Yeni Üyelik
43.
Bölüm

42. Bölüm: "Göz Dağı"

@mavi_melekler

Güzel bir bölümle geldim karşınıza arkadaşlar. Sonu sürprizlerle dolu bölümlerden oldu.

 

Hande ile Fatih'in sahnelerini bekleyenler için biraz hayal kırıklığı olacak ama esas olayları önce işlemem gerek. Az kaldı, biraz sabır edelim, güzel olaylar çıkacak.

 

İstediğiniz sahnelere kavuşmamıza çok kalmadı ama az da diyemem, sadece sabır diyebilirim.

 

Bölüm Şarkımız:

Feridun Düzağaç & Nilüfer:

Kavak Yelleri

 

Keyifli okumalar!

 

 

42. Bölüm: "Göz Dağı"

 

Elleri arasında direksiyonu sıkıca kavrarken dudaklarından kahırlar döküldü. Sinirlenmemek elde değildi, çok sevdiği karısı, sanki görme yetisini kaybetmişcesine kendisini görmüyordu. Aldığı pahalı alyansı kabul etmeyerek kendisine geri vermiş, almak istemediğinde, almazsa çöpe atacağını izah etmişti. Tüm bunlar akıl alır gibi değildi, delirme raddesine gelmişti genç adam. "Bizim aramızda görünmez duvarlar var, kaldırmak istesen bile kaldıramazsın, ben dahil göremiyorum kalın duvarları." derken kendinden nasıl emin konuşmuştu. Hande, kendisiyle evlenirken böyle kararlı değildi, Aras'ı kapıdan kibarca kovarken aslında çok netti. Aklı almıyordu, karısını tanımakta zorlanıyordu.

 

"Allah kahretsin!" Elini kornaya sinirle geçirerek yumruklarken karşısındaki arabayı uyarmak istedi ama sinirinden çok sinirli yumrukladı. Yaşananların tamamı Yeliz Hanım'ın marifetiydi, evliliklerini buralara o sürüklemişti. İnsan insana bunu neden yapardı, Hande çalışmaya başlayınca olmuştu ne olmuşsa. Köşeye geçici olarak çektiği aracından inerken arabasını park etmedi. Nasılsa çabuk gelecekti, yanına gittiği adamla konuşması kısa sürecekti. Küçük tamirhane dükkanının içine girerken burada olmasını umdu, okula gitmek istemiyordu. Daha Hande'nin dediklerinin etkisinden çıkamamıştı. "Ben senin tanıdığın Hande değilim, ellerimle öldürdüm o kadını." derken keskin bakışları vardı, sözleri kadar keskindi.

 

"Hoş geldiniz."

 

Yanına gelen kişi, Fatih'ten başkası değildi, tanıdığı halde, müşteri misali karşıladı kendisini. Yaklaşarak tam karşısında durdu, ne konuşacağını merak etti genç adam, Hande gittiği için kendisini suçlayacağını sandı başlarda ama bakışlarını görünce, düşüncelerine oranla şaşırdı. Sanki pişmanlığa ev sahipliği yapan bakışları vardı.

 

"Özür dilerim." Kendinden kendisinin bile beklemediği iki kelime, dudaklarından kalın şekilde döküldü. Sesi katı çıksa bile olanların pişmanlığı yüreğini inceltti. Söylediklerine karşılık bakışlarında şaşkınlık oluştu ama gerginliği bırakmadı, merakla neler konuşacağını bekledi. "Benim haberim yoktu, İhsan'la üç senelik arkadaşlığım var, yemin ederim kardeşinin ölümüne neden olduğunu bırak, hapis yattığından bile haberim olmadı. Sen benim hayatımı, soluğumu elimden aldın, 'Elinden alırım.' dedin ve dediğini yapıyorsun. Senin varlığın, Hande'yi benden günden güne uzaklaştırdı ama ben o kadar kötü biri değilim, buna böyle karşılık göstermem."

 

"İstediğini yapmakta özgürsün, istersen git arkadaşınla omuz omuza ver, planlar yap. Ben onunla başa çıkıyorum, sana mı direnemeyeceğim, kendini öyle çok büyütme. Yaptıklarından, haraketlerinden sadece sen sorumlu olursun, çevrendekiler değil. Az önce söyledin, seni uyardım, 'Elinden alırım' dedim, sen beni dinlemeyince elinden aldım, o kalp artık sadece bana ait."

 

"Senden insan gibi özür dilemeye geldim ama görüyorum ki sen insanlıktan anlayacak tipleme değilsin. Öyle uzaktan sevmekle olmuyor o işler Fatih Bey, sıkıyorsa yanına yanaş, anında içeri attırırım seni, İhsan'dan daha çok hapis yatarsın."

 

"Elinden geleni ardına koyma, hodri meydan!" Yanına yaklaşarak, dişleri arasından tısladı kelimeleri, sinirlenmemek elde değildi, güne güzel başlamışken buraya gelmesi, görmesi bile sinirlerini birbirine katmıştı. "Ben buraya bunları tartışmaya gelmedim, sen iğrenç adamın teki bile olsan, ben İhsan'la iletişimimi keseceğim, karşılığında karımdan uzak durmanı istemiyorum, çünkü karşılık için yapmıyorum. Zaten durmak zorundasın, yasal olarak başka seçeneğin yok."

 

"Aras, istediğini yap, dilersen git arkadaşını destekle, bunlar benim umrumda değil. Defol git başımdan, daha da gelme, senin gibi aciz adamın vicdanına ihtiyacım yok, hiç kimseninkine yok."

 

"Sadece söylemek istedim, herkesin kendin gibi olmadığını bil." Yanından uzaklaşarak çıkış kapısına ilerleyen adamın ardından baktı, sabır bırakmamıştı kendisinde. "Ben sana yapmam gerekeni yapıyorum, sen de azıcık insan ol, karımın peşini bırak, yoksa iyi olmaz senin açından." Kapıya ilerleyen adamın hızla yanına yaklaşarak geriye doğru ittirdi. Sırtı kapıya değen Aras, dengesini koruyarak, düşmemek için çabuk toparlandı. "Defol git hemen buradan, bir daha sakın benimle tehdit içeren konuşmalara girme."

 

"Hande beni affedecek, ben en başından doğru insandım, bunu o da biliyor. Boşuna umutlanma, sen onun kahramanı olamazsın, yaşattığın onca korkunç günden sonra sana gelmez."

 

Konuşmalarına karşılık gülmemek için kendini zor tuttu, aklında kurduğu masallara inanacak kadar acizdi, konuşulmaya bile değmezdi. Olayları uzaktan seyreden yardımcısı Suat, yanlarına gelerek, çekingen şekilde konuşmaya başladı. "Fatih Bey, sorun çıkarıyorsa işyeri güvenliğini sağlarım, ben halledeyim isterseniz."

 

"Hayır gerek yok, kafasında kurduğu bir takım masalları anlattı, şimdi defolup gidecek, gitmezse ben elimle keseceğim hesabımı."

 

"Sizin ucuz ortamınıza kalmadım, çıkıyorum zaten, ben burada arabamı bile tamir ettirmem."

 

"Zaten müşteri konusunda seçiciyim, başka kapıya!" Aralık kapıdan çıkan adamın ardından sakince konuşurken galerinin kapısını sert, sesli şekilde kapattı genç adam. Ardına döndüğünde karşısında Suat'ı gördü, henüz gitmemişti. "Hadi işinin başına." dedi yardımcısına. "Ben de geliyorum şimdi, öğlene kadar işleri azaltalım." Galerisinin içine ilerlerken tamir edeceği araçlara doğru ilerledi, sakinliği üzerindeydi, sinirlense bile kendini bozmayacak, seviyesine inmeyecekti.

 

Tamirhaneden çıkarken direksiyonu çeviren genç adam, istikameti zamanında arkadaşı olan İhsan'ın işyerine doğru ilerletti. Her ne kadar özür dilemeye gitmesine rağmen kendisiyle ters konuşan Fatih'i anlamaya çalıştı Aras, yerinde kim olsa öyle tepki gösterirdi. Bunca zorluk yaşamıştı kendisi tarafından, gösterdiği vicdana ihtiyaç görmediğini tabii ki söyleyecekti. O adama olan kini aynıydı, İhsan'la iletişimini onun için değil, kendi için kesecekti. Günahsız bir canı alan katille arkadaşlık edecek değildi, üstelik Hande'nin kendisini terk etmesinin önemli nedenlerindendi İhsan. Yediği haltı bilse, onunla anında iletişimi keser, karısına daha sıkı sahip çıkardı.

 

Ufak dükkanın önünde arabasını park edecek yeri uzun süre aradı. Biraz zaman harcadı, dükkandan çok geriye bile olsa park etmeyi başardı. Arabadan inerek gergin adımlarla cadde üstündeki dükkana doğru yürüdü. İhsan'ın büyük, ticaret üzerinde kendini geliştirdiği, ayakkabı satışı yaptığı dükkanı vardı. Çoğu zaman işyerini ziyaret etmiş, karşılıklı oturup yemek yiyip çay içmişlerdi. Yediği haltlardan haberi olsa yanından geçmezdi. Cam kapıya uzanan küçük merdivenleri çıkarak kapının önünde durdu. Sinirlerine hakim olması gerekti ama elinde değildi. Cam kapıyı eliyle öyle ittirdi ki, kapı arkaya çok sert çarptı. Kapının açılmasıyla içeriye girmesi bir oldu.

 

"Hoş geldin Aras." Kasa önünde oturduğu sandalyeden kalkan genç adama öyle hızla yürüdü ki, yanına gitmesiyle yakasına yapışması yine aynı saniyeleri buldu. Neye uğradığını şaşırarak gözleri irileşen İhsan, elinden kurtulmak için hemen çabalamaya başladı. "Bittin lan sen, benim hayatımı bitirdin, şimdi sen de biteceksin!" Neler olduğunu anlamıştı, neden kendisine böyle davrandığını anında çözdü. Üzerindeki arkadaşını güçlükle bile olsa ittirerek kendini tamamen geri çekti. "Bir dur oğlum, kafayı mı yedin sen?"

 

"Kes sesini, bana tek kelime etmeyeceksin, bir daha seni hayatımda görmek istemiyorum!" Elini kaldırarak, işaret parmağını sallayarak ikaz etmesi, daha çok gererken İhsan'ı, şaşkınlıkla kaşlarını çattı.

 

"Ben sana ne yaptım Aras, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyordu bizim, sen benim şu zamana dek en iyi dostum oldun."

 

"Ben kansızlarla arkadaşlık edecek adam değilim, bana zararın dokunmamış olabilir, başkasına dokundu, bilsem seninle aynı sokaktan bile geçmezdim."

 

"Şu mesele." dedi durarak yüzü solarken, sadece bekledi. Yine aynı korkunç gece canlandı gözleri önünde, zaten hiç unutamamıştı. "Yazık, asıl sana yazık, insanları geçmişiyle eleştiren biri zaten benim arkadaşım olamaz. Ben pişman değil miyim sanıyorsun, güle eğlene can almadım. Bir anda oldu anladın mı, ansızın oldu, kazaydı. Gençtim, cahildim, şimdi olsa öyle bırakmazdım. Korktum, kaçmak zorunda kaldım."

 

"Yemem ben bu arsız edebiyatlarını, senin yüzünden karım beni terk etti, ne yapsam geri dönmeye ikna edemiyorum. Sana son ikazım, hayatımızdan çıkacaksın, ben senin boş, şairane konuşmalarına kanacak adam değilim, insanım ben; vicdanım var, seninle konuşacak kadar düşmedim daha."

 

"Senin karın zaten gitmeye meyilliydi, asil öğretmen havalarından geçilmiyordu. Hayatından çıkacağım, için rahat olsun." Uzaklaştığı kapıya doğru ilerleyen Aras'ın aklına, karşısındaki adamın ilk dedikleri takıldı. Hande konusunda düşüncelerinin doğruluğunu tekrar teyit etti, çalışmaya başlayınca bir haller olmuştu, duruşu bile değişmişti. "İstersen hayatından çıkmadan önce, sana son güzellik yapar, karınla konuşur, okula giderek ikna etmeye çalışırım."

 

Yaklaştığı kapının önünde önce durdu, oraya çıkıldı. Zaman kaybetmeden hızla ardına döndü, umut içinde, karşısındaki adama bakışlarını gönderdi. Yapması gerekti, kendisine böyle zararı dokunmuşken yapmak zorundaydı zaten. Neden aklına gelmemişti acaba, hiç düşünememişti. Hayatı onun yüzünden böyle perişan olmuştu, şimdi kendisine borcunu ödemesi gerekti.

 

"Yarın okulda dersi olacak, bugün evinde, yarın çözersin. Bana sorma isteyip istemediğimi, sen yapmaya mecbursun zaten, olanların sebebisin, bunu unutma!" Yeniden önüne döndü, ilerlediği cam kapıyı sinirle araladı, giderken bir kere olsun ardına bakma gereksiniminde bulunmadı. Arabasını park ettiği uzun mesafeyi yürürken düşünceleri darmadağındı, Hande'den başkasını düşünmek istemedi. İhsan'ın konuşmasının belki biraz olsun işe yarayacağını düşündü, umutlarını şimdilik sadece yarına bağladı.

 

Gözlerini kırpmadan geçirdiği gecenin sabahına ulaşan genç kadın, gözlerini seher vaktine yakın araladı. Çok uyumamıştı, çünkü uyku tutmamıştı, insanın aklı karışıkken uykusu gelmezdi. Uykularını bölen aklındaki karmaşalardı, dün okuduğu mektubun ardından, kapısına kocasının gelmesi daha çok germişti kendisini. Şimdi yollar ayrılmış, araya görünmeyen duvarlar girmişti, yüreği katran karası sevdalara yelken açarken nasıl bağışlardı? Olayı bağışlamak değildi aslında, kimselere kin tutmayacak kadar güçlenmişti geçen zamanda. Kendisine çektirdiği acılara zaman, yüreğinde kocasını azat ederek bağışlamıştı. Gönlüyle olan meseleden ötürü ona dönerse, kocasına haksızlık edeceğini düşündü.

 

İçinden çıktığı yatağına ilerlerken amacı geri girmek değildi, elini yatağın kenarındaki konsola uzattı. İçinden çıkardığı kalın zarftan oluşan mektubu eline aldı. Öylesi hızla çarpan kalbinin üzerine bastırdı, yüzündeki tebessüme engel olamazken dudaklarını birbirine bastırdı. "Bu benim hazinem." dedi kendinden bağımsız. Tek başınayken söyledikleri bile yüzünü kızarttı. Aras'la evlenmeden önce uzak kaldığı adama şimdi yakın hissetmesi, hiç doğru değildi aslında. Evli olduğu adama haksızlık ettiğini düşündü, bazen bunun için, vicdanını rahatlatmak adına ona dönesi geliyordu ama o zaman herkes kendisinden uzaklaşacaktı. Doğru değildi vicdanıyla yaptığı savaş, doğru olsa, çevresinde sadece bir kişi destek olur kendisine, 'Geri dön' derdi ama kimse demiyordu.

