Yeni Üyelik
38.
Bölüm

37. Bölüm: "Kardeşimin Katili"

@mavi_melekler

Beklettim ama sanırım beklettiğime değdi. Çok uzun ve akıcı bölümle geldim karşınıza.

 

Bölüm şarkımızı çok ağır bir türkü olarak seçtim. Daha çok başrollerimizin ilişkisini değil de, Hande'nin, adım adım Nurcan'la ilerlemekte olan ilişkisine yönelik şarkı.

 

Yavuz Bingöl'ün 'Kırmızı Gül' türküsünü, bazı sahnelerde dinlersek daha güzel olacaktır. Özellikle sahneleri, türkü beraberinde içinize çekerek okumanızı istiyorum sizden.

 

 

37. Bölüm: "Kardeşimin Katili"

 

Yıkılmış enkazlara dönen yüreğinde nice baharlar açtırmak istediği günlerin gölgesindeydi. Hayatı iliklerine kadar yaşamak isteyeceği yaşta solan çiçeklerini korumaya çalışıyordu. Günden güne yok oluyordu genç kadın, içindeki karanfil çiçeklerini eziyorlardı sanki. Yardım nasıl istenirdi, daha doğrusu, birilerinden hangi durumlarda yardım istenirdi. Son günlerde en çok bunu düşünerek çelişkisini yaşıyordu Hande, değişik ikilemlerin içinde kalmıştı. Nurcan Hanım'la son görüştüklerinde, okunan şarkıyı dinlerken bakmış Fatih'in gözlerine, yardım isterken eski vakitleri hatırlamıştı. Zamanında kaçtığı, elinden kurtulmak istediği adamın gözlerinde umut arıyordu şimdilerde. İnsan kaç kere doğar, kaç kere ölürdü ki. Hande, acılarını çekerken ölüyor, Fatih'in gözlerine bakarken yeniden doğuyordu. Ölüyor, sonrasında umuda tutunarak tekrardan anka misali doğuyordu.

 

Geçen zaman içerisinde Nurcan Hanım'la iletişimini hiç koparmadı, daha sık görüştüler. Kendisine verdiği sözü tuttu sahiden, hiç bırakmadı, uzaklaşmadı. Devamlı görüşmelerinin beraberinde, desteğini üzerinden hiç çekmedi. Sadece ona sığındığında evini aramıyordu, çünkü kendisini hiçbir tarafa zorlamıyordu. Yalnızca düşüncelerini çekinmeden ama Yeliz Hanım gibi hızlıca, sertçe değil, düzgünce izah ediyordu. "Kendine yazık etme kızım, giden gençliğin geri gelmeyecek." diyordu evliliğini bitirmesini önerirken. İçini acıların, kararsızlıkların ve ürpertilerin kemirdiği dönemden geçiyordu. Yine 'Anne' sıcaklığını aradığı günlerde, Neslihan Hanım'ın gözlerine bakarak merhamet bekledi. Sıcaklığı onun gözlerinde aradı ama göremedi. Bir karar almak istemiş, almaya cesaret edemediğinden ilk annesine anlatmıştı. "El kaldırdı bana anne, bunca zaman sonra hiç beklemediğim anda önce tokat attı." dedi durumu can acısı içinde anlatırken. "Yaptığına alışmaya çalışırken, benden devamlı özür diledikten kısa süre sonra tekrar şiddete başvurdu. Zaten kötürüm bedenimde, çürümedik yer bırakmadı." Anlatırken dolan gözlerine engel olamadı, yanlış adamı sevmenin bedelini şimdi yine kendi ödüyordu.

 

Başta olayı korku içinde karşılayan Neslihan Hanım, saçlarını okşayarak sarıldı kızına, kokusunu içine çekti. "Soracağım ben ona bunların hesabını." dedi kendinden uzaklaştırarak yanağını okşarken. "Benim kızım sahipsiz değil, bunu görecek, bir daha el üstünde tutacak seni." Neslihan'ın sardığı kollarından çıkan Hande, gözlerindeki hayal kırıklığıyla annesine baktı. Başlarda sarılınca, gerçekten kendisine destek olacak sanmıştı. "Sadece soracağın hesapla mı kalacak anne, söylesene, bu kaçıncı?" Tahammülü bedeninden çekileli çok olmuştu, daha çok hata yapıp da tekrardan bedel ödemek istemiyordu. "Çalışmıyor, eline harçlık veriyorum her gün, yetmezmiş gibi bir de şiddet görüyorum. Aşağılanıyorum, kilomla; hastalığımla dalga geçiyor, başlarda ilk tokat attığında sustum ama susmamın ardından çok sürmeden daha ağırıyla karşılaştım."

 

"Yine susacaksın, ben zaten gerekeni yapacağım, hesabını soracağım, kaldığınız yerden devam edeceksiniz! Ne var azıcık hırpalamışsa, kocan o senin; yeri gelir döver, yeri gelir sever." El kaldırmasına tepki vereceğini düşünmüştü oysa, kendisini koruyacağını sanmıştı. Başlarda sarılmasından destek almıştı ama anlamıştı ki, daha ötesini bekleyemezdi. Böyle olma sebebi, annesini dinlemeseydi zaten. "Bırak eller seni ezeceğine, o ezsin. O olmasa kime sığınacaksın, kim sana sahip çıkacak, hiç düşündün mü?" Sinirine engel olamadı, tahammülü çoktan çekilmişti. "Yeter anne!" dedi hızla oturduğu yerden doğrulurken. "Birileri bana sahip çıksın diye okuyup meslek sahibi olmadım ben! O adamı sevdiğim için evlendim, aşk muhtaçlık değildir." Yaptığı hamle karşısında güldü Neslihan, gülüşü küçümsercesine çıktı dudaklarından. "Keşke istediğin gibi olabilsen yavrum, bunu ben çok isterdim ama olmaz işte, sen öyle bir kadın olamazsın, bak durumun ortada." Sinsi kelimeleriyle yine aklına girerek psikolojik travma yaşatıyordu. Buna izin vermeyecekti, müsaade etmeyecekti. "Senin anneliğin de kalbin kadar, sen cahil değilsin, cehaletin altına sığınma, sevmeyi bilmediğin için beni mutsuzluğa mahkum ediyorsun." Cümlelerini kurarken toparlandı, kapıya ilerleyerek çantasını aldığı gibi dışarı çıktı. Tek kelime etmesine müsaade etmeden onun evinden çıkarak yola doğru ilerledi.

 

Yürümeye alışmıştı, geçen zamanda başka alışkanlıklar edinmişti, bunlardan biri de yürümek olmuştu. Soluğu ilk defada Süheyla Hanım'ın evinde aldı, şimdi aklından geçenleri ona da izah edecekti. İnsan, içine attıklarının esiriydi aslında, anlattıkça rahatlıyordu. Karar aşamasında olduğundan herkesle konuşmak istiyordu ama herkese de anlatılmayacak dertlere sahipti. Alkolik, çalışmayan bir eşi; birbirinden sorunlu iki annesi, kaçamadığı acılarla dolu hayatı vardı. "Sevmek nedir Süheyla Hanım, katlanmak mı, yoksa gözlerine bakmaya korkmak mı?" Kelimelerin anlamını yitirdiği vakitlerde açmaya çalıştı içini. Katlanmak olamazdı, kocasına katlanmak zorunda değildi. Gözlerine bakmaktan korkmak da olmamalıydı, Fatih gibi bir adamı sevemezdi. Yaşanan bunca olayın ardından yüzü yoktu, üstelik evliydi.

 

"Gözlerine bakmaktan korktuğun kim acaba, öğrenebilir miyim?" İmalı şekilde soran kadından, utanarak bakışlarını kaçırdı. "Katlanmakla yükümlü olduğum, eşimin ta kendisi. Gözlerine bir miktar bile bakamadığım ise bambaşka bir adam, kelimelerle tarif edemeyeceğim kadar başka." Güldü kadın, elindeki kahve fincanını masanın üzerine bıraktı. "Görmeyince çok özlüyorsun, görünce de yaklaşmaya korkuyorsun." Süheyla Hanım, sanki aylardır yaşadıklarını biliyormuşçasına konuşurken şaşkın bakışlar sunuyordu Hande. Aylarca kendiyle savaşmıştı, hisleriyle, kırık düşleriyle savaş vermişti. "Boşuna kaçma kendinden kızım, sen sevdalanmışsın, kara sevdaya tutulmuşsun." İçtiği, çok sıcak türk kahvesi, o an damaklarında eşsiz tat bıraktı. Süheyla Hanım konuşurken Hande, kahvesini yudumluyordu, tadı çok güzel geldi o sırada. Sanki kadın konuştukça daha çok güzelleşiyordu.

 

"Evli olduğun için suçlama kendini, bana anlattın, yüreğin ona düğümlenirken zorla düğümü koparıp seni evlendirmeye çalışmışlar, hiçbiri senin suçun değil." Dudaklarında kalan hoş tatla, fincanı dudaklarından aşağı indirdi. "Çalışmıyor, alkol kullanıyor, şiddet gösteriyor ve seni aşağılıyor, yetmez mi, bence artar bile; birilerini memnun ederek hayata yetişmeye çalışırken kendine geç kalma." Ayrılmasını öneriyordu ama öyle kolay değildi ki. Kendisine zamanında sahip çıkan birini, şimdi yarı yolda bırakamazdı ki... "Ben kendime çoktan geç kaldım Süheyla Hanım, yapamam, kocama ihanet edemem." dedi acı içinde. Sinirlenmedi kendisine, Yeliz Annesi olsa çok sinirlenirdi. Yeliz Hanım daima Aras'ı sevmediği için kinci olurdu, Neslihan Hanım ise evliliğini sürdürmesini istediği için kine bürünürdü.

 

"Yürümeyecek Hande, bir gün zaten bitecek, yol yakınken bitir de, daha az yıpran." İçten içe biliyordu dediklerini ama kabullenmesi çok zordu. Karşısındaki kadın da, zamanında kendisinin şimdi ki yaşadıklarından geçmişti. O nedenle kendisini sabırla dinliyor, anlattıklarını çok sakin karşılıyordu. "Ben kalkayım artık." dedi köşedeki çantasını eline alırken. "Dinlediğiniz ve aynı zamanda kahve için teşekkür ederim, anlattıklarımı unutun ne olur. Ben, kocama ihanet eden bir kadın olmak istemiyorum, ayrıca beni kaçırıp elimi kolumu bağlayan birine de sevdalanacak kadar psikopat değilim. Böylece, başlamadan bitmesi daha doğru benim açımdan." Koluna çantasını takarak evden çıktı, şimdi kimi dinlemesi gerektiğini, kime sığınacağını bilmiyordu. Kimsesizlik, çevrende birçok insan varken de olabiliyordu. İki tane annesi, devamlı görüştüğü psikoloğu, okuldan hocası ve ağabeyi vardı ama hiçbirine sığamayacak kadar perişandı psikolojisi. Kısa zamanda Mehmet Hoca'sına gidecekti, ancak onunla konuşunca aklı refaha çıkıyordu.

 

Geçen zaman, acıları üzerinde eksiltmediği gibi çoğaltmıştı. Çok sürmeden Aras, kırdıklarını toplamak için çabalamaya başlamıştı. Eve elinde çiçeklerle geliyor, yetmezcesine işyerine de çiçekler yolluyordu. Kimi zaman pahalı hediyeler alıyor, yaptığı hamleler, daha çok sinirlenmesine neden oluyordu genç kadının. "Zaten sıkışığız, elindeki parayı böyle gereksiz takılara harcamazsan sevinirim." demişti bir keresinde ikaz ederken. Eline harçlık verdiği yetmezcesine, kendisinin verdiği parayı böyle harcamasından rahatsız olmuştu. İnkar ettiklerinin, en çok kendisinin canını acıttığı günlerdeydi. Kendine ediyordu inkar ettikçe ama bilmiyordu. İşten yorgunca eve geldiğinde, okulda Fatih'le hiç karşılaşmadığını anımsadı Hande, uzun zamandır görmüyordu. Dersleri denk gelmiyordu ama yakında tekrar proje için çalışacaklardı. Üzerine, açık yeşil tonlarındaki geceliğini geçirirken beline uzanan saçlarının, en az kendisi kadar yorgun olduğunu anladı. Yüzündeki özenli makyajını silerek, tuvalet aynasının önünden kalktı. Sakat bacağını sürükleyerek yürüdü, yatağına oturdu.

