@mavi_melekler
|
Yeni bölümü getirdim sizlere. Karşınıza gelirken şunu belirtmek isterim ki, her şey usulca değişiyor ve o nedenle yazmak epeyce keyif vermekte bana.
Bölüm şarkısı şimdi de Funda Arar'dan gelsin. 'Yediverenim' şarkısı ile geçtim karşınıza. Hadi bakalım, başlayalım...
35. Bölüm: "Farkına Varılarak Tekrarlanan Şiddet İzlenimleri"
Yaşam, amaçlarla şekillenirdi biraz da elbette. Karar aldıkça hedefler belirler, yolumuzu daha net görürüz. Öyle hale gelmişti ki genç adamın yaşanı, bundan sonrası olmayacaktı kendisi için, olmaması gerektiğini anımsadı. Güne erken başladı, tarzı değildi aslında böylesi erken kalkmak. Dün olanların ardından daha uyku tutmamıştı. Yatağının üzerini kapatarak hızlıca hazırlandı, üzerini değiştirdi. Kimseyi kaldırmadan ortalığı toparladı, birkaç lokma atıştırdı, ardından hızlıca evden çıktı. En son annesinin anlattıkları vardı aklında, "İşe yürüyerek gidiyor." demişti durumun çok kötü olduğunu izah etmek istercesine. Hızlıca arabasına atlarken önce gitmekten daima nefret ettiği evin önüne sürdü hızlıca. Geldiğinde arabadan indi, çok kuytu köşeye çektiği aracının kaputuna yaslandı. Bir sigara yakarak kadının evden çıkmasını bekledi. Okul müdürü İbrahim Bey'den, mutlaka ders programını alacaktı, yolunu bulacaktı. Hande'nin ders programını ele geçirirse, onu kontrol etmesi, Fatih için daha kolay olacaktı.
İş için evden çıktığını gördüğünde, memnun ifadeler oluştu yüzünde. Sigarasını son kez içine çekti, ardından söndürerek çöpe attı. Ağırca arabasına binerken kendisi için sıkıcı sürecin başladığını düşündü. Yürümekte zorlanan birini, kendisi gibi hız tutkunu adamın takip etmesi çok zordu. Başa gelen çekilirdi, mecbur çekecekti. Bunu düşünürken belli belirsiz tebessüm etti. Kendini belli etmeden, dikkatli şekilde yürüdüğü yollardan, ardı sıra takip ederken diğer taraftan da Yeliz Hanım'la iletişime geçti. "Hande'nin neden Yasemin'in kabrine gittiğini öğrenerek bana bilgi vermeniz gerek." Şeklinde mesaj atarak telefonunu kenara bıraktı. Birçok neden vardı aslında aklında ama şu an tahmin yürütmek istemedi. Net şekilde emin olmadan harakete geçemezdi. Pratik kişiliğe sahipti Allah'tan, aksi taktirde böyle birini kontrol etmek çok zorlaşabilirdi. Okulun önüne sağlam şekilde geldiğinde, kendi de arabasını park ederek rahat şekilde indi. Arabasından inerek ağırca yürüyen kadının hızlı şekilde önünden geçti. Öğretmenler odasına doğru ilerlerken telefonuna gelen mesajı kontrol etti. "Bugün öğrendiğimde yarın senin tamirhanene geleceğim." Yazmıştı Yeliz Hanım, bunu çözeceğini umarak işine odaklandı.
Hande, okuldan çıktığında soluğu Yeliz Anne'sinin evinde aldı. Daha önceden haber vermiş olan annesi, 'Yemek için bendesin.' demişti. Hastalandığından, kocasının kendisini ittirdiğinden hiç söz etmemişti ona. Üzülmesini istememişti hem, aynı zamanda adını koyamadığı olayı ona açmak istemedi. Sahi, şiddet denebilir miydi bu olana? Daha bilmiyordu, isim verecek halde değildi. Yemek olarak kahvaltılık hazırlatmıştı kendisine, onun kahvaltılarını bir başka severdi. Soğuk, mini sandviçlerini, taze sıkılmış portakal suyunu, masanın üzerinde tüm malzemelerin her çeşidinin oluşu sahiden çok güzeldi. İştahla önündekileri atıştırırken annesiyle zaman geçirerek ona son olanları anlatmıştı. Sabah vakti Nurcan Hanım'ın kendisine gelişini, sıcak davranışlarını anlattı. Yemekler hazırlayışını, anne sıcaklığı ile yaklaşımını anlattı. Sıcak tebessümle dinledi kendisini, ellerini avuçları arasına aldı. "Çok sevindim canım, benim olamadığım zamanlarda sana sahip çıkacaktır inşallah." derken içi rahattı kadının. Yaptığı hamleler, doğru yerde ve zamandaydı ki, sahiden işe yaramıştı.
Uzun süre Hande'nin üzerine gitmedi Yeliz Hanım. Oysa söz vermişti Fatih'e, öğrenerek iletecekti ama kendisinin konuşmasını istedi. Zaman geçirirlerken önceden burada kaldığı odasına çıkan Hande, annesiyle burada durmuş, etrafı incelemişti. "İstersen odandaki balkona kahve getirteyim, burada oturalım." dediğinde hızla boynuna atladı annesinin. O, dünyadaki en güzel mucizelerindendi, daha ötesi olamazdı. "Dur kız, boğacaksın beni, dur bekle de, şu balkonun bir tozunu alayım hızlıca." Gülerek geri çekilen kadın, mutfağa doğru ilerlerken Hande de balkonun kapı pervazında durarak kısa süre annesini izledi. Ortalığı toparlayarak küçük sehpaları hazırlıyordu. "Anne." dedi hızla balkona düzen vermekle meşgul olan kadına. "Sen hiç aşık oldun mu?" Bakışları dehşetle değişen kadın, hızla kızına doğru döndü. Şüphe içinde bakmaktan alamadı kendini.
"O da nereden çıktı şimdi?" Çok tedirgindi ve bunu istemeden de olsa davranışlarına yansıttı.
"Öylesine, merak ettim, hiç sevdin mi?" Toz alma işlemini bitirmiş, sehpaları düzeltmişti. Yavaş adımlarla ilerledi kızına doğru. "Evlenmeden önce evet."
"Yani sevdiğinle evlenemedin mi?"
"Yok, kavuşamadım." Elini beline koyarak balkona doğru ilerletti. "Sevip de kavuşamazsan adı 'Aşk' olurmuş, benimkisi de o hesap işte. Sevdiğimden kalan birkaç parça hatıraya tutunuyorum sadece."
Yeniden aşağı inerek Serap'tan kahveleri hazırlamasını isteyen Yeliz Hanım, tekrar yukarı çıktığında, balkondaki sandalyeye, kızının tam karşısına oturdu. "Hadi anlat anneciğine, neler yapıyorsun, nelerle uğraşıyorsun." Konuşturmak istedi, neden kabire gittiğini öğrenmek istedi. Fatih'e hepsini anlatacaktı ama önce tüm detayları öğrenmesi gerekti. Öyle mutluydu ki, gece sevincinden uyku tutmamıştı. Fatih gibi güçlü, doğru adamın, üstelik hayat dolu birinin ellerinin kızının üzerinde olduğunu bilmek, kendisi için çok refahlık vericiydi. Ölümlerden dönmüş, evladı için direnmişti. Şimdi bu dünyadan çekip gitse de, içi rahat gidecek, gözü arkada kalmayacaktı. Uzun süre sohbet ederlerken kızını konuşturabilmek için çok uğraştı Yeliz Hanım. "Derdin ne olursa olsun, bana anlatmaktan çekinme. Ben senin sadece annen değilim, sırdaşınım, arkadaşınım, sen benim dert ortağımsın." Söz arasında kurmuştu cümlesini, işe de yaramıştı. Hande, sonunda içini yıpratan ne varsa dökmüştü annesine.
"Ben bir şey yaptım anne, neden yaptığımı başta anlamadım ama sonra tahmin ettim. Yani anladım nedenini, ben yenilmekten çok korktum. Sen bilmiyorsun, kalbimi yormasını istemiyorum, sana söz edeceğim. Ben dün, sürekli söz ettikleri rahmetlinin, Yasemin'in annesinin kabrine gittim. Neden bilmiyorum, kendimi ona karşı çok suçlu hissediyorum. Son zamanlarda çok kaybettim kendimi, yani o adama karşı, çok tuhaf hisler var içimde. Hani sana az önce, 'Sevdalandın mı hiç?' dedim ama ben bunun sevda olduğundan şüpheliyim. Çok tuhaf bir şey, görmek istiyorum devamlı, yanımda olmasını istiyorum ama işin asıl tuhaf tarafı, gözlerine bakmaktan ürperiyorum. Sanki bir tarafı karanlık, diğer taraf umutlu yarınlar aşılıyor bana. Son bir haftada öyle kendimi kaybettim ki, yaptıklarımdan utandım. Gittim kabrine, suçumu bastırmak için çiçek bıraktım mezarına, su döktüm. Uzak duracağımı, bir yerlerden beni seyrediyorsa, içinin rahat olmasını söyledim. Tam da beni buldu, o sırada rahmetlinin annesi olduğunu söyleyen bir kadın geldi. Bana kim olduğumu sordu, cevap verecek yüz bile bulamadım kendimde, hızlıca gittim."