 

Elindeki mektubu tekrar aldığı çekmeceye yerleştirerek kapağını örttü. Şimdi kendisinin de karşılıklarla dolu satırlar inşa etmesi gerekirdi. Karanlık zemherinin içinde, ilkbaharı anlatan kelimeleri mürekkebe dökmesi gerekirdi. Yatağına yaklaştı, dağınık yorganı toparlamaya çalışarak, zorlansa bile üzerini kapattı. Güneş, ufukları yırtarak usulca gökyüzünü aydınlatmaya başlıyordu. Buradaki odasını çok severdi, iki ayrı pencereye sahipti. Yatağının önündeki pencere, villanın rengarenk çiçeklerle dolu bahçesini gösterirken köşedeki pencere, olduğu gibi denizi gösterirdi.

 

Çalan telefonun sesi doldururken kulaklarını, bakışlarını camdan çekerek komidine yöneldi. Ekrana bakarak yürürken gördüğü isim, dudaklarını kıpırdatarak tebessüm ettirdi kendisine. Nurcan Hanım'ın aramasını beklemiyordu, nasıl özlemişti sesini, sıcaklığını, anaç yüreğini ve merhametli dokunuşlarını... Daima resmi durmuştu kendisine olan desteğine rağmen, hep 'Nurcan Hanım' dı kendisi için, başka hitaba girememişti. Günü geldiğinde, resmiliği ansızın kırarak, 'Anne' diyecekti, bu nedenle şimdilik böyle kalmaları daha doğruydu kendisi açısından.

 

"Yavrum, daha erken arayacaktım, kıyamadım ben seni uyandırmaya, uyandırmadım ya inşallah."

 

Telefonu açtığında konuşmaları daha sıcak hale getirdi kendisini. Üzerinde pijamalar, yanlarına dökülen saçlarıyla cama tekrar yürüdü, güneşin doğuşunu izlemeye devam etti.

 

"Yok, okula gideceğim için zaten erken kalkacaktım ama ben daha erken kalktım." Bugünü güzel geçirecekti, okulda derslerini verecek, çıkışta Mehmet Hoca'sına giderek uzunca konuşacaktı. "Sorun yok, değil mi bir tanem, erken kalktım dediğin için soruyorum."

 

"Hayır hayır, hiçbir sorun yok, gayet iyiyim, siz ne yaptınız, bayağıdır görüşemedik."

 

"Hep aynı gidiyor canım, aynı koşturmacalar. Kalktım erkenden, aklıma sen geldin, bir arayıp sorayım, güzel kızım o günden sonra nasıl olmuş dedim."

 

"Nurcan Hanım." Yüreğine düşen sızıyla aklından uzun süredir geçenleri konuşmak istedi. Seslenirken kaç gündür aklını kurcalayanları konuşacaktı. Davette olanların ardından evine gitmişti ama o mesele hakkında konuşacak zaman bulamamışlardı. "Ben gayet iyiyim ama bayağıdır aklımı kurcalıyor, evinize gelmeme rağmen sizi söyleyecek zamanı yaratamadım." Derince soluklandı, kelimeleri dilinde toparladı. Nasıl da ihmal etmişti, oysa şimdi söyleyecekleri, kendisi açısından çok önemliydi. "İhsan konusunda Fatih'in çok üzerine gelmezseniz sevinirim. Zaten size mutlaka söylerdi, ben davette yersizce konuşarak dengesizlik ettim. Ne dediğimi bilmeden konuştum, o çok aklı başında bir insan, yani tepkiyi hak etmiyor."

 

"Sen düşünme oralarını, biz hallediyoruz, çok tepki almadı zaten, dediğin gibi, ne yapacağını biliyor."

 

Duraksadı, elinde telefonla beklerken karşısındaki kadından da ses gelmedi. Beklediler kısa süre, telefon kulağında, düşüncelere daldı genç kadın. İçtenlikle yazdığı satırlara, aynı özenle karşılık vermesi gerekti, yapması mümkündü. Birazdan eline aldığı kağıtlara mürekkebi akıtmaya başlayarak deneyecekti.

 

"Bugün seni okuldan ben alacağım, bir yere gideceğiz beraber." Kendine gelerek düşüncelerden çıkarken kelimeleri dilinde toparladı. Özlemişti sıcaklığını, görüşmek istemişti ama söylemeye çekinmişti başlarda. "Yine yemek hazırlayarak çay bahçesinde mi yedireceksiniz bana, sizi zaten çok özlemiştim ama söylemeye çekiniyordum."

 

"Ben de seni çok özledim bir tanem, demek ki biz birbirimizi çok seviyoruz ki, kaplerimiz hep aynı haraket ediyor." Elini kalbine dokundurdu genç kadın, kalbi attığı sürece sevmeye olan inancını kaybetmeyecekti. Kendini önce Yasemin'e sevdirmişti, çok sürmeden kısa sürede Nurcan Hanım'ın da sevgisini kazanmıştı. İnsan sevdiği ve sevildiği sürece güçlüydü bu hayatta. "Hayır, yemeği ben hazırlamadım, dışarıda yiyeceğiz, seni kendimin çok sevdiği bir yerle tanıştıracağım. Sen şimdi güzelce hazırlan, işine git, orada derslerini ver, çıkış saatini bana mesaj at, ben seni hemen alacağım."

 

"Nasıl isterseniz." Gülümsedi, gülerken kenarda çıkan elmacık kemiklerine takıldı gözleri, karşısındaki aynadan kendi görüntüsünü izledi genç kadın. Yaşamayı unutmuştu zamanında, sevginin sahicisini yüreğinde yaşatmaya başlarken hayatı tekrardan öğrenmişti. "Çok heyecanlandım, hemen hazırlanayım." dedi sahiden kalbi heyecanla çarparken, nereye gideceklerini merak etmişti. "Sen hazırlan yavrum, beni haberdar etmeyi unutma." Sıcak sese sakin kalabilmek mümkün değildi. Uzun zamandır içine akan o üç kelimelik cümleyi kuracaktı Hande.

 

"Okul çıkışı görüşürüz, hoşça kalın, sizi çok seviyorum."

 

Üç tane cümle kurdu, üçüncü cümlesi, yine üç kelimelikti. Elindeki telefonu kulağından hızlıca indirdi, aynı hızda aramayı bitirme seçeneğine bastı. Yüreği ağzına sığmıyordu, eli kalbindeydi, henüz hiç indirememişti. Titreyen elinden telefonu bıraktı, odasındaki banyoya doğru yürüdü. Soğuk suyu yüzüne birkaç defa çarpmak rahatlatırken başını kaldırdığında aynadaki kırmızı tenini inceledi, kıpkırmızıydı yanakları, yüzünü kırmızıya boyanmış misali gösterecek kadar kızarmıştı. Yüzünü kuruladı, banyodan çıkarak odasına ilerledi. Komidinden aldığı tokasıyla saçlarını toparladı, aşağıdan sıkıca topuz yaptı.

 

Çalışma masasına ilerleyerek, çektiği sandalyesine oturdu. Burada genelde sınav sorularını kontrol ederdi ama şimdi kendisine ne hissettirdiğini çözemediği bir eyleme kalkışacaktı. Düzenli tutardı masasını, odası kadar düzgündü. Köşedeki boş kağıtlardan birini önüne çekerek tertemiz sayfada gözlerini sabitledi. Eline sevdiği kalemlerinden birini alarak, elinde kalemle bekledi. Düşünmek manasızdı aslında, içinden geldiği gibi davrandıkça daha başarılı olurdu. Şimdi yazarken aynısını yapacak, mürekkebini kağıda ilkbahar misali akıtacaktı. İçinden gelen kelimeler kağıdın üzerinde dans ederken kendini, yüreğinden geçenlerle dolu satırların arasında kaybetti genç kadın.

 

...Yüreğinden ince kelamlar akıttığı kağıtları ellerinde toparladı, düzenleyerek bir araya getirdi. Düzgünce, zarar vermeden katladı, önceden hazırladığı büyük zarfın içine yerleştirdi. Elindeki kalınlaştırdığı zarfta bakışlarını gezdirdi, istediği konuma gelmişti. İncecikken kalınlaşmıştı, kağıtlarla iyice içi dolmuştu. Kendi kalbini hatırladı, dümdüzdü zamanında, buz kütlesinden bile soğuktu, şimdi ise Karabatak'ın sevdasıyla dolup taşıyordu. Özenle kapattığı zarfı, kendi kalbine benzetti, dudaklarındaki buruk tebessüme engel olamadı. İnsan, kaçtığı tüm duyguların, zamanı gelince esiri oluyordu.

 

Çantasını hazırladı, yazdığı mektubunu yerleştirdi içerisine. Cüzdanını, telefonunu ve önemli birkaç makyaj malzemesini yanına aldı. Çalışma masası üzerinde çantasını bırakırken üzerini giyindi, bugün ne giyeceğini hiç düşünmeden, eline gelen ilk elbisesini giyindi. Zaten dolabında kötü kıyafet olmazdı, kendine oldu olası aşırı özenirdi. İşi gereği, biraz resmi ama çok şık giyinmeyi tercih ederdi. Yarımlık, diz kapaklarına uzanan açık yeşil remgindeki elbisesinin yakası 'V' yaka, kolları ise yine sonbahara uyacak şekilde yarım koldu. Yaka kenarlarında mor şeritler vardı, üzerini ise ufak çiçekler süslüyordu. Çok az dalgalandırdığı saçlarını serbest bırakarak beline uzanmasına izin verdi, saçlarını seviyordu. Salık bıraktığı günler zorlansa bile onları özgür bırakmak istiyordu.

 

Ayna karşısında makyajına çok özendi, düğüne gider misali yaptı. Birkaç tane malzeme koymuştu çantasına, akarsa orada düzeltirdi. İnsana, Allah'ın verdiği her gün özeldi aslında, bu nedenle kendimize çok özenmeliydik. Giden zaman geri gelmiyordu, hayatın değerini bilmemiz, önce kendimize değer vermemiz gerekti. Gümüş renginde halka küpeleri kulağına takarken zamanında Nurcan Hanım'ın kendisine dediklerini hatırladı Hande. "Giden gençliğin geri gelmeyecek, bugünlerinin değerini bil." demişti boşanmasını ima ederken. O vakitler anlamamıştı neden böyle konuştuğunu ama şimdi çok iyi anlıyordu. Telefonda dedikleri son harfine dek doğruydu, onu sahiden seviyordu, zaten asla yalandan, boş konuşan biri olmamıştı. Geçen zamanda önce güvenmiş, varlığına alışmış, şimdilerde ise sevmeye başlamıştı. Günü gelince, hayattaki zorluklar karşısında kendisine destek çıkarak arkadaşlık eden kadına, 'Anne' diyecekti.

 

Konsoldan elini tutup destek alarak doğruldu, çalışma masasına uzanarak çantasını aldı. Keyifliydi, dudaklarında şarkı mırıldanarak odasından çıkarken önündeki merdivenleri inmeye başladı. Şimdi mutlu zamanında şu merdivenleri koşar adım, zıplayarak inmeyi çok isterdi. Üç - dört adımda, koşarcasına, zıplayarak inmeyi isterdi. Hayat bunu elinden almasaydı, şimdi çok daha rahat boşanacaktı. Üzerine durmadı, gördüğü şiddeti kanıtlarsa başaracaktı. İyi bir avukatı vardı, yarın onunla görüşecek, olacakları beraber değerlendirecektiler. İndiği merdivenleri tamamlarken büyük oturma salonuna gelerek koltukta oturan annesiyle karşılaştı. Böyle durgun görmeyi beklemiyordu. Yanına gelerek ardından sarıldı, anlaşılan Yeliz Hanım'ın yine ağrıları tutmuştu, ne zaman daralsa böyle olurdu.

 

"Günaydın annem." Yanağına dudaklarını dokundurarak geri çekildi. Yanına emanet misali oturarak, kendine doğru kadını çekti, eliyle saçlarını okşadı. "Sen iyi misin?" dedi tekrardan. İçini nedensizce vicdan azabı kapladı, bugün çıkışta Nurcan Hanım'la bulaşacağını ona demeyecekti ama söylemesi gerekti. Böyle hastayken tek bırakmaya içi el vermezdi. "İyi olacağım yavrum, biraz ağrılarım tuttu." Çok ağır ameliyat atlatmış, operasyondan sonra doktoru, hayat boyu dikkatli olması gerektiğini izah etmişti. Kalıcı, daima kullanması, ihmal etmemesi gereken ilaçlarını düzenlice alırdı. "Serap!" dedi içeriye seslenirken başını annesinin omzundan kaldıran genç kadın. "Kahvaltı hazır mı?"

 

"Hazır Hande Hanım, isterseniz geçebilirsiniz."

 

"Gel anneciğim." dedi kendi doğrulurken kadını da kaldırdı, omuz omuza yürüdüler. Böyle bırakamazdı onu ama Nurcan Hanım'ı da geri çeviremezdi, şimdi ne yapacaktı? Kendini basbayağı arada kalmış hissetti. Karşılıklı kahvaltı ederlerken sessizce çayını yudumlayan genç kadın, aklındakileri nasıl anlatacağını düşündü.

 

"Anne." dedi tekrardan söze giren genç kadın, aklındakileri söylemese kahrından sanki çatlayıp ölecekti. Hasta olmasa söylemeden buluşur, eve geç gelirdi, toplantı olduğunu söylerdi. Şimdi yapamazdı, annesi hastayken başkasıyla dışarıda gezemezdi. "Beni bugün Nurcan Hanım aradı." Söze böyle girse daha doğru olacaktı. İnceden anlatacaktı aklındakini. "Öyle havadan sudan konuştuk, ben kendisine, İhsan denen adamdan ötürü Fatih'in üzerine gitmemesini söyledim." Son kurduğu cümleyle kendi bile utandı, her dakika Fatih'i düşünüyor, bunu izah etmekten kendini alamıyordu. "Okul çıkışı beni alacağını dedi ama ben senin böyle olacağını bilmiyordum, Mehmet Bey'e uğramadan önce biraz gezecektik, ben şimdi vazgeçtim. Yani sen arasan, rahatsızlığını izah etsen, yanında kalmam gerektiğini anlatsan, ben 'Gelemem' diyerek onu kızdırmaktan çok korkuyorum, tekrardan sevgisini kaybetmek istemiyorum."

 

"Ben iyiyim kızım, hasta sayılmam, her zaman ki ağrılarım tuttu."

 

"Yanında kalmak istiyorum." dedi başını çekingen şekilde aşağı eğerken.

 

"Sen zaten Mehmet Hoca'na gideceksin, seans iptal edilmez, öncesinde okula yine gitmen gerek, benim yanımda Serap varken işten izin alman doğru değil. Sen Nurcan'la zaten okulla, doktor seansı arasında görüşeceksin, tekrar eve uğramamak ya da okulda oyalanmamak için zaman geçirmiş olacaksın. Bunun için vicdan yapmana gerek yok bir tanem, istediğin gibi gidebilirsin."

