Yeni Üyelik
39.
Bölüm

38. Bölüm: "Kalmaktan Söz Ederken Gitmek"

@mavi_melekler

Merhaba, beklediğinize değecek uzunlukta bölüm getirdim sizlere.

 

Bölüm Şarkımız:

Candan Erçetin - Meğer

 

Keyifli okumalar!

 

 

38. Bölüm: "Kalmaktan Söz Ederken Gitmek"

 

İnsan, yüreğinde binlerce hisle yıllarca yaşayabilirdi. Kimisi sevgi yeşertirdi içinde, uzaktan; incitmeden severek, daima sevdasını uzaktan yaşardı. Kimi de nefretin verdiği intikamla hayata meydan okurdu. Yıllarca kardeşinin yatalak bedenine bakarken intikam yemini etmişti, 'Bir gün o adamı öldüreceğim.' demişti ailesinin öğütlerinin aksine, hep tersini düşünmüştü. Elindeki umutlara tutunarak içindeki intikamdan kurtulmaya çalışmıştı. Şimdi düşünüyordu da, yıllar sonra karşısına çıkması, kaderin oyunlarından olabilirdi. Sanki hayat, canını alması için karşısına çıkarmıştı. Yeminini gerçekleştirmenin tam zamanı gelmişti aslında ama senelerce yaptığını yaparak, sabrını kullanacaktı. Zamanında Aras'a sinirlendiğinde, annesi Nurcan Hanım'ın dediklerini hatırladı Fatih. 'Evimizi bastılar, sen kendini bozmadın, yine duruşunu bozma oğlum, sadece Hande için sabret.' demişti annesi, onun dilinden dökülen sözlerle nefsini kontrol altına almıştı.

 

Daima kabullenmekten kaçınan Nurcan Hanım, tüm karamsar korkularını kenara bırakarak, kendisine Hande'nin varlığını hatırlatarak sakinleştirmek istemiş, başarılı da olmuştu. Zamanında da hep hasta olan rahmetli Yasemin'i hatırlatır, sabrına böyle tutturmasını isterdi. Sevdiği kadının soluğu göklere karıştığında, gerisinde emanet bırakmıştı kendisine, çocuğu vardı bundan sonra, kızı için çaba gösterecekti. Çocuğu olması annesi vardı, gözü yaşlı bırakamazdı annesini. Yıllarca babası ile beraber kurdukları düşleri, rahmetli ağabeyine verdiği, 'Evlatlarına sahip çıkacağım' sözünü çöpe atamazdı. İnsan, sevdiklerinden ve ömrünce kurduğu düşlerden ibaretti, umut ile yoğrulan bir varlıktı. Daima umutlarına tutunarak düzgün insan olmayı isterken kardeşine yattığı toprağın altında acı çektirmekten kaçındı. Şimdi kendine verdiği tüm sözleri tutarak, hayatın acımasızlığına inat, karşısına çıkan adama karşı hakkını, adaletle savunacaktı. Yıllar sonra karşısına çıkan adama kendini çekinmeden tanıtacaktı, zevk alarak, aynı zamanda göz dağı vererek.

 

"Demek hapisten çıktın." Kurduğu her kelimede bir cinayet vardı, ruhunu öldürecekti karşısındaki adamın, canını çok daha etkili şekilde acıtacaktı. Yeniden avukatla görüşerek, kardeşinin hakkını tekrardan arıyacaktı. Söylediği sözler karşısında İhsan, son derece siyah kaşlarını çatarak kendisinden bakışlarını kaçırdı. Sanki hapise girmesini tekrarlaması, karşısındaki adamın içine üzüntü ekmişti. "Sen beni tanımazsın ama ben seni tanıyorum İhsan, adını duyduğum an tanıdım, yüzünü görünce tanımadığım vakite lanet ediyorum şimdilerde." Kemiği olmayan dilinden ansızın dökülenlere karşılık, şaşkınlık aldı adamın yüzünü, sanki usulca, söylediklerini anlamaya başlıyordu. "Ben seni nasıl tanıyamadım bilmiyorum ama iyi ki tekrardan tanıştık. Seni karşıma hayat, boşuna çıkarmadı. Yerinde olsam şansımı çok zorlamazdım, tabii yerinde olmadığıma şükrediyorum, o ayrı mesele. Şimdi geç bir köşeye, hayatın adaletini izle. İnceden alacağım senden kardeşimin intikamını. Dua et de şeytana uyup canını almayayım. Benim amacım, seni hukuk yoluyla yok etmek. İçeriden çabuk çıktığına sevinme, az önce de dedim, hayat seni karşıma boşuna çıkarmadı, tekrardan o deliğe düşeceğin günler yakındır."

 

Karanlık perde aralandı, sahnede bolca intikam vardı, aydınlanmamıştı aslında perdenin arkası. Hapisten çıktığını söyleyerek aslında karşısındaki adama göz dağı vermek isteyen İhsan'ın, amacı asla acı çektirdiği birine sataşmak değildi. Nereden bilebilirdi karşısındaki adamın, ölümüne sebep olduğu kızın ağabeyi olduğunu. Ömrünce sadece o karanlık geceyi unutamadı İhsan, durumunun ağır olduğunu anladığında hastaneye götürmeden, kaza yerinde bırakarak kaçtı ama vicdanı, yılan misali daima soktu içini. "Kazaydı!..." Sesi titredi, tökezlerken yutkunarak kelimeleri toparlamaya çalıştı. "Kazaydı, kazaydı anladın mı, sadece kazaydı!..." Kelimeler birbirine dolanırken daima tekrarlandı dudaklarında. "Ben bilmiyordum, senin o adam olduğunu bilmiyordum, bilsem karşına çıkmaya utanırdım." Elini hızla kaldıran Fatih, karşısındaki adamın kelimelerini de öylece parçaladı.

 

"Utanmaktan en son bahset bana, vicdanı olmayanın utancı olmaz. Yanına kalmayacak yaptıkların, karşıma çıktın, belana kendin susadın. Yakanı bırakmayacağım, senin sonunu kendi ellerimle getireceğim. Bir daha sakın karşıma çıkma, bundan böyle senin karşına çıkan sadece ben olacağım. Kendini tanıtarak kaderini başlattın, tanıştığımıza memnun oldum İhsan Atalay. Ben de kendimi tanıtacak olursam, Fatih Arhan'ım, sen hatırlarsın beni. Zamanında kardeşimin yıllarca acı çekerek canını teslim etmesine sebep oldun. Elimde hastane raporu var, bana tüm olanları anlatan doktor da şahit. Sen kardeşime çarpıp kaçmasan, zamanında hastaneye yetişmiş olsa şimdi yaşıyordu. Bana gelip de vicdandan söz ederek, kendini öne sürmeye çalışma, senin vicdanın da az önce beni tanımadan tehdit etmeye çalıştığın kadar. Yolun açık olsun demek isterdim ama İhsan, senin tüm yollarını kasvete boğacağım, o yüzden boş vaatte bulunmayı sevmem."

 

Şimdi aralanan perdenin ardında iki rol vardı sadece. Birinde deli gibi çarpan intikam hissi, diğerinde vicdan azabına bulanmış korku... Fatih, yıllarca aradığı adamı bulmanın kini içinde boğulurken, İhsan ise sadece vicdan azabı çekiyordu. Çektiği azabın beraberinde korku, evlatlarını ve ailesini koruma içgüdüsü vardı üzerinde. Şeytanın oyunu, kaldığı yerden, daha hızlı şekilde devam ediyordu. Karşısındaki adam, son sözlerini söyleyerek önünden çekip giderken başlarda çok ürperdi. "Ben isteyerek yapmadım, kaçmak zorundaydım o an ama sadece kazaydı." derken yineledi kelimelerini. Sonra durdu ve düşündü, korkularını kenara bırakması gerekti, çözüm ve çare aramaya başlayacaktı. Kendini, karanlıklardan kurtulduğunda sahip olduğu ailesini koruyacaktı. Kurtulduğunu sandığı karanlık gece, aslında ömrünce hiç peşini bırakmamıştı ve şu saatten sonra da bırakacak gibi durmuyordu.

 

"Sen tekli oynamayacaksın, madem canın intikam istiyor, ben de seninle oynayacağım; intikam isteyen, sonuçlarına katlanır Fatih Bey, kendin başlattın." Oyun başlamıştı madem, ortak ilerleyecekti. İşlerin şu raddeye varacağını, aklının ucundan bile geçirmezdi. Yanından çekip giden adamın değerlilerini, nelere ilgi duyduğunu biliyordu. Aras'ın yakın arkadaşı olan İhsan, ondan öğrenmişti adamın uzaktan ilgi duyduğu kadını. Geçen günlerde akşam üzeri, Hande'yi korumaya çalışan Fatih'le, adamın kim olduğunu bilmeden çarpıştığını anımsadı. Daha ötelerini öğrenecekti. İlk önceliğinin Hande olduğunu biliyordu, şimdilik bu kadarı yeterdi ama devamını da mutlaka öğrenecekti. Canı intikam istiyorsa, sonuçlarını göze almış olmalıydı. Kendini kurtardığı karanlıklara düşmemek ve düzenini bozmamak için elinden gelenin çok daha fazlasını yapacaktı.

 

Sabahın erken saatlerinde gözlerini aralamış olan Nurcan Hanım'ın içinde, dün yaşananlar ağır kasveti devam ediyordu. Karşısına çıkarak Seher'le tekrar tartışmazsa, sinirinden içi içini yer bitirirdi. Kalkarak erkenden, tüm işlerini tamamladığında saat epey geç olmuştu. "Nereye anne?" Sorusunu soran kızına, ters şekilde baktı. "Sen kalacaksın, Seher'in canını okumaya gidiyorum, dün Hande için sustum ama o iştedir şu an. Sakın peşime takılma, birileri yanımdayken kavga etmeyi sevmiyorum. Sınavın var zaten senin, ona hazırlan, öğlene doğru çıkar okula gidersin." Üzerine ince, ferace tarzı montunu giyerek evden çıktı. Yol uzak değildi ama şimdi sinirli olduğundan ötürü kendisine uzak geliyordu. Yolu anında bitirmek, yarım kalan tartışmasını tamamlamak istiyordu. Üzerindeki sinirden kurtulamıyordu, zamanında aynı sofraya oturdukları, birbirlerine komşuluk ettikleri aileden şimdi iğreniyordu. Buna biraz da vicdanı, içindeki insafı sebepti aslında. Hande'nin yanında olmayı tercih ettiğinde, onlardan böylesi iğreneceğini bilemezdi. İnsanın doğruları tercih ettikçe, yanlışlardan iğrenesi gelirdi zaten.

 

Evin kapısının önüne geldiği an, kısa süreliğine bekledi. Sinirinden delirmesine ramak kalmıştı, kin dolu gözleri, Seher'i aradı. Bahçe kapısının önünde beklerken sakinleşmeyi bekledi, sinirini kontrol altına alması gerekti. İçeri kapı aralandığında, Seher'in çıkacağını sanan Nurcan Hanım, kapıdan çıkan Hande ile karşılaştığında gözlerini devirdi. İşte olduğunu umut ederek gelmişti ama değildi. Kolunda çantası, üzerini düzgünce giyinerek çıkan kızı incelediğinde evden çıkacağını anladı. "Sen nerden çıktın be?!" derken sinirle soludu. Kısık sesle söylendi, amacı asla kendini karşısındaki kıza duyurmak değildi. Ansızın, refleksle söylemmişti. Şimdi sırası değildi ki. Yanında tartışma çıksın istemiyordu ama böyle konuşması da doğru değildi. Sonuçta bu hikayede en günahsızıydı, onun için savaşıyordu sadece.