 

Aralanan kapı, kocasının geldiğini düşündürdü kendisine, dönüp de bakamayacak kadar yorgundu. Zaten odalarına başkası girmezdi. Yorgunluğunun nedenini çözemedi, üzerinde çok fazladan halsizlik vardı. "Güzelim." Ardından sıkıca sarıldı beline, kendini geri çekmek istedi ama cesaret edemedi. Tekrardan hırpalamasından ürperdi. "Seni çok seviyorum, yarın sana süprizim var, aslında söylemeyecektim ama mutlu olmanı istiyorum. Akşam yemeğinden sonra çay bahçesine gideceğiz, sevdiğin tatlıcı vardı oranın içinde hani, oraya götüreceğim seni. Yer ayırttım, akşam yemeğinden sonra çayımızı orada içeceğiz." İçinde eşsiz mide bulantısı oluşurken bunun nedenini yanındaki adama yordu. "Sevinmedin mi?" dedi merakla sorarken. "Yaptıklarım için kaç defa özür diledim sevgilim. Hepsi seni çok sevdiğimden, o adamla görmeye dayanamadığımdan. Sen öyle onu karşımda övünce, ben yarı sarhoştum o gün, televizyon karşısında içmiştim sen eve geldiğinde. Ondan el kaldırdım, yoksa asla yapmazdım." Dinlemek, rahatlatmadığı gibi daha çok baydı içini. "Sevindim." dedi sadece sorduğu soruya cevap verirken. "Gideriz işten döndüğümde." Sesi haddinden yorgun ve halsizdi, kendinden geçmişti.

 

"İşten alırım seni, oradan geçeriz, önce yemeği dışarıda yer, sonra tatlıcıya geçeriz." Kendini kollarından hızlıca geri çekerek, yatakta daha geri oturdu. "Bakarız tamam." dedi ama istemiyordu işten almasını. 'Gelme' diyecek hali yoktu. Günü geldiğinde söyleyecekti. "Seni özledim." Yeniden kendisine yanaşırken kadını kendine çekerek, dudaklarını boynuna dokundurdu. "Uzaklaşma benden, tüm olanları düzelteceğim." Yatağa doğru düzgünce uzatırken boynuna bıraktığı öpücüklere devam etti. "Kokunu özlemişim..." Yorgunluğu daha çok kendini gösterirken midesindeki bulantı arttı kadının. Dudaklarına dudaklarını dokunduran adamın ardından bulantısı çoğalarak, birkaç kez öksürdü. Çok zorlanmasına rağmen kalan gücünü kullanarak adamı hızla ittirdi. Soluksuz kalmıştı, nefesinin kesildiğini hissederek yataktan kalkan Hande, zorlanarak kendini odadaki banyoya attı.

 

İçeri girerken refleksle banyonun kapısını kilitlerken hızla klozetin kapağını kaldırarak başını aşağı eğdi. İçinde ne varsa boşaltırken soluksuzluğu iyice çoğaldı. Tamamen midesindekilerden kurtuldu ama soluklanmadaki zorlanmaları bitmediği gibi çoğaldı. Lavabo tarafına ilerledi, yüzüne su çarparak soluğunun gelmesini bekledi ama gelmediği gibi daha çok kesildi üzerinden. Kapının ardındaki adam hızla kapıya vurarak kendisine sesleniyordu ama sesler uğultudan ibaretti. Soluğunda can çekişen acılar vardı şimdi, çırpındıkça o acıların içine daha çok tutsak oluyordu. "Kapıyı aç Hande, şu kapıları kilitleme diyorum sana!" Elini kapının üzerine geçirirken seslenmeleri bitmiyordu. Kapıya yaklaşarak, gücü kesilen parmaklarla kapının kilidini, can havli içinde çevirdi. Daha kilit açıldığı anda hızla ittirdi banyonun kapısını. "Niye kilitliyorsun kapıları güzelim, ne oldu söyle?" Olanları anlatabilmesi için önce nefes alabilmesi gerekiyordu. Elini gırtlağına dokundururken başını kaldırdı, soluğu her saniye daha çok daralıyordu.

 

"Nefes..." Cümlesini devam ettiremedi, tek kelimede kaldı. "Nefes alamıyorum." dedi son kez konuşurken. Yere yığılmasına ramak kala kendisine sımsıkı sarılan adam, hızla bedenini çevirerek kadını kucağına aldı. Sıkıca kavrarken kollarında, anında banyodan çıkan genç adam, koşar adım merdivenleri indi. "Hande!" dedi yanlarına doğru gelen Fahri Bey, oğlunun kucağındaki gelininin bembeyaz yüzüne doğru eğilirken. Seher de yerinden kalkarak oraya geldi, "Ne oldu?" dedi merakla. "Nefes alamadığını dedi, sonra düştü bayıldı, bilmiyorum, hastaneye götürmem lazım hemen." Anında askıdan ceketini ve arabanın anahtarını alan Fahri Bey, oğlundan önce dışarı çıkarken hemen arabayı hazırlaması gerektiğini düşündü.

 

Tüm aile hastane koridorunda toplanmışlar, odadan çıkacak doktoru bekliyorlardı. Anında, hastanenin 'Acil' bölümüne getirerek sedyeye yatırmış, müşahede altına alınışını izlemek zorunda kalmıştı. Eli kolu bağlı şekilde beklemeyi sevmiyordu Aras, zaten beklemeyi oldu olası hiç sevmezdi. Kişiliği gereği sabırsızdı, yanına gelen babasına bakarak sinirle somurttu. "Neden doktor çıkmadı, zaten hiç sevmedim o doktor, koca hastanede kadın doktor yok muydu?" İçeri giren doktorun genç ve erkek olmasından rahatsızlık hissetmişti. "Saçmalama oğlum." dedi Fahri Bey, o anlarda ürperdi evladından. Kendi yetiştirdiğini tanıyamaz olmuştu, nerede hata yaptığını da çözemiyordu üstelik. "Doktorun kadını erkeği olmaz, çıkar bilgi verirler şimdi, durumu ciddi ki, hemen çıkamadılar demek." Gelini için endişelenmeden edemedi, yaptığı evliliğin bedelini ödüyordu. Çiçekler, ait olamadığı yerleri yadırgarlardı, ne kadar sulasak da, kimi zaman su vermek yetmezdi. Hande, ait olamadığı, pencere kenarından uzak hayatta, günden güne soluyordu, elinden bir şey gelmiyordu Fahri Bey'in.

 

Uzaklardan, hızlı şekilde koridora doğru yürümekte olan Yeliz Hanım'ı gören Aras, kin içinde burnundan soludu. "Kim haber verdi buna?" Gelen kadının yaptıkları, ona karşı böylesi kinci hale getirmişti kendisini. "Annesi olarak en doğal hakkı, ben çağırdım." Fahri Bey, şimdi her ne kadar kendinden emin konuşsa bile, olacakların önüne geçemiyordu ve geçemeyecekti. "Şimdi başlar annelik triplerine." Sinirle konuştu, yanlarına gelen kadını izledi. "N'oldu, nesi var kızımın, niye getirdiniz buraya." Yaklaştığı gibi konuşması, üstelik suçlarcasına sergilediği yaklaşımı daha çok sinirlerine dokundu. "Nesi olduğunu bilseydik hastaneye getirmezdik, biz de bilmiyoruz, doktor çıkınca açıklayacak." Gösterdiği tepki karşısında afallayan kadın, tepki vermekte gecikmedi.

 

"Sen bana ne ters konuşuyorsun be, kimden alıyorsun sen bu özgüveni?"

 

"Kimseden almayacak kadar yerinde güvenim, size köpeklik yapmadığım için yaranamıyorumdur, birilerini eşkiya gibi kaçırıp zorla tutmadığım için böyle hazır cevaplıyımdır."

 

"Allah akıl ihsan eylesin, diyecek söz bulamıyorum." Konuyu nasıl da dönüp dolaşıp aynı yere getirebilmişti, sahiden hastaydı, aklından zoru vardı.

 

Çok sürmedi, içeriden çıkan doktora ilerleyen insanlar, ne olduğu hakkında bilgi almak istemişti. Kısa anlatıldı içerideki hastanın durumu. "İlk geldiği zamana göre daha iyi, oksijen tüpüne bağladık, olumlu sonuç vermeye başladı. Şu an için hayati tehlikesi yok fakat, teşhis konulana kadar bırakmayacağız." İçindeki endişe bir parça azaldı ama yine tedirginliği devam ediyordu Yeliz Hanım'ın. "Ne?" dedi şaşkınlık içinde. "Ne teşhisi, bir tahmininiz var mı?" İçeride kızının tutulduğu odaya doğru, kendinden bağımsız, refleksle ilerledi. "Yanılmıyorsam, ağır dereceli astım nöbeti geçirmiş, bu durum, kalıcı rahatsızlığına bağlı gelişmiş olabilir. Film sonuçları çıktıktan sonra tekrardan konuşuruz, şimdilik müşahede altında tutacağız, geçmiş olsun." Yanlarından çekilen doktora ters şekilde baktı Aras, hemen salması gerekirken ne diye bekletirdi? Kimseye tahammülü kalmamıştı şu sıralar, sabrı tükenmek üzereydi.

 

Hastanede geçirdikleri akşamda Yeliz Hanım, hiç ayrılmadı Hande'nin başından, hep odasında bekledi. İhtiyaçlarını karşılamaktan bir an olsun çekinmedi. Geceyi mecburen hastanede geçirdiler, sabaha karşı elinde raporlarla yanlarına gelen doktor, durumunu tekrardan açıkladı. Daha çok küçükken mücadele ettiği astım hastalığı, şimdi daha ağır dereceli olarak nüksetmişti. Yanında ilaçlarıyla gezecek, kendini asla ihmal etmeyecekti. Kısa süreliğine annesi odasından çıktığında kocasıyla yalnız kalan genç kadın, bakışlarını hiç kaçırmadan konuştu. "Yapacağın tek hatada seni silerim, sakın daha ileri gitme, daha ağırlarına kalkışma." Kelimelerindeki keskinlikten rahatsız olmasına rağmen sakin kalmaya çalışan genç adam, yerinden doğrularak kapıya doğru ilerledi. "Ben senin çıkış işlemlerini halledeyim." derken kapıdan çıkarak koridora doğru ilerledi. Ne söylerse söylesin, Hande'nin kendisinden kopamayacağını biliyordu. Çünkü Neslihan Hanım ne dese onu yapıyordu, yapmaya devam edecekti. Kendisinden vazgeçemeyeceğine dair inancı sonsuzdu.

 

Hastaneden çıktıklarında inatla evine dönmeyen Yeliz Hanım, kızının yanında kalmayı tercih etti. Yatağına yatırırken düzgünce uykusuna dalana dek başından ayrılmadı. "Canım yavrum benim." dedi saçlarını okşarken. "Seni tüm dertlerinden kurtaracağım, az daha sabredelim." Üzerini düzgünce örterek yerinden kalktı, odasından çıkarken mutfağa doğru ilerledi. Hande'nin sevdiği yemekleri hazırlayacaktı, yarım yamalak kahvaltı ederek uykuya dalmıştı. Yorgundu ve doğru düzgün yemek de yememişti. Uzun uğraşlar verdi mutfakta, normalde kendi evi dışındaki evde mutfağa girmeyi sevmezdi ama kızı için uğraşacaktı. Üzerine önlük takarken önüne aldığı sebzeleri doğramaya başladı. Sevdiği zeytinyağlı dolmaları doldururken diğer taraftan da ocaktaki köfteleri kaşıkla çevirdi. Çabuk ve hızlı ilerletti, yemekleri servis tabaklarına dökerken sevdiği patates çorbasından hazırladı.

