@mavi_melekler
|
Ben geldim, Nasılız bakalım, iyi miyiz?
Ben harikayım. Yazdıkça, sonuca ilerledikçe rahatlıyorum.
Bolca Tolga Tabu dinleyeceğiz bundan sonra, gençlik yıllarım bu şarkılarla geçti, tam da kurgumuzun dönüm noktasına yakışacak isimler. Tolga ile Tuna Tabu kardeşleri çok severim ben.
'Gurur Kırıntıları' şarkısıyla yazdığım bölümde, sizlerin de bu şarkıyı dinlemesini istiyorum.
Keyifli okumalar!
43. Bölüm: "Pencere Önlerine Saklanmış Direnişler"
Akşamın karanlık örtüsü sarmalarken gök kubbeyi, sessizce camdan dışarısını izlemeye devam etti genç kadın. Konuşmaktan yorulduğu zamanlardaydı, zaten konuşmasına gerek kalmamıştı. Bundan böyle söylemek istediklerini susarak anlatacaktı. Yol çabuk tamamlandı, bitmesini istemediğinden olsa gerekti, nasıl vardıklarını bile anlayamadan mesafe kapanmıştı. Haraketi kesilen araba, biraz ürpertti kendisini. Şimdi mecburen aşağı inecek, istemese de eve girerek, Seher'le yüzleşecekti. Kimseye katlanacak halde olmamasına rağmen iğrendiği insanlarla aynı evde kalacaktı. Durdurduğu arabasından inen genç adam, diğer tarafa geçerek kendisinin kapısını açtı. Uzatmadı, 'İn' demesini beklemeden, yavaş şekilde arabadan indi. Davranışlarını şaşkınlıkla incelerken kendisinin kapısını kapatan Aras, arabanın kapılarını kilitleyerek yürümeye başladı.
Sessizliğinin mührünü bozmadan kocasıyla beraber yürüdü, bahçe kapısından geçerek binaya ulaştılar. Kapıya geldiklerinde elini zile uzatan genç adam, parmağını tuşa basarken oldukça şaşkındı. Bağırmasını, çırpınmasını, ortalığı birbirine katmasını beklerken böyle sakin kalması, istemsizce gözlerini devirmesine neden oldu. Beklemediği sessizlik, Aras'ı da şaşkınlıktan ötürü ayrı sessizliğe boğdu. İstese bile konuşamadı, yaklaşımına nasıl ifade vereceğini bilemedi. Zile tekrardan dokundurdu elini, bir süre eli zilde basılı kaldı, çabuk açılması için böyle yapmaya mecbur kaldı. Neredelerdi, koca evde sanki tek kişilermiş gibi kapıyı geç açıyorlardı, oysa birsürü insan vardı. Elini zilden çekerek, kapıya vurdu. Yavaştan başlayan vuruşu, hızlanarak üst üste devam etti.
Kapıyı soluk soluğa açan Seher Hanım, biraz geri çekilerek oğluyla beraber gelen gelinini inceledi. Sabahtan kendisine oğlunun verdiği görevleri yerine getirmekle uğraşmış, Hande'nin odasını hazırlamakla uğraşmıştı. Her ne kadar geri gelmesini istemese bile oğluna güç yetirememişti. Olacakların önüne geçmek istemişti ama elinde değildi. Karşısındaki kızı incelerken istemsizce içi acıdı, böyle durgun görmeyi beklemiyordu. Üzerine gitmeyecekti, anlamaya çalışarak anlayış gösterecekti. Özellikle sabah oğlu tarafından ikaz edilmişti. "Tartışma istemiyorum, ne dese alttan alacaksın, yeterince canı acıdı, yüzünü güldürmek için getiriyorum." demişti. Yüzünün gülmeyeceğinden öyle emindi ki, sadece bundan ötürü bile anlayışlı olmaya çalışacaktı.
"Yarım saattir kapıyı çalıyorum, inşallah böyle bekletmek için geçerli sebepleriniz vardır."
Soluğunu düzene alarak konuşmaya çalışan Seher Hanım'ın üzerinde yeterince yorgunluk vardı. Önceden kaldıkları odayı düzenlemiş, Hande'nin sevdiği şekilde dekore etmişti. Sevdiği yemekleri hazırlamış, ortalığı düzenleyerek temizlemiş, sadece odayı değil, her yeri toparlamıştı. Yukarı katta olduğundan ötürü, aşağıya inmesi zaman almıştı. Evde kendisinden başka kimse yoktu. Fahri Bey işte, Zehra ise kursa gitmişti. "Sen tek misin?" Sözlerini anlamış gibi, kendisinden yanıt gelmeden soran genç adama sadece başını sallayabildi. "Nerede o işe yaramaz, gereksiz kızın?" dedi tekrardan sorusunu güçlendirerek.
Şaşkınlıkla kaşlarını çatmamak için kendini zor tuttu Hande, yanındaki adamın ağzından ilk kez doğru cümle çıkmıştı. Bozuk saatin bile günde iki kere doğruyu gösterdiğini düşünürse, Aras'ın yaşadığı tesadüfe afallamamak gerekti. Zehra gerçekten gereksiz, işe yaramazın tekiydi. Mutlaka yapacak saçma aktiviteler bulur, içindeki boşluğu öyle doldurabileceğini sanırdı. Kimi zaman üzülürdü ona, kendi hayatını kendisi karartan değişik bir insandı.
"Doğru konuş kardeşinle, kursa gitti, gitmeden önce bana yardımı dokundu tabii ki." Yorulmuştu ama değmişti, Aras'ın söylediği gibi evi komple dikkat çekici hale getirmişti. Biraz belki yüzünü güldürebilse gelininin, içindeki vicdan azabı geçebilirdi. "Yukarıdaydım, o yüzden yetişemedim, hadi geçin içeri, kapıda kalmayın." Kapının önünden kenara çekilerek geçmelerini bekledi. Hande'nin hâlâ öylece kapıda beklediğini görünce biraz tuhaf hissetti. İyi davranmaya, düzgün yaklaşmaya mecburdu. Aras, içeriye doğru girerken kapıda öylece bekleyen genç kadına ters şekilde baktı. "Gir içeri!" dedi ikazcı şekilde, sesi sert değildi ama dümdüzdü, aksini yaparak geri gidebileceğini düşünerek böyle tepki gösterdi.
