Yeni Üyelik
42.
Bölüm

41. Bölüm: "Bir Şans Daha"

@mavi_melekler

Biraz geciktim ama geciktiğime değecek bölümle geldim.

Kelime sayısı, yani uzunluk bakımından sizi fazlasıyla tatmin edecek şekilde oluşturdum.

 

Nedendir bilinmez, bölümü Sezen Aksu'nun 'Firuze' şarkısı ile oluşturmak geldi içimden. Sürekli dinledim bölümü yazdığım vakitlerde. Siz de dinleyerek, okurken benim hayal gücümü anlamaya çalışırsanız çok sevinirim.

 

Keyifli okumalar...

 

41. Bölüm: "Bir Şans Daha"

 

Zaman akıp giderken azalmayan yaraları daha çok çoğaldı. Ailesinin desteği üzerinden eksilmezken sevdiklerine tutunarak doğruldu. Yaralarının üzerine çiçekler ekerek merhem yaptı, cenneti taşıdı gözlerinin içinde, çiçek bahçesi olmak istedi. Uzun süre çıkmadı evinden, günler haftaya ulaşırken bir haftayı ardında bıraktı, kapının önüne çıkmaktan bile ürpermeye başlamıştı. Başlarda korktuğu gibi ilerlemedi olaylar, kocası hiç rahatsız etmedi, uzun süre aramadı. Kapısına gelmedi, zorluk çıkarıp kendisini geri almaya çalışmadı, üstelik elinde yasal imkanı varken bile daima geride durdu. Başlarda şaşırdı ama kocasını tanırdı, ne düşündüğünü tahmin edebilirdi. Geçen zamanda kendini toplamasına, yalnız kalarak sağlıklı kararlar almasına imkan tanıyordu aklınca. Oysa daha anlamamıştı, aldığı en sağlıklı karar boşanmaktı, kolay hal düşüncesinden vazgeçmezdi. Görüşeceği başarılı avukatı bulması uzun sürmedi. Kendisine daima destek olan, zor günlerinde bile terk etmemekte ısrarcı duran Nurcan Hanım, görüşeceği avukatı bularak kendisine sunmuştu. Geçen gün davette karşılaştıkları, Yasemin'in teyzesi olan Birsen'le görüştürecekti kendisini. İşinde çok başarılı olduğunu, tuttuğunu kopardığını, 'Hukuk' fakültesinden birincilikle mezun olduğunu anlattığında, düşünmeden kabul etmişti. Düşünecek, uzunca araştıracak durumda değildi, evli olduğu adamdan çabucak kurtulması gerekti. Nedenini anlamadı ama Yeliz Hanım, başlarda biraz karşı çıktı görüşeceği avukata, sebebini sorduğunda, net yanıt alamadı annesinden. Daha iyisini bulabileceğini izah ederek üzeri kapalı yanıtlar verdi ama tatmin edici değildi dedikleri. Üzerine durmadı, kaybedecek bir dakikası bile yoktu, mahkeme için gereken işlemlerin başlatılması gerekti. Geçen bir haftalık zaman sürecinde görüşmüşler, konuşacak vakitleri bulmuştular. Yaklaşımının olumlu sonuçlanması, Hande için umut aşılayıcı olmuştu.

 

Okuldaki işlerini tamamladığı günün akşamına doğru, kolejin müdürü tarafından övgü dolu sözlere tutulmuştu. Hande'nin aylar önce Fatih'le beraber başladıkları proje, gün geçtikçe daha iyiye giderken bitmesine az zaman kalmıştı. Kendisini odasına çağıran İbrahim Bey'in odasına girerken tam karşısımda gördüğü genç adamla başını aşağı eğdi. Duraksamak zorunda kaldı, Fatih'in burada olmasını beklememişti. "Gel kızım, ben seninle ayrıca konuşacaktım aslında ama Fatih Bey, müsaade etmedi, projede kendisine çok desteğin dokunmuş, konuşurken senin de yanımızda olmanı istedi." Çoğalan şaşkınlığına anlam veremedi genç kadın, oysa karşısındaki adam sıradan biri değildi, alışkın olması gerekti. Kendisine değer verdiğini anımsadığı günlerde, afallamasının anlamsız olduğunu düşündü. İnsanlar, değer biçtiklerini utandırmaz, şımartırlardı tam aksine. Hande şımarmamış, utanırken utandığını belli etmekten kendini alamamıştı. "Eğitim öğretimin, sizin gibi genç, başarılı ve dinamik öğretmemlere ihtiyacı var zaten, ikinizi canı gönülden tebrik ederim." Sözlerini, oturduğu koltuğunda devam ettiren yaşlı adamın her kelimesinde kıpkırmızı kesildi. Yanlarına bacaklarını sürükleyerek tam karşılarında durdu. "Beni utandırıyorsunuz ama Fatih Bey, daha büyük çaba gösteriyor, biyolojik maket hazırlamak, inanın İngilizce metin oluşturmaktan çok daha zor." Sözleri tamamlandığı anda, yanındaki genç adam, elini hızla kadının omzuna dokundurdu. Sanki destek olmak, dediklerinin aksini iddaa etmek ister gibi hali vardı üzerinde. "Kendine haksızlık etme." dedi tebessüm etmeye çalışırken. Haksızlık değildi, iş yapmıyordu ki, çabanın çoğunu o gösteriyordu. "Siz böyle dediğine bakmayın, aklınca mütevazilik etmeye çalışıyor. Yabancı dili çok başarılı, konuşabildiği gibi yazımı da çok detaylı, el yazısı ayrıca güzel." Fatih, özenle seçtiği sözlerini devam ettirirken yanındaki kadına, zor günlerinde ayrıca destek olması gerektiğini düşündü. İşin çoğunu kendisi yapmasına rağmen buraya İbrahim Bey'in sadece kendisini çağırmasını doğru görmeyerek, Hande'nin de tebriği hak ettiğini söylemişti.

 

"Ben tanıyorum zaten kendisini, derslerinde başarılı, işini özenle yapıyor. Sana doğru kişiyi yardımcı olarak verdiğime hiç şüphem yok." Aralarında ne olduğunu tam olarak çözemedi İbrahim Bey ama mutlaka bir ilişkileri vardı. Çok iyi hatırlıyordu Hande'yi kucağında hastaneye taşıdığı günü, hiç aklından çıkmamıştı. Üstelik hastane koridorunda kadının kocasıyla tartışmaları, imalı konuşmaları, yanılmadığını düşündürmüştü. Şimdi ise tekrardan emin olmuştu. Genç adamın, kadına gösterdiği değer, sıradan bir ince düşünce değildi. Kimse, sıradan insana böyle ince düşünerek değer veremezdi, tekrardan netleşmişti aralarında ilişki olduğu gerçeği. Hande'nin evli olduğunu anımsadı ama üzerinde durmadı, kimseye ahlak dersi veremezdi, kendisine düşmezdi. "Tekrardan ikinizi de tebrik ederim, sizler, Mustafa Kemal Atatürk'ün, geleceğe en güzel emanetlerisiniz, başarınızla tekrardan ortaya gösterdiniz. Proje tamamlaandığında, tekrardan iletişime geçeriz, inşallah ben çok güzel sonuçlanacağını umuyorum." İbrahim Bey'in sözleri tamamlanırken ikisinin birden yüzünü tebessüm aldı. İçtenlikle teşekkür ederek kolej müdürünün odasından ayrıldıklarında, kapıyı Fatih kapattı, ağırca yürüyen kadının yanına yetişti. "Teşekkür ederim." dedi sesi tökezleyerek çıkan genç kadın, yemek yediği anda hemen ilaçlarını içecekti. Ne zaman ihmal etse konuşmakta zorlanırdı. "Önemli değil." Sesi boğuk çıkmasına rağmen ne dediğini anlamıştı. "Ben gerçekleri söyledim, benim kadar senin de emeğin var, takım arkadaşıyız sonuçta, birlikte çalışıyoruz. Yardımların için asıl ben teşekkür ederim." Yanından ayrılarak okulun bahçesine ilerleyen genç adamın ardından, yüzünde ince tebessüm oluştu kadının. Böyle değer görmeye alışkın değildi, kendisine değer verdiğini sanki, bilinçli şekilde hissettiriyordu. Öğretmenler odasına ilerlerken aklında kendisine kardeşiyle gönderdi mektup vardı, henüz okumak için vakti olmamıştı, akşam evine geçince mutlaka okuyacaktı.

 

Zamanın dolduğunu anlarken öğretmenler odasından eşyalarını toparladı, üzerine montunu geçirerek çantasını koluna taktı. Çıkarak evine gitmek, aklını kurcalayan mektubu okumak istiyordu. Öğretmenler odasından koridora çıkarak okul bahçesine ilerledi. Günlerdir kocasından ses çıkmamasına şaşırıyordu, daha tam manası ile hırslanmamıştı anlaşılan. Elindeki imkanlara mutlaka değerlendireceğini biliyordu genç kadın, kocasını iyi tanırdı. Mutlaka gelecek, kendisini zorla bile olsa kendi evine götürecekti. Okul bahçesinin kapısından adımını attığı anda, gördüğü kişi ile yüzünde kocaman gülümseme oluştu. "Fatih için geldiyseniz bahçede olması gerek." dedi kendisine ilerleyen Nurcan Hanım'a tebessüm ederken. Yanına yaklaşarak kızın güçsüz bedenini kendine çekerken sıkıca sarıldı. "Hayır bir tanem, senin için geldim ben. Fatih birazdan paydos eder zaten, onu görmeme gerek yok. Sana sürprizim var, o yüzden seni evime yemeğe alacağım bugün, direkt bize gidiyoruz." Kollarından ayrılırken şaşırdı biraz, olanların ardından karşısındaki kadını böyle sıcacık beklemiyordu. "Güzel yemekler hazırladım ben sana, Birsen de akşam gelecek, dava hakkında konuşursunuz." Dudaklarında oluşan tebessümü durduramazken kadının koluna girmesine izin verdi, okulun önünden uzaklaşarak yola doğru yürümeye başladılar. "Ben aslında size bir şey soracaktım." dedi çekinerek Hande, biraz ürkekti konuşması. "Söyle." dedi kendisini yola ilerletirken. Yürüyeceklerdi anlaşılan, yol biraz uzundu. "Siz yemekler yaptım diyince, benim aklıma bir çorbanız geldi, son geldiğimde yapmıştınız, adını hatırlamıyorum." Nereden konunun buraya geldiğine anlam veremeyen Nurcan Hanım, çatık kaşlarla karşısındaki kıza döndü. "Nasıl çorbaydı, tarif edebilir misin, hem nereden çıktı şimdi bu?" Koluna sıkıca sarılırken yola gelmiştiler. Karşıya geçmeden önce yanacak yeşil ışığın düğmesine basan Nurcan Hanım, yanındaki kızın konuşmasını bekledi.

 

"İçinde küçük taneler vardı, kıyma atmıştınız biraz, içinde küçük makarna taneleri vardı, çok güzeldi." İştahla anlatırken canı ansızın söylediği çorbadan çekmişti. Olsa şimdi, soluk almadan içebilirdi. "Yapması çok zor mu, hani yemekler hazırladığınızı dediniz, yemeklerde o da var mı?" Yolu karşıya geçtikten hemen sonra kaldırıma çıkarlarken gülmesine engel olamadı. Yüzündeki gülüş sesli şekilde dudaklarında devam ederken elini kızın yanağında gezdirdi. "Senin canın şehriye çorbası mı istedi, kıyamam ben sana. Yaparım şimdi gidince hemen, hiç zor değil. Zor olsa ne olacak, ben senin için tencereleri deviririm." Yolu tamamen ardlarında bırakarak mahalleye girdiler. Ortalık sessizdi, mahalle genelde durgun olurdu. Yürüdüler sokak boyunca, eve yaklaşırlarken yüzündeki gülüş sonlanmadı, masum isteği çok hoşuna gitmişti. "Gel kuzum, sen içeride ısınırken ben iki dakikada çorbanı hazırlarım." Zorlanarak bahçe kapısından geçmesine yardımcı olurken bahçeyi de ardlarında bırakarak, evin kapısının önüne geldiler. Şartları aslında buraya gelmeye değildi ama Nurcan Hanım'ı kıramamıştı, avukatıyla görüşecek olma düşüncesi de ayrıca gelmesine neden olmuştu. Çantasından çıkardığı anahtarla evin kapısını aralayan kadın, önce kendi girdi, ardından Hande'nin girmesine yardımcı oldu. "Sevinç, ben geldim." dedi içeri doğru seslenirken. Kime seslendiğine anlam veremedi genç kadın, başlarda kaşları çatıldı. "Daha doğrusu biz geldik." dedi gülerek sözlerini düzeltirken. "Gel, mutfaktayım Nurcan." Seslenen kalın, katı sesi tanımaya çalıştı genç kadın, tanımak istedi ama başarılı olamadı. "Hadi yavrum, sen de mutfağa ilerle, seni tanıştırmak istediğim biri var." Üzerinden montunu çıkaran Nurcan Hanım, başındaki şalını açarak montuyla beraber askılığa astı. Açıkta kalan saçlarını tokayla aşağıdan topuz yaparken mutfağa doğru ilerledi. Önden ilerleyen kadını takip eden Hande'nin üzerinde yabancılık hissi vardı, bakışları ürkek ve çekingendi. Nurcan Hanım ilerledi, Hande ise mutfağın kapı pervazında kaldı, daha öteye gidemedi. "Soğuktu sanırım dışarısı." Sesin sahibini tanımadı ama başını çok kaldırmadan, utangaç bakışlarla yüzüne bakmaya çalıştığında, tanıması hiç zor olmadı. Rahmetlinin kabrine ilk gittiğinde, orada karşılaştığı kadından başkası değildi. Davette Nurcan Hanım kendisine söz etmiş, 'Sizi tanıştıracağım' demişti, o kadındı. Yerin yarılmasını, içine girmeyi istedi, öylesi utanıyordu.

