Yeni Üyelik
40.
Bölüm

39. Bölüm: "İçimde İnsan Kırıkları"

@mavi_melekler

Merhabalar, size bol keyifli bölüm getirdim. Açığa çıkmasını istediğiniz ne varsa, beraber göreceğiz.

 

Bölüm Şarkımız:

Kolpa - Gurur Benim Neyime

 

Keyifli okumalar!

 

39. Bölüm: "İçimde İnsan Kırıkları"

 

Karmaşa içinde olanları izleyerek kadının ardından bakakaldı herkes, kimse çözemedi neler olduğunu, anlam veremediler. Genç adamın aklında tek soru vardı, nerede ne hata ettiğiydi bu soru, neyi yanlış yaptığıydı. Anlamsızlıklarla dolu zihnini yatıştırmaya çalışırken hemen köşeye ilerleyerek arkadaşlarıyla kardeşine belirsiz bakış attı. "Ben onu üzmemek için büyük çaba sarf ediyorum, merak etmeme rağmen, incitirim korkusuyla hastalığıyla ilgili soru bile sormadım. Öğrenmek, yaralarını tanımak istedim ama çevresindekileri bile soramadım, olur da duyarsa, canı acısın istemedim. Ben zarar vermem, üzmek de istemem; ne yaptım, neyi yanlış yaptım, bilmiyorum." İçinde belirsizlikleri cümleye değdirdi, kadının üzüntüsü, adamı da tuhaf hale getirmişti. Olanları ne kadar uğraşsa bile anlamlandıramayan Fatih, kalktığı yere otururken durgunca kahvaltılarına devam ettiler. Arkadaşları, daha çok makaraya aldılar olayı ama aslında onlar da merak ediyorlardı. Kimse suçlamadığı gibi kendisini, Hande'nin hassasiyetinden söz ederek, alındığı mevzunun mühim olmadığını anlatmıştılar. Aradan epeyce zaman geçerken herkesi durgunluk almıştı.

 

"N'aptın lan kıza." dedi eğlenircesine konuşan Turgut, konuşurken sesli güldü. "Sen odunun tekisin, yine yemişsindir bir halt, boşuna küsmemiştir, niye küstürdün?"

 

"Turgut, sen acaba son zamanlarda yanındaki Özcan salağıyla fazla mı takılıyorsun, geri zekalıya bağlamaya başladın?" Konuşurken kendine engel olamadı Fatih, zaten aklı karmakarışıktı. Ne yaptığını düşünürken delirmesine ramak kalmıştı. Eğer gerçekten Hande haklıysa ve onu üzmüşse, kendini asla affetmezdi. "Ayıp oluyor ama ben kocaman adamım, yakında baba olacağım, çocuğum doğacak, biraz ağır olalım. Turgut'a sinirlenip acısını benden çıkarma. Ayrıca adam haklı, sen kıza hep kaba davrandın zamanında, şimdi de mutlaka canını acıtacak bir halt yemişsindir."

 

"Benim için o zamanlar sıradan bir insandı, şimdi öyle değil."

 

"Ben gerçekten artık delireceğim." dedi araya giren Melek. Hamilelikte sekizinci ayına girerken karnı epeyce belirginleşmişti ama giyimi ve düzgün fiziğiyle bunu belli etmemeye çalışıyordu. "Sıradan insan olması, köpek gibi bağlamanı gerektirmiyordu, geçmişini örtbas etmeye çalışma. Siz el birliğiyle bana erken doğum yaptıracaksınız." Bakışları Melek'le buluşan Seda, ağırca başını salladı. "Sonuna kadar haklısın abla." dedi iç geçirerek. Köşede, masanın üzerinde duran telefonunu alan genç adam, sinirli baktı karşısındakilere. "Hande, geçmişi sineye çekmeyi başardı, yaptığı hatalar, bana güvenmesine sebep oldu. Siz kabullenmek istemeyebilirsiniz ama bana kırgınlığının geçmişle asla alakası olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca, ben bu meseleyi çözeceğim, Yeliz Hanım'dan öğrenirim, arayıp konuşacağım." Özcan, arkadaşından dinledikleri karşısında, hızla müdahale etmesi gerektiğini düşündü. "Dur, şimdi değil. Bekle biraz, Hande onun yanındaysa, ortalık daha çok karışır." Başını hızla iki tarafa salladı genç adam, öğrenmekten başka imkanı olamazdı, böyle bekleyemezdi. "Olursa olxun, umrumda değil. Baktım öğrenemiyorum, gider o kapıda yatarım, hatamın ne olduğunu öğrenirim! Benim güvenini kazanmam hiç kolay olmadı, kaybetmeye de niyetim yok!"

 

Daha kendisi arayamadan, telefon elindeyken çalmaya başladı, göz devirirken ekrana baktığı sırada, ekrandaki isimle kaşlarını çattı. "Yeliz Hanım." dedi karşısındaki arkadaşlarına ekrandaki ismi okurken. "Açsana hemen." Turgut, herkesten daha çok heyecanlandı. Elindeki telefonun ekranında ikonu kaydıran genç adam, hızla kulağına koyarken oturduğu sandalyeden kalktı. "Ben tam sizi arayacaktım." İçindeki merakı aydınlatacağı için çok mutluydu. Her ne ise mesele, hemen öğrenecek ve gönlünü almak için çabalayacaktı. "Sen ne hakla benim kızımı üzebiliyorsun, ben sana böyle bir yetki vermedim!" Ekranın ucundan yükselen sese anlam veremezken sinirlenmesine ramak kalmıştı. Öğrenmeye çalıştıkça sürekli bilmediği meseleden ötürü yargılanıyordu. "Zamanında canı acımasın diye sana müsaade ettiklerimden ötürü, sen fazla yüz bulmuşsun anlaşılan. Sadece Hande değil, ben de sana güvendim Fatih, yaa sen nasıl yaparsın böyle bir şeyi! Görüp de böyle anlayacağını tahmin etmen gerekirdi, Hande'nin hassasiyetini biliyorsun, tam sana güvenmişken şimdi nasıl toparlayacağız?! Kendin dağıttın, kendin toparlayacaksın, ben hiç karışmayacağım!"

 

"Yaa yettiniz be!" dedi sesi yükselen genç adam, tahammülünün aşılmasına ramak kalmıştı. "Ne yaptığımı söyleyin de, ona göre toparlamaya çalışayım, hadi Hande'yi anladım da, size n'oluyor acaba?"

 

"Yükseltme bana sesini, hem suçlusun; hem güçlü, tabii sinirleneceğim."

 

"Yeliz Hanım, acaba suçumun ne olduğunu söyleseniz de, ona göre mi gönlünü almaya çalışsam?" Sakinliği tekrar ele alırken saygısını bozmaması gerektiğini kendine hatırlattı.

 

"Hande, senin hayatında birinin olduğunu düşünüyor, öyle sanıyor."

 

"Ne?" Yüzünde önce şaşkınlık, ardından tuhaf bir tebessüm oluştu. "Bunu da nereden çıkardınız?" Demek o yüzden böyle ince kırılmıştı, en ince şekilde de mutlaka gönlünü alacaktı. "Seni dün biriyle görmüş, yanınızda Yasemin varmış, başka kadına gülümserken görünce paramparça olmuş, sadece anlattıklarını dinledim. Zor anlattırdım zaten, ağlamaktan anlatamadı bile tam olarak. Ben biliyorum ortada yanlış anlaşılma olduğunu ama keşke sen de işlerin buraya varacağını bilseydin, bir anne olarak evladımın böyle derinden üzülmesini istemezdim. Ne yapıyorsan yap, Hande'nin gönlünü alacaksın, bunu ancak sen yaparsın." Yüzündeki gülüş çoğalırken kahkaha atmamak için kendini zor tuttu. Dün akşamı anımsadı, nerede olduğunu hatırladı. Rahmetli Yasemin'in kız kardeşi Birsen, iş için Düzce'den buraya gelmiş, dışarıda yeğenini görmek isteyince, onunla buluşmuşlardı, şimdi hatırlıyordu. Demek orada rastlamıştı kendilerine, şimdi olaylar tam anlamıyla oturuyordu aklında. "Ben eskisi gibi değilim Fatih, çok değiştim, sana güveneceğim derken, Hande'nin güvenini kaybedemem. Ne yaparsan yap, kızımın gönlünü al. Ben sana inanıyorum ama Hande'yi de sen inandıracaksın, ben meseleye karışmayacağım daha fazla."

 

"Bakın Yeliz Hanım, o beni dışarıda gördüğü kadın, sadece kızımın teyzesi, hayatımda henüz kimse yok. Ben ikna edeceğim tabii ki kendisini gerçeğe, siz akşam Hande'yi alın, beni gördüğü çay bahçesine getirin, orada konuşacağım."

 

"O niye, Hande, saat üçte okula gelecek, okulda konuş izah et işte."

 

"Okulda konuşamam, herkesin içinde yapamayacağıma göre, mecburen akşam bulacağız. Dediğim saatte orada olursunuz." Sözlerini tamamladığı anda telefonu örterek keyifli yüz ifadesiyle kalktığı sandalyeye ilerledi. Şimdi keyfi iyice yerine gelmişti, olanları sevinçle arkadaşlarına anlatırken içi kıpır kıpırdı, gittikçe daha çok eğleniyordu. Tabii yüreğini incittiği için de kendine karşı öfke vardı içinden. Bilemezdi öyle düşüneceğini, böyle durumla karşılacağı, aklının ucundan bile geçmezdi. "Beni Birsen'le görünce sevgili sanmış." dedi alaycı yüz ifadesiyle konuşurken. Yaptığı kısacık konuşma, herkesi güldürmeye başladı. Özcan, kahkahalarını bastıramazken gülmekten nefes nefese kalmıştı. "Oğlum var ya, bu kız sana fena halde abayı yakmış. İnsan ancak çok aşık olursa mantığını kaybeder, öyle kaybetmiş ki, arkadaşın olma ihtimalini bile düşünememiş." Özcan'ın konuşmaları, tam o sırada herkes çok mantıklı geldi. Yeni bir aşk başlıyordu Fatih için, rahmetli Yasemin'den sonra tekrardan kendini buluyordu ve herkes farkındaydı. Gönlünü almak için çok ince davranacaktı, özellikle bu nedenden dışarıda görüşmek istemişti. Yüreğindeki acıyı ince şekilde temizlerken yarasını saracak, incittiği yerlere merhametle dokunacaktı. Okulda büyük ihtimalle karşılaşmayacaklardı, ders saatleri bile uyuşmuyordu, bugün proje için de çalışmayacakları üstelik. Kolay hal bir araya gelmeyeceklerdi okulda, zaten gelseler bile çok rahat konuşamazdı, meseleyi akşam çözmesi daha doğru olacaktı.

 

"Sözleri hâlâ çıkmıyor aklımdan." Yüreğinin incindiğini gösteren bakışları, genç adamın gözlerinde canlanırken kelimeleri aklında dönüp duruyordu. "Bana, 'Hiçbir yalan böyle güzel bakamaz.' dedi, ben onu kendime böyle bağladığımı bilmiyordum." Olaylar sahiden, nasıl böyle noktaya gelebilmişti. "İnanmıyorum, beni Birsen'le görünce, bildiğin hayatımda biri var sanmış, yanımda başka kadın gördüğü için tepki göstermiş. Yani, nereden bilecek, biraz yargısız insaf olsa bile bunun için kırılması hoşuma gitti. Bir an olsun çıkmıyor aklımdan sözleri. 'İçinde senin olduğun bir dünyayı yok ettin' dedi bana, demek ikimize böyle anlam yüklemiş." Bugün ne çok duygu barındırmıştı içinde. Başlarda şaşırmış, sonra birinin canını acıttığını düşünerek çok kısa süre üzüntüye kapılmış, ardından ise içindeki üzüntü giderken yerini karmakarışık hal almıştı. "Ne yapacağımı bilmiyorum gerçekten, böyle bir kadın nasıl korunur, ne şekilde yaraları incinmeden sevilir, inanın hiç bilmiyorum. O aslında, Yasemin gibi değil, sıradan kadın olsa sormam, çok farklı. Öyle zamandayız ki, çok zor dönemden geçiyoruz. Bir tarafta İhsan denen adi herif var, her gün gözümüzün önünde, Hande'yi ondan korumam gerek. Okulda olacak, daima gelecek, sonra kocası olacak adamdan kurtarmam gerek, bilmiyorum içinden nasıl çıkılır."

 

"Sana zamanında demiştim." dedi iç geçirerek konuşan Turgut, geçmiş zamandaki konuşmalarını hatırlattı. "Daha az canını acıtsaydın, şimdi işin daha kolay olurdu."

 

"Pişman değilim, hiç boşuna vicdanıma basma." Geçen zamanda olanları ve şimdi geldikleri hali hatırladığında kendinden emin konuştu. "Keşke daha sıkı bağlasaydım elini kolunu, hiç uçmasaydı ellerimden."

 

"Bu akıllanmaz vallahi." Gülerek konuşan Özcan, karşısındaki adamın tavrına şaşırdı da aynı zamanda. "Sen, rahmetlinin zamanında da böyle hödüktün."