Konuşması tamamlandığında, kısa süreli duraksadı Yeliz Hanım, mutluluğuna daha çok mutluluk katılıyordu. Yoğunlaşan hisleri, kızına bu duyguları yaşatıyordu. İçinde, adama karşı böyle hisler barındırması çok güzeldi, suçluluk hissinin üstesinden de Fatih, kendisi gelecekti artık. "Güzel kızım benim, güzel kalpli meleğim." Yanına doğru hislenerek gelirken sıkıca sarılarak saçlarını öptü. "Sen ölmüş birini incitmekten mi korktun? Kıyamam ben sana, yavrum, canımın içi, o artık hayatta değil ki. Şimdi uzaklardan seyrediyorsa, bence üzülmüyordur, senin gibi biriyle sevdiği adamın ve evladının beraber olacağı için çok mutludur. Ölüm masum kılar sevgileri, bunu öğrenmelisin."
"Hayır, hayır!..." Ayrılırken annesinden başını hızla iki tarafa salladı, yutkundu, çünkü sesi boğuk çıktı. "Yapamam, ben evliyim, doğru değil. Zaten o da beni istemez, taşıyamaz beni."
"Sen isteyerek evlenmedin, annen seni çaresizliklerle vurmaya çalıştı, başardı da. Önce vurdu, kurşunlu kelimelerle kolunu kanadını kırdı, böylece seni evlenmek zorunda bıraktı. Yüreğindeki hisler sana sorulmadı, hem neden taşıyamasın seni, neyin var senin? Aylarca hasta nişanlısına bakmış, sen ona şifa olursun."
"Benim yolunda giden evliliğim var, eşime ihanet edemem." dediğinde sinirle dişlerini sıkan Yeliz Hanım, sakince sabır gösterdi. "Kötü, ihanet eden biri olamam, layık olmadığım biri için olmayacak hayallere göz dikerek eşimin bana olan emeğini çöpe atamam. Mutluyum ben, daha çok olacağım." derken sadece başını salladı. Kızının üzülmeden bu evlilikten kurtulması için daha çok çaba sarf edecekti. "Devam et bakalım kendini kandırmaya." dediğinde hiç sesini çıkarmadı Hande. Sadece, "Hayır." dedi tekrardan. "Ben mutluyum." Şeklinde yineledi sözlerini. Biraz daha zaman geçirdiklerinde, çok sürmeden kalkarak evine gitmek üzere çağırdığı taksiye binen kızının ardından baktı. Konuşacak halde değildi, Fatih ile mesajlaşmasının daha doğru olacağını düşündü. "Hande, sana yakın olmaktan kendini suçlu hissettiği için Yasemin'in kabrine, ondan helallik istemeye gitmiş, hepsini öğrendim. Bir söz verdim, ardında dur lütfen. Kızım çok hassas, bunu bile kendine dert edebiliyor. Ben biraz çabaladım düşüncelerinin değişmesi için ama olmadı, bence bu iş sende, madem mücadele edeceksin, ancak sen gelirsin üstesinden." Mesajı bıraktıktan sonra rahat bir soluk aldı, amaçlarına her gün daha çok yaklaşıyordu...
Hande, geçen her gün, öğretmenliğe biraz daha alışmıştı. Bazen eğitimci olmak için doğduğunu düşünürdü, kısacık sürede böyle benimsemesi olanaksızdı. Bölümünü bitirmemesine rağmen benimsemesi tuhaf gelirdi kimi zaman. Toplantı salonunda tüm öğretmen arkadaşlarla oturmuşken Fatih'in şimdilik burada olmadığını anladı. Gelirdi mutlaka, okuldaydı, sabah girerken arabasını görmüştü. Sakin kalacak, tepki göstermeyecek, görmezden gelecekti. Kendine verdiği sözü tutacaktı, kendine ve rahmetliye verdiği sözü tutmak için tüm çabasını gösterecekti. Sabahı hatırladı, evden çıkarken çok olaylı ayrılmıştı Hande. Kayınvalidesiyle çok güçlü tartışmaları, şiddetli kavgaya dönüşmüş, araya kocası girdiğinde, çok sürmeden onunla da tartışmıştı. Sabretmeye çalıştıkça, sabır için kendine söz verdikçe daha çok üzerine geliyorlardı. Üzerini istediği gibi giyinmişti ama saçlarını şekillendirecek zamanı kalmadığında, güzel, özenli şekilde topuz yapmıştı.
Çok sürmeden düşüncelerinin aklından çekilmesine neden oldu Fatih'in içeri girmesi, bakmadı bile, sadece herkesi selamlamasından anladı geldiğini Hande. Sessizce, başı aşağıda, zamanın geçmesini bekledi. Önüne bırakılan fincanla afallarken hızla başını aşağı kaldırdığı an, siyah gözlerin sahibine bakmak, içini dehşete düşürdü genç kadının. Kupada türk kahvesini önüne bırakarak yanından çekilen adamı izledi. "Teşekkür ederim." Sesi tökezledi, kekeleyerek konuşmasına tebessüm etmemek için kendini zor durdurdu genç adam. "Önemli değil, kendime alırken senin başka kahve içemediğin geldi aklıma, sana da getirmek istedim." Önündeki fincanı kavradı, zoraki, titreyen parmaklarla yaklaştırdı dudaklarına. Yaptığı haraket, diğer öğretmenler arasında dedikoduya yol açabilecekti, zaten kendisini hastaneye götürdüğü günden bu zamana, dedikodular çoktan başlamış, öğrencilerin bile diline düşmüşlerdi.
Öğretmenler odasında konuşmalar başlamış, tüm arkadaşlarını, rahmetli nişanlısının senesi olduğundan ve dua okutacaklarından söz etmişti genç adam. Arkadaşlarını, tuttukları camiye davet ederken konuşmalar, acı dolu sohbete dönüşmüştü. "Çok genç yitirmişsiniz, Allah sabrını versin." derken söze girmişti Coğrafya Öğretmeni Yeşim Hanım. "Size değil de, en çok çocuğunuza zor, öksüzlüğün içine doğmuş." dediğinde ortamı katran karası hüzün sarmalamıştı. "Maşallah, Allah nazarlardan saklasın; kızınız da öyle güzel ki, insan anasızlığı yakıştıramıyor, nasıl böyle tatlı olunur." Yasemin'den söz ederlerken Hande'yi de tebessüm almıştı, elinde değildi. "Yetim olmak da, öksüz olmak da, hatta ölüm de bir kaderdir kimi zaman." derken hızla ortamı toparlamaya çalıştı okul müdürünün eşi Hürrem Hanım. "Hiç kimseye yakışmaz ama hayat işte, neylersiniz. Yasemin sahiden çok tatlı, gülmeyi öğrenmiş şimdilerde, gülüşleri çoğalmış, geçen anneniz getirdi Fatih Bey, öyle güzel ki."
"Gülmeyi ve kuşları öğrenmiş." dedi karşısındaki kadına ima içinde konuşan genç adam. Kuşları duyduğu an, başını hızla kaldırdı Hande. "Kimden öğrenmişse artık." derken yüzünde çok değişik hisler oluştu kadının. Üzüntü değildi, acı değildi ama mutluluk da değildi. Gülmek isterken gülüşü dudaklarında kalmıştı. Kendisinden öğrenmişti demek ki, son ziyarete gittiklerinde pencere kenarında sürekli kuşları göstermişti. "Devamlı kuşlara bakarak gülüyor." Sözlerini devam ettiren adamla teni kıpkırmızı kesildi kadının. "Yanlış anlamayın ama." dedi araya giren Yeşim Hanım. "Yaşam çok zor ve bilirim ki hiçbir kucak, ana kucağının yerini tutmaz ama yine de 'Anne' olarak benimseyeceği biri olmalı hayatında. Hayat karşınıza, kızınıza sahip çıkabilecek birini çıkarırsa, sevmekten kaçmayın." Sözleri bittiğinde kadının, elini kalbine dokundurdu Hande. Neden bilmiyordu ama çok hızlı atıyordu.
"Hayat devam ediyor Yeşim Hanım, ölenle ölünmediğini bilecek olgunlukta kişiliğe sahibim. Sevmekten kaçmayacağım, sonuna kadar hayatla savaşacağım." Yüzü daha çok kızaran Hande, içeride kalamayacağını anladı. Tekrar adamla göz göze gelirse, heyecan içinde çarpan kalbi, yerinden hızla çıkarak dışarı fırlayabilirdi. Kahvesinin son yudumunu alarak hızlıca doğruldu. Titreyen parmakları, koltuk değneğine uzanmakta bile zorlanmıştı. Yerinden çabuk doğrularak toparlandı, ardına döndü ve ağır adımlarla koridora doğru ilerledi. Bildiğin imalarda bulunmuştu kendisine. Ya da belki kendi çok alıngandı ve üzerine alınmıştı. Ya Yasemin'in kuşları öğrenmesine ne demeliydi, sadece bir kere göstermişti oysa.
