Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Bölüm: "Şiirsel Düşler"

@mavi_melekler

Merhaba!

 

Nasılsınız, iyi misiniz?

 

Beni soracak olursanız çok iyiyim, kurgu bana güzellikler kattı, inşallah daha da güzel olacak gidişatımız.

 

Bölüm şarkımız:

Funda Arar - Kırık Düşler

 

Medyada ilk kapağımız var, ben pek sevenemiştim, sonra tasarımcım sağ olsun, beni kırmadı, şimdiki kapağımızı hazırladı. Görseli kısaca inceledikten sonra şarkımızı açarak bölüme geçebilirsiniz.

 

Keyifli okumalar!

 

4. Bölüm: "Şiirsel Düşler"

 

 

Yağmur tanelerinin doludan daha keskin şekilde gökleri deldiği vakitte, kadının inilti dolu çığlıkları doldurmuştu etrafı. Her inlediğinde, karşısındaki diğer kadın, içini çekerek pansumanlamıştı kollarında ve bacaklarındaki izleri... Usulca, kolunda gezdirirken pamuğu, kadını incelediğinde, acıdan boğuk sesler çıkarmasına rağmen, çehresinde zerre gözyaşı olmadığını gördü. İnsan, acının verdiği refleksle bile, hiç mi ağlamazdı? Kendisi, eşinden öğrendiklerinden sonra, dünden bu zamana ağlamaktan perişan olmuştu. Yaşadıklarını düşünmesi, bir kadın olarak, onu daha iyi anlayıp üzülmesine sebep olurken, karşısındaki kız, epeyce soğuktu. Korkularını, acılarını, belki de böyle soğuk davranarak, gözyaşlarından uzakta durarak göstermekteydi. Melek, elindeki sargı bezini biraz kaldırarak, alnının kenarında, kaşının biraz tepesinde gezdirdi, kanı durmuştu. Yara bandını alırken hemen o kısmın üzerini sarmaladı. Yarı uykuluyken boğazından birkaç lokma geçse, daha doğru olacaktı. Eve gelirken Özcan'ın arabası ile geldiği için ufak bir tüp getirmişti. Yemekler çıkarabilirdi ortaya, malzeme de vardı. Yatakta ki kızın üzerini örterken kalkmış, camları kapatmıştı. En azından artık kaçma girişiminde bulunamazdı, Fatih, koltuk değneğini almış, odadan çıkarmış, bir daha da onunla tutmayacağını söylemişti. Melek, şimdilik en doğru çözümün bu olduğunu düşündü, başka çareleri kalmamıştı. Kapının dışına çıkarken ardından örttü, ortadaki koltukta karşılıklı oturmuş, olup bitenleri düşünmekte olan eşi ve arkadaşına ters bakışlar atmıştı.

 

"Ateşi çıkmıştı da bir ara, hemen düşürdüm." Konuşurken, eli ile karnını tutan Fatih'i inceledi, o da, en az kendisi kadar ters bakışlara sahipti, sebebini de çözememişti. "Gebersin, bana ne!" Daha ilk günden, bu şekilde mi tepki verilirdi? "Karnımda, attığı tekmenin acısı ile bir de hanımefendiyi taşıdım, kendine o kadar güvenmese, şimdi bu halde olmazdı!" Melek, söyledikleri karşısında dehşete düşerken sinirle soludu. "Sen kendinde misin?" Yükseltmekten çekinmedi sesini, çünkü artık olanlara tahammülü kalmamıştı. "Kızı kaçırdın, n'apmasını bekliyorsun? Herhalde kaçırıldığı evde, oturup seninle kahve içecek değil! Daha neden burada olduğundan habersiz, hem sen, nasıl bir suça girdiğinin farkındasın, değil mi?"

 

"Özcan'ı ortak ettiğim için bu tavırlardaysan, merak etme, tek başıma girdim, bedelini de tek ödeyeceğim!" Fatih, Melek'in böyle biri olmadığını bilse de, anın verdiği sinirle bu şekilde, istemsizce ağır konuşmuştu. "Yapma Fatih, böyle biri miyim ben? Sen sadece Özcan'la değil, benimle de kardeşsin, ne çabuk unuttun!... Özcan, bu suça ortaksa, ben de ortağım. Anlamaya çalışıyorum olup bitenleri, başka çarenizin olmadığının da farkındayım ama biraz da içerideki günahsız kadının bakış açısıyla görmeye çalış." Hamileliğinin ilk ayında olması, haddinden duygusal davranmasına sebep olmuştu. Daha eşi ile birlikte bebeklerine sevinemeden, olup bitenler, hepsini germiş, Melek'i de haddinden fazla duygusallaştırmıştı.

 

"Sen bakma ona güzelim, ne dediğini bilmiyor, sinirinden öyle konuşuyor." Özcan, hızlıca eşine doğru gelirken sözleri ile teskin etmişti onu. "Yardım eder misin sen bana?" demişti eşine bakan genç kadın. "İçerideki tüpün iyi olmadığını bildiğimden, gelirken tüp getirmiştim, sağ olsun, komşulardan biri taşıdı, evden çıkarttı, sen de getirip kuruver mutfağa. Yemek hazırlamayı deneyeceğim, öyle kuru ekmekle olmaz, sıcak bir çorba içsin, hastalanırsa, işimiz daha da zorlaşır." Tam dışarı tarafına ilerleyecekken Özcan, "Sen dur!" demişti hızla doğrulan Fatih. "Ben getiririm." Hızla dışarı çıkarken Fatih, genç kadın da mutfağa doğru ilerlemiş, çorbalık malzemeler çıkarmıştı.

 

...Hazırladığı sıcak tarhana çorbasını koymak için ufak bir tabak bulmuş, düzgünce boşaltmıştı içine. Yanına salata da hazırlasa daha doğru olacaktı. Ufak malzemeleri doğrarken hızlı olmak için çabalamış, kendisine doğru ilerlemekte olan eşi Özcan'ı da görmezden gelmişti. "Melek, ağlıyor musun sen?" Hafif afallamışcasına soran kocasına çok ters baktı, eli belada kalabilirdi. Doğradığı malzemeleri, geniş bir tabağa boşaltırken etrafına bakındı. Yağ şişesini aradı kısa süre, bulduğunda da hemen aldı. "Ne ağlayacağım be, soğan gözlerimi mahvetti, ondan böyleyim, siz ağlayın asıl kendi halinize!" Yağını ve tuzunu ayarladığı salatayı, normal bir tabak içine aldı, hepsini tepside topladı.