"Gel kızım, hadi içeri geçelim."
Seher Hanım'ın tepkisini beklemeyen Hande, şaşırdığını belli etmemek için kendini durdurdu. Burada olmasını mantıklı görmüyordu ki, ondan kendisine iyi davranıyordu. Başka açıklaması olamazdı. İçeriye doğru sürüklerken adımlarını, boş bakışlar atmaya devam etti. "Odanızı hazırladım, yeniden düzenledim, geç bak istersen." Yüzünde ilk defa, Seher Hanım'ın son cümlesiyle tepki oluştu. İğrenme hissi, tenini usulca sarmalarken kayınvalidesinden çektiği bakışlarını, tiksinti içerisinde kocasına çevirdi.
"Seninle değil aynı yatak, ben aynı odada bile kalmam, neyin hayalini kuruyorsun sen acaba?"
Bir saatin sonunda aldığı tepkinin böyle olmasını beklemiyordu genç adam, şaşırdığı kadar sinirlendi. Suskunluğunu ilk kez bozması işe yaramamış, konuşması nefretle sonuçlanmıştı. "Ya sabır!" dedi dişleri arasından, sessizce söylenmek istedi ama ne dediğini karısı da, annesi de anladı. Başa çıkılacak gibi değildi gerçekten, gereksiz tripleri çekilir değildi. "İyi tamam, ben başka yerde kalırım, çık yukarı yerleş, üzerini değiştir." Konuşması tamamlandığında elindeki anahtarını konsola atarak bıraktı. İçeri tamamen geçerek koltuğa bedenini bırakan genç adam, şimdi kendini tüm sıkıntılarından arınmış hissediyordu. Sevdiği kadın yanındaydı, gerisini düşünmesine gerek kalmamıştı.
Seher Hanım'ın yönlendirmesiyle üst kata çıkarak üzerini değiştiren genç kadın, saçlarını aşağıdan düzgünce topuz yaptı. Şu zamana dek, aşağıda kalan kocasının kendisine verdiği göz dağlarını düşündü, tabii ki karşılığını gösterecekti. Üzerini değiştirerek saçlarını toparlamasının ardından, odanın çıkış kapısına doğru ilerledi. Uykusu vardı aslında ama önce aşağıdaki adama içinde tuttuklarını söyleyecekti. Kendisine yardımcı olan Seher Hanım, kapıya ilerlerken yanına yaklaşarak koluna dokundu. "Senin için hazırladım, Aras bana, senin sevdiğin şekilde dizayn ettirdi." Başını kadına çevirerek sinirden kızarmış yüz ifadesiyle gözlerine baktı.
"Çok kalmayacağım evinde, incelemem mana içermez." Sinirlerine dokundu tavırları, bunca problem yaşanmamış gibi davranmasını aklı almıyordu. Odayı baştan sona yenilediklerinde, evde başka düzen kurduklarında kendisine olanları unutturacağını sanıyorlardı. Yatak örtüsünü değiştirmiş, açık mavi renginde tekrardan dekore etmişti. Perdelerle tüller yenilenmiş, daha şık şekilde yenileri takılmıştı. Odanın içindeki çoğu mobilya yeni alınmıştı aslında, üstelik duvarlara da sevdiği doğa manzaralarının afişleri asılmıştı. "Çocuk yok karşınızda, böyle yeniliklerle gözümü boyayamazsınız. Sizin sorunlu, yetiştirmeyi beceremediğiniz oğlunuzla boşanmaktan, bunları görünce vazgeçmeyeceğim." Susması gerekirken konuşması doğru değildi ama susarak ancak bir yere kadar sürerdi.
"Hakkında hayırlısı olsun, Allah gönlüne göre versin." Şaşırarak kadına daha dikkatli bakmaya başladı. Konuşmasının nereye varacağını o anda merak etti. "Buraya istemeyerek geldin, ben seni çok iyi anlıyorum. Gelmeni ben de istemiyordum ama evladıma sözüm geçmedi, keşke böyle olmasaydı. Umarım istediklerin gönlünce gerçekleşir, istiyorum ki bu süreçte daha çok canın yanmasın. Memleketime senin için gitmedim ben kızım, ziyarete gidecektim ama senin gelmeni engelleyemeyince, geldiğinde biraz rahat et diye hazırlık yapmak istedim. Çoğu konuda haksız olabilirsin fakat buraya gelmeyi hak etmedin."
"Sağ olun yaa, sövüyor musunuz, seviyor musunuz, belli değil..." Sinirli şekilde güldü, daha ileri giderdi ama kendine yakıştırmadı. "Dilediğiniz yere gidebilirsiniz, varlığınız benim için mana ifade etmiyor. Daha önce tartıştığımızda dedim, yine söylüyorum, döndüğünüzde ben olmayacağım."
Kapıyı hızlıca açarak odadan çıkan gelinin ardından sinirle baktı. Tahammül edilir gibi değildi, anlamaya çalışıyordu ama sabrını öyle zorluyordu ki, kendini zor durduruyordu. "İnşallah." dedi dişlerini birbirine bastırarak söylenirken. "Ben gitmiyorum ama sen gidesin inşallah, öyle bir yere gidesin ki dönüşün olmasın."
