü sanırım, onu iyi hatırlıyorum. Kim, hadi bana da anlatın."

 

"Sen anlatırsın anneciğim, ben biraz balkona çıkacağım." Öğrendiklerinin ağırlığı üzerine yapışmış olan genç adam, yavaş ama sert adımlarla doğrulurken Nurcan Hanım da, çarpık cevaplar veriyordu Sevinç Hanım'a. "Bir arkadaşı Fatih'in ama daha belli değil, yani öyle bir şey yok aralarında." derken bu söylediğine kendi bile inanmamıştı. Olanlar olmaktaydı ve artık kendisi bile önüne geçemeyeceğini anlamıştı. Sonunda ne olursa olsun, daima Hande'nin yanında olacaktı, onu bir an olsun bırakmayacaktı. Fatih ise acı içinde kendini balkona atarken olanları öğrenen Seda, hızlıca yanına geldi. Tam karşısına otururken "Daha neyi bekliyorsun?" dedi ağabeyine. Başını iki tarafa salladı genç kız. "Görmüyor musun kızın halini, Allah göstermesin, o iğrenç adamın elinde ölünce mi anlayacaksın deli gibi sevdalandığını?" Sözleri şiddetle çarptı genç adamın üzerine.

 

"İnsan hayatı çok ucuz ağabey, ölümün saati yok. Görmedin mi Halil Ağabey'imi, bir vedaya bile sığmadı gidişi, bize veda bile edemedi. Gidişi masal misaliydi, bir vardı, bir yoktu... Kaybetmek çok ucuz, ölüm çok basitleşti. İnat etme, hayatına sımsıkı sarıl, senin olanlara sahip çık. O, hep senindi, hiç ait olamadı şimdiki hayatına. Tamam, çok kızgınsın, kızgın olmakta haklısın da. Senin emeğini çöpe atarak evlendi ama anlamaya çalış. Sonuçta hiç hoş tanışmadınız, çok kötü başladınız, korkuttun, bilhassa da yıprattın. Uzun zaman sonra güvenini kazandın ama Neslihan'ın marifeti hepsi, tabii annemi unutmamak lazım, o teslim etti ama kader, annem gibi katı birini bile pişman etti. Hande'yi pek tanımıyorum, sadece şu kadarını biliyorum, annem gibi katı birini pişman eden, daha neler başarmaz ki. Görmüyor musun, Yasemin'i ne kadar güzel seviyor. Sürekli 'Gönül çelen' diyor ona. Önce Yasemin, onun gönlünü çeldi, şimdi de o annemin gönlünü. Tüm bunları yaşatan kader değil de ne? Sen bilmiyorsun tabii, geçen Yeliz Hanım geldi, anneme bayağı ayar verdi. O olaydan sonra pişman oldu annem. Anneme şunu anlattı:

 

Hande, annemden için Yeliz Hanım'a demiş ki, 'Beni hiç sevmiyor, acaba farkında olmadan onu kıracak bir şey mi yaptım?'

 

Bunu söyleyen insan, zamanı geldiğinde senin de tüm eksiklerine yetecektir. Tamam, başlarda çok katıydı ama acılar yıprattıkça, daha çok katılaşmayı tercih etmedi. Özüne döndü, bilirsin ya, insanlar masum doğar, acılardır onları değiştiren. Hande, acı çektikçe değişti ve sanki içinde bir çiçek bahçesi oldu. Zamanla böyle değişen kadın, sana şans verecek, daha fazla ilk tanıdığı zamanlardaki gibi korkmayacaktır senden. Anlayacak kendi gibi herkesin değişebileceğini. Yaa düşünsene, rahmetlinin kabrine gidiyor, böyle incelik nerede görülmüş Allah aşkına! Daha duracak mısın, onu kendi karanlığında kaybolmaya mahkum bırakamazsın, bundan sonrası daha çok uzamasın, izin verme yalvarırım. Ne yalan söyleyeyim, başlarda ben de Yasemin'e olan tutumuna inanmak istemedim. Senden intikam almak için kullandığını bile düşündüğüm oldu, çünkü kolay şeyler yaşamadı. Sonra gördükçe anladım ki, istese de öyle bir insan olamaz."

 

Seda'nın uzun konuşması sonlandığında, bir süre bekledi Fatih, ne tepki vereceğini bilemedi. Sonra aklına geldi, uzun zamandır hesap sormamıştı. Yaptıklarının nelere bedel olduğunu, Yeliz Hanım'la sert şekilde paylaşacaktı. Yerinden hızla doğrulurken karşısındaki kızı ürperti tepkisi. Tüm hızıyla balkondan çıkan ağabeyinin ardından gelirken "Ben de geleceğim." dedi nereye gideceğini bilmese de. "Ne karar verdiğini bilmiyorum ama öğrenmek istiyorum, yanında olmalıyım. Yol boyunca konuşmam merak etme, ben senin hep yanında oldum, yine olacağım." Arabasına doğru ilerlerken Seda da gelerek ön koltuğa bindi. Genç adam, hızla arabasını çalıştırırken tozu dumana katarcasına ilerledi. Yaşadığı mahallede, sokakları arabasıyla oldukça hızlı karışladı. Şık, gösterişli, bahçesi bile düzenli villanın önünde dururken aşağı indi. "Ben seni burada bekliyorum." diyen Seda, arabanın kaputuna yaslanarak ağabeyini beklemeye başladı.

