@mavi_melekler
|
Güzelce geldim karşınıza, tazecik, istediğiniz sahnelerle dolu olaylara değindik. Hadi hep birlikte geçelim ve görelim...
Yol'a Düş Grubu konuşsun bugün parağraflarda. 'Hırpaladın Sol Yanımı' desin. Fatih, vaktiyle çok hırpaladı Hande'nin sol yanını. Şimdi Hande'nin tek umudu ama, çektiği acılara mukabil, yine en çok ona sığınabiliyor.
İnsan hayatı öğrenemeyince, kimin iyi, kimin kötü olduğunu da bilemiyor. Hande, bundan böyle herkesin bilincinde. Hadi geçelim bölüne, keyifli okumalar!...
36. Bölüm: "Elde Kalan Umudun Son Parçaları"
Yaşadıklarımız ağır basınca, sevdiklerimizin değerini daha iyi anlardık. Çünkü etrafımızdakiler haklı çıkınca, onlara haksızlık ettiğimizi kavrardık. Hande, şimdi annesine yaşattıklarının pişmanlığıyla kıvranıyor, onun karşısına çıkacak yüzü bile bulamıyordu kendisinde. Gördüğü onca şiddetin ardından ağrıları tutmuş, uzum süre tekerlekli sandalyede kalmak istemişti. İşine düzenli gitmiş, o zamanlar ayakta kalabilmiş ama cuma akşamı perişan hale düşünce, oturduğu tekerlekli sandalyeyle ihtiyaçlarını karşılamıştı. Böylesi daha iyiydi, aslında hiç sevmezdi ama mecbur kalmıştı. Hafta içi gelen Nurcan Hanım'a belli etmemek için çok çabalamıştı. Duşunu, zorlukla da olsa kendisi almış, zorlandığı yerde kayınvalidesinden destek istemişti. Nurcan Hanım'dan yardım istese, gördüğü şiddet çok rahat ortaya çıkacaktı. Çünkü karın boşluğu ezilmişti, gören olursa anında anlardı. Yüzüne ise öyle sert makyaj yapıyordu ki, kendinden utanıyordu. Yanağından ağzının kenarına uzanan boşluğu fondötenlerle ve allıklarla örtbas etmeye çalışmıştı. Sarılan Nurcan Hanım'a hep soğuk karşılık vermişti, yine anlamış mıydı acaba şiddet gördüğünü? Bilmiyordu, üzerinde durmadı.
Cumartesi sabahı gözlerini erken aralayan Nurcan Hanım, evdeki herkesten önce kalkmıştı. Zaten gelini kalkar, işleri hallederdi. Fatih, hafta sonu olduğundan tamirhaneye gitmiş, eşi de ona yardım için onunla çıkmıştı. Kahvaltıdan önce hem yürüyüş yapacak, hem de aklındakini plana geçirmiş olacaktı. Yeliz'i önceden aramış, "Konuşmamız gerek." demişti sadece. Şaşırarak tepki gösteren kadın, ne konuşacaklarını sordu başta. "Ortak noktamız Hande, onun hakkında konuşacağız." dedi sakin şekilde. "Senin evine gelmem." dedi tekrardan eklemede bulunan Nurcan Hanım. Bulaşacakları mekanı belirterek evinden çıktı, Tuzla sahiline gitmek üzere taksiye binerek adresi verdi. Bir şeyleri çözüme kavuşturmanın vakti çoktan gelmişti, zaman geçiyordu bile. Hande'ye belli etmemiş, bilmezden gelmişti ama sadece ona belirtmemişti. Geri kalanlarla çözecekti.
"Bana söylediklerini unutmadım, unutulacak gibi de değil, hiçbirini sineye çekmedim." dedi çantasını önlerindeki masanın üzerine bırakırken. "Toprağın altındaki evlatlarımla vurdun beni, acılarımı canıma dokundurdun, bunlar sineye çekilecek gibi değil. Seninle konuşuyorsam, ortak noktamız olduğundan ötürü, Hande'nin durumu iyi değil."
"Nasıl iyi değil, neyi var kızımın?" Endişeyle çatıldı kaşları.
"Sadece bir değil, birçok şeyi idare ediyor. Korkunç derecede şiddet görmeye başladı. Yüzünde saklamaya çalıştığı morlukları gördüm, adam nasıl harabe etmişse, ayakta duramıyordu, tekerlekli sandalyeyle dolanıyor. Başta hafifti gördüğüm morluk, tekti ama şimdi daha çok çoğalmış. Karşıma aldım, zorlamadan konuşturmaya çalıştım ilk gördüğümde ama fayda etmedi." Söyledikleri birer ok olarak hızlı girdi kadının can alıcı noktasına. Evet, can evinden vurulmuştu. "Ne şiddeti yaa, ne diyorsun sen?!" Yükseldi sesi, elini masaya sertçe geçirdi. "Sen bana bunu şimdi mi söylüyorsun, n'aptı o adam kızıma?" Tüm bedeninin deprem akımda olduğunu hissetti, öylesi titriyordu şimdilerde. Kendini toparlaması, evladı için dayanması gerekti. Yerinden hızla doğrulurken çantasını eline aldı. "Kızımı almaya gidiyorum, bu mesele kapanacak." Yaptığı hamle, karşısındaki kadını da yerinden kaldırdı. Hızla önüne geçerek, "Dur." dedi ürperti içinde.
"Şimdi bunu yapınca iyi olmayacak, çünkü Hande gelmeyecek." Kolundan tutarak çekti kadını, ikisi de gerilmişti. "Manyak mısın sen, ne demek gelmeyecek? Gelecek, istemese de gelecek, zorla getireceğim!" Sesinin hiddeti, etraftakilerin bakışlarını üzerine çekti. "Tabii, işine gelmiyor, değil mi? Hande'yi o adamdan ayırırsam, senin oğlunla önünde engel kalmayacak, tek korkun bu. Zaten ne geldiyse başımıza, hep senin yüzünden geldi. Benim hastanede olmamı fırsat bildin, attın başından." Soluk soluğa kalmıştı, sinirinden kızarmıştı her tarafı. "Ben bunu çoktan göze aldım, varsın ikisi de mutlu olsunlar, umrumda değil. Yeter ki Hande daha fazla üzülmesin. Böyle yaparsan gelmeyecek, amacım güvenini kazanmak. Sen de böyle davranmadığın için zaten hayatında yer edinemiyorsun." Duraksadı, nefes nefese gelmesine sebep olduğu kadını, sakince aynı sandalyesine çekerek oturmasını sağladı.
"Ben daha Hande'yle tanışalı neredeyse bir sene olacak, son üç ay görüşmedik zaten, kontrolüm dışında evlendi, Neslihan'ın böylesi ileri gideceği, aklımın ucundan bile geçmezdi. Sen altı senedir tanıyorsun, ona güçlü olmayı sen öğrettin, izin ver de öğrettiğin gücü kullansın. Güçlü olması gerektiğini bağıra çağıra anlatamazsın, ancak ufak hamlelerle gösterebilirsin. Yine gelmeyecek, zamanında esir aldırdın da ne oldu, sayende kızcağız, yağmurdan kaçarken doluya tutuldu. Böyle bir yere varamayacaksın, daha çok savrulmasına sebep olacaksın. İnat etme, sözümü dinle, Hande zaten kendisi çıkacak. Sen sadece, anladığını belli etmeden güven ver ona, gerisi çözülecek. Yanında olduğunu, her koşulda, ne karar verirse versin ardında durduğunu göster. Bu ona fazlasıyla yetecek."
"Yapamam ben, benim yavrum orada acı çekerken ben susamam, sessiz kalamam." Sözlerini çırpınarak dile getiren Yeliz Hanım'ın yerinde duracak hali kalmamıştı. "Yapacaksın, annelik bazen göz yummaktır, seni kabul etmesini istiyorsan başka seçeneğimiz yok. Bak ben bana dediklerini asla unutmadım ve unutmayacağım da. Acılı bir anneyim ben, sense acılarıma tuzlar bastın, ben bunları hak etmedim. Ne yaşatırsam yaşatayım, hak etmedim ve yanına bırakmıyorum, gördüğün üzere, sözlerim çok ağır. Sen de kötü bir annesin, Hande için yeterli değilsin. Annelik, zindanlara kapatıp korumak değildir. Beni de günahına ortak ettin. 'Yapmayın, kurtarın beni' diye bağırdı o kız, bense evime her misafir geldiğimde, mecburen ilaçlara boğmak zorunda kaldım. Kendi evladımı koruyacağım derken ona hep geç kaldım. Ben hatalarımı çok güzel telafi edeceğim, senin gibi olmayacağım, sen de Hande'nin psikolojik sağlığı için mecburen beni dinleyeceksin.
Yoksa bu defa onu tamamen kaybedersin. Ben kazanmaya başladım bile, senin kaybın onda çok yara açmaz. Bugün cumartesi, senden kontrol etmeni istiyorum. Ben mecburen evimde olmak zorundayım, Fatih'in haberi yok orada çalıştığımdan. Gündeliğe gittiğime dair yalan söyledim, Aras'ın babasından maaş aldığımı öğrenirse, gururundan ne tepki vereceğini bilmiyorum. Öğrenmesini de, tepkisinden ürktüğüm için istemiyorum. Sadece hafta içi gidebiliyorum, bugün bir yolunu bul ve yalnız bırakma. Bana haber vereceğini umuyorum, gerçi vermesen de ben, Seher'i araya koyarak o evde olup bitenleri öğrenirim. Birbirimizden hoşlanmıyoruz, yani en azından son söylediklerinden sonra, ben senden zerre hoşlanmıyorum ama mecburen katlanacağız. Bizim ortak noktamız Hande, onun mutluluğu için uğraşacağız. Benim kızım çok genç yaşta kaydı ellerimin arasından, farklı kulvarlar ama dönüp dolaşıp aynı kapıya çıkıyor. Eğer Hande'ye zarar gelirse, saçının teli bir kere daha incinirse, inan bundan en çok ben acı çekerim."