Kendinden ilk kez böyle emin olduğunu hissederek aşağı indi genç kadın. Biliyordu kendini, yaşamdan ne istediğini, gelecekteki planlarının tamaınının bilincindeydi. Odadan çıkmadan önce ilaçlarını eline almıştı, yarın işyerinde günü yoğun geçeceğinden ötürü ilacını düzenli alması gerekti. Mutfak kapısından girdiği anda masaanın önündeki sandalyede oturan kocasıyla göz göze geldi. Başlarda umursamadı varlığını, tezgaha ilerleyerek uzandığı dolaptan su bardağı aldı. Üzerindeki bakışları hissetti, kocasının kendisini izlediğini, ardı ona dönük olsa bile çok rahat anlıyordu. Sürahiden bardağa sağlam koluyla su doldurdu, sürahiyi kenara bırakarak su bardağını eline aldı.
Önüne döndü, ilacın sarılı olduğu kağıdı kötürüm koluyla açtı, ilacı kağıttan ağzına döktü. Kendisi öne döndüğü gibi kocasının bakışları üzerinden çekilmişti, bakmasa bile çok rahat, hissederek anladı. Üzerinde durmadı, varlığını bile başlarda umursamadı. Birazdan vermesi gereken ilk göz dağını kendisi verecekti, bu zamana kadar karşısındaki adamdan almıştı, şimdi sırası kendisine gelmişti. Ağzına döktüğü ilaçları, içtiği suyla yuttu, masaya doğru ilerledi. Bardaktaki suyu son damlasına dek içti, boş bardağı kocasının tam önüne, yakınına, masanın üzerine bıraktı. Sert şekilde bırakması, karşısındaki Aras'ı istemsizce ürperdi. Sandalye üzerinde ürperdi, kendini iyice sandalyenin ardına yasladı.
"Sabah işe gideceğim, bana engel olamazsın!" Soğuk tuttu sesini, yüreği hayata karşı sıcacıktı ama kocasına karşı buz kütlesine dönmüştü. "Beni getirdin buraya ama özgürlüğümü elimden alamazsın!"
Geriye dönerek mutfağın çıkış kapısına yürümeye başladı. Ardında bıraktığı adamdan tek kelime ses çıkmadı, yanıt beklemeden kapıdan çıkan genç kadın, odasına giden merdivenlere yürüdü. Uyumak istiyordu, sabah erken kalkacaktı. Yaşanacakları düşünmedi, düşünecek hali kalmamıştı. Odaya girerek ardından kapattığı kapıyı kilitledi, yatağına yürüdü. Yatağa girmeden önce konsoldaki çantasını karıştırdı, içinden telefonunu çıkardı. Hemen annesine haber vermesi gerektiğini hatırladı, uyumadan önce halledecekti. Yatağına oturarak elindeki telefonun ekranını açtı, rehberine uzandı eli. Çaldıktan uzun süre sonra yanıtlanan aramadan anladı ki, annesi yaşananlardan çok etkilenmiş, telefona bakacak imkan bile elde edememişti.
"Hande!" Sesinde şaşkınlık vardı Yeliz Hanım'ın, tabii şaşkınlığın ötesine geçmiş derin korkularla yanıtlamıştı aramayı. Kolay değildi, gözlerinin önünde uzaklaşmıştı annesinden, istese bile engel olamamıştı. "Ben çok korktum kızım, ne yapacağımı bilemedim. Sen iyi misin anneciğim, zarar vermiyorlar sana, değil mi yavrum?"
"Gayet iyiyim annem." Yatağına iyice kuruldu, tedirginliği devam etse bile keyfi yerindeydi genç kadının. "Sen beni merak etme, barut gibiyim burada, kimse yanıma yaklaşamıyor. Beni ezemeyeceklerini, çok değiştiğimi anladılar tabii. Seher'in halini göreceksin, ağzımın içine bakıyor korkudan."
"Şükürler olsun, nasıl korktum anlatamam. Bildiğin elim kolum bağlandı, polise de gidemiyorum, biliyorsun durumu."
"Hayır sen merak etme, polisi karıştırma şimdilik. Ben hepsini çözeceğim, bana güvenebilirsin. Boşanma celbi gelir yakında, mahkeme gününe kadar sıkacağız dişimizi, delil edebilmem için belki burada kalmam daha hayırlı olacaktır."
"Dikkat et kızım, delil toplamak isterken canını acıtmalarına imkan tanıma."
"İçin rahat olsun anneciğim, sabah işe geçeceğim zaten, istersen okula gelebilirsin, orada rahatça görüşürüz. Sen beni düşünmeyi bırak, kendini ihmal etme, bana diyorsun ama sen de ilaçlarını al mutlaka, sağlığına dikkat et. Ben şimdi kapatacağım, geç oldu, uyuyacağım, yarın bolca görüşürüz."
"Tamam yavrum, hadi Allah rahatlık versin."
"Sana da." Telefonu kapatarak kenardaki konsola bıraktı. Yorgundu sahiden, tüm gün olanlardan halsiz düşmüştü. Yatağına tamamen uzanırken üzerine yorganı düzgünce çekti.
Göz kapaklarını birbirine sımsıkı bastırırken sessiz dualar etti uykuya dalmadan önce. Kendisinden alınan hayatı, tekrar kazanmak, yaşamak istiyordu. Nasıl yaşayacağının önemi yoktu aslında, sadece bekar bir kadın olmayı istiyordu. Mahkemeden çıkacak kararın kendisi açısından olumsuz sonuçlanma korkusunu yaşamaktan bile yorulmuştu, düşünmenin halsizi olmuştu. İnsanın korkularına mahkum olduğunu, uykuya dalmaya çalıştığı vakitlerde tekrar hatırladı. Sadece zihnini dinlemek istemiş, uzaklaşmayı uygun görmüştü ama buna bile imkan tanınmamıştı. Olmaktan korktuğu yere, isteği dışında geri döndürülmüştü. Düşünmeyerek, üzerine durmadan zihnini boşalttı, bedenini tamamen uykuya teslim etti.