 

"Soğuktu ama ben hiç üşümedim, insan sıcak insanların yanında olunca istese bile üşüyemez." Yüzünden sevgi dolu tebessümü eksilmeden konuşan Nurcan Hanım, ardına dönerek kapı ardında, yanakları kıpkırmızı olan kıza baktı. Sözleriyle, Hande'nin sıcacık yüreği olduğunu ima etmişti. "Gelsene bir tamem, neden orada bekliyorsun sen?" Yüzü aşağıda, karşısındaki kadının merhamet dolu sesini dinlerken beklemesinin manasız olduğunu düşündü. Sağ bacağını ardında sürükleyerek ilerlerken kadının sözlerine ayrıca utanmıştı, yine kendisini başkalarının yanında övüyordu. "Gel bak seni kimle tanıştıracağım." Yaklaşan kızın beline elini dolarken ileri doğru çekti. "Camide söz etmiştim sana hani, hatırlamışsındır şimdi, tanıştıracağım demiştim." Yanlarına tamamen çekerek tam karşısında durmasına yardım etti. Başını biraz kaldırması gerektiğini düşündü, utancını aşması gerekti. Bakışlarını kadına sabitleyerek zoraki kaldırdı gözlerini. Gözleri, karşısındaki kadının gözleriyle buluşurken cam misali mavi bakışları çarptı kendi gözlerine. Boğazını temizleyerek bakışlarıyla inceledi kadını. Gözlerindeki mavi bakışları tamamlayan beyaz tenine uyumlu koyu karamel rengindeki saçlarını, aşağıdan sıkıca topuz yapmıştı. Kalın dudaklarına uzanan uzun, kemerli, büyük burnu vardı. "Biz karşılaştık zaten, kabirde gördüm ben kızımızı, tanışamadık ama karşılaştık." derken soğuk yüz hatlarında, zoraki tebessüm oluştu. Aralarına girerek tanışmalarını isteyen Nurcan Hanım, sözlerini toparlayarak konuşmaya başladı. "Hande'ciğim, sana sizi tanıştıracağımı demiştim. Sevinç Teyze'n, camideki davette tanıştığınız Birsen'in annesi, yani kabrine gittiğin rahmetlinin annesi, zaten bilirsin, karşılaşmışsınız kabirde." Gülümseyerek tanıtırken bakışlarını kızdan alarak kadına çevirdi. "Hande, benim için Allah'ın emaneti, Rabbi'm benden kızımı aldı, yerine böyle bir mucize nasip etti bana. Kendisiyle tanışıklığımız biraz uzun hikaye, ileride anlatırım sana. Fatih'in yakın arkadaşı olur, bu nedenle tanıştığımız da söylenebilir aslında." Kendisine elini uzatan kadına karşılık, Nurcan Hanım'ın sözlerinin ardından daha çok utandı genç kadın. Uzattığı elini, iki tarafı birden şaşırtarak kendine doğru çekerken öptü, başının üzerine koydu.

 

"Senin emeğinin üzerinde olduğu belli, maşallah çok terbiyeli." Soğuk duran yüz hatlarına rağmen yaptığı konuşma, genç kızı epeyce utandırdı. "Camideki davette sen de vardın, demek Birsen'le tanıştınız, o bana hiç senden söz etmedi." İçindeki şüphelere hak verdi Sevinç Hanım, daha adından söz edilirken, doğru düzgün hiç görmeden anlamıştı Fatih'in hayatındaki kadın olduğunu. Daha ilk, kabirde gördüğünü söylediğinde, damadının bakışlarından çözmüştü. "Zamanı olmamıştır Birsen'in, ondan amlatamamıştır. Birsen, Hande'nin dava avukatı oldu, aile içi bazı sorunları var, eşiyle ayrılma aşamasında, davasına o bakacak." Nurcan Hanım'ın açıklamalarını dinlerken şüphelerini tekrar aklında doğrulttu. "İnşallah güzel sonuçlar alırsın canım, hakkında hayırlısı olsun." Ses çıkarmadı başlarda, kadının dedikleri karşısımda susmak istedi. "İnşallah, sağ olun." dedi daha sonra çekinerek, cılız sesle. Konuşulanları dinlerken mutfak dolabından tenceresini çıkaran Nurcan Hanım, hızlıca içini suyla doldurdu. "Yavrum, hadi sen bir oturma salonuna doğru ilerle, orada seni bekleyen sürpriz var, hemen mutfağa geldin, fark edemedin." Tüpün altını açarak tencereyi üzerine bıraktı. İstediği çorbayı hızlı şekilde hazırlayacaktı. "Olur." dedi tebessüm ederken içini merak sarmalayan genç kadın, bacaklarını sürükleyerek mutfağın çıkış kapısına doğru ilerledi. Oradan çıkarak daha salona birkaç adım atmıştı ki, gördüğü manzara karşısında dudaklarında incecik tebessüm oluştu.

 

"Sen ne güzel sürprizsin böyle." Yüzünde sanki baharın rengarenk çiçekleri açmıştı Yasemin'i gördüğünde. Köşedeki mama sandalyesi üzerine oturtulmuş, elindeki oyuncağıyla oynuyordu. Sanki kendisinin gelmesine sevinmiş misali, karşısındaki bebeğin bakışları, elindeki oyuncaktan kalkarken kendisinin yüzüne bakarak gülüşleri çoğalmıştı. Yaklaşarak tam karşısında dururken mama sandalyesinin tam, yemek masasının kenarından durduğunu gördü. Köşeden hemen sandalye çekerek önüne otururken yanaklarına dokundurdu ellerini. "Yasemin'ciğim, ben geldim, hatırladın mı beni?" Yaklaşarak saçlarının kokusunu içine çekti. "Ben seni çok özledim, sen her gördüğümde daha mı güzelleşiyorsun acaba, yoksa bana mı öyle geliyor?" Sanki söylediklerini anlarmışçasına gülüşleri çoğalırken genç kadının da gülümseleri artmıştı. "Aa." dedi içeri girerek elindeki tabakları yemek masasına bırakan Sevinç Hanım, gördüğü manzara karşısında keyif alırken biraz şaşırmıştı. "Küçük hanım başını, oyuncağından kaldırabilmiş sonunda." Torunun elindeki bebeği çok severek oynamasından rahatsız olurdu hep, hiç başını kaldırmazdı ama şimdi karşısındaki kıza bakarak gülümsüyordu. "Teyzesi gelirken Düzce'den getirdi, nasıl sevdi anlatamam, elinden düşüremedi." Zoraki tebessümle konuşurken torununa gösterdiği sevgi hoşuna gitmişti. Fatih'le gerçekten aralarında bir şeyler varsa, Yasemin'in eksiklik çekmeyeceğini anladı. Yine de içindeki şüphelerden alamadı kendini. Ya sadece şimdilik Yasemin'e karşı ilgiliyse? Sonradan ihmal etme ihtimali de vardı. Üzerine durmadı düşüncelerinin, kadının şimdilik evli olduğunu hatırlattı kendine. Kağıt üzerinde evliliği vardı, belki eşiyle geri barışırsa, hayatları hiç değişmezdi. "Çok mu sevdin sen oyuncağını, sahiden ne güzelmiş." Oyuncak bebeğe elini uzatırken biraz geride durdu. "Bana verir misin oyuncağını?" Uzattığı elinin boşta kalacağını düşünürken biraz bekledi, oyuncak bebeği kendisine uzattığını görünce şaşkınlığına engel olamadı. Sevgi dolu kocaman kahkaha atarken yaklaştı, kokusunu içine çekerek incitmeden, doyasıya saçlarını öptü.

 

"Biz yanlışlıkla elinden almaya kalksak kıyameti koparırdı, şuna bak sen, büyüdü de insan ayırt ediyor." Gülerek konuşan Sevinç Hanım, gördüğü manzara karşısında az daha dilini yutacaktı. Torunu, oyuncağını kimseyle paylaşmak istemezdi. "Yasemin beni çok sevdi, hem bugün Hande ablası onunla uzun süre kalacak, kuşları gösterecek ona, yine kuşlara güleceğiz birlikte." Yerinden doğrulurken sağlam bacağı üzerine basarak, kollarını bebeğe doğru uzattı. Yaptığı hamle karşısımda telaşlanan Sevinç Hanım, yanlarına doğru ilerledi. "Yardım edeyim mi sana kızım?" dedi endişe içinde. Sağlam olmadığını anlamıştı ama tam olarak neyi olduğunu çözememişti. Geçici rahatsızlık olduğunu düşünerek üzerine durmadı ama böyleyken bebeği kaldırmaya çalışmasından endişelendi. Hande, yanına gelen kadını umursamadan, öncelerine göre daha az zorlanarak kaldırdı. "Tamam, ben hallettim, kaldırabilecek durumda olmasam riske atmam, rahat olun." Sürükleyerek bacağını, beli iki büklüm yürürken pencere kenarındaki koltuğa oturdu. Böyle daha rahat edecekti, arada pencereden kuşları gösterirdi, o sandalyede kendisine uzanmakta zorluk yaşayabiliyordu. "Sizden rica etsem, bana kapı kenarındaki askılığa astığım çantamı getirebilir misiniz?" Kendisini şaşkınlıkla izlemekte olan Sevinç Hanım'a çekinerek konuştu. Köşedeki askılığa şaşkınlık içinde ilerlerken aldığı çantayla kıza doğru ilerledi. "Bu mu?" dedi bakışlarındaki şaşkınlık artarken. "Evet, teşekkür ederim." Elindeki çantasını alarak içini araladı, çizim defterini çıkardı. Bugün buraya geleceğini bilse, gelirken oyuncak bile alırdı, gelmişken Nurcan Hanım'a da hediye almak isterdi aslında ama gelişi habersiz olmuştu. Defteri aralayarak içindeki kuş çizimlerini gösterirken gülüşlerinin çoğalmasına neden olmuştu. Eli, defterdeki özenle çizilmiş, gerçek misali duran kuşlara değerken daha çok gülüyordu. "Çizimlerini sevdin demek, sana kuşları göstereceğimi demiştim." Sözleri karşısında, eli defterden kalkarak nedense ansızın, Hande'nin saçlarına uzandı. Kollarını boynuna dolarken elleri saçlarından ayrılmamış, başını omzuna bırakmıştı.

 

"Senin uykucuğun geldi sanırım, hadi güzelce kapat gözlerini." Kollarında bedeniyle iki yana sallanırken saçlarını kokladı, dudaklarını incitmeden dokundurdu doyasıya. İçeriye girerek yemek masasının üzerini düzenleyen Nurcan Hanım'ı izledi kısa süreliğine. "Yük oldum ben size, keşke çorbayı hazırlamasaydınız, Allah ne verdiyse yerdik." Kaşlarını çatarak kendisine doğru döndü. "Saçmalama." dedi sert şekilde. Böyle davranmasına daha ne yapsa alışamıyordu, zamanında hep kendisine yüz çeviren kadından alıyordu en büyük desteği. "Birazdan arar, annemle ağabeyini de çağırırım ben, yemekler hazırlansın, benim çağırmam daha doğru olur, sen arama." Sözlerini bakışlarıyla onaylarken kucağındaki bebeğe eğdi bakışlarını, tamamen uykuya geçmişti. "Şuna bak şuna." Gülerek, uyanmaması için kısık sesle konuşarak yanlarına ilerleyen Sevinç Hanım'ın şaşkınlığı artarken torununu izledi. "Yatırmak için beşiğe koyup azıcık sallasam, kıyameti koparır, hayatta sevmez öğle uykusunu, meğer bizi ayırt ediyormuş." Bakışlarıyla tebessüm ederken sadece kendisinde durması, hoşuna gidiyordu Hande'nin. Seçici olmasına rağmen kendisini sevebilmesi, genç kadının istemsizce şımarmasına neden oluyordu. "Getir, alayım ben onu, beşiğine bırakayım." Sarmadan kucağından alırken başlarda vermek istemedi ama yatağında yatmasının daha doğru olacağını düşündü. Kolları boşa çıkarken yanına gelen Nurcan Hanım'a çevirdi kendini. Kotuğun üzerindeki defterleri masanın üzerine bırakan kadın, yanına oturarak kızı kendine çekti. Başını dizlerine bırakan Hande, yaşamadığı sıcaklığı onda gördüğünü hissetti. Başı dizlerindeyken saçlarını okşaması hoşuna gidiyordu. "Bana yine o türküyü söyler misiniz?" demesi, karşısındaki kadını biraz gerdi, bunu yanında birileri varken yapmayı sevmezdi. "Şimdi değil yavrum." dedi acı ile iç geçirirken. Tam karşılarında oturan Sevinç Hanım olmasa, belki söyleyebilirdi ama acılarını tek yaşamayı daha çok seviyordu.