 

"Can çıkar ama huy çıkmaz." Sesinde eğlenir ifade vardı Fatih'in, son olanlardan ötürü keyifliydi. Uzun süre daha zaman geçirdiler, kahvaltıdan sonra ağır şekilde toparlandılar. Yardımcısı Suat geldiği anda kalkan Fatih'le beraber arkadaşları da toparlandı. Okula gitmeden Yasemin'in kabrine uğrayacaktı Fatih, ansızın içinden gelmişti. Daima giderdi ama bugün daha çok içinden gelmişti. Karşısına geçip, 'Ben sana ihanet etmek istemiyorum ama yüreğime söz geçiremiyorum, elimde değil.' demek istiyordu. Tamirhaneyi Suat'a emanet ederek çıkarken teslim edilecek arabaları hatırlattı, elden geçirilmesi, gününe yetiştirilmesi gerekenleri gösterdi. "Halledeceğim Fatih Bey, teslimatları yapar, yetiştirilmesi gerekenleri toparlarım." Yardımcısı, üniversite öğrencisiydi, hem okuyor, hem para kazanıyordu. Özellikle ihtiyacı olan birini almıştı yanına, yardımı dokunsun istemişti. "Sen başla, yapabildiğini yap, ben yarın, bıraktığın yerden devam edeceğim zaten. Hadi kolay gelsin." derken hızlıca tamirhaneden çıktı.

 

Herkes sırasıyla evine dağılırken kendisi, yakınlardaki mezarlığa sürdü aracını, gelmeyeli çok olmuştu. Bir köşeye park ettiği arabasından inerek kapısını sertçe kapattı. Yürüdü, siyah kapıya doğru ilerledi, kapıyı araladı ve içeri girdi. Acıyı, mezar taşlarından öğrenmişti, sarılarak yasını yaşadığı mezar taşlarından... Şimdi kimse larşısına geçip acıdan söz edemezdi. Çünkü acının en ağırını, yaşadıklarına rağmen güçlü kalmayı tercih edenler çekerdi. Hep güçlü olmak istedi Fatih, dimdik durmayı tercih etti. 'Ben bittim, tükendim, neyim varsa kaybettim.' Psikolojisine kapılmadı. Ailesi için dik durdu, kızı için çaba gösterdi. Geride kalanlara değil, kendine tutundu aslında. Günü gelince sevmeyi ertelemedi, 'Hayat karşıma tekrar çıkarırsa seveceğim.' dedi içtenlikle. Ne istediyse, sonuna kadar almıştı hayattan, acıya inat almıştı, daha çok alacaktı.

 

"Ben geldim Yasemin, sana geldim." Yüreğinin derinliklerinde biriken acıyı anlatmak istedi mezar taşına. Elini toprağında gezdirdi, toprağını okşadı. Acısı, ilk gün ki kadar tazeydi aslında, gözlerinin önünde eriyip tükenmişti. Uçmuştu kollarından kuş gibi, bir vedaya bile sığdıramamıştı gidişini. "Uzaklardan bir yerlerden izliyorsan, şimdi ya çok kızgınsındır bana, ya da dediğini yaptığım için mutlusundur. Sen hep, 'Benden sonra sevmeye küsme, kızımızı ailesiz bırakma.' derdin, senin yerini asla tutamayacak ama görsen, öyle merhametli ki, beni bile şaşırtıyor kimi zaman. Tanıdığımda öyle değildi aslında, daha sertti, soğuktu, üstelik sinir bozucuydu. Biraz benim marifetim açıkçası, güvenini kaybettim, şimdi kazanmak için uğraşıyorum. Şimdi beni görüyorsan uzaklardan, 'Yine kalp kırmayı başardın Fatih, aferin sana.' derdin, aslında kalp kırmak diyemem ben buna. Sadece güvenini kaybettim, sahip çıkamadım işte. Sen hep bana, 'Arkadaşlarını dinle, onlar senin kardeşin gibiler, kötülüğünü istemezler.' derdin daima, 'Keşke' demiyorum, bu, güçsüz insanlara göredir, dinlemedim işte. Bana en başta Turgut dedi, Özcan da hep ikaz etti ama ben, kendi bildiğimi okudum.

 

Canını çok acıttım, bilincinde olmadan aşırı yıprattım. Şimdi bunu, kabrinin başında söylemek ne kadar doğru bilmiyorum ama ben, günün birinde çok seveceğimi bilemeden kalbini kırdım. Aslında sorsalar, hem pişmanım, hem çok değil. Daha sıkı tutmam gerekti elimde, serbest bıraktığımda böyle ileri gideceğini düşünemedim. Benden korktuğu için çareyi, güven duygusunu başkasında aramak istedi.

 

Ben, yüreğimdeki seni azat etmek istiyorum Yasemin, hayat bana başka çare bırakmıyor. Şimdi geçmişe takılırsam, kazanamamışken kaybederim, daha sıkı tutmam gerek elimde. Kazannak üzereyken kaybettim başlarda, şimdi de tam kazanmak üzereyken geçmişe saplanarak kaybedemem. Seni asla unutmayacağım, bendeki emanetine çok iyi bakacağım, her zaman geleceğim, kızını sana daima getireceğim. Sende aşkı buldum, onda ise sevgiyi, yaşamak istiyorum sevgisini. Senden sonraki kaderimmiş, canını böylesi acıtmama rağmen hayat, her defasında onu karşıma çıkardı, nereye gitsem onu gördüm, tüm yollarım ona çıktı. Şimdi nasıl inkar ederim, kızımız bile onu çok sevdi. Ne zaman ağlama krizi tutsa, onun kucağında sakinleşerek susuyor, senin yerini hiçbir zaman tutamayacak olsa bile Hande'yi çok sevdi. Biliyor musun, annem gibi katı birini bile yumuşattı, sevgiyle doldurdu. Ben şimdi yüreğimdeki hisleri nasıl inkar eder de kaçarım, tekrardan kaybedemem Yasemin. Senin için ihanetse, ne olur beni bağışla. Yüreğime söz geçiremiyorum, seni çok sevmeme rağmen senin aşkını azat ederek, onun sevgisini yaşamak istiyorum."

 

Toprağı ıslatarak suladı, eliyle okşadı tekrardan. Gitmesi gerekti, önce okula geçecek, ardından akşam üzeri Hande ile buluşarak gerçeği anlatacaktı Fatih. "Seni hiç unutmayacağım, kalbimdeki sevgiye rağmen, yine sana geleceğim, hoşça kal Yasemin." dedi tekrardan toprakla konuşurken. İyice vedalaştı, ardına dönerek demir kapıya ilerledi. Kapıdan çıkarak hızlıca arabasına yürüdü, aracına bindi, anında direksiyona sarıldı. Bundan sonra Hande için öncesinden daha çok çabalayacaktı. Geç kalınan hiçbir hayat, hayat değildi, bunu iyi biliyordu. Yolları hızlıca geçerek okula ulaştığında, arabasını bir kenara park etti. Arabasından inerken kapıyı sertçe kapattığı sırada etrafını inceledi, daha Hande gelmemişti anlaşılan, gelmemesini tercih ederdi zaten. Karşılaşmamayı doğru buluyordu. Park alanından uzaklaşarak okulun kapısına ilerledi, kapıdan geçti, okul kapısından girdi. Akşama kadar tüm işlerini tamamlayarak, Hande'yi karşısına alıp düzgünce konuşmak istiyordu.

 

Sabahtan akşama uzanan vakitlerde sadece kendine zaman ayıran genç kadın, daima annesiyle zaman geçirdi. Güzellik merkezine gittiler, saçlarına röfleler attırırken ucundaki renkleri yeniden boyattırdı. Kalbindeki kırıklığı, kendini değiştirerek gidermeye çalıştı. Hande, oldu olası Yeliz Hanım'la kuaföre gelmeyi çok severdi. Daha güzel zaman geçirirlerdi, kahve eşliğinde saçları yapılırdı. Okulu aradı güzellik merkezindeyken, gelemeyeceğini, rahatsızlığının çoğaldığını izah etti. Kuaförde oturduğu için rahattı ve kalkacak halde değildi, kıpırdadığı anda koluyla bacağı aşırı sızlıyordu. Yeliz Hanım'ın ısrarını kırmak istemeyen Hande, buraya bile tekerlekli sandalyede gelmişti. Neden böyle olduğunu anlayamadı, ilaçlarını düzgün almıştı aslında. Kısa zamanda fizik tedavi doktoruyla tekrardan görüşecekti. Yaptığı jimnastikler iyi geliyordu genç kadına, geciktirdikçe ağrılar oluşabiliyordu. Akşama toparlanmayı umdu, evine koltuk değneğiyle, dimdik yürüyerek gitmek istiyordu.

 

Sürekli boy gösteren astım rahatsızlığı, günden güne çoğalırken soluğu daralıyordu. Güzellik merkezindeki boya kokusu bile daralttığından ötürü, elinde ilacıyla bekliyordu. Çantasından çıkarmış, daha hiç elinden bırakmamıştı. Kalbindeki kırıklık, kişisel sağlığını, bir anda nasıl etkilemişti böyle. Saçlarının rengine dokundurmamıştı, açık kestane olarak kalmıştı ama uçlarıyla çok oynattırmıştı. Renk olarak sarı, kızıl, moru tercih ederek uçlarındaki tutamlara ekletti. Uzun değildi saçları ama çok kısa da değildi, kalçasına uzanmıyordu mesela, sevmezdi aşırı uzunu. Güzellik merkezindeki işlemleri tamamladıklarında, evlerine yakın çay bahçesine gitmeyi teklif eden Yeliz Hanım'ı ısrarla reddetti. "Orada canım çok yandı, gitmem ben oraya." dedi katı şekilde. Tekrardan aynı kişilerle karşılacağını düşündü, o manzarayı görerek canını yeniden yakamazdı. Kısa zamanda kolejden ayrılacak, kocasıyla ilişkisini bitirdiğinde başka mahalleye taşınacaktı. Hatırladıkça canındaki acı daha çok artıyordu, nasıl inanmıştı bakışlarına, nasıl kanmıştı, hâlâ anlam veremiyordu kendine.

 

"Ne olur anneciğim, beni kırma." Neye dayanarak ısrar ettiğini anlamadı. Güzellik merkezinden çıkarak Yeliz Hanım'ın kullandığı arabaya binmişler, indiklerinde ise çay bahçesine çok yakın yere park etmişti annesi, sanki hepsini önceden planlamıştı. İnmesine yardım ederek bindirdiği tekerlekli sandalyesinin önünde eğilirken yakarırcasına baktı kendisine. "Sen orayı çok seviyorsun, insan bir başka insan için sevdiği mekana küser mi hiç, oranın günahı ne? Ayrıca tekrar karşına çıkarlarsa, görmezden gelirsin, olur biter. En ağır cevabı verirsin kendilerine böylelikle. Ben sanmıyorum zaten daha göreceğini. Tamam, mahalle biraz küçük ama üst üste gelmezler, hem gelseler bile, bundan ne zamana dek kaçacaksın." Kendini dinlettirmek için mecburen böyle konuşacaktı Yeliz Hanım, bir kere gelse, hepsi çözülecekti. Daha güzellik merkezinden çıktıklarında Fatih'e sert şekilde mesaj atmış, 'Hande'yi zor bile olsa ikna edeceğim, gelmezsen daha şansın olmayabilir, onu sonsuza dek kaybedersin.' demişti. İknası sahiden çok zor oldu, bayağı uğraştı. Kendisini kıramadı nihayet, istemeyerek bile olsa kabul etti. Sandalyenin ardına geçerek sürerken yüzündeki tebessümü Hande hariç herkes görüyordu.

 

"Ben sana demiştim, buranın havası iyi gelecek, açılacaksın demiştim." Ufak masanın üzerindeki limonatasını yudumlarken annesine göz devirdi. Sevmişti ama gelmemeyi daha çok tercih ederdi. Ayrıca bugün Yeliz Hanım, epeyce şaşırtmıştı kendisini. Son ameliyatının ardından epeyce değişiyor, başlarda tam toparlanamasa da, bugün sanki her zamankinden daha iyiydi. Kendisini sandalyeye bindirip indirirken, araba kullanırken, bunca eylemi gerçekleştirirken epeyce rahattı, bedensel olarak güçlüydü. "Ben burayı zaten seviyorum ama gördüğüm manzarayı unutamıyorum anne, görecektin nasıl bakıp gülüyorlardı birbirlerine, hatırladıkça kanım çekiliyor." Dün akşamki manzarayı, anlatırken tekrardan hatırladı. Bir taraftan kızını dinlerken diğer taraftan yolu kontrol ediyordu Yeliz Hanım, hemen yakınlarında park alanı vardı. Beklediği lacivert araba, çok sürmeden gelerek alana girdiği anda, hemen yerinden kalkarak karşısına baktı. "Ne oldu?" dedi kaşları çatılan genç kadın. "Neden kalktın şimdi?" Bir tuhaflık vardı ama çözemedi, çözmeye çalıştı.