 

"Gerçekten seninle kalmak istiyorum annem, neden beni anlamıyorsun, Allah seni bana tekrar bağışlamışken ben inkar edercesine seni burada bırakamam." Oysa hastane odasında bırakıp beş para etmez adamın tekiyle evlennişti. Hayat çok adildi, Allah'ın adaleti şaşmazdı. Günü gelince Allah, daha ağır acılarla kendisini imtihan etmişti. "İyiysen sen de gel, birlikte dolaşalım, benim içim rahat etsin."

 

"Bak şöyle yapalım en iyisi." Elindeki ekmeğe tereyağı ile reçeli özenle sürerken kızına uzattı. Biraz olsun ağrıları geçmişti ama böbreğindeki sızı hâlâ devam ediyordu. "Yarın beraber zaman geçirelim, önce kuaför, sonra sinema, güzelce turlarız, sen de böylelikle rahatça gidersin."

 

"Yani yine içim rahat etmeyecek ama sözünü unutma, sen dışarı gelmek istemesen bile yarın buradan ayrılmayacağım."

 

"Öyle yapalım, hem ben yarına kendimi iyice toparlarım, rahatça zaman geçiririz."

 

"Sürekli arayacağım seni, telefonun açık kalacak, daima ulaşacağım."

 

"Tamam kızım, sen düşünme burayı, eğlenmene bak."

 

Dudaklarında oluşan, rahatladığını belli eden tebessümden sonra kahvaltısına devam etti genç kadın. Tam içi rahat değildi aslında ama en azından dürüstçe söylediğinden ötürü huzuru vardı. Kahvaltısını tamamladı, çok yemek istemedi, nasıl olsa okulda öğle yemeği veriliyordu. Yerinden kalkarak çantasını aldı, annesine sımsıkı sarıldı. "Allah'a emanetsin, benim şimdi çıkmam gerek, oldukça erken gelmeye çalışacağım." Yanağını öperek geri çekildi, bakışlarını, masayı düzenleyen Serap'a çevirdi. "Ne olursa olsun, hemen beni arıyorsun." dedi ikaz içerisinde, sesi keskin ve katı çıktı. Kapıya doğru ilerleyerek üzerine mevsimlik montunu geçirdi, çantasını sıkıca kavradı, araladığı kapıdan çıktı.

 

Yaşamak, keşke sadece yaptığımız planlardan ibaret olsaydı ama değildi, hesaba katmadığımız çok detay vardı. Hande, hayatının planladığı gibi gitmesini çok isterdi. En başta hak etmediklerini yaşamak istemezdi mesela, hangi insan hakareti hak ederdi ki? Yadırgamaması gerekti aslında, zamanında öz annesinden ağır sözler yemişken şimdi daha sakin karşılaması gerekirdi ama yapamamıştı, yediği kelimelerin altında yüreği ezilmişti. Okula gittiği, bahçeden binaya girdiği vakitlerde karşısına çıkan İhsan, sinirlerini anında bozmaya yetmişti. Normalde olsa ürker, geri çekilmeye çalışırdı ama şimdi dik durması gerektiğini düşünerek sözleriyle saldırdı.

 

"Aşağılık, rezil adamın tekisin, dua et arkadaşını boşuyorum, yoksa sana karşı tepkim, utancımdan ötürü daha ağır olurdu."

 

Sözlerini çekmedi, konuşma sırası kendisine geleli çok oluyordu, zaman geçiyordu bile, içinde biriken zehri dışarı atacaktı. Gerçekten Aras'tan boşanmasa, onun adına utanırdı karşısındaki İhsan'dan ama şimdi içinde utanç değil, rahatlık vardı. İnsanın yüreğini rahatlatması ancak kendi elindeydi, rahatlamış vicdanı ile hayata tekrardan tutunuyordu.

 

"Sende utanma var mıydı yaa, bunu bana sen mi söylüyorsun, sahiden sen ar edebiliyor musun?" Karşısında pişkince sırıtarak kendisine söyledikleriyle kaskatı kesildi, konuşmalarının neye dayandığını merak etti. "Ne diyorsun be sen, defol git başımdan, gereksiz!"

 

"Sensin gereksiz, oksijen israfı." Ettiği sözlerle iyice yüzü beyazlarken neye uğradığını şaşırdı, tahammülü gittikçe azalıyordu. "Sen benim ne demek istediğimi çok iyi anladın. Kendinde olmayan duyguyu başkasına öğretemezsin, önce utanmayı kendin öğren. Kağıt üzerindeki nikahından utan, elinin adamının evine girmeler, çalışma bahanesiyle aşk yaşamalar, etrafından ayrılmamalar, bunlar insanı biraz utandırmalı... Bana dün kocan geldi, etmediği söz kalmadı, 'Ben kansızlarla arkadaş olacak adam değilim.' dedi, başta şaşırdım ama şimdi görüyorum ki, ne düzgün adammış. Bir de sana bakıyorum, ne bulmuş sende acaba. Yediğin haltları bildiği halde sana tahammül etmesi, üstüne gelip benden hesap sorması, bildiğin yüce gönüllülük."

 

Söylediklerine karşılık duraksadı, kendini kısa süre için bile olsa suçlu hissetti. Kısa süreli bile olsa Aras'a haksızlık ettiğini düşündü ama sevmiyordu, asıl sevmediği halde yanında kalırsa haksızlık etmiş olmaz mıydı? Son zamanlarda Nurcan Hanım'ı kırmayarak o eve gitmesi doğru değildi, yediği sözlerin ağırlığını üzerinden atamazken bunları kendince teyit etti. Kendini toparladı, karşısında, gözünü bile kırpmadan can alan katil varken kendini aşağı çekemezdi. Dik duracaktı, sakin kalacak ve sarsılmamaya çalışarak kişiliğine dil uzatmasına müsaade etmeyecekti.

 

"Tabii, ikiniz de öyle iyi niyetlisiniz ki..." Kinaye içeren cümlesini başlatırken dudaklarında alaylı gülüş oluştu. "Birbirinizi bulmuşsunuz işte, çamurun çamuru çektiği boşa söylenmemiş, ikiniz de birbirinizden kansızsınız."

 

"Sana daha kaç kere diyeceğim kızım, kafadan kontak mısın sen, onun benim geçmişimden haberi yoktu!" Yükselen sesine tahammülü kalmadı, kendisi de bağıracak, gerekirse yardım isteyecekti. Ders arası zili çalarken okuldaki sessizlik çözülmüştü. Böyle bağrışmaya devam ederlerse, birazdan herkesin bakışları üzerlerinde olacaktı. "Geldi, yaşananların hesabını sordu bana, nasıl bıktırmışsan artık, senin acını benden çıkardı. Olanlara karşılık, seninle konuşacağımı, seni ikna edeceğimi anlattım, o yüzden geldim buraya."

 

"Seni o gönderdi yani, buna da hiç şaşırmadım, artık hiçbir şeye şaşırmıyorum zaten. Ne oldu, daha düne kadar bana yürüyordun, şimdi taciz etmeyi bırakıp iyi arkadaşı mı oynamaya başladın?"

 

"Neyine yürüyeceğim lan senin, spastik özürlü!" Söylediği kelimelerle kalakaldı, nedensizce küçüklüğünü hatırladı. Yeni iyileştiği zamanlarda, yolda yürümeye çalışırken Neslihan Hanım, ne çok kullanırdı kendisine bu kelimeyi... Öz annesinden yediği lafı, yıllar sonra bir başkası söyleyince tekrar anımsadı. "Eğlendim kızım ben seninle, canım sıkılıyordu, baktım haline, alay edilmeye çok müsaittin; benim de tam canım sıkılmıştı, biraz eğlendim sadece. O adam da eğleniyor seninle, sen evlenilecek değil, eğlenilecek kadınsın; biraz aklın olsaydı, kocanın değerini bilirdin, seni ondan başkası çekmez."

 

Genç adam, merdivenleri hızlıca çıkarken gördüğü manzara karşısında kaskatı kesildi, merdiven basamağı üzerinde duraksadı. Hande'nin karşı karşıya geldiği İhsan'ı gören Fatih, daha gördüğü anda sinirlenmeye başlamıştı. Durduğu basamakta, yakındı aslında karşısındakilere. Konuşulanları dinledi, baştan sona dinledi... İhsan, karşısındaki kadına ağıza alınmayacak hakaretler ederken sinirden gözlerinin altı morardı Fatih'in. Şimdi yapacakları, iş ortamına, öğretmene yakışmayacak kadar ağır olacaktı. Umrunda değildi. İnsanın kaldıramayacağı hakaretleri, savunmasız, hasta bir kadına etmesi, genç adamı delirtmeye yetmişti.

 

Durduğu basamaktan koşarcasına yürümeye başlarken daha erken gitmesi gerektiğini düşündü. Sinirinden hücreleri durmuş, İhsan'ı gördüğü anda haraketsiz kesilmişti. Kendini düzgün kontrol etse, zamanında müdahale etse, Hande şimdi bunca hakarete maruz kalmayacaktı. Yanlarına öyle hızlı gitti ki, merdivenlerin çoğunu birden çıktı. Hande'nin karşısında duran adamı iki yakasından tutarak geri çeken Fatih, "Çekil!" dedi kin içinde. Öyle hızlı ve sert ittirdi ki, arkasındaki açılmış kapıya çarparak savrulan İhsan, dengesini koruyamadan sırt üzeri yere düştü. Eliyle ağzını tutan genç kadını kendine doğru çekerek başını göğsüne yapıştırdı, amacı sadece sakinleştirmekti. Kanayan dudaklarını kapatmak için ağzından elini indirmedi.

 

Ne zaman canı çok acısa, hastalığından dolayı daima ya ağzından, ya da burnundan kan gelirdi. Eliyle bedenini sarmalayan adamın kollarında kalmak istedi, bir zamanlar korkarken şimdi deli gibi sığınmak istiyordu. "Geçti tamam." dedi kollarında sarmalarken. Hayat boyu tüm kötülüklerden korumak istedi kollarındaki kadını, hiç bırakmamak istedi. Koruyacaktı, ne yaşarlarsa yaşasınlar, direncini yitirmeyecekti. Yaşananlar karşısında daha güçlü duracaktı. "Sen kal burada." dedi kadını kendinden uzaklaştırarak kenara çekerken. Yerden doğrulmaya başlayan İhsan'a, okulda olduğunu unutarak saldıracaktı. Söylediği her kelimenin karşılığını ağır şekilde verecekti.

 

İhsan, yerden doğrularak kalkarken daha çok dayanacak gücü kalmadı. Gelenden gidenden tekme yiyordu, toparlanmaya çalıştıkça daha çok dağılıyordu, bunun altında kalmayacaktı. "Şerefsiz!" dedi karşısındaki adama dişleri arasından tıslarken. "Kendi kuyruk acın için bu kadını bahane tutamazsın." Yürürken üzerine doğru, adımları yarıda kesildi. Fatih, yaşananların verdiği öfkeyle, kendisine doğru gelen adamın yüzüne tek hamlede yumruğu düşürdü. Daha geriye doğru giden İhsan, az önce çarptığı kapıya tekrar, daha şiddetli şekilde çarpmış ama tekrar düşmemiş, tutunmayı başarmıştı. Düşmemesine rağmen öncekinden daha ağır savrulmuştu.

 

Başta okul müdürü olmak üzere, ardından güvenliklerin araya girdiği tartışma sonlanırken geri gitmeden konuştu Fatih. "Öğrenci velisi ise haddini bilecek, kimse benim mesai arkadaşımı rahatsız edemez." demişti ama katı şekilde. Karşısndaki kadını burada böyle, 'Mesai arkadaşım' olarak sınıflandırmıştı ama aslında öyle değildi. Herkes bunu çoktan kavramıştı, sadece şimdilik bilmiyormuş gibi davranmaya çalışıyorlardı.

 

"Ettiği hakaretleri görecektiniz İbrahim Bey, akıl alır gibi değildi, dua edin öldürmedim. Hasta bir kadına, ağıza alınmayacak sözler etti, gereği ne ise yapılacak!"

 

Okulu kendine aitti, devlete bağlı değildi ama daima adil olmuştu yaşlı adam, gerekirse bunu yapan adamın çocuğunu bile okuldan çıkaracaktı. Yerdeki adama, sonra karşısında kendisine çıkışan çalışanına baktı. Gözleri, Yeşim'in kollarında gözyaşı döken Hande'nin üzerinde gezindi.

 

"Tabii yapılacak, sizin içiniz rahat olsun, o benim çalışanım, sizin için Hande ne kadar değerliyse, benim açımdan da öyledir." İbrahim Bey'in sözleri, biraz ima içerikliydi aslında, çoğunluk anlamıştı. Kimileri sessizce gülerken kimileri daha çok şaşırıyordu. Yerdeki İhsan, okul güvenliği tarafından dışarı çıkarılırken Yeşim ise Hande'yi lavobaya götürmek üzere koridordan uzaklaştırmıştı.

 

Kolay olmamıştı toparlanması, böylesi ağır yaşananların ardından kendine gelmesi epeyce zaman almıştı. Kendisine destek çıkan Yeşim Hanım, yüzünü temizlemiş, yıkayarak iyice rahatlaması için çok uğraşmıştı. Çay ocağına götürerek Hande'yi, eliyle su içirmişti genç kadına. "Daha iyisin, değil mi?" dedi çekingence. Sadece başını salladı Hande, yediği hakaretlerin hesabını soracaktı. Kocasının yanına gidecek, bağıra çağıra soracaktı. "İhsan'ı sen mi gönderdin?" diye soracaktı. İnanası gelmiyordu, zamanında aynı yastığa baş koyduğu adamın böyle birine dönüşmesini, ne yapsa kabullenemiyordu.

 

"Teşekkür ederim, ben çıkayım, dersim bitti zaten." dedi köşedeki çantasına uzanırken. Böyle zamanında yanında olması, mutlu etmişti genç kadını. "Rica ederim, hadi gel, çıkışa kadar eşlik edeyim sana."

 

Yerinden kalkmasına yardım eden genç kadın, kollarından tutarak kaldırdı kendisini, çantasını koluna taktı Hande'nin. Yürümeye başladılar beraber, çay ocağından çıkarak koridorda yürdüler, asansörün tuşuna basan Yeşim, kolunu Hande'nin kolundan indirmedi. Bir dakikalık bekleyişin ardından gelen asansöre bindiler. Yanındaki kadını kolundan tutarak içeri geçirdi. Kapı kapandı, saniyeler içerisinde haraket eden asansör, çabucak giriş katına indi. Açılan kapıdan çıkarak koridordan bahçeye doğru yürüdüler. Normalde merdivenleri kullanırdı, ders saatlerinde kalabalık olmazsa mutlaka kullanırdı ama anlaşılan şimdi Yeşim, kendisiyle uğraşmak istememişti. Çünkü çok ağır kullanırdı merdivenleri.