 

"Başka şarkı söyleseniz..." Seçenek sundu, sesini dinlemek istemişti. "Canım şu an pek türkü söylemek istemiyor yavrum, yalnız kaldığımızda söz söyleyeceğim." Elini yanlardaki tülbentinin kenarlarında duran oyalara uzandı. Başına yazmayı ardından, oval şekilde bağlarken düğüm yaptığı tülbentin kenarları yanlarına bırakmıştı. "Olur." dedi yüzündeki tebessümü indirmeden. Ellerini kızın saçlarında gezdirerek saçlarını öptü. "Güzel yavrum benim, inci tanem." Saçlarıyla oynamayı seviyordu, kendisine kızını daha çok hatırlatsa bile eskisi gibi acı çekmiyordu. Hande ile iyileşiyordu Nurcan Hanım, kanayan yaraları sanki şifa çiçeği olmuştu. Uzun süre öyle kaldılar, kadının eli inmedi saçlarından. Köşedeki telefonunu alarak akşam için annesiyle ağabeyini davet eden Nurcan Hanım, iyice şaşırttı kendisini. Uzun süre konuşarak annesini ikna etmeyi başarması, yeteneklerin en özeli olarak kabul edilebilirdi. Telefonu kapattığında, "Birazdan gelecekler, hep birlikte akşam yemeği yiyeceğiz." demesi kendisini daha çok mutlu etmişti. O, özenle ailesini davet ederken Hande, başını hiç kaldırmadı kadının dizlerinden. Eli, kendisinin kumral saçlarında gezinmeye devam ederken içi hoş oluyordu. "Size itirafta bulunacağım ama kimseye söylemeyin." Sözleri karşısında meraklanan Nurcan Hanım, kendisine neden söz edeceğini merak etti. Tahmin bile yürütemedi, şaşırdı sadece. Daha sormasına imkan kalmadan, kelimelerini sürdürdü. "Siz, Yeliz Annem'den daha güzel yemek yapıyorsunuz ama aramızda kalsın, o bilmesin." Söyledikleri, Nurcan Hanım'la beraber, karşılarında oturan Sevinç Hanım'ı da güldürdü. Sesli şekilde güldüler, eğilerek okşadığı saçlarını öptü Nurcan Hanım. "Demek öyle." dedi başını saçlarından kaldırırken. "Evet, hem de çok güzel yapıyorsunuz, kusursuz denebilecek kadar güzel. O çok bilmez, yani arada girer mutfağa, genelde hep zeytinyağlı yapar, daha aparatif yemekleri olur. Bizde Serap var, yardımcımız, yemeklerle o ilgilenir ama sizde bulduğum lezzeti bulamam." Dudaklarında ince gülüş oluşurken saçlarını okşaması devam etti. Duraksadı, elini saçları üzerinde durdurdu.

 

"Şehriye çorbamı çok sevmiş, benden istedi, ben de hazırladım kızıma, şimdi beraber içeceğiz." Karşısındaki Sevinç Hanım'a bakarak açıklama yaptı. Başını dizlerinden kaldıran genç kadın, kendini iyice doğrulttu. Yanağına uzanarak, uzun süreli tanışmalarına rağmen ilk kez kadının yanağına dokundurdu dudaklarını. Arka odadan gelen bebek ağlaması sesi, kendini Nurcan Hanım'dan geri çekmesine neden oldu. "Yasemin kalktı." dedi gülerek Sevinç Hanım. "Çok bile uyudu vallahi, ben şaşırdım öğle uykusuna yatmasına." Sözlerini devam ettiren kadın, yerinden kalkacakken onu durdurdu Hande. "Siz durun, ben buraya getirebilirim, ben alacağım." Eliyle koltuğun kenarından sıkıca destek alarak sağlam bacağı üzerine bastı. "Dikkat et yavrum." dedi Hande ile beraber kalkan Nurcan Hanım, mutfağa giderek çorbayı kontrol etmesi gerekti. Hande uzaklaşırken arka odaya doğru, tedirgin şekilde ardından bakakaldı Sevinç Hanım, yanına gitmek istedi ama biraz çekindi. "Sen gel benimle mutfağa, merak etme, Hande alamayacak olsa, asla gurur ederek Yasemin'i riske atmaz, bizden daha düşüncelidir." Karşısındaki kadının düşüncelerini okurcasına konuşurken amacı, içini rahatlatmaktı. Yüreğindeki tedirginlik geçmese bile üzerine durmamaya çalıştı. "Bedenindeki sorunu tam olarak anlayamadım, kaza mı geçirdi?" Yanındaki kadınla beraber mutfağa ilerledi, odadaki yemek masasının üzerinde eksikleri tamamlamak için mutfak dolabını araladı. "Durumu kalıcı." dedi tekrardan rahmetli kızını gözleri önüne getiren Nurcan Hanım. "Küçükken felç geçirmiş, günlerce yatalak kalmış." Yapmaya başladığı açıklama, kadının elini, aralanan ağzına kapatmasına neden oldu. "Uzun uğraşlar sonucu toparlanmış, devamlı fizik tedaviye gitmiş ama ancak bu kadar iyileşebilmiş, koluyla bacağı, yani tek tarafı, tam olarak düzelememiş." Elindeki tepsinin içine bardakları dizerken yüzünde acı dolu ifade oluştu, bunu hak etmeyecek kadar hayat doluydu oysa. Güzel, asil, daha tanımadığı halde kendisinin elini öpecek kadar terbiyeliydi. İnsan zaten hangi acıyı hak ederdi ki, yaşadıkları kimselere reva değildi aslında.

 

"Kendi hayatını idam ettiriyor maşallah, üstelik hayat dolu, neşeli, insanın bu kızı görünce çiçek açası geliyor." Yüzünde, konuşurken gayrı ihtiyari tebessüm oluşan Sevinç Hanım, hayatta şükredecek çok nedenlerinin olduğunu, kıza bakarken tekrar anlamıştı. "Öyledir benim kızım, çok yeteneklidir. Bir çizimleri var, ünlü ressamlar halt etmiş önünde. Yabancı dili çok iyi, Fatih'in çalıştığı kolejde, İngilizce Öğretmeni olarak görev yapıyor. Yeni mezun daha, okullar arasında birinci seçilerek üniversiteden mezun oldu." Şüphelerinde yanılmadığını tekrardan anladı, Fatih'le aralarında mutlaka karşılıklı hisler vardı. "Tıp çok gelişti aslında, keşke bir çözümü olsa." dedi haline tekrardan üzülürken. "Gelişen tıp, yapacağını yaptı Sevinç, maalesef tedavi imkanı yok, çok bile düzeltti kendini." Kendi kızı zamanında felç geçirdiğinden, Hande'nin hastalığını iyi biliyordu Nurcan Hanım. Kimisi toparlanabildiği kadar düzelirdi, kimi tam olarak düzelemeden can verirdi, İnci'sinin nefesi, kollarında göklere karışmıştı ama şükür Hande vardı, tüm acılarına şifa olarak hayat karşısına çıkarmıştı. "Nasip işte, olsun, Allah daha ağır dert vermesin, benim sana sormak istediğim aslında çok başka." Sesini kısarak, kimsenin duymaması için kadına yaklaştı. Konuşmaktan çekinse bile kadının yanına gelerek, fısıltı ile sözlerine başladı. "Ben ilk, Yasemin'imin kabrinde karşılaştım, rahmetlinin tanıdığı mı?" Sesini kısarken arada ardına dönerek yakınlarında olup olmadığını kontrol etti. "Yani olsa ben tanırdım, kızı sadece orada gördüm, daha önce görmediğime eminim." Karıştırdığı çorbanın altını kapatarak kadına kendi yaklaşarak açıklamaya başladı. Hande'nin anlamaması gerekti konuştuklarını, anlarsa daha çok utanırdı. "Rahmetliyi tanımıyor, sadece ona karşı kendini biraz suçlu hissediyor, Fatih'ime olan hislerinden ötürü..." dedi gülerek sözlerini sürdürürken. Bunu kabullenmesi gerekti, yoksa Hande, o bataklıktan kurtulamazdı. Gerekirse gelini olacaktı, hepsini göze almıştı. Kaskatı kesilen Sevinç Hanım, göstereceği tepkisini çözemedi, ne şekilde karşılık vereceğini bilemedi. Yanındaki kadından uzaklaşarak, masanın üzerindekil tepsisinin içini düzenledi. Daha çok soru sormadı, alacağı yanıtlara hazır değildi. Oysa şimdi deli gibi, bir zamanlar damadı olan Fatih'in hislerini merak ediyordu. İçerideki kızın hislerinin karşılıklı olup olmadığını merak ederken sormadı, alacağı yanıtlara, hiçbir şekilde hazır değildi.

 

Sesin geldiği arka odaya ilerlerken aralık kapıyı tamamen geriye ittirdi genç kadın. Yüzündeki gülüşe engel olamazken bacağını sürükleyerek beşiğe doğru yürüdü. "Kimler kalkmış böyle." Tam önünde durduğu beşiğin tahtalarından tutunurken gülüşü çoğaldı. "Yasemin'ciğim, bak ben hâlâ burdayım, uyudun uyandın seninleyim." Yaklaşırken kollarını uzattı, bedenini kendine iyice çekerken kollarını bedenine doladı. "Gel bakalım." Sımsıkı kavrarken, kaldıracağına emin olduktan sonra beşikten çıkararak kaldırdı. Kollarında sallarken ağlamasının bitmemesi kendisini huzursuzlaştırdı, cama doğru ilerledi. "Gel kuşlara bakalım beraber, olur mu, hadi yine gülelim kuşlara." Sağlam tarafıyla Yasemin'i kavrarken diğer eliyle tülü araladı, karşıdaki ağaca yuva yapan kuşları gösterdi. "Şanslı günümüzdeyiz, bak ağaca ev yapmışlar." Elini uzatarak karşılarındaki ağacı gösterdi. Biraz daha sakinleşmişti ağaca bakarken ama sanki ağlaması, tam manasıyla geçmemişti. "N'oldu bir tanem sana, kötü rüya mı gördün yoksa." Kollarında sarsarken ardında, kendisini hayranlıkla izleyen genç adamdan habersizdi. Kısa süre önce gelen Fatih, önce içerideki ailesiyle konuşmuş, sonrasında odasına doğru gelirken karşılaştığı manzara, durarak izletmişti kendisine kadının davranışlarını. İnsanın baktıkça bakası geliyordu, izledikçe daima izlemek istiyor, her gördüğünde biraz daha tutuluyordu. Uzun zaman olmuştu aşkı kalbinden, rahmetli ile beraber toprağa gömeli, adına 'Sevda' dedikleri, böylesi miydi acaba? Hande, Yasemin'e kuşları gösterirken keyfini yerine getirmeyi başarmış, uykudan kalkınca daima huysuz olan kızının gönlünü almıştı.

 

"Hande, hadi kızım, çorban hazır, dolduruyorum tabağa." İçeriden gelen Nurcan Hanım'ın sesiyle beraber, yüzündeki gülüşü indirmedi genç kadın. "Gel hadi, içeri geçelim, babaanne bize çok güzel yemekler hazırlamış, bakalım neler yapmış." Kollarıyla bedenini kavrayarak pencereden uzaklaşırken ardına dönen genç kadın, karşısında gördüğü adamla olduğu yerde kaldı. "Hoş geldin." dedi çekinerek, biraz utangaç şekilde. "Sen de hoş geldin." O akşam olanları hatırladı, tekrardan mahcup hissetti kendini. "Olanlar için özür dilerim, ben çağırmazsam, polise gideceğini söyleyince, tamamen seni düşündüğümden gelmesine müsaade ettim." Sinirle olanları hatırlayan genç adam, hızla başını iki tarafa salladı. "Bir başkası adına özür dileme benden, kimsenin hataları için kendini kötü hissetmek zorunda değilsin. Bana annem anlattı, en az onun kadar ben de gurur duydum olaya yaklaşımına. Düşünerek takılma bunlara, hadi sen zorlanma daha çok, Yasemin'i bana uzat, beraber içeri geçelim." Yaklaşarak kollarına uzandı, kucağından bebeği, kadını sarsmadan alırken diğer eliyle kadının beline dokundu, düşmemesi için sabit kalmasına yardımcı oldu. Yakın mesafede kendini biraz tuhaf hissetse bile belli etmemeye çalıştı genç kadın. Yürüdü, yürürken kendisiyle beraber, yanındaki adamın geldiğini de fark etti. İçeriye geçerek oturma odasına girdiklerinde gördükleri manzara, genç kadın için daha yürek açıcı oldu. Kapıdan giren annesine ilerlerken yüzündeki gülüş çoğaldı. "Anneciğim, ağabeyim gelmedi mi?" dedi merakla, içeri tek girmesine şaşırmıştı. "Gelecekti ama son anda işi çıkınca olmadı, ben kendi arabamla geldim, dönerken zorlanmayız." Sadece başını salladı, aslında gelmesini çok isterdi ama işinden alıkoymak istemezdi, zaten çok sürmeden kalkacaklarını kendine hatırlatarak üzerine durmadı. Başını diğer tarafa çevirirken gördüğü kişi ile şaşırdı, bakışlarını kaçırarak aşağı indirdi. Fatih, anlaşılan gelirken arkadaşı Turgut'la birlikte gelmişti. Gördüğü adamla bakışlarını kaçırdı, en son Fatih'in tamirhanesinde, hayatında birisi olduğunu sanarak, ona hesap sormaya gittiğinde görmüştü.

 

"Hoş geldin." Kapıdan çok sonra girerek çantasını asan genç kadın, kendisine doğru gelirken tebessümle baktı yüzüne. Geçen zamanda Birsen'le konuşmalarını ilerlettikçe, aralarındaki resmilik kalkmıştı. Birlikte çalışacaklardı neticede, davasına bakacaktı, devamlı mesafeli kalamazlardı. Aradaki resmiliğin sonlanmasını, karşısındaki kadın istemişti kendisinden. Yanına ilerleyen kadını incelerken saçlarını salık görmek, şaşırttı kendisini. Çok güzel giyinmişti, tarzını kendisine yakın gördü Hande, resmi ama şıktı. "Sen de hoş geldin Birsen." dedi zoraki tebessüm etmek için çabalarken, avukatıyla karşılaştıkça üzerindeki sıkıntıları hatırlaması, hüzne boğardı kendisini. "Ben Düzce'ye geçceğim ama buna takılma, olur mu Hande?" Elini omzuna dokundurarak konuşması, içini burktu istemsizce. Bakışları aşağı inerken yüzü düştü, içinde ürperti oluştu. "Hayır." dedi burukça tebessüm eden Birsen. "Üzülme sakın, benim arabam var, sürekli geleceğim, telefonda devamlı görüşeceğiz. Sen sakın kafana takma, Allah'ın izniyle mahkeme, olumlu sonuçlanacak." Konuşmaları biraz olsun rahatlatırken bakışlarını kaldırdı. Güçlü duracaktı, sadece avukatının uzakta olmasından endişe etmişti. "İnşallah, benim tek temennim o zaten." Korkularının bundan kaynaklı olduğunu izah etmeye çalıştı. Karşısındaki kadını ilk kez böyle şık ve bakımlı görüyordu. Davetten sonraki görüşmelerinde daha sade giyinmişti, şimdi üçüncü görüşüydü ve bambaşka biri olarak çıkmıştı karşısına. "Herkes masaya!" İkaz edercesine seslenen Nurcan Hanım'ın ardından, adımlarını oldukça sürüklemeye çalışarak masaya doğru yürüdü. "Hadi Hande, sözde canın çorba istemişti, senin için hazırladım, gelmiyorsun." Sitem edercesine konuşması, daha çok hızlanmasına neden olurken masanın yanındaki sandalyeyi çekti. "Gel, ben yardım edeyim sana." Kollarından tutarak sandalyeye kendisini oturtan Birsen, hemen sonra yanından uzaklaşarak Fatih'in kucağındaki Yasemin'i kollarına aldı.