 

Evde kimsenin olmaması işine geldi Yeliz Hanım'ın, kızından başka kimselerle uğraşacak halde değildi. Aras, akşamdan sonra bir çıkmış hastaneden, daha henüz gelmemişti. Döndüğü ilk anda hesabını soracaktı, nerede olduğunu sert şekilde sorgulayacaktı. Seher Hanım genelde çeşitli etkinliklere giderdi, kimi zaman spora, kimi zaman başka kurslara. Zehra ile henüz karşılaşmamıştı, sayılı şekilde dışarı çıkmasının bugüne denk düşmesi, işine gelmişti kendisinin. "Hande'ciğim." dedi yatağının kenarına oturarak saçlarında parmaklarını gezdirerek. "Hadi güzel kızım, aç gözlerini birlikte yemek yiyelim, anneciğin, en sevdiğin yemeklerden hazırladı." Yatağında başını diğer yana çevirerek baktı annesine, acıkmıştı aslında. Hazır evde kimse yokken karnını doyurabilirdi, sonra iştahı kaçıyordu. Yataktan doğrulurken köşedeki konsoldan, artık daima yanında gezdirmesi gerektiği ilacını aldı. Zamanla toparlayacaktı mutlaka ama şimdilik hep kendisiyle olacaktı. "Tamam, kalkıyorum annem." dedi ilacını ellerinde sımsıkı kavrarken. Yana doğru bacaklarını sarkıtarak tamamen doğrulup yataktan çıktı. Usulca, kadının koluna girmesine izin vererek ilerledi.

 

Zehra, ellerinde büyük alışveriş poşetleriyle marketten dönerken çantasından çıkardığı anahtarla evin kapısını araladı. Yorgundu, en çok yılgın ve bitkindi, kimsesizlikten, anlaşılmamaktan yorulmuştu. Araladığı kapıdan içeri geçerken kendiyle beraber poşetleri de sürükledi. Sinirle kapattı evin kapısını, iterek çarptı. İyi değildi, iyi olamıyordu, keşke olabilseydi. Halini hatırını soran babası olmadığı gibi annesi, son zamanlarda daha duyarsız hale gelmişti. Kendisine ayıracak zerre zamanı kalmamıştı. Üzerindekilerden kurtularak hepsini askılığa astı. Önündekileri mutfağa taşıması gerekti, sürükleyerek ilerletti. Marketten başka gidecek yerinin ve konuşacak kimsesinin olmaması daha ağırdı. Sürüklediği poşetleri mutfağın kapı ağzında bırakırken saçlarını el çabukluğuyla topuz yaptı. Buzdolabına, poşetlerdekileri özenle yerleştirmesi gerekecekti.

 

"Hoş geldin canım." Daha mutfağa tam olarak girmediği sırada salondaki Yeliz Hanım'ın kendisine seslenmesi sonucu afalladı. "Teşekkür ederim, siz de hoş geldiniz." derken tebessüm edemedi, hali kalmamıştı. Sadece kibarlığını korumak istedi. "Yemek hazırladım, çok çeşit var, sen de otur istersen." Ne ilgili anneydi, üstelik çok asil kadındı. Doğurmadığı birine annelik etmekle beraber, kendi öz evladıymış gibi davranıyordu. Kendisine yaklaşımı da daima hoşuna giderdi, çok ince davranırdı. "Yok sağ olun, elinize sağlık, ben aç değilim." Eliyle yemekler hazırlamış, kovulduğu eve kızı için gelmişti. Büyüklüktü yaptığı, olgunluk ve asillikti aslında en çok. "Ben doydum anne." dedi önündeki tabağı ittirmek isteyen Hande, hiç böyle iştahla yemek yediğini hatırlamıyordu. "O tabaktaki bitmeden doymak olmaz, hadi anneciğim, biraz zorla kendini." derken çatala köfteleri takarak ağzına uzattı. Başını iki tarafa sallarken acılarından sıyrılmak istercesine önündeki poşetlere verdi kendini. İçindeki haset duygusuna engel olamadı. Şu kızdan neyi eksikti de, uğraşmasına rağmen sevilemiyordu? Oysa çok daha fazla yeteneği vardı, elinden her iş geliyordu.

 

Aras, günün geç saatlerinde, akşama uzanan vakitlerde eve döndü. Çözmesi gereken işleri vardı, onlarla uğraşmıştı. Daha geldiği ilk anda, hastanede zor tahammül ettiği Yeliz Hanım'ı evinde görmek, üstelik geldiği gibi kendisinden hesap sorması, daha çok sinirlerine dokundu. "Neredesin sen?" dedi kin içinde karşısında dikilirken. "Yine bir halt yiyorsan haberin olsun, senin suyun ısındı, sonunu heyecanla bekliyorum." Söylediklerine karşılık yüzünü buruşturdu ama alayla gülmekten kendini alamadı. "Siz benim karımın annesi değilsiniz, birkaç sene bakıp büyütmekle anne olunmuyor, geçip karşıma bana kaynanalık yapamazsınız!" Şimdi iki tarafın gözlerindeki öfke de karşılıklıydı. "Haddini bil!" dedi sesini yükseltmekten çekinmeyen Yeliz Hanım. "Hande, benim kızım; Neslihan sana yüz veriyorsa, ben yüz çevirmesini iyi bilirim. Söyle o kaynana bildiğin kadına, hastane odasında terk edince de anne olunmuyor, bana sakın onun sözleriyle gelme. Senin tüm hayatın benim elimde, zamanında Hande'nin canı acımasın diye esir aldırdım ben onu, gözümü karartırsan daha ağırlarını yaparım. Canımı biraz daha sıkarsan, alırım kızımı elinden, kanun yoluyla değil, kendi yolumla haraket ederim. Alır, yurt dışına gönderirim, öyle bir izini kaybettiririm ki, hayatın onu aramakla geçer."

 

İlk defa o anlarda birbirilerine olan saygılarını tamamen kaybetmişlerdi. İşler çığrından çıkmış, yaşanacaklar çekilmez hale gelmişti. Başarmasının yakın olduğunu düşünüyordu Yeliz Hanım, karşısındaki adama katlandığı son zamanlardı. Hande, eskisi gibi değildi kendisine karşı, önceden konuştuğunda, "Eşinden ayrıl." dediğinde bağırırdı, kızardı, ağır konuşurdu. Şimdi sadece susuyordu, sessiz kalmayı tercih ediyordu. Yakındı hayal ettikleri. Çok güçlü şekilde, kendi girdiği cehennemden, kendi ateşiyle yansa bile olgunlaşarak çıkacaktı. Çektiği acılarla olgunlaşarak daha çok güçlenecekti. Hep dua ediyordu, başına iş gelmeden kurtulmasını umut ediyordu. Bunun için kovulduğu eve defalarca kez gelmeye razıydı, evladını buradan en az acıyla kurtarmak istedi. Bugün yaşadıklarının ardından anlamıştı, çok zamanları kalmamıştı aslında, sınırlar dolmak üzereydi.

 

"Çay bahçesi rezervasyonunu erteledim, senin birkaç gün dinlenmeni istedim, cuma günü geçeriz istersen." Üzerine montunu giyinen Yeliz Hanım, karşısındaki Aras'ın sakince Hande ile konuşmasını izledi. Yüzünü buruşturdu tekrardan ama belli etmedi. Zaten bugün Aras'la olan tartışmalarından Hande'nin haberi olmamıştı. Onun anlamaması için adamı başka köşeye çekmişti. "Sen nasıl istersen." dedi sessizce Hande. Karşısındaki kızına ilerleyen Yeliz Hanım, düzgünce sarılırken, "Yine geleceğim canım." dedi damadına göz dağı vererek bakarcasına. "Kimse bizi ayıramayacak." dedi imalı şekilde. "Toparlanayım, iş dönüşü sana uğrarım anneciğim." dedi kadının kendisinden ayrılarak gidişini izleyen Hande. Yorgundu ve halsizliğinin tarifini bulamıyordu. Gönül yorgunlukları, hayat kırgınlıkları vardı üzerinde. Sanki başkalarına yetişmeye çalışırken kendine geç kalmakla sınanıyordu. Sürekli birilerini memnun etmeye çalışmaktan bunalmıştı son zamanlarda.

 

Yolculama işlemini tamamlayarak annesini gönderdikten sonra odasına geçen Hande, üzerindekilerle yatağına girdi. Zaten tüm günü koyu yeşil pijama takımlarıyla geçirmiş, üzerinden çıkarmak istememişti. Yatağına girerken içinden çıkmayan yorgunlukları tekrardan anımsadı. Yaşamak istemediği tüm acılardan sırasıyla, trenin vagonlarından geçercesine ilerliyordu. Aralanan kapıya, gözünün ucuyla baktı. Yanına gelen kocası, "Daha iyi misin?" dedi kendisine ilgi içinde bakarken. Karşısındaki adamın tüm tutumları, sanki sahtelikten ibaretti, sarmıyordu kendisini. "İyi olacağım." dedi gözlerine bakmadan konuşurken. Ne tuhaf hayattı. Yanındaki adamın gözlerine bıktığından bakmıyordu, bunaldığından ve yıldığından. Bakmaktan boğuluyordu, sanki midesi bunalıyordu. Uzaklarda ise görmeyince özlediği, gördüğünde ise gözlerine bakmayı çok istediği ama deli gibi korktuğu adam vardı. Hayat hep bilinmezliklerden mi ibaretti? Kendine sorduğu sorunun cevabını verdi tekrardan. Yaşam değildi bilinmezlikten ibaret olan, gözlerine bakmaktan korktuğu adamın kendisiydi. Yataktaki kocasına ardını dönerek gözlerini sımsıkı kapatırken bakmaya korktuğu gözler, ürperti içinde gözleri önüne gelmişti...

 

Yeni güne endişelerle gözlerini açan Nurcan Hanım, şimdilerde sadece evlatları açısından değil, kendi adına da korkuyordu. Günden güne kendisi daha çok bağlanıyordu, Hande'yi şimdilerde ölen evladının yerine koymaya başlamış, yanına evvelden vicdanı için giderken şimdilerde umut içinde gidiyordu. Kaçınılmaz korkunçluk, kalbini her gün daha çok ele geçiriyordu. Özenle hazırladığı kahvaltının ardından oğlunu işe göndermiş, evde Seda ve Mustafa Bey'den başkası kalmamış, gelini de çocuklarını alarak kısa süreliğine ailesinin yanına gitmişti. Şimdi tam zamanıydı aklındakileri yapmak için, daha vakti kalmayabilirdi. Durup da beklerse, yapmaktan vazgeçebilirdi, hemen yapması gerekti. Eline karton torbadan alarak, kalan çizim kalemlerini, kağıtları, çizim defterini koydu. Defterin arasına bıraktığı kağıttaki kuş resmine, kırık tebessümle baktı. Kendisine en son geldiğinde Hande'nin eşyaları kalmıştı. Bugün evine giderek eşyaları Seher'e bırakacak, Hande'ye gözükmeden gelecek, irtibatını sessizce koparacaktı.

 

"Ne yalan söyleyeyim, vazgeçmeni bekliyordum da, böyle çabuk değil." Yanına gelen kocasına umursamazca bakarken omzunu kaldırdı. "Ben de." dedi iç geçirerek. "İnsan ne aciz varlık, verdiğimiz sözleri tutamıyoruz." Yutkundu, daha ileri gidemezdi, ağlamamak için tuttu kendini. "Ben kızıma, 'Seni iyileştireceğim' demiş ama başaramamış anneyim, şimdi başkasına mı analık edeceğim? Tepeden tırnağa yaralıyım ben, merhamet benim neyime? Yüreğimi acı ele geçirmiş, kimse bana umuttan söz etmesin." Torbanın içine doldurduğu eşyaları kaldırarak torbayla beraber masanın üzerine bıraktı. "Yapma Nurcan, çok umut verdin, şimdi böyle yüz üstü bırakılmaz." dedi iç çeken Mustafa Bey, kalbi dayanamamıştı. "Yok olacak Mustafa, evladım gözlerimin önünde çürüyecek! Söz konusu sadece Fatih değil, ben de yok olacağım. Yaa beni anlamıyor musunuz, ölümün öldüğü yalan dünyada, kimseyi bağlanmak, kimseyi gerçek sanmak istemiyorum. Herkes bir gün gidecek, ben geçici olanlara meyledemem!"

 

Üzerine yarımlık feracesini geçirerek başına bordo şalını düzgünce bağladı. Karton poşeti eline alarak evden çıkacakken kendisine yaklaşan Seda,"Anne." dedi kendisini kısa süreliğine durdurmak isterken. "Çabuk söyle, işim acele benim." dedi hızlıca konsoldan kol çantasını alırken. Çok kısa baktı kızına, acele etmesi gerekti, kalırsa vazgeçebilirdi, bunu göze alacak durumda değildi. "Sana karışmayacağım, 'Yapma' da demeyeceğim, istediğini yap ama ne olur seninle gelmeme müsaade et. Bu yol senin için çok zor, ben biliyorum, kalbim hissediyor. İnsan bazı yolları tek başına yürümemeli, yol zorsa yoldaş gerekir. Ben senin her koşulda yanındayım, şimdi iznin olursa, bu zor kararı verirken yolu seninle beraber yürümek istiyorum."