 

"Hoş geldiniz." Bahçede yanındaki Yeşim'le ilerleyen Hande, kendisine doğru gelen Nurcan Hanım'ı gördüğünde, yüzündeki kedere inat, gülümsemeye çalıştı. İnce gülüşü, yağmurlar yağan yüzünde gökkuşağı misali açtı. Bedeninin çekilmesiyle afallarken kendisine sıkıca sarılan Nurcan Hanım, ellerini saçlarında gezdirdi. "Yavrum benim, inci tanem, sadece iki gün görüşemedik, ben seni nasıl özlemişim böyle." Başlarda sıradan tanış olduklarını düşünen Yeşim, kısacık zamanda, samimiyetlerini gördükçe, şekilden şekile girerek şaşkınlığı çoğaldı.

 

"Ben de sizi çok özledim." Kollarından ayrıldığında, sanki az önce yediği hakaretleri umutmuştu, kadının sevgisi iyi gelmişti kendisine. "Yeşim şaşırdı tabii bizi böyle görünce, ben arada Yasemin, babasını özleyince getiriyorum buraya, o yüzden tanırlar beni. Tabii Fatih de söz eder benden, öyle herkesle anlaşamadığımı bilirler. Yeşim'ciğim, bizim Hande ile ilişkimiz çok başka, benim için Fatih ne ise, Hande de aynısı. Öz evladımdan daha ötede aslında, çünkü o bana Allah'ın verdiği mucize, benim tesellim. Bu nedenle benim açımdan çok özeldir kendisi. Tanışmamız biraz uzun hikaye, ileride Fatih size anlatır."

 

Buraya arada geldiğinden, oğlunun mesai arkadaşlarını tanırdı Nurcan Hanım, akıllardaki soru işaretlerini gidermek için uzunca konuştu. Hande, karşısındaki Nurcan Hanım'ın kurduğu son cümleyle kıpkırmızı kesildi. 'İleride Fatih anlatır.' demesi, yanaklarını anında al kırmızısı yapmıştı. Gün geçtikçe tuhaf imalarda bulunuyordu kendisine.

 

"Hoş geldin anne."

 

Yanlarına gelerek tam karşılarına ilerleyen Fatih, gitmeden annesini gördüğüne sevindi. Yetişmek için uğraşmış, dersten çok hızlı çıkmıştı. Olanları anlatacak, Hande'yi mümkünse bugün yalnız bırakmamasını isteyecekti. "Ben kantine geçiyorum, sonra yine görüşürüz Hande." dedi yanlarından uzaklaşmak için toparlanan Yeşim. Yalnız bırakması daha doğru olacaktı. "Görüşürüz canım, tekrardan yardımlarından ötürü teşekkürler." dedi uzaklaşan kadının ardından seslenen Hande. Şimdi karşılıklıydılar, Nurcan Hanım ve Fatih'ten başkası kalmamıştı yanında. Karşısındakileri inceleyen genç kadın, ikisinin kendisinden ayrı, özel konuşacağını hissetti. Fatih'in, sanki Nurcan Hanım'a karşı bakışlarında, özel konular konuşacağını ima eden duruş vardı. "Ben sizi kapıda bekliyorum, konuşacaklarınız var anlaşılan, Fatih'le konuştuktan sonra gelirsiniz." dedi ardına ağırca dönerek. Usulca yanlarından uzaklaşan genç kadına, dudaklarında hayranlık dolu tebessümle baktı genç adam.

 

"Son zamanlarda çok anlayışlı birine dönüştü." Dudakları arasındaki gülüşü gizlemeden konuşan Fatih, uzaklaşan kadının ince davranışından keyif aldı. Önceden olsa laf sokmadan gitmezdi.

 

"Bırak şimdi onu da anlat, bir şey olmuş belli." Nurcan Hanım'ın bakışlarındaki endişeyi fark eden genç adam, konuyu uzatmadan söze girdi. "İhsan geldi, yani gelmiş, ben bayağı geç gördüm. Hande ile konuşuyorlardı gördüğümde, kıza ağıza alınmayacak hakaretler etti, demediği kalmadı. Yani ben sadece bir kısmını gördüm, kim bilir yetişmediğimde, öncesinde neler dedi. Görünce yumruklara boğdum, daha çok sabır edemedim. Zaten sonrasında, okul müdürü gerekeni yaptı. Yanına kalmayacak, bu defa ben ona bela olacağım ama şimdilik bekliyorum, doğru zamanda, yasal yollarla vuracağım o şerefsizi. İyi bir avukatla görüşüp tekrar dava açacağım, parası var diye adaletten kaçacağına sanıyor ama her yolu deneyeceğim. Baktım olmuyor, gerekirse kendim çeker vurur, kendi kapımın önündeki pisliği temizlerim."

 

"Fatih, ne dediğini bil de konuş, ağzından çıkanı kulağın duysun!"

 

Kendini kontrol ediyor, İhsan'la uğraşmamasını söylerken kontrollü davranmaya çalışıyordu ama Fatih, sözden anlayacak halde değildi. Son dedikleriyle yine kendini kaybetmişti, hak veriyordu ama böyle saçmalamasına izin veremezdi.

 

"Kendi kaşınıyor anneciğim, 'Gel beni öldür.' diyor, kaşıyanı kaşımak sevaptır, istediğini vereceğim."

 

"Oğlum, ağzınla söylüyorsun, amacı seni kışkırtmak. İlk söylediklerini yapmak için uğraşırsan anlarım seni, destek bile olurum ama son dediklerine çok dikkat et. Çekip vurduğunda kardeşinin kanı temizlenmeyecek, mezarında acıdan ters dönecek."

 

"Anlamıyorsun, kendisi istiyor böyle olmasını, devamlı çevremizde."

 

"Geçecek anneciğim, hepsini atlatacağız, sadece biraz zamana ihtiyacımız olacak." Sıcacık konuştu, amacı yalnızca ikna etmekti. Yüreğinde anneliğin verdiği hisle, evladına doğruları göstermek istedi. "Şimdi Hande'nin hayatı böyle olduğu için hepimiz ağır imtihandan geçiyoruz. Boşandığında toparlayacağız, daha İhsan denen şerefsizle de karşılaşmayacağız."

 

"Senden ricam, Hande'yi bugün yalnız bırakma, ne yapacağını bilemeyecek kadar kırgın durumda. Gerisinin ben üstesinden gelirim, sen sadece bugün onunla uzun süre kal. Bana çok olay anlatmadı, konuşmaya zamanımız olmadı ama anladığım kadarıyla, İhsan'ı buraya, Hande'yi ikna etmesi için Aras göndermiş. Şimdi gidecek, o adama hesap soracak, Hande'yi az bile olsa tanıyorum, bunun altında kalmayacak. Engel olma ama yanında dur, kendini kaybetmesine imkan tanıma."

 

"Tamam canım, orasını bana bırak, ben hallederim." Güven verircesine gülümsedi, kolundan düşen çantasını tekrar koluna taktı. "Akşam görüşürüz." dedi oğlunun omzuna elini dokundurarak. "Ben kızı bekletmeyeyim kapıda daha çok." derken ardına döndü, kapıya doğru ilerledi.

 

"Çok beklettim mi seni bir tanem?" Karşısına geçerek kendine doğru çekti, kızaran yanaklarına ellerini dokundurdu. Sadece başını iki yana salladı Hande, konuşacak güçte değildi. "Fatih bana İhsan'ın geldiğini dedi sadece, öyle çok gizli konuşmadık."

 

"Tahmin edebiliyorum." dedi genç kadın, anlamamak mümkün değildi. "Siz de şimdi, Aras'a hesap soracağımı tahmin ediyorsunuzdur, çünkü İhsan'ı o gönderdi."

 

"Yanında olmama imkan tanırsan, ancak o zaman müsaade ederim." dedi katı şekilde Nurcan Hanım, az önce Fatih demese bile kendisi hiç izin vermezdi. Yanında olursa belki müsaade edebilirdi. "Tamam." dedi çaresizce genç kadın, aklında binlerce soru varken şimdi savaşamazdı. Yürüdüler beraber, araba bulmak üzere yola doğru ilerlediler. İlk çevirdikleri arabaya binerlerken hemen aklına gelen ilk adresi taksiciye söyledi genç kadın. Aras'ın devamlı takıldığı kıraathanelerden birine gideceklerdi, şu saatlerde orada olduğunu iyi biliyordu. Araba haraket ederken camdan dışarısına baktığı sırada, gözlerinden gelen iki damla yaşa izin verdi. Şimdi ağlamazsa, orada güçlü duramazdı, ağlayarak gücünü toplaması gerekti.

 

"Beni tekrar yenemeyecek, karşısında boyun eğmeyeceğim."

 

Kelimeleri, kum taneleri misali etrafa toz şeklinde saçılırken, yanındaki kadına burukça tebessüm ettirdi. "Ben, Neslihan Annem gibi olmayacağım, daima Yeliz Anne'mi örnek alacağım, çok güçlü olacağım." Hande'nin değişen tavırlarını şaşkınlıkla izliyordu Nurcan Hanım, öncekiler gibi değildi, çok başka birine dönüşerek, günden güne değişiyordu. "Bir ara onu bağışlamayı geçirdim içimden, bağışlamanın da güçlülük olduğunu düşündüm." Kelimeleri tökezlese bile konuşmaktan vazgeçmedi, tıpkı hayattan vazgeçmediği gibi, sesiyle bile savaşmayı seçti. "İhsan'ı gönderdiğini öğrenince, ben değişsem bile onun hiç değişmeyeceğini anladım."

 

"Biliyorum bir tanem, neler yaşadığını çok iyi anlıyorum, ağlamaktan çekinme ama az önce dediğin gibi bükme boynunu. Sen sadece sessizce ağlarken dualar et daima, gözyaşlarını gören, dualarını da görecektir. Allah, kuluna şah damarından daha yakındır, kimse görmese bile O, mutlaka görecektir gözyaşlarını."

 

Kendini toparlaması gerekti, ellerinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Sokağın ucuna girmişlerdi, kahvehaneye doğru yaklaşıyorlardı. "Siz buranın önünde bekleyin, beş dakikalık işim var, hemen geri geleceğiz." dedi arabadan inmek için hazırlanırken.

 

İndiği arabayı ardında bırakarak bekledi, kendinden uzakta bekleyen, yine ardında kalan Nurcan Hanım'dan öyle durmasını rica etti. Kendini kendisi ifade edecekti, bunu başarabilirdi. Kapı önünde oturan genç adam, başını kaldırdığı gibi kendisini fark etmiş, yüz hatlarında şaşkınlık oluşmuştu. İçeriye girip de çağırmakla uğraşmayacaktı en azından, buna sevinebilirdi. Yerinden doğrulduğu gibi, yüzündeki şaşkınlığın beraberinde umutla kendisine doğru ilerleyen genç adam, anlaşılan kadının gelmesini beklemiyordu. Sadece kırgınlığını izah edecekti Hande, onunla geçirdiği zamanlara, kocaman bir 'Yazıklar olsun' diyecek ve ardından, oyalanmadan çekip gidecekti.

 

"Hande." Tam karşısında durdu, yüzünde oluşan aşk dolu gülümsemeyle baktı kadına. Yoksa İhsan'ın konuşması işe mi yaramıştı, kendisine geri mi dönecekti? "Gel, hoş geldin." dedi göz bebeklerine aşkını yansıtırken. "Bana geleceğini bilmiyordum, hadi gel sevdiğin bir mekana gidelim, dilersen sahilde dolanalım, nereye istersen oraya gider orada konuşuruz."

 

"Sana tek soru soracağım." dedi buz gibi sesiyle, böyle konuşmaya alışkın değildi. Ne tuhaftı, İhsan'ı kapısına gönderdiğine inanamıyordu, hâlâ inanası gelmiyordu. "İhsan'ı sen mi gönderdin?"

 

"O sana ne dedi ki?"

 

"Soruna karşılık sorumu şöyle değiştireyim o zaman:

Bana hakaret etmesi için, İhsan'ı çalıştığım okula sen mi gönderdin?"

 

Yüzündeki şaşkınlık artarken tekrardan hayal kırıklığı oluştu gözlerinin derinliklerinde. Beklemiyordu bunu, ikna etmesi için gönderirken hakaret etmesi de ne demekti? Hande'nin üzerine alındığını düşündü, oldu olası zaten çok alıngandı, belli ki alınganlığı tutmuştu. Yaklaştı kadına doğru, kokusunu bile özlemişti. Zamanında dokunmaya kıyamazken nasıl böyle üzdüğünü anlayamıyordu. Oysa hep çok sevmişti, sevmekten daha öteye gidememişti. "Hande." dedi kadının yanağına dokunurken, canını böyle acıtmak değildi amacı, toparlamaya çalıştıkça daha çok dağılıyordu.

 

"Sen yanlış anlamış olmayasın, ben sadece sana gerçeği anlatması için yanına gönderdim." Düşüncelerini izah etmeye çalışırken daha çok kırmamak için uğraşıyor, konuşmalarını seçmeye çalışıyordu. "Gittim önce işyerine, ağzıma geleni söyledim, işlediği günahtan haberim yoktu, yemin ederim ki bilmiyordum. Bunları da söyledim, kansızlarla arkadaş olamayacağımı kustum yüzüne. Seni deliler gibi seviyorum ama bunu senin için yapmadım Hande, kendim için yaptım, ben öyle biri değilim, katillerle dost olmam ben. Bana hayatımdan çıkacağını ama yaşananlara karşılık seni ikna edeceğini söyleyince, düşünmeden kabul ettim."

 

"Aferin sana, kahramanım benim, süper kahramanım!" Elleriyle alkış tutarken sinirine engel olmadı, olmayacaktı, bugün kırgınlıklarla doldurmuş öfkesini etrafa saçacaktı. "Kapıma gönderdiğin İhsan, bana ağıza alınmayacak hakaretler etti. Sen kendinle övünmeye çalışırken dön de bir nelere sebep olduğuna bak istersen. Bana yapmadığın bir bu kalmıştı, kendi söyleyemediklerini başkalarıyla söylettin. Benden her şeyimi aldın, hayatımı mahvettin, en azından itibarımı elimden almasaydın, iffetime söz ettirmeseydin. Herkesin içinde, iş arkadaşlarımın olduğu ortamda, bana etmediği söz kalmadı. Sana karşı hâlâ içimde bir parça güzel his varken onu da kendin öldürdün, kınadığın İhsan, cana kıydı, sense benim duygularıma. Boşuna demedim, çamur çamuru çekiyor işte. Daha sakın karşıma çıkma, görüşeceğimiz son gün, mahkeme günü olsun."

 

Karşısındaki adamdan uzaklaşarak ardına döndü, geride bıraktığı arabaya doğru ilerlerken beli büküktü ama hisleri dimdikti. Yaptıklarından şimdiden sonra utanmıyordu, hislerinin peşinden gidecekti. Yanındaki adamla beraber arabaya binerlerken acıdan kendinde değildi. Sarsılan bedenini kontrol altında tutmaya çalıştı, daha ağlamayacaktı. Karşısında dik durduğu gibi şimdi de kendini kaybetmeyecekti. Ne tuhaf hayattı, en güvendiklerimiz, gözünü bile kırpmadan canımızı acıtırken korktuklarımız ise yaralarımıza ilaç olurdu. Kalp kırıklarını ardında bırakmaya çalışıyordu ama kalacak gibi değildi. Zamanında sevdiği adamın kendisinde açtığı yaralar kolayca kapanmayacaktı.