 

"Sen Düzce'ye gidecek misin Fatih?" Yemek masasına otururken arkadaşına merakla soran Turgut, karşısındaki adama bakışlarını sabitledi. "Tabii." Yanındaki annesinin elinden tencereleri alan genç adam, masanın üzerine bıraktı. "Ben gelme diyorum ama dinleyen kim." Yeğenini kucağında sallarken elindeki biberonu ağzına doğru uzatan genç kadın, sitemle konuştu. "Benim zaten arabam var Fatih, gelmen çok yersiz." Sütü içirmek için çabalarken konuşmalarını sürdürdü, düşünmesi hoştu ama gereksizdi, boşuna yoruyordu kendisini. "Benim evimden, ben varken öyle çıkamazsınız, senin arabanı ben kullanırım. Dönüşte otobüsle gelirim, zaten çok uzun yol değil." Gözleri, konuşurken çorbasını kaşıklamakta olan kadına takıldı, anlaşılan daha gönderdiği mektubu okumamıştı.

 

"Kalacak mısın orada?" Karşısındaki Turgut'a bakışlarını çevirdi, sorusunu yanıtlarken istemsizce sırıttı. "Yok, kalırdım ama gerek yok, burada yolumu gözleyen, beni çok özleyen birileri var." Sözleri karşısında, elinde kaşıkla kalakaldı genç kadın, haraket edemedi. Yüreğinde sanki kapılar cereyan edercesine çarparak aralandı. Kendisine bakarak kurduğu cümle, genç kadının kıpkırmızı kesilmesine neden oldu. Bakışlarını kaldırırken sırıtan yüz hatlarını incelemek, sinirlenmenin aksine daha kötü hale getirdi kendisini. Gözlerine bakmaya nasıl korkuyorsa, şimdi aynı ürperti vardı yüreğinde. Üstelik gözlerine bakmamıştı bile, bakmadan kaskatı kesilmişti. Kendini toparlaması gerektiğini düşünürken kaşları sinirle çatıldı, devrik gözlerle baktı adama ama gözlerine bakamadı, hafifçe kaldırdı bakışlarını.

 

"Ne saçmalıyorsun sen?"

dedi sinirlendiğini belli ederken, herkesin içinde gösterdiği imalardan rahatsız olduğunu belirtmek için kurdu cümlesini. "Yasemin'i kastetmiştim ben, sen niye üzerine alındın ki?" Gülmemek için kendini tuttuğunu, ses tonundan anlarken sinirine engel olamadı kadın, susmak istedi, ne konuşacağını bilemedi. "Üzerime alınmadım." dedi soğukça, önündeki çorbasını içmeye devam etti. Sinir olmasına rağmen belli etmemek için çabaladı, yanaklarının kızarması geçmediği gibi çoğalsa bile kendini çorbasına yoğunlaştırdı.

 

Uzun zamandır böyle eğlendiğini bilmezdi, kendisi için güzel geçen akşamlardandı. Yemek masasından kalktıklarında annesiyle birlikte karşıdaki koltuğa otururlarken yiyebileceği en lezzetli yemekleri yediğini düşündü. Yanındaki Yeliz Hanım'ın koluna yaslarken başını, yüreğindeki yorgunlukları umursamamak için çabaladı Hande. Hepsinin geçeceğine inanıyordu, vakti gelince tüm sıkıntılarını azat edecekti. Kalkma isteğini annesine söylediğini anlayan Nurcan Hanım, katı şekilde ortama atılarak, "Çay içmeden şurdan şuraya bırakmam." demişti kendilerine. Zoraki kabul etti, elinde olsa, yemek masasında Fatih'in imalarını anladığı anda, kaçarcasına gitmek isterdi. İnsan kaçamıyordu, özellikle de hislerinden uzaklaşamıyordu. Yanındaki annesinin kolundan başını kaldıramazken karşısındaki kadının sözleriyle yüzündeki tebessüm duraksadı.

 

"Birbirinize zarafet açısından çok benziyorsunuz ama yüz hatlarınızın, görüntünüzün hiç alakası yok."

 

Birsen'in sözleri, bomba etkisi yaratırken ortamda, başını ağırca kaldırdı genç kadın. Kendini kötü hissetti, şimdi yanındaki kadının öz annesi olmadığını açıklayacaktı. "Sanki iki yabancı gibisiniz, öyle benzemiyorsunuz." Birsen'in gerçeği bilmeden konuşmasını, herkes anlayışla karşılarken istemeden gözleri dolan Hande, soluğunu kontrol altına aldı, birazdan soluksuz kalarak ilaca ihtiyaç duyabilirdi.

"Birbirimize benzemiyor olmamız çok normal, çünkü ben Hande'min, biyolojik annesi değilim."

 

Sesi sakin ve anlayışlı çıkarken yüzünde hoşgörüyle dolu tebessüm vardı Yeliz Hanım'ın, karşısında açıklama yaptığı kızdan hoşlanmasa bile bunu belli etmedi. "Sadece doğurmadım ama bir annenin sevebileceğinden çok daha ötede seviyorum." Yürekleri sıcacık yapan konuşması, Birsen dahil herkesin yüreğine işlerken daha kimseler bununla ilgili soru sormadı. Elinde çay tepsisiyle mutfaktan gelen Nurcan Hanım, sırasıyla herkese bardakları servis etti. Hande'nin çayıyla tatlısını, küçük tepsiyle sağlam dizine bırakan kadına bakarak, "Ben yardımcı olacağım." dedi Yeliz Hanım, kızına yardım etmek üzere kendini ona doğru çevirdi.

 

"Ben sana muaynehaneye geliyorum ya arada yardıma." Yanındaki arkadaşı Turgut'la konuşan genç adam, elinde çay bardağıyla koltuğun başında duruyordu, canı oturmak istememişti. "Sen de bana sınav sorularında yardım etsene, yanıtlayacağım derken birbirine kattım." Gözlerini devirerek kendisine bakan adam, "Nasıl başardın?" dedi merakla, sesinde alay tınısı vardı. "Ben de anlamadım ki, toparlamak isterken iyice birbirine karıştı, toparlarım ama sen yardım etsen daha hızlı olur, çünkü tamirhanedeki işlere de yetişmem gerek." Söyledikleri karşısında sadece başını salladı, çay bardağını dudaklarından indirirken "Hallederiz." dedi sadece. Konuşmaları planlı ilerliyordu aslında, yardıma ihtiyacı yoktu Fatih'in, rol icabı böyle konuşuyordu. Yarım saat önce içeri çektiği Turgut'la anlaşmış, kuracakları her cümleden söz etmişti. "Zaten sen bir tuhafsın son günlerde, hayırdır kardeşim, aşık mısın acaba?" Cümlesini bilinçli olarak kurarken gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı genç adam, arkadaşının oyununa ortak olmak biraz eğlenceli gelmişti kendisine.

 

"Sırılsıklam."

 

Karşısındaki kehribar gözlü kadına bakarken kendinden geçecekti az daha, zor toparladı kelimesini, sesli şekilde dile getirdi. Üzerine alınmamak için çabalasa bile Hande, elinde çatalla olduğu yerde kalakaldı, haraket edemedi. Kendisini kastetmediğini düşündü ama bakmaktan korktuğu siyah gözler, kendisinin gözlerine keskince bakarken üzerine alınmamak çok zordu. "Vay!" Eğlenerek konuşan Turgut, yerinden kalkarak elinde boş kalan çay bardağını, önündeki sehpanın üzerine bıraktı. "Kimmiş bu şanslı yengemiz, biz tanıyor muyuz?" Karşısındaki kızın haline şimdiden acıdı, arkadaşını iyi bilirdi, Fatih'in eline düşen yanmıştı. Yüzü şimdiden pancar misali olmuştu, geleceği hali tahmin bile edemiyordu. "Yani, tanıdığınız söylenebilir." Kelimeleri eğlenircesine dudaklarından dökülürken özenle devam ettirdi cümlesini.

"Kızıma kuşları öğreten bir kadın var, sanırım ona böyle deli gibi tutuldum."

 

Olduğu gibi kaldı Hande, utanacak gücü bile bulamadı kendinde, kaskatı kesildi. Teni önce sarardı, ardından beyazladı. Yanındaki Yeliz Hanım, karşısındaki adamın imalarına, dudağının ucuyla keyif içerisinde gülmeye başladı, hayalleri çoktan gerçekleşmişti.

 

Oturduğu yatağı üzerinde, kucağındaki kalın zarfı incelerken defterden farksız olduğunu tekrardan görerek anladı genç kadın. Neleri sığdırdığını merak etti, neleri saklamıştı satırlara... Şimdi hiç yaşamadığı, yaşayamadığı sevdanın izleri mürekkebin ucundan kağıda akmıştı. Yaşayamadıklarını, dile getirmesi şu vakitlerde haram olan sevdasını kara kalemle anlatmak istemişti. Eline aldığı kalın zarfa ürperek baktı, okuyacaklarına ne kadar hazır olduğunu bilemedi. İnsan kaçtıklarının esiriydi aslında, ömrünce tek öğrendiği bu olmuştu. Kaçmadan, sakince, satırları içine çekerek okuyacaktı. Okuduklarının, birkaç saat önce evinde kendisine söylediklerinden farkı olmayacaktı. Zaten anlatılması gerekenleri imalarla anlatmış, kendisine neredeyse utancından kaskatı etmişti. Söylediklerinin ardından çok sürmeden, hızlıca kalkmışlardı. Kendilerini, Yeliz Hanım'ın arabası olmasına rağmen Fatih bırakmıştı. Yüzüne bir an olsun bakamadan gelmişti, sabırla kaçırmıştı gözlerini siyah gözlerden...

 

Evlerine geldiklerinde araçtan inişi yine sessiz sakin olmuştu. İçeriye girdikleri gibi yanındaki Yeliz Hanım'a, çok yorulduğunu, dinleneceğini söyleyerek odasına geçmişti Hande. Yorgundu ama kalbi yorgundu, bunca hissi birden yüreğinde taşıyamıyordu, halsizlik vardı üzerinde. Her ne kadar annesi aşağıda otursa, daha uyumasa bile kendisi odasında kalmak istedi. Bugün olanların ardından hisleriyle baş başa kalmak istedi. Kendini dinlemesi gerekti.

 

Elindeki zarfı aralamaya çalışırken heyecanlandığını hissetti. Usulca açtı, içinden kağıt destesini çıkardı. Kağıtları elinde kavrarken kalbi sanki ağzında atıyordu. Tek kenarından zımba ile düzenlice zımbalanmıştı. Kalın zarfın içinden bol kağıtlı ama düzene alınmış şekilde mektup çıktı. Ne yazmıştı, neleri sığdırmıştı bunca kağıtlara? Eli kalbindeydi, ürperiyordu açıkçası, içinde korku barınıyordu. Evdeki itirafının ardından her kelimesine hazırdı aslında, hazırlamıştı yüreğini. Boşanmamıştı, evliydi, kocasından ayrılma aşamasında olsa bile kağıt üzerinde nikahı vardı, bunu atlamaması gerektiğini kendine hatırlattı. Üstelik, annesinin öz annesi olmadığını öğrenen avukatı, imkansız olmasa bile işlerinin zor olduğunu, Nurcan Hanım'ın evinde kendisine izah etmişti. "Boşanırsan vesayetin öz annene geçer, önce onun rızasını alman gerek." demişti kendisine. Daha Neslihan Hanım'ın, ayrılacağından haberi bile yoktu, olsa kesin yüzüne tükürürdü. Yine avukatının ısrarına dayanarak, kısa zamanda yardım isteyecekti.

 

Düşünmedi, yaşanacak zorlukları kenara bıraktı. Ne olacaksa olacaktı, şimdi sadece yaşaması gereken anı, güçlü bir cesaretle yaşayacaktı. Evet, çok güçlü olacaktı, sözü vardı kendisine. Güçlü olmanın birinci kuralı affetmekti, bunu öğrenerek başlamıştı. İkinci kuralı ise tüm sıkıntıları bir köşeye çekerek, cesaretini toplayarak mantığına meydan okumaktı. Yazdığı mektubu okuyacaktı, okurken kalbinin sağlam kalmasını diledi. Gözlerine bakmaya korktuğu adamdan az önce aşk itirafı almıştı. Kısa kelimelerle ettiği itirafı, uzun parağraflarla şimdi okuyarak görecekti. Kalın kağıdı düzenlice kendisine yaklaştırdı. İlk, başlangıç kağıdına bakan Hande, heyecanla yatağında daha düzgünce oturarak, düzgünce yazılmış el yazısını inceledi. İlk paragrafları merakla okumaya başladı.