 

"Sevgilim, sürekli beni paylamasan, ben suçsuzum, her halt Fatih'in başının altından çıkıyor." Ekmekleri keserken dinledikleri, bir kez daha kaşlarının çatılmasına sebep oldu. İki arkadaş da, birbirinden sorunlu çıkmıştı.

 

"Kızı kaçırıp zorla tutma fikri, ilk senden çıkmadı mı Özcan?"

 

"Ben onu şaka ile karışık dedim, üstelik ben, nereden bilebilirdim Fatih'in bu kadar hızlı haraket edeceğini?"

 

"Kaç zamanlık arkadaşını hiç mi tanımadın?" Elindekilerle birlikte mutfaktan çıkarken eşini geride bırakmıştı. En aşağı kattaki dairenin içine girdi, kapalı kapıyı araladı. Yeni uyanmış olan kadının kendisini görmesi ile daha da afalladığını ama bunu belli etmemek için de çabaladığını anladı. Sandalyelerin tam karşısında bir koltuk vardı ve oraya uzatmıştı. Sehpayı bacağı ile o tarafa sürüklemiş, elindekileri üzerine bırakmıştı. "Hadi iç biraz, istersen ben de içerebilirim, böyle aç açına olmaz."

 

Yaşadıklarını anımsarken ne ara buraya geldiğini bile unutmuştu, o kadar kendinden geçmişti. Yattığı koltuktan doğrulmak için çabalarken karşısındaki kişinin bir kadın olduğu gerçeği çarptı kafasında. Beraberinde zihni de uyuştuğundan, idrak ölçüsü azalmıştı. Önce iki tane adam, şimdi ise tekrar, hiç tanımadığı kadınla karşı karşıyaydı. Yanına hızla gelen genç kadın, doğrulmak için çabaladığını anladığında, ince haraketle kendisini kaldırmış, doğrultmuştu. Hande, hafif merakla incelerken karşısındaki kadını, kendisinden büyük olmadığını anladı. Yaşları aynıydı, belki biraz büyük olabilirdi ama çok değil. Esmerdi ama çirkin değil, 'Esmer Güzeli' dedikleri türdendi. Genelde, dizilerde bu tarz birinin kaçırılmasına, bu suça ortak olan kadınlar hep çok tipsiz olurdu, kendisi de öyle birini beklemişti. Ne kadar saçmalamıştı, hayatın, dizilere benzer tarafı mı vardı? Acı, keskin gerçeklerle karşı karşıya olmasından hâlâ pay çıkaramamış mıydı? En kısa zamanda, tekrardan, aynı şekilde kaçacaktı. Yürümekte zorlandığı için pencerelerde demir olmayan bir ortamı tercih etmişlerdi ama Hande, içerisinde bulunduğu duruma boyun eğmezdi. Tekrardan kaçacak, kurtulduğu anda da, soluğu savcılıkta alacaktı.

 

"Hadi iç biraz çorbadan, bak ilaçlarını da içmen gerek artık, inat etme." Karşısındaki kadının dedikleri, teninin daha da buz kesmesine sebep olurken kendini geri çekti. İnatçı bir kadın değildi, açlıktan ölmesine ramak kalmıştı ama mantıklı düşünen biriydi. Hali bu kadar perişanken çorba içip karnını doyuracak değildi. İlaçlarını içmesi şarttı ama onların da kendi ilacı olup olmadığı biraz düşündürmüştü genç kadını, kaçırıldığı insanların elinden nasıl ilaç içecekti? Yakınındaki kadından ters bakışlarını çekerken masanın üzerine dikti. Mis gibi kokan çorba, damaklarını daha içmeden tırmalarken sakinliğini korudu. Hemen kenardaki çatal çekti dikkatini, tepsinin içinde, salata için bırakılmış olma ihtimalini düşündü. Belki birkaç parça atıştırır, çatalı alıp, buradan kurtulmak için bıçak misali kullanabilirdi kesici kısmını. "Benim...." Çok kesikce başladığında cümlesine, konuşmakta zorlanmamayı denedi. "Lavaboya gitmem gerek, çok acilleşti artık, mecburum." Bu isteği uzun zamandır vardı ama bir türlü dile getirememiş, karşısında kadın görünce de, bir anda konuşmuştu. Özel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra aklındaki ikinci planı deneyebilirdi. Melek, hafifçe başını sallarken doğruldu, kapının dışına çıktı. Gözleri, kadının koltuk değneğini ararken Özcan'la Fatih'in diyalogları çekmişti dikkatini. Dinledikçe içini tarifsiz duygular, acı ve bolca da endişe kaplamıştı.

 

"Sana gelme dedim, kendini kıza gösterme dedim Özcan, halimiz ne olacak şimdi, ikimiz birden biteriz elimizden kaçarsa?" Sinirle arkadaşına bağırırken, olup bitenlerin etkisi ile kendinden geçmişti Fatih. "Kızın kaçmasından değilim ama öz annesi polise giderse, bir gün sonunda bulacaklar, senin çocuğun olacak, kendini neden riske atıp içeri girdin, kıza neden gösterdin, senden de şikayetçi olacak? Kaçmasına kaçamaz, her şekilde bulur, alırım ama bir de bunun uzun zaman sonrası var!"

 

"Fatih, saçmalama artık, kendine gel! Yeliz Hanım'dan imzalı kağıt aldın sen, polis gelse de, bir şekilde hallederiz, öz annesine karşı da, elindeki kozları kullanırsın. Ulan sen benim kardeşimsin, öyle bir durum olursa, suçu ben üstleneceğim, sen kalacaksın, Melek'le birlikte, doğacak çocuğum da sana emanet olacak." Okulda ne zaman haytalık etseler, en ağır suçları hep Özcan üstlenir, Fatih'i ise mahcup ederdi. "Girdin bu işe, artık kendine güven, Allah'ın izni ile, sonuna kadar da ilerleteceğiz!"

 

"Özcan haklı Fatih, sen bana Yasemin'in emanetisin, eğer olur da bir gün bu vebali ödemek zorunda kalırsak, gerekirse ben de feda ederim kendimi, sakın düşünme böyle, hep birlikte geleceğiz üstesinden." Sözlerini, ilk kez mantığını kullanarak tamamlamış genç kadın, ikisine doğru ilerlemişti. "Siz olmasanız, ben üstesinden gelemezdim zaten, her güçlü insanın ardında, sevgisi güçlü dostları olduğunu derler, ne kadar doğru." Sakin, duygusuz, soğuk bir sima ile sonlandırmıştı konuşulanları genç adam. "Hande'nin koltuk değneğini ver, lavaboya gitmesi gerek."