 

Hande, yanındaki annesinin baktığı yere bakarken tekrar hayal kırıklığına uğradı. Arabasını park ettikten sonra inen genç adamı gördü, kendilerine bakarak aracının kapısını örttü, o tarafa doğru ilerlemeye başladı. "Böyle ısrar etmenden anlamalıydım zaten!" Sesi buz gibiydi genç kadının, ne beklemişti ki. Zaten Yeliz Hanım, her türlü Fatih'i kayırır, çok severdi onu, önceden anlaması gerekti. Yanlarına gelen adam yaklaştıkça, sinirleri daha çok gerilen genç kadın, sağlam koluyla sandalyesini geri çekti. "Ben gidiyorum, sen buradan öte devam edersin." Canını daha çok acıtıyorlardı, buna şimdi asla müsaade etmeyecekti. "Sana da böylesi yakışırdı." dedi karşısındaki annesine ağır şekilde tepki gösterirken. "Dur kızım." Sandalyesinin ardına geçerek durdururken genç adama doğru ittirdi. "Seni getirmemi Fatih istedi, hayatında kimse olmadığını ben biliyorum ama sana o izah edecek." Yanlarına gelen adama yorgunca ve yakaran bakışlarla baktı. Bir an önce çözülmesini istiyordu. Yüzünü sinirle buruşturdu Hande, hayatında kimse yoksa, o kadın kimdi? "Siz biraz uzaklaşın, ben konuşmam bitince size teslim edeceğim." derken kendinden emindi genç adam, hızla, koşar adım ilerleyen genç kadını izledi kısa süreliğine. Yalnız kalmalarını isteyen Yeliz Hanım, anında koşarak uzaklaşmıştı.

 

"Bana kırgın mısın?" Yere eğilerek, sandalyesinin önünde diz çöken genç adam, kadının yanağına dokundurdu. Baş parmağıyla okşadı yanağını, şimdiden bedeni titremeye başladı, ses çıkarmadı. İnsan böyle bakan birine nasıl karşı koyabilirdi? "Küsüz belli ama bana haksızlık ediyorsun, keşke önce dinleseydin Çalıkuşu." dedi yüzündeki tebessümü gizlemek için uğraşırken, şimdi ciddi olması gerekti. "Sevgiline de böyle 'Çalıkuşu' diye sesleniyor musun?" Bildiğin tavır alıyordu, oysa şimdi koşarak uzaklaşması gerekti. Buna bile gücünü yetiremeyecek kadar acizdi, neyine güveniyordu da, böyle bir adamdan ilgi bekleyerek tavır alıyordu. "Seslenmiyorum." Yüzündeki alaycı gülüşe engel olamadı Fatih, dudaklarını birbirine bastırdı, şimdi kahkaha atmak istemiyordu. "Çünkü o, benim sevgilim değil." Yüreği ansızın ferahlamaya başlarken hafifçe, inanmak istemedi başlarda. "Yalan söyleme, gördüm ben sizi, Yasemin de yanınızdaydı. Beni düşünmedin, kızına olan sevgimi de mi düşünmedin?" Sabah söylediği kelimeleri tekrardan döktü dilinden. "Yalan değil, hayatımda hiç kimse yok." dedi tebessüm ederken, böyle tatlı şekilde hesap soran birine sakin, tebessümsüz kalmak elinde değildi.

 

"Bir kere, Yasemin'i kimsenin, senin kadar güzel sevebileceğine inanmıyorum. Şu yanlış anladığın meseleye gelecek olursak, benimle burada gördüğün kadın, sevgilim değildi. Rahmetlinin kız kardeşi, yani Yasemin'in teyzesiydi. Yargısız infaz etmeden önce dinleseydin, daha çok memnun olurdum ama yadırgamadım, yanlış anlaman normal." Sandalyenin köşesinde duran elini tuttuğunda, zoraki yutkundu kadın, ne yaptığını çözemedi, neden elini tuttuğunu anlamadı. Elinin ortasındaki yüzük parmağına parmağını uzatan genç adam, parmağındaki yüzüğe dokundu kadının. İçi titredi Hande'nin, sanki kalbi, kısa süreli titreşime geçmişti. Titreyerek çarpıyor, ağzının içine sığmıyordu. Yavaşça, çok ağır şekilde parmağındaki alyansı oynatarak haraket ettirdi. Ağır şekilde, canını acıtmamaya özen göstererek sıyırmaya başladı. Yukarı doğru düzgünce çekerek parmağından çıkardı. "Senin de olmasın." dedi soğuk şekilde. Yüzüğü kadının avuçlarına bıraktı. "Bir süre görüşemeyebiliriz ama görüştüğümüzde, karşıma daha farklı çık." Kendinden çok emindi, madem kadın kendisine, böyle hislerle geliyordu, o da bunları ima etmeye mecburdu. Yüzüğü avucunda kavradı kadın, daha asla parmağına takmamaya ant içti, bir daha da böyle önyargılı davranmayacaktı.

 

"Şimdi anlaştık mı?" dedi kadına tebessüm ederken, yaptığından utansa bile sessizce başını sallayarak adamı onayladı genç kadın. İkisi birden tebessüm ettiler birbirlerinin gözlerinin içine bakarken. "Hadi gel bakalım, şimdilik annene teslim edeyim seni." Yerinden doğrularak sandalyesinin ardına geçti, hızlı şekilde ittirdi sandalyeyi. Konuşmalarının tamamını anlamıştı 'Şimdilik annene teslim edeyim.' derken oradaki 'Şimdilik' kelimesini idrak edememişti. Kasanın önünde ödeme yaptıktan sonra kendilerini bekleyen Yeliz Hanım'a doğru ilerletti kadının sandalyesini. "Biz meseleyi çözdük, sanıyorum ki tekrar bana kırılmazsa, bu olayı çözdük." Gülerek konuşurken kadının önyargılı tutumunu alayla karşıladığını belirtti. Utansa bile ses çıkarmadı genç kadın, özür dilemek istemedi. Her olana özür dileyecek kadar kendini ezmeyi sevmiyordu. Gördüğü manzarayı böyle karşılaması, kendince normaldi. "Şimdilik size teslim ediyorum ama günü geldiğinde, sizden geri alacağım." Söyledikleriyle kaskatı kesilirken tekrardan sessiz kaldı genç kadın. Konuşmayı deli gibi isterken sessizliği tercih etti. Anlamıştı, 'Şimdilik' derken ne ima ettiğini. Keşke anlamasaydı, kıpkırmızı kesilmiş, tek kelime edememişti. "İnşallah." dedi ima içinde gülerek cevaplayan Yeliz Hanım.

 

Evine döndüğünde geç saatlerdi Hande için, daha arabada annesiyle hiç konuşmadı. Sandalyeye binmek istemedi, dinlenmişti, ağrıları çok az bile olsa geçmişti. Yürüyerek, adımı üzerine basarken koltuk değneğine tutunarak indi. "Sandalyem sende kalsın." dedi sakince, şimdi onu eve taşıtmakla uğraşamazdı. Rahatsızlanarak bunalırsa zaten annesi getirirdi. "Yarın görüşeceğiz nasıl olsa, bugün olanlar hakkında konuşacağız hem, hem de beraber bir yere gideceğiz." Ne konuşacaklarını tahmin ediyordu Hande, büyük ihtimalle Fatih'e olan hislerini sorgulayacaktı. Altı senedir en iyi arkadaşı annesi olmuştu, tabii ki de çekinmeden anlatacaktı. Biraz utanacaktı ama varsın olsun. İçini sıkıştıran ne varsa izah edecekti. "Konuşuruz tabii ama gideceğimiz yer neresi?"

 

"Büyük ihtimalle Fatih, az önce sana söylemeyi unuttu, söylemekten çekinmiş de olabilir." derken şaşkınlıkla kaşları çatıldı genç kadının. Neyi söylemesi gerekti, anlayamadığı gibi şaşıp kaldı. "Yarın rahmetlinin, yani Yasemin'in annesinin senesi var, camide toplanacaklarmış, ben davet edildim, senin de gelmeni isterler." İstemekle nasıl olacaktı, hiç çağıran olmamıştı. "Yani çağıran olursa gelirim, yarını bekleyelim, kimse söylemezse gelmem." Yürürken evine doğru zorlanarak ardına dönüp tersçe baktı. "Rica ediyorum anne, buna da müdahalede bulunma, milleti arayıp 'Hande'yi çağırın' deme. Her halta karışıyorsun, bunu da yaparsan çok ileri gitmiş olursun. Gururumu kırmaya hakkın yok, böyle ilerlersen seninle tüm irtibatımı keserim." Sözlerinde kararlılık vardı, bakışları, konuşmalarından bile keskindi. "Saçmalama, zorla davet mi ettirilir, onlardan biri mutlaka çağırır seni zaten. Ben senin gururunu kıracak hiçbir şey yapmadım bu zamana kadar, en ağır suçları işlerken bile daima seni düşündüm. Şimdi yaptıklarım boşuna mıydı, bir yanlış anlaşılmayı düzelttim. Seni düşürüp senin adına konuşup zorla seni davet ettirecek kadar düşmedim daha." Kapıyı açarken diğer taraftan da kadını dinliyordu. "Teşekkür ederim." dedi soğuk şekilde, kapıyı aralayarak evine girdi. Kapıyı ardından kapatarak, anahtarını konsola bıraktı. Çantasını asarken üzerindeki monttan kurtulmak için büyük çaba harcadı. Koluyla bacağındaki ağrı, daha tam manasıyla geçmemişti.

 

Daha adımını attığı ilk dakikalarda, kayınvalidesi Seher Hanım'la, meşakkatli bir tartışmaya tutuldular. Canına yettikleri, canının tam içinde taşıdıkları vardı, doluydu gökyüzü kadar. Yağmurdan önce gök gürlerdi ya hani, doluyu kusmaya hazırlanırdı gökyüzü, şimdi Hande, tam olarak öyleydi. İçini dolduran yağmur tanelerini serbest bırakıyordu yüreğinden. "Seni utanmaz, rezil, Allah senin belanı versin!" Tartışma alevlendiğinde, Seher Hanım'ın içini dolduran öfke kasvetlendi, anında cümlesini oluşturdu. "İçeride kocan sarhoş, baş ağrısıyla uyuyor, sen; Allah bilir nerede keyif peşindesin." Başını aşağı eğmedi, bunu yapmayı, son zamanlarda gözlerine bakmaktan korktuğu adamdan öğrenmişti. 'Gözlerine bakmaktan korktuğun tek kişi, ben olarak kalmak istiyorum.' demişti kendisine. Dudaklarında acı tebessümle, cesurca bakarken gözlerine, kendini kinini bırakmaya hazırladı. Kendisinden çıkacaktı şimdi tüm düşünceleri. "Siz oğlunuzu yetiştiremediğiniz için ben suçlu değilim. Kusura bakmayın, sizin eğitemediğiniz, duygusuzca yetiştirdiğiniz sorunlu evladınız, benim mesulüm değil." Yaprak misali döküküyordu kelimeler, önce yüreğinden, ardından dudaklarından.

 

"Sen kimsin ki mesul olacaksın zaten, dua et de, o senin sorumluluğunu üstlenmekten bıkıp seni kapının önüne koymasın. Sen benim evladımı muma çevirdin önünde, senin yüzünden eve sarhoş geliyor. Kadınlık etseydin böyle olmazdı, becereksiz, kabiliyetsiz! Çok parası olan Yeliz Annen hayatına girmese, sen iş de bulamazdın, girdiğin yere bile torpille girdin."

 

"Tabii, şu an torpille girdiğim işimden geliyorum Seher Hanım, sabah oğlunuzun eline harçlık verebilmek için etüte kaldım. İzninizle, dinleneceğim, içinizdeki pisliği sonra kusarsınız. Tabii aradığınızda beni bulabilirseniz, bolca dökersiniz içinizi." Kaldığı odaya doğru ilerledi, ardında şaşkınlıkla kendisine bakakalan kayınvalidesini bıraktığını biliyordu. Son cümlesine şaşkındı, çünkü cümlede boşanacağını ima etmişti ama anlamadığına, sadece merak ettiğine emindi. Ne demek istediğini merak etmişti kesin, boşanmak istediğini düşünemezdi. Kimselerin aklının ucundan bile geçmezdi, inanası gelmezdi insanların. Kendi bile inanamıyordu ayrılacağına, hayret ediyordu verdiği karara. Kendine olan şaşkınlığı, vazgeçeceği anlamına gelmezdi. Sımsıkı tutunacaktı kararına, her kadın gibi, kendinin yuvası olacaktı. Üzerine pijamalarını, odanın ebeveyn banyosunda giyindi, kapıyı aralayarak banyonun dışına çıktı. Yatakta uyuyor olsa bile kocasının yanında, artık giyinmediği gibi, onunla aynı yatağa da girmek istemiyordu.