Beklenen gün gelirken zaman hızla akıp geçmişti, geçen günlere anlam verememişti genç kadın. Gelecek kararı beklerken hakim karşısında olmaktan ürperdi, sanki kaderi, karşısındaki yaşlı hakimin dudakları arasına saklanmıştı. Yanındaki Yeliz Hanım'a çevirdi bakışlarını, destek almaya çalıştı. Bakışlarından güven almak istedi, zaten daima yanında duran tek insandı. Başka kimsesi kalmamıştı, çevresinde kim varsa gitmiş, sadece annesi kalmıştı. Deliller toplanarak hakime sunulmuş, herkes üzerine düşeni açıklamış, geriye sadece beklentiler arasında hakimin kararı kalmıştı.
Kendi istekleri doğrultusunda delilleri sunuldu hakime, avukatı uzunca konuştu karşısındaki hakimle, durumu düzgünce izah etti. Beklemedikleri, hesaba katmadıkları vardı, kocası kendisinden daha hazırlıklı çıkmıştı. Neslihan Hanım'ı satın almış önce, mahkemeye gelişini engellemekle kalmamış, kızının bakımını üstlenemeyeceğini anlatan, yazılı bir beyan göndermesi için öz annesini ikna etmişti. Şimdi tüm oklar kocasına çevrilmiş, olaylar onun açısından daha iyi ilerler olmuştu. Kurtulamayacağı gerçeği, yüreğine çarpıp geçerken ağlamamak için zor durdurdu kendini.
"Öldürürüm seni Aras, bırak yakamı, seni yaşatmam!"
Üzerine yürümeye çalışırken tökezlemiş, üstelik sesi de boğuk, pelteleyerek çıkmıştı. Yürümeyi bırak, iki adım atmakta zorlanan bedeni, hakim için canlı bir görsel kanıt haline gelmişti. Konuşmakta zorlanması, sesinin boğuk çıkması, ayrıca karşısındaki adamın işini kolaylaştırdı. Korku içinde kıvranan kızına sarılarak sakinleştirmeye çalıştı Yeliz Hanım, bedenini kolları arasına aldı. Bedenini elleriyle sarmaladı, sakinleşmesi için ellerini saçlarında gezdirdi. Şu an başka çaresi kalmamış, sadece sarılarak kızını teselli etmeye çalışıyordu. Bir anne için en ağırıydı aslında, evladının gözleri önünde kahroluşu...
"Evimize gidince istediğini yaparsın karıcığım."
Konuşurken alayla sırıtarak kendisini aşağıladı, umut kalmamıştı, olanca umutların suyu çekiliyordu. Hayata dair ne kadar güzel hayali varsa, hepsi parçalanarak yok ediliyordu. Gençliği, düşleri ve umutları, beraberinde hedefleri elinden alınıyordu. Çocukluğunu hatırladı, oyuncaklarının annesi tarafından elinden alındığı zamanlara gitti aklı. Aslında daha o zaman, oyuncaklarıyla beraber hayalleri alınmıştı da, haberi olmamıştı. Hakimin dudakları kıpraştı, kaderi döküldü iki dudağı arasından. Mahkemeden çıkan karar, yaşlı hakim tarafından açıklanmaya başladı.
Karar verildi, hüküm kesildi, düşleri kül edildi. Boşanma talebi, kalıcı olarak reddedildi. Buradan tekrar, kocası ile beraber dönecek, kurtaranı olmadığı için o hayatın içinde düşleriyle birlikte zayi olacaktı. "Hayır!" dedi annesinin kollarında içini çekerek gözyaşlarını akıtırken. Durduramadı kendini, kırık düşleri gözyaşlarıyla birlikte parçalarını savurmaya başladı. Böyle adalet olmamalıydı oysa, kadınların ve annelerin ağladığı toplumda, bunun adına nasıl 'Adalet' denirdi? "Hayır!" dedi tekrardan ağlamaları çoğalırken, ağlamaları titremelere dönüştü. Bunca acıyı hak etmemişti yüreği, bedenine çok ağır gelmişti.
"Hayır!" Yüksek sesle bağırarak araladı gözlerini, başını aynı hızla yataktan kaldırarak çevresine bakındı. Olanları hatırladı, az önce yaşananları gözden geçirdi. Dudakları hâlâ titriyor, kalbi ise korkudan öyle hızlı çarpıyordu ki, yaşananların rüya olduğunu bir süre idrak edememişti. Elini kalbine dokundurarak derince soluklandı, yutkunmaya çalıştı. Biraz önce yaşadıklarının, kötü bir kâbus olduğunu, bilinçaltı nihayet kabul etti. Geçmişti ama ancak şimdilik geçebilmişti. Mutlaka mahkeme günü gelecek, kaderine ne yazıldıysa yaşayacaktı. Umudu vardı en azından şimdilik, umutlarına tutunabilirdi. Yatağından bacaklarını diğer tarafa sarkıtırken elini köşedeki komsola uzattı. Sağlam koluyla bardağı suyu doldurdu, elindeki sürahiyi zorlansa bile köşeye bıraktı. Bardağı alarak dudaklarına ilerletti, kana kana suyu içti.
Boş su bardağını elinden konsola bırakırken pencereden dışarısını izledi. Gün çoktan ağarmış, sabaha ulaşmışlardı. Saati kontrol edecek, ardından avukatıyla telefon görüşmesi yapacaktı. Gördüğü korkunç kâbusun ardından ancak avukatıyla konuşursa belki biraz rahatlayabilirdi. Elini konsolun ilerisine uzatarak telefonunu aldı. Saat sabahın dokuzuydu, epey olmuştu, konuşmasında sakınca olmayacağını düşünerek rehberine girdi. İnsanlar kötü rüyalarda hep sevdiklerine sığınırlardı, Hande ise sevdiklerinden çok uzaktaydı. Sevdiklerine kavuşabilmek için sonuçlanması gereken davasını, şimdi avukatıyla görüşmesi gerekecekti. Aradığı ismin üzerine basarak telefonu kulağına tuttu. Doğru değildi aslında araması ama başka seçeneği yoktu. Şimdi annesini arayıp da üzmek istemiyordu. Uzun çalışın ardından açılan telefondan gelen ses, genç kadına rahat soluk aldırdı.