 

"Yalan söylüyor olabilir, dikkat et Melek." demişti Özcan, simasında hafifçe endişe belirmişti. "Sen iki canlısın, benim gibi seni de tekmelerse görürsün, Özcan çok haklı." Arkadaşının sözlerine destek çıkarken köşedeki demir walkerı kadına uzattı. "Bununla kaldır, kaçma imkanı zorlaşır, ilaçlarını içirmediysen, lavabodan gelince içir, ilaç içmediği için haraketi de ağır olur." Kızı kaçırmadan çok önce sığınağı kısaca hazırlamış, demir walkeri de ek olarak getirmişti. Yürüteçi sürüklerken odanın içine geçti, kızı hafifçe kaldırırken walkera doğru ilerletti.

 

Hande, ihtiyaçlarını tamamen bitirdikten sonra pencere aradı gözleri ile içeride. Yukarı doğru kaldırırken kafasını, küçük bir pencere gördü. O kadar tepede kalmıştı ki, pencerenin dışında ne olduğunu çözememişti. Görmesine görürdü de, üzerinde perde çekili olduğu için anlamamıştı. "Tamam mı, gelecek misin artık?" Kapının ardından, kendisini buraya getiren kadının sesini işittiğinde dişlerini sıktı. "Bir kes be, kudurma, geleceğim!" Sinirini engelleyememişti, tuvallette bile rahat vermeyecekler miydi? Karşısındaki pencerenin havalandırma boşluğuna değil de, dışarısına bakmasını isterken o tarafa nasıl çıkacağını düşündü. Önce hızla ardına dönüp lavabodaki musluğu kaldırırken suyun akmasını ve içerisine ses gitmemesini umdu. Yıkarken ellerini bir taraftan, diğer taraftan da etrafı taradı gözleri. Çok bakımsızdı içerisi, aşırı derece döküntüden ibaretti. Klozet şeklindeki tuvaletin tam karşısında kocaman küvet, musluk ve kova ile marşafa vardı. Keşke bir tane de iskemle olsaydı, boyu zaten uzundu, bir iskemle ile çıkardı o tarafa. Küvetin içindeki su kovasını ters çevirse, olur muydu acaba? Yetişebilse, en azından perdeyi kaldırıp bakardı bir kere, beraberinde içi de rahat ederdi.

 

"N'apıyorsun sen burada?!" Kapının ansızın açılması, korku ile iç çekmesine sebep olurken elini kalbine dokundurmuş, sertçe nefes alıp vermişti. Korktuğunu belli etmek istemese de, sanki biraz belli olmuş gibiydi. "Burada da mı rahat vermeyeceksin?" Sesini sert tutmak için çabalarken, cehennem çukurunu andıran siyah gözlerde, en az kendisi kadar keskin öfkenin olduğunu gördü. "Yok, aksine, kafandaki soru işaretlerini açığa çıkarmak için geldim. İçeride pencere olmadığını, senin çıkmak için kendini zorlarsan, hepten sakatlanacağın bir pencere olduğunu bil istedim." Nereden anlamıştı pencere aradığını? Simasındaki şaşkınlığının, az önceki öfkenin aksine, sırıtan bir çehre ile seyreden adam, hızla devam etmişti konuşmalarına. "O pencere de dışarısına değil, havalandırma boşluğuna bakıyor ama çok istersen; çıkmanı sağlar, seni aşağı bırakabilirim, kökten kurtulmuş olurum." Açıkça tehdit ederken çok da başarılı rezil etmişti kendisini. Musluğu sertçe kapatırken karşısındaki adama doğru ilerledi, başını kaldırdığı anda, hızla çarpıştılar, adamın üzerine çarptı ama genç adam, dengesini sağladığından, hemen tutmuş kadını, "Dikkat etsene biraz!" demişti kadını kavradığı kollarından tutup, karşıdaki Melek'e doğru iteklerken.

 

"Biraz kibar olsan, hiç fena olmazdı aslında." Melek, kendisine doğru gelen kadını kavrarken omzunu sıvazlamış, Hande ise sinirle, omzundaki elini ittirmişti kadının. Sanki kendisi, bu insanlara destek olarak çok kibar davranmaktaymış gibi konuşunca, daha da sinirlenmişti. Aynı odanın içine tekrar kapatıldığında, hemen önündeki tepsi çekmişti dikkatini. Açlıktan saçlarını koparacak hale gelmişti, hayır, o tepsiye şu an dokunamazdı, oradaki çatalı almak hariç, orasına dokunamazdı. Henüz kendisini bağlamamışlardı, bunu değerlendirecekti. Hemen doğruldu, sandalye üzerine ilerledi. Eğilmek gibi durum olmasa, tüm işlerini çok rahat hallederdi. Koltuk değneği, kendisi ile olmadığından, çok zordu bunu alması. Az önce kullandığı demir walker çok rahattı, o olsa, kesin daha rahat alırdı. Normalde de hep onu kullanırdı zaten, kendisinin de vardı ama çok ağır olduğundan ve genelde insanlarla arasına mesafe koyup önünü kapattığından, ona göre daha zor olsa da, koltuk değneği kullanırdı.

 

Üzerinde hissettiği nefesi umursamadı, içeri biri girse anlardı. Bir kolu, üstünden kalktığı sandalyenin oturma bölgesinden tutarken diğer kolu, tepsinin olduğu sandalyedeydi. Çatalı alsa da, buradan nasıl kalkacaktı? Çok kötü bir moddaydı ve düzelmesi de epeyce zordu. Kim, kendisi gibi bir sakatı, neden kaçırmıştı, ne istemişti ki? Kendine bile hayrı olmamıştı, kime ne faydası dokunacaktı, organları bile iş görmezdi. Bazen, bu tarz ufak işleri göremediğinde, kendine aşırı sinir olurdu. Elini uzatmak için çırpınırken, tepsinin içinde bir el görmesi, korku ile kafasını hafifçe kaldırmasına sebep oldu. Siyah gözlerin sahibi, kendisine alay ve hafif de öfke ile bakarken iki adım geriledi. "Bunu mu aradınız küçük hanım?" Kendisinden önce çatalı almış, kendi şaşkınlığına alayla bakıyordu. "Hayır, onu bana vereceksin, hem de hemen!" Elini öne doğru uzatırken kadın, hızlı bir haraketle çatalı kapı tarafına attı, kadını iki kolundan kavradı, geri doğru ilerletti. "Olur, başka isteğiniz var mı?" İttirirken sandalye üzerine, savrularak oturmasına sebep olmuştu. "Kes çırpınmayı, rahat dur dedim sana!" Sandalye üzerine oturduğunda, daha hızlı haraketle, istemese de bağlamıştı, mecbur kalmıştı.