 

Başını kapıdan çeviren genç kadın, kendisini gördüğü anda kocaman gülümsedi. Yüzünde oluşan tebessüm, belli ki bulaşıcıydı. Kendi de gülümsemişti onu öyle gördüğünde. Hande, aksayarak koşmaya çalışırken karşısındaki Nurcan Hanım'a doğru ilerledi. "Yavaş." dedi gülümseyen kadın, düşmesinden endişe etti. Yanına yaklaştığı an, koşarak kendisine birden sarılması, tepkisiz kalmasına neden oldu. Böylesi sıcaklık beklemiyordu. Şimdi sadece kendisi değil, karşısındaki kız da kendisine bağlanıyordu. "Hoş geldiniz." derken sıkıca sarılan Hande'nin sevgi dolu tavrı karşısında kendini durduramayarak karşılık vererek sırtını sıvazladı. "İnci tanem benim." diyerek elini saçlarında gezdirdi. Zamanında kızına da böyle seslenirdi, hitabı refleksle dudaklarından dökülmüştü. Karşısındaki kadının kollarından ağırca sıyrılan Hande, tebessüm ederek çantasını araladı. "Dün akşam sizden gelmeden bana hazırladığınız ballı süt öyle güzeldi ki, çok güzel uyumuşum." Kurduğu cümle, daha çok tebessüm ettirdi karşısındaki kadına. "Afiyet olsun yavrum, gelince yine yaparım ben sana." Konuşan kadını dinleyen Hande, diğer taraftan karıştırdığı çantasından hazırladığı süslü çerçeveyi çıkardı.

 

"Ben bunu sizin için yaptım." Sabah erkenden kalkarken öğleci olmasına rağmen uyku tutmamıştı. Duşunu alarak hazırlanmış, kahvaltısını ettikten sonra da kalan vakitte, çizim kağıdı ve kalemini kullanarak çizime başlamıştı. Öğlene kadar bununla uğraşmış, kağıda çizdiği çiçeğin ardından özenerek çerçeve içine yerleşmişti resmi. "Aa, bu ne kadar güzel böyle." Büyük hayranlıkla incelerken kendisine verdiği çerçeveyi, yüzünde ılık tebessüm oluştu. "Siz bana çiçekler dalında kalmalı demiştiniz ya hani, ben de size dalında duran, hiç solmayacak bir çiçek çizmek istedim." Kendisine tekrardan sıkıca sarılırken, "Teşekkür ederim bir tanem." dedi, kısa süreli sarılmanın ardından sıyırdı Hande'yi kollarından. Elindeki resme bakarken çizimin hemen altında, kanal amblemi misali duran ikinci mini çizime baktı. "Bu ne?" Eli ile çerçevenin aşağısını işaret etti.

 

"Ben bir karar aldım, bundan sonra çizimlerimi, kendime ait mahlasla çizeceğim." Yeni varmıştı aslında karara, her çizimin altına imza misali mahlasını atacaktı. Belirlediği mahlas ise 'Çalıkuşu' olmuş, hemen altına ufak çalıkuşu figürü bırakmıştı. "Neden 'Çalıkuşu' seçiminde bulundun canım, özel sebebi var mı?" Nedenini tahmin ediyordu aslında ama sormak istemişti. "Hiç." dedi bakışlarını kaçıran Hande. "Öylesine aklıma geldi, seçtim işte." Utangaç tavırlarından çözmüştü anında, Fatih'in taktığı lakabı kullanıyordu ve kendisine itiraf etmekten doğal olarak çekiniyordu. Kapının önüne yaklaşan araba, ikisinin sohbetinin bölünmesine neden oldu. "Ben izninizle çıkayım artık, çağırdığım taksi geldi." dedi öne doğru kenardan geçen Hande. "Siz, benim için mi gelmiştiniz?" Sorusunu nasıl yanıtlayacağını bilemedi, açıkça 'Ailenle tartışmaya geldim.' denmezdi ki şimdi. "Senin için geldim ama Seher'de kalan tabağımı alacağım, hadi sen işine git, geç kalma." Eliyle gelen arabaya bindirirken aracın uzaklaşmasını bekledi. Çok sürmeden çıktığı eve geri girerken Seher'in bahçeye çıktığını gördü.

 

"Yine geldin, şovunu yaptın, şimdi bir şov da bana yaparsın, basar gidersin." Yanına gelen Seher'e, konuşmalarına karşılık önce kinle baktı, sonra kelimeleri dilinde topladı. "Benim şova ihtiyacım yok, ben anneyim, sadece evlatlarıma değil, kimsesiz olan herkese sahip çıkarım." Yanına tamamen yaklaşırken sinirle güldü. "Anneyim, anneyim, anneyim; ne söylemdin be kadın, ben de anayım ama devamlı öne sürmüyorum." Şimdi gülme sırası Nurcan Hanım'a gelmişti, konuşmaları sahiden komikti. İçler acısı ve gülünesi sözlerine karşılık yüzüne tükürmemek için kendini zor tuttu. "Terbiye edemediğin oğlun kadar senin analığın, gördüm ben o analığı." Yüzüne doğru tısladı kelimelerini, dişlerine birbirine bastırıp sıkarak konuştu. "Sen önce kendi oğluna bak, ahlaksız kadın; oğlun da sana benziyor. Evli kadının peşinden koşan senin oğlun, terbiye yoksunları. Aras, az bile etmiş size, hepiniz ailece çöpsünüz."

 

"Bana bak!" Yakasına yapışarak gırtlağını sıktığı kadını hızla duvara sıkıştıran Nurcan Hanım, yine dişlerini sıkarak konuşmaya başladı. "Bir daha benim aileme dil uzatmadan önce kendi yerini bileceksin. Gördüğümde o kızın saçının teli incinmiş olsun, ben seni o zaman ne yapacağım biliyor musun, bu evi senin başına yıkacağım. Şimdilik kısa süreli zaferinin tadını çıkar. Hande, akıllı kızdır, annesinin baskısı altında ama kurtaracak kendini. Oğlunun kıçına tekmeyi atacak sonunda, ben sabırla, senin yüzündeki ifade için o günü bekliyor olacağım." Yaptığının çok ileri dereceli olduğunu kavrarken ellerini azıcık gevşetti. "Bırak!" dedi kendini kurtarmaya çalışan Seher. "Ruh hastası, manyak kadın!" Ellerini tamamen çekerken derince nefesler alıp vermeye başladı karşısındaki kadın. "Bu korku sana yeter de artar bile, daha seni ailem hakkında konuşurken görmeyeceğim." Kendini anında geri çeken kadın, soluğunu öksürerek tamamen düzene alırken sinirle soludu. "Allah senin bin belanı versin!" Yüzüne kin içinde tısladı, sesini yükseltmekten kendini alamadı.

 

"Asıl Allah senin belanı versin, mahvettiniz, el birliğiyle o kızın hayatını bitirdiniz ama izin vermeyeceğim. Bekle, bu evi senin başına yıkacağım günler yakındır." Sinirle, hızlı adımlarla koşarak evden çıkarken içinde çok ağır pişmanlıklar vardı Nurcan Hanım'ın. Zamanında kızı, Neslihan'ın eline atarken olayların böyle raddeye varacağını aklının ucundan bile geçiremezdi. Şimdi sonunda ne olursa olsun, kendi eliyle vermişti, kendi eliyle de çekip alacaktı. İşlediği günahı, tüm parçalarıyla, hiçbir izini bırakmadan temizleyecekti. Canını acıtmak istiyordu şu insanların, sürekli işlediği günahın acısını onlardan çıkarmak istiyordu.

 

Sadece olaylar, kadınların arasında değil, nerede ise tüm aile arasında çoğalmaya başlamıştı. Cuma namazından sonra camiden aynı anda çıkarak kapı önünde karşılaşan Fahri Bey'le Mustafa Bey, anında kavgaya tutulmuşlardı. İki aile arasında da işler zor bir raddeye gelmeye başlamıştı. "Sen benim oğlumun adamlığına dil uzatacağına, kendi adamlığınla ilgilen Fahri, karınla çocuklarının kuklası olmuşsun!" Ağır konuşacaktı, ilk konuşmasını da başlatmıştı. Çoktan hak etmişti aslında, kendileri fazlasıyla sakin karşılamışlar, bu insanlar tepelerine çıkmışlardı. "Terbiyeni takın, konuşmalarına dikkat edeceksin!" Söylediği kelimeler aslında birebir doğruydu, fazlasıyla gücüne gitmişti Fahri Bey'in. "Oğlum kapınıza geldi, utanmadan el kaldırdınız; idare etmeniz gerektiği yerde, çocuk gibi davrandınız. Yetmedi kapımıza geldiniz, senin oğlun benim evladımı yumrukladı." Daha çok sinirlenen Mustafa Bey, karşısındaki adamın yüzsüzlüğüne göz devirmeden edemedi.

 

"Kimse senin sorunlu evladını idare etmek zorunda değil. Benim oğlum okumuş, eğitimli adam, sizin varoşluğunuzu çekemez."

 

"O zaman eğitimli gibi davransın, evli barklı gelinimden uzak dursun."

 

"Daha dur Fahri, bunlar iyi günleriniz, çünkü siz o kıza kol kanat germediğiniz sürece, daima biz sahip çıkacağız. Kendi sonunuzu kendi elinizle hazırlamaya devam edin." Mustafa Bey, son kurduğu cümlenin ardından yolunu değiştirirken ikisi de şimdilik tartışmayı sonlandırmıştılar. Yollarını ayırmıştılar ama belli ki şimdilik tartışmaları sonlandırmışlardı. Devamının mutlaka geleceğini düşündü Mustafa Bey. Zamanında aynı masaya oturarak yemek yedikleri aile ile iki düşman gruba dönüşmüşlerdi. Tartışmaları kısa sürdü, insanların bakışları altında daha çok tartışamadılar. Yanlarına gelen, kendilerini ayırmak isteyen insanlar karşısında çok durmak istemediler, toplumdan rahatsız oldular. Camiden çıktıktan kısa süre sonra evine ulaştı. Bahçe kapısından içeri girerken eşinin yer sofrasında oturduğunu gördü. Başta ne yaptığını anlamadı ama yaklaşınca, dolma sardığını gördü.

 

"Hoş geldin." Önündeki lahanaları ince şekilde sararak bırakırken eşini tebessümle karşıladı Nurcan Hanım. Yere tahta koymuş, önüne oturarak özenle sarmaktaydı. Başına tülbentini ardından bağlayarak saçlarını gözü önünden almış, elini hızlandırmaya çalışmıştı. "Hande için hazırlıyorum, geçen çok sevdi, neredeyse iki tabak bitirdi. Yapıp okula götüreceğim, orada yer." derken elindeki bir lahanayı daha sararak tencerenin içine bıraktı. "Fahri'yle cami önünde birbirimize girdik, senden ricam, okul dışında görüşmeyin." Kaşlarını çatarak başını kaldırırken yüz hatları gerildi. "Yeni cuma namazını kılmıştık, Allah'tan utandım, daha ileri gidemedim ama yine ağzıma geleni saydırdım. Daha Allah'tan korkmasam, neler yapardım ben ona, rezil adam. Mümkünse kız bir daha bizim eve gelmesin, ben milletin lafını çekemem." Yüzünü sinirle buruşturdu. Daha sabah Seher'le olan tartışmaları aklına gelirken karşısındaki eşine sinirlendi.