Konuşmalar sonlandığında çantasını alarak kalkan Nurcan Hamım, ardında başka, kendisiyle acısı eş değer bir anne bıraktı. Titremelerinin geçmesini bekleyen Yeliz Hanım, ellerini saçlarının arasından geçirdi. "Yardım et bana Allah'ım." dedi can yaraları içerisinde. Yerinden titreyerek kalktı, çantasını aldı. Hemen şimdi kızına gitmesi gerekti ama önce bunun başka yolunu bulmalıydı. Aslında oğlunu, Alper'i araya koyarak Aras'ın gözünü çok güzel korkutabilirdi ama bu hamle de, Hande'nin zarar görmesine neden olabilirdi. Yürürken titreyen bedeni savrularak, kısa saçları rüzgarda dalgalanıyordu. Yine ne olursa olsun, Alper'e olanları anlatacaktı. Mutlaka çözüm yolu bulacaklardı. Aslında en önce Fatih'e anlatmalıydı ama Nurcan'ı zor durumda bırakmak istemedi. Çevirdiği taksiye binerek adres verirken diğer taraftan çantasından telefonunu çıkararak hızlıca oğlunu aradı.
Başta işi olduğunu söylese de, söz konusunun kardeşi olduğunu öğrenen genç adam, olanları anlatmak için hızlı şekilde vakit ayırdı. Söylenenleri dinledikçe de, şekilden şekile girmişti. Bu iş böyle yürümezdi, mutlaka olanları Fatih'in de bilmesi gerektiğini oğlundan dinleyen Yeliz Hanım, o anlarda ne yapacağını bilememişti. Bir annenin çaresizliği, sahiden de yürek yakıcıydı. Diğer taraftan yolu kontrol ederken oğluna yapamayacaklarını anlattı. "Nurcan endişeli, eğer Fatih orada çalıştığını öğrenirse, kadına sert tepki verebilir, biraz duralım oğlum. Biz çözeriz ki, beraber geliriz üstesinden. Sen korkutamaz mısın gözünü, gerçi bu da doğru değil. Hande, o adamın evinde kaldığı sürece elimiz kolumuz bağlı, kızın hayatı tehlikede. Allah kahretsin ki, o adam gözümüzün içine bakarak her türlü pisliği yapacak. Ya zarar verirse kardeşine, ya o haberlerde gördüğümüz kadınlar gibi olursa sonu? Benim emanetim o, koruyamazsam kendimi asla bağışlamam."
"Sen böyle davranıp o bencil, çıkarcı kadını düşündüğün sürece olacak anne, sayende kardeşim manşet olacak! Neyini düşünüyorsun şunun, bırak ne hali varsa görsün, o bizi düşündü mü? Yokluğumuzu, bir anlık boşluğunuzu fırsat bildi, kızı aldı, Neslihan'ın önüne attı. Yaptığı bencillik de değil, bencillik kavramı hafif kalır önünde. Şimdi de kendini düşünüyor, kendi oğlunu kızdırıp kaybetmekten korkuyor, böyle olayların içine kendi evladını karıştırmak istemiyor. Sen hâlâ anlamadın mı, artık birlik olmalıyız, başka türlü kurtaramayız. Ben anlatacağım ama öncesinde o pisliğin hesabını kendim keseceğim. Öyle korkarak geri durmakla olmaz bu işler. Muayenehanedeki mesaim biter bitmez, hızlıca çıkıp her iki tarafı da çözeceğim."
Olaylar her iki aile için de hızlı ilerlemişti. Telefonu kapatan Yeliz Hanım, soluğu çabucak kızının evinde almıştı. Kendisini düzgün bile karşılayamamış, daima yorgun düştüğü zamamlarda yaptığı gibi, tekerlekli sandalyesiyle gelmişti karşısına. Hiç şaşırmadı, Hande eğer bu sandalyede karşısına çıkmışsa, sahiden çok bitap düşmüştü. Çünkü kolay hal bunu tercih etmezdi. Üzerinden montunu çıkardığı anda, yanına doğru giderek önünde eğildi, sımsıkı sarıldı. "Canım anneciğim." demişti kızına doğru sıkıca sarılan kadın. "Özledin mi beni." derken kendine verdiği sözü tuttu, Nurcan sahiden bu konuda haklıydı. Şimdi saldırırsa, tamamen kaybedebilirdi. "Çok." dedi sarılmasına karşılık veren genç kadın. "Yemeklerimi de özledin mi, aç mısın, hazırlayayım mı sana?" derken sıcacık konuştu. "Biraz." Tebessümünü çekmedi Hande. "Ne bulursam atıştırdım ama senin yemeklerinin yerini tutmuyor." Aslında özlediği sadece annesiydi, Yeliz Hanım öyle çok yemek yapmazdı. Ufak aperatifler hazırlar, için de belki de şefkat olduğundan, çok lezzetli kendisine.
"Peynir soslu makarnamdan hazırlayayım mı?" dedi tekrardan sevgiyle gülümserken, hızla başını salladı Hande. "Beraber hazırlayacağız ama sen de bana yardım edeceksin." Yinelerken konuşmalarını, önden ilerleyen kızıyla birlikte mutfağa girdiler. Bolca zaman geçirirlerken sabrını kontrolde tutan Yeliz Hanım, daima kızına olan sevgisinden söz etmişti. Yemeği beraber hazırladıklarında, evde Seher'den başka kimse yoktu. "Ben her zaman yanındayım." demişti suyu henüz kaynara gelmemiş makarnanın sos malzemelerini dolaptan çıkardığında. Hande, başta bu konuşmanın neden olduğunu anlamadı ama sonra genel olduğunu düşündü. Yanına doğru gelen Yeliz Hanım, önünde eğilerek konuşmalarını sevgi, şefkat ve merhametle devam ettirdi.
"Seni ben doğurmadım, seninle sadece altı sene geçirdik. İnan böyle kısa zamanda, sana öyle güzel bağlandım ki, seni bir annenin sevebileceğinden çok daha fazla seviyorum. Ne karar alırsan al ama idare edeceğim, insanlar bana geçimli diyecek düşüncesiyle, hayatını ziyan etme. Ailesinin yetiştirmeyi beceremediği, sorunlu insanları, geçimli olacağım diye sen, ancak bir yere kadar idare edebilirsin. Senin bir evin, ailen var, zaten olmasa da sen kendine yetebilecek kadar güçlüsün, ben buna tüm kalbimle inanıyorum. Yeni mezunsun, çalışıyor, paranı kazanıyorsun. Önünde daha çok güzel kapılar var, belki de başlangıçlar için bitişlerin olması gerektir, ne dersin?" Sustu, yanıtsız bırakmak istedi ama tamamen susmadı, kısa ve üstü kapalı cevaplaması gerekirdi. "Günü geldiğinde, dediklerini düşüneceğim." dedi sadece. Söyledikleri, canını daha çok sıkarken Yeliz Hanım'ın, susmayı ve sabretmeyi düşünerek sakinliğini korudu.
Zaman geçirirlerken Hande, geçen zamamda olanlardan söz etti. Okul projesinde yer aldığını, yakında başlayacaklarını anlattı. Üzerine basarak, övünerek söyledi, böylesi görevde kendisine yer vermeleri, daha çok hoşuna gitmişti. Gurur vericiydi kendisi için ama annesi açısından daha çok gurur kaynağı olmuştu. "Yaklaştıkç sunum günü, heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor, ya başaramazsam korkusu var içimde." Sözlerine karşılık tebessüm eden kadın, makarnanın sosunu üzerine dökerken cevapladı dediklerini. "Yapar benim kızım, ne zorlukları başarmış, bunun mu üstesinden gelemeyecek." derken hızla sosunu karıştırarak mutfak dolabından servis etmek üzere tabak çıkardı. "Üstesinden layığından daha fazlasıyla geleceksin, ben buna tüm kalbimle inanıyorum."
Yemeklerini yediklerinde Hande odaya geçmiş, çay koymak üzere mutfakta kalan Yeliz Hanım, kızının çok sevdiği krokanlardan hızlıca, el çabukluğuyla hazırlarken diğer taraftan da ocaktaki çayı kontrol etmişti. Elinde telefon, Alper'den haber bekliyordu, çok sürmeden kendisine gelen mesajla, rahatça soluk aldı. "İşlem tamam, güzelce göz dağı verdim; elimizi çabuk tutarsak, Hande ayrılana kadar bu ayar ona yeter." dediğinde elini kalbine dokundurdu. Nasıl sonuç alacağını çok merak ediyordu. Çalan kapıyla düşüncelerinden kurtulurken başta umursamadı ama sonra çalması çok sürünce, herkesin yukarı katta olduğunu anımsadı. Koşar adım kapıya doğru ilerlerken yaklaşarak usulca uzandığı kapının kulbunu aşağı indirdi.