 

"Yardım edin, kimse yok mu?!..." Bir kez daha çırpınma çabalarına girdi, ağzını kapatmazsa, son hız, durmaksızın, sesini duyurana dek, belli aralıklarla daima, sesi çıktığınca bağırmak istemişti. "İmdat, kimse yok mu, yardım edin, yardım edin!..." Cılız sesini, kadrajına aldığı kuşlara benzetmiş, kendini ilk kez bu kadar çaresiz hissetmişti. "Yardım e..." Cümlesini yarıda kesen, genç adamın ağzına sürgü misali çektiği koli bandı olmuştu. Çırpınmasına, sandalye üzerinde kendini savururcasına çırpınmalarına devam ederken adamın işini hem fiziken, hem de vicdanına yenik düşmesi ile zorlamıştı. Kehribar gözlere, vicdan azabı ile akıtırken siyah gözlerini, kadın kendisini görmemişti. "Sakin ol, korkma, rahat dursan bağlamayacağım, çok haraketlisin, başka türlü durduramıyorum seni." Eğer doğru düzgün bağ evi bulsa, etrafta insan da olmayacak, bağlamak zorunda kalmayacaktı.

 

İçeriden çıkarken odanın kapısını kilitlemiş, alnından akan teri, elinin tersi ile silmişti. Nefesini dışarı verirken daha şimdiden halsiz düştüğünü anlamıştı. "Yıpratma vicdanını." demişti kendisine doğru gelen, elini omzuna dokunduran Melek. "Başka çaren mi vardı Allah aşkına?" Fatih, Melek'in hem eşinin can dostu, hem de herkesten daha çok değer verdiği Yasemin'in emanetiydi. Vedasızca çekip giden Yasemin, dostluk halkalarını çözerek eksik bırakırken, ardında kalan adamı da Özcan'dan çok, kendisine emanet etmişti. Sabırlı kadındı Melek, kolay hal devrilmezdi, nerede bir çaresiz varsa, ona Allah için el uzatırdı. "İlaçlarını içmiş mi?" derken çekinmişti biraz. "Yok." dedi elindeki çatalı bir kenara bırakan genç adam. "Yani bilmiyorum, bakmadım, içmemiştir herhalde..."

 

"Hadi evine geç kardeşim..." derken dostunu rahatlatmak için fikirde bulunmuştu. "Kız burada güvende, için rahat olsun, sen de biraz evinde dinlen; sabah ben, Melek'le birlikte gelirim, bir şekilde içirir ilaçları Melek, halledersin, değil mi güzelim?" İçini kasıp kavuran dalgınlığını bir kenara bırakarak, "Olur." diyebilmişti sadece genç kadın. Hep birlikte evden çıkarken kapıları düzgünce kilitlese de, o kızın rahat duracağına emin olmadığından içi rahat değildi Fatih'in. Hesap vermek zorunda kaldığı bir ailesi olmasa, burada da rahatça dururdu. Sığınaktan çıkarken tüm kapıları sımsıkı kilitlese de, içi rahat değildi. Sızlayan ise en çok vicdanı olmuştu. Aç açına, ilaçlarını içmeden, hafif baygın şekilde, eli kolu bağlı, ağzı kapalı halde içeride bırakmak zorunda kaldığı kadın, tüm vicdanını delik deşik etmişti...

 

* * * * * *

 

Güneş, hiç bu kadar güzel doğmamış, etrafı bu denli ısıtmamıştı. Yaprakları dökülen ağaçların ardından gelen hışırtılara dikkat kesildi. Diğer taraftan oradan çıkacak görüntüyü beklerken etrafına da bakınıyordu. Hep olmaktan korktuğu yerde, kabristanda tek başınaydı. Burada olmak, sevdiklerini buraya verdiği için hafif bir korku verirdi genç adama. İlerideki ağaçların arasından gelen görüntü netleştiğinde, dehşetle aralandı dudakları. "Yasemin!" dedi, dehşetini sesine yansıtırken. Yaklaşamadı. Her yaklaştığında, Yasemin daha çok uzaklaştı ondan. "Gelme, gelirsen giderim!" Sesi, soğuktu, o kadar da mesafeliydi.

 

"Seni çok özledim Yasemin, izin ver de sarayım yaralarını, götür beni bu korkunç ortamdan, hadi buradan beraber çıkalım!" İlerleyişi, kadına doğru gidişi tekrar son buldu, tekrar uzaklaştı kadın. Bu defa ellerini uzattı ona. "Küsüm ben sana!" dedi sevdiği kadın. Küstürmüştü onu ama neden? Hatasını bile bilmezdi ki. "Gitme Yasemin, kal benimle, bırakma beni, ben sana zarar vermedim ki, neden kızdın bana?" Peri kızları kadar güzeldi beyaz, uzun elbisesinin içinde. Kendisinin sorusundan sonra, yeşil gözleri hüzünle parlamıştı kadının.

 

"Sen bencilsin, kendi acılarına insafın var sadece." Duydukları karşısında kaskatı kesilirken bu defa adamın uzattığı ellerini tutmuştu kadın. Kim bilir, belki de kıyamamıştı kendisine de, tutuvermişti ellerini. "Hani söz vermiştin, benden sonra çok mutlu olacaktın, bu halin ne Fatih?" Mutluydu, son günlerde daha çok tebessüm eder olmuştu. İnandıramamıştı sevdiğini, mutlu olduğu yalanına. Her tebessüm eden mutlu olamazdı ki. Sadece içi mutsuzluklarla doldurulmuş tebessümlerdi onlar. Kalbi, gerçeklerin kıskacında sıkışırken, Yasemin'in söylediklerini anlamak için çabaladı.