 

Hastaneye yürüme mesafesinde kalan deniz kenarında arabadan inerlerken yine Nurcan Hanım'ın davranışına yenik düştü Hande. Zorla taksinin ücretini ödedi, genç kadına engel oldu. "Benimle beraberken para ödeyemezsin." dedi katı şekilde. Bugün öyle kırgındı ki Hande, yanındaki kadın ne dese, mecburen teslim olmayı seçti. Karşı gelecek halde değildi, ağlamaklı duruşa sahipti ama gözyaşı dökmemek için kendine direniyordu. Deniz kenarında yürürlerken sahil havası biraz iyi gelmiş kendisine, denizin kokusunu ciğerlerine kadar çekmişti. Az önce yaşadıkları, daha önceden yüzleşmesi gerekenlerdi aslında. Sadece şimdi hazırlıksız yakalanmanın bedelini ağır kırgınlıklarla ödemişti.

 

Seans saati yaklaşırken Nurcan Hanım'la zaman geçirmek, Hande için her zaman ki gibi çok iyi olmuştu. Zaten geçen günlerde yanındaki kadına daha çok bağlanıyordu. Sabahtan planlar yaparlarken şimdi başına geleceklerden habersizdi genç kadın, hayatın anlamı böyle olsa gerekti, bir saat sonrasını bilemezdik. Yaşadıklarının üzerine onunla buluşmak iyi gelmişti kendisine. Dolaşırlarken beraber, Nurcan Hanım'ın dün telefonda sözünü ettiği yere gelmişlerdi. "Yemeği burada yiyeceğiz." demişti kendisini seyyar satıcıya ilerletirken. Karavanın içinde satış yapan seyyar satıcının arabası çok şirimdi. Turuncunun tatlı tonlarına sahip rengi vardı. Görüntüsü de şirindi, içerisi büyüktü ama dışardan daha ufak, tatlı gözüküyordu.

 

Aldığı ekmek arası ve ayranla beraber sahil kenarında banka otururlarken yorulduğunu ancak fark edebildi genç kadın. Elindeki kağıda sarılı ekmeğin yağlı kağıdını aşağı indirerek kızın eline tutuşturan Nurcan Hanım, eliyle ayranı çalkaladı, çubuğu üzerine batırarak içine geçirdi. "Öyle dişinin ucuyla ısıramazsın, hadi bakalım, kocaman ısırıyoruz." dedi emrivaki şekilde. Böyle konularda hep ciddi olurdu, yaklaşımına gülerek ekmeği daha çok ısırdı. Yuvarlak sandviç ekmeğinin içindeki köfte, sahiden nefisti. Yaşadığı olayların ardından yorulduğu kadar acıkmıştı. "Sizin yemekleriniz kadar olmasa bile yine lezzetli." dedi ağzındaki lokmayı yutarken.

 

"Yavrum benim, güzel kızım, beğenmene sevindim." Elindeki ayranı uzattı, içmesine yardım etti. "Benim yemeklerim kadar kimse yapamaz ama bugünlük idare edeceksin artık, ben bugün biraz rutinleri bozmak istiyorum."

 

"Yanımda olduğunuz için teşekkür ederim, ben başta benimle gelmenizden ürktüm ama benimle olmasanız üstesinden gelemezdim."

 

"Bazı yollar tek başına yürünmez Hande'ciğim, yola yoldaş olmazsa yürüyemezsin, düşer takılırsın. Gördün işte, ettiğin tek kelimeye bile karışmadım, sadece senin cesurca hesap sormanı izledim."

 

"Yok." dedi ağzından ekmeği aşağı indirirken. "Ben öyle cesaretli değilim, cesaretli insanlar kırıldıklarını belli etmezler. Daha ağır hesap sorabilirdim ama kırıldığımı anladı."

 

"Bırak anlasın, biraz da onun vicdanı acısın, bunun cesaretsizlikle alakası yok kızım. Sen orada kalbinin kırıldığını ama bugün olanlara rağmen güçlü kalacağını gösterdin."

 

Sessiz kaldı, dediklerinde ne kadar haklı olduğunu düşünmesi gerekti. Karşısında dik durmak için çok çabalamıştı, gözyaşlarını orada serbest bırakmamış, öncesinde arabada ağlamıştı. Elindeki ekmeği bitirirken olanları düşündü, başta İhsan'ın kendisine ettiği sözleri hatırladı. Uygunsuz haraketler yapmış, bedelini hakaretlerle ödemişti. Daha boşanmadan Nurcan Hanım'ın evine gitmesi doğru değildi, üstelik bunu, kocasıyla beraber yaşadığı zamanlarda da çok kez yapmıştı. Oraya gittiğinde, yıllarca Yeliz Hanım'ın evinde bile bulamadığı huzuru bulurdu. Küçücük, harabeye dönmüş gecekonduda, sevginin getirdiği refahlığı görürdü. Genelde zaten mutlu olamadığı için oraya giderdi, sanki gidince acılarını unutuyordu. Doğru olmadığının bilincindeydi, daha dikkatli davranacaktı. Boşanma davası sonuçlanana kadar davranışlarını düzenli tutacaktı.

 

Yemekten sonra yine Nurcan Hanım'a direnenemiş, kendisine ödeme yaptırmayarak, ısrarlarına sertçe karşı çıkmıştı. Hastane önünde yollarını ayırırlarken sıkıca sarıldı karşısındaki kadına. "Bir dahakine çizim kağıtlarını mutlaka getireceksin, beraber çizim yapacağız." dedi saçlarını okşarken. Kollarından ayrıldığı kadının sözlerine karşılık başını sallarken hem kadına, hem kendine söz verdi. Sahiden sonraki görüşmelerinde, kağıtlarını yanına alacaktı. "Getireceğim." dedi tebessüm ederken.

 

"Bana bugün beni çok sevdiğini söylediğinde ne oldu biliyor musun?" dedi karşısındaki kızın yanaklarında sevgiyle okşayan Nurcan Hanım. "İçimde sevgi kelebekleri sürekli kanat çırptılar, umut getirdiler bana senden kucak dolusu."

 

"Biliyorum, ben zaten orada size sevgimle umut vermek, şifa olmak istedim."

 

Daha sıkı sarıldı kendisine, saçlarını öptü, kokusunu içine çekti Nurcan Hanım. Kollarında uzun süre bedenini kokladı kendisinin. Birbirlerinden ayrılmaları zaman aldı ama bıraksalar hiç kollarından ayrılmazdı genç kadın, böyle anaç kadının sevgisi çok iyi geliyordu kendisine. Ayrıldıklarında, Hande'nin ilk yaptığı, kolundaki çantasına uzanmak oldu. İçini araladı, kalınlaştırdığı, defter misali zarfı çıkardı. "Sizden ricamdır, Fatih'e teslim ederseniz, benim yazdığımı söylerseniz çok sevinirim." dedi şimdiden yanakları kızarırken, Nurcan Hanım'a verirken bile kıpkırmızı olmuştu. İyi ki kendisi vermiyordu, yoksa utançtan sanki alev alacaktı.

 

"Yanındaydın, okuldan beraber çıktık, kendin neden teslim etmedin kuzucuğum?" Başını aşağı eğdi, açıklayamazdı sebebini, sorduğu soru daha zordu. "Öyle olması gerekti." dedi başı aşağıda, çok alçak sesle konuşurken. Daha susacaktı, iki kelime bile etmeyecekti.

 

"Tamam bir tanem, bana bırak, ben halledeceğim." dedi gülümseyerek, kızdan aldığı zarfı çantasına yerleştirirken şimdiden içini merak sarmaladı. Ne olursa olsun, okumadan vermeyecekti. Doğru olmadığını biliyordu, yapacağını kendi bile tastik etmiyordu ama okuyacaktı. Yollarını tamamen ayırdılar, kendisine dikkat etmesi için Hande'yi sıkıca, anne misali öğütlerle uyaran Nurcan Hanım, onu hastanede bırakarak yola doğru ilerlemeye başladı. Normalde bırakmayacaktı, daha çok zaman geçirmek vardı amacında ama kendisine verdiği zarf, düşüncelerini değiştirmişti. Çoğu zaman, her zorlukta yanında durduğu Hande, kendisine gözü kapalı güvenmişti. Okuyacağını bilse vermezdi, çünkü verirken bile utanmıştı, bilse okuyacağını, düşüp bayılırdı. Güvenini kazanması aslında, hislerini rahatlıkla görebilmesi açısından çok iyi olmuştu.

 

Yaşadıklarının etkisinden çıktığı ilk dakika, soluğu İhsan'ın kapısında alan Aras için soracağı hesap ağırdı. Yine aynı şekilde arabasını park etmeden aşağı indi, dükkana doğru öfkeli adımlarla yürüdü. Sevdiği kadını üzmüştü, öncekinden daha çok canını acıtacaktı. Dükkanın cam kapısını ittirerek içeriye girdi, kasa önünden kalkan adama doğru yürüdü. "Sen bittin, son duanı et!" dedi dişleri arasından konuşan genç adam. Kapalı ayakkabı kutusunu kenardan alarak adamın üzerine fırlatırcasına attı. İrkilerek geri çekilen İhsan, böyle tepki beklemiyordu. "Napıyorsun lan sen, ruh hastası!" Yakınından çekilerek köşeye çekildi İhsan, ne yapsa yaranamamak aşırı zoruna gitmişti.

 

"Yediğin haltın hesabını vereceksin, ben seni oraya karımı ikna et diye gönderdim, hakaret etmen için değil, kimsin lan sen, kim verdi sana bu hakkı?!"

 

Yükselen sesine engel olamadı, tahammülü kalmamıştı. Uzaklaşan adamın tekrar üzerine yürüdü. Hande'nin canı acımıştı ya, dünyayı dar edecekti. Böyle ileri gideceğini bilemezdi, kalkmış tekrardan güvenmişti.

 

"Kim veriyor acaba bana o hakkı, önce kendine sorsana." Okula kadar gitmesine Aras müsaade etmişti, şimdi kendisine çıkışamazdı.

 

"Kes sesini, ben sana 'Git konuş' dedim, sen benim sevdiğim kadının canını acıttın. Ne dedin Allah bilir, bana geleceği varsa bile senin yüzünden gelmeyecek."

 

Karşısındaki adamın kurduğu cümle, güldürdü İhsan'ı, alayla sırıttı. Şimdi iyice damarına basacak, Fatih'in kendisine okulda yaptıklarının bedelini böylelikle ödetecekti. Yediği yumrukların acısını çıkarması için iyi fırsat kazanmıştı. "Sen ancak bekle zaten gelmesini." derken ilk adımını attı, konuşmalarının devamı gelecekti. "Karının dönmesini beklersin ancak, sakın adam olup kendin getirme." Kin içinde konuştukları, Aras'ın yüz hatlarınun gerilmesine neden oldu. Eliyle köşedeki ayakkabı kutularını sinirden aşağı ittirdi, yediği sözlerin ağırlığından ötürü ancak böyle tepki verebildi. "Ne diyorsun lan sen, ne zırvalıyorsun?" Konuşurken dayanamadı, eliyle bu defa da adamı ittirdi.

 

"Diyorum ki, senin şu koruduğun, kendisi için beni karşına aldığın tamirci adam, karını elinden alıyor."

 

Derinden, hızlı şekilde, ortasından konuya giriş yaptı. Aras'ın yolunda gitmeyen evliliği zerre umrunda değildi. İhsan'ın tek amacı, devamlı damarına basan Fatih'i çaresiz bırakmaktı. Başka olayların derdine düşsün, kendisiyle uğraşmayı bıraksın istiyordu. Zamanında yaptıklarına zaten pişmandı ama böyle de üzerine giderek damarına basmalarından bunalmıştı. Eğer şimdi Aras'ı, kuracağı teşvik edici sözlerle ikna ederse, yasal hakkı varken Hande'yi alırdı. Fatih de böylelikle bunun derdine düşer, ölen kardeşini unutarak kendisinin etrafında dolanmaktan vazgeçerdi. En azından bir sürelik kendisinden uzak kalması ve okulda yaptıklarının intikamını alması için böyle yollara başvuracaktı.

 

"Görecektin okulda halini, beni yumrukladı, kızı kollarına aldı, sarıp sarmaladı. Sen köşende durup beni düşman bellersen asıl düşmanı göremezsin. Anladım, insanlık dersi veriyorsun ama o adam insanlıktan anlamaz. Benimle konuşma, görüşme, seni çok iyi anlarım. Zaten geçmişimden dolayı çok arkadaşım yok, varsın sen de olma. Benden uzaklaş ama yuvana sahip çık. Erkek ol, yasalar senden tarafken, tut karını kolundan getir."

 

Yüzü iyice kızardı, sinirden teni kıpkırmızı kesildi genç adamın, dinledikleri daha çok canını acıttı. İncitmemek isterken kendi tükenmişti, karısını kendi haline bırakmakla ne kadar doğru davrandığı tartışılırdı. "Allah senin belanı versin, piç herif!" Yüzüne tısladığı kelimelerin ardından çok sürmeden tükürdü, dudakları arasından tükürüğü suratına savurdu. Yeniden elini köşeye uzatarak ayakkabı kutusunu aldı, içi dolu kutuyu adamın kafasına öfkeyle tekrar fırlattı. Öncekine göre daha ağır haraketlerle ardına dönerek, kapıya doğru ilerledi. Dayanacak gücü kalmamıştı, hatalarını böyle telafi edemezdi, Hande'nin kendisiyle beraber olması gerekti.

 

Dükkandan uzaklaşarak arabasına yürüdü. Kapısını araladığı arabaya binerken yaşananları düşündü. Her defasında Seher Hanım, zaten karısını geri getirmesi için kendisini ikna etmeye çalışırdı. Cesur olmasını, böyle ayrı yaşarken kendisini affetmeyeceğini söylerdi. Şimdi İhsan'ın sözleriyle de iyice damarına basılmış, gururu kırılmıştı. Direksiyonu sinirle kavradı, sevdiği kadının özlemi, yüreğine öfke tohumları serpmişti. Sanki kinini atacak birine ihtiyacı vardı, yaşananların acısını birilerinden çıkaracaktı. Aklına nedensizce Hande geldi, söylemek istediklerini söyleyecekti. Evinin önünde park ettiği arabasından inerek eline telefonunu aldı. Evine girmeden önce hızlıca mesaj atacaktı. Hemen zor kullanmak istemiyordu, önce böyle yollarla ikna etmeye çalışacaktı.