"Yarım saattir çalıyorum, neredesiniz yaa." Başı aşağıda içeri girerek konsola anahtarını fırlatan Aras, karşısındaki Yeliz Hanım'ı, başını çok geç kaldırdığında gördüğü an, irkilerek geri çekildi. "Ne o, niye bana öyle baktın." derken alayla gülen kadın, karşısındakini umursamadığını göstermeye çalıştı. Kapıyı örterek mutfağa ilerlerken Alper'in sahiden güzel ayar verdiğini düşündü, korkmasının sebebi bundan olmalıydı. "Şu fantastik dizilerde gebererek sonra geri gelen vampirler var ya, bir an bana onu anımsattınız." Dehşetle kendisine gözlerini deviren kadına karşı gülüşünü daha çok arttırdı. Yıkılan evliliğinin sebebi olan kadına, bundan böyle saygı gösterecek değildi. Yeterince, en başından göstermişti ama meğer o hiç hak etmemişti. "Yanlış anlamayın Yeliz Hanım, hani çok hastanede kaldınız, komadan bir uyanıp bir geri gittiniz, ondan öyle dedim. Yoksa maşallahınız var, fıstık gibi kadınsınız."
"Yakında buradan ev tutacağım, Hande senin bir taraflarına tekme atana kadar gözüm üzerinizde olacak." Elindeki bardakları tepsinin içine çok sert bırakırken sabrının son kırıntılarını yaşıyordu. "O zaman da bakalım zevzeklik edebilecek misin?"
"Önden haber verdiğiniz iyi oldu, kılık kıyafetimize dikkat ederiz biz de, hani gözünüz üzerimde olacak ya, bize de bu düşer. Yalnız son dediğinize emin olmayın, Hande vazgeçmez benden."
"Sen öyle san, başka seçeneği var nasıl olsa, neden vazgeçmesin ki." Eğlenerek konuşma sırası kendisine gelmişti. Yüzünde adeta güller açtı konuşurken. "Ev tutmak için çok acele etmeyeceğim, Fatih buraya çok yakın oturuyor, aynı mahalledesiniz." Göz kırparak elinde tepsi ile mutfaktan çıkan kadın, ardında sinirden deliye dönmüş bir adam bırakmıştı. Kininden gözlerinin altı kızarmış, hızla koşarak kadının ardından girmiş, daha salona, Hande'nin yanına girmeden yolunu kesmişti. "Oğlun bir taraftan, sen diğer taraftan yuvamı yıkıyorsunuz, sizin Allah'ınız yok mu lan?!" Yükselmedi sesi, içerideki kızın duymasını istemedi ama oldukça nefret doluydu.
"Sahi, Alper n'aptı sana, nasıl kesti hesabını?" Konuşmasındaki eğlence arttı, yüzü kıpkırmızıydı, belli ki fena hırpalamıştı. Boynu da mosmordu, boynunu sıktığını anında çözmüştü. "Bunların hiçbiri yanınıza kalmayacak." derken hızla kadının önünden çekilerek kendi odasına doğru ilerledi. İstediğini elde etmeye şimdiden başlayan kadın, elinde tepsiyle oturma odasına doğru ilerlerken az da olsa keyfi yerine gelmişti.
Geçen zamanda Hande, tekerlekli sandalyeden kurtularak tekrardan koltuk değneğine tutunmaya başladı. Zaten oldu olası sevmemişti o sandalyeyi, itici bulurdu. Kendisini ona layık görmeyecek kadar güçlü bulurdu. Ne kadar güçlü olsa da, evini ve ailesini bırakmak istememiş, karşısına aldığı kocasıyla uzunca konuşmuştu. "Tedavi olmanı istiyorum, ben sökükleri dikme taraftarıyım, eğer tedavi olursan, hâlâ çok küçük de olsa bir şansımız var. Ben senin tavırlarından, sağlıklı davranamadığını anladım. Bu zamana kadar biz hiçbir zorluk yaşamadık, bana zerre el kaldırmadan o güne kadar. Demek ki psikolojik açıdan sağlık sorunların var, toparlanmanı istiyorum." Sarf ettiği sözler, karşısındaki adama başlarda umut aşılamıştı. Tedavi olayına ne kadar uğraşsa bile sıcak bakamadı ama sadece kısaca düşüneceğini dedi. O günden sonra tartışmaları bitmedi ama hiç kendisine el kaldırmadı. Sözlü tartışmaları devam etti, bitecek misal de değildi. Sanki o sözlü tartışmaların, günün birinde daha ağır felaketlere yol açacağını, derinliklerinde hissediyordu genç kadın.
Ertesi gün, akşama doğru hızla kapıdan giren Fatih, kapısını anahtarla çok sert açtı. İçeri hızla girerken mutfaktan salona geçen annesiyle göz göze geldi. "Sen benim ardımdan iş mi çeviriyorsun?!" dedi hiddet içinde. Bazı olaylara ve olacaklara önden engel olamıyordu. "Yok oğlum, nereden çıkardın, ne işi çevirecek mişim?" Anladı aslında Nurcan Hanım, korktuğu başına gelmişti. Ürpertiden bacaklarına kadar titremeler sarmalamıştı. "Anne, bana anlamazdan gelme, Alper abi hepsini anlattı. Yaa sen benden habersiz, o eve nasıl gündeliğe gidersin? Senin buna ihtiyacın yok, kalmış ki gideceksen de o eve gidemezsin! Sen o zengin züppenin elinden para mı alacaksın?!" Sinirinden sesi, evin tamamını sardığında, hızla yanlarına gelerek ortamı yatıştırmak istedi Seda. "Kadına bağırma, bu defa suçlu değil, o evde çalışmasına annemden çok, Hande'nin ihtiyacı var." Sözleri, karşısındaki adamı sakinleştirmeye yetmemişti.
"Yaa bırakın Allah aşkına, bu mu çözümü, o eve gündelikçi olarak gitmesi mi?" Yükselen sesi, hiçbir şekilde aşağı inmedi.
"Yemin ederim gündelikçi değilim oğlum, bende o göz yok. Seher'in evinde temizlik mi yapacağım ben, asla! Sadece Hande için gidiyorum, sizin dediklerinizden sonra, bunu göze almasaydım, hiçbir şekilde vicdanım rahat etmezdi."
"Hemen çıkıyorsun anne, ben bunu kaldıramam. Yıllardır çalışıyorum, sizin rahat etmeniz için çabalıyorum, bana o züppeden laf yedirtme, bu defa sahiden o iğrenç adamı öldürürüm."
"Ben günahımı örtbas etmek için uğraşıyorum, senin de madem Hande'ye karşı gönlün boş değil, biraz fedakarlık edebilirsin."
"Yardımcı mutlaka bulurlar, Yeliz Hanım var, Dilek Hanım'lar var, arkadaşı Efsun var."
"Öyle olmuyor o işler işte." Sesini yükseltme sırası, bu defa da Nurcan Hanım'a geldi. "İnşallah Alper sana, diğer olanları da anlatmıştır."
"Kahretsin ki anlattı." Elindeki telefonu, masanın üzerine fırlatırcasına bıraktı. "Senin orada olman zaten çözüm değil, okulda devamlı gözümün önünde, ben kontrol ederim."
"Yetmiyor, çünkü şiddeti okulda görmüyor." dedi sesindeki yükselme artan Nurcan Hanım. "Yaa sen niye bencillik ediyorsun, sevmek bu değil ki. Kendi adını, itibarını bu kadar çok düşünüyorsan, öyle yaralı birini hiç sevme daha iyi. İnsan sevdiği için her rezilliğe katlanır, sen böyle gurur havalarına girerek utanmalar yaşayacaksan, yol yakınken vazgeç."
"Bozuk saat bile günde iki kere doğruyu gösterirmiş." dedi sinirle konuşan Seda. "İlk kez annem haklı ağabey, böyle yapacaksan gerçekten sevme."
"Terbiyesizleşme." dedi kızına tersçe bakan kadın. "Ben ayrılmıyorum oğlum, herkes kendinden sorumlu. Çok meraklı değilim ama hatamı kapatmak için mecburum. Kusura bakma evladım, ben alnımın akıyla, ihtiyacım olmadığı halde çalışıyorum. Çünkü orada o kız, hasta haliyle kıvranırken içim el vermiyor."
"İyi, ne haliniz varsa görün, bana o adamdan söz gelirse, temizce kıyamet kopacak, haberiniz olsun." Uzatmadı, üzerine durmadı, böylesi işine geldi aslında. Birinin Hande'yi, işyeri dışında da kontrol etmesi gerekirdi. Başka çözüm bulamazdı, şimdilik en uygunuydu. Karşısına çıkar da, 'Annen evime temizliğe geliyor.' derse vereceği cevap hazırdı. Zaman, kendisi için o akşam zor geçmişti. Yasemin'in bir türlü uyumayacağı, üstelik ağlama nöbeti tutmuştu. Geçen incinen kolundan bandajı çıkarsalar da, daha acısı geçmemişti. Ağrı kesici şurubu, çok zor olsa da içirebilmişti. Kızına zorlanarak ilaç içirirken o günü hatırladı. Hande'nin, Yasemin'e karşı duvarlarını kırdığı zaman, ilaç içirmesi nasıl da kolay olmuştu.
Nasıl başarmışsa, Yasemin anında kabul edip yutmuştu ilacı. Üstelik kendisi ve ailesi gibi hiç çaba da sarf etmemişken bunu nasıl yaptığını düşünmemek elde değildi. Normalde hep huysuzlanarak problem çıkaran Yasemin, o gün Hande'nin kollarında sakinleşmiş, ağrıları dinmişti. Hande, kaçırarak esir aldığı kadın değildi artık kendisi için, değişmiş ve farklı birine dönüşmüştü. Uyumamakta ısrarcı olan kızıyla vakit geçirerek ilgilenirken daha günler öncesi düştü zihnine. Düzce'den döndüğü gün, Hande'nin de kendilerinde olduğunu, bahçede kucağında Yasemin'le görünce anlamıştı Fatih. Evet, o da kendisine karşı boş değildi. Sıcacık bakışlarıyla kızını sarmalarken dudaklarından dökülen sözler, kalbini ele vermişti. Yüreği, artık genç adamın elleri içerisindeydi. Dinledikleri ve seyrettiklerinden sonra, gülmemek için kendini zor tutmuştu.