 

Şifonyerin önününe oturarak aynadaki yansımasını izledi. Yaşamak yorgunuydu şu günlerde, gözlerinin altına yansıyordu halsizliği. Çantasının içine, elinde tuttuğu alyansı nasıl atmışsa, bulamayacağı kadar dibe gitmişti. Umrunda değildi, çıkarmıştı, daha asla takmayacaktı. Yüzündeki makyajını, mendili tenine bastırarak temizlemeye çalıştı. Boya lekeleri dağılınca ıslak mendil kullandı, biraz uğraştırsa bile temizlemeyi başardı. Koluyla bacağına, sabaha oranla şimdi daha iyi haraket ettiriyordu. Yerinden, önündeki şifonyerin üst tahtasına tutunup destek aladak doğruldu. Yüzüğü çıkarmışken yatağa giresi hiç gelmiyordu aslında, yalnız yatmayı istiyordu. Yatağın ucuna otururken yanındaki adamdan gelen alkol kokusu, soluksuzca yutkunmasına neden olurken astımının tekrar tutmaması için sessizce dua etti. Şifonyerin üzerindeki çantasında kalmıştı ilacı, gidip onu alamayacak kadar savunmasız hissediyordu kendisini. Yanındaki kocasından gelen homurdanışlara göz devirmemek için durdurdu kendini. Ne kadar rahattı, eve öylece alkol alıp geliyordu; bunu gören kayınvalidesi ise oğluna değil, kendisine kızıyordu. Zorlanarak bacaklarını kendisine çekerken ellerini birbirine bağlayarak parmaklarıyla oynadı. Yolun sonuna geliyordu, Neslihan Hanım'ın inşa ettiği bir hayat daha hasarlı çıkmış, şimdi artçı depremlerle dağılmaya başlıyordu.

 

"Hande..." İsmini sayıklayan adama azıcık kendini çevirirken göz ucuyla baktı sadece. Kendisini görmüyordu, gözleri kapalıydı, öylesine sayıklıyordu. Eli, kadının kenarda duran koluna değerken kendini geri çekmek istedi ama başarılı olmadı. Çekmek istedi, ufacık temastan bile rahatsız oluyordu genç kadın. "Ben sadece seni seviyorum Hande, bu hayatta sadece seni sevdim." İnsan sarhoşken, hep gerçekleri söylerdi zaten. İnanıyordu sevgisine, sevgi yalan olmazdı, kendisine rol yapacak değildi. Aksi taktirde, evlenmek istemezdi zaten, evliydiler ve kendisini seviyordu. Fakat seviyor olması, evliliğe devam edebileceği anlamına gelmiyordu. Sevmek kimi zaman, tadını kaçırırsak anlamını kaybederdi, Aras'ın sevgisi, hırsların üzerine kuruluydu. "Hanımefendi." Konuşmaları devam eden kocasına tamamen kendini döndürerek ne dediğini anlamaya çalıştı. Yarı açıktı şimdi gözleri, kendine gelmeye çalışan hali vardı. "Siz çok güzelsiniz ama ben sizi değil, Hande'yi seviyorum. Ben evliyim, karımı çok seviyorum, olmaz, kabul edemem sizi." Sinirle soluğunu dışarı üfledi, gerçekten artık tahammül edemiyordu. O an en çok kocasının sadakatini görmek canını sıktı. Evet, buna rağmen boşanacak, kararından dönmeyecekti. İyi yanlarınun olması, onun geçinilebilecek insan olduğu anlamına gelmezdi. Herkesin içinde bir iyi mutlaka vardı, her iyi gözükenin içinde de mutlaka kötü oluyordu. Kimse tam manasıyla ne iyi olabiliyordu, ne kötü.

 

"Aras kalk." Sinirle konuşurken kayınvalidesinin aşağıda dediklerini anımsadı, akıl alır gibi değildi. Neyse ki son hakaretleri olacaktı. Kararını vermiş, yarın akşam düşüncesini açıklayacaktı. "Kalk dedim sana, kalk toparlan, git duşa gir, alkol kokusundan kurtulmazsan ayrı uyuyacağım." Aslında kalkmaya bahane arıyordu zaten, yüzüğü çıkarmışken aynı yatağa giresi yoktu. "Hande." Gözlerini tamamen açarken kendisine dikkatle bakakalan genç adam, usulca yataktan doğruldu. "Ne ara geldiğini bilmiyorum, ben az önce sızmışım." Konuşurken sesi hâlâ pürüzlüydü, annesi kahve içirmişti anlaşılan, ağırdan kendine geliyordu. "Ben mekanda sandım kendimi, seni başkası sandım, sen ne ara geldin?" Yüzünü sinirle buruşturdu, sakin kalmaya çalıştı. Başkalarına sinirlenerek devamlı surat asmak istemiyordu aslında ama elinde değildi. "Geldim hayatım, aşağıda önce kişiliğime bir temiz hakaret yedim, sonra buraya, odamıza geçtim." Kayınvalidesinin dediklerini ima içinde aşılarken kocasına, kendini çok az geri çekti. Rahatsız olduğu alkol kokusu, midesini bulandırmaya başlamıştı.

 

"Seni annem mi sinirlendirdi?" Sorması bile tuhaf geldi kendisine, sanki bilmiyordu ailesinin huylarını. Başını sallamakla yetindi, daha ileri giderek konuşmak istemedi. "Sen aldırma ona, bırak ne derse desin, ben seni çok seviyorum." Yanındaki adamın tamamen kendisine gelerek söyledikleri, kadının istemsizce dudaklarından gülücük firar etmesine neden oldu. Kıkırdadı kendinden bağımsız, durduramadı kendisini. "Böyle gülerek imalarda bulunma bana Hande, ben seni gerçekten seviyorum. Öylesine arkadaşlarla mekana gittik ama sen işteydin, ondan çağırmadım, hem zaten gelsen bile sıkılırdın. Yarın istersen beraber zaman geçirelim, sadece ikimiz olalım, yine istediğin çay bahçesine gideriz." Hazır konu açılmışken, yarın geç saatlere kadar dönemeyeceğini izah edecekti. Kendini tamamen geri çekerken iyice doğruldu. "Yarın anneme gideceğim, Yeliz Annemle olacağım tüm gün, işyerinde de birkaç özel dersim olacak." Sadece başını salladı dediklerine karşılık, aslında yalan söylüyordu ve kocası bunlara çok çabuk inanmıştı. Nasılsa yarın akşam döndüğünde aklındakilerin tamamını anlatacak, tek kararda izah edecekti. Yarın ki daveti atlatmak istiyordu sadece. "Tamam, ben banyoya gireyim o zaman, sen dinlen." Yataktan kalkarak odadaki banyoya doğru ilerlerken kocası, kendisi de rahatlıkla yatağa hızlıca, rahat şekilde uzandı. Bugünü düşündü sadece, sabah kırgınlığını anlatışını, sonra akşam o kırgınlığın tamamen nasıl geçtiğini anımsarken içini kaplayan huzurla örttü gözlerini.

 

Genç adam, akşamın geç vakitlerdinde evine dönerken yaşananların zihninde yarattığı yorgunlukla savaş veriyordu. Yeni girdiğinde evin bahçesine, dış kapıda karşıladı kendisini annesi, "Hoş geldin anmeciğim." dedi tebessüm içinde. Bakışlarını çözdü Fatih, kendisine anlatmak istedikleri vardı sanki Nurcan Hanım'ın. İçeriye ilerlerken, "Yasemin uyuyor mu?" dedi merakla. Ortalık sessizdi ama tam değil, anlaşılan sadece çocuklar uyumuştu. "Zor bile olsa yatırdım çok şükür, boş ver onu, benim sana göstermek istediğim detay var." Elinde çerçeveyle oğlunu bekleyen Nurcan Hanım, elindeki çerçeveyi ona uzattı, almasını bekledi. Kaşlarını çatarak elinden çerçeveyi refleksle alan genç adam, merak içinde baktı fotoğraf çerçevesine. Çizim vardı üzerinde, çiçek çizilmiş, çerçeve haline getirilmişti. "Bu ne?" Bakışlarındaki merak daha çok arttı, çizimi düzgünce inceledi. "Hande, benim için çizmiş, işin ilginç tarafı, çizimlerinin altında bundan sonra kendini ifade eden amblem olacakmış." Söylediklerine karşılık, çerçevenin hemen altına bakarken yüzünde anında, sırıtan bir ifade oluştu. 'Çalıkuşu' resmini, ufak şekilde mahlas olarak işlemişti. "Bana anlattığına göre, böyle karara varmış. Bana kalırsa, vardığı karar tesadüf değil, senin devamlı kendisine 'Çalıkuşu' demenden etkilendi, işlerin buraya varacağı belliydi. Gittikçe sana daha çok bağlanıyor, ilmek misali işleniyorsun kızın yüreğine, ne olur oğlum, bir adım daha atma, yanarsın, vallahi kül olursun. Ben her zaman ona destek olurum ama sen geri çekil, beni bağladın, kendin bağlanma." Elindeki çerçeveyi masanın üzerine bırakırken yüzünde gergin ifade oluştu. Dönüyor dolaşıyor, aynı meseleyi geliyorlardı, annesi tam manasıyla düzelmiyordu.

 

"Yine başlama anne, geldiğimiz noktadan ben gayet memnunum, tarafımı uzun zaman önce seçtim. Ayrıca bana şimdi gösterdiklerin çok hoşuma gitti, farkında olmadan bile beni mutlu ettiğin için teşekkür ederim. Sana rahmetliden sonra kalbimi hiç kapatmadığımı, mutlaka günün birinde tekrar seveceğimi sürekli izah ettim. Sen anlamamak için hep direndin ama kabullensen iyi edersin, benim için Hande'den ötesi yok, eğer bunun adı sevmekse, evet seviyorum. Sonuna kadar, deli gibi aşığım hem de, kabul ediyorum. Biliyorum, taşıması çok zor, durumu Yasemin'den daha ağır ama zerre umrumda değil. Ben hepsini göze aldım. Sana daha kaç kere söyleyeceğim, biz acı çekiyoruz diye dünya da durup bizimle beraber dönmeyi bırakmayacak. Hayat bir şekilde akıp gidecek."

 

"Sen de evlat sahibisin, beni anlaman gerek. Ben sizin canınız yanacak diye her gün tetikte bekliyorum, yazık değil mi bana? Hatırlasana, Yasemin'i unuttuğun gün ne kadar pişmandın, üzgündün. Çok ağladığı için daha çok üzülmesin diye, kıyamadığından ilaç bile içirmemiş, hiç kollarından indirmemiştin. Evlat çok değerli, senin evladın nasıl sana değerliyse, siz de benim için aynı değerdesiniz. Şimdiden o kızın acılarını üstlenmeye başladın, sevdikçe derdin daha çok artacak. Ben sizin gözlerimin önünde yok olmanızı istemiyorum. Yalan bu dünya, ölüm varken sevmek olmaz. Zararın sadece kendine değil Fatih, ateşin ucu bana da dokunuyor! Hande'ye sadece merhamet etmek isterken farkında olmadan bağlanıyorum. İnci ile yarım kalmış neyim varsa onunla yaşamak istiyorum, bu beni korkutuyor. Daha ilk gördüğümde onu, şu evin kapısından sen ilk getirdiğinde, bana rahmetliyi hatırlatmıştı, yapma ne olur. Daha ileri gitme, burada kestirip atalım, bitsin. Ölecek, ölüm hak, bir gün onu da bulacak. Yasemin gibi zamansızca çekip gidecek, ben öyle bir kadınla tekrardan imtihan edilmene razı gelemem!"

 

"YETER!" Sesinin hiddeti, küçük gecekondunun içini sarmaladığında, evdeki herkes ürkmüştü. "Sakın bir daha sevdiğim kadının adını ağzına alma, Yasemin öldü; kuş gibi uçtu kollarımdan, kollarımın arasında can verdi, bir daha geri gelmeyecek! Yattığı toprağın altında rahatsız etme onu, rahat bırak! İstediğin kadar çırpın, Hande; o adamdan ayrılacak, ikinci baharım olacak, ne gerekirse yapacağım, o kadın için çaba sarf edeceğim, tekrar gelecek bu eve ama bir farkla, benim 'Sevdiğim Kadın' olarak gelecek! Senin o vazgeçilmez kaybetme korkuna rağmen, ölümün ürkütücülüğüne inat tekrardan seveceğim!"

 

Sözleri, ölümden de ürpertici olmuş, Nurcan Hanım'ın yüreğine, kor bir ateş düşürmüştü. Bundan sonrası kaçınılmazdı, öyle net konuşmuştu ki evladı, daha diyecek söz bırakmamıştı kendisine. Fatih, verdiği sözleri tutardı. Olan olacaktı ve önüne geçemeyecekti. Konuşmasını acımasızca bitiren genç adam, hızlıca odasına girdi, sinirliydi ve kini en çok kendineydi. Aylar geçmişti, Hande'yi daha erken kazanabilirdi, bunca acıyı çektirmeyebilirdi ona ama tüm yaşananlar kontrolü dışında gerçekleşmişti. Çalışma masasına oturarak başını elleri arasına aldı. Sabah tamirhanede ettiği sözleri anımsadı, kahkahalarla gülmemek için zor tuttu kendisini. "Ben bu kadınla ne yapacağım?" dedi istemsizce gülerek. Köşedeki kağıtlığından temiz bir kağıt çıkararak, aynı şekilde düzgünce de kalem aldı. Yazdıkça yuvarlanarak aşağı akan kelimeler, uzadıkça uzadı. Sayfalara sığmadı, kağıtlar dolusu çıktı. Hande'ye teslim etmek üzere uzunca bir mektup yazan Fatih, son cümlesini de tamamladığında, elindeki kağıtları birleştirdi. Sıralı şekilde zarfa yerleştirerek, kağıtlarla kalınlaştırdığı zarfın ağzını düzgünce örttü. Kendisi teslim edemezdi, annesine de çok güveni yoktu. 'Teslim ettim' der ama vermeyerek yırtıp atabilirdi. Şimdi sergilediği haraketlerine bakılacak olursa, bunu beklerdi ondan. Seda ile gönderecekti. Özellikle Hande'nin eline vermesini isteyecekti, aldığından emin olmasını istiyordu. Yüreğinden geçenlerin tamamını kağıda döken genç adamın, şimdi bunu geriye kadına ulaştırması kalmıştı.