 

Evine döndüğünden şimdiye kadar odasında dinlenen genç kadın, yarın okula gitmeyecek olmanın verdiği rahatlığın tadını çıkarıyordu. Dersleri olmayacaktı, annesiyle planlarını gerçekleştirecektiler. Bugünü düşündü, yaşananları gözden geçirdi. Yazdığı mektubun ne durumda olduğunu sorguladı kendince, Fatih'e ulaşmışsa şayet, olacakları hayal etmeye çalıştı. Kendisine gönderdiği satırlara, kendi satırlarıyla karşılık veren Hande, zamanında gözleriyle söylemeye çalıştığını, şimdi parağraflarda anlatmaya çalışmıştı. 'Beni kurtar' demişti satırlarında, zamanında korktuğu, bakmaya bile ürktüğü siyah gözlerin sahibinden yardım istemişti. Karşılıksız kalabilirdi satırları ama karşılık da bulabilirdi, zamanı gelince öğrenecekti adamın nasıl tepki göstereceğini.

 

Bugün Mehmet Bey'le görüşmek, yaşananların üzerine ayrıca rahatlatmıştı. Güzel, huzurlu seans geçirmişti, öncekilere göre çok rahat konuşmuştular. Yaşananları, çekinmeden açıkça anlatmıştı doktoruna, tek kelime atlamamıştı. Özellikle son olanlar üzerinde konuşmuştular. Boşanma kararını açıklama şeklini anlatırken kendisinin davranışları, Mehmet Hoca'sını bile şaşırtmaya yetmişti. Kendisini tebrik etmiş, çok güçlü olduğunu söylemişti. Seans sırasında konuştuklarını hatırlarken gülümsedi, dudaklarında ince tebessüm oluştu. Güçlü müydü sahi? Kendine devamlı sorardı bunu, güçlü olup olmadığını hep sorgulardı. Yaşananların inadına dik durabilmek için çok uğraşırdı ama başarısı tartışılırdı.

 

İnsan isteyince, eğer çok dilerse, başarıyordu aslında. O gün bilinçaltına koymuştu olayların içinden dimdik sıyrılmayı, istediği gibi olmuş, herkese meydan okumuştu. Kalbi kırılan kadınların öfkesi ağır olurdu, kırık kalplerin ahı, yeri göğü yakardı. Kendisi değildi, meydan okuyan kalbi olmuştu.

 

Köşedeki konsolda devamlı bildirimler gelen telefonunu uzanarak eline aldı. Biraz daha oyalanıp uyuyacaktı zaten, eve gelince yemek bile yememiş, anında odasına çekilmişti. Çünkü Yeliz Hanım, romatizması tuttuğundan ve böbreğindeki ağrıdan ötürü dinleniyordu, önce onu kontrol etmiş, ardından yardımcıları Serap'ın desteğiyle üzerini değiştirerek yatağına uzanmıştı. Elindeki telefonla mesajlarını kontrol ederken kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Yarına kendisine yeni sınıf çıkmıştı, öğretmenlerin sınıfları değişecekti. Öğleden sonra, kısa süreliğine bile olsa, mecburen gidecekti. Yeliz Hanım'a sabah söyleyecekti, biraz hayal kırıklığı olacaktı ama hemen gider gelirdi. İşyerinin mesajlaşma grubundan bilgileri alıp çıkarak diğer mesajlarını kontrol etmeye başladı.

 

Aşağı doğru ekranı kaydırırken gördüğü mesajla, sinir içinde kaşlarını çattı. Şaşırmaması gerekti aslında, uzun süre Aras'tan kurtulamayacaktı. Yine kendisine mesaj atmıştı, kim bilir neler diyerek canını sıkmıştı. Yüzünü görmeye tahammül edemezken, daha bugün ikaz etmişken utanmadan mesaj atmıştı. Ekranın üzerinde elleri titredi, başta mesajı açmak istemedi, sadece bakakaldı. Başta açmayacaktı, açmadan silmeyi istedi. Eli, mesajı silme butonuna gitti ama yapamadı, açıp bakmak istedi. Yine ne saçmalamıştı kim bilir, dayanacak gücü tükeniyordu ama direnmeyi seçti. Bildirimin üzerine basarak mesajı açtı, okumaya başladı.

 

"Benim sınırlarımı zorlama Hande, daha neler yapabileceğimi görmedin; göreceklerin, gördüklerinin yanında hafif kalır. Yanına o adamın anasını takmışsın, utanmadan gelip bana hesap soruyorsun. İnsanda biraz utanma olur, beni yokluğunla imtihan etmeye çalışma, seni oradan çeker alırım, çok sevdiğin ailenin yüzünü bile göremezsin, haraketlerine dikkat edeceksin. Senin derdin İhsan'ın yaptıkları, benim onunla arkadaş olmam değil, sen aklınca benden uzaklaşmaya bahane arıyorsun. Ben seni o adama bırakır mıyım, bunu aklın alıyor mu senin? Hadi diyelim ki sen ona gittin, yasalar izin verir mi sandın? Tuttuğun avukata güvenme, ben istemediğim sürece, hakim senin halini gördüğünde bizi zaten boşamaz. Bırak masallara inanmayı, çocuk değilsin; aklını başına topla, kendine gel, yoksa ben seni kendine getirmesini iyi bilirim!"

 

Okuduğu mesajı başlarda sakin karşılamak için çabalarken sonlara doğru sabrı, içinden çekildi, bir damla bile tahammül kalmadı. Resmen kendisine tehdit içeren mesaj atmıştı, mahkemede bunu bile kullanabilirdi. Zaten zamanında yaptıklarına karşılık, doktordan darp raporu olsa, hemen harakete geçse, şimdi olaylar buralara varmayacaktı. Yatağındaj elinde telefonla doğruldu, ekrana bakmaya başladı. Ellerindeki titreme durmuştu ama siniri geçmediği gibi çoğalıyordu, ellerini kontrolde tuttu, çünkü sakin olması gerekti. Yatağından tamamen doğrularak, bacaklarını diğer tarafa uzattı. Böyle yaptıklarını yanına bırakamazdı, kendisini geri alacak korkusuyla susup kabuğuna çekilemezdi. Tek başına oraya gidemezdi, kendisine zarar verme ihtimali çok yüksekti. Bugün Mehmet Bey, seans sırasında sıkıca tembihlemiş, gazetelere manşet olan kadınları örnek gösterirken kendisine çok dikkat etmesini anlatmıştı. Kontrollü davranırken doktorunu dinlemeyi bırakmayacaktı. Şimdi evden çıkamazdı, Yeliz Hanım her şekilde anlardı ortada terslik olduğunu, Alper'e gitmek istedi ama şu an sırası değildi.

 

Elindeki telefonu aşağı indirdi, görmeye bile tahammül edemediği mesajı kapatarak rehberine girdi. Aradığı ismi çabucak görürken üzerine parmağını dokundurdu, anında nımarasına basarak aradı. Şu vakitte Alper'den başka kendisine yardım edecek kimse yoktu. Zaten hasta olan annesini yıpratmamak için ona yansıtmadan çözecekti. Çaldı uzun süre, yoğun çalışırdı aslında, acil doktoru olduğundan işleri sıkıydı. Kapanmasına yakın açılan telefon, şaşırmasına neden oldu, umudunu kesmişti.

 

"Hande." Telefonun açılmasıyla beraber, anında ismimi söylemesi, tuttuğu soluğunu bıraktı. Açacağını ummazdı, üstelik böyle beklemişken zerre umudu kalmamıştı. "Sorun mu var?" Sesi, ortada sıkıntı olduğunu izah edecek kadar netti, demek ki böyle geç saatte aramasından anlamıştı.

 

"Yani sorun demeyelim ama beni rahatsız ediyor ağabey, mesaj atmasına bile katlanamıyorum."

 

Kelimeleri çabucak dilinin ucundan çıkardı, susmanın zamanı değildi. Susarak kabuğuna çekilemezdi, yaptıklarını sinesine çekemezdi.

 

"Kim, Aras denen it herif mi, o mu mesaj attı?"

 

"Evet, dur göndereceğim sana, ekran resmi atacağım hemen." Telefonu kulağından aşağı indirdi, arama ekranını arka plana alarak mesajlara geçti. Yazdıklarının resmini çekerek anında Alper'e ekran resmi olarak ulaştırdı. Elleri titremiyordu ama içinde yaşananların kırıklığının oluşturduğu öfke vardı. Telefonu kulağına getirerek, "Gönderdim." dedi sakin kalmaya çalışarak.

 

"Bakıyorum." Genç adam, kendisine gelen mesajı kontrol ederken daha okuduğu anda aklı başından çekilmişti. Kapısına gittiğinde öldürmemek için kendini kontrol etmesi gerekecekti. "Gördün, okudun mu?" Telefonu hoparlöre almıştı Alper, söylediklerini duyuyordu ama cevap veremeyecek kadar kendinden geçmişti. Okudukları, adeta aklını başından almış, tepkilerini seçmeye çalışıyordu. "Gördüm, sen hana bırak, ben hakkından geleceğim." diyerek telefonu kapattı.

 

Ceketini alarak odasından çıktı, zaten mesaisi çoktan bitmişti. Hastaneden hızlıca çıkarak otoparka indi, arabasına bindiği gibi Aras'ın evine doğru sürmek üzere otoparktan çıkış yaptı. Direksiyonu sollarken elindeki telefonu, arabanın önüne bıraktı. Sinirinden ne yaptığını, nasıl haraket ettiğini bile anlayamıyordu, okudukları öylesi germişti genç adamı. Susmaları gerekirken konuşacaktı, korkarak kaçamazlardı o adamdan. Yasalar Aras'tan taraftı ama bu, susmalarını gerektirmezdi. Kendilerini savunacak adalet de vardı mutlaka, geç bile olsa tecelli edecek, mutlaka kardeşini kurtaracaktı.

 

Arabasını park ederek aşağı indi, hesabı uzun ve ağır olacaktı. Sinirli adımlarla eve doğru yürürken dişlerini sıktı. Birazdan olacaklar Alper için ağırdı ama mecbur bırakılmıştı. Kapıyı öyle hızlı vurdu ki, şimdiden öfkesini belli etmeye başladı. Kapı açıldığı anda karşısında Seher Hanım'ı gören Alper, hızlıca içeri geçerken kelimelerini çekmedi. "Oğlunuz olacak o aşağılık nerede?!" dedi evin ortasına doğru yürüyerek. Sesini çok yüksek tutmasa bile bakışlarından öfkesi zaten alalade ortadaydı. Oturma odasına kendisi girerken koltukta oturan Fahri Bey, şaşkınlıkla oturduğu yerden kalkarken genç adamla buluştu bakışları. "N'oluyor, ne bağırıyorsun?" İçeriye giren Seher Hanım, sinirle konuşurken olup bitenleri anlamaya çalışıyordu. Oturduğu koltuktan kalkan kocasından önce tepki gösterdi kadın. Seher Hanım'a oranla daha sakindi Fahri Bey, oğlunun hatalarını rahatlıkla görürdü. Seher Hanım'da ise anneliğin verdiği korumacılık olurdu daima.

 

"Ne mi oluyor?" Ardına dönerek Seher Hanım'a sinirle bakan Alper, karşısındakinin annesiyle yaşıt kadın olduğunu kendine hatırlattı. Hande'den dinlediğine göre, yaşananların sorumluluğunu taşırdı Seher Hanım ama saygısını bozmayacaktı. "Olanları oğluna soracaksın, toz konduramadığın evladın, suçu yokmuş gibi şimdi de kardeşimi, mesajlarla tehdit etmeye başladı. Siz nasıl insanlarsınız acaba, bana bir anlatsana Seher Hanım, siz ne çeşitsiniz! Biz ne günah işledik, ne hata ettik de, sizi nereden bulaştık?"

 

"Yeter ama artık, çok olmaya başladınız." Sinirle çatılan kaşlarına engel olamadan söze giren kadın, ağır konuşmakta kararlıydı. "Kardeşim dediğin kız, oğlumla evlenirken hiç öyle demiyordu, el birliğiyle başını yediniz evladımın!"

 

"Seher, sen bir dur Allah aşkına, iyice kızıştırma ortalığı." Sözü devir alan Fahri Bey, karşısındaki adama doğru ilerledi. "Hadi sen de geç otur evladım, sakinleş, öyle konuşalım."

 

"Çağır oğlunu gelsin, bana bu evi başınıza yıktırmayın, konuşacak bir şey yok. Derdim sizinle değil, oğlunuza dünyanın kaç bucak olduğunu gösterip gideceğim."

 

"Kaç bucakmış dünya, hadi göster de görelim Alper Bey." Üst kattan aşağıya inen Aras, merdivenleri ağır ama çok sert şekilde sonlandırdı. Genç adam, karşısındaki Alper'e ilerlerken kendinden emin konuştu. "Nasıl göstereceksin, onu da anlat, yine boğazıma mı yapışacaksın?"

 

"Sende hiç utanma yok mu lan, ruh hastası herif." Üzerine doğru yürürken sesini iyice yükseltti. Kendinden bağımsız sesi yükselmişti, tahammülü bitmek üzereydi. "Gücün ancak Hande'ye yetiyordu, her hatanda o seni kabul ediyordu ama şimdi o da seni istemiyor ya, aklınca bunun hıncını çıkarıyorsun."

 

"Öyle düşünmüyorum, bence sen de benim gibi ol, çok kesin konuşma. Yasalar benden tarafken, beni mecburen isteyecek."

 

"Seni savunacak bir adalet yok, önce bunu kabullen."

 

"Sizi savunacak adalet tecelli edene kadar, atı alan üsküdarı çoktan geçer." Yüzünde sinsi sırıtma ile gülerken karşısındaki sinir etmek için hem sözleriyle, hem bakışlarıyla haraket ediyordu. "Seni öldürürüm ulan şerefsiz!" Üzerine doğru iyice yürüyen genç adam, yakasından tuttuğu gibi Aras'ı arkaya doğru ittirdi. Dengede kalmak için çabalayan Aras, çabucak toparlanarak adama doğru ilerledi. Sinirlenmedi, çünkü sinir edecekti, içindeki uzun zamandır tuttuklarını, zehir misali kusmaya başladı.

 

"Senin asıl amacın ne, önce onu söylesene Alper?" İlk adımını attı, aylarca içinde tutmuştu, şimdi söylemenin sırası gelmişti.

 

"Ne demek istiyorsun?"

 

"Şunu diyorum, hani böyle ağabeylik taslıyorsun ya, acaba bunlar, günahının üzerini örtmek için gösterdiğin çabalar mı? Bana öyle geliyor ki, içten içe karımda gönlün var, kendine bile itiraf edemiyorsun."

 

Aldığı ithamla sarsılan genç adamın önce yüz hatları gerildi. Sarsıldı, sarsıldıkça sinirleri daha çok birbirine karıştı. Yıllarca Hande ile kardeş olmuş, öyle büyümüşlerdi. Sadece korumaktı amacı, daima destek olmuştu kardeşine, böyle sözleri kimse hak etmezken kendisi asla hak etmiyordu. Öfkeden yumruk haline gelen sağ elini, karşısındaki adamın suratına hızla indirirken bir an bile düşünmedi. "Benimle konuşmalarına dikkat edeceksin." dedi dişleri arasından tıslayan genç adam.