 

"Güzel kızım benim..." dedi iç çekerken, yanağını okşadı. "Nasıl istersen ama sessiz olacaksın, yol boyunca konuşmak yok." Ancak başını sallamakla yetindi, annesi kararını kesinleştirmişti, önüne geçmemesi için de duvarlar çekmişti üzerine. Evden birlikte çıktılar, yola doğru yürüdüler. Daha çok önden gidiyor, hızlı yürüyordu Nurcan Hanım, üzerindeki yükten tez vakitte kurtulmak istiyordu. İki tarafı birbirine bağlayan büyük yola gelmişlerdi. Şalının, boynuna düşen tarafını ardına attırdı. Yolu, sakin şekilde geçerken adımları geri gidiyor, varmak istemiyordu. Yüreğini, mantığının ele geçirmesini istiyordu ama çok zorlanıyordu. Zoraki attığı adımların geri gitmemesi için kendini zor tutuyordu. Yolu tamamen geçtiklerinde kendisi için zor olanların başlamasına az vakit kalmıştı. "Anne." dedi ürpererek konuşan Seda. "Konuşmayacaktım aslında, hâlâ yanındayım ama şunu da bil istiyorum. Geçen ağabeyim, Yeliz Hanım'la konuşurken duydum. Hande'de, strese bağlı astım çıkmış, sadece haberin olsun istedim."

 

Söyledikleri, kadının kalbinde rüzgarlar esmesine neden oldu. Canında, soluğun tam üzerinde sızı hissetti. Zorlanarak yutkundu, boğazında yumruk oluştuğunu hissetti. "Beni ilgilendirmiyor." dedi geçiştirmeye çalışarak soğuk dururken. "Sana konuşma dedim ayrıca, bir daha tek kelime etmeyeceksin!" Sesi yükselerek bağırırken bir an için çevredekilerin bakışlarını üzerinde hissetti. Susmasını istedi, Seda konuştukça daha çok canı acıyordu. Anıları canlandı gözlerinde, rahmetli kızını anımsadı kısa süreliğine. Son günleri geldi acıyla çevrili gözlerinin önüne. Ona geç kalmışken başkasına nasıl yetişebilirdi ki. Canındaki acı, sözle tarif edilebilecek gibi değildi.

 

"Anne, ben iyileşeceğim, değil mi, artık iyi olacağım?..." Dizleri üzerine başını bırakmış İnci'sinin saçlarını okşamakta olan Nurcan Hanım, gözleri dolu olsa da, sabırla iç çekti. "İnşallah yavrum." dedi ama yüreğindeki acı, kor gibi her tarafını yakıp ezercesine geçti, içini kül etti. Çok zorlanarak konuşuyordu, solukları birbirine dolanırcasına kurduğu cümle, canından çekiyordu. Saçlarında gezdirdi parmaklarını, usulca okşadı siyah saçlarını. "İyileşecek tabii benim güzel kızım, iyi olacak, birlikte çiçek tarlasına gideceğiz, bahar gelecek, rengarenk çiçekler açacak; anneciği, en sevdiği çiçekleri koparacak kızına."

 

"Başımdan aşağı çiçekler de serper misin?"

 

"Serpmem mi, hem de avuç avuç."

 

Düşüncelerinden hızla sıyrılırken eve yaklaştığını anımsadı. Bir verdiği sözü daha tutamayacaktı, kızına verdiği sözü tutamadığı gibi yine kaybedecekti. Sadece evlatlarından korkarken zamanında, şimdi kendinden korkuyordu. Elinde karton poşetle adımlarını daha çok hızlandırdı. Evin kapısı görünüyordu uzaklardan, iyice ilerledi. Gördüğü manzara değişirken bahçede birini fark etti. Yaklaştıkça kaşları çatıldı, gördüğü manzara netleşirken gözlerini devirdi. Hande ile karşılaşmadan eşyalarını bırakıp çıkmak isterken şimdi onu görmesi hiç adil değildi. Allah biliyordu neden vazgeçtiğini, bağlanmaktan korkuyordu. Yeniden sevecekti. Başlarda sadece merhameti için karşısına çıkarak destek olmak istemişti ama işler değişmiş, yüreği ona doğru ilerlemeye başlamıştı. Yol yakınken, daha tam başlamadan bitirecekti. İlerlerse bırakamazdı, yine severse, yine bağlanır da sonra tekrardan kaybederse perişan olurdu. Ölümün olduğu yalan dünyada, kimselere bağlanamazdı, hakkı değildi.

 

Demir kapıya yaklaştığında gördüğü manzara da kendisine yakınlaşmış, yere eğilmiş, elini duvardan tutan genç kızla karşılaşmıştı. Yere düşen ilacını almak için çabalıyor, soluklanmakta zorlandığından ötürü alamıyordu. Öyle soluksuz kalmıştı ki, öksürerek yerdeki ilacı uzanmak için çabalıyordu. İnsan, canıyla cebelleşmeden hayatın değerini anlayamıyordu. Ölüm vardı ve hep var olacaktı, sevmekten kaçmanın ne faydası olacağını düşündü o sırada. Yaşamak kadar ölüm de haktı aslında insana. Ağır astım nöbeti geçiren kızın soluğu içine sığmıyordu. Kendisinin bağırmasından etkilenen Seda, geriden geldiği için henüz manzarayla karşılaşmamıştı. Bir süre kalakaldı, ellerinden kollarına uzanan kısımlarından can çekildi, bedeni hakimiyetini kaybetti. Kollarının titrediğini hissederken o an ne yapacağını, nasıl yaklaşacağını kestirememişti. Yerde can havli içinde öksürerek gırtlağını tutan genç kız, kendisine zor zamanlarını kaybettiği evladını tekrardan hatırlattı.

 

"Hande!" Yere, elindeki poşet hızla düşerken hemen düşürdüğü anda da koşarcasına kıza doğru ilerledi. Bahçeye ait demir kapı aralıktı, ittirerek duvara çarpan kapıyı görmedi bile, anında kıza koşarak yaklaştı. Tam önünde eğilerek kollarından tutarken sarstı önce ama faydası olmayacağını anımsadı. Yere düşürdüğü ilacını bulmadan yapacağı hiçbir hamle, henüz yararına olmayacaktı. Yeniden doğrularak koşarken bahçenin diğer köşesinde olan ilacını yerden aldı. Yerden ilacı alırken bahçenin etrafını izledi, koca evde hiç mi kimse kalmamıştı? "Allah kahretsin bu insanları, yere batsın böyle aile." Yanına tekrardan eğilerek ilacı dudaklarına doğru uzattığı. Aralık kalan, soluk almak isteyen dudakları arasından ilacın tıpasını geçirerek ağzına sıktı. Yine soluksuzdu, çok değişim olmamıştı. Öyle nefessiz kalmıştı ki, bedeni ilacı hemen hazmedemiyordu. "Geçecek canım." Kendine doğru çekerken bedenini kolları arasına aldı. Soluğunun daralması, sağ elini yumruk yapmasına neden oldu. "Seda git, durma orada, bir araba çağır." Şaşkınlıkla baktı karşısındaki annesine, daha az önce olanların tesirinden kurtulamamıştı. "Nereye, hastaneye mi?" dedi sesi titrerken. Şimdi nereden bulunurdu araba?

 

"Toparlanacak, hastaneye gerek yok ama burada tek bırakamam." Saçlarını okşarken yüzüne eğdi yüzünü. Yüz hatlarındaki solgunluk ve morluklar ağırca düzeliyordu. Gelmeseydi ölecekti belki de, vazgeçmek için geldiği yerde hayata döndürmüştü. "Şunların evinde duramam, kendi evime götüreceğim, akşam bırakırız." Doğru değildi, Fatih bilse kızardı, işi gurura bindirebilirdi, 'Evli kadının ne işi var burada?' deme ihtimali vardı. Anlaşılan, iki aile daha çok birbirine girecekti. Bunları göze almaktan başka seçeneği kalmamıştı. "İyi de anne, ben araba nasıl bulacağım, yolun karşısına gidersem çok zaman geçer, beraber oraya dek yürüsek daha iyi olur bence." Sinirle yüz buruştururken "Of!" dedi öfke içinde. "Bir kere de bir şeyi tam anlamıyla yapabildiğin görülmedi zaten." Yere öylece oturan kadın, hızlı şekilde kalktı. "Gel canım, bak biraz daha iyisin, hadi kalkmaya çalışalım." Yerden kaldırmaya çalışırken karşısındaki kızına tersçe baktı. "Gel de bir yardım et, diğer koluna gir." Yanlarına yaklaşan genç kız, hızlı şekilde diğer koluna girerken beraber doğrulttular.

 

Yola daha varmadan, kıvrımda araba bulmayı başarabilmişlerdi, Seda'dan öne binmesini isterken kendi de Hande ile beraber arka koltuğa bindi. Nefesindeki iniltiler kesilirken sağ elindeki yumruğu henüz açamamıştı. "Aç anneciğim elini." Elini avucu içine alarak parmaklarını taneli şekilde kaldırırken "Geçecek." dedi sakince. Bu da geçecekti, Allah şans vermişti, bunu da atlatmışlardı. Asıl mühim olan tamamen geçmesiydi, sadece Hande'nin elindeydi geçirebilmek. "Şimdi gidelim benim eve, daha iyi olacaksın." Araba, çoktan kendi mahallelerine girerken kızı kendine yasladı. Yine başaramamıştı, vazgeçmek isterken daha sıkı bağlanmıştı. İnsan, ne tuhaf varlıktı, biz planlar yaparken hayat, bizden bağımsız planlar yapıyordu. İnsandık ya, ansızın yakalanıveriyorduk hayatın planlarına. Kendiyle verdiği savaşı kazanmış mıydı, kayıp mı etmişti, orasını bilemedi. Yaşadıklarına bir isim bulmak istedi ama karmakarışıktı hisleri.

 

Zamanla geçmesini umduğumuz her zorluk, zaman ilerledikçe iyileşmediği gibi daha çekilmez hale geliyordu. Hande, hep zamanın ilaç olduğuna inanmıştı ama şimdi tersini yaşıyordu. Sorsa kendine, suçluyu çok iyi biliyordu. Kendisiydi suçlu, zamanın suçu yoktu. Zaman yine ilerliyordu ama kendisi değişmiyordu. Devam ederek, sökükleri dikerek kocasının düzelmesini beklerken kendine yapıyordu en büyük haksızlığı. Evde yapayalnızdı astım nöbeti geçirirken. Çalışmayan kocası, kendisi henüz yardımcı tutamamıştı. Yetiremiyordu tek başına, hayata yetişemiyordu. Yalnız olsa yeterdi. Aras, yardımı dokunmadığı gibi hep zorluk çıkarıyordu kendisine. Aralık kapıdan içeri giren Nurcan Hanım, kendisine doğru ilerlerken tebessüm edecek hal kalmamıştı Hande'nin üzerinde. "Yatsana canım, uzanınca dinlenirsin, soluksuz kalınca yorulmuşsundur." Yatağın üzerine oturmuştu, yatmaya biraz çekinmişti. Yanına oturmadan önce, elinde tülbentini saçları üzerine geçiren Nurcan Hanım, yazmasını ardından, boynunu açık bırakarak, yuvarlak şekilde bağladı.

 

"Sanki uykuya dalarsam tekrar nefesim kesilecek gibi hissediyorum." Yanına oturan kadının dudaklarında buruk tebessüm oluştu. "Yok yavrum, sen ilacını düşürdün, uzanıp alamadığından öyle oldun. Düşünme böyle, güzelce kapat gözlerini, hem dinlenince rahatlayacaksın." Oda olarak eski kaldığı odayı değil, tekrardan o vakitleri hatırlamaması açısından Seda'nın odasını vermişti. "Yeliz anneme haber vermediniz, değil mi? Yok yere üzülmesini istemiyorum, iyiyim ben." Ona belli etmediği ne çok acısı vardı. Yeliz Hanım hastaydı, ölümlerden dönmüştü, kıyamıyordu ona, dertleriyle canını sıkmak istemiyordu. "Söylemedim, söylemem." dedi soğukça, araları iyi değildi anlaşılan. "Uzan dizlerime hadi, saçlarınla oynayarak uyutayım seni, gel kuzum." Biraz düşündü, başta çekindi ama sonra merhamet sahibi yürekten korkmaması gerektiğini anımsadı. Yana doğru kıvrılarak başını dizine bırakan genç kız, saçlarına dokunmasını hissettiği anda, ürperdi başlarda ama nasırlı parmaklarındaki sıcaklığı hissetti.