 

Çok geç bile kalmıştı aslında bunu yapmak için, şimdiye çoktan yazması gerekti. Yazdıklarını yüzüne de söylerdi ama neticede evliydi, böylesi daha yakışık alırdı. Yarını atlatmalarını bekleyecek, sonra kardeşine teslim edecekti, hemen yarın vererek tüm olayları birbirine karıştırmak istemiyordu. Yarın ki daveti düzgünce atlatmak istiyordu. Daha az önce görüşmelerine rağmen Hande'ye gelmesini söylemekten çekinmişti ama Nurcan Hanım mutlaka çağırırdı. Çünkü o, Hande'ye çoktan bağlanmış, bildiğin kördüğüm olmuştu, daha kopamazdı. Korktuğu Fatih değildi aslında Nurcan Hanım'ın, en çok kendisi bağlanmaktan korkuyordu. Bu da çoktan gerçekleşmişti, artık kopamazdı. Üzerine çok gitmiyordu annesinin, çünkü onu iyi tanıyordu. Yazdığı mektubu düzgünce çalışma masasının kilitli çekmecesine bıraktıktan hemen sonra yerinden hızlıca kalktı. Yatağına ilerlerken şimdi aklında, kehribar gözlü 'Çalıkuşu' vardı sadece, herkes gitmiş, o kalmıştı yüreğinde genç adamın. 'İçinde senin olduğun bir dünya kurdum' demişti sabah kendisine, nasıl unuturdu söylediğini. Üzerini değiştirerek yatağına girdiğinde, zihninde hâlâ sabah sarf ettiği sözler canlanıyordu. Yazdığı mektupta, tüm sözlerine karşılık vermişti aslında, bundan sonra sadece o kadın için çabalayacaktı.

 

Güne gözlerini erken aralarken kocasının yanında olmadığını görmek, Hande için daha iyi olmuştu aslında. Kenardaki komidinden telefonunu alarak saate bakarken daha alarm çalmasına çok olduğunu anladı. Zaten yanındaki adam, hep kendisinden önce çıkardı. Kendisine yardım edecek kimse olmadığına göre, erken kalksa iyi olacaktı. Uyku tutmamakla beraber, ağır hazırlanacağından ötürü alarmdan önce kalkmayı mantıklı buldu. Bugün işleri çoktu, önce annesine uğrayacaktı, dün söz vermişti. Bugün Yeliz Hanım'la yüzleşecek, kendisi için çok zor bile olsa, yüreğindekileri ona itiraf edecekti. Birine açılmaya çok ihtiyacı vardı, diretmeden izah edecekti. Oradan çıkınca okula gidecekti, vermesi gereken birkaç dersle uğraşacak, öğrenci velileri ile özel görüşme sağlayacaktı. Daha sonrasında ne yapacağını bilmiyordu ama çağırmazlarsa asla gitmeyecekti davete. Yataktan kalkarken bacaklarını zorlanarak bile olsa aşağıya sarkıttı. Üzerinde dün yaşananların etkisi vardı, anımsadıkça istemsiz tebessüm etti. İhtiyaçlarını ağır şekilde karşıladı, kıyafetlerini belirledi önce, ardından lavaboda işlerini halletti. Çok yavaş şekilde üzerini giyindi, giyinme işlemi bitince, çıkardığı geceliğini dolabına bıraktı. Koltuk değneğine sıkıca tutunarak, çok eğilmeden, yatağının üzerini alalade kapatmaya çalıştı. Yapabildiği kadar örtüyü kapatarak belini yukarı kaldırdı. Şifonyerin üzerine bıraktığı çantasını alarak odadan çıkarken kapıyı ardından kapattı. Derin soluk alarak adımlarını salona doğru ilerledi.

 

Evden çıkmadan Seher Hanım'la tekrardan tartışmışlardı ama kavga değildi, bu defa ki haraketinde, kayınvalidesinin merhametsizliğine tanık olmuştu. Kahvaltı bile etme gereksinimi duymadan evden çıkmaya hazırlanırken ardından seslenmişti kendisine. "Yakında memlekete geçeceğim, uzun süre kalmayı düşünüyorum." Konuşmalarına aldırmadı, Seher Hanım döndüğünde, Hande olmayacaktı zaten, üzerine durarak takılacak değildi. "Zehra zaten kursa gidiyor, eve geldiği saat belirsiz. Yani anlayacağın, ardını toplayacak kimsen kalmayacak." Güldü. Sanki ne topluyordu, yatağını bile sakat haliyle kendi düzeltmişti. Şu an evden kahvaltısız çıkıyordu, annesine gittiğinde doyuracaktı karnını, bu muydu ardını toplamak? "Kaderine ev işleri kaldığında, ne halt edeceğini çok merak ediyorum. Sana değil aslında, zavallı oğluma acıyorum. İnşallah bu bahaneyle, biraz kadın olmayı öğrenirsin." Sakin kalmayı nasıl başarabilirdi, insan böyle sözleri nasıl yutabilirdi. Güçlü duracaktı karşısında, bağırırsa gözleri dolardı, sesini yükseltmeyecekti. İnsanı ağlamak değil, sesini yükseltmek güçsüzleştirirdi, her zaman sürekli sesini yükseltmeyi sevmezdi, bunu yerine göre yapmayı tercih ederdi. Genelde sabrını korumakta başarılı olurdu. Boğazını temizlerken bakışlarını kadına çevirdi, gözlerinde hayal kırıklığı vardı. Belki 'Düzeltirim' umudu ile daima huyuna gittiği kayınvalidesinden sözünü çekmeyecekti.

 

"Halimi görüyorsunuz, nasıl böyle sözler edebiliyorsunuz? Tamam, anladım, beni hiç sevmiyorsunuz ama hesabını veremeyeceğiniz sözleri, sevmediğiniz insanlara bile edemezsiniz. Nereye giderseniz gidin Seher Hanım, dün söyledim, bugün tekrar söylüyorum. Sabrımın sonlarındasınız, böyle devam edin, yakında beni bulamayacaksınız. Sizi Allah'a havale ediyorum, yolunuz açık olsun." Üzerine geçirdiği montunun düğmelerini ilikledi, koluna çantasını sıkıca taktı. Kapıyı aralamışken ardından gelen sesi dinledi, hiç değişmeyeceğini tekrardan anladı. "Ben de seni ev işlerine havale ediyorum canım, yokluğumda altından kalkabilirsin inşallah." Kapıyı kapattığı an, önüne döndüğünde karşıdan gelen arabayı gördü. Çağırdığı araç gelmişti, hazırlandıktan kısa süre sonra çağırmış, şimdi de beklemek zorunda kalmamıştı. Zorlansa bile olsa yardım istemeden arka koltuğa binerken bacağını kapı aralığından güçlükle çekti, arabanın kapısını kapattı. Yeliz Hanım'ın evinin adresini taksiciye veren Hande, ardına yaslanarak yolun bitmesini bekledi. Şimdi çok değer verdiği annesine aklındakileri itiraf etmek, kendisi için aşırı zor olacaktı. Buna rağmen içinden geçen tatlı heyecana engel olamıyordu. Yüreğindeki hisleri açmaktan, utandığı için korktuğu kadar, keyif de alacaktı. Yakın sürede geldiklerinde ücreti ödeyen genç kadın, ağırca taksiden inerek ardından arabanın kapısını örttü.

 

Yeliz Hanım tarafından kapıda karşılanırken annesine sımsıkı sarıldı, en çok ona sığınabiliyordu bu hayatta. Birbirlerine, daha dün uzunca görüşmelerine rağmen sıkıca sarılırlarken, "Gel çabuk." dedi kendisini kolundan tutarak içeri çeken annesi. Bugün anlaşılan dünden daha bol zaman geçireceklerdi. Kahvaltı masasına oturmuşlardı önce, Yeliz Anne'sinin sofralarını genel anlamda çok severdi Hande, özellikle kahvaltı masasından hoşlanırdı. İştahla kahvaltısını ederken aklına tekrardan Seher Hanım'ın sözleri geldi. Akıl alır gibi değildi, nasıl böyle kinci olabiliyordu. Neyse ki gidecekti ve uzun süre karşılaşmayacaklardı. Döndüğünde onu görmemeyi umdu Hande, uğraşamayacak kadar halsizdi. Bugün akşam üzeri eve gittiğinde, kararını düzgünce açacaktı. Şimdi kahvaltı masasında, karşısında oturmasına rağmen Yeliz Hanım'a anlatmamayı tercih etti. Boşanmayı karşılıklı anlaşarak çözmek istiyordu, Aras istemezse, her zorluğu çıkarır ve bunu da başarılı da olurdu. Yasal vasisi sayıldığı için o istemezse, hakim kolay hal boşamazdı. Şimdi annesine anlatsa, kurtulamazsa boşuna umutlandırırdı. Mutlaka kurtulacak, çözümünü bulacaktı ama bunu, ölümlerden dönmüş annesini bunaltmadan yapacaktı.

 

Biriyle paylaşacaktı ama annesiyle değil, kendisini zorlamadan, düşüncelerine saygı duyan insanlarla paylaşırsa, daha rahat sonuca ulaşırdı. Neslihan Hanım'a asla anlatmazdı, umudunu kıracağını gayet iyi biliyordu. Dilek Teyze'si ile konuşabilirdi ama o da çok boşboğazdı, Yeliz Hanım'a ağzından kaçırabilirdi. Efsun şu sıralar çok yoğundu, anlatsa bile ne kadar düzgün dinleme imkanı olurdu ki. Acaba Nurcan Hanım'a anlatsa, dinleyerek yönlendirir miydi kendisini? Evet, neden olmasın!... Kendisini zerre zorlamadığı gibi daima düşüncelerine saygı göstermişti. Ayrılmasını isterdi hep kocasından imalı şekilde söyler, kendisini bunaltmak istemezdi. Paylaşabileceği en doğru kişi olduğunu düşündü. Kahvaltı masasının üzerinde çalan telefonu dikkatini çekerken ekrana bakarak kaşlarını çattı. Tanımadığı numara, ekran üzerinde bakarken dikkatini çekti. Eline telefonunu alırken cep numarası olduğunu anladı. "Merak ettim, aç korkma, kimmiş acaba." dedi karşısındaki Yeliz Hanım. Tanımadığı numaraları eskiden açmazdı ama çalışmaya başlayalı mecburen açıyordu. İşyerinden arayanlar olabilirdi. Telefonu eline alarak, ekran üzerindeki yeşil ikonu kaydırdı, "Alo!" dedi ürkekçe. Gelecek sesi merak ederken yutkundu, telefonu çok çalardı ama bilmediği numaradan çok az aranırdı.

 

"Hande'ciğim." Ses tanıdık gelirken kim olduğunu çözmeye çalıştı. Yumuşak ama bir o kadar kadifemsi kalınlıkta kadın sesi, telefonun ucundan kulağını doldurdu. "Benim, güzel kızım, Nurcan Teyze'n." Sesini usulca tanırken son sözlerinde kendini tanıtması, daha çok tebessüm ettirdi genç kıza. Sahiden, kalbin kalbe karşı olma ihtimali ne kadardı acaba. "Numaranı Seda'dan aldım, kaydet olur mu?" Yüzündeki tebessüm çoğaldı, bugün vakit olmasa bile, yarın ona bir telefonla ulaşacak, aklındakileri anlatacaktı. "Ben tam sizi düşünüyordum, aklımdan geçiyordunuz. Olur tabii, kaydederim." Konuşmak istediği meseleler olduğunu söylerdi ama şimdi Yeliz Hanım'ın yanında izah etmek istemiyordu. Aksi taktirde meraklanacak ve sorguya çekecekti, göze alamazdı. "Bugün camide Yasemin'in annesinin senesi olacak, Fatih mutlaka Yeliz Anne'ni çağırmıştır, sen de onunla geliyorsun, anlaştık mı?" İstemsizce bakışları, karşısındaki Yeliz Hanım'la buluştu, diyeceğini sanmıyordu. Öyle ikaz etmişti ki, aklı almıyordu açıkçası. "Davetiniz için teşekkür ederim, gelmeye çalışacağım inşallah." Geri çevirerek kaba davranmak istemediği gibi çok gönüllü davranmak da istemiyordu. Ne şekilde ilerleyeceğini çözememişti.