 

Gördüklerinin korkusuyla oğluna doğru ilerleyen Seher Hanım'ı, kolunu sıkıca tutarak durduran Fahri Bey, "Sakın karışma." dedi karısına. "Sen böyle yetiştirdin, şimdi sonuçlarına katlanacaksın."

 

Geriye doğru savrulup düşerek kenara devrilen Aras, burnundan akan kanı, elinin tersiyle sildi. Başını, yerden kalkmadan adama çevirirken gözlerine nefretle baktı. "Orospu çocuğu." dedi boğuk sesle, kullandığı iki kelime genç adamı tamamen yolundan şaşırmış, iyice aklını kaybetmesine neden olmuştu. İlerledi, yere elini uzattı, tek yakasından tutarak kaldırdı, yüzünü yüzüne yaklaştırdı. Dudakları arasından tüm gücüyle yüzüne tükürdü. Kanayan yüzüne tükürmek bile rahatlatmamıştı genç adamı, kan dolu suratına bir yumruk daha atarken geri savruluşunu tekrardan izledi.

 

"Bir daha anamın adını ağzına alırsan, o dilini yerinden söker, parçalar, geri de sana yediririm Aras! Haraketlerine dikkat edecek, aklını başına toplayacak, ailemizden uzak duracaksın. Sen benim kardeşimi üzdün, hasta bir kadını yıprattın; her defasında seni affetti, sen ise devamlı duygularıyla oynadın. Sakın tekrardan Hande'yi rahatsız ettiğini görmeyeyim, ne mesajlarınla, ne de başka şekilde. Seni toza dumana katarak yok ederim."

 

"Beni sevdiğim kadınla sınamayın, hepiniz el birliğiyle bana savaş açmışsınız ama sonu iyiye gitmiyor. Karımı elinizden alırım, hem de bunu yaparken gözümü bile kırpmam. Kanun benden tarafken alır, gerekirse dünyanın öbür ucunda saklarım." Yerinden doğrularak karşısına dikildi. Yüzünü eliyle silerken sinirden hırıltılı nefesler alarak verdi.

 

"Sen bana bir de göz dağı mı veriyorsun!" Sakin kalacaktı, kendine sakin olabilmek için telkinler verdi Alper, kendini tutmasa şimdi tek vuruşta öldürürdü, öyle sinirliydi. "Elinden geleni ardına koyma, hodri meydan!"

 

Ardına dönerek kapıya doğru ilerleyen genç adam, arkasında harabeye dönmüş insanları bıraktı. Alper, araladığı kapıdan çıkarken tekrar ardına bile dönmedi, ne halde olduklarını zerre merak etmedi. Öyle sinirliydi ki, elinde olsa evi başlarına yıkardı. Elindeydi aslında, istese yapardı ama olayları daha çok içinden çıkılamaz hale getirmek istemedi. Yaptığınn sonu kötü olabilirdi, belki kendisinin davranışları sonucu Hande, tekrardan o evde kalmak zorunda bırakılabilirdi ama bundan korkarak susmaları da doğru değildi. Yürüdü arabasına doğru, araba kullanacak durumda değildi aslında ama kısa süreliğine binecekti. Şuradan uzaklaştıktan sonra inecek arabasından, biraz hava alacaktı.

 

Kısa süre sonra sahil kenarında durduğu arabasından inerek arabanın kaputuna yaslandı. Olanları düşündü, gerçekten akıl alır gibi değildi. Kendisine nasıl iftiralar atmıştı, neler söylemişti öyle. Eline telefonunu alarak, hemen Hande'yi aramak için rehberine girdi. Kardeşini iyi tanırdı, canını sıkıcak mesele varsa, hayatta gözüne uyku girmezdi. Şimdi evden çıkamıyordu, annelerinin rahatsızlığı tutmuştu, Alper'i merak eder uyuyamazdı. "Ağabey." dedi daha telefon açıldığı anda. Hemen açmıştı, elinde telefonla bekliyordu anlaşılan. "Hallettim, daha seni rahatsız edeceğini sanmam." dedi gerginliğini belli etmemeye çalışan genç adam.

 

Olanlar üzerinde uzun süre konuştular, yaşananları anlatan Alper'in söyledikleri karşısında, Hande'nin içini pişmanlık sarmaladı. Kendisi çözebilirdi, şimdi daha çok olay çıkmıştı. "Ben pişman değilim, sadece intikam için şimdi seni almasından tedirgin oluyorum." Ağabeyinin dedikleri karşısında rahatça nefes aldı genç kadın, kendisi öyle endişeli değildi.

 

"Yok korkma, Seher denen kadını çok dinler o, annesinin sözünden çıkmaz. Seher beni istemez, çünkü oraya gidersem kendisine kan kusturacağımı bilir. Şimdi alamaz beni, annesinden çekinir ama mahkeme günü yapabileceklerini henüz kestiremiyorum. Bir süre bekleyelim, sen anneme anlatma sakın olanları, bir de senin için endişelenmesin, ben yarın tekrardan avukatla görüşeceğim, yine konuşuruz seninle detayları."

 

"Mahkeme günü bizim için güzel olacak inşallah, ben inanıyorum."

 

"Öyle düşünmüyorum, başından Efsun'u dinlemem gerekti aslında, beni uyarmıştı. 'İhsan'la ilgili gerçeği öğrendiğini karıştırmadan boşanacağını anlat.' demişti, dediğini yapsam, gözünü hırs bürümez, boşanmayı kabul ederdi."

 

"Etmez, Fatih'e olan inadından etmez, kendini kandırma Hande. Sen dinlen hadi, güzelce toparla kendini, yarın tekrar konuşuruz."

 

Telefonu kapatarak elinde telefonla bekledi, yaşananlar üzerine düşündü. Her ne kadar kendini teskin etse bile korkularını nereye kadar bastırabilirdi? Aras'ın kendisini geri alma ihtimali yüksekti. Şimdi sadece bekleyecekti, yazdıklarının Fatih'in eline ulaşmasını bekleyecek, oradan çıkacak sonuca umut bağlayacaktı. Yarının güzellikler getirmesini umut ederek, elinden telefonu bıraktı, köşedeki düğmeye uzanarak ışığı kapattı. Yatağa tamamen uzanarak gözlerini örttü. Aklında yaşanacak kaygı dolu günler varken uykudan kaçamadı. Düşüncelerinden yorgun düşen bedeni, anında uykunun kollarına geçti.

 

Karmakarışık düşlerle sabahı eden genç kadın, öğleci olmasına rağmen erken kalktı. Öğleci olsa bile canı, annesiyle kahvaltı etmek istediğinden ötürü uykusuna ara verecekti. İçini sarmalayan kötü hislerden kaçınarak yatağının üzerini kapattı. Çocukluğunu görmüştü sabaha dek düşlerinde, yarım kalan çocukluk hatıraları, rüyalarında canlanmıştı. Öyle karışıktı ki rüyaları, hatırlamakta bile zorlandı, hatırlayası yoktu zaten. Yatağının üzerinden doğrularak, topladığı yatağa baktı, aceleyle kapatmıştı yatağın üzerini. Bıraksa yardımcıları yapardı ama sevmiyordu öyle kendi işinin tamamını başkalarına yüklemeyi.

 

Kapısının aralandığını anlayan genç kadın, şaşkınlıkla ardına döndü. İçeriye süzülen annesinin bakışları, kendisinden daha şaşkındı. "Güzel kızım." dedi içeri yorgunca giren Yeliz Hanım, bakışlarında buruk tebessüm vardı. Yanına ilerleyerek ellerini yanaklarına uzattı. "Ben seni uyurken izlemeye gelmiştim, uyanıksan kahvaltıya çağıracaktım. Kıyıp da uyandıramayacaktım ama sen benden önce kalkmışsın annem." Yüzünde oluşan tebessümle annesine sarılan genç kadın, saçlarını kokladı annesinin. Kendisini çıkar beklemeksizin seven tek insandı. Öz annesinden günlerce haber alamazken Hande, en zor acılarını Yeliz Hanım'la beraber atlatmışlardı.

 

"Kalkmayacaktım ama bana öğleden sonraya ders çıktı annem, seninle zaman geçirebilmek için erken kalktım. Gider gelirim hemen, zaten bir tane sınıf, ilk zamandan ders işlemem, tanışır çıkarım."

 

"Meleğim benim, insan böylesi için hiç erken kalkar mı, yatıp dinlenseydin."

 

"Yok, gayet iyiyim, dinlenmeye ihtiyacım olacağını sanmam. Ben seninle zaman geçirmeyi, uyumaya daha çok tercih ederim. Sen de iyi gözüküyorsun anneciğim, hadi gel aşağı inip kahvaltı edelim." İyi olup olmadığını sormadı, direkt iyi olduğunu izah etti. Kendini iyi hissetmesi için böyle yapmayı tercih etti. "İyiyim bir tanem, ilaçlardan sonra toparladım, inelim aşağı." Kol kola aşağı inerlerken yardımcılarının çoktan kahvaltıyı hazırladıklarını gördüler.

 

Karşılıklı kahvaltılarını huzur içinde yaparlarken bugüne dair planlarını, karşısındaki annesine anlattı genç kadın. Öğlene kadar zaman geçireceklerdi, öğleden sonra okula gidecek, yeni sınıfla tanışarak çabucak çıkacaktı. Dönüşte kendisini anmesinin almasını istedi, kendini iyi hissediyorsa almaya gelebileceğini söylediğinde mutlulukla kabul etti Yeliz Hanım, uzun zamandır gelmemişti zaten, oradan alışverişe çıkarlardı. "İstersen Dilek'e gideriz, Efsun da oradadır, biraz kafan dağılır." dediğinde annesi, daha keyif buldu genç kadın. Uzun zamandır görüşememişlerdi, Efsun'a olanları telefonda anlatabilmişti ama yüz yüze konuşmaya ihtiyacı vardı. "Gidelim anneciğim, sen mutlaka beni okuldan al." dedi dudaklarından çay bardağını indirerek. Evde tüm gün duramayacaktı ama kendisini işten alınca Dilek Hanım'lara geçerlerse, daha etkili zaman geçirmiş olacaklardı.

 

Kahvaltı bitimi sonrasında kahve eşliğinde film izlemeye başlamışlardı. Hande'nin çok sevdiği, tekrardan izlemekten sıkılmadığı 'Güneşli Tepe' filmini izlerlerken ekrana aynı keyifle bakıyordu genç kadın. Ne kadar izlerse izlesin, kolay hal sıkılmayacaktı. Çocukluğunun masum zamanlarını, babasını hatırlatırdı kendisine. İzlemek kimi zaman üzse bile, çoğunlukla iyi gelirdi. Günün tamamını evde geçirselerdi mutfağa girerlerdi ama Dilek Hanım'a gideceklerinden ötürü, boşuna bir şey hazırlamadılar. Orada Efsun'la beraber girerlerdi mutfağa, annesiyle girmekten daha eğlenceli olurdu. Böyle eğlenceli zaman geçiriyordu ama içini sıkanları kenara bırakamıyordu Hande, bir el vardı yüreğini sıkan, ferahlamasına izin vermiyordu sanki. Gönderdiği zarfın Fatih'e ulaşmasını beklemekten başka çaresi yoktu.

 

Daha birkaç gün öncesine kadar sabırla beklerken şimdi beklemekten bile ürperiyordu. Bugüne karmaşık kabuslarla uyanmış, içini sarmalayan huzursuzluktan ne yapsa kaçamamıştı genç kadın. Yüreği daralıyordu, göğsüne bir ağrı vardı, kendine bile açıklayamadığı sıkıntıyı, zorlansa da anlatmakta, annesine anlatmaktan kaçınmadı. İzledikleri ekrana kendini veremediği vakitlerde, annesinin dizine başını koyarak, yüreğindeki sıkıntıyı anlattı. "Hayra çıksın inşallah, kötü düşünüp kötüyü çağırma." dedi Yeliz Hanım. Üzerinde durmadılar, önünde kocaman süreç vardı sonuçta. Mahkeme gününe kadar böyle korkularının olması çok normaldi, kendi yüreğini sıkıştıranları sakin karşılamaya çalıştı genç kadın.

 

Ders saati yaklaşırken annesinin yardımıyla giyindi, elbisesinin annesinin seçmesine müsaade etti. Zevkleri birbirine çok benzerdi zaten, ne seçse beğenirdi. Genelde çiçek desenli giyinmeyi severdi, kıyafetlerinden çiçekleri eksiltmek istemezdi. Giyimini gören Dilek Hanım, hoşuna giderek 'Çiçek kızım' derdi hep kendisine. Üzerini özenle giyinerek makyajını da aynı özenle yaptı. Biraz gür ve dalgalı saçlarını serbest bırakarak, koluna çantasını taktı. Yanındaki annesine sıkıca sarıldıktan sonra evinden çıktı. Çevirdiği ilk taksiye binerken okulun adresini verdi, ardına yaslanarak yolun bitmesini bekledi.

 

Dersine girdiği sınıfla çabuk anlaşmış, ilk etaptan ders işlemeyerek sadece tanışmıştı. Böylesi şimdilik daha doğruydu, hemen derse başlamak istememişti. Önce her öğrenciden kendini tanıtmasını istemiş, ardından nerede ve hangi konuda kaldıklarını öğrenmeye çalışmıştı. Diğer dersinde daha iyi konu anlatabilmek için şimdilik sadece bunları öğrenmeye çalışarak çaba göstermişti. Çabuk çıktı dersten, zil çaldığı gibi sınıfı terk ederek kendini koridora attı. Birazdan annesi gelirdi, okuldan çıktıklarında hemen Dilek Hanım'ın evine geçeceklerdi. Evleri, çalıştığı okula çok yakındı, Dilek Hanım'a giderken zorlanmazlardı, okulun hemen karşısındaydı.

 

Koridorda yürürken dalgındı, başı biraz önündeydi. Çok hızlı adımlarla yürümeye çalışırken aklında binlerce soru vardı. Yaşadıklarının kaygı bozukluğuna yol açmasından korkuyordu. Öyle sorularla yaşıyordu ki, kafasındakilerin yanıtını bulması sanki imkansızdı. Çarptığı bedeni hisseden genç kadın, bedenin üzerine yıkılacakken, omuzlarından tutan eller sayesinde sabit kalmayı başardı. Bakışlarını kaldırdığı anda karşısında gördüğü kişi ile tebessüm etmemek için kendini zor tuttu. Son yaşananların ardından daha Fatih'le ilk kez karşılaşıyordu. Herkesin içinde kendisini sevdiğini söyleyen adamın gözlerine zaten bakmaya korkarken şimdi bakarsa hepten kül olurdu. Bakışlarını aşağı indirdi, kenara doğru çekilmek üzere hamle yaptı.