 

"Benim de senin yaşlarında bir kızım vardı, böyle dizlerime uzanınca türkü söylerdim ona, çok severdi sesimi." Kadının saçları ellerindeyken konuşması bile içinde ılık rüzgarlar estirdi. "Bir türkü vardı, Elazığ'da kaldığımız dönemlerde, ne zaman birlikte çiçek tarlasına gitsek, toprağa kırmızı güller eksek, bana o türküyü söyletirdi." Yutkundu Hande, acının ne olduğunu bilmek için sevdiğini kaybetmek gerekmezdi, insanın ölümden de ağır acıları olabiliyordu kimi zaman. "Siz çok iyi bir annesiniz, ölen evladınızın yasını tutabilmenizden belli, keşke benim de sizin gibi annem olsaydı. Benim annem beni yaşarken hiç görmedi, hep başından atmak için uğraştı. Babamdan önceki evliliğinde bir ablam vardı, o yolunu çizdi, yurt dışına giderek kendisini kurtardı. Onu da sevmezdi ama bana davrandığı gibi davranmadı ona, daha ılımlı yaklaştı. Beni okutmadı, hasta olduğum için sevmedi beni, hep elinin altından kaldırmak istedi. Yeliz Annem hayatıma girmese, yok olacaktım biliyorum."

 

"Hiç de değil, sen çok güçlüsün bir kere, o olmasa da yolunu çizerdin. Ben inanıyorum, zamanında Yeliz'le çıktığın zorluklardan, şimdi tek başına çıkacaksın, ben inanıyorum sana."

 

"Birilerinin bana inanması, güvenmesi çok farklı hisler. Yaşamadım daha önce, hiç görmedim bunları. Neslihan Annem hep zorluklara sürükledi beni, Yeliz Anmem kendisi çekip kurtarmak istedi o zorluklardan, bana hiç ne istediğimi soran olmadı. Siz ilk kez bana kendimin ne istediğini sordunuz. Bana kendimin varlığını, gücümü hatırlattınız. Ben iki tane annenin arasında tenis topu olmaktan çok bunaldım. Yardımlarınız, verdiğiniz güven için teşekkür ederim. Şeyy..." Biraz duraksadı, konuşmaya çekindi. Kalın parmakları saçlarında gezen kadından çekindi ama söylemeden duramadı. "Ben sizin evladınız değilim ama belki o günlerinizi hatırlamak istersiniz, hem çok merak ediyorum sesinizi. Bana da o türküyü söyler misiniz?" Yüzünde soğuk, buz misali rüzgar hisseden Nurcan Hanım, kısa süreliğine vereceği tepkiyi çıkaramadı. Derince soluk aldı, dudaklarından çıkacak yanık türkünün, odanın duvarlarını doldurmasına izin verdi.

 

"Kırmızı Gül demet demet!..." Yanık sesi, ansızın derinliklerine dolduğunda, neye uğradığını bilemedi kadın. O nasıl bir sesti, nasıl türkü söylemekti?... Ekranlarda sanatçı olarak geçinen bazı kişilerin aksine, yüreğini paramparça etmişti sesi... Yüzünde acı vardı kadının, açık yeşil gözlerinde saklı ağıdı, dilinde türküyle paramparça oluyordu. Yazmasına uzandı, tülbentinin oyalarına uzattığı parmaklarıyla, göğsünün kenarına uzanan oyaları okşadı.

 

"Sevda değil bir alamet (Balam nenni, yavrum nenni)" Usulca parmaklarını geçirdi saçları arasından, göğsünü ıslatacağımı, ağladığını belli edeceğini bilse de umursamadı Hande. O an bir anne sıcaklığına öylesi ihtiyacı vardı ki, ağlamak istedi ve isteğinden de kendini mahrum bırakmadı. Önceleri olduğu gibi değildi, ağlamaktan çekinmezdi. O yanık sesi, içini ağrıttı.

 

"Gitti gelmez o muhannet

Şol Revan'da balam kaldı (Yavrum kaldı, balam nenni)" Deşildiğini hissetti o an tüm benliğinin, sanki içinin tüm hücreleri parçalandı. Uyuştu bedeni, usulca, aldığı ilaçlardan çok, Nurcan Hanım'ın sesinin verdişi etki ile karıncalandı. Yine de şarkı bitene kadar uyumak istemedi. Yavaşça kaldırdı elini, yanağına dokundurdu kadının, bir süre eli orada kaldı. Uykuya dalacağı vakitler çok önceden Yeliz Anne'sine de yapardı. O da kollarında uyuturdu ama hep gelecek güzel günlerden, yarınlardan söz ederdi. Nurcan Hanım ise yarınları, geçmişin acılarını bestelediği bir türküde anlatmıştı kendisine. Yanık, hafif kalın ama o kadar da naif sesi, adeta ciğerlerini dağlamıştı...

 

"Kırmızı gül her dem olsa (Olmaz),

Yaralara merhem olsa {Olmaz (Balam nenni, yavrum nenni)}" Yasladı başını daha sıkı göğsüne, sımsıkı sarıldı, gözlerinden akan yaşlar, kadının üstlüğünü sırımsıklak ettiğinde, konuşmak çok istemişti. Yarasına dokunmuştu Nurcan Hanım, dokunmakla kalmamış, bir doktordan daha kuvvetli, keserek tekrardan dikmişti... "Yapma, dokunma yarama, elleme!" demek istemişti de, olmamıştı. Sadece ağlamıştı, kuş ölüsüne ağladığından bile daha keskindi gözyaşları... Zaten o günden sonra düğümü çözülmüş, ağlamaktan daha az çekinir olmuştu. Sesli ağlamıştı hem de, içine akıttığı gözyaşlarının aksine, kadının göğsünde, içini çekerek ağlamıştı. Yanmış, kül olmuş, külleri savrulmuş, sonra küllerinden tekrar yeşermişti o gün...

 

"Ol tabipten derman gelse (Gelmez),

Şol Revan'da balam kaldı (Yavrum kaldı, balam nenni)" Usulca kapandı gözleri, yara alacak derman kalmamıştı bedeninde. Yürekte de hal kalmamıştı ki, içini yok etmişti sesindeki haykırış. Yavaşça da olsa, tamamen örttü gözlerini. Yaraların birbirine değerek karıştığı vakitlerde, uyku bedenini tamamen ele geçirirken son hatırladığı, Nurcan Hanım'ın kendisini yatağa yatırışı olmuştu. Yatmak istemedi başlarda, Seda'nın bile olsa, bir başkasının yatağında yatmak tuhaf hissettirdi. Afallamak istese de bu duruma, çok halsizdi ve güçlü değildi bedeni. Kadının bedenini sarmalamasına izin verdi, zaten bu gece çok ihtiyacı vardı bir anne sıcaklığına. Yeliz Hanım'ın yerini dolduramasa da Nurcan Hanım o gece kendisine, öyle anaç ilerlemişti ki, çekinse de sıcak kollarına teslim etmişti kendisini...

 

Nurcan Hanım, kollarında uykuya geçen genç kızı usulca yatağa yatırarak uzatırken üzerini yorganla örttü. Yerinden doğrulurken kapının hızlıca açılması sonucu, başını oraya çevirdi. Böyle çabuk şekilde oğlunun dönmesini beklemiyordu. Seda'nın gelmesini bekleyen Nurcan Hanım, karşısında Fatih'i gördüğünde ürpererek refleksle, olduğu yerde iki adım geri gitti. "Anne." dedi katı şekilde. Hesap sorarcasına hitap etti kendisine. Hakkı vardı sinirlenmekte, doğru değildi kızı alıp buraya getirmesi ama başka seçeneği kalmamıştı. Öyle görünce kilitlenmiş, eli kolu bağlanmıştı. "Gelsene sen az benimle." Kapıyı açtığında, Hande'nin yatakta uyuyan bedenini görmeyi beklemiyordu. Sanki melek misaliydi uyurken, o delice bakışlarla hayata meydan okuyan kadın gidiyor, yerine peri kızı geliyordu. Uyurken daha önce çok görmüştü ama hiç böylesi hislere yer vermemişti yüreğinde. Kapıyı araladığı gibi kapatarak mutfağa doğru yürüdü. Mutfak masasının önünde beklerken, çok sürmeden gelen annesi, tam karşı tarafında dikildi.

 

"Ne işi var bunun burada?" Sinir içinde konuşurken dişlerini sıkmamak için kendini zor durdurdu. "Sen beni o zengin züppeyle papaz mı edeceksin? Sonunda zaten o adamı öldüreceğim, bırak da dışarıdaki günlerimin tadını çıkarayım, geç öldürmemde fayda var."

 

"Tövbe de, Allah etmesin, nasıl söz öyle?" Canına yetmişti Nurcan Hanım'ın da, olanların üstesinden gelemiyordu. "Ben mecbur kaldım, evine zaten eşyalarını bırakmaya gidiyordum, gittim bir baktım, yere eğilmiş, düşen ilacını almaya çalışıyordu. Ağır şekilde astım nöbeti geçiriyordu, ilacını vererek sakinleştirdim ama evde bırakamadım. Kimse yoktu, ev bomboştu, ne yapsaydım yani, orada mı bıraksaydım?"

 

"Allah kahretsin, gerçekten Soydere ailesinin sonu olacağım, çok ciddiyim, katil olacağım!"

 

"Fatih, ne dediğini bil de konuş, duymayacağım bir daha o sözleri. Çözeceğiz bir şekilde, akşam beraber bırakırız, zaten benim o Seher'e iki çift sözüm olacak, hep birlikte çözeceğiz."

 

"Ev basmak nasılmış, akşam göstereceğim ben onlara. Gözümü karartırsam, yapamayacağım yoktur, zamanında birini esir almış adamım ben, bela olacağım başlarına."

 

"Yavrum, bak birazdan akşam için yemekleri ısıtacağım, Hande'yi de kaldıracağım. Senden ricam, kızın yanında şöyle saçma konuşmalara girme. Sen o adamdan farklısın, öyle kal. Evimizi bastılar, saygını bozmadın, yeğenine bile örnek şekilde amcalık ettin orada. Kuzey, kavganın içine daldığında geri çektin, kendin de karşılık vermedin. Cahille cahil olunmaz, onun seviyesine inersen, kızın güvenini kazanamazsın. Ben sizi böyle yetiştirdim, başkalarına uyarak değişmenizi istemiyorum. Benim için çok zor olsa bile kabullenmek, bir gün içerideki kızı deliler gibi seveceğini tüm kalbimle hissediyorum. Karşılık almak istiyorsan, kendini bozma, sevginin temelini güven atar, aklında bulunsun."

 

"Sevip sevmediğimi bilmiyorum anne, sadece mücadele etme, çabalama kararı aldım. Bir gün dediğin olur da, deli gibi vurulur muyum sahi? Evet, beni bazen bazı hamlelerinde deli ediyor ama daha deli gibi vurulmadım. Bilmiyorum zaman ne gösterir, babasına verdiğim sözü tutmak için çabalama kararı aldım uzun zaman önce. Diğer dediklerinde haklısın, güvenini kazanmak için çabalayacağım."

 

Yeniden, girdiği mutfaktan çıkarken odasına doğru ilerlemeye başladı. Üzerini değiştirecekti. Ansızın vazgeçerken önünden geçtiği kapıya geri döndü. Aralık kalmış kapıyı usulca geri iterek içeri ilerledi. Yatakta uykuya dalmış genç kızı izledi kısa süreliğine. Yanına yaklaşarak üzerine çok hafif eğildi. Eli, kendinden bağımsız kadının saçında gezinirken hızla geri çekti elini. Başını şiddetle iki tarafa salladı, yapamazdı şimdi. "Biliyorum, hakkım yok seni sevmeye, ben koruyamadım seni, sahip çıkamadım zamanında." Kendini durduramadı, hislerini sesli şekilde izah etti. "Yarım bıraktığım ne varsa, hepsini tamamlayacağım; seni sevmek hakkım olacak, sen günün birinde bana helal olacaksın." Doğrularak kapıya ilerleyen genç adam, odadan yarım kalanların verdiği sinirle çıkarken kendi odasına doğru ilerledi.