 

"Yok öyle bir dünya, her zaman da alacağım, sürekli şu kapıdan girecek. Dik duracaksın anladın mı, dimdik duracağız. Bir zulmü engelleyemiyorsak, böyle yöntemlerle ilerlemesine engel olacağız. Ben de sabah Seher'in kapısına gittim, evini bastım, ağzıma geleni söyledim. Kimin ne dediği umrumda değil, aklımla vicdanım arasında çok kalmıştım ama vicdanım savaşı kazandı. Allah, insana acıyı boşuna vermezmiş, benden evladımı alırken kaderimi böyle belirledi demek ki. Karara çoktan vardım, annesi olacağım, beni sevmesi için ne gerekirse yapacağım. Ne kadar güçlü olduğunu benden öğrenecek, daima destek çıkacağım, yanında olacağım. Kendi karanlığında kaybolmasına izin vermeyeceğim. Benim kaderim İnci zaten çıkmıştı, o yüzden Allah'a bir kere olsun isyan etmedim, haddim değildi. Bir evladımı elimle toprağa vermek vardı alın yazımda, şimdi onu kurtaracağım. Göz görerek, haberlere çıkan kadınlar gibi manşet olmasına asla izin vermeyeceğim."

 

"Ben sana destek çıkma demedim zaten, sadece eve gelmesi, insanların bakış açısından ötürü tehlikeli." Niyeti kötü değildi, mutlaka sahip çıkmaları gerekti tabii ama tartışmalardan rahatsız olmaya başlamıştı. Söylediklerinden ötürü eşine hak vermeden edemedi, sonuna kadar doğruydu. Susarlarsa, kızı kendi kaderine terk etmiş olacaklardı. "Değil, kime neymiş. Bizim kimseye verilecek hesabımız yok. Sen bana bırak, hepsinin üstesinden geleceğim." Sadece başını salladı karşısındaki adam, ağır şekilde içeriye doğru ilerlerken kadın da hızlıca sarmaları sarmaya devam etti. Yaptıktan sonra birazını evine bırakıp diğerlerini saklama kabına doldurarak hemen okula gidecekti. Sarmaları sararken aklı biraz durgundu aslında. Hande'nin kendisine verdiği çerçeveyi anımsıyordu devamlı, üzerindeki mahlası hatırlıyordu. Eve gelene kadar bakarak incelemişti. Fatih'in ona kullandığı 'Çalıkuşu' ismini amblem olarak seçerek çizmişti. Akıl alır gibi değildi, günden güne çekiliyorlardı birbirlerine.

 

Güne güzel başlamıştı Hande, okulda derslerini rahatlıkla verirken içinde başka umutlarla çelişiyordu. Yeni kararlar aşamasındaydı, hayatı kendi için yaşamayalı çok zaman geçtiğini düşünürken kendi için yaşamaya karar verdi. Kendisine ömrünce hep zararı dokunmuş Neslihan Hanım'ı düşünmekten vazgeçerek, kendisini seven bunca insana haksızlık etmeyi bırakacaktı. Derslerini, aklını kurcalayan tüm düşüncelerle vererek sınıflardan çıkarak öğretmenler odasına ilerledi. Boş bulduğu koltuğa otururken düşünceler, aklında dönmeye devam etti. Gençti, yaşı çok gençti, neden sorunlu bir adamı çekecekti ki. Düşüncelerini henüz kimselere açmamıştı, ilk olarak Efsun'la paylaşacaktı. Son zamanlarda o da kocasından iğrenirken hep, "Çok aradın mı bu adamı?" demişti bir keresinde. Günü gelmişti, sabrı tamamen tükenmişti. Bundan böyle hayatında Aras'ı istemiyordu.

 

Eli yanağında, yarı uyuklarken masanın üzerinde, aklı kendince dalgındı. Olanları düşünüyordu, son zamanlarda yaşananları aklından geçiriyordu. Geçen zamanda kendisine hep destek çıkan Nurcan Hanım, "Sen çok güçlüsün." demişti anne şefkatiyle saçlarını okşarken. "Ailesinin yetiştiremediği, sorunlu, şımarık bir adamı çekemeyecek kadar da olgunsun. Geceleri kocanla aynı yastığa baş koyarken bunları iyice düşün, olur mu kızım?" demişti kendisine. O zamana kadar kendine hiç güveni olmamıştı Hande'nin, şimdilerde kendi başına girdiği karanlıktan, kendi çıkmak istiyordu. İnsan aşkından ölse, yediği onca dayaktan sonra gurur yapardı, kendisi de olanları gururuna yediremiyordu. Şu saatten sonra ağzıyla kuş tutsa, hiçbir şekilde yaranamazdı kendisine. Şiddete varana dek, daha çok etken vardı. Çalışmıyordu, alkol alıyordu, neyine yetmezdi ki tüm bunlar. Gururu inciniyordu onunla aynı yastığa baş koyarken, itibarsız ve kendine saygısı olmayan bir insan olarak hissediyordu kendisini.

 

Zaman ilerlerken öğretmenler odasında düşüncelerle boğuştu devamlı. Şimdi öğretmen bir kadın olarak insanlara adaleti öğretiyordu, kendine de adil olması gerekirdi. Yeliz Anne'sine adil olması gerekti, kendisine 'Hande Öğretmen' olabilme hakkını veren kadına, kocasından ayrılarak borcunu ödeyecekti. Bir annesi istediği için evlenirken şimdi diğeri için mi boşanacaktı? Hayır, kendi için son verecekti, madem 'Hande Öğretmen' olmuştu, kendi bitirecekti. Yeliz Anne'si sadece maddi ve manevi imkanlar tanımıştı. Önce masrafını karşılamış, ardından 'Benim kızım yapar' diyerek güven vermişti. Hande istemese, okumazdı, buralara gelmezdi. Kendisi başarmıştı, evliliğini kendisi için bitirecekti. Başarısına layık olacaktı.

 

Danışacaktı tüm çevresine, öncelikle psikoloğu ile görüşme sağlayacaktı. Yakın tanıdıklarından sonra sadece Efsun'a anlatacak, onunla paylaşacaktı aklındakileri. Yeliz Anne'sini şimdilik umutlandırmak istemedi ama yaşı büyük birinden mutlaka tavsiyeler alması gerekti. Düşünceleri arasında parlayan isim, rahatlattı genç kadını. Son zamanlarda çok güvendiği biri vardı, kendisine her koşulda destek çıkıyordu. Ayrılma kararını öncelikle Nurcan Hanım'la paylaşacaktı. Kendisine aslında Efsun'dan daha güzel arkadaş misali davranırdı. Sıcaklığında Anadolu kokusu vardı, sanki her tarafı, buram buram Anadolu kokuyordu. Ana sıcaklığı vardı saçlarını okşayan parmaklarında ama bir tarafı da arkadaşçaydı. Yeliz Hanım'ın yaklaşımı da arkadaşça olurdu ama o sağlam değildi. Hastaydı ve zamanında ölümlerden dönmüştü. Doğru mu, yoksa yanlış mı olduğunu bilmediği kararı, şimdi aniden ona açamazdı. Yapmazsa, çok isteyen Yeliz Hanım'ı boşa umutlandırmak istemezdi. Nurcan Hanım öyle değildi, zorlamadığı gibi daima, kendisinin düşüncelerini önemsiyor ve saygı duyuyordu.

 

"Güneşli Tepe filmini izledin mi Hande?" Karşısındaki Yeşim'in sorusunu algıladıktan kısa süre sonra kendine geldi. Çok sevdiği filmlerdendi, Coğrafya Öğretmeni Yeşim'le paylaşmıştı. Genelde cumartesi akşamları izler, pazar sabahına gözlerini açtığında anında çizgi film izleyerek kombini tamamlardı. "Yok." dedi sakince, dün akşam bir aile faciası yaşamıştı, sabah çizgi film izleyecek imkanı kalmamıştı. Bugün pazar olmasına rağmen özel derslerine vermek, okul projesine yardım etmek için gelmişti. O evde bırak pazar sabahı çizgi film izlemeyi, tez zamanda okula yetişebilmek için uğraş göstermişti. Seher Hanım'la kavga etmeden gelebildiğine sevinmişti. Yaşananların ardından kolunu kaldıracak mecal bulamamıştı kendinde. "Daha değil, herhalde önümüzdeki cumartesi akşamı izlerim, akımı bozmak istemem." dedi sakince. Kimi zaman olumlu yönde değişimlere açık olurken kiminde ise rutinleri bozmayı kesinlikle kabul edemezdi.

 

"Bozma tabii, senin geleneklerin benim çok hoşuma gidiyor." Yüzünde tebessümle kendisine bakan Yeşim'e kendi de zoraki gülümsedi. Bakışları, köşedeki klasörleri indirerek dosya arayan Fatih'e uzanırken gerginliğini çözemedi. Üzerinde sinir vardı ama neyin siniri olduğunu çözemedi. İndirirken kapağını araladığı klasör, elinden hızla yere düşerken yüz hatlarındaki gerginlik daha çok arttı. Durup dururken neye sinirlenmişti? Düşündü de, durup dururken değildi belki de, mutlaka vardı nedeni, kimseye anlatamadığı sıkıntılara sahip olabilirdi. "İyi misiniz Fatih Hocam, bir sıkıntı yok ya." dedi en köşede oturan Tarih Hoca'sı Mert Bey. Yere düşen klasörü çoktan kaldırmıştı, hızlıca içindeki dosyayı arıyordu. Sadece eylemlerine bakıyordu, gözlerine bakacak cesarete sahip değildi. Böyle gergin adamın gözlerine bakmaya korkması, belki de geçmişte yaptıklarındandı, neden hep buna farklı isimler vermeye çalışırdı ki.

 

"Beni de alıştırdın o filme, başroldeki adam öyle güzel seviyor ki, ağzım kulaklarımda izliyorum." Yerinde doğrularak ardına yaslanırken "Öyle tabii." dedi Hande. "Başrol olmayı hak eder kimi adamlar, çok güzel severler." Karşısındaki Fatih, yana doğru döndüğünde tam göz göze geldiler. Siyahla kehribar, birbirine öyle karıştı ki, içinde sanki kaburgaların kırıldığını hissetti genç kadın. Nedense o an, içinden hayatı karşı atamadığı kinden ötürü, karşısındaki adamın içine kılıçla dokunmak istedi. "Herkes bir değil tabii." dedi ağırca başını sallarken. Hande, öyle kolayca geçmişini silip atabilenlerden değildi, kolay günler geçirmemişti. Karşısındaki adama her baktığında biraz da korkuyordu, ondan ötürü gizemli geliyordu kendisine. Elinde değildi, kıskıvrak tutsak edildiği günlerin hıncını çıkarmak istiyordu.

 

Yürümeye çalışırken pencere kenarına doğru ilerleyen genç kadın, kurtulmak için çare arıyordu. Günler geçmişti kendisini bu bataklığa Yeliz Hanım'ın sürüklediğini öğreneli ama daha kabullenemiyor, bir çıkış arıyordu. "Anne." Elini cama vururken kapı üzerinde kilitli olduğundan ötürü camlarda çare arıyordu şimdilerde. "Kurtar beni anne, ne olur bul beni!..." Şimdilerde sadece kurtulmak istiyordu, Neslihan Anne'sinin yanına dönmeye bile razıydı, sadece çıkmak istiyordu. "Yardım edin, kimse yok mu, imdat!..." Kelimeler yenildi, çünkü kimse sesini duyamadı. Sürekli elini geçirdi camın üzerine, soluğu kesilene dek bağırmaya çalıştı. Çok sürmedi, kilitli kapının ardında ufak sesler duyarken kilidin zorlandığını anladı. İçini, çaresiz kaldığı vakitte korku sarmaladı, çaresizdi ve buna mukabil daha çok korkuyordu.