Kendini kandırdığı günlerde, yaşamındaki zorluklar çoğaldı, ummadığı noktalara sürüklendi. İlk şiddetini gördü Hande, ilk değildi aslında. Zehra'ya vurmak yerine, kendisine vurduğunda zaten şiddet görmüştü ama bilincinde değildi. İttirmesini de şiddetten saymamıştı, oysa şiddetin en birincisiydi. Hande, o gün ilk kez bir erkek tarafından tokat yemişti. Başlarda kabullenememişti ama sahiden el kaldırmıştı kendisine. Yorgunca işten döndüğü zaman, dolaptan yorgan indirmek için uğraştığında olmuştu ne olduysa. Yanına gelerek hızla yorganı indirmesine yardımcı olam kocası, "Ne işin var buradaki yorganla, bizim yatağımızdakiler tam mevsimlik işte." demişti kendisine. Sinirleri çok bozuktu, sözünü çekmedi. "Seninle uyumayacağım, bu kararı almamak için çok çabaladım ama şimdilik aramızda mesafe olması daha doğru, en azından sen ailenle arana mesafe koymayı öğrenene kadar." Sözlerini söylerken zerre geri çekmedi. Zamanı çoktan gelmişti, sabretmek için fazla bile beklemişti.
"Ne alaka yaa, ben n'aptım şimdi?"
"Uzatma, bak yaptıklarının bile bilincinde değilsin, araya ufak duvarlar koymak hepimize iyi gelecek."
"Yeterince duvar var aramızda, bana bir evlat bile vermiyorsun, sözde çocukları sevmiyorsun ama milletin çocuğuna gül bahçesi oluyorsun."
"Çocuk sahibi olmaya meraklısın ama benden çok anana kocalık ediyorsun, git de ananla fingirdeş, sözünden çıktığın yok nasılsa."
Yüzüne hızla elini geçirdiğinde yüzü diğer tarafa savruldu. Yanağındaki keskin acı, elini refleksle yanağına dokundurmasına neden oldu. "Terbiyesiz!" dedi hızla tokat atan adam, eli ise havada kaldı, aşağı inemedi. Titreyen elini kontrol altına almakta zorlandı. Bir anda olmuştu, öyle densizce konuşunca, hızla geçirmişti. "Hande." dedi şoka girmiş kadına ilerlerken ama hızla bağırdı kadın. "Yaklaşma." dedi korku içinde kalan kadın. "Sakın yaklaşma bana, bir daha dokunursan seni öldürürüm." Ne dediğini bilmiyordu o anlarda, yüzüne yediği tokatın etkisi vardı üzerinde. "İsteyerek olmadı güzelim, sen öyle densizce konuşunca durduramadım kendimi, hadi gel." Yanına ilerledi, yere düşen kadına doğru gitti. "Yatağımıza geçelim, şimdi uzaklaşırsan daha yakınlaşamayız." Hızla çekerken kolunu, "Sakın dokunma bana." dedi acı içinde. "Sadece sana yüklediğim anlamlara acıyorum." Yavaşça doğruldu, odadan çıkarak başka bir odaya doğru ilerlerken yorganı orada bıraktığını anımsadı. Şu an onu bile düşünecek halde değildi. Yoğun bakımda bırakarak evlendiği annesinin ahı çıkıyordu, buna saatlerce ağlayabilmek ve gözyaşlarını belli etmemek için hızla lavaboya ilerledi.
Kaderi değişime uğradığında, kendince hak ettiğini düşündü. Şiddeti değil, böyle eşi hak etmiş, çünkü kendi seçimini kendi yapmıştı. Daha evlendikleri ilk zamanlar, gözlerindeki kini fark etmişti oysa, kendi kardeşini hırpalarken anlaması gerekirdi. Zehra'ya vurmak isteyip de kendisine tokat attığında şiddetin belirtisi ortaya çıkmıştı ama anlayamamıştı. Yüzünü lavaboda yıkarken ağlamalarına engel olmadı, nasılsa kilitlemişti kapısını ardından. Yüzüne sayısızca su çarparken ağlamaları dinmediği için yüzünü yıkaması da uzun sürecekti. Sabırlı olacaktı, sabretmesini bilecek, ailesine sahip çıkacaktı. Sonuçta anlaşılmazlıklar her evlilikte olabilirdi, öyle anlatırdı hep Neslihan Hanım. "Zorluklarda direnmesini bilmelisin." demişti. Şimdi tek kalemde silip atarsa, ortalık daha çok karışırdı. Sabrının tükenmemesi için Allah'a dua edecekti ama kendisini ezmesini de asla izin vermeyecekti. Yüzünün çökmesine izin vermedi, makyajını tazeledi hızlıca. Kadındık, toparlamak doğamızda vardı, binlerce kahırın üzerine makyajlar inşa ederdik.
Yeniden çıkarken odasına doğru ilerledi, kapıyı sertçe açarak ardından sert kapattığında, yatağın karşısında dikilmiş olanları düşünen kocasıyla karşılaştı. İrkilerek kadına döndü adam, yaptığına daha yaptığı anda pişman olmuştu. "Gel, hoş geldin." Sesini sakin tuttu, ilerledi kadına doğru. Kendisinden vazgeçerse biterdi, tükenirdi, Hande'siz bir hayatı düşünemezdi bile, düşünmek istemedi. "Yorganları sen taşıyamazdın, ben boş odayı hazırladım senin için, dinlenince kendine geleceksin." Yürüdü gereksizce konuşan adama doğru, çok ters baktı. "Sakın bana bir daha elini sürmeye kalkma, ayrıca sabah işe gideceğim, bana engel olamayacaksın. Bana ikinci dokunuşunda bu evlilik biter, zaten tehlikede, bitmesine ramak kaldı." Kapıyı sertçe tekrardan kapatarak odadan çıktı, şimdi kalacağı odaya doğru ilerledi.
Yatak soğuktu, girdiğinden birkaç saniye sonra hissetti. Kimsesiz değildi, çaresiz hiç değildi. Neden bitirmediğini sordu kendine, yatakta uyumaya çalışırken düşündü. Evlenmek için nice savaşlardan geçmişlerdi, uğraşmışlar, çırpınmışlardı. Sadece bir tokatla sonlandırırsa şimdi, ne kadar doğru olabilirdi ki? Ya şimdi yaptığı, o ne kadar doğruydu? Susup da sineye çekmenin doğru olup olmadığını düşündü, kendince tartmaya çalıştı aklında. İki düşüncesinde de hatalar vardı, yol göstereni olsa, bunları yaşamazdı şimdi. Yol gösterecek çok insan vardı ama üzemezdi hiçbirini, kendi dertleriyle yıpratamazdı. Sadece imkan bulduğu ilk vakitte doktoruna anlatacaktı. Mutlu olmak için geldiği evde, mutluluktan başka her şey olmuş, en çok da ziyan olmuştu. Yanında babasının olmasını ne çok isterdi. Sıcaklığına ihtiyacı vardı, yüreğine sevgi aşılamasına. Neden giderek ziyaret etmiyordu ki. Sonra düşündü de, öyle günahkar biri sevemezdi, ancak zarar verirdi.
Yaşadığını sandığı zamanlarda yaşam, çoktan ardını dönmüştü kendisine. Kendini bağışlatmak için çabalayan kocası, istediği olmadıkça hırçınlaşıyordu ama bunu belli etmemek için de ayrıca çabalıyordu. Hande için zaman, olanları Neslihan Hanım'la paylaştığında daha acımasızlaştı. "Sana devamlı Yeliz mi bakacak, boşanıp da dul kadın olarak onun evinde mi oturacaksın? Seni öldürecek değil ya, ne var bir kere tokat atmışsa, sen de densizlik etmişsin, git özür dile kocandan. Ananla fingirdeş ne demek kızım, böyle söylenir mi hiç?" Cümlesini bitirdiğinde dayanamamıştı, nasıl kendisini böyle değersizleştirebilirdi. "Suçlu da olsam, o adamdan özür dilemem." Kocasından söz ederken artık midesi bulanmaya başlamıştı. Neslihan Hanım'ın sözlerinden sonra tahammülünü arttırmış, daha çok sabırlı olmaya başlamıştı. O günden sonra hiç el kaldırmamış, tartışmamışlardı ama kayınvalidesiyle sözlü tartışmaları çoğalmış ve şiddetlenmişti. Bulunduğu evde çığlık çığlığa bağırışlar birbirine karıştı.
"Yeter!" dedi delirmişçesine bağırırken. "Hepinizden bıktım, hiçbirinize tahammül edemiyorum artık." Yükselen sesinden, burnundan akan bir damla kanı fark edememişti. Hızla ardına dönerek odasına ilerlemiş, kapıyı kapatarak yere oturmuş, yaslandığı kapının önünde, canından can çekilerek gözyaşlarına boğulmuş, kendini durduramamıştı. "Baba." demişti o gün ağlarken, içindeki hasretin tohumları çoğalmıştı. "Sana çok ihtiyacım var, neden bıraktın ki beni." Yüzünde özlemle karışmış bir acı vardı şimdilerde. Hasreti derinliklerinde çoğalarak tekrardan can bulmuştu.
Çok sürmedi, o gün ki acısının ardından tekrardan Neslihan Hanım'la iletişime geçerek yıllar sonra ilk kez babasını sordu. "Yaptığım doğru değil." dedi hislerini anlatırken. "Giderek halini hatırını sormam gerek, sonuçta suçlu da olsa babam o benim." Söylediklerinden sonra hiç durmadan yüzüne sinirle tükürdü Neslihan. "Yazıklar olsun sana." dedi kin içinde. "Ben baktım kızım sana, o seni düşünse suç işlemezdi. Şimdi burada olsa, işkencelerin en ağırını sana yaşatırdı. O adam katil, kimseye insafı yok onun, kendi evladına da olmaz. İyi düşün, beni çiğnersen analık hakkımı helal etmem bilesin." Yüzüne çarptığı gerçeklerin altında boğulduğunu hissetti. Nefes alması zordu, tıkanıyordu şimdilerde, gerçeklerin derinliklerinde boğularak tıkandı. Elinden tüm çareler alınarak hayatı daha zor hale getiriliyordu.