"Yasemin." Sevgiyle, merhametle seslenişini gördü. Yüzündeki şiir misali tebessümü bebeğe sunarken böyle naif olduğunu hiç bilmezdi. "Sen de mi babanı özledin?" Sorduğu soru, gizlendiği çalılıkların arasında, adamın tek kaşının havaya kalkmasına neden olmuştu. 'Sen de mi?' ne demekti, başka kim vardı, o an anlayamamıştı. "Sır aramızda, anlaştık mı?" Yüzündeki kızarıklığı anladı kadının, yanakları al aldı, sesi kısık ve ürkek. Ne sırrından söz ettiğini, sonraki konuşmalarında idrak edebilmişti. "Ben de, hem de çok." Kalakaldı olduğu yerde, birileri kendisini özlüyordu, bekleyeni vardı. Dudaklarındaki sırıtmaya engel olamadı, elinde değildi. Bunu izlemiş ve görmüştü, en kısa vakitte daha çok utandırarak anlatacaktı ama şimdi değil. Ailesinin yanında belli edemezdi. Bilmezden gelecek, izlememiş gibi davranacaktı ama şimdilik.
Zamana inat yaşıyorduk ve yaşarken anlıyorduk ki, insan aynı kalmıyordu. Fatih için bundan böyle Hande, ilk zamanlar tanıdığı kadın değildi. Yaşadıkları, yaptığı hatalı evliliği, çektiği acıları toplanarak onu değiştirmişti. Başta acıdan beslenen kadın, şimdi acının üzerine umutlarıyla yürüyerek meydan okuyordu. Tanıdığı zamanlar öyle sinirli, asabi ve karşı tarafı delirten hale de kendisi getirmişti onu, rahatlıkla kabul edebiliyordu. Hatalarının üzerinde durup da odaklanacak kadar güçsüz değildi. Hande'nin yüzüne de söylemişti bunu Fatih: Öncesi yoktu ama sonrası da yoktu. Şimdisi vardı kendisi için, ve daima da şimdisi olacaktı...
Günler böylece ilerledi, okul projesinin tamamlanmasına da çok az zaman kalmıştı. Her gün yanındaki adamla çalışmak, tam da kocasını tedavi olmaya ikna etmişken Hande için çok zordu. Tam da projeyi bitirmek üzerelerken laboratuvara aniden kocasının girmesi, olayları ve olacakları daha çok birbirine katmıştı. İçeriye hızla, aniden girerek "N'oluyor burada?!" demesi iki tarafı da şaşkınlığa uğratmıştı. Başlarda afallasa da, sonradan kendini toparladı Fatih. "Çalışıyoruz." dedi sakince. "Çok merak ediyorum, asıl size ne oluyor?" Gerilen ortamda ağır kavga çıkacağını kesinleştirdi Hande, aklında belirledi olacakları. Zaten okulda dedikodular başını almış gidiyordu, şimdi sahiden hiç sırası değildi.
"Buraya en masum hislerimle, seni özlediğim için ziyaret etmeye geldim, karşılaştığım manzaraya bak! Allah muhabbetinizi artırsın, hiç gelmezdim bilseydim."
"Ben sizi yalnız bırakayım, sen metni çıkar, zorlandığın yerde bana seslenirsin." Karşısındaki adamla muhatap olmamak için sakince çıkmak için kapıya ilerlerken söyledikleriyle kalakaldı. "Havan kime acaba Fatih Bey, anan evimde gündeliğe geliyor, temizlikçilik yapıyor, sen kalkmış bana dayılanıyorsun." Elini hızla açılan ağzına kapattı genç kadın, kötü kavga çıkacaktı ama tartışmanın büyümemesini umdu tekrardan. "Yalnız bir yanlış anlaşılma var, onu düzeltelim." Yanına doğru sakince hafif yaklaşan genç adam, dişlerini sıkarak ama o kadar da sabırlı konuştu. "Sizin evde annem, Hande'nin ihtiyaçlarından başka işle ilgilenmiyor. Oraya gelmesine, benim başta müsaadem olmasa da, sonradan düşündüm, Hande için kabul ettim. Biz helalinden kazanan insanlarız ama sizin gibi üç kuruşluk züppelerin parasında gözümüz olmaz. Ekmeğimizi taştan çıkarmasını biliriz." Sözleri karşısında sinirle gülerken karşısındaki adam, alaycı bakışlarını çekmedi üzerinden.
"Canım yaa, kıyamam ben sana, her yerde de bir fakir edebiyatı. Benden anana müjdeli haberi ver, bir daha gelemeyecek, biz ona kalmadık."
"Sen bilirsin ama bu, olacakların önüne geçecek çözüm değil." Yanından imalı kelimelerle geçip giderken ne dediğini anlayamamıştı Aras. Aslında anlamıştı da, anlamak, idrak etmek istememişti. Kurduğu cümlenin anlamı çok ağırdı. Gitmişti, son cümlesini kurarak çekilmişti. "Ne demek istedi bu şimdi, imalarıyla belirttiğini sen biliyor musun, senin haberin var mı?" Utanmıştı kadın, söylemek istediğini anlamıştı. Ne olacaktı, olacaksa nasıl olacaktı? Yani Nurcan Hanım'ın oradan ayrılması, neye engel değildi? Esasında hepsini anlamıştı ama kendine bile itiraf etmek istememişti. "Bilmiyorum, sana sinirlidir belki, 'Sana zarar vereceğim' mesajı vermiştir." dedi kekeleyerek, utancından ve karmaşadan zoraki konuşarak. "Ne alaka be, geri zekalı, herkes senin gibi değil, ben gayet iyi anladım ne demek istediğini."
"Biraz ağzını mı toplasan acaba, anladıysan bana sorma o zaman."
"Tabii, tamirci parçasının kurduğu son cümle işine geldi ama boşuna sevinme, bende seni onu bırakacak göz yok."
"İşyerime gelip iğrenç konuşmalarınla çalışma ortamımı batıramazsın. Git mikrobunu başka yere kus."
"Sevsinler senin işini. Kızım ben senin gibi paralı öğretmenlikle geçinmiyorum, mimar adamım ben."
"Tabii, evde oturup maç izleyen mimar, çok yaratıcısın kocacığım."
"Sen evde değilsin de nerenden belli acaba, yakında kiloda beni de geçersin."
"Çirkinleşme, ne için geldiysen söyle, sonra da çek git. Çalışıyorum, gördüğün gibi işim var."
"Yakında benim de olacak inşallah, yol parası verirsen iş görüşmesine gideceğim."
"Hani çok masumca, beni özleme hisleriyle gelmiştin, az önce elin adamının önünde masum havaları oynuyordun."
"Uzatma, asıl amacım seni görmekti ama heves bırakmadın, para veriyorsan ver, vermiyorsan gidiyorum."
"İyi tamam bekle." Köşedeki çantasının içini araladı. Çıkardığı cüzdanından çıkardığı iki parçalık kağıt parayı elinde birleştirdi. "Al." dedi ilerleyerek adama doğru, elindekini uzattırdı. "Allah hayrını kabul etsin." Sinirli bakışlarının beraberinde, alaycı konuşan adama kinle göz devirdi. "İkinci maaş zamanım geliyor, üzerimde olanı verdim işte, sana verdiğimle millet bir aylık alışverişini yapıyor." Sinirle tekrardan güldü adam, eline aldığını cebine yerleştirdi. "Yeliz Anan para vermiyor mu sana, her ay hani toplu para yatırıyordu hesabına." Gerçekten karşısındaki adamın bazen başlı başına imtihan olduğunu düşünmemek elde değildi. "Ben dokunmuyorum o paraya, sonuçta çalışıyorum. Ayrıca evden kovduğun kadının parasını böyle rahat yiyebilecek olman da hayranlık duyulası." Yüzünde hiç ifade oluşmadan konuşması, karşısımdaki adamı daha çok sinir etti, söylediklerinin altında kalmadı. "İstediğimden değil, sordum sadece, böyle cevap vereceğini de biliyordum, iyi ki kolunla bacağın bu halde, sen sağlam olsaymışsın havandan geçilmezdi."
Normalde hiç yapmayacağı hamleyi, o an aklında kendinden bağımsız oluşturdu. Çünkü sabrı kalmamış, susmaktan çok sıkılmıştı. "Ben istesem şimdi de senin tahmin ettiğin gibi olurum." Sinirini, kendinden bağımsız dilinden dökülenlerle devam ettirdi konuşmasını. "İçimde kahrolası vefa hissi olmasa, hatır bilmesem inan seni böcek gibi ezerim." Dişleri arasından tıslarken içinde bir miktar bile sabır kalmadığını netleştirdi. "Bana el kaldırdın ama gücüne çok güvenme, benim gücüm senin gibi kaba kuvvetten değil, sevdiklerimden geliyor. Karşılığını kendim veremesem de, verdirecek birilerini bulurum." Tam o sırada, kadının sarf ettiği son sözlerle, özellikle son cümleyle duraksadı, bilinçsizce konuştuğuna emindi, Alper'in kendisine yaptıklarından habersizdi ama sözleri, Aras için tam yerini bulmuştu, haklıydı. Hastaydı ama sahipsiz değildi, çok büyük ailesi vardı. "Şimdi defol git buradan, daha da işyerime gelme."