 

"Ne bağrınıyorsun, ben sana 'Çıtın çıkmayacak' demedim mi?" Sesini yükseltirken hızla kapıyı aralayan adam tersçe baktı kendisine. "Ne olur bırak beni, bırak da anneme gideyim." Yanına doğru giderek korku içinde ellerini adamın omuzlarına geçirdi. "Kes bağırmayı, bir yere gidemeyeceğini biliyorsun, sessizce oturacaksın." Başını hızla iki tarafa sallarken çıkmaya çalıştı ama önünde duran adam, hızla geri ittirdi kendisine. "Yaa bırak beni, anneme gideceğim ben!" dediğinde sinirle soluğunu dışarı üfledi genç adam. "Anlaşıldı." dedi ardlarındaki kapıyı örterken. "Seni kafeslemediğim sürece senin sesin kesilmeyecek." Böyle bırakırsa kendisine zarar vereceğini düşünen genç adam, kollarından tutarak ilerletti kadını, köşedeki sandalyeyi çekerek önlerine getirdi.

 

"Yapma!" Sesi yüksek, hiddet dolu çıkarken kurtulmaya çalıştı ama başaramadı, bedeni acıdan cılızlaşmıştı. Omuzlarından tutarak önündeki sandalyeye oturtan genç adam, köşedeki halat yığınını eline aldı. "Rahat dursan seni böyle bağlamak zorunda kalmayacaktım." İpleri hızlı şekilde bedenine dolarken vicdanına defalarca kez tokat atmak istedi. Etrafları insan doluydu, bunu yapmazsa hem insanlar kapısına gelebilirdi, hem de ortalığı dağıtırken kadın kendine zarar verebilirdi. "Bırak beni, anneme gideceğim ben!" Sıkıca düğümlediği iplerle sandalyeye sabitledikten hemen sonra çekmeceye yöneldi. Kapağını araladığı çekmeceden aldığı koli bandını hızlıca çözerken bir an önce ağzını kapatması gerektiğini düşündü. Kopardığı büyükçe bantla tekrar kadına ilerledi. "Yapma bırak..." Yarıda hızla keserek sözlerini, ağzına bantı tamamen sabitledi. Sesinin tamamen boğuklaşması için bir kat daha bant yapıştırarak etkisiz hale getirmeyi başardı.

 

"Dinlen biraz, seni serbest bıraktığımda boş yere yoruyorsun kendini." Gözlerine, siyah gözler vicdan azabı içinde bakarken çırpınmayı bırakan kadın, kısa süre bakışlarını zoraki inceledi. "Sağlığın için böylesi daha iyi olacak." Yanından çekilerek giden adam, kapıyı üzerinde kilitlemeyi ihmal etmedi. Çırpındı, ağzındaki kalın bant parçasına rağmen çığlık atmaya çalıştı ama nafile, şu durumda kimseye sesini duyuramazdı. Çok iyi biliyordu kendini duyuramayacağını ama yine çırpınıyordu, bacaklarını yere korku, acı içinde vururken kendini öne doğru eğerek iplerden kurtulmaya çalışıyordu. Yüzüne saçları yapışıyor, her tarafını kapatıyordu çırpınırken ama kurtulması için yeterli değildi çırpınışları. İnsan ancak böyle çaresiz kalabilirdi, hastalığı, gücünü daha çok alıyordu elinden. Sanki kendisinin çaresizliğinden rahatlıkla yararlanarak daha kolay etkisiz hale getirebiliyorlardı genç kadını.

 

Geçmişi düşünmekten kendini bırakarak travmalarına kısa süreliğine son verdi. Nedense bir türlü tam olarak unutamıyordu. "Kimi insanlar sevmeyi başararak hakkını verirler Yeşim'ciğim." derken konuştuğu Yeşim'di, muhattaba aldığı ise Fatih'ten başkası değildi. Siyah gözlerine bakarken sanki içindeki yanardağ alev alıyordu. "Bazı adamlar da kadını çaresiz bırakıp bundan zevk alıyor." Hande, tam karşısında, yakınındaki Fatih'e paslanmış bir okun ucunu batırırcasına ağır konuşurken kendini bundan alamadı. Herkes afalladı kadının tavrına karşılık, etraftaki kimse, aralarında ne geçtiğini bilmiyordu. Kime neden böyle konuştuğunu, Fatih'ten başka kimse anlayamadı. "Senin aile olarak kabullendiğin şahıs olmasın o sözünü ettiğin!" Zaten gergin olan genç adam, daha İhsan'la olanları anlatamamışken karşısındaki kadının imaları karşısında iyice sinirlendi. "Tabii, senden masumu yok zaten." Çekmedi kelimelerini, madem konuşmaya başlamıştı, devamı gelecekti. "Ailemin, yani eşimin davranışları, senin günahlarını örtbas etmeye yetmez." Konuşmaları ağırdı ama cümle de ağzından hızlıca döküldü. İçinde hayata karşı atamadığı kin, karşısındaki adama patlamasına neden oldu.

 

"Ya sabır!" Sinirle klasörden dosyaları alan genç adam, daha çok beklemeden, elinde dosyalarla öğretmenler odasından çıkarak kapıyı ardından sertçe kavradı. Yaptığının doğru olmadığını, kısa dakikalar içerisinde anlayan Hande'nin aklında yine geçmiş vardı. Resmen geçen zamanın içinde olanlara önce sinirleniyor, sonra güzel olayları hatırladıkça tekrar pişman oluyordu. Yerinden doğrularak köşedeki çantasını alan genç kadın, aksayarak kapıya ilerledi. Ağırca araladığı kapıdan çıkarken ardındaki fısıltıları hissetti. Gittikçe ikisi adına dedikodular çoğalıyor ve bunun önüne geçemediği gibi saçma davranışlarıyla daha ileri gitmelerine neden oluyordu. Yürürken koridorda, tekrardan geçmişin karanlık sayfaları vardı üzerinde. Neye göre karanlık, kime göre karanlık. Aslında en aydınlık günleri olduğunu anımsarken tekrardan geçmiş canlamdı gözlerinde.

 

Kapı pervazına ilerlerken gözlerine bakmaktan ürperdiği genç adamın, karşısındaki annesiyle konuşmalarına şahit oluyordu. "Niye demedin bana evde bir halt kalmadığını, gelirken nakit avansla alışveriş yapardım." Böyle yoksul olduklarını bilmiyordu, karşısında hep güçlü durmaya çalışan adam gördüğünden olabilirdi aslında. "Sen düşünme orasını, ay sonuna şurada iki gün kalmış zaten, hem ben Yasemin'i doyurdum, biz de doyurduk karnımızı." Sinirli, göz deviren bakışlar atarken sanki ne tepki göstereceğini çözemeyen hal vardı üzerinde. "Hande yedi mi yemek, verdin mi ilaçlarını?" Kendisini düşünmüştü, yorgun bedenini mukabil güçlükle kaldırdığı elini kalbine koydu. Yüreğine, 'Yalnız değilsin' demek istedi. Aslında emanet olduğu için düşünüyordu kendisini ama olsun, böyle ince düşünmesi yine hoşuna gidiyordu.

 

"Yok, daha değil. Geç kalktı, sabah kahvaltısını verdim zaten, birazdan hazırlarım, bulurum bir şeyler. Sen aç mısın annem, dolapta çorba var, bir tabak rahat çıkar, ısıtayım hemen." Şiddetle başını iki tarafa sallarken "Hayır!" dedi karşısındaki annesine. "Çalıştığım okulun yemekhanesinde atıştırdım ben, Hande için ısıt, güzelce doyursun karnını, sonra da hemen ilaçlarını ver. Ben önemli değilim şimdi, zaten hasta, aç kalmaması gerek." derken mutfak kapısından çıkarak odaya doğru ilerledi. Tam o sırada kadın da refleksle odaya girmişti. "Hande." dedi kendisine doğru dikkatle bakarken. "Sen niye kalktın, dinlenmen gerek?" Yanına yaklaşan adamın kollarına dokunarak destek almak istedi. "Ben, bilmiyorum..." Gözlerine bakarken daima mühürlenirdi dili.

 

"Yürüteçin nerede senin?" Durmakta zorlandığını görürken sorduğu sorunun beraberinde etrafa bakınan genç adam, hiçbir aparat göremedi. "Gel buraya." Kendine tamamen çektiği bedenini kavrayarak kucağına alırken başta kendisini odaya bırakacağını sandı ama tam aksine, oturma salonundan çıkararak mutfağa ilerledi. Bacağıyla çektiği sandalyeyi öne getirerek üzerine bedenini bıraktı. "Sen otur dinlen, annem şimdi yemek koyacak sana, sonra hemen ilaçlarını içiyorsun." Karşısındaki annesine bakarken kadın çoktan çorbayı ocağa koymuştu. "İyi görünmüyor, ilaçlarını ihmal ettirme." dedi annesine doğru ilerlerken. Kendinden çok düşünüyordu kadını ve bunu gören genç kadın, yanında nedensizce kendini güvende hissediyordu. Korkarken aynı zamanda güven de buluyordu kimi zaman.

 

'Yemeyip yedirdi, içmeyip içirdi.' Tanımı böyle olsa gerekti, daha ötesini bilmezdi. Kendisi açken kadının karnını doyururdu, ilacına varana dek tüm masraflarını karşılardı. Şimdi kalmış atarlanıyordu, oysa insan neleri sinesine çekmezdi ki. Kötü başlamışlar, kötü şartlarda tanışmışlardı ama aslında öyle davranmasının nedenleri çoğunlukla zarar görmesini istememesi olurdu. Elini kolunu bağladığı gibi kendisine bakması da vardı. Kötülüğe kanarak iyiliği unutmanın adı nankörlüktü, nankör olmak istemiyordu. Yanına sarsılarak ilerlerken öğrenciyle ilgilenen genç adamı kısa mesafede izledi. Zilin çalması sonucu öğrenci giderken adam da usulca toparlanıyordu. Öğretmenler zili çalmadan yanına gitmesi gerekti. Bugün pazardı aslında, ders değil, genellikle etüt vardı ama buna rağmen acele etti. Çeker giderse daha konuşmaya cesareti kalmayabilirdi. Dersi yoktu anlaşılan, zaten bugün onunla laboratuvarda çalışacaklardı.

 

"Fatih." Yanına tamamen ilerlerken oturduğu masadan doğrulan genç adamın yüz hatları hâlâ gergindi, sanki bakışlarıyla kendisiyle uğraşamayacağını belirtiyordu kadına. Ya da kendi öyle anlıyordu, belki de öyle düşünceye sahip değildi. Zaten bugün neden böyle sinirli olduğunu çözememişti. "Sen benim için çok çabaladın, hâlâ da çabalıyorsun. Dengin olmayan ucuz insanları karşına aldın, kapını bastılar, ahlakına dil uzattılar, hepsini benim için çektin. Hataların tabii ki oldu ama sen hatalarının hepsini bunlara katlanarak düzelttin. Ben son zamanlarda bunları görecek durumda değilim, çünkü çok öfkeliyim. Sana değil öfkem, içimdeki hırçınlık aslında, tamamen hayata karşı. Kendi ellerimle bu hayatı seçtim, sana ve anneme bedel ödetmeyi isterken ben, aslında en ağır bedeli kendim ödedim. Ne olur dediklerimin üzerine durma, amacım canını acıtmak değil. Zaten istesem de yapamam, senin vicdanın rahat olmalı, canının acıyacağı bir durum yok." Yaptığı uzun konuşma, karşısındaki adama kısa süreli şaşkınlığa uğrattı. Böylesini beklemiyordu, zaten tahmin etmişti kininin hayata karşı olduğunu ama karşısındaki kadının çabuk kavradığını düşündü.