 

"Karnını çok doyurma, davete geldiğinde ben seni ellerimle doyuracağım. Görüşürüz orada, numaramı kaydet, ne sorunun olursa beni ara güzelim, sakın çekinme." Kendisine karşı böyle ilgili olmasına daha hâlâ alışamamıştı, sanki tekrardan değişecekmiş hissi vardı içinde. Böyle düşünse bile sığınabiliyordu rahatlıkla, yakın olarak görüyordu çoğunlukla. "Teşekkür ederim, geldiğimde görüşürüz." dedi sakince, birbirlerine kısa şekilde veda ederek telefonu kapattılar. Olanları, ne için aradığını Yeliz Hanım'a anlattığında, gülümsedi kendisine. "Ben sana çağıracaklarını söylemiştim, Fatih çekindi büyük ihtimalle ama bak, Nurcan ihmal etmez seni." Başını salladı, elinden telefonu masanın üzerinde, aldığı kısma bıraktı. Sessizce kahvaltılarına devam ettiler, karnını düzgünce doyuracaktı, çünkü buradan çıkınca okula gidecekti. Biraz erken çıksa iyi olacaktı aslında, uğraması gereken yerler vardı. Kahvaltıdan çok sonra, sıcak Türk kahvesi yapmasını yardımcılarına söyleyen Yeliz Hanım'la beraber, yukarıdaki odasına çıktılar. Bugün değişiklik olması açısından Yeliz Hanım'ın geniş, büyük odasına geçerek, oradaki balkona çıktılar. Sıradan konuşmaları, önlerine gelen kahvelerle daha sıkı sohbete dönüşürken gülerek, nispet edercesine söze girdi Yeliz Hanım. "Tabii, beni çabucak unuttun, Nurcan senin kalbini çok fena çaldı." Karşısındaki annesinin çocuksu tavrına güldü, önündeki kahvesini masanın üzerine bıraktı.

 

"Senin kıskançlığını yerim ben." Sesini yumuşatarak konuşurken kendini şirin göstermeye çalıştı.

 

"Aradığında 'Aklımdan geçiyordun' dedin, benim yanımdayken nasıl aklından geçiyordu acaba." Sahteden nispet ediyordu aslında, Nurcan'ın böyle değişeceğini, böylesi ileri gideceğini bilemezdi. O gün kapısına dayanırken amacı, sadece onu durdurmaktı, düzelmese bile acımasızlığını sonlandırmasını sağlamak istedi. "Bilmem, birden aklımdan geçiyordu, hemen aradı." Kalkıp da boşanma isteğini ona anlatacağını düşündüğünü söylese, herhalde şuracıkta kalbi dururdu. "Hem Hande Hanım, sizin bana anlatacağınız başka meseleler olmalı, asıl konumuza gelelim bence artık." Başını yavaşça aşağı eğerken elleriyle oynamaya başladı, utanacağı vakitler başlıyordu. "Hadi anlat bakalım, dökül çabuk. Neydi o kırılmalar öyle, tavırlar, kaprisler ve incinmiş haller." Gülerek konuşurken sesindeki cilve, kendisini daha çok utanıyordu. Hayatta olmayan birinin hakkı üzerindeydi, bu da konuşmasını, hislerini itiraf etmesini engelliyordu. "Yapma, bana hislerimi sorma anne, üzerimdeki vebali unutarak sana yüreğimi açamam. Tamam, ölümün sevgileri masum kıldığını anlattın bana ama benim için öyle değil işte. O hayatta olsa, karşıma geçerek hesap sorardı. Gel gör ki böyle imkanı yok, ya şimdi uzaklardan beni izliyorsa, ben sevdiği adama bögle yakın olduğum için ruhu azap çekiyorsa, hesabını Allah'a nasıl veririm?!" Konuşurken gözlerinin dolmasına engel olamadı. Hesabını ödeyemeyeceği işlere kalkışmak istemiyordu. Yaşamda olmayan birine söz hakkı tanıyordu o adama ilgi duyarak, bu çok kötüydü. Yakıştırmıyordu kendisine, yapmak istemiyordu.

 

"Yapma şunu kızım kendine, sen sanıyor musun ki şimdi acı çektiğini, kim ister sevdiğinin mutsuz olmasını? Sen çocuk sevmezdin, hiçbirimizin beklemediği anda, Yasemin'e sevgi göstermeye başladın, ben sana bir kere bile 'Neden çocuk sevmediğin halde Yasemin'e öyle yaklaştın?' demedim. Çünkü kaderdi, çok iyi biliyorum yavrum. Ben bir gün bu dünyadan ansızın çeker gidersem gözüm arkada kalmasın diye, şimdi Nurcan'ın sana gösterdiği ilgiye nasıl mutlu oluyorum, inan bana o da böyle hissediyordur. Ölüden şeytan elini çekmiş, kendini suçlamaktan vazgeç. Şimdi senden annen olarak rica ediyorum Hande, beni hayatında nereye koyduğunu bilmiyorum aslında, anne değil; arkadaşın olarak da görebilirsin, içini daraltan ne varsa anlat bana. Bırak hislerin senin sorumluluğundan çıksın, ben senin yerinde olsam Fatih'e de anlatırım ama sen şimdilik benimle paylaş. Hislerinin senden çıkması gerek, senin içini tüketeceğine, bırak hayata karışsın."

 

"Ne hissettiğimi bilmiyorum anne, yüreğimde deniz var, sonsuzluğun simgesi derin deniz. Gözlerine bakarken sonsuzluğu görüyorum, yıllarca aradığım sonsuz deniz, karanlık geceyi andıran siyah gözlerinde saklı. İnsan, ölesiye korktuğu bir şeye, aynı zamanda nasıl ilgi duyabilir? Karanlık gece o benim için, hem korkuyorum, hem bakmak istiyorum. Görsen gözlerine bakarken ne hale düştüğümü, yüreğimde bahar bahçeleri çiçek açıyor sanki, insan böylesi karanlık bakışlarda nasıl baharı görür? Korkuyorum, geçmişi ve bana yaptıklarını hatırladıkça yargılamak istiyorum. Neden böyle ilgi duyduğumu anlamıyorum, insan kendisini böyle korkutan birine ilgi duymamalı. Önce bunu düşünüyorum, geçirdiğimiz düzgün zamanları anımsıyorum sonra. Yemedi yedirdi, kendi açken benim karnımı doyurdu. Tanımak istiyorum, gizemli buluyorum, siyah bakışlarında, sanki çözülmesi çok zor ama çok da keyifli bir bilmece var, merak uyandırıcı bakışları. Ben içimde uzanan hırçın denizin dalgalarına engel olamıyorum anne, kaçmak istiyorum ama kaçamıyorum."

 

"Seviyorsun işte, edebiyata girme kızım, bunun adı aşktan başka ne olabilir ki. Kendine biraz zaman tanı, hayatı bırak ellerinden, kendi akışına bırak. Sevdiğini kabullenmek istemiyorsan bekle, bunun adı sevmek değilse senin için, sadece bekle. Bırakalım zaman karar versin, sen zamanla isimlendir hislerini madem, çok anlam yükleme hayata. Yaşamın seni yönlendirmesine de izin verme, ellerinden serbest bırak hayatı, kaysın gitsin, nereye gideceğimin önemi yok, kendini hislerinle bunaltma. Bana soracak olursan zaten, şimdi hislerinin zamanı değil anneciğim, önce yaşamını şekillendirmemiz gerek. İstemediğin evliliğe zorlandın, sonuçlarına katlanıyorsun. Bırakalım da ilk olarak bunlar şekillensin, bana kalsa seni o adamın elinde bir dakika tutmam ama senin görüşlerine saygı göstermeye çalışıyorum."

 

Sözü hemen değiştirmek istedi Hande, isteğinde başarılı oldu. Konuşmaları okuldaki projesine getirdi, çalışmalarının çok düzgün ilerlediğini izah etti. Yakında tamamlanacağını söylerken konu tekrardan o adama geldi. Çalışmada ortak ilerlediği Fatih'in mecburen ismi geçmişti. Yerinden biraz erken kalkarken ders saatinden önce okulda olmasını söyledi. Yalandı aslında, okuldan önce yine aynı yere uğrayacaktı. Aşağıya inerken kapının köşesine bıraktığı çantasını aldı. "Sana sarılmıyorum boşuna, nasılsa akşam davette görüşeceğiz." İnce, mevsimlik montunun altında kalan saçlarını çıkararak dışarı, düzeltti özenlice. Koluna çantasını takarak ilerlerken "Çıkınca direkt buraya gel." dedi Yeliz Hanım. Konuşurlarken çağırdığı arabanın geldiğini gören genç kadın, küçük merdivenleri aşağı indi. "Öyle yapacağım, beraber geçeriz davete." Yürürken bahçenin çıkış kapısına doğru, yüksek sesle konuşarak kapıdan çıktı. Taksiye bindiği sırada çantasından telefonunu çıkarırken arabanın kapısını diğer koluyla kapattı. "Selvi Caddesi'nde, yolun arkasında kalan kabristana sürmenizi rica ediyorum." Konumu, elindeki telefondan kontrol ederken aradığını çabuk buldu. "Yol üstünde bir çiçekçi var, oraya uğrayacağız öncelikle." Çantasını telefonuna koyarken çantasından büyük şalını çıkardı. Oraya gideceğini tahmin ettiği için sabahtan hazırlıklı davranmıştı.

 

Sırasıyla isteklerini gerçekleştirdi, kendisi için zor bile olsa önce çiçekçide durdu. Girdiği çiçekçide, kendi sevdiği çiçeklerle, özenlice buket oluşturdu. Ödemesini yaparak elinde çiçeklerle dükkandan çıkan genç kadın, tekrardan kendisini bekleyen taksiye bindi. "Şimdi söz ettiğim kabristana sürebilirsiniz." dedi kapıyı kapatarak. Saçlarını örten mor, kumaşı tülden şalını düzeltti. Çantasından çıkardığı küçük el aynasıyla kontrol etti başındaki şalı. Düzgün görünüyordu, görüntüde sorun olmadığını anlayınca aynayı çantasına atarak çantasının ağzını kapattı. Koluna geçirdi çantasını, kucağındaki çiçekleri inceledi. Neleri sevdiğini bilmediği için biraz kendi zevkine göre almıştı ama her çiçek tutamından ektirmişti aslında. Kendi sevdiğinin beraberinde bir o kadar ilgilenmediği çiçeklerden de eklettirmişti. Yolun ardında kalan kabristanın biraz gerisinde duran araçtan inmeden önce ödemeyi yaptı. Elindekilerle çok zor şartlarda inerken ardından kapıyı örttüğünde, bir süre doğrultamadı belini. Kendini güçlükle toparlarken yürüdü demir kapıya doğru. Yürümeye şimdiden alışsa iyi ederdi, çünkü buradan okula kadar mecburen yürüyecekti. Her dakika araba çağıramazdı, kazandığı ile ancak evini geçindiriyordu. Sürekli Yeliz Hanım'a da yük olmak istemiyordu. Yürürken düşünceler arasında, aradığı mezar taşını bulması, öncesine göre daha kolay oldu. Bir kere geldiği için şimdi rahat buldu. Hepsini gözden geçirirken mezar taşı üzerinde 'Yasemin Demir' yazısını gördüğü yere ilerledi. Yürüdü, mezar taşın tam önünde, kucağında çiçeklerle durdu. Yüzündeki mahçupluk ve utanç hissinden kendini alamadı. Yine verdiği sözleri tutamamıştı, 'Uzak duracağım' demiş ama başarılı olamamıştı. Uzaklaşmaya çalıştıkça daha çok çekilmişti. Karşısındaki kabirde yatan kadın hayatta olsa, kendini böylesi suçlu hissetmezdi.

 

..."Tekrardan merhaba, ben geldim." Yüzünde buruk tebessümle bakarken mezar taşına, elindeki demetin içinden çıkardığı gülleri toprağın üzerine bıraktı. "Yine ben, hem suçluyum, hem güçlüyüm, öyle değil mi?" Kalbindeki yarayı izah etmek istedi, kendi suçunu anlatmak istedi. Çiçek demetini toprağın içine ellerinden bırakırken parmaklarının titrediğini hissetti. Üzgünken çok olurdu, yutkundu sakince. "Ben böyle olsun istemiyorum, inan istemiyorum. Çok kızıyorum kendime, uyarıyorum sürekli, kendimi ikaz ediyorum. 'Yapma' diyorum kendime. 'Yapma, o kalp başkasına ait.' dedikçe neden bilmiyorum, hayat sürekli karşıma onu çıkarıyor. Ben kaçmaya çalışıyorum, sanki birileri beni ona doğru itiyor, kaderimde senin günahına girmek mi var acaba, kaçamıyorum sevdiğin adamdan. Bana ne olur hakkını helal et, ben yine çabalayacağım. Sürekli kaçacağım, yüreğime söz geçirmesini bileceğim." Suladı toprağı, kurumamıştı çok ama yine gelmişken ıslatmak istedi. "Ben önceden kendimi esir sanırdım, insan meğer kaçamadığı hislere de esir olurmuş. Asıl esaret, yürekte başlarmış, benim için de öyle oluyor." Elleriyle okşadı toprağı, suyu üzerinde eliyle dağıttı. "Özür dilerim." dedi kısık sesle, sesine şimdi sadece topraklar şahitti, etrafında kimseler yoktu. "Şimdi hayatta olsan, karşıma dikilir, 'Sevdiğim adamdan uzak dur, o kalp sadece benim.' derdin bana. İnan öyle çok isterdim ki, benimle savaşmanı, bana meydan okumanı tüm yüreğimle isterdim. Sana çiçeklerle kendimi affettiremeyeceğimi biliyorum, ne olur azap çekme, ben elimden geleni yapacağım uzak kalmak için, sana söz veriyorum. Hayatımda ilk kez bir çocuğa sevgi göstermiş bile olsam, bunun umudunu da silip atacağım kalbimden. Sadece sevdiğin adamdan değil, kızından da uzak duracağım."