 

"Sana küçük bir çocuğun hikayesi ile geldim, izin verirsen, eksik kalan çocuğu anlatabilirim. Elbette ki, beni zamanla tanıyacaksın ama öncesinde, bir mucizeye ihtiyacımız var. Ben şansa değil, daima mucizelere inanırım. Senin hayatıma, amansızca girmen de, bir mucize olsa gerek. Hande, ben seni kaçıran adam olmak değil, izin verirsen; önceden olduğu gibi, seni kurtaran adam olmak isterim. Yaşam zaten çok kısa, küçük çocuğun hikayesini dinlediğinde, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksın. O küçük çocuk, eksiklerini bir an olsun unutamadı... İnsan eksildikçe büyür ya hani, ben de yüreğimden her parça söküldüğünde, meğer bir yaş daha büyümüşüm...

 

Çocuktum, küçüktüm; naçardım... Çok sevdiğim ağabeyimin bir gün beni bırakacağını bilemediğimde, ahşap evimde, daima umudu kucaklardım. Canımın diğer parçasından geriye, buz gibi mezar taşı kalmıştı. İşten dönmesini beklediğim ağabeyimin kara haberi, o küçük gecekondunun duvarlarından taşmıştı... Üzerime iki tane çocuğun sorumluluğu bindiğinde, benim daha acım çok tazeydi... Yaşam da tam burada başlamıştı benim için, imtihanlara sarılırken devrilmeyi değil, güçlü olmayı seçtim. Yetmedi ama acılar, düşmedi yakamızdan... Önce felç geçiren kız kardeşim, uzun yıllar yatağa mahkum kaldıktan sonra vefat etti...

 

"Ölümün coğrafyasında,

Yitik birer masum çocuktuk.

Dilsizdik,

Kimsesizdik,

Kimliksizdik...

Ama insandık..!" Sözler tanıdık geldi mi sana da? Şair Mehmed Uzun'u çok sever, şiirlerinde kendi acılarımı görürüm. Dışarıdan sokak serserisi gibi gözüksem de, benim bir kalbim var. Dizelerde de dediği gibi, 'Ölüm' denen o ürkütücü illet, yakamdan düşmemişti... Yüreğimden sökülen o iki parça ile yetinmemişti hayat. Daha alacağı vardı benden. İki yıl boyunca sevdiğim kadının, Yasemin'in hastalığı ile boğuştum. Gece ile gündüzler birleşti, hastane odalarında sabahladım. Umutsuzluğun içinde umudu üfledim yüreğine ama olmadı... Toprak, benden sevdiğim kadını da çekti aldı...

 

Benden alacağı olan hayata inat, şimdi de benim ondan alacağım var. Yitirmenin korkusuna direnircesine, izin verirsen seni bu defa da sevgimle korumak isterim Çalıkuşu. Doğru değildi elbet, seni bir depoda günlerce tutmam, elini kolunu bağlamam ama kabullenmezsek, mutlu olamayız. Seninle arkadaş olabilmem, seni o şekilde koruyabilmem mümkün değildi, kitap kafede benimle çok soğuk konuşmuştun. Annen öyle çaresizdi ki, bir görsen halini, belki beni anlardın. Bana uzattığın elini tutmam için önce senin bir adım atman gerek. Bekar, aklı başında kadın olarak karşıma çıktığında, uzattığın elini sımsıkı, daha bırakmamak üzere tutacağım. İzin ver bize, başa dönmemize müsaade et sadece.

 

Alacağım var hayattan, sadece kuşlara meyletmiş yüreğini, göçmen kuşlar misali özgürlüğe bırakırcasına dokundur avuçlarıma. İçimde ki hasret sancısı ölsün bu defa da, zulamda; sevda dolu hasretinden ötesi kalmadı. İzin ver bize Çalıkuşu, imkan tanı ki; Karabatak iyileştirsin seni, seninle birlikte, yaralarım kapanacak, kabuk bağlayacak. Belki kabuk izleri daima kalacak ikimizde de ama inadına, sevdaya tutunarak ilerleteceğiz kendimizi. Biz çok kaldık ama Hande, hayat çok kısa ve inan, toprak aldığını bir daha geri vermiyor; izin ver, kimselere kalmamış dünyada, toprak olacağımızı bilsek de, masalın sonuna umutla yürüyelim. Seni daima bekleyeceğim, aklında ve yüreğinde olsun..."

 

Sevdiği kuşlar geçti yüreğinin penceresinden, elinde kağıtlarla, yüzünde şaşkın tebessümüyle kalakaldı. Kuşları anımsadı, çünkü birkaç saat önce kızına kuşları öğreten kadından, kendisinden bahsetmişti. Okuduklarıyla sadece özgürlüğü anımsatan kuşlar uçtu yüreğinden, uçarak geçtiler. Beklemediği, hazır olmadığı zamanda okuduklarıyla nutku tutulacak misali olmuştu. Canı acıyordu, sevilmeye layık görmüyordu kendisini. Bir kere sevmiş, ödemediği bedel kalmamıştı. Kendi hatalarından ötürü başına bunca olay gelmişken kendini suçlaması, sevilmeye layık görmemesi normal değildi aslında, kendisine haksızlık ediyordu ama elinde değildi. Yorgundu, okuduklarının yorgunu düşmüştü. Elindeki kağıtları yatağının kenarına bırakırken dudaklarını acıyla ısırdı, yutkunarak içini çekti. Bedeninde tüm zerrelerimin titrediğini hissetti, bir türlü kendine gelemiyordu. Oysa toparlanması gerekti, bundan sonrasını düşünmeliydi. İçine çektiği satırların ardından karşısına çıkacak gücü kalmamıştı. Gözlerine bakmaya zaten korkuyordu, şimdi kalkmış bir de sevdalanmıştı, nasıl çıkardı karşısına...

 

Karşısındaki aynadan istemsizce kendini inceledi gözleri. Yanuk, içe doğru sarkık duran koluyla bacağına baktı, dudaklarını iyice birbirine bastırdı. Gözünden yaşların akmaması için alt dudağını dişledi, canındaki acıyı böyle bastırmak istedi. Karşısına çıkmayacaktı, sadece mektubunu okuduğunu, hayatı akışına bırakacaklarını anlatacaktı. Daha çok konuşmayacak, ileri gitmeyecekti; yazdıklarında söz ettiği gibi davranarak, sadece evliliğini bitirmek için uğraşacaktı. Yatağın üzerine, kenara bıraktığı kağıtları tekrardan alarak diğer köşeye koyduğu zarfın içine yerleştirdi, elinde tutarak inceledi büyük, kalın zarfı. Birbirine bastırdığı, kimi zaman ağlamamak için ısırdığı dudaklarındaki şaşkın tebessümü durduramadı. Aynadan tekrar kendisine değdi gözleri, sonra tekrar kucağındaki zarfa yöneldi bakışları. Aklıyla kalbi arasında kaldığını anladı, elindeki zarfı, köşedeki konsolun çekmecesine yerleştirdi, çekmeceyi kapatarak oraya sakladı.

 

Kuşlara sevdalı yüreği, şimdi yetmezcesine göklere meylederek yolunu şaşıracaktı. Hisleri rayından çıkmıştı çünkü, aklı yolunu kaybederken yüreğine söz geçirmesi çok mümkün olamazdı. Böyle bir adamın sevgisine hazır değildi, korkularının bayağı derin olduğunu hatırladı. Daha eşinden ayrılmamıştı ki, yani kendini hazır hissetmese bile zamanı çoktu, düşünmesi mümkündü. Geçen zamanda korkularıyla başa çıkmaya çalışırken uzunca düşünecek vakti olacaktı. Fatih'i ne kadar tanıdığını düşündü Hande, sahi ne kadar tanıyordu? Sorsalar yanıtı kocaman bir 'Hiç' olurdu, bildikleri tanıması için yeterli değildi.

 

Ertesi gün, akşama kadar odasından çıkmadığı gibi yemek saatleri dışında annesinin yanına inmedi. Günlerden cumartesiydi, özel dersi olmadığı için okula gitmeyecekti. Karşısına çıkacak güce sahip değildi, öyle cesaretli olmadığını hatırlattı kendine. Kısa süreliğine kaçacaktı ama sonra kendini toparlayarak onunla konuşacaktı. Şimdi konuşamazdı, ne diyeceğini kendi bile bilmiyordu ki. Dün olanların üzerine okuduğu mektup, iyice aklını karmakarışık etmişti genç kadının. Yanına birkaç defa gelerek kendisini gün içinde kontrol eden Yeliz Hanım, dün yaşananları gördüğü için çok üzerine gitmedi. Arada gelerek sadece beraber zaman geçirmek için tekliflerde bulunmuştu ama kabul etmedi Hande, kendiyle kalmak, kendini dinlemek istiyordu. Zihni karmakarışıktı, düşüncelerini kontrol etmesi gerekti. Kendine ait odasından çıkmadan bilgisayarıyla film izlemiş, ardından yarım kalan okuma kitabını bitirmişti. Daha sonrasında elleri, köşedeki çekmecesine uzanmış, oradan çıkardığı mektubu tekrardan okumuştu. Karmaşıklığının gitmesini isterken tam aksine, iyice aklı karışmıştı.

 

"Hande'ciğim." Kapısı usulca aralanırken kendisine seslenen Yeliz Hanım, yüzünde tatlı tebessümle kapı pervazında bekledi. "Sen böyle odaya kendini kapatınca ben çok bunalıyorum güzel kızım, kendini böyle içeriye kapatmana neden olanları, anneciğine anlatsan, daha iyi olmaz mı?"

 

"Kendime bile anlatamıyorum ki anne."

 

Sözleri dilinden nasıl döküldü, orasını çözemedi.

Sadece konuştu, yüreğinden koptuğu gibi konuşmak istedi...

 

Dudaklarını birbirine bastırarak tebessümünü gizlemeye çalışırken kapı pervazından ayrılan Yeliz Hanım, birkaç adımını içeriye attı. Eşikten geçerek dururken bekledi, izinsizce gelmişti. "Gelebilirim, değil mi?" Çekinerek sordu, girmekten vazgeçerek önce durarak sormak istedi. Karşısındaki annesine bakarak burukça tebessüm etti. "Tabii." dedi içtenlikle. Aldığı onayla hızlı şekilde yanına ilerleyen kadın, kendisini şaşırtarak aniden yatağına atladı, yanına uzanıverdi. "Aa!" dedi şaşkınlıkla elini ağzına kapatan Hande, annesinin böyle ani haraketleri çok nadir bile olsa olurdu. "Benim güzel kızım katran karası sevdalara mı meyletmiş, ben dünden şimdiye böyle bir izlenim aldım." dedi gülerek kendisinin bedenini sarmalarken. Yanındaki anmesine iyice sarılarak başını göğsüne bıraktı. Bir daha sarılamayacağını düşündüğü, yoğun bakımın önündeki günlerini hatırladı. Allah'a ne kadar şükretse azdı, günahlarına rağmen kendisine annesini bağışlamıştı.

 

"Yapma anne, ben daha evliyim, sevmek için doğru zaman değil."

 

Hayat işte tam burada bizden bağımsız planlarını gösteriyordu, zamanı olmadığını düşündüğümüz ne varsa, hepsini önümüze bırakıyordu. "Zamanlı gelse aşk olmaz yavrum, onu zamana bizim uydurmamız gerek." Doğru, burada dediklerine anlam verdi, zamanın içine hislerini usulca bırakması gerekti. "İyi ya işte, boşanana kadar, hislerim haraketsizce duracak." Sıkıca sarıldığı annesinin kısa, dalgalı saçlarını okşadı. Kokusunu içine çekti. "Böyle demen bile çok güzel, anlat bana kızım, tüm hislerini izah et." Yanındaki kızının saçlarından ellerini gezdirerek geçiren kadın, doyasıya öptü yumuşacık saçlarını. "Sen böyle ayrılmaktan söz edince, bana kalsa böyle konuşman bile çaba göstermektir. Ayrılma süreci ilerleyene kadar düşün, iyice gözden geçir." Yanağına dokunarak gülümserken içi sıcacıktı, Hande iyileşiyordu, düşünceleri düzeliyordu, kendisi için en güzel hediyeydi.

 

"Çok korkuyorum anne, benim korkularım var, bana yaşattıklarını hatırlattıkça sevmekten korkuyorum."

 

Daha iyi anlıyordu ki, insan korktuklarının hep esiri olurdu. Ne kazanabilirdi, ne kaybedebilirdi, savaşır dururdu. Acıyan yerlerini nasıl sustururdu, korktukça yüreği acıyordu. Ürperdikçe sevmesi zorlaşıyor ve içinde sevgiye dair olan kalbiyle yüreği birbirine çarparak acıyordu.

 

"Hande'ciğim, insan bazen karşısındakini korumak için istemeden ileri gidebilir, sana zamanında anlatmaya çalışmıştım. Sahi, sen benden korkuyor musun, korkularına ben neden oldum ama bak şimdi bana sarılarak yüreğini açıyorsun. Seni katran karası yapan aşkı, bana kollarıma sarılarak anlatıyorsun. Bana güveniyorsun, çünkü ben senin annenim, beni tanıyorsun, tanıdığın için yüz çeviremiyorsun. Biraz da onu tanımaya çalışsan, belki güvenmen daha kolay olacak. Göründüğü gibi değil, inan bana, hayatta hiçbir şey zaten görüldüğü gibi değildir, aslında bunu senin daha iyi anlaman gerek. O adama güvenerek evlendin, başlarda sana farklı davrandı, zamanla gösterdi gerçek yüzünü.