 

"Kalbini biliyorum ben senin, takılma bunlara." Kurduğu cümle karşısında kendini durduramadı Hande, kolları kendinden bağımsız aralandı. Sanki karşısındaki adamın gözlerinde sonsuzluk görüyordu, o sonsuzluğun gizemine ulaşmak için kollarında can bulması gerekti. Yavaşça sarılırken başını omzuna yerleştirdi. Kokusu yüreğine bahşediyordu siyah gözlerdeki sonsuzluğu. Öylece kaldılar, adam tepki vermek istemedi başlarda. Yaptığının doğru olmayacağını düşünerek elini usulca dokundurdu sırtına, usulca sıvazladı. "Benim biraz işim var, dersim bittiğinden dolayı çıkacağım, bugün proje için çalışamayacağız." Ayırmak istedi kendinden, kollarında tuttukça daha çok çekiliyordu kadının kokusuna. Usulca, istemeyerek sıyrılırken kollarından sadece başını salladı. Sarhoşa dönmüştü kokusundan, anlam verememişti olanlara. Bir daha gözlerine sanki ömür boyu bakamayacak kadar korkak hissetmişti kendisini.

 

Eksik derslerini vererek işlerini tamamlayan genç kadın, okulda çok zaman harcamadı. Yetişmesi gereken seansı vardı, çıksa doğru olacaktı. Daha vakti çoktu ama mağazalarda vitrinleri inceleyerek gidecekti. Çantasıyla montunu alarak önce öğretmenler odasından, ardından okuldan çıktı. Bahçe kapısına ilerlerken dalgındı, kapı ağzına gelerek çıkışa adımını atana kadar fark edememişti kendisine gelen kişiyi. Başını kaldırdığında tam karşısındaki Nurcan Hanım'la göz göze geldiler. Yine çok güzel giyinmişti, başına şalını özenle bağlamıştı. "Hoş geldiniz, ben de tam çıkıyordum." dedi tebessüm içinde karşılarken. "Oğlunuza bakmak için geldiyseniz çıktı." Tekrardan açıklamada bulunurken gerildi Hande, zaten son günlerde yeterince gergindi aslında. "Çıktığını biliyorum, ben senin için geldim zaten, seni almak istedim." Yüzündeki tebessüm büyüdü Hande'nin, birileriyle zaman geçirmeye çok ihtiyaç duyuyordu. "Seansa gidecektim ama saatin gelmesine çok da vardı, okulda oyalanamadım, bunaldım, iyi ki geldiniz." Usulca koluna girerek kendisini ilerletti. Kolejin kapısından uzaklaşırlarken başka sokağa girdiler.

 

"Sevdiği sarmalardan hazırladım ben güzel kızım için, onları getirdim." Başını hızlıca kadına doğru döndürdü. Başındaki şalının tek tarafı öne doğru düşmüştü, özenle düzelterek ardına attırdı Hande. Yanındaki Nurcan Hanım'ın başındaki şalla oynamayı, düzeltmeyi seviyordu. "Lahana sarması mı?" dedi kaşlarını kaldırarak. Yemekhanede bugün hafta sonu olduğundan yemek çıkmamıştı, epeyce acıkmıştı. "Evet, lahana sarması. Yanına börekle kurabiye de ekledim, hadi gel bakalım. Şuradaki çay bahçesinde sana çay alacağım, orada yiyeceksin." Yanındaki kadına sevgiyle bakarken günden güne çekiliyordu. Sıcaklığı, davranışları çok başkaydı, bir anneden bile daha merhametliydi.

 

Oturdukları çay bahçesinde keyifle çayını yudumlarken iştahla sarmaları atıştırıyordu. Kendisini sakince izleyen kadından çekindiğinden dolayı daha ağır yiyordu. Birazdan seansa gidecek, oradan çıktığında yorgun şekilde eve geçecekti. Yemek yeme sıkıntısı kalmayacaktı, gittiği gibi uyuyacaktı. Karşısındaki kadının yemeklerini daha çok seviyordu. Yeliz Hanım genelde farklı kültürlerde tarifler hazırlarken Nurcan Hanım'ın hazırladıkları daha gelenekseldi. Eline, peçete içine sararak böreği uzatan kadının haraketleri gerçekten fazla sıcaktı. Geçen günlerinde öyle ihtiyaç duyuyordu ki, kendini daha güçlü hissediyordu. Seviliyordu, çevresindekiler tarafından seviliyor ve değer görüyordu. İnsana güç olarak bu yeterdi, artardı bile aslında. "Siz de yeseniz olmaz mı?" Elindeki böreği uzatırken tebessüm etti karşısındaki kadın. İştahla ısırdığı böreği kadına uzatmıştı, paylaşmak istemişti. "Yok bir tanem, ben evde atıştırdım, sen yersen daha çok mutlu olurum." Sözleriyle daha çok gülümsedi, önündeki çayına uzattı elini. Böylesi sevilirken, doğru düzgün tanımadığı kadından bile sevgi görürken o adama neden katlanacaktı? Sorusuna kendi bile yanıt alamadı, bitirmesi gerekti.

 

Deniz kenarına geçerek çay bahçesini geride bıraktılar. Çok direndi ama oradan çıkarken hesabı Nurcan Hanım'ın ödemesine engel olamadı. "Yemekleri ben hazırladığıma göre çayı da benden içeceksin." demişti katı şekilde. İtiraz edememiş, etmesine kuralcı konuşmasıyla karşı çıkmıştı. Mavi denizin tertemiz kokusunu içine çekerken kuş seslerini dinledi. Yürüyemedi çok fazla, yorgun düştüğünde bir duvarın üzerine, yan yana oturdular. Karşılarındaki denizi izlemeye devam ederlerken başını kadının omzuna çekinerek bıraktı. "Hande'ciğim." Saçlarında elini, incitmekten çekinerek gezdiren Nurcan Hanım'ın dudaklarından serzeniş misali döküldü ismi. "Beni bağışlayabilecek misin?" Geçmişten konuşacaklarını anladı, uzun zamandır görüşüyorlardı ama daha böyle derin konuşmalara girmemişlerdi. Yüzleşme vaktiydi anlaşılan, geçmişi ortaya sereceklerdi.

 

"Ben güçlü olmak istiyorum, bunun en başında affetmeyi bilmek gerek. İnsan azat ettikçe güçlenir, güçlü insanlar kin tutmazlar, nefreti çok bilmezler. Genelde bağışlarlar zaten. Çünkü bağışlamak, affetmek Allah'a mahsustur, Allah'ın isteklerindendir aynı zamanda. Ben size hiç kızmadım ki zaten, siz evladınız çabalayan annesiniz, anladım sizi daima."

 

"Canım benim, melek kalpli yavrum." Saçlarını okşamaya devam etti parmakları, yüzünde gülüşü buruktu. Sağlam elini kullanarak kadının başındaki şalıyla oynadı. "Beni annem hiç böyle sevmedi, Yeliz Annem'le tanışana kadar kendimi çok çirkin sanırdım. Bana sizin gibi 'Güzel kızım' demedi Neslihan Annem, hatalarımda eleştirmek daha kolay geldi ona aslında. Ben mezun olurken sizinle görüşmüyorduk, belki haberiniz yoktur. Yükseköğretimden mezun olduğum gün, mezuniyet törenimde bana yaptıkları çok ağırdı, Yeliz Annemi kıskandı, yüzüme tükürdü hocalarımın içinde. Okul birincisi seçilmem, okullar arasındaki başarım umrunda bile olmadı, hayatımdaki güzellikleri görmek istemedi, eksiklerimi görmek daha çok işine geldi."

 

"Ben mezuniyetinde yanında olmayı çok isterdim ama nasipten öte yol yoktur bu dünyada. Seni fark edebilmeyi bana Allah, ancak şimdi nasip gördü. Daha erken olsun isterdim ama şükür ki geç kalmadım sana. Nice başarıların olacak daha, sen zincirlerini kırarken ben seninle olacağım, zorluklardan sıyrılırken yalnız bırakmayacağım seni."

 

"Ben size, kendimi hazır hissettiğimde 'Anne' desem, buna müsaade eder misiniz?" Yanında, başı omzunda konuşan kızın kurduğu cümle karşısımda, içinde zelzele oluştu. Yüreği sarsıldı sanki, içine sığmadı kalbi, kaskatı kesildi teni ama bunu belli etmemek için sakin kalmaya, kendini sakin göstermeye çalıştı. Şimdi demeyecekti anlaşılan, henüz hazır olmamakta hakkı vardı, kendi de hazır değildi zaten. Yanındaki kızdan o kelimeyi duymaya zerre hazır değildi. "İstersen ederim." dedi yorgun sesiyle. Yüzünde tebessüm oluşan Hande, eliyle kadının şalının ucundaki püsküllerle oynadı. "Benim aslında iki tane annem olmadı, biri hiç olmadı, ben var etmeye çalıştıkça daha çok uzaklaştı benden. Daima iki annem olduğunı sanırken benim eksiklerimi kapatabilmek için hep Yeliz Annem çabaladı. Günü geldiğinde, kendinizi hazır hissettiğinizde ve ben de buna hazır olduğunda, benim annem olur musunuz?" Soluğunu, yanındaki kıza belli etmeden tuttu, nefesi daraldı. Bile isteye girdiği yükün altından, yükü sımsıkı omuzlayarak kalkacaktı. "İstersen olurum." dedi tekrardan, tüm zorlukları göze almıştı.

 

Yalan dünyada ölüm vardı oysa, ölümün öldüğü dünyada kimselere bağlanmamak isteyerek daima sevmekten kaçarken şimdi bile isteye yapıyordu. Zamanında evlatlarının geleceğinden korkarken şimdi çocuklarının ve kendinin geleceğini tehlikeye atmıştı. Derin düşüncelere kapılacak vakit yoktu, sevme zamanıydı. Sımsıkı sahiplenecek, kaderine terk etmeyecekti. Kurtarılması gerekti, o evde solmasına izin veremezdi. "Beni zamanında sevmemiştiniz ya hani." Başını hafifçe kaldırdı ve kadına biraz daha döndürdü kendisini. "Sevmemek demeyelim ona." dedi sakince Nurcan Hanım. Söylediğini onaylarcasına başını sallayan Hande, saçını kenara çekerek kadının koluna dokundu. "Ben şunu merak ediyorum, kolumla bacağım böyle olduğu için mi bana o şekilde davrandınız?" Sakat kalan tarafına bakarak konuşan genç kız, kurduğu cümleden sonra, kadının ansızın yüreğinin sıkışmasına neden oldu. Sağ eli yumruk haline gelirken avucunu sıkabildiği kadar sıktı. Soluğunu sertçe dışarı üfledi. Öyle gerilmişti ki, elindeki yumruk, neredeyse bir dakikanın sonunda açılmaya başladı.

 

"Nereden çıkarıyorsun böyle saçma soruları, sormadan önce çok araştırıyor musun acaba?" Sesi sinirli çıktı, siniri kendineydi aslında, yanındaki kızla alakalı değildi. Böyle hissettirdiği için öfkeliydi kendisine. "Ben sadece merak etmiştim." Neden sinirlendiğini anlamadı Hande, düşündü başlarda, ithamı çok ağırdı, ondan ötürü sinirlenmiş olabilirdi. "Kızım ben sana elimde yemeklerle 'Geçmiş olsun' a geldiğimde sen sağlam mıydın sanki, öyle kalpsiz olsam, biz seninle şimdi anlaşır mıydık? Ben senden daha ağır durumda olan evladımı elimle toprağa verdim. Yaşasaydı, ben ona ömrümce bakmaya razıydım, ben sende ondan parçalar buluyorum. Sağlıklı olsan, seni sevmem böyle kolay olmayabilirdi. Geçen gün okul kantininde dedim ya sana, sen benim yarım kalan tesellim ol istedim."