 

"Seni tüm hatalarına rağmen hep çok seveceğim sevgilim, iyileş artık, kendine gel." Yasemin, son cümlelerini dökerken, gözleri önünden uzaklaştı. Güneş ışıklarının hüzmeleri içinde, usulca çekiliverdi bedeni, ağırdan uzaklaştı. Kaybolurken gözlerinin önünden, tekrardan soğuk mezar taşı kaldı, gitti Yasemin, uzaklaştı... Çaresizliğin kıskacında, sessizliğin durgunluğunda etrafına bakınırken diğer tarafına döndü. Karşılaştığı görüntü, oldukça afallattı genç adamı...

 

Kabristanın içinde başka bir cenazenin defni gerçekleştirilirken ürkek adımlarla o tarafa ilerledi. İstemsizce ilerlerken o tarafa, Yasemin'in annesi Sevinç Hanım ile karşılaştı. İlerlerken birbirlerine doğru, buruk tebessümünü gördü kadının. "Kızımı kurtaramadın Fatih, hani söz vermiştin, neden olmadı?" Mahçup bakışları, kadının gözlerine ilerlerken, kalakaldı genç adam. Bir ananın acısının, elbette ki tarifi olamazdı. Kadını anlamak için çabalarken başını salladı olumsuzca iki tarafa. "Yemin ederim ki en güzel hastanelerde tedavi ettirdim ben onu, elimden gelenin ötesini yaptım." Çarelerin tükendiği, yaraların kabuk bağlamadığı zamanlardı.

 

"Olmadı ama kurtaramadın." Kadının sesi yüksek değildi, sakindi ama acı doluydu, çaresizdi, ölümün çaresizliğiydi... "Gitti Fatih, o artık gitti. Kabullen bunu, paranın önemi kalmadı. İmkanın vardı ama kurtarabildin mi onu? Öldü, başaramadın!" Sevinç Hanım'ı dinlerken, bunun, Yasemin'in cenaze töreni olduğunu anladı. Oysa karşısındaydı az önce, ölmemişti. Yüreğindeki enkazlar birbirine karışmış, olup bitenlere anlam verememişti. Yüzünde ölüm soğuk rüzgarları dans eden Sevinç Hanım, son kez, acımasızca konuştu: "Zenginlik, para, mal mülk kurtarmaz insanı, unutma ki ölüm kaçınılmazdır. Ev sahibi, arsa sahibi olmasına meğer hiç gerek yokmuş insanın, kızım gitti, yavrum gitti bugün. Bir avuç toprağa sığdı hayalleri. Hikâyenin sonunda, muhakkak ki hepimiz toprak sahibi olacağız!"

 

"Ölmedi Yasemin!" Acımasız gerçeğin kıskacında sıkışıp kalırken koşarak gitti toprak yığınına doğru. Kalabalık insanlar yığınını geçerken, kendini bir avuç toprağın önünde buldu. "Uyan Yasemin, geri gel ne olur!" Kafasını bıraktığında toprağın üzerine, zelzeleye uğrarcasına haykırdı, "Ölmedin sen, hadi kalk gidelim hastaneye, tedavine devam edelim!" dedi. Yaşadığı tüm bu karmaşaya anlam veremezken içindeki enkaz gittikçe dağılıyor, artık viraneliği de bitiyordu. Sevdiği kadın gitmişti. Koskoca tahayyülleri, küçücük toprağın içine sığdırarak gitmişti...

 

"Kendine gel, ölmedin sen!" Dört kelimelik cümlesini haykırırken, kan ter içinde kalkmıştı. Hızla doğrulmuştu, kâbusun getirdiği refleksle. Elleri titrek, başında ağrı ile kalakalmıştı kısa süreliğine. Yağmur taneleri, cama o kadar sert çarparken toparladı kendini. Yatağından kalkarken, pencere tarafına ilerledi, ardına kadar araladı perdesini. Yağmurlu İstanbul sabahı, ilk bulanık, sönük ışıklarını sunmuştu etrafa. Konsoldaki masa saatine baktığında, sabahın 05.30'u olduğunu gördü. Yağmur, hızını arttırmıştı. Kim bilir, trafik de ne haldeydi şimdi. O eve tekrar gitse, bu trafikte çok zordu.

 

"Yavrum." İçeri girerken kapısını hafifçe aralamış Nurcan Hanım, girmekte ise biraz çekinmişti. Kapısını bir kere hafifçe vurmuş, orada da kalmıştı. "Kötü bir düş mü gördün annem?" Yanına doğru gelmekte çekinen annesine doğru döndü, "Gel anne." dedi sakince. Girmekte çekinse de başlarda, oğlundan aldığı komutla hafifçe içeri süzülmüştü Nurcan Hanım. "Düş demek mantıksız olur, kâbustan daha korkunçtu." Kadının sorusunu, halsizce, ancak bu şekilde cevaplayabilmişti. Yatağına tekrar otururken, annesi de kendisi ile birlikte oturmuştu. Fatih, dün akşamdan bu zamana çektiği vicdan azabından ötürü kâbus gördüğüne emindi, keşke elinden gelebilecek başka seçenek olsaydı...

 

"Olur bazen ama sonra geçer canım." Sadece başını salladı. Annesi gelmese, hemen Özcan'ı arayacaktı, saatin erken olması da umrunda değildi. Çektiği azap, nedense içinde saçma şüphelere sebep açmıştı. Ya Melek, çıkmadan tüpü kapatmayı unutmuşsa, pencereler açıksa, ellerini çözer de, kaçarsa?... Kaçmak için bulunduğu girişimde, kendine zarar verirse? Ölümden kurtarmak için esarete mahkum ettiği kadının, ellerinde ölmesini istememişti. "Yasemin'i özledim anne, tekrar geldi düşlerime, bir kâbus misali, kaçtı benden, tutamadım, kavuşamadım; anne, ben çok özlüyorum... Yüreğime batan hissin adına 'Özlem' demeseler, şüphesiz ki, 'Bıçak' derdim..."

 

"Alışacaksın annem, geçmeyecek ama alışacaksın." Sırtını sıvazlamakta olan annesinin omzuna başını bıraktı, sevdiğinin sıcacık elleri olsa da, ısıtsaydı keşke kendisini. "Acı da zamanla boyutunu kaybedecek, geçmese de, seni kendisine alıştıracak. Ekmek, bayat bir ekmek gibi olacak. Tat alamazsın bayat ekmekten ama karnını doyur, acın da zamanla aynı böyle olacak."