Geçen zamanda okula belli aralıklarla giderken gözleri hep Fatih'i aradı, çok sonra öğrendi diğer öğretmen arkadaşlardan. Düzce'ye gitmişti. Sevdiği kadının senesi yaklaşıyordu ve ona dua okutmak için onun ailesiyle hazırlık yapıyordu, sadece bunları öğrenebilmişti. Evine döndüğünde sadece etrafına bakınmakla kaldı, burası sanki evi değildi artık, ait değildi buralara. Defalarca kez kovulmaktan beter edilen Yeliz Annesi de gelmiyordu, genelde dışarıda ya da onun evinde görüşüyorlardı. Son zamanlarda başına gelenleri belli etmemek için buluşmamayı tercih etti. Yemek masasına oturmadı, ısrar eden aile bireylerine rağmen gelmedi. Bugün Nurcan Hanım da kendisi için gelmemişti, Seher'i arayarak gün içinde gelemeyeceğini, pazara çıkacağını anlatmıştı. Telefonu kapatarak kendisine durumu izah eden kayınvalidesi, "Anlaşılan sana ancak üç gün katlanabildi." derken alayla gülmüştü. Umursamadı, iğneli tavırlarını üzerine bile alınmadı. Geleceğini umdu, sonuçta işi bırakacak olsa, açıkça söylerdi. Sadece umdu ama kayınvalidesinin sözleri de kendisine ister istemez dokunmuştu.
Terk edilmeye alışkındı, mesela ilk babası terk etmişti. Sonra çok sürmemiş, Neslihan Annesi dönmüştü sırtını. Yıllar geçmiş, hayat yollarını, Yeliz Annesine çıkarmıştı ama onu da yaşamında bir yere koyamamıştı. Kendisini kaçırtmasını, zindanlara kapattırmasını ne olursa olsun sineye çekememişti. Daima ürperti içinde hatırladığı günlerine rağmen, şimdi karanlık depoda karşılaştığı o adamın gözlerine tekrardan esir oluyordu günden güne. Üzerinde durmadı, sineye çekti düşüncelerini. Kapının açılma sesini fark ettiğinde o tarafa döndü, tüm gün görmediği Aras dönmüştü. Anahtarı konsola bırakarak ceketini astı, kendisine doğru ilerledi. Tam karşısındaki koltuğa oturarak kendisine tebessüm etti.
"İş buldum, ilk sana söylemek istedim." Sıcak tebessümünü sunarak konuşması nedense hiç dikkatini çekmedi. "İyi, bana ne." dedi umursamazca.
"Sevineceğini düşündüm, sonuçta ben işsizim diye mecburen kolejde çalışıyordun, istemediğin ortamdan kurtuldun." Derdi şimdi anlaşılmıştı ama kendisinin de inadı tutmuştu. "Sen bana iyi haberle geldin ama benim sana haberlerim pek iyi değil." Oturduğu koltuktan kalkmadan cevapladı kocasını, buz tutmuştu sesi. "Çünkü kolejden çıkmayacağım, eğer bunun için iş bulduysan hiç çalışma, yorma kendini." Aylardır işsizdi zaten, şimdi çalışması da çok bir şey ifade etmeyecekti.
"Bence de böylesi daha iyi." Başlarda anlamadı ne demek istediğini, çatık kaşlarla baktı adama. "O adamdan şikayetçi olma kararı almana çok sevindim."
"Yaa sen ne diyorsun?"
"Kolejden çıkmayacağına göre şikayetçi olmayacak mısın?"
"Hayır olmayacağım."
"Ama ikisinden biri olmalı."
"Olmayacak."
"Yani ne demek bu?"
"Kendi istediklerini bana yaptıramayacaksın." Son zamanlarda anlayarak farkına varmıştı kocasının, canının istediğini yaptırabilmek için her türlü işe kalkışabilirdi. O gece kendisine, densizce konuştuğu için değil, onunla uyumayı kabul ettiremediği için tokat atmıştı. "İşimi seviyorum, aynı şekilde çalışma arkadaşlarımı da; sen birilerini kıskanıyorsun diye bırakamam, daha iyisini bulursam ileride belki, yine çıkacağımı sanmam." Yüzü kızardı sinirinden, soluğunu zor dışarı verdi ama tepki gösteremedi. Yanlarına doğru gelen Seher Hanım, sakince dokunarak oğlunun koluna, sadece sakinleştirmek istedi. "Gel oğlum sen, gel karnını doyur, uğraşma onunla, iflah olmaz o." İkisine ters bakışlar attı ama masaya gelmemekte kararlıydı, gelirse tartışmalar artacaktı. Günlerdir çalıştığı üniversitede ek derslere kalan Fahri Bey gelmiş olsa, belki oturup karnını doyurabilirdi. Şimdi değil, o masada, kayınvalidesiyle görümcesinin bakışları altında yemek yiyemezdi.
Dış kapının açılma sesini algıladığında, oraya doğru dönmek istemedi. Başta Fahri Bey sandı, onun gelmesi de dikkatini çekmezdi şu saatten sonra, iştahı kaçmıştı. Çabuk iştahı kaçan biri değildi ama son günlerde canına yetmişlerdi. "Hepinize hayırlı akşamlar." Gözleri irileşirken Nurcan Hanım'ın gelmesini beklememişti. Üzerinden yarımlık feracesini çıkarırken soluk soluğa girdi içerisine. Tuhaflaştı Hande, afalladı ama oraya dönmedi. Nedendir bilinmez, o tarafa bakmak istemedi. "Hayırlı akşamlar canım, hoş geldin, gel otur istersen." Salonu doğru ilerlerken Seher'e tersçe bakmamak için kendini zor tuttu. Sabırlı olacaktı, zamanında işlediği günahların kefaretiydi bu eve ve insanlara katlanmak. Kendi elleriyle kızı ateşe atmıştı, böyle olacağını nereden bilebilirdi. Kendi de anneydi, anası olacak kadının böylesi acımasız kararlar alacağı, aklının ucundan geçmemişti. "Yok, size afiyet olsun, yedim ben." Sinirli şekilde yürüyerek koltuğa ilerledi. "Canım." dedi kıza doğru ilerlerken. "Sen neden masaya oturmadın, aç değil misin?" Yaklaştı tamamen, koltuğa oturarak kollarını kaldırdı. Sarılmak istedi ve isteğini gerçekleştirerek kolları arasına aldı.
Hande, sarılmasına karşılık vermek istedi ama başaramadı. Yanağında azıcık kızarıklık kalmıştı, gözükmesini istemedi. Üzerine çok az fondöten sürmüştü, sarılırsa anlardı. Karşısındaki kadının sarılmasına karşılık yüzünü, onun göğsüne doğru indirdi. "Aa." dedi şaşıran Nurcan Hanım. "Sen neden saklanıp kaçınıyorsun benden?" Sesinde şaşkınlık belirgindi. "Saklanmıyorum." İnilti misali dökülen sesine anlam biçemedi. "Ben gündüz gelemedim, biliyorsun bugün çarşamba, buranın pazarı. Seher'e dedim, söylemedi mi sana?" Yüzünü kaldırdı, kadından geriye doğru çekerek yutkundu. "Söyledi." derken sadece gözünün ucuyla Seher Hanım'a dikkatini verdi, sakindi bakışları. Gündüz 'Gelmeyecek' dediği zamamlardaki gibi alaylı değildi. Yalan söylemek daha cazip geldi, onunla tekrardan uğraşamazdı.
"Bir dahakine iznine denk gelirse beraber gideriz." dediğinde sadece gülümsedi sözlerine. "Bak ben sana oradan ne aldım." Yerinden hızla kalkarak çantasını bıraktığı konsola ilerledi, hızlıca eline aldığı çantasından küçük ama parlak duran paketi çıkardı. Tekrardan asarak çantasını koltuğa ilerledi. "Senin için aldım." derken aynı yerine tekrar oturdu. Küçük duran paket kendisine orada, dünyanın en büyük hediyesi misali gelmişti. Ufak paketi açmak için çabalarken heyecanını bastırmaya çalıştı. Göstermek, belli etmek istemedi. "Dur, yardım edeyim sana." Destek oldu paketi açmasına, yırtmadan açtı. İçinden büyük, kelebek desenli beyaz toka çıktı. "Çok güzel, neden zahmet ettiniz." dedi ürkekçe. "Zahmet olmadı ki bir tanem, Seda'ya alıyordum, sana da aldım. Hadi gel, şu tokayla saçlarını toplayalım, sonra sana yemek hazırlayayım." dedi elinden tokasını alarak ardına dönerek. "Dolapta yemekler var, ısıtacaktım ben, ters yaptı bana." dedi masadan kalkan Seher. "Doğru tabii, kesin öyledir." dedi kendini zor tutan Nurcan Hanım. "Sen neden masada yemiyorsun güzel kızım?" dedi Seher'den bakışlarını çekerek Hande'ye odaklanırken. Yeni aldığı tokayla saçlarını güzelce topuz yaptı.