 

Yemek için masayı özenle hazırlayan Nurcan Hanım, masanın üzerine tabakları da keyifle diziyordu. "Hande kalktı mı?" dedi yanına doğru gelen Elif, ailesinin yanından döneli daha yarım saat olmamış, tekrardan buraya gelmişti. "Kalktı, bahçeyi dolanmak istedi." Yemek masasının üzerini düzenlerken tabaklarla bardakları dekore etti. "Allah korusun, yine kuyuya düşmesin anne." Ürkerek soran Elif'i umursamadı bile, omzunu kaldırdı. "Akıllı kızdır, korur o kendini. Bir kere kaza oldu diye hep olacak değil ya. Zaten tembihledim, arka tarafa gitmeyecek, öndeki çiçeklere bakacak." Gülümsedi, elindeki tabaklarla işi bitmişti. Yemek masasının üzerinden başını kaldırarak tekrardan mutfağa doğru ilerlerken duraksamak zorunda kaldı. Hande, girdiği bahçeden, elinde çiçek demetleriyle geliyordu. Başta neden kopardığını anlamazken kendisine doğru geldiğini görünce yüzündeki gülümseme genişledi.

 

"Bak bak bak, siz hiç bana böyle çiçeklerle geldiniz mi?" Kendisine doğru ilerleyen kıza karşılık gelinine sitem içinde konuştu. "Sizin için topladım." Kendisine uzattığı çiçekleri alırken kızı kendine çekerek sımsıkı sarıldı. "Güzel kızım benim, ellerine sağlık, çok güzeller." Kendisine sarılan Hande, elleriyle saçlarını sarmaladı. "Senin kadar güzel değiller ama tabii." derken yanağına dudaklarını dokundurdu Nurcan Hanım. İçeri, mutfakta konuştuğu ağabeyinden önce gelen Seda, gülümseyerek baktı annesiyle Hande'nin şimdiki haline. "Fotoğrafınızı çeksem iyi olur anneciğim, sonra sen tekrardan fikrini değiştirdiğinde çektiğim resmi gösteririm." Sıyrılarak Hande'den hızla ayrılan Nurcan Hanım, karşısındaki kızına tersçe bakarken çok sert şekilde bağırdı. "Seda!" dedi kükrercesine bağırırken. Herkes afalladı, Hande hariç çoğunluk anlamıştı neyi kastettiğini.

 

"Ne oldu ki, ne fikri değişecek, ben anlamadım." Çevresinde dönen olaylardan bilinçsizce sorular soran Hande karşısında herkes ne cevap vereceğini bilemedi. "Yok bir şey kızım, Seda'nın saçmalayacağı tuttu, hadi sen otur masaya." Anlamsızca, çelişki içerisinde yemek masasına doğru ilerlerken kendinden bağımsız şekilde başını kaldıran genç kız, karşısında gördüğü adamla bakışlarını seyreltmemek için kendini zor tuttu. "Geldiğini bilmiyordum." dedi halsizce dudaklarını kıpırdatan genç kadın. "Çok olmadı." diyen adam, masaya doğru ilerledi. Kadınla karşılıklıydı, aralarında sadece masa vardı. Elinde çiçek dolu cam vazoyla gelen Nurcan Hanım, masanın tam ortasına bıraktı. "Çiçeklerimizi de bırakalım ki, güzel olsun." Yanına yaklaştı kadının, minnet içinde bakakaldı. "Hande'ciğim." Yanına ilerleyen Nurcan Hanım, kendine doğru çekti genç kızı. "Benim için topladığın çiçekler çok güzeller ama beni mutlu etmek istiyorsan, bir dahakine dalında bırakalım, olur mu bir tanem? Sevdiklerimize her zaman sahip olamayız, elde edemeyiz, onları yerinden alıkoyamayız. Beni sevindirmek istersen eğer, beraber dalında sularız, olur mu anneciğim?"

 

"Haklısınız, bir dahakine beraber sulayalım o zaman."

 

Yemek masasının çevresinde toplandıklarında, sohbet de yemeğin beraberinde koyulaşmıştı. Çorbasını kaşıklarken evde yaşadığı zor dakikaları anımsadı Hande, ölecekti az daha. Yalnızlık ne zordu, kalabalıklar içinde tek başınaydı. Bir zamanlar sımsıkı sarıldığı, dik tutmaya çalıştığı ailesinin gözleri önünde, günden güne dağılışını seyrediyordu. Düşünceleri arasında yemeğini yerken gözleri evin etrafını aradı. "Yasemin, teyzesiyle birlikte, bu gece onunla kalacak." Aniden kendisine bakarak konuşan Seda, sanki tam anlamıyla aklındaki soru işaretlerini sonlandırmıştı. Gözlerinin sadece Yasemin'i aradığını, çok geçmeden tahmin etmişlerdi.

 

Yemek masası sakindi, gözlerine bakmadığı sürece karşısındaki adamın, zaten hep sakin olurdu. Çok sakin kaldığı da söylenemezdi, gözlerini kaçırırken bile içinde ürpertinin tohumları vardı. Beklemiyordu burada olacağını, beklemesi gerekirdi aslında. Ortalık toplanırken yerinden kalkan Hande, karşısındaki Nurcan Hanım'a doğru ilerlerken masadan aldığı tabakları zorlukla eline vermek istedi. "Sen otur kızım." Elinden alırken diğer elindeki tepsinin içine doldurdu. "Yardım etmek istiyorum size." Çekinerek konuşan kıza burukça tebessüm etti. "Daha hafif şeyler al o zaman." dedi yutkunarak. Yeniden ansızın kızını hatırlamıştı. "Benim kızım da böyleydi, 'Sen dur anneciğim, ben yaparım, sen yorulma.' derdi bana daima." Geçmişini neden Hande'nin gün batımını andıran bakışlarına bakarken hatırladığını kendi de çözemedi.

 

Sakin geçen zamandan sonra Hande'yi evine bırakmak için tüm aile beraber yola çıktılar. "Yolun yarısında ineceğim, sorarlarsa 'İşyerinde özel derse kaldım.' diyeceğim." derken korkudan titrediğini belirtmemek için zor tuttu kendini. "Telefonunu ver!" Arabadayken direksiyon sinirle kıran Fatih, katı şekilde konuştu karşısındaki kadınla. "Ben mi?" Sesi titredi Hande'nin, şaşırdı ve beklemedi bunu kendisine demesini. "Uzat hadi telefonunu." Çantasından çıkardığı telefonunu titreyen ellerle adama uzattı. Bir taraftan araba kullanırken diğer taraftan da hızlıca kendi numarasını kaydetti. Aldığı telefonu geri kadına uzattı. "Numaram sende artık, saat kaç olursa olsun, beni istediğin zaman ara, acil bir şey olursa sakın aramayı ihmal etme." Şaşırdı, afallamadan edemedi. "Ayrıca o dediğin olmayacak, seninle şimdi geleceğiz, senin 'Ailem' dediğin insanlara, nasıl aile olunacağını göstereceğiz. Korkma, benden başka kimseden gözlerini kaçırma. Bakarken ürktüğün, bakışlarını kaçırdığın tek kişi olmak istiyorum."

 

Yaptığı açıklama, dumura uğratarak afallatırken kadını, kaskatı kesilmesine neden oldu. Ses çıkarmadı, böyle sözün üzerine başka söz söylenmezdi. Anlamıştı bakmaktan ürktüğünü, bu bile utanması için yeterliydi. Yaklaşık beş dakikalık sürecin ardından araba, evin kapısının önünde durdu. İnemedi, iki aile içinde olacak tartışmadan çekindi hem, hem de az önce adamın dediklerinin ardından her tarafı tutulmuştu. Herkes inmiş, kendisi arabada kalakalmıştı. Sürücü koltuğundan inen genç adam, kendi kapısına yaklaşarak kapıyı açtı. Bedenindeki titremeler geçerken güçlükle adımlarını aşağı atarak arabadan indi. "Siz devam edin, ben geliyorum hemen." dedi arabanın kontağında unuttuğu anahtarı almaya çalışan Fatih. Herkes önden ilerlerken Hande, yanındaki Seda'ya aklına takılanı sessizce sordu. "Ben evdeyken annene çiçek verdiğimde neden öyle dedin, ne ima ettin?" Şimdiden, yürüyerek eve yaklaştıklarında başına ağrı girmeye başladı. "Sen takılma olanlara, boş ver." derken yanındaki kız, aklındaki soru işaretleri daha çok arttı.

 

"Lütfen söyle, beni merakta bırakma, istemeden annene zarar vermekten korkuyorum, aklımdaki tahmin ettiğim mesele mi?" Kendisiyle ilgiliydi mesele, şimdi daha iyi tahmin edebiliyordu. Başlarda anlayamamıştı ama şimdi ansızın, yol boyu düşündükçe tahmin etti. "Yeniden hayata döndürüyorsun onu, sevginle iyileştiriyorsun. Başlarda senden çok korkmuştum Hande, böyle değildin ama kendince haklıydın, şartlar normal değildi. Şimdi asıl acıyı gördükçe değişiyorsun, yüreğin sevgiyle dolmuş. Senden vazgeçmek, bizde kalan birkaç eşyanı bırakmak için gelmişti başlarda. Seni öyle görünce dayanamadı, sonrasını biliyorsun zaten. Yani aslında annemi, seni bırakmaktan vazgeçtiren, senin bizim evdeki tutumların oldu. Seni kollarında türküyle uyutması, toplayarak verdiğin çiçekler, düşüncelerini değiştirmene neden oldu."

 

"Yük oluyorum ona aslında, keşke verdiği karardan dönmeseydi." İçindeki kırıklık ve mahcubiyet duygusuyla konuşmaktan alamadı kendini.

 

"Deme öyle, senle iletişime geçeli çok değişti. Giyimi değişti, duruşu değişti, hayata bakışı değişti. İyi geliyorsun ona, değişiyor sayende." Konuşmaları devam ederken Hande'nin elinde daha hâlâ kendisine Fatih'in az önce verdiği telefonu bulunuyordu. Elinden telefonu hızlı şekilde çeken genç kız, anında açarak kendi numarasını kaydetti. "Kadınların halinden en çok kadınlar anlar, ağabeyimden çekindiğin zamanlar olursa anında beni ara, sakın çekinme. Yine aynısını söylüyorum, az önce ağabeyimin dediklerini tekrarlıyorum, saat kaç olursa olsun beni de arayabilirsin." Eline tekrardan tutuşturduğu telefonunu çantasına atan Hande, olacaklara doğru ilerlemeye başladı. Yine akşamın dar vaktinde, iki aile arasında ağır tartışmalar, belki de kavgaya dönüşecekti. Yürüdükleri yolun bitmesini istemezdi ama zaten çok kısaydı. Ne kadar ağır yürürse yürüsün, mutlaka sonunda bitecekti.

 

Kapıyı önden ilerleyerek sert şekilde yumruklayan genç adam, çıkaracağı kavgaya kendini hazırladı. İçeriden gelen "Kim o?" sesi, Seher Hanım'a aitti, çabuk anladı. "Alacaklı!" dedi çok sert şekilde Fatih, yüz hatları şimdiden gerildi. Kapıyı ağırca ürkerek aralayan Seher, geliniyle beraber gelen insanları inceledi. "Hande'ciğim." dedi araya giren Nurcan Hanım, kıza doğru ilerledi. "Hadi sen içeri geç bir tanem, sadece konuşacağız, için rahat olsun." Karmaşa içerisinde kendisine bakan genç kızı kendine doğru çekerek sıkıca sarıldı. "Bugün çok güzel zaman geçiremedik seninle, bir dahakine çizim defterinle kalemlerini getir, beraber çizim tasarımlarını yapalım, çalışmalarını görmek istiyorum, olur mu anneciğim?" Kadının kollarından sıyrılırken zoraki tebessüm ederek diğer tarafa döndü. "Olur." dedi kısık, ürkek çıkan sesle. Birazdan çıkacak tartışmaların çabucak sonlanmasını istedi. Üzerinden çıkacak olaylar yıpratıyordu kadını, daha çok bunaltıyordu.