 

"Hangisi geçecek anne, söyle de bileyim, hangisinin acısı dinecek? İnci mi, Halil Ağabey'im mi, Yasemin mi? Yüreğimden üç parçayı söküp aldılar... Giden gitti, kurtuldu, asıl burada kalanlar azap çekiyor, gidene değil, kalana zor anne." Geride kalmıştı ama acılarını da çekemiyordu ki. Yüklendiği borçlar, veballer, üstlendikleri, daha da canını acıtıyordu. O kız orada, hasta hali ile beklerken nasıl sakin kalabilirdi? "Yapma oğlum, harap etme kendini, hayat bir filmin senaryosu gibidir. Bizden aldıkları, bize geri kazandırdıkları ile şekillenir. Halil Ağabey'in, bu dünyadaki vadesini doldurdu ama bize Elif'i, Kuzey'i, Nilüfer'i bıraktı." Yengesi Elif'in büyük oğluydu Kuzey, 16 Yaşına girmişti kısa zaman önce, Nilüfer ise daha 1 Yaşına gelmemişti, sekiz aylıktı...

 

"İnci de bana nur topu gibi bir intikam bıraktı." Kelimelerini, dişleri arasında çiğnercesine gevelemiş, çok sert konuşmuştu. Bir trafik canavarının piyonu olmuştu kardeşi. Kazadan sonra uzun süre felç kalmış, ardından da hayatını kaybetmişti. Uzun zamandır içini kavuran intikam hırsı, daha da canhıraş etmişti genç adamı, günün birinde o şerefsizi öldürecek, dünyayı büyük bir pislikten kurtaracaktı...

 

"Sakın Fatih, duymayacağım bunları, bak eğitimini de bitirdin, galeri ile sen olmasan, nasıl uğraşır baban? Hem, dün Özcan bana, ek olarak özel derse gittiğini söylediğinde çok mutlu oldum, galeri için çalışan bulursak, sen de öğretmenliğinle ilgilenirsin." İçindeki sızı, tuz basılırcasına artarken çok kötü hissetti kendini. Konuşmamak için zor tuttu, çünkü konuşursa, vicdanına sarmaşık misali dolanan kelimeleri, çok sert akıtacaktı. "Özel ders yalandı anne!" demek istemişti o anda. "Hepsi iğrenç bir yalandı, ben birini kaçırdım, zavallı, hasta bir kızı kaçırdım, elini kolunu bağlayıp, köpeği bağlasan durmayacak sığınağa hapsettim! Suçluyum ben, günahkarım!" demek istemişti. Kardeşine çarpıp kaçan şerefsizden ne farkı kalmıştı ki? Sözde bir de intikam alacaktı, o kızın intikamını da, keşke birileri kendisinden alabilseydi. Zavallı kadını, kimse umursamamıştı, o kadar güzel görmezden gelmişlerdi ki, kendisinin üzerine atmışlardı. En çok da kadının etrafındakiler suçluydu.

 

"İntikamın sonu olmaz evladım, kısasa kısas da, kimselere hayır getirmez, bırak; kardeşin de, ağabeyin de, bundan sonra rahat uyusunlar, utandırma onları kabrinde, olur mu annem?"

 

"Denerim." demişti aklını kurcalayanlardan kurtulmak için çabalarken. Gözlerini kapattığı anda, o kızın çırpınışları geliyordu gözleri önüne. "Hadi uyu artık, çok geç oldu, sabah erken kalkacaksın oğlum." Sadece başını salladığında annesine hak vermişti. Nurcan Hanım, oğlunu teskin ettiğini sanırken ona hayırlı bir gece dileyerek çıkmıştı odadan. Fatih, ailesine belli etmediği için rahatlamıştı ama vicdanındaki ses de susmamıştı. Hızla doğrulurken konsola bıraktığı telefonuna sarılarak Özcan'ı aramıştı. Aklındaki soru işaretlerini bir parça cevaplar da, belki bir parça rahat uyurdu. Uzun çalışın ardından, uykulu sesi ile aralamıştı telefonu.

 

"Fatih, inşallah beni bu saatte araman için önemli bir sebebin vardır." Oldukça uykulu, halsiz çıkmıştı sesi.

 

"Melek'e sor hemen, çorba hazırladıktan sonra tüpü kapattı mı?"

 

"Ulan senin ayarların mı bozuk, Melek zaten sinirinden harap oldu, sence hiç ihtimal olabilir mi?"

 

"Açık pencere varsa hasta olabilir, ellerini çözerse de kaçar bir şekilde."

 

"Kız zaten sakat, üstelik buna rağmen, bağırmaması için bağladın, sence nasıl bu dediklerin olabilir?"

 

"Özcan, ben gidip teslim olsam, sence çok ceza alır mıyım?"

 

"Fatih dur, bak şimdi uyu, biraz dinlen, sabah detaylıca konuşalım." Buna izin vermeyecek olan Özcan, arkadaşının vicdan azabı ile saçmaladığını biliyordu. "Kızı düşünme, ev çok güvenli, sabah Melek ikna eder onu, ilaçları da içirir, karnını da doyurur; bir gecede ölmez, için rahat bir şekilde dinlenmene bak."

 

"Melek'i versene telefona, sorup teyit etmem gerek, tüp açık kalmış olabilir."

 

"Senden daha korkunç boğuştu vicdanı ile, çok zor daldı uykuya, bir de sen varma üstüne, zaten çok hassas, emin ol bir aksiliğe müsaade etmez, hadi sen de uyu artık, sabah ilk iş sığınağa gideriz. Yorma vicdanını, rahat olsun, o kızı kaçırmasan, ölecekti, şimdi nefes alıyor, böyle düşün." Kapattıklarında telefonu, güçlükle nefes almıştı. Günün ışımasına az kalmıştı, birkaç saat uyusa, halsizliğine iyi gelecekti. Yatağa girip gözlerini kapattığında, acı ile çırpınan kehribar gözlerin, anında gözleri önüne gelmesi, sinirlerinin daha da gerilmesine sebep olmuştu. Birkaç defa daha açtı, kapattı gözlerini. Özcan'ın dediklerini düşünerek vicdanını refaha kavuşturan Fatih, uykunun da zihnini sarmalaması ile uykuya geçmişti...