 

"Özür dilerim." Sesi üzgün çıktı genç kadının, biraz saçma şekilde itham etmişti. "Dileme, özür dilenecek bir şey yok ama bir daha öyle şeyler deme. Çok daha fazla kızarım dersen, aynı zamanda sende böyle izlenim bıraktığım için de çok üzülürüm. Şimdi kalkalım mı bir tanem? Seni doktor seansına yetiştirelim." Sesini tekrardan yumuşattı, kızı üzmek istemedi, sonuçta kendi yaklaşımından dolayı böyle düşündürmüştü. Sözlerine karşılık sadece başını salladı. Köşedeki duvarın kenarından çantasını alan Nurcan Hanım, koluna geçirirken yerinden doğruldu. "Gel bakalım." Duvardan atlayarak inerken kızın önüne geçti, koltuk değneğine tutunmasına yardım etti. Aşağı inmesini sabırla bekledi, ağırca indirerek değneğe sabitledi bedenini. Yanına geldi ardından, koluna sıkıca girdi. Yavaşça, deniz kenarında yürüyüp sahil havasını alarak caddeye doğru ilerlediler.

 

Hastane kapısından girerlerken vedalaştı Nurcan Hanım'la, sımsıkı sarıldı. Bıraksa, müsaade etse, kendisi ile gelerek kendisini kapıda bekleyevek, oradan alarak evine bırakacaktı. Böylesine izin veremezdi, ailesi olan birini böyle çok meşgul edemezdi. "Ben zaten seanstan çıktığım gibi hemen hastane önünden taksi çevireceğim, içiniz rahat etsin." Teskin etmeye çalıştığı kadının yanağına ufak öpücük bırakırken tebessüm ettiler. "Dikkat et kendine, zorda kalırsan hemen ara." Başını salladı, kollarından sıyrılarak geri çekildi. Yana doğru dönerek danışmaya geçti, danışmadaki çalışanlarla iletişime geçti. Uzun zamandır geldiği ortam olduğu için tanınıyordu, çok bekletmeden yukarı çıkabileceğini belirttiler. Yukarı çıkmak için asansörü kullanacağı sırada, gözleri ansızın merdivenleri kaydı. Bugün kendine sözü vardı, buradan çok güçlü çıkacaktı. Öyleyse girişi de güçlü olmalıydı. Basamaklara doğru buruk tebessümle ilerlerken bacağını kaldırarak adımını ilk basamağa bıraktı. Elinde çantası, ardında salınan saçlarıyla basamakları çıkarken gözlerinin önünde katran karası gözler beliriyordu. Karanlık gecenin gölgesini andıran siyah gözlere müptelaydı sanki şimdilerde.

 

"Sen aklıma mukayet ol Allah'ım, kalbim aklımı çok zorluyor." Dönemeçli merdivenleri zorlanarak çıkarken soluğunu düzene aldı. Bir umuttu siyah gözler, sokak lambasına sahip gece vaktiydi. Hayallerinin hepsini, varlığına tutunarak gerçekleştirmeye çalışıyordu. Soluğu gırtlağına sığmazken basamakların nasıl bittiğini anlayamamıştı, eli merdiven transferinde tutuklu kalmıştı. Biraz sert nefesler alarak kendini toparlamaya çalıştı. Saçının tek tutamını ardına atarak sağlam elini transferden kaldırdı. Destek çubuğuna daha sıkı tutunurken kapıya doğru ilerledi. Oturmadı, oturunca kalkması zor oluyordu, uğraşmak istemedi. Zaten çok da beklemedi, birkaç dakika içinde kendisine sıra gelirken aralık kapıya ilerledi. Kendisi içeri girerken mütevazi şekilde sandalyesinden kalkan Mehmet Bey, karşısındaki kıza doğru ilerledi. Beli eğikti, nefes almakta zorlanıyordu, merdivenleri çıkarken zorlanmıştı nefesi. Yanında astım ilacı olduğu için korkmadı Hande, üstesinden gelebileceğini umut etti.

 

"Hoş geldin Hande." Kendisinin oturmasına yardımcı olduktan hemen sonra karşısındaki koltukta yerini alan Mehmet Bey, hoş tebessümle karşıladı. Çantasından çıkardığı ilacı kullanırken rahat soluk almaya çalıştı. "Hoş buldum." dedi zorlanarak konuşurken. İyiydi, daha iyi olacaktı, kendine verdiği sözleri tutacaktı. "Nasılız bakalım, neler yapıyoruz, görüşmeyeli neler oldu?..." Sorduğu sorular, bugün paylaşacaklarının özeti oldu, hepsini dile getirecekti. Tanelere bölerek anlatacak, yüreğini daraltanlardan kurtulacaktı. Konuşmaya başladı, ilk konuşması kendince çok içtendi. "İyi olmak istiyorum Mehmet Hocam, ben artık sadece çok iyi olmak istiyorum. İki annemi mutlu etmek için çabaladım hayatım boyunca, şimdi sadece kendim için uğraşma çabalarındayım." Uzun cümlesini dinleyen Mehmet Bey'in yüzünde, konuşmanın sonunda hoşnutluğuna dair tebessüm oluştu. "Güzel." dedi başını sallarken. "Öyleyse başlayalım, seni iyileştirmeye şimdiden sonra başlayacağız anlaşılan." Aylardır gelmesine rağmen değişimler, ancak şimdi başlıyordu. Çünkü insan, ancak isterse iyileşebilirdi, doktorlar sadece vesileydi aslında.

 

Başladıkları seans boyunca sadece yaşadıklarını, başından geçenler doğrultusunda başlamak istediklerini izah etti. Uzun süre konuştu, çıkmak istediği yeni yoldan söz etti. "Sevip sevmediğimi bilmiyorum ki katlanmak için çabalayayım, Neslihan Annem istediğinden evlendim ama şimdi Yeliz Annem istedi diye boşanmam doğru değil. Ben kendi isteklerime odaklanmak istiyorum." Karşısındaki adam durgunlaştı, elindeki kalemle not aldı, ardından defterini kapatarak tekrar kendisine baktı. "Sevip sevmemen neyi değiştirir Hande, bana soracak olursan şimdilerde önemi kalmamış." dedi gözlerine bakarken. Doğruydu dedikleri, sonuna kadar haklı buluyordu. "İşte benim bugün size anlatmak istediğim tam da bu aslında. Aşkından gebersem bile unutamıyorum. Ben okuldan mezun oldum, iş arayışına girdim, bunları asla umursamadı, beni elinin altında tutmaktan zevk aldığını o zaman anlayamamıştım.

 

Sürekli Neslihan Annem'den güç aldı, çünkü ikisi aynı görüşe sahiptiler. Bana destek çıkmaya çalışan Yeliz Annem'i evden kovdu, kadına etmediği hakaret kalmadı. İş buldum, çalışma ortamımı sorun haline getirmeye başladı. Başlarda hak verdim, onun için Yeliz Annem'i bile karşıma aldım. Yetmedi, bunlar ona yeterli gelmedi. Arkadaşlarıyla davete gitti, benden utandı, beni götürmek istemedi. Bunlara da sustum. İşe gidemeyeyim diye beni arabasıyla bırakmaya son verdi, hak vermeye çalıştım. Sürekli çalışmama olayını idare etmekle kalmadım, teskin ettim, üstelik eline harçlık verdim. Aslında o bana şiddet göstermeye, kardeşi yerime bana tokat attığı zaman başlamıştı. Evlendiğimiz günlerde, ben onun gözlerinde öfkeyi zaten görmüştüm. Uzun zaman sonra beni ittirdiğinde, tekrardan kardeşini hırpaladığı günleri hatırladım. Çok sürmeden elini ilk kez yüzüme değdirdi. Canım değil, gururum acıdı, bu can acısından da ağır. Çalışmaması canıma yetince, biraz ağır konuştum. Herhalde ki kaldıramadı, yerlerde tekmeledi bedenimi. Neye uğradığımı şaşırmıştım, hiç öyle ileri gitmediğini düşünmüştüm. Oysa şimdi fark ettim de, şiddetin boyutu olmaz, şiddet daima aynıdır.

 

Ben aslında psikojik şiddet gördüm en başlarda, daha hayallerimle oynadığı, beni yarı yolda bıraktığı gün bana şiddet göstermişti. Benim evliliğim hataydı başlı başına, anne sözü dinlememenin bedeli böyle ağır olsa gerek. Şimdi kaç bedel ödenmesi gerekiyorsa öderim, sonuna dek hakkımdır ama hataların üzerinde duracak kadar basit değilim. Ben ayrılmak istiyorum Mehmet Hocam, benim gururum, aşktan çok daha değerli. İnsan kendine değer vermezse, sevmeyi beceremez ki. Kendime kurduğum prangalardan şimdi kurtulma zamanım geldi ama korkuyorum da aynı zamanda. Yerinizde Neslihan Annem olsa şimdi, 'Sen öyle bir kadın olamazsın.' derdi bana. Neden olamayayım ki, ben hayatımdaki engelleri aşarak okudum, öğretmen oldum. Güçlü olmak istiyorum, bunları sineye çekemem, aldığım eğitime yakışır şekilde davranmak istiyorum, cahil bir kadın olmak istemiyorum.

 

İnsan çaresiz değildir, çare insanın kendisindedir. Siz bana en başta hep öyle derdiniz, meğer ne doğruymuş. Eşimin bana faydası olmadığı gibi üstüne zararı dokunmuş. Boşandığımda, hayatımda değişim olmayacak ki, sadece bakmakla yükümlü olduğum birinden kurtularak, hayatıma kaldığım yerden devam edeceğim. Kendim çalışıyorum, ihtiyaçlarımı kendim karşılıyorum, ben kendi kendime bakarak geçiniyorum. Ayrıldığımda bunlar kaldığı yerden devam ediyor olacak. Ben hep değişir umuduyla bekledim ama değişmiyor, başlarda kötüydü, beni terk etmişti. Ardından değişti, kendini ispatladı, evlendik, uzun süre de çok mutlu olduk. Şimdi korkularımla savaşırken acaba diyorum, biraz daha mı beklesem? Tabii o korkuların içinde, Neslihan Annem'in dolduruşları da var açıkçası. Ben mutlu olmak istiyorum Mehmet Bey, ben korkularımdan kurtulmak istiyorum. Sizi bir kere dinledim, bana 'Kalbinin sesini dinle' dediniz, yaptım ve olumlu sonuç aldım. Kalbimi dinledim, kalbim bana sevgiyi uzattı. Aldım o sevgiyi, Yasemin'e uzattım, öyle güzeldi ki anlatamam. Ben o gün yeniden doğdum.

 

Aslında ben şimdi çok daha iyi anlıyorum çocuk sevmezken Yasemin'i neden sevdiğimi. Annem varken annesizdim ben, o ise doğuştan öksüzdü. Ben kendimden parçalar buldum onda, yakın gördüm kendime. Neslihan Annem bana hiç güvenmedi, beni kendi isteklerine karşılık kullandı. Ne yaptıysam sevdiremedim kendimi, küçücük bebeğe sevdirdim de, kocaman kadına sevdiremedim. Ben korkmuyorum, vereceği tepkilerden zerre çekinmiyorum. Haklı çıkmasından korkuyorum sadece, ya yapamazsam? Ya ileride Aras değişirse, düzelirse, sabırsız biri olarak ona haksızlık etmek istemiyorum. Güzel günlerimiz oldu, onlara yazık etmek istemiyorum ama eşim benden önce yazık ederek harcadı."