"Ben, 'Kolejden ayrıl' deyince biraz sinirlendi, triplere girdi." Yüzünde çok sert ifade ile baktı kocasına. Canı sıkılmıştı, ondan gereksiz açıklamalara girmişti. "Trip demeyelim biz ona, iştah kalmamış tartışma olunca." Yerinden kalkarken konuşan Nurcan Hanım, sahiden kendi düşüncelerini tek cümlede ifade etmişti. "Ben şimdi sana bir şeyler hazırlarım, zaten bunun için geldim." derken kolundan tutarak düzgünce kaldırdı kendisini. "Gel beraber hazırlayalım." Sesini sıcak tutarak konuşan kadın, kendisini kolundan tutarak ilerletti. Planladıklarının ne zaman gerçekleşeceğini, duayı ne zaman okutacaklarını sormak istedi ama soramadı. Zaten Hande'nin asıl sormak istediği, Fatih'in Düzce'den ne zaman döneceğiydi ama soramamıştı, merakı içine tıkanıp kalmıştı.
Gecenin geç saatlerine dek kalan Nurcan Hanım, biraz da Fatih'in olmamasını, Düzce'de olmasını fırsat bildi. Hesap vermek zorunda olmaması güzeldi, çünkü burada çalıştığını başka türlü açıklayamazdı. Cam bardağın içine doldurduğu sütün içerisine iki küp çay şekeri atarak uzunca karıştırdı. Bir kaşık da süzme baldan attıktan sonra tekrar karıştırarak mutfaktan çıktı, üst kata doğru ilerledi. Sütü karıştırarak Hande'nin odasına giderek yatakta cenin pozisyonunda uzanmış kıza baktı. "Canım, bak ne getirdim sana." Sütü sevmezdi ama tatlandırılmış sütü sevdiğini bilirdi, kendisiyle kaldığı zamanlarda hep böyle içirirdi. "Keşke içinde en azından şeker olsa." derken tebessüm etti kadın. Sütü sade sevmediğini kibar şekilde dile getirmesi hoşuna gitmişti. "Sen istersin de olmaz mı hiç, hem şekerledim, hem balladım, hadi bakalım, bunun hepsi bitecek." Karıştırarak ilerledi, yatağının kenarına oturdu. Karıştırma işlemini bitirdiğinde, bardağı kıza doğru uzattı. "Sen sütünü içerken ben de seninle biraz sohbet etmek istiyorum. Seni asla zorlamadan, yıpratmadan, sadece seninle düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Bana müsaade eder misin?"
"Tabii ki." Sesinde tebessümle cevap verirken sütünü yarılamıştı bile, tadı öylesi hoşuna gitmişti. "Canım benim, güzel kızım." Sütü hazırlamadan önce pijamalarını giydirmiş, yatağına özenle yatırmıştı. "Biz seninle çok kötü zamanda tanıştık, elime geldiğinde imkanlarım çok kısıtlıydı. Seni Neslihan'a vermem, acımadan teslim etmek değildi aslında. Sana böylesi zarar vereceği, aklımın ucundan bile geçmemişti. Geçti ama bir şekilde ben geride bıraktım, senin de günü gelince bırakacağını umuyorum. İlk geldiğimde benden neden kaçtığını anladım, yanağında saklamaya çalıştığın izi, ben nerede görsem tanırım. Yıllar önce, Fatih'le Seda'nın babasıyla tanışmadan, senin gibi sevdiğime inandırılarak evlendirildim. Ben ilk şiddetimi, senin gibi kocamdan da görmedim üstelik, önce kayınvalidemin eli uzandı tenime. Ar ettim, karşılık veremedim, yaşına istinaden sustum. Susmak kolay olandı benim için, konuşmak ayıptı o zamanlar, gelin kısmı çok konuşmazdı. Devamı bu kez de kocamdan geldi zaten, çok bekletmedi.
Ben baş kaldırmayı kendim öğrendim, bana bunu annelik öğretti. Cehaleti annelikle yendim ben. Bana kimse destek olmadı, yanımda duran da olmadı. Bir gün geçmişimi, kayıplarımı sana daha detaylı anlatırım. Evlat acısı, beni değiştirdi. Katı, hırçın, acımasız birine dönüştüğümde, gözümü kırpmadan eşimi harcadım. 'Ayrılacağım' dedim. Tek başıma Elazığ'a geri döndüm, acı insana tahmin edemeyeceğimi kadar ağır cesaret verir. Yanımda kimse olmadı ama ben senin daima yanındayım. Mutlu olmak için senin de ağır bedeller ödemeni istemiyorum. Sadece ben değil, senin birçok destekçin var. Yeliz Annen var mesela, sanıyorum ki şu an başına gelenden haberdar değil, sen istemediğin sürece de olmayacak tabii ki. Zaten haberi olursa, sana benden daha sıkı sarılacaktır. O, seni çok seviyor, canından daha çok. Sonra Dilek var, o ve kızı da senin diğer ailen. Kimileri tutunacak sadece bir kişi ararken senin kocaman iki ailen var, Neslihan'ı sayma. Bunca nimete bir de imtihan mutlaka gerek, böyle düşün. O da senin imtihanın. Şimdi iyi karar ver, ben, ne istersen iste, daima senin yanında olacağım."
Uzun konuşması tamamlandığında, karşısındaki kız, belki de konuşulanların etkisiyle halsiz düşmüştü. "Benim uykum geldi, uyuyabilir miyim?" Ürkek ve yorgun konuşması, karşısındaki kadına tebessüm ettirdi. "Ben dediklerinizi tabii ki düşünüyorum ama şimdi değil, bir tokatla bitiremem, günü gelince bir şeylerin düzeleceğine inanıyorum. İzniniz olursa şimdi uyuyacağım." dedi tekrarlarken cümlesini. "Olur canım." dedi sakince. Yavaşça uzatırken kollarını, düzgünce yatağına uzattı. "Sen kapat gözlerini, sonra da ben çıkarım." dedi tekrardan. Yorganı üzerine sarmalayarak kapattırken tebessüm etti Nurcan Hanım. "Benim kızım çok severdi böyle yorgana sarmalanmayı." dedi tebessüm ederek etrafına sararken. "Hadi kapat gözlerini." derken eliyle saçlarını okşamaya başladı.
Günler geçerken Nurcan Hanım'ın dediklerini bir an olsun aklından çıkarmadı Hande. Zaten umudu da kalmamıştı, düzelmesini bekliyordu ama istemiyordu. İstemediğini neden beklerdi ki insan? Okulda, mahallede, daima Fatih'i arıyordu nedensizce, sebebine kendi de anlam biçemiyordu. Bir cumartesi sabahına araladığında gözlerini, hafta sonu olmasını istemedi. Seher Hanım'lar, kendisi aşağı indiğinde, çayı koymuşlar, kahvaltı hazırlamakla uğraşıyorlardı. "Biz kahvaltı ederken biri şu dökme kazanı Nurcan'a bıraksa keşke, dün Hande için geldiğinde dönerken alacaktı ama unuttu kadın." dedi büyük dökme kazanı çıkaran Seher Hanım. Hafta sonu olduğu için kendisine gelmeyecekti, o nedenle alamazdı da. "Zehra olsa bir koşu gider gelirdi." Göz devirerek baktı kayınvalidesine. "Kendisi şu an uyumakla meşgul." Nedense o kızın geç saatlere dek uyumasından rahatsız olurdu. Sabaha dek de oturmak gibi düzensizliklere sahipti. "İsterseniz ben bırakırım." dediğinde başta endişelendi Seher Hanım. Endişesini azaltmak için sözlerini devam ettirdi. "Yürüyerek işe gidip geliyorum, oraya gitmesi zor değil." derken kadına ok gibi lafı geçirmişti.
Biraz zor olsa da, ikna ederek eline aldığı bakraçla evden çıktı. Yan tarafına koltuk değneğini yerleştirdi, diğer elinde bakracı kavradı. "Çabuk gel, kahvaltıya beklemem seni, otururum hemen." demişti kayınvalidesine, üzerine bile durmadı. Bugün kocasının da evde olmaması evi durgunlaştırmış, daha rahat hale getirmişti. Yürüdü uzunca, siteden çıkarak baş aşağı ilerledi. Yolu, yaya geçidi tarafını kullanarak geçtiğinde, karşısına çıkan yokuşa baktı kısa süre. Yokuşu da aynı şekilde, ağır ve keyifle inerken tebessüm etti. Bu yollarda az koşmamıştı, kaçmaya çalışması, her defasında kendini ele vererek yakalanması; kimi zaman komikti, kimi zaman korkunç ve acı dolu. Yokuştan inerken düşündü de, şimdi tekrar esir olmak için her şeyi göze alabilirdi. Eskitme gecekondu kenardan göründü, birkaç zoraki hamlesini de kullanarak tam önüne geldi.