 

Günün ilk ışıkları ile gözlerini araladığında hemen kalkmış, hiç vakit kaybetmemişti. Yatağının üzerini hızlıca kapatırken dolabına ilerlemiş, temiz kıyafetler çıkararak banyoya girmişti. El çabukluğu ile üzerindeki gerginliği atmak için ılık bir duş alırken gerçekten de bir parça rahatlamıştı. Resmi olmasa da klasik şekilde üzerini giyinmiş, her ne kadar galerideki işi zor olsa da, şık ve temiz giyimi tercih etmişti. Yarı resmi giyinirdi Fatih, gömlek; pantolon, soğuk havalarda ise kazak ve pantolon... Hem temiz, hem de sportiften uzak, klasik ve şık giyimi tercih ederdi. Ayna karşısından ayrılırken komidine bıraktığı telefonunu almış, hızlıca odasından çıkmıştı. Ailesi, çoktan kahvaltı için masanın etrafında toplanmış, üstelik bir değişiklikle masa, evin bahçesine kurulmuştu. Yerini alırken masada, "Günaydın millet!" demişti sesini keyifli tutmak için çabaladığında...

 

"İyi gördüm seni oğlum, gece rahat ettin mi ben çıkınca?" Nurcan Hanım, masanın ortasındaki tabakta bulunan sıcak börekleri boşaltmıştı oğlunun tabağına. "Olacağım annem, daha da iyi olacağım." Ailesini teskin ederken vicdan azabının içinde kahroluyordu. "Senden ricam, bu hazırladıklarından, biraz da galeri için paketler misin bana, karnım acıkıyor orada." Sığınaktaki kadın için götürecekti ama annesine böyle söylemişti. O kadını orada, o halde daha ne kadar tutacaktı? Böyle bir saçmalığa mecbur değildi ama hayat, insanı hep 'Yapmam' dediği günahlara kefaret bırakırdı.

 

"Geçen de eve gelip galeri için paket istedin Fatih, senin mi iştahın açıldı, babam mı iştahlı, onu anlamadım?" Elif, merakla sorarken gülmemek için zor tutmuştu kendisini. Yengesinden duydukları ile elindeki kozu değerlendiren genç adam, keyifle konuştu. "Babam, arkamı döndüğüm an hepsini bitirmiş, ben de anlamadım o iştahın nereden geldiğini."

 

"İçinde kurt var bu adamın, boğazı durmadığı için hastaneden de çıkamıyoruz." Nurcan Hanım, sinirle solurken oturduğu sandalyeden kalkmış, tabaklara kahvaltılıkları koyup paketlemek üzere mutfağa ilerlemiş, homurdanarak, elindeki saklama kapları ile geri gelmişti. "Tansiyon, şeker, kalp derken, her günümüz doktorlarla; midesi delinmiş sanki, durduramıyoruz. İyi ki de namaz için camiye gönderdim, evden çıkmıyor ki. Yiyor, oturuyor, sonra da ekstra sorun çıkarıyor." Fatih, belli belirsiz sırıtırken anne ve babasının atışmalarını, oldu olası çok severdi, bilinçli birbirine düşürmüştü. Hazırlattığı paketi sığınağa götürmüş, suçu da babasına atmıştı.

 

Mustafa Bey, ağır adımlarla camiden eve gelirken Fatih de kalkmış, çayını son kez içmişti. Yudumlayıp bıraktığında son defa, ikisinin tartışmasına doyum olmasa da kalkması gerekti. Galeriden önce sığınağa gitmesi gerekti, orada o halde bıraktığı kadını hatırladığında, bir kez daha sızlamıştı vicdanı, bundan alıkoyamamıştı kendisini. Ailesine, kısa süreliğine veda edip arabasına atladığında, son hız sürmüştü o tarafa doğru. Sözde gidip teslim olacaktı ama gece odasına gelip, kendilerinin tek umudu olduğu gerçeğine kendisine aşılayan annesinin sözlerini hatırladığında, bu fikirden bir kez daha vazgeçti. Düşünceleri, parmakları arasındaki direksiyonu, daha da sıkmasına sebep oldu. Hızını arttırdıkça, bir parça rahatlamak istemişti. Oldu olası arabalara sardığı merak duygusu, hız tutkunu olup çıkmasına sebepti.

 

Sığınağa geldiğinde, kaldığı dairenin kapısını hafifçe aralamış, kapı pervazında dikelerek bir süre seyretmişti sandalyede uyuklayan kadını. Yere hafifçe bacağını vurarken önünde birleştirdiği kollarını indiren genç adam, kadını izlerken, uykusunda, ağzındaki banttan dolayı güçlükle öksüren ve hangi düşün gölgesinde uyuyor ise korku dolu iniltiler çıkaran kadına vicdan azabı ile bakmış, sinirle iç geçirmişti. İlaçlar, Melek'in hazırladığı çorba, dün bıraktığı tabak, hepsi öylece duruyordu. Evet, tam da tahmin ettiği gibi bir ortamdı, zaten hastaydı, böyle devam ederse, kendi elinde ölecekti.

 

Mutfak kısmına gidip çay suyu koyarken açık olmasından endişe ettiği tüpe, sırıtarak baktı, Özcan'ın da dediği gibi, mümkün değildi ama kendisi, çektiği azap ile saçmalamıştı. Suyun ısınmasını beklerken ufak masanın önündeki sandalye üzerine oturmuş, başını elleri arasına almış, sebep olduklarını düşünmekteydi. Yasemin'e en çok ihtiyaç duyduğu zamanda, onun kendisi ile olmaması, çok daha acı vericiydi. Ne durumda olursa olsun, kendisine destek olurdu sevdiği kadın, düşlerinde neden kırgındı kendisine? Düşleri de kadının kendisi gibi şairene gelmişti gözleri önüne, şiir misali düşlerin içinde kaybolmuştu. Acının tükettiği kalplere esir düşmüş şiirsel düşler, belli belirsiz tahayyüllere daldırmıştı genç adamı...

 

"Ben senin sığındığın son liman olacağım, en çok kırıldığında, hep benimle ol, olur mu sevgilim?" Su yeşili gözlerinde, sadakatin en belirgin tonu can bulmuş, hasta yatağından kollarını uzatmış genç adama, sıcak avuçlarını, adamın soğuk avuçlarına bastırmıştı genç kadın. "Sen varken bende kırgınlık mı kalır?" Sıcak avuçlarını, dudaklarına bastırmış, acıdan buz tutmuş yüreğini ısıtmak istemişti. "Nereden çıkarırsın böyle hüzün dolu sözleri, Yasemin, sen hep umuttan söz et, yaşamaktan, olur mu güzelim?..." Acı dolu bakışlarına, emanetmişcesine umudu yerleştirmek için çabalayan sevdiği kadını gördüğünde, kendisi de perişan olmuştu ama belli etmemek, ona moral olmak için çabalamıştı. Avuçlarında sıcak elleri, katran karası gözleri, su yeşili gözlerde, öylece, şu vakitte, durdurmak istemişti ama elinde değildi. Zaman akıp geçiyor, sevdiklerimiz, göklerdeki yıldızlar misali, kayıp gidiyordu ellerimizden...