 

İçeriye doğru sızarak girerken evdeki kocası da olanları öğrenmek üzere dışarı çıkıyordu. Şimdilerde iki yabancıdan farksızdı onunla, varlığı anlam ifade etmiyordu kendisine. Dışarı çıkarken içeri gelen kadına soru işareti dolu bakışlarla baktı. Umursamadan, öylece yanından geçerken genç adam da merakla, neler olduğunu öğrenmek üzere dışarı çıktı. Dışarıya daha adımını attığı anda karşısında gördüğü adamla gerilerek anında sinirinden kıpkırmızı kesildi. "Sen!" dedi kin içinde, kelimeler boğazına dolandı Aras'ın, konuşacak güç bulamadı kendisinde. Sinirden solukları içerisine kaçarak gırtlağına dolandı. Yüzünü görmeyi bırak, adını duymaya tahammül edemiyordu. İçine dolandı kelimeler, tek sözcükte takılı kaldı. Yuvası günden güne dağılırken ailesi yok oluyordu, sevdiği kadın her gün kendisinden biraz daha uzaklaşıyordu ve en ağır sebebi, karşısındaki adamın varlığıydı. Ne zaman ki karşılarına çıkmış, hayatları o zaman değişmeye başlamıştı.

 

"Sen ailemi dağıtıyorsun yetmiyor, şimdi utanmadan gelip benden öğrendiklerinle beni vurarak, evimi mi basmaya çalışıyorsun?" Gözlerindeki bakışlarda şiddetten çok daha ötesi vardı. Yenilmişti, günden güne daha çok yeniliyordu ama daha ötesine izin veremezdi. "Yalnız bir yanlış anlaşılmayı düzeltelim, ben senin evini basmıyorum, sen örnek alınamayacak kadar rezil bir adamsın, senden gördüklerimi uygulamam; seni senin silahınla vurmaya kalkacak kadar, hiç düşük değilim. Sadece karşına geldim, sana sahip çıkamadığın emanetini, insan gibi teslim ediyorum. Sürekli 'Ailemi dağıtıyorsun' demekle aile toplanmaz, önce adam olmasını bilecek, karına da, ailene de sahip çıkacaksın, ancak öyle aile olursun."

 

"Ne diyorsun lan sen, bana neyin nutukunu çekiyorsun?!" Yükseldi sesi, evin geniş bahçesini doldurdu. "Ağır ol bakalım delikanlı!" Araya giren Mustafa Bey, yanlarına doğru giderek önündeki iki merdiveni yukarı çıktı. "Sen benim otuz yaşındaki oğluma sesini yükselterek konuşamazsın!" Tam o sırada geride duran Fahri Bey, hızlıca karşısındaki adama ilerledi. "Siz benim oğlumu, evinize geldiğinde hırpaladınız ama hatırlatırım, bunlar karşılıklı."

 

"Sen de bir kes be Fahri Bey, boş atar yapma." dedi bağırarak araya giren Nurcan Hanım. "Kendin de biliyorsun oğlunun normal davranmayıp kapımızı bastığını. Siz de hiç mi utanma olmaz, soruyor musun acaba neden kapındayız diye. Dur sen zahmet etme, ben anlatayım sana. Gelininin eşyalarını bırakmak için geldiğimde kızı bahçede, duvar dibinde astım nöbeti geçirirken gördüm, yere eğilmiş ilacını almak için çırpınıyordu. Siz de hiç mi Allah korkusu yok, yetişmesem ölecekti. Boş konuşacağına, karına biraz sorumluluk almayı öğret. Kapı kapı gezmekle olmuyor bu işler, 'Ailem' demekle de aile olunmuyor, benim evladım sonuna kadar haklı, aile olmak istiyorsanız birbirinize sahip çıkmasını bileceksiniz."

 

"Sana n'oluyor be?!" Seher'in tahammülü çoktan aşılmış, karşısındaki kadına dişlerini sıkarak bakmıştı. Sesi sakindi ama dişlerini çok hafif sıkmadan duramadı. Yüz hatları gergindi, harmanlanan kininden kendini alamadı. "Sana düşmedi benim gelinimin derdi tasası, kahya kesilme benim başıma, çek git kendi işine bak."

 

"Tabii." dedi sözü tekrar alan Fatih. "Seher Hanım zaten her şeyin en doğrusunu bilir. Sorsan en ahlaklısı, mükemmeli, temizi sizsiniz; bunca canı kim yakıyor acaba, ben orasını anlayamadım."

 

"Sen uzatmasan da çekip gitsen mi acaba, kapımda kalabalık etmesen mi Fatih Bey?" Sinirli olsa bile sakin kalmak için çabaladı Aras, karşısındaki sakindi çünkü, öyle olmalıydı. "Benimle iddaalaşacağına, git çocuğunla ilgilen mesela, evlilik dışı, yasak aşkın meyvesi evladınla zaman geçir, sonra gelir bana ahlak dersi verirsin." Daha sözleri tamamlandığı anda, cümlenin son sözü dudaklarından uçmadan suratına, gözünün tam altına yediği yumrukla hafifçe geri savruldu Aras. Dengede kalmak için kendini zor tuttu, düşmemişti en azından. Yüzünde, gözünün tam altında karıncalanma hissederken yüz hatlarının sanki tamamı titredi. Olduğu yerde kalakaldı, bir süre tepki veremedi. Sinirlenmesini bekliyordu ama böylesini beklememişti.

 

Hande, başlarda olanları korku ve ağır acı içerisinde izlerken sessizce yakarmıştı Allah'a. "Ne olur şu kapıda benim yüzümden kimse tartışmasın Allah'ım, ben bunu kaldıramam." derken gözyaşları da sessizdi. İç çekerek olanları izlerken müdahale etmek istemedi. Zaten edecek halde değildi. Tartışmaları, olan olaylarla birlikte pencere kenarında izlerken konuşulanları çok rahat duyuyordu. Son ana kadar dinledi, olacakları seyretti. Ürperti, gözyaşı ve acı içinde izledi. Aras'ın, karşılarındaki adama kurduğu son cümle, Hande'nin buradan utanmasına sebep oldu. Yüzü bembeyaz kesilen genç kadın, konuşmanın bundan öte nereye uzanacağını düşünürken gördüğü son manzara, daha çok şaşırttı. Fatih, yumruğu Aras'ın suratına öyle sert geçirmişti ki, elinde olmadan sessizce güldü Hande. Gülüşünü saklamak için refleksle elini ağzına kapatan kadın, yaptığının doğru olmadığını anladı. Neden güldüğünü kendi de çözememişti. Kendini toparlarken acı içinde başını iki tarafa salladı, nefsine yenik düşüren gülüşünü hızla kestirip attı. Yüzündeki acı, tekrar yerini alırken "Beni affet Allahım." dedi güçlükle.

 

"Sakın!" Elini havaya kaldırarak sesini yükseltirken karşısındaki adam sakindi. Daha yüzüne aldığı darbenin etkisinden çıkamamıştı Aras, kendini topladığı an karşılık verecekti. "Bir daha benim, ağzı süt kokan çocuğumu, toprağın altındaki sevdiğim kadını, diline oyuncak etmeye kalkma." Aileler dağılırken kapılarındaki kalabalık hızla temizlendi. Aras, kendine geldiği anda hızla ardından gitmek istedi, yediği yumruğun altında kalmak istemedi ama babası tarafından durduruldu. "Şimdi sırası değil." dedi kolundan tutarak evi doğru oğlunu ittiren Fahri Bey. "Öldüreceğim o tamirci parçasını, yaşatmayacağım onu, küf kokan gecekondusunu başına yıkacağım."

 

"Kes sesini, sen o darbeyi hak ettin, uzatmayacaksın artık, beni bu insanlara daha fazla rezil etmeyeceksin." Sesini yükselterek bağırdı Fahri Bey. "Birilerine ayar vermek istiyorsan, ancak karına sahip çıkarak bunu yapabilirsin. Geç içeri, odasında olaylardan etkilenerek ağlayan karını sakinleştir."

 

"Her boku yesin, sonra oturup ağlasın, oh ne güzel dünya." Sinirle konuştu Seher, gelinine tahammülü kalmamıştı. "Ağlayacağına gelip burada bizi savunsaydı. Sıkıldım onun mıymıntı, sevgiye muhtaç hallerinden. Yeliz'i bulamadığında, şimdi de Nurcan'a kendini acındırıyor."

 

"Kadın haklı, sen de biraz analık et, anne gibi davran; sadece ona değil, kendi evlatlarına da. Belki o zaman bu hallerde olmayız. Sana gelince Aras, uzatmayacaksın, çünkü sonuna kadar hak ettin. Sesinizi kesin, içeri girin artık."

 

Hep beraber içeri girerlerken Aras, sinir içinde karısıyla beraber kaldıkları odaya girdi. "Hande." dedi içeri tamamen girerken. Yatağa cenin pozisyonunda uzanmış olan genç kadın, iç çekerek ağlıyordu. Elini yandaki düğmeye uzattı adam, neden karanlıkta oturduğunu anlayamamıştı. "Açma ışığı." dedi kısık sesle. Eli, düğmenin üzerinde asılı kaldı, bakışları da kadında duraksadı. "Hande, ben tüm olanlar için özür dilerim. Düşünemedim evde aniden rahatsızlanacağını, keşke tek kalmasaydın." Yanına doğru gelerek yatağa oturdu, kadını hızla kolları arasına aldı. "Ağlama." dedi sarıldığı kadının saçlarını okşayarak gözyaşlarını silerken. "Yarın çay bahçesine ayırttığım rezervasyon var, akşam seni okuldan alırım, direkt çıkarız." Sessiz şekilde kadının kollarında sakinleşmesini bekledi. Toplamaya çalıştıkça dağılıyordu ailesinin tüm parçaları.

 

Gecenin geç saatlerinde evine gelirken yorgundu, sinirleri birbirine girmişti. Elini buladığı şiddet bile rahatsız etmişti genç adamı. "Fatih." Yanına gelen Mustafa Bey, sadece sakin olmasını isteyecekti aslında ama elini hızla kaldırdı, konuşmak istemediğini belirten bakışlarını sundu. "Sakın sen de konuşma, çok sinirliyim." Sesi sinirden boğuklaşmıştı, böylesini hak etmemişti. "Böyle olacağı belliydi." dedi içeri girmeden sinirli şekilde Nurcan Hanım. "Şimdiden bir kadına bağlanmanın zararlarını yaşıyorsun oğlum, değmedi tüm bunlara. Yetmezcesine, ben de birine gösterdiğim ilgi ile ona bağlanıyorum. Yazık olacak hepimize, bu insanlarla daha çok uğraşacağız."

 

"Sen sakın konuşma!" Kimseye tahammülü kalmamıştı Fatih'in, karşısındaki annesi bile olsa ağzının payını verecekti. "Konuşma, zaten en büyük suç senin. Ben, Hande için tüm zorlukları göze almaya razıyım. O evde kalıyor olmasa, ben o şerefsizi öldürürdüm, yaşatmazdım. Allah kahretsin ki, onun hayatı söz konusu olduğu için daha ileri gidemiyorum. Öldürmek istiyorum o zengin züppeyi, parçalara ayırmak, söylediği her kelimenin bedelini ödetmek istiyorum. Eserini iyi izle anneciğim, sayende hepimiz bu haldeyiz."

 

"Yeter!" dedi bağırarak, ağlamaklı sesle sözlerini bölen Nurcan Hanım. "Artık yeter! Bir günah işledim, bedelini ödüyorum, vicdanımla ödüyorum. Yetmiyor vicdanım, kendim kendime ödetiyorum. Ben hep yanındayım, bir an olsun bırakmak istemiyorum, içim yanıyor benim. Her gece dua ediyorum Allah'a ki, beni affetsin diye."

 

"O zaman niye konuşuyorsun anne, sürekli neden başa sarıyorsun?"