İnsan keşke, acıların karşısında daima sessiz kalabilseydi, Hande bunu o anlarda daha çok istemişti. Yapmak istemediği ne varsa, son zamanlarda diliyle yapıyordu. Dilin kemiğinin olmadığını, son anlarda daha iyi kavramıştı. Yanından çekilerek giden adamın ardından kendisi de son işlerini çözerek laboratuvardan çıktı. Yukarı kata asansörü kullanarak çıkan Hande, öğretmenler odasına çıktı. İçeri girdiğinde sakince, "Herkese merhaba." dedi ama odada Fatih'ten başka kimsenin olmadığını, başını kaldırdığında anlamıştı. "Size de merhaba Hande Hanım, hoş geldiniz." Köşedeki bilgisayarın başında dikilmiş, hızlıca işlerini hallettikten sonra bilgisayarı kapatarak kadına doğru ilerledi. Şimdi tam zamanıydı, aşağıdaki siniri çoktan geçmişti. "İnsan bir hal hatır sorar, özlediğine böyle mi davranıyorsun sen?" Yanına gelirken elindeki defter kalemi masanın üzerine bırakarak yüzüne eğlenir ifadesini takındı.
"Ne özlemesi?" Sakince elindeki kağıtları masanın üzerinde toparlarken yüzünün kıpkırmızı olmaması için sessiz dualar etti. Anlamazdan geldi, tahmin ettiği gibiyse bunu açıklayamazdı. Şimdiden perişan olmuştu. Sıcakladığını, terlediğini hissetti. "Yasemin bana anlattı." Başını kaldırmadan gözlerini devirdi kadın. "Saçmalıyorsun." derken sesini soğuk tutmak için çabaladı. "Sen kuşları öğretmişsin Yasemin'e, o kuşlara anlatmış, kuşlar da bana dedi." Yüzünün kıpkırmızı olduğunu hissederken başını aşağı eğdi. "Sen uzun zaman önce gelmiştin, beni dinledin, anladın tabii dediklerimi." İnsan kendini ancak böyle güzel ele verebilirdi, kendi kendini rezil etmişti.
"Yani, özlenmek güzel his." Yüzündeki sinir bozucu gülümseme, kadının istemsizce dişlerini sıkmasına neden oldu. "Ben çıkıyorum, dersim de bitti zaten." derken masada toparladığı kitaplarını alarak öğretmenler odasından hızla çıktı. Giderken Dilek Hanım'a uğrayacak, oradan da hızla çıkacaklar, Efsun'la sinemaya gideceklerdi. Okuldan çıkarken aklındaki karmaşık düşüncelerle uğraşıyordu. Yüzüne bakacak hal kalmadığından hızlıca çıkmıştı. Hoşuna mı gitmişti kendisini özlemesi, iyi de neden? Acaba ne hissediyordu kendisine karşı? Uzak durması gerekti, kabirde yatan kadına söz vermişti Hande, ne olursa olsun, kendisine birçok imalarda bulunmuş olsa da, üzerine alınmak istemedi.
Zaman ilerleyedursun, Hande için zorluklar bitmemekle beraber çoğalmıştı. Yeni korkunç özelliğini keşfetmişti kocasının, istediklerini yaptırabilmek için verdiği çaba, onu ürpertici birine çeviriyordu. Diretiyordu, karşısındakini korkunç şekilde zorluyordu. Kimi zaman kolundan tutarak kendisini sürüklediğine bile şahit olmuştu. Yaptığından sonra çok sürmemiş, tedaviye başlayacağını anlatmıştı kendisine ama nedense artık Hande'nin, bu da umrunda değildi. Gece yarısı, mutfaktaki balkona çıkmamış, aralık balkon kapısının tam önünde oturarak ada çayını yudumlarken gelmişti yanına. "Sen haklıydın." demişti karşısına oturarak konuşan Aras. "En başından haklıydın ama artık inan seni üzmeyeceğim." derken sözleri netti ama kendisine bir şey ifade etmiyordu. "İyi bir psikiyatrla görüşerek kısa zamanda tedavi sürecine başlayacağım." Umursamaz bakış atarak yerinden doğrulan Hande, elindeki boş bardağı tezgahın üzerine bıraktı.
"Beni bu saatten sonra geri kazanır mısın bilmem ama seni her şekilde kabul eden bir annen var. En azından onu daha çok üzmeden kendi umutlarını elden yitirmemek adına tedaviye başlayabilirsin." Yaptığı hamle, karşısındaki adamı ummadığı şekilde şaşırttı. Hande, son sözünü söyleyerek elindeki bardağı bırakmış, mutfaktan çıkarak usulca uzaklaşmıştı. Günden güne mucize gibi bir kadını, ellerinin arasından kayarak gidiyordu ve adam hiçbir şey yapamıyordu. Sanki eli kolu bağlanmıştı, üstelik kendisinden uzaklaşarak başka adama gidiyordu. Sonra o adamın sözleri geldi Aras'ın aklına. 'Olacakların önüne geçemezsin.' Sözünü imalı şekilde aşılamıştı kendisine. Yerinden hızla doğrularak, dış kapıya doğru ilerledi. Uzun zamandır içinde kalmıştı, o adama dersini verecekti. Saat, akşamın dokuzuna yaklaşırken usulca, umursamadan arabasına bindi, gecekondu mahallesine doğru ilerledi.
Tozu dumana katacak hızda sürmüştü arabasını, nasılsa o alışkındı böyle sisteme. Daha günler önce kendisinin üzerine araba sürmüştü. Hızla gecekondunun önünde aracını durdururken adamın da tam kapısının önüne yeni geldiğini gördü. Şimdi temiz kavga çıkaracaktı, bunu kendisi istemiş, olması için uğraş göstermişti. Babası Mustafa Bey'le beraber dışarıdan geldiğini gördüğünde, çabucak arabadan indi, kapısını çok sert kapattı. "Niye geldi bu şimdi?" dedi babasına bakan genç adam, hiç hali kalmamıştı. Annesi ve babasıyla beraber yeni hastaneden geliyorlardı, rahatsızlanan kızını doktordan getirmişlerdi. Yasemin'i, hızla Nurcan Hanım'a vererek içeri geçmesini istemiş, o geçtikten kısa süre sonra da bu adam gelmişti mahallelerine. "Sakin ol." dedi Mustafa Bey. Kendilerine doğru ilerleyen adamla bakıştılar kısa süre.
"Malikaneniz çok güzelmiş." Alayla gülerek gelen adama tersçe baktı Fatih. "Ne istiyorsun?" dedi tekrardan iğrenerek konuşurken. "Onu sana sormak lazım Fatih Bey, okulda ne ima ettin sen bana, soramadım ama şimdi soruyorum. Neyin önüne geçemeyecek mişim, neyi engellemem mümkün değilmiş, anlat da bilelim." Gergince iki adım daha attı üzerine doğru. "Çok mu dokundu o sözler sana, aslında açıkça ortada." Gülerek konuştu, madem hesap sormaya gelmişti, canını acıtacaktı. "Yerinde olsam çok çırpınmazdım ama senin çırpınman da zevkli." Yanındaki babası, olay olmasını istemediği için susmasını istercesine baktı oğluna. Böyle demekle de olmazdı, ikisi de gençti, cahildi, kan çıkmasından ürperdi. Biraz ileri giderek telefonla hızlıca Fahri Bey'i ararken gelip oğlunu almasını istedi. Sorun çıkaran Aras'tan başkası değildi, kapılarından çekerse rahat bir soluk alacaklardı.
"Ne diyorsun lan sen, dingil herif, kimsin de sen beni çırpındıracaksın!" Yükselirken sesi, evdeki herkes dışarı çıkmıştı ama kimse iki adım atmaya cesaret edememişti. Nurcan Hanım'a bakarak, "Babasını aradım, gelip alacak birazdan." dedi Mustafa Bey. Derince iç çekti kadın, rahat soluk aldı. Daha şimdiden, Hande ayrılmadan, Fatih'le yolu birleşmeden olaylar başlamıştı. İşte bu nedenle istemiyordu oğlunun hayatında kimsenin olmasını. Sevmek, dertsiz başa dert almaktı, ağır sorumluluktu Nurcan Hanım için, böyle düşünüyordu ama kimse kendisini anlamıyordu. Kuzey, tahammül edemeyerek aşağı doğru indi, o tarafa ilerledi. Tam da o sırada karşısındaki adama ağır şekilde konuştu Fatih. "Uzatma, çek git kapımdan, seninle uğraşamayacak kadar sorumluluk sahibiyim, içeride kızım hasta, onunla ilgilenmem gerek."
"Umrumda mı, bana ne yaşatıyorsan, bin mislini kendi evladınla yaşa inşallah." Sözleri çok ağırdı ama aldırmadı genç adam, çünkü karşısındakinin yaşadıkları, sözlerinden ağırdı. "Çocuğumu karıştırma, hadi evine git, canını sıkmak istemem." Karşısındaki adam öyle basitti ki, karşılık vermek istese de vermedi. Böyleleriyle uğraşmaya bile değmezdi. "Sen kimsin de canımı sıkacaksın lan, okulda dediklerine aldırmadım ki, sadece istediğini elde edemeyeceğini söylemeye geldim." Yüksek sesle, bağırarak yaptığı konuşma, mahalledeki birkaç kişinin camlara çıkmasına, yoldan geçenlerin de dönüp bakmasına neden oldu. Çok kalabalık değildi Allah'tan, aksi taktirde, şimdiye ortalık sinema salonuna dönebilirdi. Altı ay boyunca bu evde birini iradesi dışında tutmuş, tenha olduğundan ötürü de zorluk yaşamamıştı.