"İnsanlar korkunca sevdiklerine sığınırlar ama benim korkularım, adaletsizlikten yana." Konuşmasına içini kemiren endişelerini dile getirerek başlamak istedi. Telefonun ucundaki kadını, konuşmasının şaşırtacağını tahmin ediyordu. Sözlerini, yüreğinden geldiği şekilde devam ettirdi. "Yasaların vereceği karardan korkarken avukatımı aramak istedim, rahatsız ettiysem özür dilerim."
"Tabii ki rahatsız etmedin, ben zaten Düzce'den senin tarafa gelecektim, aramandan memnun bile oldum." Yumuşak sesin sahibi, yüreğine bir damla olsun su serpti. Sesinde tebessüm olduğunu anladı, kadın konuşurken belli etti gülümsemesini. Görmeden, telefonun ucunda olmasına rağmen, sesindeki gülümsemeyi anladı. "Yüz yüze görüşelim, detayları tekrardan konuşuruz."
"Ne olur olmayacaksa açıkça söyleyin Birsen Hanım, boş hayaller kuracak zamanım yok. 'Yaptığın evliliğin bedelini ödeyeceksin.' diyin bana, insaf etmek zorunda değilsiniz, çekinmeden söyleyin." Sesinde yakarış vardı, direnecek halinin kalmadığı, sesine yansımıştı. Gördüğü kâbusun etkisiyle canı yanıyordu, istemese bile umutsuzluğa kapılıyordu.
"Öncelikle şu resmi konuşmaları kaldıracaktık hani, anlaşmıştık diye hatırlıyorum. Ayrıca ben olmayacak sözler üzerine konuşmaktan bile hoşlanmam, varsayımları sevmem. Sen neden böyle karamsarlaştın, seni üzecek bir durum mu oldu?"
"Eşimin yanındayım." Sesine utangaç tını yerleşirken yutkundu genç kadın. Burada olmaktan çok utanıyor, kendini aşırı rahatsız hissediyordu. "Yasal hakkından yararlanarak beni kendi evine getirdi."
"Tahmin ediyordum zaten ama endişelendirmemek için sana söylememiştim. Sen takılma, nerede olduğunu umursama, ellerine koz verme. Orada olman daha iyi, arada sabrını zorla ki delil toplayalım."
"Yapacağım tabii, ben sadece sizden..." Kelimelerini kendisi yarıda keserken elini ağzına kapattı. Resmi konuşmasından rahatsız hissetmişti madem, söylediğine uyum sağlayarak normal konuşacaktı. "Senden biraz destek istedim, içimdeki kötü hisler, bana seni arattırdı."
"İçini rahat tut, üstesinden birlikte geleceğiz, öyle karamsar düşüncelere kapılma." Telefondan gelen sesle kendini rahatlatmaya çalıştı ama yeterli değildi. Görünenler ortadaydı, kurtulabilme ihtimali de vardı, kabusunda gördüğü gibi davanın reddedilme ihtimali de vardı. Zaman mutlaka, neyin gerçekleşeceğini gösterecekti ama sabrı kalmamıştı. "Ben her zaman yanındayım tabii ki, bugün geçeceğim oraya, daha detaylı şekilde konuşuruz."
"Teşekkür ederim, geldiğinde ararsın, görüşürüz öyleyse." Kısa tuttu Hande, zaten gereksiz yere rahatsız ettiğini düşünerek aradığına pişman oldu. Dile getirmedi ama yaptığının doğru olmadığını anladı. Gördüğü rüyanın etkisiyle aramıştı aslında, yoksa böyle yok yere karşısındakine rahatsızlık vermek istemezdi.
"Haber vereceğim ben sana, görüşürüz Hande."
Konuşmasını tamamladıktan sonra anında telefon kapandı, telefonun ucundaki Birsen, kendisinden önce kapatmıştı. Elinden telefonu tekrar konsolun üzerine bırakarak yataktan tamamen kalktı, odasındaki banyoya doğru ilerledi. Oradaki rutin işlerini yaparak hızlıca banyonun dışına çıktı. Yatağının dağınık kaldığını ancak gördüğünde anladı. Gördüğü kötü rüyaların ardından akıl kalmamıştı. Yatağını önce toplamadan hazırlanınca kendini rahatsız hissederdi. Mutlaka önden toplaması gerekti. Belini eğmeden, ellerini az daha uzatarak yatağın yorganını düzelterek yukarı çekti. Yorganı toplaması bitti, ardından yatak örtüsünü yatağın üzerine çekti. Biraz zorlansa bile yatağın üzerini düz şekilde örttü.
Sevdiği çiçek desenli, yarım kollu, diz kapaklarına uzanan elbisesini üzerine geçirdi, boy aynasından görüntüsünü kontrol etti. Kıyafetine uygun şekilde makyajını yapmak için tuvalet aynasına ilerledi. Tam karşısındaki pufu çekerek oturdu, aynanın önündeki malzemeleri inceledi. Oda aynıydı, hiç değişmediği gibi iyice yenilemişlerdi. Özenle tamamlarken makyajını, ayna karşısında kendini inceledi. Uçları dalgalı saçlarını serbest bırakırken makyajını şimdiki saç rengine uyumladı. Tam istediği gibi al yanak olmuş, allığı bol sürmüştü. Yüzüne renk gelsin istemişti, istediğinden daha güzel olmuştu. Yerinden gülümseyerek kalkarken konsola ilerledi, bıraktığı telefonunu alarak çantasına yerleştirdi. Son kez kontrol etti çantasındaki eşyaları, ardından odadan çıktı.