 

Çok büyük bir gürültü ile çıkarken şiirsel düşlerinden, hızla doğrulmuştu oturduğu sandalyeden. Kaynara gelen çaydanlığın altını örterken sesin geldiği tarafa doğru ilerledi. "Değerli düşlerimi bile çok gördün bana hayat!" şeklinde homurdanırken içerideki kızın kaldığı odanın olduğu tarafa ilerledi. Her tarafı bağlıyken, ne olabilirdi ki? Çözmüş müydü acaba kendini, çok sıkı bağlamıştı oysa?... Yarı sakat olmasına rağmen kaçan kadından, o ipleri çözmesi de beklenirdi. Dairenin kapısını araladığında gördüğü manzara, kendini tuhaf hissetmesine sebep oldu. Yan bir şekilde devrilmiş sandalye, kadının ise ağzındaki banttan ötürü dudaklarından, epeyce boğuk iniltiler dökülmekteydi. Sinirle nefesini dışarı verirken kısa süreliğine kilitlenip kalmıştı, vereceği tepkiyi de çözemez olmuştu. Biraz rahat dursa, çırpınmasa, böyle de olmayacaktı. Hafifçe dikkatini verdiğinde kadının simasına, zerre gözyaşı dökmemiş olduğunu, sadece acı çektiğini ve o bitaplık ile çok sert inlediğini gördü. Yerinde başka bir kız olsa, uyandığı, gözlerini açtığı an ağlamaya başlardı. Henüz kadının gözyaşları ile tanışmamıştı, bu durum, hoşuna da gitmemişti. Ağlayamadığına göre, duyduğu korku, acı, endişe ve bilinmezlik, daha da ağırdı, böyle düşünmüştü.

 

Acı iniltilerini dinlediğinde hızla ardına döndü, kapı pervazından çekildi, diğer tarafa ilerledi. Bir süre bekledi, sonra köşedeki walkerı aldı, elinde onu sürüklerken tekrar odanın içine girdi. Elindekini bırakırken kadına doğru ilerledi, eğildi hafifçe, epeyce ağır olmasına rağmen, kendisi için bir o kadar hafif sayılan sandalyeyi kaldırarak, doğrulttu. "Gel." dedi sakince, önüne eğildi, sakat kolundaki ipi ağırca çözerken kadının iç çekerek inlemesine göz devirdi. "Tamam, sakin ol, kendin kaşındın, çırpınmasan, düşmeyecektin de..." derken içindeki azap dinmemişti. Yaşadıkları ağırdı kadının ama adam için de zordu bunlara sebep olmak. Ağzındaki bantı çıkarmış, "Sakın bağırma!" demişti ikaz edercesine, artık tahammülü kalmamıştı onu burada, bu halde tutmaya...

 

"Hadi bırak artık inadı, ilaçlarını içmezsen, daha ağırlaşacak durumun." Önünden doğrulduğunda, masadaki ilaç tabletini aldı. "Kutusunda, senin ilaçların işte, belli." İçinden çıkarırken hapı, masa üzerindeki su dolu bardak ile kadına uzatmıştı. Ürkek gözlerle bu defa da, adamın elindeki bardağa baktığında, halsizce nefesini dışarı verdi genç adam. "Tamam." dedi elindeki bardağı bırakırken. "Haklısın." Masadaki ağzı kapalı su şişesini aldı, kadına doğru ilerledi. Ağırca açtı şişenin kapağını, "Bak." dedi kapağı tamamen açtığında, suyu bir başka bardağa akıtırken. "Kapalıydı ağzı, tertemiz." Yeni su bardağı ile az önce çıkardığı hapları kadına uzattı.

 

Yarı kâbus, bir parça da acı dolu düşlerden çıkarken, biraz kendinden geçmiş, o sırada devrilmişti sandalye; o şiirsel düşlerin içinde kendini kaybeden kadın, bir an nerede olduğunu unutmuştu. Her tarafını deşip geçen acı, dayanılmaz hale getirdiğinde, anlık, reflekse münhasır bir cesaretle, hızla aldı adamın elinden ilaçları. Tek defada dudaklarından geçirirken hapları, suyu da bir cesaretle geçirmişti dudaklarından, hızla midesine göndermişti. Kim bilir, anlık bu refleks gelmese, hiçbir zaman içemeyecekti. Hiçbir zaman!... Sahi, daha kaç vakit bu evde, bu vaziyette tutulacaktı?...

 

||Bölüm Sonu||

 

Evet, nasıl buldunuz bölümü? Ben çok severek ve hüzünle bitirdim sonunu. Yaşananlar sadece Hande için değil, her iki taraf için de çok zor. Yıpranan bana göre en çok Fatih oldu, mecbur bırakılmışlık hissini çok iyi bilirim, kendisi, sebep olduklarına mecbur bırakıldı. İstemezdi Hande'nin böylesi ağır travmalardan geçmesine ama elinde değil. Kurguma geçen sene başladım ama ancak okuma klüpleri bulunca bölümleri wattpada aktardım. O süreçte okurlardan uzak kalarak sakladım bölümleri, bolca da bölüm biriktirdim. Elimde çok bölüm var ve o bölümlerin gelme süresi size bağlı, ne kadar sık eleştirirseniz, o kadar çabuk bölüm atarım...

 

Sizden ricam lütfen eleştirilerinize dikkat edin. Erkek karakterlerim de benim için kadın karakterlerim kadar değerli, asla tek kelime ettirmem. Bu bölüm Fatih'in vicdanlı tarafını gördünüz ama diğer bölüm daha alaycı hallerini göreceksiniz. Azap çeken vicdanını şakalaşarak susturan bir adam, umarım sizde önyargı oluşturmaz. Kimsenin kalbini kırmak istemem, o nedenle siz de kelimelerinize dikkat ederseniz memnun olurum.

 

Sonraki bölümde görüşmek ve eleştirilerinizde buluşmak dileğiyle, esen kalın...

Loading...
0%