"Sen karışma Kuzey, çekil kenara." Yeğenini ısrarla durdurdu, çünkü uzamaması için ne gerekiyorsa yapacaktı. "Ben çoktan elde ettim, düşünme sen orasını." Kısa kesmek için uğraşan Fatih, kendine engel olamadı, ansızın döküldü kelimeler dilinden.
Söylediklerini algılamakta zorlanan Aras'ın zihninde, son cümle birkaç takla attı. Kendine geldiğinde hızla ilerledi adama, iki yakasından tutarak öyle sert itti ki, dengesini kaybederek, birkaç adım gerilese de, dengede kalmayı başardı Fatih. "N'apıyorsun lan sen, aşağılık herif!" Tahammülü kalmadığında, amcasını savunmak için hızla elini yumruk haline getiren Kuzey, adamın tam suratına geçirdi. On dört yaşına yeni girmiş olmasına rağmen buna yetecek gücü vardı. "Amcamı kıskandığından için pislikle dolmuş ama git pisliğini başka yerde kus." Kendini toparlayarak hızla yanlarına geldi genç adam. "Sana karışma demiştim." derken yeğenini geri çekti ama Aras, bunun altında kalacak gibi değildi. "Çekil sen." dedi tekrardan Kuzey'e bakan Fatih. "Sakın karışma, ben çözeceğim, bir daha seni hiçbir kavganın içinde görmeyeceğim."
Elini sertçe kaldırdı genç adam, altında tabii ki kalmayacak, cezasını ağır kesecekti. Tam da Kuzey'in yüzünde elini indirecekken hızla kolunu havada yakaladı Fatih. "O kolunu kökten kırarım, gücün çocuğa değil, bana yetsin, senin derdin benimle!" Tartışmalar süredururken Fahri Bey, koşar adım yürüyerek gecekondunun önüne gelmişti. "Sen beni alt edemeyeceksin! Benim olanı sana bırakmam!" Kolunu adamdan kurtarmıştı ama üzerine yürütmekten kendini alamamıştı Aras. Genç adam, karşısındaki gibi değildi, son raddeye kadar şiddet kullanmazdı ama üzerine doğru gelmesinden ötürü rahatsız olmuş, elbette ki kendini koruyacaktı. Tek hamlede, sadece tek elini kullanarak, hızla üzerinden ittirdiği adam, savrularak bahçenin duvarına tutunduğunda dengede kalabilmişti. "Haraketlerine dikkat edecek, yersiz çırpınmayacaksın." Yaklaştığı adam, kendisine döndüğünde, hızla yüzüne yumruk atan Fatih, "Sakın bir daha kapıma gelme, sana bu kadar sakin davranmam." dedi öfke içinde. Sinirden köpüren Aras, istese de karşılık verememiş, babası Fahri Bey, koluna girerek sürüklemeye başlamıştı.
"Yanına kalmayacak, bu yaptıklarının hiçbirini sana bırakmayacağım!" Sürüklenerek babası tarafından götürülen adama dimdik durarak bakan Fatih'in gözlerinde kendinden eminlik vardı. "Hiçbir zaman senin olmayan kadın için bana meydan okumaya kalkma, o hep bana aitti, benim kaderime senden önce yazılmıştı, o nedenle çok çırpınma." Sözleri, adam için daha ağır şiddetti aslında. Üzerine saldırmak istese de, yanındaki Fahri Bey, sürükleyerek götürürken engel olmuştu karşılık vermesine. Yeri göğü inleten sözleri, Fatih de dahil tüm mahallenin dinlemesine neden oldu. "Siz kimin mahallesinde kime el kaldırıyorsunuz ulan, adamsanız teker teker gelirsiniz! Sen de adam mısın! Şerefsiz, hiçbir halt elde edemeyeceksin!" Sözleri süregelirken durmaksızın bağırışları arasında babası tarafından uzaklaştırılıyordu.
O akşam istese bile kendini durduramadı Nurcan Hanım, elinde değildi. Çok ağır çıkıştı oğluyla kocasına. "Mutlusunuzdur inşallah, sayenizde ben de size uyar oldum ama sevmenin sonunda daima acı ve hüsran olacak. Şimdiden başladı, bunun sonu daha kötü olacak." dedi serzeniş içinde. Neden hepsi kendisini anlamamakta böyle ısrarcıydı. "Yine başlama anne, bir de senle uğraşacak halde değilim." Hızlıca içeri doğru ilerledi genç adam, dinlemek bile istemedi. Hıncını atmakta zorlanan kadın, oğlunun üzerine varmak istemedi ama kocasından sözlerini çekmedi. "Çok iyi bir babasın, beni de saçmalıklarına alet ettin, tebrikler." Ellerini havaya kaldırarak alkışladı. "Evladın gözünün önünde çürüyecek, senin umrunda değil." Kin kusmaktan alamadı kendini. "Giderek Hande'nin bakımını üstlenerek para kazanmayı kendin göze aldın Nurcan, bana çıkışma. Kötü bir babaysam eğer, bu benim sorunum. Kim ne derse desin, ben evladımın, ne karar alırsa alsın, daima ardında olacağım." Sinirle güldü kadın. "Yakında o evden ayrılacağım zaten, bu böyle olmaz, bunun sonu yok. Kız kurtulacak diye ben oğlumu riske atıyorum." Söylediklerinin ardından kendi içinde acı çekti, onu nasıl bırakırdı bu saatten sonra? Oysa bir zamanlar ne rahat ve güzel sırtını çeviriyordu. Kötü olmak istiyordu ama olmazdı ki. İyi anne olmak için kötü insan olmak şart mıydı?
"Yaa kadın, ne dırdır ettin Allah aşkına! Ben seninle evleneceğime önceden oturduğum apartmandaki kapıcının kızı Asuman'la evlenseydim ne güzel olurdu. O da boş değildi bana karşı, tencerelerle yemekler hazırlar getirirdi."
"İyi, gidip evlenseydin, hâlâ da böyle bir şansın var, kapı orada. Git o hazırlasın bundan sonra sana yemekleri."
Sinirine engel olamadı, hızla kocasının yanından çekilerek kendi odasına ilerledi, kapıyı ardından sertçe kapattı. Fatih, evdeki diğer tartışmaları dinlememek için odasına girmiş, telefonundaki resimleri inceliyordu. Kadının ekrandaki resmini büyütürken parlayan gözlerine baktı. Daha zorla yanına almadan çok önce, tanıyabilmek için birkaç tane resmini bulmuş, o şekilde haraket etmişti. Evvelden manasızca baktığı resimlere, şimdi çok derin anlamlarla bakıyordu. "Ben seninle nasıl baş edeceğim, öyle bir saçmalığın içine düştün ki, seni nasıl çekip çıkaracağım." derken bir o kadar da kararlıydı. "Başa gelen çekilir, bir kere çattık senin gibi belaya, mecburen alacağım seni oradan, kurtaracağım." Ne olursa olsun, bir yolunu bulacaktı. Her sinirli anında resimlerine bakarak rahatladığı kadını o cehennemden çıkaracaktı.
Zaman devam ederken akmaya, hayat gittikçe zor hal alıyordu. Çok sürmemiş, olanları öğrenen Hande, çok ağır şekilde tartışmıştı Aras'la. "Sen zavallısın, aşağılık kompleksinin hıncını, elin adamından atacak kadar biçaresin!" demişti kendine engel olamayarak. Düzeltmeye çalıştıkça elinde kalıyor ve dağılıyordu doğru bildikleri. Avuçlarından kayan parçaları, eğilip de toplayamıyordu sanki, öylesi çaresizdi. Gitmesi gerekti bu evden aslında, bunun çok iyi bilincindeydi. Yediği onca hakaretten ve gördüğü şiddetten sonra gururu incinmiş, buna rağmen kalmayı tercih etmişti ama şimdi yaşadıkları daha başkaydı. Günden güne bir karmaşanın içinde boğuluyordu. Değişmesini beklediği kocasından beklediği değişim, ilk zamanlardaki gibi olmasaydı ama olmamakla beraber, başka manalarda değişiyordu. Tanınmayacak hale geliyordu, bunun önüne geçemiyordu Hande, istese bile olmuyordu. Çoğu akşam eve gelmemesi de, kadının aklında başka şüphelere yer açtı ama üzerine durmadı. Son olayın ardından istifasını veren Nurcan Hanım, kendisine sımsıkı sarılmış, "Sadece işi bırakıyorum ama seni asla kaderine terk etmeyeceğim, hiç bırakmayacağım." demişti. İnanmıştı samimiyetine, tüm kalbiyle inanmıştı.
Dediği gibi de olmuş, sözünü tutmuştu. Kendisini okuldan almaya geldiği gün, dünyalar Hande'nin olmuştu. "Beni unuttunuz sandım." demişti kendinden bağımsız şekilde. "Hiç unutur muyum ben seni." demişti gülerek konuşan kadın. Birlikte çıkmışlar, uzun yolu yürümeye başlamışlardı. Yürürlerken telefonu çalan Nurcan Hanım, hızlıca cevap vermişti aramaya. Kısa ve tedirgin bir konuşmanın ardından telefonu kapatarak Hande'ye baktı. "Seda arıyor, sana geleceğimden haberi vardı." dedi tedirgin şekilde. "Ne yapsalar Yasemin'i susturamamışlar, geçen senin kucağında sustu diye, Seda; bir umut seni getirmemi istiyor." Merakla kaşlarını çattı genç kadın. "Hasta falan olmasın, bir doktora gösterseydiniz." Gülerek başını salladı Nurcan Hanım, torununu bilirdi artık, ağlama nöbeti tutarsa hiçbir güç susturamazdı. Hande'den de umudu yoktu doğrusu. "Sen meraklanma, hiçbir şeyi yok, klasik ağlama nöbetleri." Eliyle sırtını sıvazladı, yanağına uzandı kızın, nazikçe dokundurdu dudaklarını. "Belki iyi gelirsin ona, hem gitmişken benim de sana küçük bir sürprizim olacak, zaten böyle olmasa da ben seni şimdi evime götürecektim." dedi kızdan uzaklaşarak.