Aşağı kata indiğinde kahvaltı masasını hazır bulmuştu. Normalde olsa dışarıda yemeyi tercih ederdi, evdeki insanlarla uğraşmaktan çekinirdi ama mümkün değildi. İşyerinde öğlene kadar aç çalışamazdı, öğle yemeği vardı, kahvaltı yoktu. Okul kantininden tost almak isterdi ama dava masrafları için parasını idareli harcaması gerekti. Sürekli annesine yük olmak istemiyordu. Karnını doyurması gerekti, zaten açken gurur yapmazdı. Sandalyeyi çekerek otururken tam karşısındaki kocasını görmezden geldi. Yok saymak hoşuna gidiyor, üstelik evdeki herkese böyle yaklaşıyordu.
"Günaydın."
Kendisinden ses gelmediğinden ötürü seslenmişti anlaşılan, yanıtsız bıraktı, karşılık vermek istemedi. Boş servis tabağına kahvaltılıkları alırken yüzüne bile bakmadı, bu trip değildi, sadece görmezden geliyordu. "Nasıl, rahat uyuyabildin mi?" Sorduğu soru karşısında başını çok hafif kaldırarak gözlerini devirdi. Yine sessiz kalmaya devam etti. "Senin için odayı baştan düzenlettim, beğenmediğin yer olursa söylersin, hemen hallederiz." Söyledikleri kendisi için şimdiden sonra zerre anlam ifade etmezken sadece kahvaltısına verdi kendini.
"Günaydın, erkencisiniz." Yanlarına gelirken konuşan Seher Hanım'ın sesini duyduğu anda, önündekileri daha hızlı tüketmeye başladı. Bir an önce şu evden çıkmak istiyordu, son zamanlarda huzuru sadece işyerinde buluyordu. "Günaydın kızım, hoş geldin." Karşısına oturan Fahri Bey'in konuşması karşısında başını tamamen kaldırdı Hande, yorgun şekilde yaşlı adamın gözlerine baktı. "Günaydın." dedi soğuk bir sesle. Hoş bulmamıştı, o nedenle 'Hoş geldin' kelimesine karşılık veremezdi. "Ben çayları doldurayım öyleyse." Çaydanlıkları getirmek üzere mutfağa giden Seher Hanım'ın ardından büyük bir keyifle seslendi genç kadın. "Benimki biraz demli olsun." Gülmemek için kendini zor tuttu, çünkü bilinçli yapmıştı.
"Baş üstüne." Kurduğu iki kelimelik cümleden bile gıcık olduğunu anladı, gıcık etmeyi başarmıştı. Buraya geldiğine göre tüm ihtiyaçlarını karşılamaya, hepsini mecbur bırakacaktı.
"Çabuk bitir kahvaltını, birazdan çıkacağız." Karşındaki adamın dedikleriyle, birden başını kaldırarak gözlerine sinirle baktı. Nereye gideceklerinin önemi yoktu kendisi için, çünkü nereye olsa gitmezdi. "Ben işe gideceğim, sen nereye istiyorsan ipi oraya salarsın."
"Sana gitme diyen olmadı zaten, ben bırakacağım, akşam yine kendim alacağım." Bakışlarındaki sinir biraz azalırken tekrar hissizliği nüksetti gözlerine. Boş bakmayı tercih ediyordu, hissizdi adama karşı. "Çok geç kaldın, gerek yok."
"Seni alırken düşünceni sormadım, aynı şekilde burada da sormayacağım, ben ne diyorsam o olacak."
"Tabii, senin derdin belli zaten, okulda İhsan'la karşılaşmak için beni bahane tutuyorsun." Susması gerekti aslında, böyle konuşarak önemsediğini gösteriyordu ama durduramadı kendini. Yaptığı rezillikleri yüzüne çarpacaktı. "Gelmişken bir 'Merhaba' dersin, sonra el ele verir, yeni cinayet planları yaparsınız."
"Hande, ne saçmalıyorsun, Allah aşkına biraz sözünü bil de konuş." Elinden çatalı kenara bırakırken bakışlarına günlerce uzak kaldığı gözlere sabitledi. İyi ki almıştı yanına, çok özlemişti. Elinden geldiğince düzgün yaklaşmaya çalışarak önceden olduğu gibi güvenini kazanmaya çalışacaktı. "Ben o adamın numarasını bile telefonumdan engelledim, olanlardan sonra çok ağır hesap sordum. Üstelik bunu sadece senin için değil, masum bir can için yaptım, hiç pişman değilim. Sen o adamla bir olup beni yıldırdın ama ben duruşumu bozmadım."
Yediği lokmayı zorlukla yuttu, gülmekten boğazına takılma ihtimali vardı. Elindeki çatalı aşağı indirerek masanın üzerine bıraktı. Susacaktı, konuşursa bağırmaya başlardı, bunu yaparak kendini düşürmek istemiyordu. Kendi canını daha çok acıtmamak için susmak doğruydu. Bugünü düşündü, iki dersi vardı sadece, vererek çıkacak, avukatıyla görüşmeye gidecekti. Karşısındaki kocasna tam aksini, okuldan akşam çıkacağını söyleyecekti. Uğraşmak istemiyordu, hesap vermek bile yoruyordu. Zorunlu değildi hesap vermeye ama tartışma çıksın istemiyordu, savaşmaktan ciddi anlamda yorulmuştu. Seher Hanım'ın önüne bıraktığı çayı yudumlarken başı aşağıda karnını doyurdu.