 

Uzun konuşmalarını sonlandırdığında durdu, içini daraltan ne varsa söylemekten çekinmedi. Bugün içini dökme günüydü, aklındakileri boşaltma zamanı gelmişti. Kendisini dinlemek, sahiden Mehmet Bey'in mesleğiydi, dudaklarını bile kıpırdatmadan susmasını beklemişti. Bitirdiği konuşmasının ardından beklediler, dikkatlice izledi kadının bakışlarını. Yorgun olduğu halde umuda kanat çırpan duruşuna hayran olmamak elde değildi. Yerinde başka kadın olsa, şimdi böylesi bile konuşamazdı. "Evet." dedi iç çekerek kendisine bakışlar atan adam, boğazını temizledi. Şimdi uzunca konuşarak konuşmalarını onaylama sırası kendisine gelmişti. "Bana sorduğun soruların yanıtları sende aslında Hande'ciğim, konuşurken kendin cevapladın. Ben senin gözlerine baktığımda, hayatı tek başına üstlenecek bir kadın görüyorum, yeter ki kimsenin seni kararlarından vazgeçirmesine izin verme. Kimi insanlar, bizleri kendine muhtaç bırakmakla rahat ederler. Bazı anneler özellikle, 'Yeter ki ağzımızın tadı bozulmasın' psikolojisiyle çocuklarına ait olmadığı hayatlara yaşatırlar. Senin günden güne solmana sebep olabilir bu durum, izin vermemelisin bence.

 

Düşünsene, senin boşanmanı istemeyen sadece Neslihan Hanım, çevrendekilerin çoğu sana destek çıkıyor. Başta Yeliz Annen, bana sürekli anlattığın Dilek Teyzen, onun kızı olan arkadaşın, hepsi senin yanında değiller mi? Yanındalar, ben bunu görebiliyorum, ben de yanındayım, ziyan olmaman taraftarıyım. Doğru düzgün seni tanımadığı halde sana destek çıkan Nurcan Hanım bile daima ayrılmanı söylemiş, bana anlattıklarından yola çıkarak çevreni eleştiriyorum. Senin bunca insan başarılarına güvenerek senden boşanmanı bekliyorsa, sence sorun Neslihan Hanım'da değil midir? Sana güvenenlerin başında ben de varım, öz annenin baskılarından kurtulmalısın artık, başarman için ilk önerim olacaktır. Ben seninle doktorun olarak değil, ağabeyin olarak konuşuyorum. Sen çok değerlisin, önce kendi değerini bil ki, çevrendekiler ruhunu ele geçiremesin. Kendine değer verirsen, kimsenin değişimini beklemene gerek kalmaz.

 

Sen, Aras'ın değişmesini bekliyordun, değil mi? İnsanlar bir kere değişirler Hande, o sana, değişimini şiddetle gösterdi. Başından doğru insan değildi zaten, gerçek yüzünü göstermek için vakit bekliyordu. Dur, hangi vakti beklediğini de söyleyeyim sana:

Okudun, mezun oldun, başaramayacağını düşündüklerini başardın. İş bulamayacağını sanan kocana inat, sen öğretmenliğe başladın, işinde kendini geliştirdin. Sen başardıkça o daha çok geriledi, afalladı, beklemiyordu tabii. Karşı çıktıkça, aykırı davrandıkça daha çok kendini göstermeye başladı. O değişti Hande, senin gibi başarılı ve kaliteli bir kadını kaldıramadı. Kendi değerini bilmen için seninle böyle açık konuşuyorum, değerini bilmezsen seni daha çok ezecektir. Ben senin gibi kadının bastırılmasını istemiyorum. Çoğu kadın böyle aslında, sen de onların yansımalarındansın. Ben istiyorum ki, tüm kadınlara cesaret ol, kendi ışığını gör ve kendini keşfet. Şiddetli geçimsizliğin nelere yol açtığını hiç düşündün mü sen? Çoğu kadın, eşinin değişmesini beklerken can veriyor. Ben senin de böyle olmanı istemiyorum ki, kim ister ki.

 

Aileni, sevdiklerini gözü yaşlı bırakamazsın, sadece kendine değil, onlara da haksızlık ediyorsun. Ayrılma kararı aldığında, ondan kolayca kurtulamayacaksın. Bunları bil ama kaldırabilecek güçte olduğunu da bil, sen hepsinin üstesinden geleceksin. Ben sana 'Bitti' demekle hemen bitmeyeceğini belirtmek isterim. Bunları hatırlatmalıyım ama senin üstlenebileceğini de hatırlatıyorum. İnsan mutlu olmak için tüm zorlukları üstlenmeli, sen mutlu olmayı hak ediyorsun, her kadın gibi çok değerlisin. Eşinden ayrılmadığın sürece mutlu olamayacaksın. Ben sana bunun üzerine hem yemin ederim, hem de çok rahat ispatlarım. Sen görmek istemezsin, o ayrı, orasını anlarım ama aklı başında olan herkes görür. Göreceksin de, çünkü sen şimdi, zincirlerini kırmak üzere ilk hamleni attın. Sevdiklerini hayal kırıklığına uğratma Hande, kendin için en çok da, kendi değerini bil ve kendin için çabalamaya başla. Evet, seansımız burada sona ererken saatimiz de yavaşça doluyor. Ben bir dahaki görüşmemizde, sıkıntılarını en azından bir miktar azaltmak için uğraşmış Hande görmek istiyorum."

 

Bugün kendine verdiği sözleri tutacağını, umutları gerçekleştiğinde daha iyi anladı. Sarsıntılarla geldiği hastaneden, dik omuzlarla çıkarken doktoruyla el sıkıştı, kapıya doğru ilerleyerek oradan çıkarken ardından merdivenlere yöneldi. Zorlukla çıktı ama şimdi kolaylıkla iniyordu. Oysa inmek daha zordu ama rahat gelmişti. Yüzünde umudun gölgesini anımsatan tebessümi vardı. Yollar bile kolay geldi kendisine, hastane önünden çevirdiği taksiye binerek evin adresini verdi. Bundan sonra nerede kalırdı bilinmez ama evini bulmuştu, zamanında kocasına dediği gibi, kendinin evi olacaktı. İnsan ancak kendine yetebildiği kadardı. Kendimize kötülüğü de, iyiliği de ancak kendimiz yapabilirdik. Ödemeyi gerçekleştirerek arabadan inen genç kadın, destek çubuğuna sıkıca tutunarak evine girdi. Bugün hayatı sürprizlerle devam ediyordu. İçeri girmeden kapıda kendisini karşılayan kocasına göz devirmemek için kendini zor tuttu. "Ben de tam seni arayacaktım, hiç girme istersen, hemen çıkalım." Karşılaştıkları anda sergilediği konuşma, başta şaşırttı kadını. Kendisine geçen gün ki sözünü hatırlattığında anımsadı, çay bahçesine randevu almıştı. Şimdi hiç istememesine rağmen kırmayı doğru bulmadı, mecburen gidecekti.

 

İyi bir fırsat olabilirdi aslında, aklındakileri orada söylemeyi tercih edebilirdi. Yanındaki adamın arabasına doğru, bakışlarıyla onay vererek yürüdü. Boşanmak istiyordu ve isteğini, en sevdiği ortamda dile getirecekti. Ne tuhaftı, gitmekten çok hoşlandığı tatlıcıda, kocasına boşanma isteğini anlatacaktı. Yol boyunca sessiz kaldı, zaten yol en fazla on dakika sürmüştü. Sözünü ettikleri çay bahçesine geldiklerinde masaya yerleştiler, yine sesini çıkarmazken çevresini inceledi. Siparişlerini verdiler, çok sevdiği lokma tatlısının bu defa içi akışkan çikolatalı olanlarından söyledi. Yiyeceği tatlı, konuşacağı acı kelimeleri değiştirmedi. Zaten olacakların üzerine yiyemeyecekti ki, öylece kalacaktı önünde. Zamanında 'Hayat arkadaşım' dediği insanla konuşurken şimdi sanki bir yabancıyla iletişim halindeydi. Sıradan konuştular, gün içinde nelerle meşgul olduklarını sordular birbirlerine. Kolejden geldiğini, psikolog seansına gittiğini, gelirken biraz mağazaları dolandığını anlattı. Kendisine karşı ilgiliydi, doktor seansının nasıl geçtiğini bile sormuştu. Geç kalınan hayattı şimdi önlerindekiler, şu saatten sonrası olmayacaktı Hande açısından.

 

Süregelen konuşmalar sırasında o akşamdan sözü açtı genç adam, iki ailenin tartışmalarını konu aldı. "Ben seni üzmek istemedim Hande, hiçbir zaman istemedim ama dün olanlar benim açımdan ağırdı, hepsine senin için katlandım. Anlamaya çalış beni, ben seni o adamın yanında görünce deliriyorum, tahammül edemiyorum. Yoksa okuldan çıkmanı istemem ki." Karşısındaki adamın gözlerine dikkatle bakarken bakışlarındaki kini yakaladı, ondan söz ederken nasıl acı doluydu. "Tabii, ben seni anlıyorum ama senin de beni anlaman gerek, Aras bak, olmuyorsa zorlamamız çok manasız. Benim bir kere daha, ne şiddet görmeye, ne hakaretlerini dinlemeye tahammülüm olacak..." Sözlerini bölen, karşısındaki adamın, masa üzerindeki elini sıkıca tutması oldu. "Hayır asla!" dedi keskince, daha şimdiden olay çıkarmaya meyilliydi. Buna rağmen güçlü duracak, sonuçlarına katlanarak aklındakileri söyleyecekti. "Biz zorlamıyoruz, kalmış ki ben seni daha asla üzmem. İnsanlar ikinci şansı hak ederler, tamam, sen bana ikiden çok daha fazla şans verdin ama ne olur bir kere daha deneyelim. Gör bak, eskisi gibi olacağım, o zaman hiç sorun kalmayacak."

 

Yarıda bölündü konuşmaları, görevlerinin getirdiği siparişleri masaya bırakmasını izlediler. Kahve yerine, Hande için getirilen çaya sinirle göz devirdi genç adam. "Hanımefendi kahve istemişti, niye çay geldi?" dedi soğuk şekilde. Karşılarındaki görevli, biraz mahçupca baktıktan sonra çaya doğru elini uzattı. "Hemen değiştiririm." Elini çaya uzatarak bardağını kendine çekti. "Hayır, hiç sorun değil. Ben zaten akşamları kahve içemem, böylesi daha doğru oldu. Teşekkür ederim." Zoraki tebessüm ederken karşısındaki görevli adamın yanlarından ayrılmasını bekledi. Çayından bir yudum alırken görevli de gidince, tekrardan kocasına çevirdi bakışlarını. "Sana daha önce de söyledim." dedi konuyu aynı yere getiren Hande. "Ben hiçbir zaman, aslan terbiyecisi rolüyle övünecek kadınlardan olmadım, olmaya da niyetim yok. Çalacak çok kapım var, sahipsiz değilim ama bunlara da ihtiyaç duymuyorum. Kendime yeni bir hayat kurmak istiyorum, senden uzakta, içinde sadece hayallerimle umutlarımın olduğu. Senin açından da doğru olan böyle aslında. Açık konuşacağım, sana kafesleyebileceğin kadın lazım Aras, ben senin elinin altında durmayacağım için sana yetemem."

 

"Yapma ne olur, konuşma böyle. Sen şimdi dün akşam yaşananların etkisindesin, tabii o adam seni de gerdi, baydı."

 

"Beni değil, seni gerdi aslında. Yüzündeki yumruğun izi hâlâ durduğuna göre senden başkası gerilmiş olamaz." Bunu gülerek söyledi, neden böyle davrandığını kendi de anlayamadı başlarda. Sonra düşündü ki, daima aşağılammıştı, şimdi ise aşağılıyordu. "Ben senin için ses çıkarmadım Hande." dedi soğukça, akşamı hatırlamak ve karşısındaki kadının alaycı tavrı, sinirlenmesine neden oldu. "İstesen de ses çıkaramazsın, çünkü haksızsın. Başkalarının ahlakına, günahsız evladına dil uzattın sen. Neyse, zaten konumuz bu değil. Ben çok düşündüm aslında, hep kurdum kafamda olanları. İnsan karara varmadan önce çok düşünürmüş." Başını kaldırarak refleksle önündeki masaya kaydı gözleri. Tanıdık sima, göz bebeklerini deldi geçti, kelimeler ağzına takıldı, kendinde konuşacak güç bulamadı.