"Sahi mi, ne sürprizi?" Tebessüm etti, Yeliz Anne'sinden sonra ilk kez birileri kendisine böyle sıcak davranıyordu. "Normalde sürprizler söylenmez ama hadi bir güzellik yapayım. Sen hani çok üzgün olduğunda, ben seni kollarımda sakinleştirirken sana bir kuş biblosu göstermiştim, tıpkı sana benzediğini, nasıl masum olduğunu anlatmıştım, hatırladın mı?" Zihnini hiç zorlamadan hatırladı o günü. Yeliz Hanım'ın hastaneye ilk düştüğü ve doktorun acımasızca konuştuğu zamanlardı. Canına kıymaya yeltenmişti, öksüz kalmayı yedirememişti yüreğine. Kendisine dua etmeyi öğreten Nurcan Hanım, o küçük maketle incinmiş kalbini onarmaya çalışmıştı. "Gerçekten bana onu verecek misiniz?" dedi kadının koluna sıkıca sarılırken. "Yani sana bir hediye alacaktım, seni neyin mutlu edeceğini bilemedim, çok düşününce bu geldi aklıma." Yolu kısaltarak devam ederlerken yüzünde güller açıyordu Hande'nin ama sonra aklına Yasemin düşerken endişesi daha da çoğaldı. Aklına kötüyü getirmemeye çalıştı, sonuçta endişelenilecek durum olsa, Nurcan Hanım sakin davranmazdı.
Seda, kucağındaki bebeği sallarken sakinleştirmek için uğraştı, oturduğu yerden kalkarak olduğu yerde sağa ve sola döndü. Susacak gibi değildi. "Tekrar mı doktora göstersek acaba?" dedi yanındaki Elif. Aslında doktorun çözemeyeceği durum olduğunu hepsi biliyordu. "Yeni hastaneden geldik." Yorgunca konuşan Mustafa Bey, derin şekilde iç çekti. "Ağlama nöbeti işte, ağlayacağı tutmuş, doktor da öyle dedi. Bazen ananıza hak vermemek elde değil. Zaten öksüz doğdu, babası da gönül eğlendirme derdinde, Hande'nin peşinde koşmaktan kendi çocuğunu gördüğü yok." Elif, karşısındaki Seda'nın kollarından bebeği alırken saçlarını okşadı, susması için kendine bastırdı ama daha çok hızlanıyordu. "Yapma Allah aşkına baba, daha ne yapsın Fatih, yetişemiyor adam, sabahtan akşama kadar çalışıyor. Bir de sen başlama annem gibi yine." İstemsizce çıkıştı kayınpederine. Her yolu denemişlerdi, sabahtan vitaminlerini içirmişlerdi. Karnı toktu, altı temizdi, neden ağlardı ki?
"Arasam mı abimi, belki onda susar." dedi Seda, eline telefonu aldığında sertçe bağıran Elif, "Hayır." dedi gergin şekilde. "İşinden etme adamı, bizim susturamadığımızı o mu susturacak. İzin alamaz, gelemez, sonra aklı burada kalır, kendini işine veremez." Haklı olduğunu düşünerek elinden telefonu indirdi Seda. Sahi, ne zordu annesizlik, içi acıdı yeğenine. Şimdi anası olsa, belki de çözecekti dilini. "Yaa nerede kaldı annem, bir an önce gelseler keşke." Kucağında Yasemin'i sallayan Elif, şaşkınlıkla göz devirdi. "Allah akıl fikir versin, bulduğun çözüm bu mu?" dedi sinirle. Seda da onun tavrını karşılık kaşlarını çattı. "Çarem mi vardı başka?" dediğinde, bahçe kapısının açıldığını anladı. Dış kapıya doğru koşarak, hızla çelik kapının kulbunu aşağı indirdi Seda.
"Yani bir çocuğu susturamadınız, tebrik ederim." Nurcan Hanım, Hande'den çok önce içeri girerek gelininin kucağındaki Yasemin'i kendisi kucağına aldı. "Neyin var güzel kızım, niye ağlıyorsun?" dedi üzgünce. Susturamadı, acı çeker misali hali vardı, ağlamaları devam ederken ardına döndü. Hande, kapı pervazında kalmış, girmekten ürküyordu. "Gelsene bir tanem, öyle dışarıda olur mu, geç içeri." Nurcan Hanım'dan komut gelene kadar Seda da haraket edememişti. Yaklaştı annesine, Hande usulca, aksayarak içeri girerken Seda da, annesine yaklaşarak kucağındaki yeğenini aldı. "Yani biliyorum doğru değil ama ne yaptıysak susturamadık, hani geçen sende sustu ya, ben gördüm, ondan çaresizce fikir benden çıktı. Susmuyor, ağlamaktan katılacak." Daha çok tedirgin baktı Hande, bakışları, ağlaması sonlanmayan Yasemin'e, ardından Seda'ya değdi.
"Yok, hasta değil." Bakışlarındaki soruları cevapladı genç kadın. "Yeni geldik hastaneden, doktor da dedi, ağlama nöbeti. Sana versem, biraz da sende dursa, olur mu?"
"Alırım tabii ama benimle ilgili değildir, yani sanmıyorum benle alakası olduğunu." Geçen de bunu demişti, utanmıştı, çekinmişti. Kabristana gittiğinde, 'Sevdiğin adamdan uzak duracağım.' demişti ama sözünü tutamamakla birlikte, şimdi evladına da yakındı. Hangi anne, evladını başkasına emanet etmek isterdi ki? Kollarını mecburen uzattığında, kendisine doğru bebeği uzatan Seda'dan, yumuşak bedenini sıkıca kavrayarak aldı. Ağlamaları hızla devam ediyor, iç çekerek ağlıyordu. "Tamam canım, tamam geçti bir tanem." Sevgi dolu sakinleştirici cümleler, kendinden bağımsız döküldü dudaklarından. Sımsıkı kavradı, kucağındaki Yasemin'in minik kolları, ağlamaları sırasında boynuna dolandı. "Tamam, tamam geçti." Salladı hafifçe, susmasını bekledi, başta susmamıştı. Geçen birkaç saniye, dakikaya dönüştüğünde, ağlamaları yavaşlamış, içini daha sık çeker olmuştu. Başını boynuna gömmüş, içini çektikten sonra sakinleşiyordu.
"Sustu." dedi sakinliğini korumakta zorlanan Elif. "Başta inanmadım ama vallahi sustu." Kendine engel olamadı, sakin kalınacak gibi değildi. Hande, o sırada ne tepki vereceğini bilememişti, gözlerinin dolmaması için zor tuttu kendisini. Kaçtığı ne varsa geliyor, yüreğinin derinliklerine sımsıkı sarılıyordu. "Anasının kokusunu aldı herhal sende." dedi zoraki konuşan Nurcan Hanım, ne yaparsa yapsın, kaderin önüne geçemeyeceğini bir kez daha anlamıştı. "Gerçekten benimle ilgili değil, ağlamaktan halsiz düşmüş, uykusu gelmiş, gözleri kızarıyor zaten." Zoraki konuşsa da Hande, kimse onun dilinden dökülenlere inanmadı. "Sen geç otur kuzum." dedi tekrardan iç geçiren Nurcan Hanım. "Seda, kucağında bebekle zorlanabilir, sen yardım et oturmasına." Kızına doğru konuştuktan sonra mutfağa ilerlerken, "Ben de akşam için bir şeyler hazırlayayım." dedi. Madem getirmişti buraya, çok güzel ağırlayacaktı. Hande, kucağında Yasemin'le, koltuğa emanet misali otururken saçlarını kokladı bebeğin. "Güzellik." Sevgi içinde seslendi. "Uykucuğun mu geldi senin?" Sesiyle sanki daha çok yapıştı kollarına, daha rahat kapandı gözleri. Gözlerinin dolmasını engellese bile Hande, yaşadığı unutulacak şekilde değildi.
Tuhaf bir günü geride bırakmıştı orada. Akşamı, ummadığınca değişime uğramıştı. Hande, çok sonradan Fatih'in gelmesi sonucu, kendini daha rahatsız hissetmişti. İçeri hızlıca, kapıyı çarparak girdiğinde, "Ben geldim." demesinden bile tedirgin olmuştu. "Ne işin var senin burada?" derken kendisine hafif sert çıkıştığını hissetti ama üzerine durmadı Hande. "Şey, annen rica etti, okuldan alınca akşam yemeğine kalmamı istedi." Sözleri tamamlandığında hızlıca, cevaplama gereğinde bulunmadan mutfağa ilerledi genç adam. Sinirle hesap sordu annesine. "Yaa delirtecek misin sen beni, bak ben bunun kocası olacak şerefsizle uğraşamam, gerçekten ilkinde sabrettim, şimdi kan çıkar haberin olsun." Daha günler önce kapı önünde yaşanan arbedenin siniri, henüz üzerinden geçmiş değildi. Sabrı tükeneli çok olmuştu.