Kahverengi demir bahçe kapısı, eliyle açamayacağı kadar zor geldi o anlarda kendisine. Yukarıdaki küçük kalkanını sertçe kaldırarak bahçeden girdi, düz tarafta ilerledi. Yeşilliklerle dolu bahçe kısmına bakmadı, orada düştüğü su kuyusu, çok hoş anı değildi. Gerçi o günü bile özlemişti, çünkü kendisini Fatih kurtarmıştı. Onun içinde olduğu tehlikeler bile hoş gelmeye başlamıştı gözüne. Kendine itiraf etmekten zorlandığı gerçek vardı ki, nasıl olmuşsa onu özlemişti. Düşünmek bile buz kesmesine neden oluyordu. Küçük merdivenleri zorlanarak çıktığında, çelik kapının önüne geldi. Üzerindeki anahtarı gördüğünde elini kaldırdı ama sonra oraya uzanmaktan vazgeçerek, kapıyı vurmaya başladı. Yüreğindeki hisler, hızla göğsünün inip kalkmasına neden oluyordu. Ya gelmişse Düzce'den, dönmüş de içerdeyse? Ne yapardı, nasıl açıklardı? Hızla vurdu evin kapısını, hemen verip çıkacaktı, çıkan ilk kişinin önüne atarak uzaklaşacaktı. Ya o çıkarsa? Düşünmek bile istemedi. Gözlerine bir kere bakar da göz göze gelirse yanıp tutuşurdu. İçeriden gelen seslere dikkat kesilen Hande, aynı zamanda ağlama sesleri algıladı, bebek ağlamasına benzerdi. Yasemin miydi acaba?
"Kapıda anahtar var Kuzey, açıp gelebilirsin." Nurcan Hanım'ın katı sesinden başkası değildi. Yeniden ısrarla vurdu, anlayacaklardı başkası olduğunu. Yapamadı işte, kapıyı, üzerindeki anahtarla açmak istemedi. Yabancı hissetti kendini, elinde değildi. İnsanın bazen geldiği halde kendini fazlalık hissettiği yer de gurbetiydi. "Oğlum anahtarla açsana şu kapıyı." Neden ısrar ederlerdi ki, düşündükleri her kimse, kendisi o değildi. Daha hızlı, çarparcasına vurdu kapıyı. Durmaksızın vurdu, dokunamazdı o anahtara, doğru değildi. "Dayak yiyeceksin Kuzey, açsana kapıyı, amacın dikkat çekmek mi?" Seda'nın sesiydi bu defa ki, nerede olsa tanırdı. Hepsini az çok bilirdi zaten. İçeriden gelen ağlama sesleri de cabasıydı.
Birkaç defa daha ısrarla vurdu, eli gidemedi anahtara. Sahiden varmak isteyip de varamadığı yerde hissetti kendini, gurbetin içindeydi, ne yaparsa yapsın çıkamıyordu. Tahammülü aşıldı, elini anahtara doğru uzattı. Daha gücü kalmamıştı, mecbur açacaktı. "Kuzey sen var ya, vallahi iflah olmazsın." Eli havada dururken açılan kapı, Seda'yla göz göze gelmesine neden oldu. Fatih'le karşılaşmaktan çok daha iyiydi tabii. Anahtara uzanan eli, kapı açılınca ansızın havada kaldı. Durdu karşısındaki kız, boğazını temizledi. "Neden açmadın anahtarla?" dedi şaşkınca. Gülümsedi genç kadın. "Çünkü ben Kuzey değilim." dedi belli belirsiz tebessüm ettiğinde. "Seher Anne gönderdi, sizinmiş, bizde kalmış." Uzattığı bakracı yere, hemen kenara, atarcasına bıraktı. Yerden doğrulduğunda, tek amacı hızlıca çekip gitmekken Seda'nın kollarındaki Yasemin'le buluştu bakışları. Ağlıyordu, duruşu ağlamaklı ve epeyce huysuzdu.
"Yasemin'ciğim, neden ağlıyorsun, babanı mı özledin?" Yaklaşarak Seda'nın kucağındayken konuştu. "Öyle oldu herhalde, ne yaptıysak susturamadık." dedi gülerek. "Üzülme, gelecek yakında." dedi bebeğe doğru bakıp tebessüm ederek. "Ben bakracı anneme vereyim, bir de sorayım, belki sizin de bizde malzememiz vardır." dedi sakince. "Sen Yasemin'le kalabilir misin, hemen verip sorar gelirim." Daha çok arttı yüzündeki tebessümü, severek kabul ederdi tabii ki. "Kalırım tabii, sen uzat bana, çok rahat tutarım." Sözlerine karşılık başta endişe etse de, usulca uzattı kollarına. Koltuk değneğine kenara bıraktı, kısa mesafelerde aksayarak böyle kalabilirdi. Bıraktıktan hemen sonra kavradı kollarıyla sıkıca. Yumuşacık minik bedenini kavrarken içi huzurla doldu kadının. Yine ellerini saçlarının altından geçirerek kollarını boynuna dolayarak sarmalandı kendisine. Kısa süre sonra ağlamaları dinen Yasemin, Seda'nın şaşırmasına neden oldu.
"Aa." dedi gülerek ve afallamışlık hissi içerisinde. "Sustu, sana gelince sustu hem de." Sözlerindeki şaşkınlık, Hande'nin tebessümünün artmasına neden oldu. "Susacağı tuttu." dedi utanarak, kendisiyle ilgili olacağını sanmıyordu. Sonuçta özel güçleri yoktu ya, neden kendisine gelince susacaktı. "Yok yok, onun bence bütün kastı bizeydi, meğer insan ayırt ediyormuş." derken usulca elinde bakraçla mutfağa doğru ilerledi. Usulca salladı kucağındaki bebeği, kokusunu tekrardan içine çekti. "Yasemin." dedi sevgiyle seslenirken. "Sen de mi babanı özledin?" Sorduğu sorudan ne anlamışsa, ansızın yüzüne minik gülücükler saçmaya başlamıştı. "Sır aramızda, anlaştık mı?" dedi utançla gülerek. "Ben de, hem de çok." Yüzü şimdiden kızarmıştı ama kapının önünde, bahçedeydi, kimsenin kendisini görmediğine emindi. Kendisine geldiği anda sakinleşmekle beraber, yaptıklarına karşılık gülüşleri de çoğalmıştı.
"İçeri gelsene kızım, hoş geldin." Yanına doğru kapıdan çıkarak gelen Nurcan Hanım, ilerleyerek tebessüm etti kendisine. "İnsan buraya kadar gelir de hiç içeri girmez mi?" dedi tekrardan merhametle tebessüm ederek. Böylesine hiç alışkın olmayan Hande, her defasında daha çok şaşırıyordu ama kabullenmişti doğrusu. Geçen akşam dediklerinden sonra kötü biri olmadığını netleştirmişti. "Yok, beni Seher Anne bekler, kahvaltıya çağırır, sizi rahatsız etmeyeyim." dedi sakince. Kaşları çatılarak kendisine daha çok attı adımlarını. "Beklesin bir zahmet, buraya gelmişsen bizimle kahvaltı edeceksin. Hem o, seni buraya elinde bakraçla tek mi yolladı?" Şaşırdı, kucağındaki Yasemin'i kavramaya çalışırken bunu beklemiyordu. Ömrünce öz annesi tarafından böyle düşünülmemişti ki. Yeliz Hanım düşünürdü sadece, o hep tek başına kol kanat germeye çalışırdı. Şimdi bir kişinin daha böyle davranmasına alışkın değildi. "Ben gelebilirim zaten." dedi afalladığını belli eden sesle. "Sen gelirsin tabii, ona şüphem yok, ben karşındakinin düşüncesizliğine söz ettim. Neyse, ben seni bırakmıyorum, otursun kızıyla etsin kahvaltısını, arar haber veririm." derken kendisini bahçeden içeri geçirmişti.
"Ben geldim." Tam evin kapısından girerek içeri geçecekleri sırada algıladığı ses, Hande'nin tüm bedeni sarmalamış, buz kesmesine neden olmuştu. Günlerdir görmediği, sesini duymadığı Fatih'ti bu, ne ara gelmişti. Bahçe kapısı normalde sesli açılırdı ama hiçbiri fark etmemişti. "Hoş geldin oğlum, hadi hemen içeri, kahvaltı hazır sayılır, mis gibi börek yaptım, hem de senin en sevdiğinden." dedi Nurcan Hanım. Beraber içeri ilerlediklerinde, kollarındaki Yasemin'i tutmakta zorlanıyor, her tarafı titriyordu Hande'nin. Daha olanların etkisinden çıkamamış, yaşadıklarını üzerinden atamıyordu. Yolları sanki onunla düğümleniyordu gün geçtikçe, işin acı tarafı da, buraya gelmeyi kendi istemişti. Kaçamayan da kendisiydi üstelik. Bir zamanlar daima kaçtığı adama, şimdilerde sırılsıklam oluyordu. Daha sıkı iplerle bağlıyordu sanki kendisini, üstelik bu defa yüreğine bağlıyordu.
Kahvaltı masasında gerçek bir aile ile zaman geçirdiğini düşündü. Mutlu, huzurlu, mütevazi hayatın içindeydiler. Önündeki tabağına, uzanarak daha çok börek bırakan Nurcan Hanım, "Hepsi bitecek bunların." demişti katı şekilde. Nasıl yerdi ki hepsini? Gözleri ansızın, refleksle Fatih'in geceyi andıran gözlerine takıldı. Daima göz göze geliyorlardı zaten, gözlerindeki bakışlar bile dönüp dolaşıp ona çıkıyordu. "Bana bakma hiç, annem diyorsa bitecek. Sen olmayınca da Seda'ya sarar hep." dedi gülerek. Çatal elinde, tabağındaki böreklere taktı. "Sen sınav sorularını cevaplayabildin mi?" Sakince sorduğu soruyla duraksayan Hande, aklındaki cevabı netleştirdi. "İlk seninle verdiğimiz sınavın sorularını ben hazırlamamıştım, benden önceki öğretmen oluşturup öyle ayrılmıştı. Yanıtlarını Hürrem Hanım okudu, ben bakmamıştım. Seninle beraber sorularını hazırladığım sınavı verdim, daha cevaplayamadım, ilk kez soru okuyacağım."