 

Aynı çay bahçesinde kendisine ardı dönük olan, karşı masada oturan kişiyi tanımakta zorlanmadı. Oturan adamın karşısında güzel bir kadın vardı, hoş ve alımlıydı. Bir önlerindeki masada gördüğü adam, Fatih'in ta kendisiydi. Karşısında oturan kadının kucağında Yasemin vardı, karşılıklı gülüşüyorlardı. Yani Fatih'in hayatında, biri mi vardı şimdi? Ne bekliyordu ki, zaten öyle adamın boş kalması saçma olurdu. Yakışıklıydı, aklı başındaydı ve idealistti, hep kendinden parçalar bulurdu onda ama tekrardan anladı, kendisine denk değildi. Yüreğinde değildi şimdi hissettiği acı, canının ta içindeydi, tam ortasında belirmişti. "Ben." dedi yutkunan genç kadın, ikisini izledi tekrardan. Aras'ın ardı dönüktü, Allah'tan görmüyordu, şimdi uğraşacak durumda değildi. Yeni kavgaları çekemezdi. "Tatlı için teşekkür ederim, şimdi canımızı sıkacak konuşmalara girmeyelim, zamana bırakalım." Kendisinde oluşan ani değişim, Aras'ın bile şaşırmasına neden oldu ama ses çıkarmadı. Eline çatalı alarak lokma tatlısına taktı, bir tanesini ağzına attı. İçindeki akışkan çikolatanın ağzında dağılmasını bekledi. Acı çekince iştahı azalanlardan değildi, tam tersine çok artardı.

 

Öylesi bakmanın umut aşıladığı siyah gözler, başka kadına aitti, normaldi, hakkı vardı aslında. Bakışlarıyla kendisine umut vermeseydi keşke, o zaman kırılmazdı. Şimdi bin parçaydı kalbi, yüreği darmadağındı. Hızlıca önündekileri bitirirken daha konuşmadı karşısındaki adamla. Uzun süre sonra kalkarken tekrardan uzaklarındaki masayı izledi. Nasıl güzel gülüşüyorlardı birbirlerine bakarlarken, iç geçirmemek için kendini zor tuttu. Kasaya hesap ödeyeceklerinden ötürü diğer taraftan geçtiler, Aras'ın onları görmemesi açısından daha iyi oldu, ayrıca tartışmalarını çekemezdi. Yarın sabah kendisi çıkacaktı Fatih'in karşısına, tek başına çıkarak hesap soracaktı. "Neden?" diyecekti sadece. "Bana bakışlarınla umut verirken neden hayatında bir başkası olduğunu söylemedin, sana boşuna 'Umudum' demezdim en azından." diyecekti acı içinde hesap sorarken.

 

Ağlamamak için kendini zor tutuyordu eve geldiklerinde, tüm bedeni ilmeklerle düğümlenmişti. Yatak odalarına doğru ilerlerken kendinden geçmiş haldeydi. Yanında yürüyerek kendisine eşlik eden kocası da şaşkındı. "Hande sen iyi misin?" dedi afallamış halde. "Gittik geldik, bir tuhaf oldun. Çag bahçesinde aniden değişime uğradın, canını sıkacak bir şey mi oldu, seni rahatsız edecek görüntüye mi rastladın?" Ses çıkarmadı, şimdi ağlamayacaktı, ağlarsa iyice şüpheye düşürebilirdi. "Yok, sana öyle gelmiştir, fazla yorgunum sadece." dedi başından savarken. Boşanma isteğini dile getirmek isterken donup kalmış, tek kelime edemeden gelmişti. İçindeki acıyı attığı anda söyleyecekti, çok bekletmeden anlatacaktı. Yatağa girerken yanındaki kocasına ardını döndü, yorgana sıkıca sarıldı. Göz kapaklarını sımsıkı kapatırken anında o görüntü canlandı gözlerinde. Yeşil gözlü kadın ve onun kadına gülüşleri. Yasemin'e çok bağlanmamıştı Allah'tan, bir daha hiç görüşmeyeceklerdi. O, kendisini değil, sağlıklı bir kadını, kızına 'Anne' olarak layık görmüştü. Yakında gerekirse kolejden de ayrılacak, onunla iletişimini tamamen kesecekti. Kalbi kırılmıştı ve kalbi kırılan kadınların ahı çok ağır olurdu.

 

Gün ağarırken tamirhanesini erken açan genç adam, yanına arkadaşlarını toplamış, müşteriler akın etmeden önce birlikte kahvaltı etmişlerdi. Uzun zaman önce bugünü planlamışlardı zaten, toplanacakları yer olarak kendisinin işyerini belirlemişlerdi. Özcan, Turgut, Melek ve kardeşi Seda da yanlarında vardı, sohbet eşliğinde kahvaltılarını ederlerken epeydir bir araya gelemediklerini düşündüler. Havadan sudan sohbet ederlerken Seda, telefonuna gelen mesajla, masanın kenarındaki telefonunu eline aldı. Kimseye belli etmeden mesajı açarken ekranda gördüğü isimle kaşlarını çattı. Okuduğu mesaj, daha çok meraklanmasına neden oldu.

 

"Seda'cığım merhaba, Hande ben, numaranı sen vermiştin. Rica etsem bana, ağabeyinin galerisinin adresini verir misin?" Gönderdiği mesaja başlarda sevindi, burada olduklarından haberi vardı belli ki. Nurcan Hanım'ın söylediğini düşündü Seda. Açıkça adresi yazmış, aynı zamanda konum da atmıştı. Tekrardan elinden telefonu bırakırlarken Fatih, başından geçenleri arkadaşları ve kız kardeşine anlattı. Evde anne ve babasına açmamıştı meseleyi, Seda'dan başkası, uzun süre bilmeyecekti. "Nasıl da tanıyamadım, kendime kızıyorum en çok. Geleceğim ama hakkından, dava edeceğim o adamı, cezasını yeterince çekmediğini, avukatla konuşacağım." Söylediklerini onaylayan Turgut, "Bunu yaparken dikkatli ol, çevrendekilere zarar verebilir." dedi şüphelice konuşurken. "Hande için daha dikkatli olacağım." Aklına ilk gelen kişi oldu Fatih'in, aklında; fikrinde, kalbinde ve yüreğinde şimdilerde sadece o vardı. "İyi ki benimle aynı okulda çalışıyor, hep gözümün önünde olacak." Başlarda istemezken şimdi buna en çok kendisi seviniyordu. Hayat ne tuhaftı, zamanında kaçarken şimdi hep yanında istiyordu.

 

Kapı aniden açılırken herkes ardına döndü, Fatih de yan tarafa dönerken başta cereyan yaptığını düşündü ama sonra küçük merdivenleri ağırca inen bedene dikkat kesildi. Özcan, gördüğü kişi ile gülerken sesli şekilde, "İyi insan lafının üzerine gelir olayı bu olsa gerek." dedi. Yerinden kalkarken kadına ilerleyen Fatih, olabildiğince şaşkındı. "Hande." dedi şaşkınlığını barizce belirtirken. "Gel, hoş geldin." Yaklaştı kadına doğru daha çok, başlarda sevindi gelmesine ama çok sürmeden, yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu anladı. Dolu gözlerle yutkunarak bakıyordu karşısındaki adama. "Neden?" dedi kısılan sesiyle kadın, Fatih de dahil herkes kendisine şaşkınlıkla göz devirdi. "Benden ne istedin ki, duygularıma, hislerime ne kastın oldu?" Kırgın bakışlarını izledi, şaşkınlığı daha çok arttı. "Ne, ne yapmışım ben, Hande iyi misin, gel otur konuşalım." Hızla başını iki tarafa salladı, hafifçe burnunu çekerken yutkundu. "Senden beklemezdim, kalbimi çok kırdın." Gözlerinden gelen birkaç damlayı ellerinin tersiyle sildi.

 

"Ben sana ne yaptım, anlamadım neye kırıldın?"

 

"Tabii, bende hata, bende hata ki, inandım sana. Ben içimde senin var olduğun bir dünya kurdum kendime, seni 'Umudum' bildim, neden böyle ileri gittin. Seni çok suçlamamam gerek, ben inandım sana, yenildim bakışlarına. Gerçektir dedim, hiçbir yalan bu kadar samimi bakamaz diye düşündüm. İnsan hep aldanır zaten, aldanmasa insan olmaz; kendime aldanmayı yakıştırıyorum, sen de insansın ama sana aldatmayı yakıştıramadım, hata bende ama kırılmaktan alıkoyamadım kendimi. Senden beklemezdim, herkesten beklerdim de senden asla, beni çok kırdın, içimde sana dair ne varsa parçaladın. Sana olan hislerimi görmedin ama keşke Yasemin'e olan sevgimin samimiyetini görseydin. En azından ona olan sevgime inanır, onu çöpe atmazdın. Senden gerçekten beklemezdim, paramparça ettin beni."

 

Uzunca konuşmasını tamamlayan Hande, ardına dönerek hızlı olmaya çalışırken küçük merdivenleri çıkarken ardında aşırı şaşkın insanlar bıraktığından habersizdi. Şaşkın, ne olduğunu anlamamış, karmakarışıktı herkes. En az Fatih kadar, etrafındakiler de şaşkın ve anlamsız kalmışlardı. Kapıdan çıkarak dışarıya ulaşırken kendisini bekleyen arabaya ilerledi. Kendisini getiren taksiciye beklemesini, burada işinin çok kısa olduğunu söylemişti. Yeliz Hanım'ın evinin adresini verdikten sonra gözyaşlarını serbest bıraktı. Sürücü koltuğunda ters şekilde kendisine bakan genç taksiciye, "İyiyim." dedi sakince. Aklından şüphe ettirmek istemedi. "Sadece çok değer verdiğim birine kırıldım." dedi kısaca aklı başında olduğunu izah etmeye çalışırken. Daha hiç ağlayamamıştı, onu dün öyle başka kadınla görünce hiç rahatlatamamıştı kendisini.

 

Evin önünde duran arabadan inerek hızlı şekilde bir zamanlar kaygısızca yaşadığı evine ilerledi. Kapıya uzanan merdivenleri çıkarak elini kapının ziline uzattı. Çok sürmeden kapı açıldığında, karşısına çıkan yardımcıları Serap'tan annesini çağırmasını istedi. Yüreği acıyordu, canının içinde sakladıklarından kalbi acıyordu. 'Gitmek' dedikleri bu olsa gerekti, birilerinin kalbinden tamamen gitmişti. "Gelsene anneciğim." Kendisine doğru ilerleyen annesinin aniden boynuna atlayarak sarıldı. "Anne!" dedi can havli içinde. Kalmaktan söz ederken gitmişti onun kalbinden, bir daha dönmeyecekti. "Canımı çok acıttılar anmem." dedi kollarında gözyaşlarını serbest bırakırken. Böylesi rahat hiç ağlayamamıştı, insan en çok annesine sığınırdı, en rahat onun kollarında ağlardı. Sığınacak en güzel, en güvenilir limandı anne, bu hayatta en çok ona sığınabilmişti. "N'oldu annem, kim üzdü benim meleğimi?" dedi kızının saçlarını şefkatle okşayan Yeliz Hanım. Kalmaktan söz eden Hande, şimdi umudu bellediği adamın yüreğinden gidiyordu.

 

Bölüm sonu...

 

Sizce Hande'nin gördüğü doğru mu? Bakalım Fatih, olayın içinden nasıl çıkacak.

 

Nurcan'la Hande'nin ilişkisi hakkında düşüncelerinizi okumak isterim.

 

Yorumlarda buluşalım...

Loading...
0%