"Saçmalama, sahip çıkmak biraz da böyle olur, görmüyor musun kızın halini?" dedi ocaktaki yemeği karıştıran Nurcan Hanım. "İstediği kadar kavga çıkarsın, benim umrumda değil, bence sen de umursama; Allah ne yazdıysa onu göreceğiz, tartışma olmasın diye tamamen kaderine terk edemem."
"Ben sana kaderine terk et demedim, zaten buna izin vermem ama getirip de gözümün önüne koyma anne."
"Fatih, annenin suçu yok oğlum, Seda'nın başının altından çıktı. Annenin, Hande'nin yanında olduğunu biliyordu, Yasemin'in ağlama nöbeti tutunca, yalvardı Hande'yi de bize getirmesi için, kadın mecbur kaldı. Görecektin ama Hande'nin kucağında anında susuyor, sahiden haklıydı." Mustafa Bey'in konuşmalarına karşılık şiddetle kaşlarını çattı Nurcan Hanım. Kendi adına konuşmasa olmazdı sanki, zaten bunu da başaramıyor, savunamıyordu kendisini. "Hiç de bile, ben zaten onu, Yasemin ağlamasa da eve getirecektim. Zavallının azıcık kafası dağılsın, havası değişsin istedim. Sen de uzatma, olay çıkarsa hep beraber geliriz üstesinden."
"Nurcan, burada kapı önünde tartışma çıkınca, bana demediğin kalmadı, şimdi tekrar kıza sahip çıkıyorsun, kastın bana mıydı?" Yüzündeki merak sesine yansımıştı Mustafa Bey'in.
"Dediğimi yaptım zaten, o evden istifa ederek ayrıldım ama kızı bırakmadım. Çünkü her gördüğümde biraz daha perişan oluyor, kendi haline terk edemem."
"Tamam, hepsini anladım da, Yasemin neden ağladı?" Yüzüne, endişesi hafiften değerken sinirlendi de. "Babasına çekmiş." dedi Mustafa Bey. "Sen de küçükken nedensizce ağlıyordun. Hastaneye de gittik, hiçbir şeyi yok olmadığını söyledi doktor."
"Tebrik ederim." Sinirine engel olamadı. "Çocuğum hastalanıyor, babası varken başkaları aranıyor, bana niye haber vermediniz?"
"Oğlum sen sürekli işyerinden izin alıyorsun, bunalmaman için söylemedik." dedi araya giren Nurcan Hanım. "Hadi siz geçin, biz de masayı hazırlayalım."
Yemek masasında aile olduğunu hissetmişti genç kadın, öylesi huzurlu gelmişti o vakitler. Önündeki tabağını yemekle dolduran Nurcan Hanım'a, son günlerde daha çok şaşırmıştı. "Hepsini bitireceksin, daha devamı da gelecek, elini çabuk tut." dedi katı şekilde. Yemekleri çok güzeldi sahiden, Yasemin'i kollarında tutmaktan halsiz düşmüştü. Uyuduğunda yatağına bırakmış, tam kalkmak isterken zorla masaya oturtmuştu Nurcan Hanım. 'Yemek yemezsen bizimle, bibloyu vermem.' derken tehditkar şekilde, mecburen kabul etmişti. Derdi biblo değildi aslında, geri çevirmek istememişti. "Döktürmüşsün anne." dedi masaya iştahla oturan Seda. Sahiden yemekler çok güzeldi. Etli sebze çorbasını iştahla kaşıkladıktan sonra bir tabak dolusu mantı koymuştu önüne. Üstelik ortada fırında patates ve mücverler vardı. Servis işlemini bitirdikten sonra masaya oturan Nurcan Hanım, kendi tabağını doldurdu.
"Bana neden sebze koydun?" Önündeki yağsız sebze yemeğine bakarak kaşları çatıldı Mustafa Bey'in. Sevmezdi taze fasulyeyi, kalmış ki önündeki taze fasulye, çok az bir yağ ve tuz ile pişmişti. "Kapıcının kızı Asuman hazırlasın sana güzel yemekleri, bunu ye ki aklın başına gelsin." Söylediklerini unutmayan Nurcan Hanım'ın aklından isim bile çıkmamıştı. "Yaa kadın bir akıllı ol Allah aşkına, öylesine dedim, ben ne bileyim beni aç bırakacağını." Tartışmalarını keyifle izledi Hande, kendisinin böyle ailesi olmamıştı. Küçüklüğünde de ailesi darmadağındı, şimdi olduğundan farklı değildi. "Şekerin var senin, kendine dikkat et azıcık, böylesi daha yararlı sağlığına." Sinirlenmişti bir kere, gıcıklık edeceği tutmuştu. Önündeki mantıyı iştahla, kocasına nispet edercesine kaşıklarken Nurcan Hanım, "Immm..." dedi iştahla. "Pek de güzel yapmışım, ellerime sağlık."
"Hande." Ortamı yatıştırmak ve aklındaki merakı bastırmak için araya giren Fatih, elindeki çatalı aşağı indirirken bakışlarını sabitledi kadına. "O adam, İhsan denen adam, seni bir daha rahatsız etti mi?" Sorduğu soru karşısında kadın da afalladı. Bayağı olmuştu görmeyeli, biraz duraksadı, konuşmakta zorlandı. "Yok." derken sesi buğulu ve peltek çıktı. En çok onunla konuşurken böyle olurdu, haddinden öte heyecanlandığından olabilirdi. "Senden sonra daha hiç karşılaşmadım, çocuğu için gelirdi okula ama gelmedi, ben görmedim." Sesini düzelterek tek çırpıda konuşmasını tamamladı.
"İyi, gelmesin zaten. O adamı sanki bir yerlerden tanıyor gibiyim, araştıracağım, inşallah umduğum kişi çıkmaz." İhsan'ın okuldaki oğlu, kendi öğrencisi değildi, derslerine girmiyordu. Yoksa daha hızlı araştırır, anında öğrenirdi ama şimdi de öğrenecekti. Evdeki herkes sorsa da, kim olduğu konusunda merakta bulunsalar da, konuyu hızlıca geçiştirdi Fatih. Şimdi söyleyip de kimseyi telaşlandıramazdı, günü ve zamanı gelince zaten ortaya çıkacaktı.
Yemek masasında muhabbetin geri kalanı normal ilerledi. Sonradan masaya gelen Kuzey, masanın üzerine bir eski zaman radyosu bırakarak, tuşunu çevirdi ve rastgele bir kanal açtı. "Çok iyi akıl ettin, normalde bahçede yapardık ama şimdi de güzel oldu." dedi Nurcan Hanım. Güzel radyoydu, şekli, dış görüntüsü tam nostaljikti. Rastgele çalan şarkı, o an tam da Hande'nin iç dünyasını anlatıyordu. Kaçıp kurtulmak istedikleri beraberinde sığınmak istediği liman vardı. Yol'a Düş Grubunun 'Hırpaladın Sol Yanımı' şarkısı çalarken bakışları, kendinden bağımsız bakışları, tam karşısındaki adama sabitlendi. Kurtulmak istiyordu. İçerisine düştüğü karmaşa, günden güne düğüm olurken elinde kalan son umut parçasına, karşısındaki adamın karanlık geceyi andıran gözlerine sımsıkı tutunuyordu.
"Emeklerken vazgeçtim büyümekten, ayağa kalkmaktan Ne de olsa düşecektim, ne de olsa kanayan dizlerimi annemden başkası öpmeyecekti Büyüsem düşecektim "Düşe kalka öğreneceksin." diyecekti babam Hem büyürsem sana aşık olacaktım..."
Yüreğinde dinlediği sözlerle, aklında daima bakışlarına yenildiği adam vardı, bakışlarını ondan alamadı. Hande, o anlarda Fatih'in gözlerine elinde olmadan, aklını yitirmişçesine bakakaldı, uzaklaştıramadı bakışlarını. Genç adamın dikkatinden kaçmadı bakışlar, kendisine gönderdiği bakışların altında boğulduğunu hissetti. 'Beni kurtar' dercesine, sessizce ama çığlık çığlığa bakışlar atıyordu. Karmakarışık düğümleri, kendi elleriyle oluşturmuş, şimdi içinden çıkamıyordu. Kendisini tekrar kaçırmasına bile razıydı artık, sadece kurtulmak istiyordu. Çıkmak istiyordu, o anlarda etrafındakilere hak verdi, özellikle Mehmet Bey ve Süheyla Hanım'a hak verdi. Asıl esareti şimdiydi, zorla tutulduğu zamanlar değildi. Elinde kalan son umut parçasıydı adamın gözleri, bakarken sımsıkı tutundu aslında.
Bölüm sonu...
Hande, kendi bile anlamadan Fatih'ten yardım istedi. Gözlerinde çığlıklar vardı, Fatih de anladı ve ne yapacağını bilemedi. O an kilitlendi kaldı ama merak etmeyin, çabuk çözülecek. :) Hande'nin bakışlarıyla attığı çığlığı, ilk kez gördü Fatih ama bu son olmayacak, devamı gelecek.
Nurcan Hanım'ın tavırlarına şaşkınsınız, şaşırmakta devam edeceksiniz. Evet, tamamen iyi olmayacak hiçbir zaman. Hep kendiyle, evlatları açısından çelişkiye düşecek. Kimi zaman soracak kendine, 'Ben ne yapıyorum?' diyecek. Yaptığından, Hande'ye destek olduğundan ötürü kimi zaman kızacak kendine. Yüreğiyle aklı arasında gidip gelen savaşı hangisinin kazanacağını kimse bilemeyecek. Bunu zaman gösterecek, hep beraber göreceğiz. |
0% |