Ne durumda olursa olsun, kendini aç bırakmayı sevmezdi. Öyle yaparak tavır koymaya çalışan insanlara da ayrıca sinir olurdu. İştahla tabağındakileri bitirdi, aç kalarak sonuca varamayacağını iyi biliyordu. Köşede, masanın üzerine bıraktığı çantasını alarak yerinden doğruldu. "Ben kalkıyorum." dedi kapıya yürürken, tabağını bitirdiği gibi, çayından son yudumu alarak kalkmıştı. Kimseden komut beklemeden, aklına estiği gibi takılmayı seviyordu. Özellikle sevmediği ortamda isteği dışında tutulurken böyle davranmak daha eğlenceliydi. Dün akşam geldiğinde portmantoya astığı montunu eline aldı. Kendisi montunu üzerine geçirmeye çalışırken masada oturan kocası da kalkarak yanına doğru ilerlemeye başladı.
"Bir dursaydın da, çocuk karnını doyursaydı kızım, senin gibi hızlı yiyemiyor o, sindiremiyor." Seher Hanım'a dönen Hande, dudaklarından dökülen sözlere daha çok sinirlenmedi. Aklınca kendisine laf sokmaya çalışıyordu, altında kalmayacaktı. "Yiyemedi doğru düzgün, ondan öyle dedim yavrum, yanlış anlama beni." Üzerindeki montun son düğmesini iliklerken tiksininen yüz ifadesiyle kadına baktı. "Sindirir o, siz rahat olun, daha neleri sindiriyor, tabii siz görmezden gelmeyi tercih ediyorsunuz."
Arkasını dönerken yanıt beklemedi, kapıyı aralayarak dışarı çıktı. Daha adımını dışarı attığı ilk zamanda, soğuk hava bedenini sanki hırpalamıştı. Yanından yürüyerek kendisine yetişen genç adam, ardlarından kapıyı örterek ilerledi. Evin karşısına park ettiği arabasının kapılarını açarken Hande'nin ters yöne ilerlediğini gördü. Neden bunu yaptığını hemen anlamıştı, zamanında onu bırakmamıştı işine, şimdi kendisi istemiyordu. Sabırlı davranacaktı, açtığı yaraları kapatması için sabır göstermesi gerekti. Elindeki anahtarın düğmesine basarak açtığı kapıları tekrardan kapattı, kadına yetişerek yanında yürümeye devam etti.
"Benim arabama binmiyorsun, anlıyorum ama en azından seni başka arabaya bindireyim, böyle yürüyerek zorlanırsın." Yürümesini sürdürürken yanındaki adama bakmadı bile, yaptıklarıyla konuştukları birbirine uyuşmuyordu.
"Zamanında düşünecektin, şimdi önemi kalmadı. Ne arabana binerim, ne de paranı isterim, beni zamanıda öyle ihmal ettin ki, şimdi telafisi olmayacak."
Sustular, genç kadının dilinden dökülenler, ikisini aynı anda susturmaya yetti. Konuşmaya sahiden hakkı olmadığını düşündü, uzun süre susarak hatalarını telafi etmeye çalışacaktı. Normalde olsa arabaya binerdi ama yanındaki adama sinir olduğundan bunu da yapmayan genç kadın, uzun yolu yürümeye devam etti. Kendisi için sahiden hiç kolay olmadı ama direnmeyi seçti, yanındaki adamı görmezden gelerek uzun süre zoraki adımlar attı. On beş dakikalık yolu bitirerek okulun kapısının önünde durduğunda, gözleri belli belirsiz, yanındaki adama belli etmeden ortalıkta dolandı. Şimdi şu durumda, Fatih'le karşılaşmak istemiyordu. Karşılarsa durumu açıklayamazdı. Anlardı aslında kendisini, durumu kavrardı ama yine de kendisini böyle görmesinden utanç duyuyordu.
"Dersim akşam bitecek." dedi soğuk şekilde, birkaç dersi boş geçecek, avukatıyla o sırada görüşecekti. Akşama doğru okula tekrar uğrayacak, kalan derslerini tamamlayacaktı. "Gelmek istersen akşam tam beşte gelirsin." Sakince konuşmalarını tamamlayarak adamı ardında bırakan genç kadın, demir kapıdan adımını atarak içeri girdi. "Alacağım tabii, beni beklemeden sakın çıkmaya kalkma." Ardından seslenişini dinledi sadece, yanıtsız tutmayı tercih etti. Yokluğuyla mutluğu olduğu insanların varlığına tahammül edemiyordu, tahammül edemediklerinin başında kocası vardı.
Zaman insanı yüzleşmekten korktuklarıyla daima karşı karşıya getirirdi. Kaçtıklarının esiri olurdu insan, korktuklarını yaşamak zorunda kalırdı. Nereye kaçsa, nereye gitse, korkularının önüne geçemiyordu genç kadın. Sanki kaçtıkları kendisini kovalamak için uğraşıyorlardı, her defasında öyle izlenim alıyordu. İşlerini tamamlamasının ardından avukatıyla yaptığı görüşme, gerçeklerden kaçamayacağını kendisine tekrardan hatırlattı. Yaşamı boyunca zaten, Neslihan Hanım'ın kızı olması, kendisine utanç olarak yetmişti. Ne kadar inkar etse, yıllarca büyüten annesiyle yaşasa bile, onun kızı olduğu gerçeğini inkar edememişti. Yaptıkları kısacık görüşmede, kendisine annesini ikna etmesini söylemişti avukatı, işin içinden ancak öyle kolayca sıyrılabilirdiler.
"Gururunu kenara bırak Hande, sonuçta öz annenden yardım istiyorsun, kabul etmezse utanması gereken yine o olacak, sen değil, bunun için gurur yapılmaz."
Okula yakın kafeteryaya oturmuşlar, orada konuşmalarını sürdürmeye devam etmiştiler. Kendisine verilen yeni sınıfın dersine girmeden önce, karşısındaki Birsen'le çabucak görüşmek istemişti. "Bilmem kabul eder mi." dedi karşısındaki kadına çelişki içinde konuşurken, elinde değildi olumlu düşünmek. Kendisine çektirmediği kahır kalmamış, üstelik başından bunca olay geçmiş, bir kere olsun arayıp sormamıştı. "Sadece kabul etmesine odakla kendini, vereceği tepki umrunda olmasın, kabul ettirmek için çabalaman gerek, mecbur kabullenecek." Sözleri karşısında, bakışlarını Birsen'in gözlerinden çeken genç kadın, öylesine çevresinde gezdirdi. Gelip geçen insanlara, arabalara, koşturan insanlara baktı. Burala bile ait hissetmiyordu kendisini, öyle eksikti, öyle yaralı...