 

İnsanlar göründükleri gibi değildirler, zaten öyle olsa, hayatın ne anlamı kalırdı. Dışarıdan bakıldığında, yaşadıklarını hatırladığında seni korkutabilir ama öyle değil aslında, Fatih; çok vicdanlı bir adam, merhametli, üstelik aklı başında. Ayrıca yaşadığı acıları düşünecek olursak bayağı güçlü, ben ona baktığımda seni görüyorum, senin gibi hayatı karşısına alıyor. Görmüyor musun kızım, kardeşinin; ağabeyinin ve sevdiği kadının acısını kenara bırakarak, tek başına evladına iyi bir baba olmaya çalışıyor. Sen şu mantığını azıcık kenara bırakarak yüreğini tamamen serbest bıraksan, benim anlattıklarımı zaten kendin göreceksin."

 

Uzun konuşmasını dinlerken düşündü, son cümlesine takıldı. Sahiden mantığı, yüreğine pranga çekiyordu, mantığını burada durdurması gerekiyordu. Karşısında sevginin uzmanı bir kadın vardı sanki, kendisi için Yeliz Hanım, anneden çok daha ötesiydi, öğretmen olduğunu düşünmek bile hafif kalırdı. Kendisi öğretmendi ama derslerini böyle güzel verdiğini bilemezdi, ondan öğreneceği çok hayat dersi vardı aslında. Dinledikçe düşündü, yüreğini serbest bırakmak istedi ama yine kendisine zor kullandığı zamanlardan birini hatırladı. Dudaklarını aralarken, geçmişten aklına gelen o kasvetli günü, yanındaki annesine anlatmaya başladı.

 

Uzun yolda koşmaya çalışırken bakışlarını çevresinde gezdirmedi, bunun için bile oyalanacak vakti yoktu. Koşmak istedi ama olmadı, sadece daha hızlı yürümek için çabaladı. Birbirine dolanan bacakları gücünü keserken solukları öylesi güçsüzdü, başarması gerekti. Evden biraz olsun uzaklaşmış, mahallenin bir aşağısındaki diğer mahalleye geçmiş, yokuş aşağj yürüyordu. Evden çıkmayı başarmıştı ama tam olarak uzaklaşamamıştı, yakalanma riski çok yüksekti. Gelen arabalardan yardım isteyecekti ama henüz araba geçmemişti, bir tane geçmiş, onu durduramamıştı. Bir yandan yürürken diğer yandan araba geçmesi için sessizce dualar ediyordu. Issız bölgeydi, çok sakin yapısı vardı sokakların. Caddeye çıkabilse işi çok kolay olacaktı ama oraya bayağı uzaktı anlaşılan. Yürümesi devam ettikçe korkuları azalmak yerine artıyordu.

 

Evden uzaklaşırken korkularının azalması gerekirdi ama azalmadığı gibi çoğalıyor, soluğu ağzına sığmıyordu. Bir yanı kurtulmak istiyordu ama diğer yanı, nereye gidebileceğini bile bilmiyordu. Şimdi geçen herhangi arabayı durdurarak binmeyi başarsa, nereye gidecekti? Kendisini böyle savunmasız halde bırakan annesine mi, yoksa her fırsatta başından göndermek isteyen öz annesi, Neslihan Hanım'a mı? İki annesinde de hayır olmadığını daha iyi anladı. Hayat zaten zor durumda bıraktıkça anlardık kimsesizliğimizi. Yürümeye çalıştı, bir bu kadar daha yürürse belki caddeye ulaşırdı, araba bulup binse, gerisi çözülecekti. Ardından ses hissetti, gelen araba sesi, oraya doğru döndürdü bedenini. Uzaklardan araba geliyordu, akşamın karanlığında sadece arabanın ışıklarını hissediyordu.

 

Elini kaldırdı yaklaşan arabaya, kurtulma umudu varken elinden kaçırmak istemedi. Yürüdü arabaya doğru, kendisine yaklaştıkça umudu çoğalıyordu. Ya durmaz da geçerse? Birsürü araba o şekilde geçmişti, çekip gidebilirdi. Ne olursa olsun vazgeçmeyecek, caddeye kadar yürüyecekti. Karşıdan gelen araba, usulca yavaşlarken duracağını anlaması, yüzünde kocaman tebessüme neden oldu. Kurtulması mümkündü, arabaya kendisini alırlarsa kolay olacaktı. Yavaşlayarak önünde duran arabanın rengine bakan genç kadının dehşetle gözleri aralandı. Lacivert araba, kaçtığı kişinin arabasından başkası değildi. Başlarda inanmak istemedi, renk benzerliği olacağına dair kendini umutlandırdı. İçinden kapısını sertçe aralayarak inen adamı gördüğünde, tüm umutları yerle yeksan oldu.

 

"Gel buraya!"

 

Koşmaya çalıştı, beli şimdiden güçsüz düşse bile hemen teslim olmak istemedi. Yüksek sesle ardından bağırması, genç kadına korkuyla iç çektirdi. Bayağı koştu sakat beline rağmen, direncini kaybetmek istemedi. "Koşma dedim sana, kaçamayacağını biliyoruz, beni kendinle uğraştırma!" Gürültülü sesi, sessiz mahalleyi sarmaladı ama kimseler kendilerini duymadı, öyle sessizdi ortalık. İki adım daha attığında beli tamamen hissizleşti, yüz üstü yere yıkıldı. Canı daha çok acıdı, içindeki kemikler birbirine dolandı adeta, iç çekerek, acı dolu ağlamaya başladı. Yanına koşarak gelen genç adam, yere eğilerek bedenini kucaklarken kaldırdı, omzuna alarak arabaya doğru yürüdü. "Seni bağlamamakla hata etmişim anlaşılan." Yürümeye devam ederken kucağındaki bedenini daha sıkı kavradı. Arka kapıyı açarak acı içinde inleyen kadının bedenini arka koltuğa oturttu.

 

"Dinlen biraz, kendini toparladığında tekrardan konuşuruz." Genç adam, eve getirdiği gibi odasına bırakarak, kendine zarar vermemesi için sıkıca bağladığı kadını dikkatlice izledi. Bedenini sandalye üzerine bağladıktan sonra ağzını sıkıca bantlayarak etkisiz hale getirmişti. "İyi değilsin, kendine zarar vermeni istemiyorum." Korkuyla karışık acı içerisinde çırpınmasına aldırmadan odadan çıkarken odanın kapısını sıkıca kilitledi. Bağırmaya, sesini birilerine duyurmaya çalıştı ama mümkün değildi, sadece uğraşmakla kaldı. Zaten yeterince yorgun bedeni iplere mahkum edilmiş, yetmezcesine konuşma imkanı elinden alınmıştı. Çaresizce gözyaşları akıtırken yine kaçması başarısızlıkla sonuçlanmış, özgürlüğü tekrardan elinden alınmıştı.

 

Geçmişten ürpererek çıkarken böyle birine nasıl güveneceğini, anlattıklarıyla annesine izah etmeye çalıştı. Sinirlenmemek elde değildi, hatırladıkça yaşananları, Fatih'e güvenmenin zor olduğunu düşünürdü Hande. "O yapmasa ben yapacaktım." Dehşetle gözleri aralanırken başını göğsünden kaldırmak istedi ama yapamadı, can bağı ile bağlıydı, söylediklerine rağmen kızamıyordu. Ne zaman hesap sormaya kalksa, kaybedeceği günleri hatırlayarak vazgeçiyordu. "Başa çıkamadığın birini istemeyerek bile olsa, mecburiyetten ötürü bağlarsın. Kimse bile isteye bunu yapmaz, ben senin annenim, yüreğim el vermediği için ondan istedim. Gel gör ki kurtaramadım seni, yağmurdan kaçarırken doluya tutuluşuna şahit oldum. Ayrıca Fatih, sana yaşattıklarına mukabil, seni kimi zaman benden bile korudu Hande, biraz da iyiliklerini düşün. Sen adamı her defasında delirttin, hatayı az da kendinde ara, buna rağmen seni korumak için çabaladı."

 

Son dediği, kaya misali yüreğinin içine düşerken geçmiş, tekrardan gözlerinde canlandı. "Beni senden koruyuşunu hatırlıyorum aslında." dedi o korkunç günü anımsarken. Kendisini nasıl sinir etmişti oysa, buna rağmen merhametini çekmemişti kadının üzerinden. Başlarından ağır felaket geçerken kendisini anlayışla karşılamaya çalışması, istemsizce tebessüm ettirdi genç kadına. Yine aynı, kaçmaya çalıştığı günlerden birini anımsadı, o günü yanındaki annesi biliyordu, kendisiyle beraber Yeliz Hanım da hatırladı.

 

"Geldik, in hadi." Araladığı kapıya uzanarak, kadını kollarından tutup indirdi. Sıkıca kolunu kavradı, aracın kapısını örttü. Kendisini annesine getirmişti ama Hande'ye sormamıştı isteyip istemediğini. Öylesi kırgın olduğu Yeliz Hanım'ı görmek istemiyordu, karşılaşmamayı tercih ederdi. "Yürü." Kolunu tutarak ilerletti, karşıdaki kafeye doğru yürütmeye çalıştı. "Benim karnım ağrıyor." dedi kalp kırıklarının verdiği acı içinde, aslında yalan söylüyor, annesiyle buluşmamak için bahane arıyordu. Gelmemek için evde olay çıkarmıştı ama işe yaramamış, zorla arabaya bindirmişti kendisini.

 

"Temiz havada iyi olursun, geçer birazdan."

 

Kendisini umursamadan, baştan savarcasına konuşması, iyice gücüne gitmişti. Zoruna giden aslında, umursanmayarak istemediği annesiyle buluşturulmaktı. Karşıdaki kafeye ilerlediklerinde, masanın kenarındaki sandalye üzerinde bacak bacak üzerine atmış, kendilerine tebessümle bakan Yeliz Hanım'la karşılaştı. Başta yanına kollarını açıp koşarcasına gitmek istedi ama bedeni buna müsait değildi. Ya kalbi, kalbi ne kadar müsaitti, orasını hiç sormak istemedi kendine. Yerinden doğrularak kendilerine ilerleyen kadının bedenine sıkıca sarılmasını izledi, karşılık vermedi, soğuk durdu. "Güzel kızım, yavrum benim, seni çok özledim." Kollarından ayırarak durgun bakan gözlerini izledi. Durgundu bakışları ve daima öyle kalacaktı.

 

"Özledin, görmek istedin, özlemimi giderdin işte." Bakışlarını kaçırarak konuşan kızına şaşkınlıkla kaşlarını çattı. Daha şaşkınlığı bitmeden, üzerine yenilerini ekledi Hande. "Sen ne istersen o oluyor anne, bana sormuyorsun. Hayatıma girerken sordun sadece bana, 'Annen olabilir miyim?' dedin, sadece orada sordun. Kabul etmeme karşılık bana yapmadığın kalmadı, istediğin gibi olmayınca zindanlara kapattırdın, canın görmek isteyince görüyorsun, özleminin böyle manası olmaz."

 

"Kızım bunlar nasıl sözler, sen beni hiç mi özlemedin?"

 

"Sana her baktığımda, elimden alınan özgürlüğümü hatırlayacağım, özlem duygusu değil, eksiklik ve esaret olacak kalbimde." Konuşmaları, karşısındaki kadının yarasını tuz basılmış misali sızlattı. Canı yanan ikisiydi aslında, sadece karşısındaki kızı değildi. "Gel oturalım azıcık, sen sakinleş, sinirlerin yatışsın." Kolundan tutarak sandalyeye doğru çekmeye çalıştı ama haraket etmedi genç kadın, yürümek istemedi. "Hayır, oturmayacağım, istemiyorum." Sesi boğuktu, sanki dokunsalar ağlayacak duruma gelmişti.

 

"Tamam anneciğim, böyle kalalım, ben halsiz düşme diye dedim." Kendine çekerek saçlarını okşayarak öptü, kokladı doyasıya. Yanındaki adama çevirdi bakışlarını, mahçupluk içinde gözlerini gezdirdi gözlerinde. "Seni biraz yoruyor biliyorum, kusuruma bakma."

 

"Alıştım, başa çıkıyorum." Soğukça konuştu, bakışlarıyla haraketleri de öylesi durgundu. Buraya getirene kadar sahiden bunalmıştı, sabrı çok taşıyordu.

 

"Beni ne zamana kadar durduracaksın?" İçine sığmayan hırs, dudaklarından kelimelerin kin içinde çıkmasına neden oldu. "Sen beni durdurmaya çalıştıkça inadına kararlarını çiğnemeye devam edeceğim." Kini çok taze durduğundan konuştuklarına aldırmamak için çabaladı Yeliz Hanım, idare etmek için uğraşacak, hoş görmeye çalışacaktı. "Nasıl istersen canım." Sakince konuşurken sarıldı bedenine tekrardan, kendine doğru çekerek saçlarını okşadı. "Dinlen iyice, Fatih çok iyi biri, onun gözetimi altında kalırken dinlen, sinirlerin yatışsın." Kendini, kurduğu cümleye daha çok sinirlenerek kollarından çeken genç kadının kinden soluğu ağzına sığmadı.

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun yaa, bana sağlıklı düşünemediğimi diyorsun ama kendin iyice aklını kaçırdın!" Yükselen sesi, çevredekilerin bakışlarının kendilerine yönelmesine neden oldu.

 

Yüreğinde kendisine karşı barındırdığı güzellikleri, yine annesinin kendi elleriyle öldürüşünü izledi. Gördükleri, kendisine yaklaşımı, çileden çıkardı genç kadını, tahammül edecek gücü kalmamıştı. Sinirliydi ama aslında kini, kırgınlığından gelmişti, kalbini kırk parçaya bölüyorlardı. İçini ezen acıdan nereye gideceğini bilmeden, bildiğin koşarcasına kaçmak istiyordu. Kendini tamamen çekerken iyice uzaklaştı kadından, bedeninden önce yüreği, zaten uzaklaşmıştı. Ağlamayacaktı, şimdisine dek gözünden yaş akmamıştı, şurada hiç ağlamazdı.