 

Diğer kenara geçmek için yana kayan kadın, adamın da kendisinin gittiği tarafa adım attığını anlayınca daha çok şaşırdı. Resmen kaçamaması için yolunu kapatmıştı. "N'oluyor?" dedi sesi tökezlerken, bir kere de sesi boğuk çıkmasa nasıl sevinecekti. Yaptığının ne manaya geldiğini sormaya çalışmak istemişti ama sesi anlaşılır değildi. "Sana ne oluyor asıl, böyle selamsız geçmeler, görmezden gelmeler, küs müyüz yoksa?" Dudaklarında oluşan tebessümü artık saklayamadı genç kadın, sorduğu soruyu tek defada anlamasından ve böyle hoş şekilde yanıtlamasından keyif almıştı.

 

"Yok, değiliz, sadece biraz mahcubum sana." dedi gülümseyerek konuşurken. "Sen her ne kadar umursamasan bile ben seni davette rezil ettim. Boş boğazlık ederek ne biliyorsam anlattım."

 

"Daha kaç kere söyleyeceğiz, ben orada tekrardan sevdalandım sana, bana istediğin zaman her zorluğun üstesinden gelebileceğini gösterdin. Yine de sen beni rezil ettiğini düşünüyorsan, son görüşmemizde seni yeterince utandırdığıma göre, bence ödeştik."

 

Sesli şekilde güldü, gülüşü sanki adamın yüreğine tekrardan baharı getirdi. Elini açarak kadına uzatan genç adam, elindeki çikolata tanelerini, diğer eliyle kadının elini tutarak avucuna döktü. "Benden sana." dedi gülerek genç adam. "Kantinden aldığım kahveyi sade içmek daha iyi geldi, yanındaki jesti elimde kaldı." Eline bıraktığı çikolata tanelerine tebessümle, bir o kadar şaşkınlıkla bakakaldı genç kadın. "Karşıma çok güzel bir kadın çıktı, ben de ona jest yapmak istedim." Anında kızaran al yanaklarını saklamak isterken başını aşağı eğdi. "Teşekkür ederim." Ilıklaşmış durgun sesiyle konuşan genç kadın, başını kaldırmadan, diğer taraftan geçerken merdivenlere yöneldi.

 

Dudaklarında tebessümle aşağı inerken yanaklarındaki kırmızılık, henüz tam manasıyla geçmemişti. Elindeki çikolata tanelerini, fermuarını açtığı çantasına yerleştirerek çantasının ağzını örttü. Kendisiyle az önce konuşan Fatih'e, aldığı mektubu okuduğunu bile söyleyemeyecek kadar utanmıştı. Söylese iyi olurdu aslında, hem böylelikle Hande, kendi yazdıklarının ona ulaşıp ulaşmadığını anlardı ama utançtan konuşacak hali kalmamıştı. Herhalde kendisinin gönderdiğini daha okumamıştı, okusa mutlaka olumlu ya da olumsuz olmak üzere bir tepki gösterirdi. Biraz daha bekleyecek olmak, sabah olduğu gibi, şimdi hiç canını acıtmadı. Az önce onunla kısacık konuşmak bile yüreğindeki tüm sıkıntıları silip atmıştı. Okul bahçesine çıkarak baharın temiz havasını içine çeken genç kadın, çıkış kapısına doğru ilerledi.

 

"Hande?" Bahçe kapısına geldiği anda karşısına çıkan Yeliz Hanım'ın bakışlarında şaşkınlık vardı, biraz tedirgin bakıyordu. Sözünü tutarak kendisini almaya gelmişti sahiden. "Tam üçte gelecektin hani, buçuk oldu, merak ettim seni." Koridorda oyalandığı için çıkması biraz zaman almıştı. Onunla konuşurken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı, çok normaldi böyle olması. "Beklettim mi?" dedi karşısındaki annesine tebessüm ederek. İstemeden bekletmişti anlaşılan. "Eşyalarımı toparlamam biraz zaman aldı." diyerek ekledi. Şimdi Fatih'le konuştuğunu anlatmanın zamanı değildi, kendisini utandırmasını istemiyordu. "Çok mu beklettim?" Sorusunda tedirginlik vardı, biraz tuhaf hissetti.

 

"Ben seni hep beklerim, gecikince merak ettim." Söylediklerine karşılık sıcacık gülümserken beraber kapıdan uzaklaşarak yürümeye başladılar. Birazdan Dilek Hanım'a geçecek olmanın heyecanıyla annesinin koluna girdi. "Geldim işte." dedi tekrardan, kadının tedirginliğini almak istedi. Yürüdüler, temiz havayı içine çekti, yüreğinde zerre sıkıntı kalmamıştı Hande'nin, öncekilere oranla daha rahattı. Biraz soluklanmakta zorlandığını anlayan annesi, anında kendisini kenara çekerek, çantasından ilacını çıkardı. "Ben seni rahatlatacağım şimdi." dedi çıkardığı ilacı kızının dudaklarına yaklaştıran Yeliz Hanım, bekletirse hemen öksürmeye başlardı, bakışlarından anlamıştı nöbetinin tutacağını, tutmadan önlemini almıştı.

 

"Bugün hava güzel olacakmış, yağmur olmazsa inşallah, Dilek Teyzenlerle topluca yemeğe gider, dışarıda yeriz."

 

İlacını dudakları arasına sıktıktan sonra geri çekti, kızın çantasına yerleştirdi. Çantanın ağzını örttü, doğruldu, beraber yürümeye devam ettiler. Hava sahiden güzeldi, içine çektikçe çekesi geliyordu Hande'nin, annesine hak veriyordu. "Canımsın sen benim, canımın içisin." dedi yanındaki annesine, hayatına girdi gireli hep güzellikler katmıştı kendisine. "Sen de benim canımsın, canım anneciğim." Yürürlerken karşılıklı sevgi sözcükleriyle devam ettiler, Dilek Hanım'ların evine geçmelerine az kalmıştı, okula çok yakın olduğu için özellikle arabaya binmediler. Okulu bayağı geride bırakmışlar, kolejin binası gözden tamamen kaybolmuştu.

 

Durmak zorunda kalmalarına neden olan araba, ansızın ikisini de ürpertti. Önlerinde sollayarak duran araç, yollarını tamamen kapattı. Renginden tanıdığı beyaz araba, önlerinde çalışır vaziyette durduğunda, yüreğini aynı sıkıntı tekrardan kapladı genç kadının. Sabah uyandığında kalbini karartan sıkıntı, şimdi tekrardan varlığını hatırlattı. Korkudan renginin attığnı, aynaya bakmasa bile çok rahat hissediyordu. Titreyen dudaklarını birbirine bastırarak sabit tutmaya çalıştı, birazdan korkularıyla yüzleşecekti, karşısındaki arabanın sahibi, gelmesinden çok korktuğu kocasından başkası değildi. Dün Alper'i kapılarına göndermese, bugün karşısına gelmeyecekti. Ne olursa olsun, güçlü duracaktı. Boşanma isteğini anlatmak için davete çağırdığı günü hatırladı, oradaki gibi olacak, geri adım atmayacaktı.

 

Durdurmadığı, çalışır şekilde bıraktığı aracından inen Aras, arabasının kapısını gürültülü şekilde, elinden sertçe bırakarak kapattı. Bakışlarından anladı, meydan okumaya gelmişti, karşısındaki adamı çözmek, Hande için zor olmamıştı. Buradan kıyametleri kopararak değil, sessizce gidecekti. Susmak, anlayabilen için çok güzel tepkiydi aslında, tepkisini susarak gösterecekti. Bağırıp çağırsa ne olacaktı, yine alacaktı kendisini. Sonunu bilmediği hamleler yapmayı, insanları şaşırtmayı daha çok severdi. Yanlarına doğru iki adım atan genç adamın yüzüne bakılacak olursa, dün Alper'le çok güzel kavga etmişlerdi. Gözlerinin altlarında morluklar, ağız kenarlarında ise henüz kabuk bağlamamış yaralar vardı.

 

"Gidiyoruz Hande, annenle vedalaş, böylece benimle geliyorsun, sakın zorluk çıkarmaya kalkma, iyi olmaz senin açından."

 

Konuşmalarının son kelimelerine doğru, dişlerini sıkıp kelimelerinin üzerine basarak cümlesini bitirdi. Yüzünü buruşturdu, sesine bile tahammülü yoktu. Başını kaldırdı, bakışlarını gözlerine sabitledi. Böyle bir adamla nasıl evlendiğini sormadı kendisine, sadece öz annesini memnun etmek için evliliği kabullendiğini daha iyi biliyordu. Yanındaki annesine çevirdi bakışlarını, endişe içinde kendilerini izleyişine baktı. "Korkma." dedi kısık sesle Yeliz Hanım'a, sakin olması gerektiğini hatırlatmak istedi. Şimdi tepki göstermenin değil, sakin kalmanın zamanı olacaktı. Yürüdü kocasına doğru, attığı iki adım, hem annesini, hem kocasını şaşırttı. İnsanları şaşırtmaktan keyif alırdı, sevmediklerini şaşırtmak daha eğlenceli olurdu.

 

"İşin ucunda sana boyun eğmek varsa, tam tersini yapar, inadına seninle gelirim. Zorluk çıkarmayacağım, için rahat olsun ama sanma ki senden korktuğum için, sen bırak korkulmayı, dikkate bile alınmayacak kadar acizsin."

 

Konuşmasıyla ilk hamlesini gerçekleştirdi, sanki silahın ilk kurşununu sıkmıştı üzerine. Daha yeni başlıyordu, yaptıklarının karşılığını sırasıyla verecekti. Sakince gidecekti ama o eve döndüğünde, daha acımasız birine dönüşecekti. Karşısındaki adamı, kendisini geri aldığına bin pişman edecekti. Geleceğini, kendisini götüreceğini hiç beklememişti, ummadığı yerden vurulmuştu ama yere düşmeyecekti.

 

"Hayır, bırakmam kızımı, senin eline tekrardan teslim etmem." Yüksek sesi etrafı sarmalayan Yeliz Hanım, öne atılarak Hande'nin koluna yapıştı. Aralarında kalan genç kadın, anlık şaşkınlık yaşarken kendini hızlı şekilde toparlamaya çalıştı. Kendini kaybedemezdi, dik duruşunu bırakmaması gerekti. "Tabii, tercih sizin, isterseniz arada cezaevine, ziyaretinize getiririm." Yüzünde, karşısındakini sinir edecek sırıtma ile konuşan genç adam, bakışlarına yansıttı sesindeki tehditi. Kolundan düşen çantasını geri koluna takarak annesine döndürdü kendini. "Zorluk çıkarma anne, bırakalım şimdilik onun dediği olsun." Sakin konuşmaları, başta karşısındaki adamı şaşırttı, böyle olgun karşılamasını beklemiyordu.

 

"Aras lütfen, bak şimdi sırası değil, önce konuşalım." Başka seçeneği kalmamıştı, olayı konuşarak çözmek istedi Yeliz Hanım, böylece gitmesine müsaade edemezdi. Konuşması karşısında sinirle güldü genç adam, böyle davranması için demek ki haklarını kullanması, acımasız olması gerekti. Karşısındaki kadın kendisine acımadan yuvasını yıkmıştı, şimdi Aras da acımayacaktı. "Sizinle konuşacak tek kelimem kalmadı, buradan karımı alıp gideceğim." Ortalarında duran genç kadını, kolundan tutarak kendisine doğru hızlıca çekti. Konuşmalarına, elini kadının beline dolarken devam etti. "Bana yalvarmak için geç kaldınız, zamanında beni kendinize yalvartmadan önce böyle uyumlu davranmayı deneseydiniz, ikimizin de canı yanmazdı. Ben sizin gibi değilim, olmayacağım merak etmeyin. İstediğiniz zaman gelir kızınızı görürsünüz, size kapım açık. Şimdi izninizle, karımı alıp gidiyorum, meseleyi uzatmazsanız sevinirim."

 

Kendini yanındaki adamdan kurtulmak için yana doğru çekti genç kadın, belindeki elinden rahatsız olmuştu. "Dokunma bana!" dedi soğuk şekilde. Nefes almasına bile tahammül edemezken kendisine dokunması hepten midesini bulandırıyordu. Soluk almaktansa ölmesini isterdi, ölse kurtulacaktı yanındaki adamdan. Bunu isteyebilecek kadar gözü dönmüştü, varlığına azıcık bile olsa tahammülü kalmamıştı. "Bana yıllarca güçlü kalmayı öğrettin, öğrettiğin gibi ol anne, kendini bırakma. Direnerek bir yere varamayız, daha kötü sonuçlar alacağımızı bildiğimiz halde direnmek saçma olur. Sen merak etme, gideceğim ama asla doğru bildiklerimden vazgeçmeyeceğim. Ben hepsini tek başıma çözeceğim." Arka tarafa doğru giderek, arabanın arka kapısını açtı, yavaş şekilde, kocasıyla annesinin şaşkın bakışları arasında arabaya bindi.

 

Sadece göz dağı vermekle kalmamış olan genç adam, dediğini yaparak sevdiği kadını tamamen geri alıyordu. Karşısında kalan Yeliz Hanım'ı ardında bırakarak arabasına binerken kapıları kapatarak kilitledi. Hande'nin ne yapacağı belli olmazdı, böyle sakin davranması normal değildi, değişik ataklara kalkışmasından endişe etti. Araba haraket ederken yanındaki camdan dışarıyı izledi genç kadın, dışarıda kalan annesinde gezdirdi bakışlarını. Şaşkındı, üstelik ağlamaklıydı yüz hatları. Bakışlarıyla güçlü kalmasını ima etti, dışarıya seslenecek hali bile yoktu, sadece bakışlarıyla konuşmak istedi. Yavaştan haraket ederek hızlanan araç, annesiyle beraber hayalini kurduğu hayatı da geride bırakıyordu.

 

Bölüm sonu...

 

Sonu şaşkınlıkla dolu bölümü geride bıraktık. Aslında çok şaşırmamak lazım, Aras'tan beklenen hareketti, yapacaktı sonunda. Biraz Alper sebep oldu, böyle yapmasını sağladı istemeden.

 

Sıkıldınız, biliyorum. Daha sonuca ulaşamadan tekrar geri dönmesi sizi hayal kırıklığına uğrattı.

 

Hani çoğunuz zamanında Hande kaçırıldığında, zorla alıkonulmasından, belli bölümler sonra sıkılmıştınız. Devamlı kaçmaya çalışır, kaçamadığı gibi felaketler yaşanır, ardından geri yakalanırdı. Ben size hep sabretmenizi derdim, çünkü bazı döngüler yaşanmadan sonuca varılmıyor.

 

Kurtulacak Hande, tamamen kurtulacak, daha ağır bedeller ödeyerek bile olsa kurtulacak. Çok kalmadı ama az da diyemem, göreceğiz hep birlikte güzel bölümleri.

 

İtiraflar zaten edildi, Hande'nin itirafı da Fatih'e kısa zamanda ulaşacak, hoş zaten sevdiği kadının gözlerinden belli, Fatih bunu rahatlıkla anlıyor. Yasak aşk yaşıyorlar bir bakıma ama sevdalarının hürriyete kavuşmasına çok kalmadı.

 

Görüşmek dileğiyle, sağlıkla kalın arkadaşlar...

Loading...
0%