 

Toprağın üzerinde ellerini gezdirdi, çiçekleri dağıttı üzerine. Biraz daha kalmak istedi, kaldığında günahı temizlemmiyordu aslında, kaldığı yerden devam ediyordu. Karşımızdaki bizi bağışlamadığı sürece, çok zordu günahımızın silinmesi. Şimdi ölmüş birinin ahı vardı üzerinde, bundan kurtulacağını pek mümkün bulmadı. "Ben küçükken sınavların sadece öğrencilik hayatında olduğunu sanırdım, meğer sınav, hayatın kendisiymiş. Yüreğimle beraber azap çeken vicdanım birleşerek bunu öğretti. İnsan yaşadığı sürece daima sınanırmış, ben payıma düşen sınavlardan bolca geçtim. Tükenmedi, kaldığı yerden devam ediyor, ilk sınamam kalbimle başladı. Şimdi ise vicdanım, kalbimi kontrol etmemi istiyor. Ben vicdanımı dinleyeceğim, senin yarım bıraktığın yerden devam edecek kadar alçak değilim, zaten senin kadar güzel sevemem, tamamlayamam ben. Kendim yarım kalmışım, ona nasıl yeterim. İşte halimi görüyorsun, üzülme boşuna, beni istemeyecek kadar akıllıdır zaten. Hayata çoktan mağlup oldum, yerini dolduramayacak kadar biçareyim, korkma benden. Senin için tehlike değilim, o kalp sana ait, daima sende kalacak. Senden vazgeçmeyecek, bırakmayacak seni, çünkü seni çok seviyor. Senin hatıran var onda, kızınız var, sevdanız öyle güzel ki, kızın senin adını taşıyor. Sadece sevdiğin adamdan değil, kızınızdan, Yasemin'inizden de vazgeçeceğim, onun annesi sensin, yerimi çok iyi biliyorum." Konuşurken istemsizce gözlerinden gelen iki damla yaşı, ellerinin tersi ile sildi, yutkunmaya çalıştı. Yaşadığı sürede hiç kabir ziyaretlerine gitmemişti, buraya ikinci gelişiydi. İlkinde çok kalamamıştı, rahmetlinin annesi olduğunu tahmin ettiği kadın geldiğinde, çekinerek hemen gitmek zorunda kalmıştı. Şimdi aklından geçenlerin tamamını dile getirirken yüreği feraha kavuşmuştu. İçi rahat şekilde ardına dönerek çıkış kapısını doğru ilerlemeye başladı.

 

İnsandık ya hani, aldanırdık kimi zaman. Biz planlar yaparken hayatın bizden habersiz planlar yaptığını düşünemezdik. Genç kadın, rahmetlinin kabrinde, 'Senden vazgeçmeyecek' derken, Fatih'in yüreğinden çoktan Yasemin'i azat ettiğinden habersizdi. Yasemin'i yüreğinin en derin köşelerine, hatıralarına çeken Fatih, şimdi sadece, sevdadan aklını yitirmişcesine, Hande için savaşıyordu. Lügatında başkasına yer kalmamıştı, kelimelerinin harfleri, usulca aşk alfabesine boyanmıştı genç kadın. Hayatın kendisine oynadığı oyunlardan habersizce, 'Sevdiğin adam senden hiç vazgeçmedi, asla vazgeçmeyecek.' diyerek istemsizce büyük konuşmuştu. Demir kapıdan çıkarken yüreğinde sanki bir parça rahatlık vardı, yola doğru yürüdü düşünceleri arasında. Yol üzerinden koleje giderken verdiği sözlerin boşuna olduğundan habersizdi. Öyle ki dalmıştı, daldırmıştı kendisini. Yolu zorluklar içerisinde, birbirine dolanan adımlarla yürüdüğünde, kendisini takip eden lacivert arabadan da habersizdi. Fatih, saatlerdir yollarda, Hande'nin peşindeydi. Evinden çıkarak Yeliz Hanım'ın evine gittiğinden şimdiye kadar, yürüdüğünü bildiği için başına iş gelmesinden korkuyordu. Her ne kadar başlarda taksiyle gitse bile daima araca para veremeyeceğini, sonunda yürüyeceğini biliyordu. Üstelik taksi bile, öyle durumdaki bir kadın için tehlikeli olabilirdi. Şimdi kaldırımda, yolun kenarında, güçlükle adımlar atarak okula doğru ilerleyen kadını, sağlam şekilde, güvende gitmesi ve başına iş gelmemesi için takip ediyordu genç adam...

 

İçinden indiği aracın kapısını örterken teninde mayhoş tebessüm vardı, yüzünde umudun gölgesi can buluyordu. "Kaç bakalım Çalıkuşu." dedi okula doğru, kaldırımdan yürüyen kadını uzaktan izlerken. "Bakalım daha ne zamana dek kaçacaksın benden." Güldü, gülmekten alıkoymadı dudaklarını. Yine kabire gittiğine şahit olurken konuşmalarını uzaktan dinlemiş, hislerini rahatlıkla öğrenmişti. Kendisine söylemekten korktuklarını öğrenmişti, gözlerine bakmaya ürken kadının yüreğini tanımıştı. Yürüdü ardı sıra, okula ilerledi. Karşısındaki kadını tanıdıkça daha çok çekiliyordu. Hatıralarına saygı duyması, özellikle Yasemin'in hatırasına, neredeyse kendisi kadardeğer vermesi çok hoşuna gidiyordu. Özellikle ölmüş birine karşı kendini suçlu hissetmesi, yüreğinin inceliğini göstermişti genç adama. Okulun bahçesine girmeden önce, kolejin tam karşısımda kalan kafeteryadan demli bir çay alırken ödemesini yaptı. Elinde çay bardağıyla koleje ilerlerken işlerini çabucak bitirip çıkmayı temenni etti. Akşam ki davete önden giderek hazırlıkları kontrol edecekti.

 

"Hande Hanım?" Okul bahçesine doğru girecekken ardındaki sesin sahibine odaklandı, tanıdıktı ama tanımayı hiç istemediği seslerdendi. Usulca ardına dönerken saçları, ılık rüzgarda yanlarına dökülmeye başlamıştı. Yanına doğru gelen adama ürperti içinden bakarken sakat kolunun titrediğini hissetti. "Hiç selam vermiyorsunuz." Uzun zaman önce kendisini, kapısı önünde rahatsız eden İhsan'dan başkası değildi. Şimdi tekrardan karşısına çıkarken aslında geç bile kaldığını düşündü. Öğrenci velisi olduğuna göre devamlı karşılaşacaktı. "Rahat bırakın beni, çıkmayın karşıma." Ardına hızla dönerek bahçe içinden binaya yürümeye başladı. Gözleri çevresinde gezinirken korkudan titremeyen yeri kalmamıştı. "Başkasına gelince aslan kesiliyorsunuz, bana gelince ürkek serçe oluyorsunuz, olmuyor ama böyle." Sinirlense bile sakin kalmaya çalıştı, çalıştığı ortamda sorun çıkaramazdı. Koridordan geçerken gözlerinin neden Fatih'i aradığını düşündü istemsizce, oysa daha demin kendine ve hayatta olmayan birine söz vermişti. Söz vereli bir saat bile olmamıştı, akıl alır misali değildi. "Beni işyerimde rahatsız ediyorsunuz, yerinde tepki vermem gerekiyor, öğrencilerime kötü örnek olmak istemiyorum. Siz de keşke evladınıza biraz örnek baba olmaya çalışıp, beni rahat mı bıraksanız acaba?" Yaptığı konuşma, karşısındaki adamı güldürürken gülüşündeki lakaytlığı hissetti. "Öyle olursa bir şansım olur mu acaba?" Zaten Aras'ın arkadaşından ancak böyle tepkiler beklenirdi. Gitmek, yanından uzaklaşmak istiyordu ama ne tarafa gitse, ardı sıra ilerliyordu. Çağırdığı asansörün gelmesini beklerken "Defolun." dedi dişleri arasından, tahammül sınırı çoktan aşılmıştı. Kapısı aralanan asansöre, ufak adımlarla ilerledi, çıkacağı katın düğmesine basarak kapının çabucak kapanmasını bekledi.

 

Beklemediği hamle gerçekleşirken ardında kaldığını sandığı İhsan, kapının kapanmasına yakın içeri hızla girdi. Korkudan yüzü anında sararan kadın, çantasındaki ilacını kontrol etti. Birazdan soluğu kesilecekti, şüphesi kalmamıştı. Konuşmadı asansörde, çantasını kurcalayarak ilacını çıkardı içinden. O sırada zaten kata geldiler, duran asansörün kapısına ilerlediler. Kendisi çıkarken biraz geride kalan adam, bilinçli olarak kadının koluna değdi. Özellikle çantasıyla ilacını aynı anda tuttuğu eline çarparak, çantasının yere düşmesini izledi. Düşen çantasından eşyaları da yere saçılmışken ne tepki vereceğini bilemeyen Hande, eğilip toplayamayacağının farkındaydı aslında. Çaresiz bakışlarla diğer tarafa dönen genç kadın, aradığını bulmanın verdiği ferahlıkla rahatça soluk aldı. Tam karşısındaki panonun önünde, kat nöbeti tutan Fatih'le, görmekten unudunu kesmişken karşılaştı. Daha o, kendisini görmüş sayılmazdı ama görecekti, yapacağı atakla görecekti. Yere düşen eşyalarını ardında bırakarak, sarsak adımlarla ilerledi. Tam karşısına ilerlerken başını çeviren Fatih, kendisini görmekte gecikmedi. Daha bir saat önce verdiği sözü, sanki o an unutması gerekti. Yaklaşarak aniden sarılmaya çalıştığı adamın kolları, kendisini ürperttiği kadar, güven de veriyordu kadının yüreğine. Yaptığı haraket karşısında afallayan genç adam, elindeki çay bardağını yukarı kaldırarak, geri doğru çekti. "Hey dur, sakin ol, yanacaksın!" Geriye çektiği bardağı köşeye bırakarak kadını kolları arasına alırken neyden ürperdiğini anlamaya çalıştı. "Eşyalarım." dedi cılız sesle konuşan genç kadın. Yanındaki kadını köşeye çekerken karşılaştığı kişi ile duraksadı, kinine yenik düşmekten korktu o anlarda, katil olmak istemiyordu. Elinde, kadının yere düşen birkaç parça eşyasıyla gelen İhsan, hemen Fatih'le karşılaşmayı ummamıştı. "Ben eşyaları düşmüştü, onları toparlamaya çalıştım." dedi sanki kendini aklamak istercesine. Eşyalarını içine doldurduğu çantasını kadına uzattı, ürkse bile belli etmeden, titreyen koluna rağmen hızla çekti elinden.