"Senin saçmalıklarından kurtulacağım!"

 

Koşmaya başladı, kelimelerin dilinden dökülerek sonlanmasıyla adımlarının havaya kalkması sanki birleşti. Zamana meydan okurcasına uzun yolda, yönünü rastgele seçerken koştu. Birazdan beli uyuşacak, yere yıkılması, koşuşlarından daha sert olacaktı. Hayat, azimle haraket ettirdiği bedenini, acımasızca yere çarpacaktı. Neden yaptığını bilmiyordu, kurduğu sözlerden rahatsız olmuş, yakalanacağını bildiği halde inadına, annesinin canını yakmak istemişti.

"Hande!" dedi hızla elini ağzına kapatarak koşmasını izleyen kadın, kızı için endişelenmeden edemedi. Ardından yürümeye başlarken yanındaki Fatih de koşar adım, yakalamak için hızlandırdı kendini.

 

Koşması birkaç adımda soluğuna taş basarken direnmeye çalıştı. Yolunu saptırdı, kavşaktan diğer köşeye geçti. Bunu yaparken amacı, gözden çabuk kaybolmaktı aslında ama umduğu gibi olmadı. Zamansız şekilde, hesaba katmadığı vakitte, karşısına süratle gelen araba çıktı. Başlarda kurtulabileceğini sandı kendini, aracı umursamak istemedi, kendini çevirirse kurtulurdu. Birden karşısına çıkan araba, umursanmayacak gibi değildi, kendini çeviremediğinde bunu daha net anladı. Beli öyle güçsüzleşmişti ki, kendini kenara, herhangi bir köşeye çekme çabası, olumsuz sonuç verdiğinde, hızla gelen arabanın önüne, yere kapaklandı genç kadın.

 

Kahverengi araba, aniden durmayı başarırken kadının bedeni yerdeydi. Çok hızlı frenle duran arabanın içinden genç bir adam inerek, şaşkınlıkla yerdeki kadına bakakaldı. Öylesi afallamıştı, adım atacak durumda değildi. Önünde, arabadan inen adam, ardında ise Hande'ye sonunda yetişmiş Fatih ve Yeliz Hanım vardı. Araçtan inen genç adam, yerdeki kadına yaklaşarak, "İyi misiniz?" dedi kekelerken şaşkınlık içinde. "Benim aniden karşıma çıktı, gerçekten bilerek yapmadım." Başını hızla iki yana sallayan genç adamın yüreğindeki korku, şimdiden kendini göstermeye başladı.

"Duramayabilirdim, gördüğümde çok geçti, durmak için elimden geleni yaptım ben."

 

Fatih, karşısındaki adamı umursamadan yerdeki kadına ilerledi. Korkulu bakışlarıyla titreyen bedenine, sırası olsa sadece tebessüm ederdi. Nedendir bilinmez, Hande'nin bakışlarında rahmetli kız kardeşini gördü. Az önce arabanın altında kalacaktı, kaderleri birbirine benzeyecekti, ondan olsa gerekti. "Gel." dedi alçak sesle, aşırı sinirlenmesi gerekirken sakin karşıladı, şimdi sırası değildi, sinirini kontrol altında tutarak sabrını korumasını bilecekti. Yerdeki bedenine sarılarak kaldırdı, kaldırmasının ardından, geriye doğru çekerek arabadan uzaklaştırdı.

"İyisiniz, değil mi?"

 

Korkunun birlikteliğinde gelen mahçupluk hissi, araç sahibi adamın yüzüne yansıdı. "Hastaneye gidebiliriz, isterseniz doktor kontrolünden geçin, ben tüm masrafı karşılarım. Karşıma siz çıktınız, ben yolumdan geliyordum, böyle olsun istemezdim."

 

"Tamam kardeşim, iyi o, gayet iyi, çarpmadın zaten." Söze hızlıca giren Fatih, karşısındaki adamı rahatlatmak ve başından savmak istedi. "Hadi sen çek git yoluna, senlik bir mesele değil."

 

"Numaramı vereyim, ihtiyacınız olursa mutlaka arayın."

 

"Sizin suçunuz yok, dediğiniz gibi, benim kızım ansızın önünüze atladı, siz gidebilirsiniz."

 

"Ama..."

 

"Çek git kardeşim, uzatma hadi, senlik mesele yok, daha kaç kez söyleyeceğiz." Fatih'in hafif sert konuşmasıyla geriye giden genç adam, ürkerek aracına ilerledi. "Tekrardan özür dilerim, iyi günler." Arabasının kaputunu çekinerek araladı, aracına bindi. Çalıştırdığı aracıyla geriye doğru giderek direksiyonu solladı, diğer tarafa döndü ve gözden kayboldu.

 

"Sen aklını mı kaçırdın diyeceğim ama sen de akıl var mı kızım, akıl olsa zaten ben seni bu hale getirmezdim!" Sesi öyle yüksekti ki Yeliz Hanım'ın, hayatında hiç böyle evladına bağırmamıştı. Üzerine doğru ilerledi, yürüdü üstüne, bağırmaya devam etti. "Yaa kaçsan nereye gidecektin, kaç adım atabilirdin, en kötü bizden uzaklaşarak, bir köşede kurda kuşa yem olurdun! Sen kendine nasıl bir hayat yakıştırıyorsun kızım, kastın bize değil, sanki kendine! Senin kendinle derdin ne?" Sesi yükseldikçe korkarak geri giden Hande'nin daha çok üzerine yürüdü.

 

"İster kabullen, ister kabullenme, ben senin annenim! Beni hayatında bir yere koyamamış olabilirsin ama Neslihan'ın seni yok etmesine izin vermeyeceğim! Bırakmayacağım anladın mı, bırakmayacağım seni! Aklın başına gelene kadar benim istediklerim olacak, ne zaman ki, 'Ben akıllandım' dersin, o zaman belki yaşamın değişir! Senin anlayacağın dilden konuşacağım bundan sonra, iyice zıvanadan çıktın, ben seni yola getirmesini biliyorum ama kızım, sen iyi bir dersi hak ediyorsun."

 

Elini havaya kaldırırken amacı, kızın yanağında indirmekti ama anlık gelen sinirini anlayan genç adam, kadının elini havada yakaladı.

"Sakın!" dedi dişlerini sıkan Fatih. "Benim yanımda deneme bile, buna ben varken cüret edemezsin."

 

"Sana n'oluyor be, kendin zor tahammül ediyorsun, bırak vereyim ağzının payını."

 

"Biraz aklınızı başınıza mı alsanız acaba, beni tanımadan konuşamazsınız! Ben bir kadına el kaldırmadığım gibi, yanımda başkası tarafından hırpalanmasına da müsaade etmem, benim adamlığım buna imkan tanımaz. Anlaşılan kızınızı Neslihan Hanım'dan değil, sizden korumam gerekmiş Yeliz Hanım. Bundan sonra bir süre Hande ile görüşmeyin, sizin açınızdan daha doğru olur."

 

"Çok pardon da, sana ne oluyor, bana bir açıklar mısın, zor başa çıkıyorsun. Şu an burnundan soluyorsun, sinirli şekilde buraya getirdin, şimdi koruyacağın mı tuttu? Sana verdiğim görevi yapsan yeterli, kahramanlık taslamana gerek yok."

 

"Bana verdiğiniz görevi parayla yapmadığım için adına kahramanlık dediğiniz tavrı taslarım, buna müdahale edemezsiniz. Sizden beş kuruş istemedim, istemem de, ihtiyacım yok. Benim önümde, savunmasız bir kadına kimse el kaldıramaz, siz lüks malikanenize gidin, anneliğinizin neresinde hata yaptığınızı iyice düşünün!"

 

Kollarından tutarak çektiği kadını diğer köşeye yürüttü. Sağlam kolunu sıkıca kavradı, kendilerini şaşkınlık içinde izleyen kadını ardlarında bırakarak arabasına doğru yürüttü. Uzakta kalan arabaya uzunca yürürlerken başı aşağıdaydı genç kadının, utancın beraberinde mahçupluk vardı üzerinde. Çok sevdiği annesinden az önce ilk kez tokat yiyecekken yanındaki adam tarafından kurtarılmıştı. Yemişti aslında o tokadı, yüreğine yemişti hem de, çok daha ağırdı. Park ettiği araca nasıl ulaştıklarını anlayamayacak kadar durgundu kadın, sessizliği utançtandı sadece. Yabancı bir adamın önünde, annesinden dayak yiyecekti, küçük çocuklar bile utanırken kendisi nasıl utanmazdı. Arka koltuğa bindirdi kendisini, en az kadın kadar sessiz olan adam da ön koltuğa geçerek oturdu. Haraket eden aracı hissetmesi bile bayağı geç oldu, sanki her tarafı, yaşananların etkisiyle uyuşmuştu.

 

Şimdi iki tarafta birden utangaçlık vardı, direksiyon koltuğundaki genç adam, dikiz aynasından izlediği kadının adına utanıyordu. İki annesinden de hesap soracaktı, bir tanesine az önce haddini bildirerek, kadına verdiği sözü tutmaya başlamıştı. Arabasının önüne bıraktığı telefonu eline alarak, diğer eliyle de direksiyonu kavradı. Arka koltukta oturan genç kadın, direksiyon başındaki adamı, bakışlarını belli etmeden kaçırarak izledi. Telefonla konuşmasını dinledi, dinledikçe merakı çoğalmaya başladı.

"Evde misin anne?" dediği çarptı önce kulaklarına, kendisini eve götüreceğini sandı konuşmasını dinlerken.

 

"İyi, oraya gittin ama inşallah yemek yapmışsındır."

 

Kendisini götüreceği evde kimsenin olmadığını düşündü, anlaşılan daima Hande'ye bakan Nurcan Hanım, evinde değildi. O eve gidecek, bu adamla yalnız mı kalacaktı? Sığınakta kaç defa tek kalmıştı ama uzun zaman olmuştu oradan kendisini getireli. Zaten sığınakta çok kısa kalmıştı, onun evinde kaldığı kadar uzun değildi.

 

"Tamam, ben şimdi dönüyorum, dışarıda yerim madem." Telefonu kapatmadan önce akraba düğününde olan annesiyle konuşan genç adam, ne yapacağını belirlemişti. "Hadi görüşürüz, kalkmadan beni ara, hemen seni gelir alırım." diyerek telefonu kapattı. Elindeki telefonu, arabanın önüne bırakırken direksiyonu çevirdi, mahalleye yaklaşmıştı zaten. Bildiği ucuz restoranlardan birine sürerken uzun zamandır dışarıda yemek yemediğini hatırladı. Üniversite yılları zamanında az daha fazla yapardı, o senelerden şimdiye bu belki üçüncü olabilirdi, israfı sevmezdi aslında. Kendince mütevazi hayatından memnundu.

 

"Gel." Kapısını aralayarak elini uzatan genç adam, kadının kolunu kavradı, sakince aşağı indirdi. Az önceki gerginliği, yerini biraz daha sakinliğe bırakmıştı. Gerildiği kadar sinirlenmişti ama Yeliz Hanım kadar bencilce tepki vermezdi Fatih, nerede nasıl davranması gerektiğini daima bilmişti. Kapıyı örterken kadını kenara çekti, kapıları kilitledikten sonra diğer kısma dönerek kolunu tekrardan tuttu. Yürüterek ilerlediler, küçük, cadde üstündeki restorana girerlerken masanın karşısında, dışarıyı net gören sandalyeye oturmasına yardımcı oldu. Normalde, olayların ardından buraya getirmesi doğru değildi aslında, ne yapacağı belli olmazdı. Yaşananları biraz unutsun, havası dağılsın istemişti.

 

Siparişi görevliye vererek rahatça soluk aldı. Karşısındaki kadınla konuşmak istemedi, sanki konuşursa daha çok korkutacağını hissetti. Bundan ötürü ne yiyeceğini soramadan, kendine aldıklarından onun için de sipariş etti. Çok beklemediler, servisi hızlı mekan seçmişti. Sıcak mercimek çorbası önlerine gelirken görevliye teşekkür eden genç adam, kağıt içinde gelen kaşığın kağıdını açarak içinden kaşığı çıkardı. "İçsene." dedi karşısında kaskatı duran kadına bakarken, bazı haraketlerine şaşırmamak elde değildi.

 

Titreyen eline kağıdı alarak açarken kaşığı içinden çıkaran kadın, üzerindeki şaşkınlıkların etkisinden henüz kurtulamamıştı. Evden çıkmadan bağırmıştı kendisine, getirmek için kolundan tutup sürüklemişti ama şimdi daha sakindi. Soğukluğu devam ederken üzerine durgunluk eklenmişti. Kolundaki titreme geçmese bile kaşığı tutmakta zorlanmadı, önündeki sıcak çorbayı iştahla kaşıkladı. Olanların etkisindeydi ama yaşananlara takılacak durumda değildi. Kaçırılmıştı ama tepkiyi hep kendisini kaçıran adama göstermişti, asıl suçlu annesiydi. Kabullenmesi hep zor gelirdi ama hayat, bunu bugün yüzüne tekrardan, acımasızca çarpmıştı.

 

İkinci defa önüne gelen tabağa indirdi bakışlarını, içindeki iki parçaya bölünmüş dürüm bulunuyordu. Kalın lavaşa sarılmış dürüm, ortadan iki parçaya bölünmüştü. Nasıl yenirdi ki, bilemedi bir süre. Eline köşedeki bıçağı alarak diğer eliyle de çatalını tuttu. Kağıda sardığı dürümünü yerken bakışları ansızın kadına takılan genç adam, şaşkınlıkla kaşlarını çattı. Gülmemek için zor tuttu kendini, şimdi sırası değildi. Yediği dürümü elinden indirirken konuşmak üzere dudaklarını araladı. "Hande, bıçakla uğraşma istersen, öyle sıkıntı çıkarır." Böylesini ilk kez görüyordu, gereksiz kibarlık yapar gibi hali vardı, ya da yemeyi bilmiyordu. Elinde bıçakla beklerken dürüme tekrardan bakan kadın, nasıl eline alacağını düşündü.