"Yardım ederim ben sana, beraber kontrol ederiz."
"Bu konuda çok şanslısın, ağabeyime zamanında kimse yardım etmedi, tek başına öğrendi böyle şeyleri." Gülerek araya giren Seda'ya afalladı, demek kendisi öğrenmişti. "Ben de Türkçe Öğretmenliği okuyorum, inşallah ağabeyimden öğreneceğim çok şey var."
"Ben de yardım ederim sana her zaman, yavaşça öğreniyorum, yakında iyice bilgi sahibi olacağım." Söylediği sözle aile büyüklerinden çekinen genç kadın, boğazını temizleyerek sözlerini toparladı. "Yani görüşecek zamanımız olursa tabii." Toparladı sözlerini, zoraki da olsa konuşmalarını düzene aldı. Ağzına lokmaları atarak çayını yudumladıktan sonra konuşan Nurcan Hanım, "İstediğin zaman gelebilirsin güzel kızım." dedi sakince. "Kapım sana her zaman açık." derken sözlerini hiç çekmeden konuşması, şaşkınlıkları üst üste yaşamasına neden oldu Hande'nin. Kendini ilk kez o an güçlü hissetti. İçindeki acımasızlığı öldürerek yaralarını teselli olmayı başarması, kendini oldukça güçlü hissettirdi. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı, Allah'tan kolunda çantasıyla gelmişti. Buradan dümdüz işe gidecek, daha evine uğramayacaktı. "Hadi gel beraber gidelim, ben bırakırım seni." Yanındaki adamın sözleriyle ürperirken el mahkum kabul etmek zorunda kaldı.
"Geç hadi." Kapısını açarak binmesini beklerken eğlenircesine sırıttı. "Uzun zamandır arabama yabancı bir kadın binmemişti." derken hızla ona doğru döndü Hande. "Yabancı mı?" dedi merak içinde. "Yani, benim için farklı olan demek istedim aslında." Sakince binerken arabaya, kapısını kapatan adam da hızla sürücü koltuğuna bindi. "Ben daha önce çok bindim ama senin arabana, hatırlayamadın mı?" dedi gülerek. Yüzündeki tebessümü görmek için çok şey feda edebilirdi adam, o tebessüme kocaman bir yaşam bedeldi. "Daha öncesi yok benim için, seni şimdi tanımak doğru olandı. Karşına böyle, normal şartlar altında çıkabilirdim ama ben kolay olanı tercih ettim. Kimi zaman şimdilerde bunu doğru bulmazken kimi zaman da 'Keşke' diyorum, seni daha sıkı tutsaydım elimde. Yaşadığın hayatı gördükçe bunu daha çok söylüyorum ama keşkelerle vakit harcayacak kadar basit değilim. Dedim ya, benim için bundan sonrası var."
Sustu. Yol boyunca da daha konuşmadı. Arabadan indiklerinde, kapısını açan adam, kadını şaşırtarak kolundan tutup hızla indirdi. "Aa." dedi sadece şaşkınlığa uğrayan kadın. Arabanın kapısını hızla kapatarak, kadını oraya yasladı. "Hande." dedi darmadağın hisler içinde. "Yasemin'in kabrine gitmen, ondan helallik istemen, beni çok memnun etti. Sen suçlu değilsin, önce bunu kabullen, benden kaçmak zorunda da değilsin. Ben çok endişeliyim ama yakın zamanda anladım ki, kızımı sana gözü kapalı emanet edebilirim. Sevgine, merhametine bir kez daha inancım geldi. Seni rahmetlinin annesi görmüş kabirde, bana başta, mezarlıkta birine rastladığını anlattı. Senin görüntünü tarif etti. Yasemin'in böyle bir arkadaşı olup olmadığını sordu, iyice tarif edince annemle beraber anladım sen olduğunu. Çünkü ona da mezarlığın yerini sormuşsun. Yeliz Hanım'dan, bunu neden yaptığını öğrenmeni istediğimde, o da çok sürmeden öğrenip bana söyledi. Böyle ince düşündüğün için teşekkür ederim. Uzaklardan bir yerlerden bizi izliyorsa eğer, ben ve evladım, senin sevginle yaşayacağımız için inan çok mutludur."
Yana doğru çekilirken karşısındaki sözlerini algılamaya çalıştı. "Tamam, benim dersim başlayacak birazdan, sonra devam ederiz." Yüzündeki kızarma, karşısındaki adam tarafından rahatlıkla hissedilirken hızlıca ileri doğru atıldı. Yürümesi de hızlanarak adamın önünden okulun bahçesine doğru ilerledi. "Kaç bakalım Çalıkuşu." dedi ardından gülen genç adam. Aklına kitap kafede karşılaştıkları ilk gün geldi, orada da aynısını söylemişti ama şimdi her şey çok başkaydı. Arabasının kapılarını anahtarla kilitlerken kendi de kolejin bahçesine doğru ilerledi. Yüzünde belli belirsiz sırıtmayla ilerlerken önüne çelimsiz öğrencilerden biri geldi. Henüz lise birinci sınıf olan erkek çocuğunun yakası dağılmış, saçları da darmadağındı. "Yarın geldiğimde seni tıraş olmuş olarak göreceğim, aksi taktirde kötü biteriz." dedi sakince. Sesi sakindi ama dediği olmazsa hakkında anında tutanak tutardı.
"Tamam hocam." Çekinerek, mahcubiyet içinde karşılık vermişti. "Şimdi gidiyorsun, lavaboda o üstünü de düzeltiyorsun, böyle dağınık gezmeyeceksin, sonra da doğru derse." Bugün sakin günündeydi, uykusunu almıştı. Düzce'de otelde kalmasına rağmen tüm işlerini hem çözmüş, hem de dinlenmişti. "Olur hocam, hemen geçerim derse." Yürüyen çocuğun ardından kendi de okul koridoruna girdi. Yüksek merdivenlere doğru ilerlerken duraksadı, Hande'nin okul asansöründe beklediğini gördü. Sevmezdi asansörü, gereksiz zaman kaybı olduğunu düşünürdü ama şu an binesi gelmişti. Üzerindeki kokuyu derinliklerine çekebilmek için küçük kabinde birkaç saniye geçirebilirdi.
Ağır çıktığı merdivenleri hızla, tek defada inerek kapısı açılan asansörün içine girdiğinde, tavrı şaşırttı karşısındaki kadını. Güldü sadece kadın, kaderden kaçamamak bu olsa gerekti. Yolları ona düğüm edilmişti sanki, nereye dönse, her yerde o vardı. Elinde defterlerle bakarken adama, güldüğünü belli etmekten kaçınmadı. Duran asansörden inerlerken önden ilerleyen kadını çıkarmak için uğraştı, yavaşça, ardında durarak ittirdi, kendileri çıkarlarken asansörün kapısı da ardlarından örtülmüştü.
Zaman, anlamını çoktan kaybetmişti kadında, nereye koşacağını ve kimi zaman neye tahammül edeceğini bilememişti. Kendini bağışlatmak için uğraşan kocasını görmek bile istemiyordu son günlerde. Devamlı elinde çiçeklerle eve geliyor, çoğu zaman pahalı hediyeler alıyordu. Nedense hiç dikkatini çekmiyordu. Pahalı hediyeleri açarak gösterirken önünde, "En sevdiğin çiçeklerden aldım." dedi. Oysa orkide çiçeğini hiç sevmezdi, ne kadar uğraşsa da sevememişti. "Seni çok seviyorum, sen anneme bakma, dediklerini dinleme, cevap bile verme. Ben biraz daha çalışayım, ileride ayrı eve çıkacağız." demişti sevgi içinde konuşan adam. Bunu evlendikleri zamandan şimdiye hep derdi zaten, ne zaman faaliyete kalkışsa, Seher tarafından durdurulmuştular. İnanmadığı gibi samimi de bulmadı.
Çoğu zaman gösterdiği çabaların boşa olduğunu adam kendi de anlıyordu. Ne zaman Seher canını sıksa, kendisini savunmadığı gibi ortamı sakinleştirme çabaları da boşa çıkıyordu. "Hande, annem hasta bir kadın, şekeri var, ondan böyle sinirli. Kusuruna bakılmaz, her söylediğini üzerine alınma." demesi, daha çok canını acıtmıştı. Öyle güzel savunuyordu ki annesini, kendisini hiç böyle savunmazdı. Ancak kardeşine gücünü yetiriyordu ama son zamanlarda onun tavırlarını da umursamaz olduğunu düşünürdü. "Benim Yeliz Annem de hasta, ölümlerden döndü ama sen onun hep kusuruna bakıyorsun." derken doğru bildiği ne varsa silip atmış, aklında kendince yeni doğrular açmıştı. "Sakın bana yaptıklarını bahane sunma, şu an ona daha çok hak veriyorum." dedi sakince. Sesi sakindi ama içinde aşılamaz kin barınıyordu.
"Yolunu başka adama düğümleyip hali hazırdaki yuvanı yıkmasına mı hak verdin?"