 

"Rahatsız ediyor." Yanındaki adama, yardım istercesine baktı. Tüm haraketlerinden, kimi zaman varlığından bile rahatsız oluyordu. "Hayır, sadece düşen eşyalarını vermek istedim." Elindeki karton bardakta yarım kalan çayını çöpe atarken karşısındaki İhsan'ı öldürecekmişçesine baktı genç adam. Sakin kalacaktı, en azından yanındaki kadın için tahammülünü koruyabilirdi. "Sen gel benimle." Kolundan sımsıkı tuttuğu Hande'yi, merdivenlere doğru ilerletirken merdiven basamağında durdurdu. "Yukarı çık, yavaş şekilde merdivenleri kullan, durma bunun yanında." Kolunu serbest bırakarak ardına döndü, karşısındaki İhsan'a ilerledi. Kadının biraz olsun uzaklaşmasını bekledi, omuzları dik şekilde karşısında dururken bakışlarından nefret saçılıyordu etrafa. "Seni öldürmemek için kendimi zor tutuyorum, şansını zorlama istersen." derken ardına döndü, merdivenin diğer tarafına ilerlerken ardındaki adamın tepkisi gecikmedi. "Rahatlayacaksan öldürebilirsin, ben zaten o geceden sonra defalarca kez öldüm, defalarca da dirildim. Asıl sen şansını zorlama, intikam almaya kalkarsan, az önce yaptığım gibi, en değerline saldırırım. Bu arada, ağzının tadını iyi biliyormuşsun, az önce nabız yoklarken fark ettim." Hızla ardına dönerken kendine okulda olduğunu hatırlattı, belki şimdi değil ama mutlaka dışarıda gördüğünde, gırtlağına öfke içinde yapışacaktı. Yanına sakin ama bakışlarındaki belirgin tehlikeyle ilerledi. Karşısında dururken biraz daha yaklaştı. "Sakın!" dedi dişleri arasından kalın sesle konuşurken. "Seni bir daha yanında, yakınında görmeyeceğim. Seni öldürmekle bırakmam İhsan, ölümü bile aratırım sana. Karşıma geçer, 'Beni öldür' diye yalvarırsın, daha ileri gitme, bir adım bile atmaya kalkma." Tekrardan geldiği tarafa dönerek yanından uzaklaşırken daha çok çaba göstermesi gerektiğini düşündü. Sanki tüm zorluklar, bilinçli olarak üzerine geliyordu ama gücünü elinden almıyorlardı genç adamın. Köşede kalan öğretmenler odasına sinirle, kapıyı çarparak girerken içeride kimsenin olmadığını anladı. Allah'tan yoktu, yaptığı hamle karşısında eleştiri alabilirdi. "Daha güçlü olacağım!" dedi elindeki kitapları masanın üzerine bırakan Fatih. Yaşamı boyunca tüm sınavları geçmişti, bunların da üstesinden gelecek, gücüne güç katacaktı.

 

Hayatın zorluklarının üzerine geldiği zamanlarda, duraklamak istiyordu genç kadın, bir durak arıyordu kendine. Durarak dinlenmek, ara vermek istiyordu. Yaşam neydi böyle, neyden ibaretti? Sevmek dediklerini çözememişti ömrünce, mesela çok sevdiğini sandığı kocasıyla arasındaki ilişki, muhtaçlıktan ibaretti sadece. Kendi hayatını idam ettirmeye çalıştığında, bunu daha iyi kavramıştı. Yemekhanede oturmuş, önündeki çorbasını güçlükle kaşıklarken şu zamana dek başından geçenleri düşünüyordu. Hepsini, boşanma kararı alarak aklında bitirmişti. Yaşamını, bugün akşamdan itibaren değiştirerek, bambaşka yollara sürüklenecekti. Şimdi ilk defa kendini dinleyecekti, Neslihan Anne'sini dinleyerek evlenmişti ama boşanırken Yeliz Anne'sini değil, kendini dinleyerek sonlandırıyordu. Karşısındaki Yeşim'le muhabbet ederken aslında aklı başka yerlerdeydi. Sorduklarına yanıtlarını kısaca bırakırken önündeki çorbayla boğuşuyordu. Canı istemiyordu, zaten oraya aç gitmesi daha doğru olacaktı, Nurcan Hanım tarafından sıkıca tembihlenmişti. "Sen sabah neden başında şalla geldin, hava çok mu soğuktu?" Yeşim'in sorusuyla afallerken birkaç kere öksürdü, vereceği yanıtı aradı. "Soğuk değildi ama ben biraz üşüdüm, yüzüm üşüdü nedense." dedi kaşıkla çorbayı tabağa dökerek oyalanırken. Bugün akşam üzeri, aklındakini söyleyene dek rahatlaması mümkün değildi. "Soğuyor havalar yavaştan, dikkat etmek lazım." Konuşmalarını sürdüren Yeşim'e karşılık başını salladı sadece. Düşüncelere tekrar dalarken İhsan denen adamı hatırladı, düşünmesi bile tekrardan ürpertti kendisini. Yine Karabatak'a sığınmıştı, kabirde verdiği sözleri çok çabuk unuturken hislerine engel olamamıştı. Kendisini merdivene bıraktığında, yavaşça merdivenleri çıkarken konuşmaları, kulaklarını çınlatmıştı. Sanki aralarında başka mesele var gibiydi, öyle anımsamıştı. Fatih, kendisi için değil, başka sorunlardan ötürü İhsan'la tartışıyor gibiydi, aralarında başka meselelerin olduğunu düşündü.

 

Başını aniden kaldıran genç kadın, tam karşısındaki adamla karşı karşıya geldi. Kendisine bakarak sırıtırken tekrardan bakışlarını kadından çeken adam, kadının aklında şüpheli sorular bıraktı. Neden öyle davranmıştı şimdi? Bakarak sırıtmasını tuhaf karşıladı genç kadın. Yeşim'le konuştuğu sırada, kendisine böyle bakış atması, çeşitli şüphelere düşürdü. Acaba kabire gittiğinden haberi mi vardı? Eğer öyleyse, yüzüne bakmaya çok utanırdı. Yemekhanede Yeşim, kendisinden önce kalkarken "Afiyet olsun." diyerek çıktığında, masada tek başına kaldı Hande. Biraz daha beklerken çorbayı, ne yaparsa yapsın içinin almayacağını anladı. Yerinden kalkarken eline tepsiyi zorlukla aldı. Elleri arasındaki tepsiyi kavrarken beli iki büklümdü, zorlanarak yürüyordu. Yürüyerek masadan uzaklaşmaya çalışırken elinde hissettiği baskı ile duraksamak zorunda kaldı. Başını kaldırdığında tekrardan, aynı adamla karşılaştı. Biraz önce kendisine sırıtarak bakan adam, şimdi tam karşısına, epeyce yakınına gelmişti. "Yardım etmek istiyorum sana, iznin olursa taşıyabilir miyim?" Kendi tepsisini ne ara bıraktığını düşündü, bayağı hızlıydı anlaşılan. Ses çıkarmadı, tepsiyi alarak önden yürümesini izledi. "Az önce Yeşim'le konuşurken neden bana öyle sırıttın, orada söyleyemedim ama sanırım biliyorsun, ben kabirden geliyorum." Daha önce kabirde, rahmetlinin annesi ile karşılaştığından ötürü, gittiği bilinmişti, şimdi bilinse ne olurdu ki? Bir kere bilinenin, tekrar bilinmesinde sakınca olmazdı. Tamam, şu an aniden itiraf ederken çok fazla utanmış olabilirdi ama bunu göze alarak da bir o kadar rahatlamıştı. "Biliyorum." dedi tepsiyi bulaşıklığa bırakarak çıkış kapısına ilerleyen genç adam. "Bundan sonra benim için sen varsın Hande. Dünümde vardın, bugünüm de varsın, eğer Allah kaderime yazdıysa, yarınlarımda da hep sen olacaksın." Yemekhaneden çoktan çıkarken birlikte merdivenlere doğru ilerlemiştiler. Sözleriyle kaskatı kesilirken yüreğinde sıcaklık hissetti, öyle ısındı ki derinlikleri, sanki kuraktan susuz kalmış, yanarak tutuşuyordu. "Kendini suçlamayı bırak, sen yuva yıkan kadın değilsin. Rahmetlinin bu dünyadaki vadesi tamamlandı, o hayatta olmadığından ötürü günahkar değilsin. Sağlam kalman için seni takibe aldığım sırada gördüm, söylediğin ne varsa dinledim ama doğru bulmuyorum sözlerini. İnce düşüncen, beni sana tekrardan hayran bırakırken böyle düşünmeni, bir o kadar hatalı buluyorum." Yanından hızla uzaklaşırken genç kadını, aklında darmadağın olmuş düşüncelerle bıraktığını çok iyi biliyordu.

 

Şimdilik düşüncelerinin bir kısmını anlatabildi Fatih, normalde olsa asla konuşmazdı ama kendisini suçlamasını istemiyordu. Yazdığı mektubu henüz verememişti, nedense kendisi vermek istememişti. Seda'ya verecek, davette teslim etmesini, ondan isteyecekti. Yüreğinde azat ederek göklere karıştırmak istediği ne varsa, hepsini yazarak izah etmişti. Kısa zamanda, sayfalar dolusunca hazırladığı mektubu, kadına ulaştıracaktı. Fatih, içini bir parça rahatlarak hislerini kıyıya vurmanın verdiği keyifle ilerleyedursun, Hande için duyduklarını idrak etmek, öyle kolay olmamıştı. Olduğu yerde, eli kalbi üzerinde kalırken soluğunu kontrol altında tutmaya çalıştı. "Sakin ol." dedi kendini ikaz etmeye çalışan genç kadın. Aksayan adımlarını, merdivenin basamaklarından indirerek yürürken hâlâ kalbi hızla çarpıyordu. Yürüyerek dönemeçli kıvrımı geçerken yemekhaneye giden koridordan uzaklaştığı sırada, okulun binasından, bahçeye doğru çıktı. Aydınlık bahçede gözüne ilk çarpan, tekrardan aynı adam oldu, yine gelmişti, kim bilir, belki hiç gitmemişti. İşin korkunç tarafı, Fatih'le bugün ikinci defa bir araya gelen İhsan için olayların çoktan başladığını anladı. Tartışmaları çoğalırken Fatih, sinirle yakalarından tutarak duvara doğru İhsan'ı ittirirken "Seni öldürürüm demiştim, her geçen gün mezarını kendi elinle hazırlıyorsun!" dedi dişleri arasından. Az önce kendisine o güzel sözleri söyleyen adam gitmiş sanki, yerine bambaşka biri gelmişti. Gözlerindeki kinin nedenini merak ederken uzaktan izlemeye devam etti Hande, böyle ilerlediği sürece, rahatlıkla öğrenebileceğini düşündü. "Sen benim kardeşimi öldürdün, şimdi ne kadar inkar etsen bile karşıma bilinçli çıktığını biliyorum, bu tesadüf değil, boşuna saklama! Elimdeki doktor raporuyla, seni süründüreceğim, istesem şu dakika öldürürüm ama ölüm senin gibiler için kurtuluş, seni süründüreceğim!" Olduğu yerde kalakaldı, kıpırdayamadı bile, tek santim öteye gidecek hali kalmadı genç kadının.

 

Şimdi aklındaki tüm soru işaretleri sonlanırken dişleri, öfkeden titreyerek birbirine çarpıyordu. Kini, karşısındaki İhsan'a değil, hâlâ evli olduğu kocasınaydı aslında. Bilerek görüşmüştü bu adamla belki de, amacı sadece Fatih'ten intikam almaktı. Boşanma konusundaki kararının ne kadar doğru olduğunu düşünürken ondan tekrardan iğrendi. İçindeki his, nefretten, öfkeden öte, mide bulantısıydı şimdilerde. İğreniyordu o adamdan, midesi bulanıyordu. İçinde binlerce kırık vardı şimdi, içindeki insan kırıklarından ibaretti hisleri. Evli olduğu adama kin doluyken karşısındaki adamın çektiği acı, kendi yüreğine nakşediliyordu adeta. Nasıl oluyordu da, onun çektiği acıdan kendisi de ızdırap duyabiliyordu? İçindeki insan kırıklarını, biraz da buna yorumladı, karşısındakinin acılarıyla kırılıyordu. Az önceki itirafını anımsadı, o itirafa yakışır şekilde davranacaktı. Kendisi de yarınlarına, karşısındaki adamı koyacaktı, biraz da kendi çabalayacaktı. Karşısındaki İhsan'a korkusuzca cephe alırken 'Arkadaşından boşanıyorum' diyecekti şimdi, 'İkiniz de aynı çöplüğe aitsiniz, hayatımızdan uzak durun.' diyecekti... Bunları çoktan hak etmişti, daha fazlasını bile hak ediyordu. Evliliğini bitirmekle ne kadar doğru karar verdiğini anladı, tekrardan kavradı kocasının şerefsizin de ötesinde olduğunu. Ona 'Şerefsiz' demek hafif kalırdı, hayatında tanıdığı en iğrenç insandı. Ne insan demeye, ne hayvan demeye, ne de bir başka telaffuza dili varıyordu. Hiçbir ithama yakışmayacak kadar zavallıydı, ondan nefret bile etmiyordu şimdilerde, nefretine bile layık görmüyordu. Bundan sonra daha çok cephe alacaktı etrafındakilere karşı, boşanma isteğini izah ederken öğrendiklerinin hepsini, şu anda evli olduğu adamın yüzüne acımasızca çarpacaktı. O, zavallı bir adamdı, kendine saygısından, güçlü olabilmek için onu hayatından silerek çıkaracaktı. İçindeki insan kırıklarına tutunarak, yarım yamalak ama kendinden emin şekilde yaşayacaktı...

 

Bölüm sonu...

 

Gün geçtikçe Hande'nin her dakika Aras'tan daha çok soğuduğunu gördük. Bu bölümde 'Boşanacağım' kelimesini kocasına izah edecekti ama çok uzadı, sizi sıkmamak için bölmek zorunda kaldım.

 

Fatih'in ikna etme, Hande'nin gönlünü alma şeklini beğenmişsinizdir umarım. Birçoğunuzun mektubu merak ettiğinin farkındayım. Yakında Hande'nin eline geçince, o okurken, hep birlikte göreceğiz.

Şimdi olmaz, azıcık meraklanın istedim.

 

Yeni bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın...

Loading...
0%