 

"Dur ben halledeyim."

 

Yerinden kalkarak yanına ilerledi, tabağın içindeki dürümün parçasını kağıda sararak eline tutuşturdu. "Bu şekilde yersen daha iyi olur." dedi elinde tutmasını beklediği sırada. "Dikkat et, kağıdını yeme, o çok lezzetli değil." derken alayla sırıttı. Bazı haraketlerine gülmemek elde değildi. Yerine tekrardan otururken önündeki dürümü yemeye devam etti. Yerken kadını izlemekten kendini alamadı, ürkekçe dürümü ısırmasına gülmemek elde değildi.

 

Düşünceleri ardında bırakarak dudaklarına misafir olan tebessümü geri çevirmedi. Ne değişik gündü, birçok hissi beraberinde barındırmıştı. Korkuları, pişmanlıkları ve hayal kırıklıkları toplanarak, kendisine karşısındaki adamı tanıma imkanı sunmuştu. O gün çok kızdığı annesini anlayabilmek, şimdi ki zamanda nasip olmuştu. Kaybetme korkusundan kendisine öyle davranmıştı, yoğun bakım ünitesinin önünde bekleyerek, daha ağırını yaşarken anlamıştı. Doğru bulmadığı yersiz davranışlardı ama kendi davranışı ne kadar doğruydu sanki. Nereye gideceğini bilmeksizin kaçarken az daha arabanın altında kalacaktı.

 

"Ben o gün senden önce ölecektim korkudan, hatırlamak istemediğim en korkunç günlerdendi. Yaptığımı asla doğru bulmuyorum, tepkim çok yanlıştı, anlık gelen hırsla sana el kaldırmaya kalktım. Buna tabii ki pişmanım ama gözüm dönmüştü, bile isteye seni rencide etmem. Bağışla beni kızım, sana çok anlam yükledim, bağışla anneciğini."

 

"Ben rencide olmadım, beni utandırmayacak kadar düzgün biri vardı yanımda, bana kendimi kötü hissettirmedi. Gözlerine bakmaya korktuğum adama tutuluyorum anne, bu sevdanın beni yakıp kül etmesinden çok korkuyorum."

 

"Sevda yakar yavrum, kül eder insanı ama yaşamak çok güzeldir. Kaybedeceğini bilsen bile sevmekten vazgeçme Hande, sevmek çok güzel, inan bana. Yaşadım, kavuşamadım ama yine çok güzeldi. Tekrar kaybedeceğimi bilsem, inadına tekrar severdim." Kolları arasında, sevip de kavuşamadığı adamın emanetine sımsıkı sarılırken geçmişi geçti gözleri önünden, acı dolu özlemin buruk tebessümü kondu dudaklarına.

 

Çalan kapının sesiyle birlikte yanından kalkan Yeliz Hanım, odanın çıkış kapısına doğru ilerledi. Kapıyı yardımcıları açardı mutlaka ama kim olduğunu görmek istemişti. "Ben bir bakayım kimin geldiğine." derken kapıdan çıkmadan önce yineledi kelimelerini. "Sen de aşağı in, yemek yiyelim."

 

Kapıdan çıkan kadının ardından baktı sadece, daha tepki gösteremedi. Yataktan doğrulurken bacaklarını diğer tarafa sarkıttı, sahiden aşağı inmesi doğru olacaktı. Odasında kalmaktan hamlaşmıştı bedeni, çıkması gerekti. Köşede kalan destek çubuğunu kendine çekerek kavradı, sıkıca tutunarak yerinden doğruldu. Yorgundu, hem bedeninde yorgunluk vardi, bir o kadar da zihni halsiz düşmüştü. Odayı geride bıraktıktan sonra çok yavaş şekilde merdivenleri aşağı inmeye başladı. Aklını kurcalayanlar yakasını bırakmamıştı, nedense Fatih'i düşündü, son olayın ardından hiç konuşmamıştı. Karşısına çıkacak yüze sahip değildi, kendisini öyle utandırmıştı ki, gözlerine değil şimdi, yüzüne bile bakamıyordu. 'Sana aşığım' demişti imalı şekilde, akıl alır misali değildi.

 

Dışarıya açılan kapının önünde annesinin bağırarak konuştuğunu gören Hande, tahminler yürütemeden Yeliz Hanım'ın karşısında kimin olduğunu hemen gördü. Boşanma davası açmak için uğraştığı kocası, kapılarına gelerek karşılarına geçmişti. "Siz Hande'nin adına karar veremezsiniz, buraya karımla konuşmaya geldim." derken aynısı gibiydi, hiç değişmediğini rahatça anlayabiliyordu. Uzaktan durarak konuşmalarını dinlemeye devam etti, yanlarına gidemeyecek kadar halsizdi. Yaşamak yorgunuydu, tek başına direnmenin verdiği halsizlik vardı üzerinde. "Ben karar vermeyi bırakalı çok oldu, o kendi kararlarını verebilecek konuma geldi, seninle görüşmek istemiyor." Yine aynısını yapıyordu, karar vermeyi bıraktığını iddaa etse bile şimdi kendisi adına konuşuyordu. Hande, Nurcan Hanım'la birlikte neden daha rahat ettiğini anladı, çünkü kararlarını kendisine soruyordu daima.

 

"Görüşmek istemediğimi kendim izah edebilirim anne, sen içeri geç." Yürüyerek kapıya doğru, genç adamın tam karşısında durdu. Bugün idare etmeyi, sabırlı olmayı bırakarak, içinde kin tutmadan konuşacaktı. Kinini davet gününde kusmuştu zaten, içinde kinden öte, sadece enkaz kalmıştı. "Canın daha çok acısın istemediğim için böyle davranıyorum." İçinde kırılmadık parça kalmamış, ciğerleri harabe olmuştu, acı çekmekten korkamayacak kadar bitkindi. "İçeri gir lütfen, konuşup geleceğim, canımı yeterince acıttı, daha acıtmasına izin vermem." derken kadının önüne geçerek onu ardında bıraktı.

 

"Teşekkür ederim Hande, bize imkan tanıdığın için çok sağ ol, beni dinlediğinde pişman olmayacaksın."

 

Saçmaladığını tekrardan anladı, görerek şahit oldu. Yine hayal aleminde yaşıyordu, konuşmak istemişti sadece, şans tanımayacaktı. Konuşmak, evliliği bitirmek istediğini sakince, kendisi söylemek istiyordu. Karşısındaki adamı iyi tanırdı, sinirini kenara bırakarak sakince konuşmazsa, yakasından düşmezdi. O mesajları atmasa, belki imkan tanırdı, birazdan edeceğini tahmin ettiği özrü, çok küçük ihtimalle kabullenirdi. Davetteyken kendisine attığı mesajları hatırlarken adamdan iyice ürperdi. Korkması gerekeni bilmeliydi insan, yanlış korkular da kimi zaman felaketimiz olabilirdi. Kendisini kaçıran adamdan korkmuştu ama zaman kendisini, onun aslında vicdan sahibi olduğunu göstermişti. Güvenerek sığındığı kocası ise sahiden korkulacak insandı, insan demeye bile şahit isterdi.

 

"Seninle konuşmayı kabul ettim, çünkü benden duy ki inan istedim. Ben davette sana kin içinde söylediklerimi, şimdi sakince söyleyeceğim. Orada dediklerimle tatmin olmazsın sen, 'Sinirle söyledi' dersin ama aslında öyle değil. Ben uzun zamandır senden ayrılmak istiyordum, beni her gün biraz daha kendinden uzaklaştırmıştın, aniden verilmiş karar değildi. O çay bahçesine beni götürdüğün gün bile amacım sana boşanmak istediğimi söylemekti. Yorgunluğum bastırdı, ilaçlarımı almadığımdan halsiz kaldım, eve gitmek istediğimi izah ettim, yoksa ben orada söyleyecektim."

 

İşin aslı öyle değildi aslında, orada Fatih'i başka kadınla görünce kalkmak istemişti. Ne tuhaf gündü, karmakarışık olmuştu. Gerçeği öğrendiğinde ise daha çok şaşırmıştı. Sevgilisi sandığı kadın, şimdi kendisinin dava avukatı olmuştu, sahiden hayat çok değişik sürprizlerle doluydu.

 

"Yapma ne olur, deme böyle, ben seni deliler gibi seviyorum, bize yazık etme. Çok sevdim ben seni, annemi karşıma alacak kadar sevdim, gösteremedim çoğu zaman ama bizden vazgeçmedim. Öyle davranmak istemedim, kendimi kaybettiğim için sana el kaldırdım, yoksa ben seni öpmeye bile kıyamam. Bizim çok mutlu başlayan evliliğimiz oldu, her kötülük korudum seni, sana zarar gelecek korkusuyla çoğu zaman hırçınlık yaptım. Biz böyle değildik Hande, sen ne zaman o kolejde işe başladın, o zaman bu hale geldik. Hep annen bozdu aramızı, sana iş bulduğunda bile amacı bizi bitirmekti. Gitti seni, o adamın çalıştığı yere aldırdı, senin orada çalışmaya başlaman olayları buralara getirdi."

 

Konuşmaları tamamlanırken gözlerinin dolduğunu gördü, ağlayacak gibi duruyordu. Karakterinde problem olduğunu tekrardan anladı, aşırı dengesizdi. Sanki davetteki mesajları kendisine atan o değilmiş gibi davranıyordu. Elini ceketinin cebine atışını izlerken bekledi, içinden çıkardığı küçük kutuya dikkatlice baktı genç kadın. Kutunun kapağını açarak kendisine uzattığında içindeki pahalı alyans çarptı gözlerine. Çıkardığı yüzüğü getirmemiş, çok daha pahalısını almıştı anlaşılan. Öyle büyük taşı vardı alyansın, uzaklardan bile gözlerini kamaştıracak kadar iyiydi. Etrafı pırlantalarla sarmalanmış, kaşındaki çok iri taş hariç, her yanı ayrıca minik taşlarla donatılmıştı.

 

"İş bulduğum gibi hemen avans çekip sana bunu aldım, sana bu bile layık değil, biliyorum ama olsun, beni bağışlaman için aldım, sen çok seversin diye düşündüm."

 

"Bulduğun kaçıncı iş acaba, bir senenin içinde kaçıncı kez?" Sinirli değildi, sakin kalarak konuşması, karşısındaki adamı daha çok rahatsız ediyordu ama sakinliğini korumaya çalışıyordu. Önceden bağıran çağıran Hande gitmişti şimdi, düzgünce sormuştu, çünkü ayrılıyordu, hayatla kavgalarını bitirmesi gerekti. "Yine aynısını yapıyorsun, böyle konuşarak beni küçük düşürmek istiyorsun. Benim değiştiğimi iddaa edebilirsin ama ben değişmedim, değişen sensin Hande. O koleje girdin gireli, tavırların günden güne değişti. Benim sevgimi görmedin, sana oradan ayrıl dedim, paraya ihtiyacın yoktu üstelik, yine çıkmadın. Buna rağmen saygı göstermeye çalıştım, daha çok tartışma çıkarmadım."

 

"Sen mi saygılısın? Benden utandın sen, arkadaşlarınla buluşmaya giderken gelmemeyeyim diye, 'Erkek erkeğe gideceğiz.' yalanını uydurdun bana. Oradan çıkmadım, çünkü başka imkanım yoktu. Üniversiteden mezun olmama yakın, günlerce iş aradım ben, sana söyledim, umrunda olmadım. Beni istemediğini başlarda anlamadım, yakıştıramadım sana, ta ki o güne kadar, arkadaşlarınla ve onların eşleriyle çıktığını, bana yalan konuştuğunu anlayana kadar... Biz olamayız, zaten en başından olmamalıydık, benimkisi aşk değildi, çaresizlikti, birbirimizi daha çok üzmeden bitirelim."

 

"Yapma ne olur, bize bunu yapma." İyice gözleri dolarken elinde yüzükle yere eğildi, diz çökerken kadının önünde, sözlerini devam ettirdi. "Ben seni sadece sevdim, başka hatam olmadı, utanmadım senden. Seni yanıma almadım, İhsan'a en başından ben de sinir olurdum, seni üzmesinden korktum. Yemin ederim benim haberim yoktu hapisten çıktığından, ben öyle vicdansız değilim. O adamın kardeşinin ölümüne sebep olduğunu bilmiyordum, gider gerekirse Fatih'ten de özür dilerim, yeter ki beni affet. Seninle geçirdiğimiz güzel günleri hatırla, istersen kolejde kalmaya devam et, her dakika seni elimle bırakır, geri alırım. Arabam tamirde olduğunda, gerekirse kucağımda taşırım seni, sen yeter ki güzel günlerimizin hürmetine, bize bir şans daha tanı." Karşısında elinde yüzükle duran adamın gözlerine bakarken sözünü ettiği güzel günler, tekrardan gözleri önünden geçti. Kendisinden bir şans daha isteyen genç adama bakarken aklında onu tanıdığı ve ilk evlendiği günler vardı.

 

Bölüm sonu...

 

İtiraflarla dolu bir bölümü daha geride bıraktık arkadaşlar.

 

Bir kez daha anladınız, birbirlerini ne kadar sevdiklerini, tabii kendileri de anladılar.

 

Evet, birbirlerini seviyorlar, 'Sevgili' sayılırlar ama tabii aşklarını bir süre daha yaşayamayacaklar. Özellikle Hande'nin evli olması, mesafeli ilerlemelerine neden olacak.

 

Sizce Hande, affecek mi Aras'ı? Diğer bölümde tepkisini hep birlikte göreceğiz. Sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın...

Loading...
0%