"Yok onu değil tabii, ben daha çok senle evliliğime karşı çıkmasına hak veriyorum, evlendiğimiz günden bu yana her defasında kadını haklı çıkarabiliyorsun."
Sessiz kaldılar, daha çok konuşmadılar ama sözleri, ok misali vurdu adamın kendisini. Günler geçerken o gün dedikleri, çok hafif kaldı. Çünkü günler ilerledikçe daha çok haklı çıkıyordu. Sadece bir buçuk ay ancak sürdü kocasının çalışma süreci, girdiği yerden kavga çıkararak ayrıldı. İstifasını verdiği gün, olayı sakin karşıladı. Normal karşılamak zorunda kaldı, bundan rahatsız değildi. "Ben çalışıyorum nasılsa, böyle olacağını bildiğim için kolejden çıkmadım, üzülme bunlara." Yatıştırmak ve sakinleştirmek için uğraştı, zaten başka ne gelirdi ki elden? İnsandık, hayatta hepimiz bizlere mahsustu. Düşmeyen kalkmayan sadece Allah'tı, böyle düşünerek yatıştırdı karşısındaki adamı. Kendisi de suçluydu, sürekli aklı başka yerlere kayıyor ve ailesine sahip çıkamıyordu. Bundan sonra ne olursa olsun, Fatih'ten uzak kalacaktı, kabirde verdiği sözü tutacaktı.
Mutluydu, mutlu olmaya çalışıyordu. Gelirken ellerinde çiçeklerle evine giren Hande, çiçekçiden tohumlar almıştı. Televizyon karşısındaki koltukta oturan kocası tarafından karşılandı ama yerinden bile kalkmadı adam. "Hoş geldin hayatım." dedi sadece. "Hoş buldum." derken içeri ilerledi. Yüzünde gülümseme vardı, okul müdürü İbrahim Bey'in verdiği göreve, hiç böylesi mutlu olmamıştı. Okul projesinde Fatih'le birlikte yer alacaktı Hande. Tam da uzaklaşmaya çalıştığı vakitlerde şimdi hem mutluydu, hem ürperti içinde... Yabancı, turist öğrencilere tanıtım yapacaklardı. Onun hazırlayacağı biyolojik maketi, kendisi yabancı dilde tanımlayacaktı.
Çiçekleri keyifle saksıya ekerken saksıdaki diğer çiçeklerini, süslü maşrapasıyla sulamaya başladı. Dudaklarında şarkı mırıldandı ama sadece mırıldandı, sesli söylemedi. "Siz de benim gibi karmakarışıksınız." dedi çiçekleriyle konuşan kadın. "İçimde ne hisler var bir bilseniz. İnsan meğer, onlarca duyguyu sığdırabiliyormuş derinliklerine. Özlem, acı, korku, mutluluk ve umut; bunca his, sizce yüreğime nasıl sığdı? Birbirine değmeden, birbirlerini incitmeden nasıl yaşıyorlar?" derken derince iç çekti. "Tamam tamam, umutsuzluğa mahal yok." Çiçeklerini tekrardan özenle suladı. "Zaten umuttan şu sıra çokça var." Saksılarını dizdiği balkonunu düzenledi. Kimi çiçeklerini vazolara doldurdu, yeni tohumlarını saksılara ekti. Dışarıdaki mis gibi bahar havasını içine çekerek kokladı.
"Yine çok keyiflisin, neye borçluyuz bunu?" Yanına ne ara geldiğini anlamadığı kocasına göz devirdi. Elindekileri tezgahın üzerine bıraktı. "Dışarıda hava çok güzel, gelirken ekecek yeni çiçekler de aldım. Yaşamayı seviyorum, buna borçluyum, daha ötesi olamaz." Diğer, elinde kalan çiçeklerini güzelce kokladı, kokularını içine çekti. "Başka yere de uğradın mı çiçek almadın önce?" İma içinde sorduğu soruyu üzerine alınmayan Hande, sakince çiçeklerini kokladı. "Biraz dolandım, öyle güzel ki hava, bahar geliyor, temiz kokuları içime çektim." Güldü karşısındaki adam, ciddi duran gülüşüne alaycılık kattı. "Yaa." dedi sinir içinde. "Gelirken o tamirci parçasının basit dükkanına da uğrasaydın." Sinirle ardına dönerken çatılan kaşlarına engel olamadı. "Konu şimdi nereden ona geldi?" dedi merakla.
"Seni böyle ben mutlu edemem çünkü, mutlaka uğramışsındır."
"Kendin mutlu olmayıp başka hayatlara özenince, çok normal karşındakine mutluluk veremiyor olman."
"Sayende, memnuniyetsizsin çünkü. Başka hayatlara özenen biri varsa, o daha çok sensin. Yeliz Annenin sana sunduğu hayata aşıksın sen."
"Yazık, gerçekten yazık." dedi adama acı içinde bakarken. "Ben çalışıyorum, çocuk gibi eline harçlık veriyorum, evi kendim tek başıma geçindiriyorum. Allah aşkına, kurduğun cümleleri biraz seç de kullan. Bir kere başına kalktım mı? Yapmam da, çünkü her zorluk insanlar içindir, ben de okulun bitmesine yakın iş bulamadım, çok normal. Kendi yaralarının acısını benden çıkarma. Çok mutsuzsun belli, benim mutluluğumu bile yediremiyorsun kendine. O, varlığını kabullenemediğin ve sürekli konuyu kendisine getirdiğin adamla ben, okulun projesinde yer almaya başladım. Aynı projede çalışıp misafir turist öğrencilere tanıtım yapacağız. Canın ister kabul eder, ister etmez ama şu yersiz kıskançlığını kenara bırak."
"Seni kıskanmam çok normal, kenara bırakılacak gibi değil, o adamla aynı ortamda çalışmanı kabullenemiyorum. Senin bir sürü seçeneğin var. Kolejden ayrılabilirsin, yapmıyorsun. Şikayetçi olma imkanın varken bunu da yapmıyorsun. Sonra çıkmış karşıma, bana tek başına evini geçindiren 'Güçlü kadın' imajını aşılayarak aklınca hava atmaya çalışıyorsun. Yemem ben bunları Hande Hanım, senin amacın, o şerefsize yakın olmak, işi bahane ediyorsun. Ben kıskancım ama fazlasıyla da dayanıklıyım, yerimde başkası olsa, kan dökülürdü. Namus cinayeti çıkardı kızım, benim kıskançlığım çok normal derecede. Sence de fazla hafif kalmıyor mu?"
"Tabii, sen zaten başlı başına hafifsin, elbette hafif kalır. Senin kıskançlığın zaten bana karşı değil ki. Sen beni ondan kıskanmıyorsun, senin derdin Fatih'in kendisiyle. Kendisini çekemiyorsun, gözün almıyor, yaşamına tahammül edemiyorsun. 'Tamirci parçası' diye sürekli aşağıladığın adam, ne iş olsa yapıyor, geçimli, ekmeğini taştan çıkarıyor. Alın teriyle para kazanıyor. Evet, erkek dediğin ter kokar, alın teri diye bir şey var, bilir misin sen onu, duydun mu hiç? Elleri nasır tutar, evine ekmek getirme kaygısına düşer. Yani sende bunların hiçbiri yok, hepsi onda var ya, sen kendine bunu yediremiyorsun. Benim naçizane önerimdir, az önce de dediğim gibi sizi teraziye koysak, sen çok hafif basar, aşağıda kalırsın, başlı başına hafifsin, o nedenle boşuna çırpınıp da gereksiz kıskançlık yapma."
Söylediklerinin ağırlığı, taş duvarlar misali ezip geçerken adamı, kinden ve sinirden gözlerinin altı mosmor kesildi. "Seni öldüreceğim." dedi kadına doğru ilerlerken. Yüzüne attığı tokat, kadının teninde volkan misali patlarken daha bunun acısını kaldıramayan kadını, iki yakasından tuttuğu gibi savurdu. Yere düşmesini nefretle seyrederken üzerine bacağıyla tekrardan çelmek attı. Yerde, defalarca kez bedenine dolanan hamleler, güç bırakmadığında kadında, tekrardan anladı ki, hastane yatağındaki annesinin ahını çok ağır almıştı. Şimdi bunların daha fazlasını hak ediyordu. Çektiği acı, işlediği günahların yanında basit bile kalırdı. Evlendikleri ilk zamanlar, daha kız kardeşine tepki gösterirken anlamıştı onun nasıl bir adam olduğunu ama anlamazdan gelmişti. Doğru kişi olduğunu kabullenmek daha çok işine gelmişti. Ağzının kenarı kıpkırmızı kesilirken kanlar, dudaklarının çevresini sarmalamış, eli ise tekmelenen karın boşluğunun üzerinde kalmıştı...
Bölüm sonu!
Aras, gerçek yüzünü tamamen gösterdi. Hande, bunu fark etmesine rağmen bir süre susacak ama tamamen baskıdan sessiz kalacak. Hande için aslında çoktan bitti ama sadece uzaklaşacak şimdiden.
Nurcan'ın şimdi ki halini nasıl buluyorsunuz? Kurgunun başından şimdiye belirlemiş, yazmak için sabırsızca beklemiştim.
Fatih'in çabalarken Hande için, karşısındaki yaklaşımını sevdiniz mi?
Yeni bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın... |
0% |