 

"Çünkü sizi de düşünmek zorundayım, benim bu hayatta sizi düşünmekten başka derdim mi var?" Sesi karıncalı çıktı, ağlamasına ramak kalmıştı. Bir hata etmişti, geçen zamanda herkes üzerine geliyordu. Ne kadar telafi etmeye çalışsa da, kimseye yaranamıyordu. Çaba sarf ettiği Hande bile kendisine karşı hâlâ resmiydi, öyle kötülükler yapmıştı ki, kimsenin güvenini kazanamıyordu. Sesi çatallandı, gözlerinden iki damla yaş, kendinden bağımsız akarken ellerinin tersi ile gözlerini sildi. İçi acıdı Fatih'in, keşke ileri gitmeseydi ama şimdi onun yüzünden bu haldelerdi. "Ben sadece sizin için çabalıyorum, siz benim ailemsiniz, tutunduğum dalsınız, yine hayatta en çok sizin tarafınızdan üzülüyorum." Ağlamasının hızı cümlesine yansırken kendini durduramadı, gözyaşları içinde bahçeden eve doğru ilerledi. Şu haldeyken bile kendini acındırıyordu, ağlayarak dikkatleri üzerine çekmeye çalışıyordu. Oysa şimdi Hande'ye kavuşamama sebeplerindendi, ayrı kalmalarını, bir araya gelmemelerini istemiş, istediği de olmuştu.

 

"Görüyorsundur umarım." dedi yanındaki babasına kin içinde bakarken. "Senin o içeride ağlayarak trajedi yapan karın var ya, onun yatmaya yeri yok. Daha ileri de gidebilirdim ben, yumruktan çok daha fazlasını verebilirdim. Yapamadım, Hande onun elinde olduğu için ses çıkaramadım. Biz neden ilerleme kat edemiyoruz, neden durduğumuz yerde sayıyoruz, söyleyeyim mi sana? Senin mutsuzluktan beslenen karından ötürü. Şu halimize bak yaa, veremiyorum ağzının payını. Öldürmek istiyorum, parçalara ayırasım var ama ileri gidemiyorum."

 

"Yapamazsın!" Sesini yükselterek bağıran Mustafa Bey, sert şekilde kesimini kesti. "Öyle kolay değil her zaman her istediğini yapmak. Sevdiğin kadının güvenini tekrar kazanmak istiyorsan, sesini kesmeye mecbursun anladın mı? Sen sanki suçsuz musun, en büyük hata senin. Şimdi kızın gözünde aklanmak için sabırla beklemesini bileceksin. En başından seni ikaz ettik, sen ısrarla zor kullandın, keyfinden o adama sığınmadı, dışarıdan normal görünen birine kaptırdı kendini. Geç kalmadın, mücadele etme kararı aldın, ben de sana sabret diyorum, sonun selamete çıkacak. Ayrıca git annenden özür dile, kadın hatalarını telafi etmeye çalışıyor, sen kalkıp ağlatıyorsun, günah değil mi? Toprağa verdiğimiz canlar, tek senin yüreğine ateş düşürmedi, en çok annen bedel ödedi. Kardeşinle abinden sonra size sımsıkı sarıldı, gözünden sakınıyor sizi, senin ettiğine bak. Terbiyesizlik yapma, nankörlük de etme, biraz aklı başında davran."

 

Tüm kinini ve öfkesini kenara bırakırken elindeki telefonu camın kenarına yerleştirdi. Sadece başını salladı, ağır ama sert adımlarla içeri geçerken annesinin odasına ilerledi. Yatak odasının kapısında dururken biraz bekledi. Yavaşça kapıyı araladı, ışığı loş odanın içine girerken yatakta kendisine ardı dönük, tülbentiyle gözyaşlarını silen annesini görmek, içine eşsiz acının kırbacını sapladı. "Annelerin en güzeli, benim canım annem." Seslenerek içeri doğru girerken küçüklüğünü anımsadı. Daha dört yaşındayken istediğini yaptırmak için hep, 'Hadi canım annem.' derdi sevgi içinde daima. Sözlerinden mutlu olan annesi, 'Tamam canım yavrum.' der, ne istese yapardı. Yatağın kenarına otururken ağlayan annesini kollarına sararak saçlarını öptü defalarca kez. "Kıyamam ben senin gözyaşlarına, ben konuşuyorum öyle, canımın acısından ne dediğimi biliyor muyum hiç." Yüzündeki ıslaklığı elleriyle silerken daha sıkı sarıldı. "Ben sana kırılmadım ki oğlum, sen deliler gibi tutulmuşsun, ben senin kalbindeki yaraya üzülüyorum, ona ağlıyorum sadece. Seni kara sevdanın acısını çekmeye mecbur bıraktığım için üzülüyorum."

 

"Neylersin işte, insanız hepimiz, acıyla ekiliyor tohumumuz. Rahmetli için hastane köşelerinde beklerdim, şimdi Hande, en azından gözümün önünde. Sevip sevmediğimi inan olsun bilmiyorum ama bildiğim tek gerçek, gözümün önünde olmasını istememdir sadece. Sanki gözlerinde gün batımı var, kehribar gözlerinden akan şiir gibi yaraya daima merhem olmak istiyorum. Bunun adı sevmek mi bilmiyorum, daha adını koyamadım. Başlarda babasına verdiğim söz için korumam gerektiğini sanırdım ama öyle değil. İnsan, vefa uğruna canını tehlikeye atmak ister mi sence. Ben, Hande için gözümü bile kırpmadan canımı verebilirim."

 

"Deme öyle, Allah korusun. Ne kadar hatam varsa telafi edeceğim, kavuşacaksınız inşallah. Arada sinirleniyorum, dilim 'Keşke' lere kayıyor ama aldırma sen bana. Hepsinin üstesinden geleceğiz." Kendini toparlarken ağlamaları azaldı, sadece evladına değil, kendine ve vicdanına söz verdi. Şimdi Seher'in evindeki işinden çıktığına bile pişmandı, keşke Hande için katlansaydı, katlanmayı göze alsaydı. Şu saatten sonra giremezdi ki. "Güzel annem benim, seni çok seviyorum, sen de sakın bana aldırma." Birbirlerine sıkıca tekrardan sarılırlarken acının içinde umuda gülümsediler. Gözyaşlarının arasına tebessümü sıkıştırdılar. Hayat biraz da bu yüzden yaşanmaya değerdi. Acının içine sıkıştırdıkları bir miktar umudu, yaralarının arasında saklıyorlardı...

 

Sabahın erken saatlerinde gözlerini araladı genç adam, sabahçı olacaktı bugün, sabahçı sınıflarla sadece iki dersi vardı. Erkenden hazırlanırken üzerini giyindi, evdekilerin çoğu uyurken evden çıkarak bahçenin kapısını açtı. Merdivenleri inerek arabasına doğru yürürken elindeki anahtarla daha arabaya ulaşmadan kapılarını açtı. Yapılacak işleri çoktu bugün, iki tane dersini verdikten sonra öğrenci velisiyle görüşecekti. Toplantı yoktu ama öğrenciyle birlikte haber göndermişti ailesi, birebir konuşmak istediğini belirtmişti. Arabasına atlayarak okula giden Fatih, önce hızlı şekilde derslerini verdi. Zaten çok az olduğundan hızlı şekilde çözmüştü. Dersten çıkarken öğleden sonra Hande ile laboratuvarda çalışacağını anımsadığında belli belirsiz gülümsedi.

 

Yaptığı görüşme, tüm güzel düşüncelerini anında yok etti, öğrenci velisinin kim olduğunu öğrenmesi, genç adam için yıllar öncesine hatırlama sebebi oldu. Geçen Hande'nin kapısında, kıza askıntılık eden İhsan'la görüşen Fatih, kısa süreli konuşmanın ardından tartışmaya yönelen adam karşısında kendini durduramadı. "Oğluma neden zayıf puan verdin?" şeklinde söze giren İhsan, kurduğu ilk cümlede sinirlerine dokundu genç adamın. "Ben kimseye kafama göre puan dağıtmıyorum." derken aralarında meşakkatli bir tartışma başladı. Birbirlerine girmişlerdi, karşısındaki adamın, Aras'ın arkadaşı olduğu nasıl da belliydi. Sözden anlamayan, kaba saba, mağara adamının tekiydi. Yüzsüzlüğü de cabasıydı, parasıyla her istediğini başaracağını sanıyordu.

 

"Sen benim kim olduğumu bilmiyorsun Fatih Bey, sana oğlumu geçirmen için para bile teklif ettim ama sen şu Türk filmi erkekleri gibi fakir gururlu olanlardan çıktın. Kim olduğumu anlayamadın madem, ben açıklayayım. İhsan Atalay'ım ben, bu konuma gelene kadar, az çekmedim. Hapislerden çıktım da geldim böyle statülere. İster idrak edersin, ister etmezsin, benim çocuğuma düzgün eğitimci olacaksın. Yoksa elinde diplomanla, işsiz kalman çok yakındır."

 

Genç adam, duyduğu sözlerle kaskatı kesilirken olduğu yerde kalakaldı. Normalde sinirlenmesi, kine bulanması gerektiği yerde, üzerinde sadece şaşkınlık vardı. İhsan Atalay!... Söylediği isimde takılı kalırken nasıl tanıyamadığını sordu kendine. Hapiste yatmaktan söz ettiği ve soy adını duyduğu anda, anında durmuştu kendisi için zaman, başka hiçbir detayı idrak edemez olmuştu. Yüzüne dikkatlice baktı o anda, oysa bu yüzü nerede görse tanıması gerekirken, ilk gördüğünde tanımamakla birlikte, aklından bile geçirmemişti. Şimdi tanıyordu, yüzüne bakarken yıllar önce gördüğü yüz geliyordu aklına. Sadece birkaç sene yatıp çıkmış, bir de iş adamı olmuştu üstelik. Dünya, adaletsizliklerle doluydu ama Allah'ın adaletine daima inancı vardı, mutlaka bir gün tecelli edecekti.

 

Karşısındaki adam, kız kardeşinin katilinden başkası değildi. Yıllar önce kız kardeşine çarparak yol ortasında öylece bırakıp kaçmıştı. Olayın ardından kardeşi İnci, yıllarca felç kalmış, hiç konuşamamış, sesini bile çıkaramamıştı. İyileşmesini beklediği anda, kollarından uçup gitmişti kardeşi. Beklemediği vakitte, bedeni acıya dayanamamış, nefesi göklere karışmıştı. Karşısındaki şerefsiz ise kardeşi hasta yatarken sadece birkaç sene içeride kalmış, daha sonra serbest bırakılmıştı. Ailesi için çabalayan genç adam, hep katil olmaktan kaçmıştı yıllarca. Dünyanın adaletsizliğine inat, kendi adaletini sağlayarak karşısındaki adamı bulup canını almak istemişti ama hep ailesi için durdurmuştu kendini. Bunu yaparsa kızına iyi bir baba olamayacağını, anne ve babasını gözleri yaşlı bırakacağını biliyordu. Şimdi karşısına çıkarak kendini tanıtan adamın gözlerine bakarken kendiyle savaşıyordu, uzun sürede savaşacağını düşündü. Kızkardeşinin katili, tam karşısında öylece duruyordu.

 

Bölüm sonu...

 

Ben bu kurguda bazı detayları boşuna vermem, sonunda İhsan'ın kim olduğu ortaya çıktı. Bundan sonrası çok kolay olmayacak, Hande ve Fatih'i epeyce zor günler bekliyor. Kurgu tam istediğim gibi ilerlemekte, akış da aynı şekilde. Birini sevmeden önce güven, saygı gibi kavramlar önemli, ben bunların önden temelini atıyorum.

 

Nurcan'a gelince, sizce de dönüp dolaşıp özüne gelmiyor mu? Kötü olmaya çalışıyor ama bunu beceremiyor. Hande ile anne - kız ilişkisine doğru adım adım gidiyorlar. Ne zaman uzaklaşmaya çalışsa, vazgeçememekle birlikte daha çok çekiliyor. Türkü söylediği sahneyi nasıl buldunuz? Ben içime çekerek yazdım, umarım siz de öyle okumuşsunuzdur.

 

Yeliz'in, damadı ile arasında soğuk savaş başladı, bundan sonra kolay hal düzelemeyecekler. Hande'nin, hiç beklenmeyen bir karar vermesi an meselesi, zaten karar aşamasına yaklaştı bile, çok kalmadı. Biraz daha düşüncelerini çevresine açıp etrafındakilerden tavsiye alırsa kendini zaten bulacak.

 

Yorumlarda buluşalım...

Loading...
0%