 

Kapısında uzun süre bekledi Yeliz Hanım'ın, çünkü önce yardımcısı açtı kapıyı, içeri davet etse de kendisini, gelmek istemedi. O, buraya gelecek ve yaptıklarının hesabını verecekti. Kaderle oyun oynuyordu adeta, Hande'yi karşısına o çıkarmıştı. "Hoş geldin." dedi gayet keyifli karşısına çıkan Yeliz Hanım. "Kapıma gelip hesap sormanı bekliyordum, hatta geç bile kaldığını düşündüm." Gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu genç adam. "Yani size diyecek söz bulamıyorum gerçekten. Her defasında, 'Yapma' diyorum kendime. Kanmamam gerek hislerime, 'O evli' diye ikaz veriyorum ama olmuyor, kaçamıyorum. Siz de buna ortak oluyorsunuz üstelik, karşıma çıkardınız, aynı okulda buluşmamız için çabaladınız, zaten devamlı annemin Seher Teyze'lerle görüşmesi kaderin bir parçasıyken, sizi düğümü daha çok sıkılaştırdınız. Ben sizi anlamıyorum, neden beni tercih ediyorsunuz? Yani sizin Hande'yi o evlilikten kurtaracak her türlü gücünüz varken şimdi şunu cevaplasanız, neden bu sorumluluğu benim üzerime yüklüyorsunuz?"

 

Gülümsedi Yeliz Hanım, tebessüm etmekten kendini alamadı. Uzun cümlelerin sonunda kurduğu son cümle, o son sorusu, gayri ihtiyari gülümsetti.

 

"Çünkü yalnızca sevginin gücü yetebilir buna, ben kurtarsam bile yıpranmışlığıyla, keşkelerin verdiği pişmanlıklarla geçer ömrü. Sen kurtarırsan daha az acı çeker, sevginle yenilenir tüm benliği."

 

"Bana başka seçenek bırakmıyorsunuz yani, o baş belası kızdan kurtuluş olmadığını söylüyorsunuz." Kendi de güldü, gülüverdi, ne zaman Çalıkuşu'nu düşünse, zaten hep gülesi gelirdi.

 

"İstersen kurtulursun ama yok yere iki hayatı birden zayi etmiş olursun. Değer mi hem kendi hayatını, hem de kızımın hayatını hiç uğruna ziyan etmeye? Siz neden olmayasınız, kader sizi daha çocukken karşılaştırdı Fatih, aslında Hande senin hayatına, rahmetliden bile daha önce girdi."

 

"Çok başka, o zaman biz daha çocuktuk."

 

"Tamam, şimdi de yetişkinsiniz işte."

 

"Yeliz Hanım, benim zaten çok sevdiğim biri var."

 

"Biliyorum, Allah rahmet eylesin; seni uzaklardan izliyorsa, şimdi çok kızgındır sana. Bence onu artık azat etmenin zamanı geldi ama sen bilirsin. Çünkü seni seyrediyorsa, eminim böyle olmasını istiyordur."

 

"Yani, haklısınızdır belki de. Ben, kendimi biliyorum. Geçen zamanda anladım ki, daha Hande'ye karşı tam olarak ne hissettiğimi bilmesem de, o küçük kızla uğraşmaktan çok büyük keyif alıyorum. Keşke bir an olsun boşluğa düşmeseydim de, daha sıkı tutsaydım ellerimde. Gerekirse daha sıkı hapsetseydim, bunca gereksiz acıyı çektirmeseydim. Tamam, kararımı verdim. Sizden tek ricam, sakin kalmanız ve Hande de dahil, kimseye bir şey belli etmemeniz. Ben bundan sonra, onun için çok fazla çabalayacağım. Güvenini kazanmaya çalışacağım önce, başardığım anda da çekip çıkaracağım o bataklığın içinden. Geç kaldım ama sadece bir kere geç kalmış olacağım, bundan sonrası bambaşka olacak. Yeni hayatın kapılarını kendime de, ona da aralıyorum, bundan sonra benim için Hande'den başkası olmayacak." Ardına dönerek hızla uzaklaşırken genç adam, arabanın kaputuna yaslanmış olan Seda da, duyduklarının şaşkınlığı vardı. Demek ki konuştukları işe yaramıştı. Şimdi kapı pervazındaki Yeliz Hanım'la birbirlerine tuhaf bakışlar atan Seda'nın hisleri eşitti. Fatih, arabasına doğru ilerlerken yeni aldığı karardan zerre pişman değildi. Seda ve Yeliz Hanım'ın üzerinde önce şaşkınlık, daha sonra ise yeni alınan kararın umudu vardı. Umut herkes içindi, sevmeyi bilen herkese eşitti.

 

Bölüm sonu...

 

Hande'nin Nurcan'la ilişkisi sizce nasıl ilerlemekte? Ben büyük keyifle ilerletiyorum.

 

Kabristan ziyareti hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum. Fatih'i, Hande için mücadele etme kararına vardıran, bunu öğrenmesi oldu. İnceliğine bir kez daha tutuldu.

 

Gün geçtikçe istediğiniz oluyor, güzel bölümler görüyoruz. Düşüncelerinizde, eleştirilerde buluşalım...

Loading...
0%