"Nasıl, mecbur mu, anlamadım?" Neden kendisine iyilik yapmaya mecbur kalacaktı ki, o hep acı çektirmişti, çıkarsızca hiç mutlu olmasını istememişti.
"Seni büyütürken hatalar etmiş olabilir ama nihayetinde annen, sana zarar gelse, herkesten çok yine o üzülür, canın acısın istemez. Başlarda sinirlense bile boşanma kararına saygı duyacak, sana bakmasa bile mahkemede vesayetini kabullenecektir."
"Galiba haklısın, ben belki yaptığı hataları gözümde çok büyütüyorum." Karşısındaki kadının dediklerinin ardından anlık olarak kendini suçlu hissetti. Yeterince zaman geçirmemiş annesiyle, uzak kalmayı, yani kolay olanı tercih etmişti. Uzaklaşmak kolay olandı, yakın durmayı deneyecekti. "İnsanlar hata yapabilirler, annemin beni kabullenmesini istiyorsam, ben de biraz onun hatalarını kabullenmeye çalışacağım." Bugün güzel yaklaşımla gidecek annesinin kapısına, kocasından ayrılabilmek için ondan yardım isteyecekti. Söyledikleriyle kadın da tebessüm etti, masanın üzerindeki ellerini tuttu Hande'nin, güven vermek istedi. "İşte senden beklediğim bu, önce elimizdeki imkanları değerlendirelim." dedi tebessümle konuşurken. İçindeki merakları bastırdı genç kadın, karşısındakine sorması gereken birçok soru vardı ama hepsini şimdilik içine attı. Kim olduğunu zamanla, görerek öğrenecekti Birsen, şimdi başka soru soramazdı, yeri değildi.
Görüşmelerini tamamladılar, konuşmalarını şimdilik bitirdiler. Yerinden hızlıca doğrulan genç kadın, karşısındaki avukatıyla el sıkıştı, tebessümle gözlerine baktı. "Benim dersin başlamasına var daha, annemle konuşayım, yanına gideyim, sonra telefonlaşırız seninle." Biraz geniş zamanı beklese iyi olurdu aslında ama sabırlı değildi. Bekleyecek vakti yoktu, şimdi çözmesi gerekti. "Seni bırakayım." dese bile Birsen, kendisini ikna edemedi. Kimseye yük olmak istemiyordu, başka yerlere de uğrayacağı yalanını söyleyerek taksiye bineceğini izah etti. Böylesi daha doğruydu, kendisi gidecek, üstelik annesinin evine kadar yürüyecek, arabaya binmeyecekti. Bırakmasın diye ufak yalanlar söylemek zorunda kalmış, arabaya bineceğini demişti ama yürüyecekti.
Aldanmak, aldatılmak kadar doğaldı aslında, insanın doğasında vardı. Başlarda daima kanardık, sahtelikleri maske olarak yüzüne takınmış insanlara kanardık. Üstelik birkaç defa değil, aynı insanlara defalarca kez güvenir, her güvendiğimizde tekrardan aynı hayal kırıklığına uğrardık. Başlarda çok umutluydu Hande, çıktığı yol, annesine dair güzel düşlerle doluydu. Düzgün karşılanmıştı aslında annesinin kapısında. Uzun zamandır kendisini görmeyen Neslihan Hanım, büyük özlemle karşılayarak sarılmış boynuna, sevinçle içeriye davet etmişti. Beklemezdi böyle karşılanmayı, uzun zamandır görüşmemişler, üstelik başından nice olaylar geçmişti. Hepsini anlatacaktı annesine, en başından izah edecekti olanları.
İçeriye kendisini aldığı anda önce aç olup olmadığını sormuş, yemek yeme konusunda çok ısrar etmişti ama kabul etmedi genç kadın. Uzun kalmayacaktı, hızlıca konuşarak geri derslerine yetişecekti. Çay içmeyi, kahve yapmayı ısrarla diretmişti ama bunları da kabul etmedi Hande, zaman kaybı yaşamak istemiyordu. Konuşarak rızasını aldığı gibi çekip gidecekti. Karşılıklı, yan yana oturdular, kendini kızının karşısına çevirerek ellerini avuçladı Neslihan Hanım. "Kalp kalbe nasıl karşıymış, ben bugün sana uğrayacaktım, daha düşünürken sen geldin." derken samimiyet ve güleryüz doluydu sesi. İnanmak istedi genç kadın, yüreğindeki eksiklik, inancını araladı. "Sana geldim anne." dedi sesi cılızlaşırken, sığınmak istedi.
"Büyük zorluklardan sonra sana sığınmak istedim, ne olur beni kaderime terk etme."
Kurduğu cümle karşısında, şaşkınlıkla gözlerini devirdi Neslihan Hanım, beklemediği şekilde konuşmasına şaşırmadan edemedi. Neler olduğunu merak etti başlarda, neler yaşadığını düşünerek tarttı aklında. Şaşkınlığın beraberinde sorgulayan gözlerle baktı. "Anlat bana, anneciğinle konuş ki rahatla." Uzun zamanın ardından kızının kendisine gelmesi, üstelik yüreğine sığınması hoşuna gitti. Çok uğraşarak çaba göstermiş, yuvasını eliyle yapmıştı. Şimdi bunu tabii ki hak ediyordu, dönüp dolaşıp kendisine gelmiş, öz annesinden başka çarenin olmadığını, nihayet kızı anlamıştı.
Başından başladı anlatmaya, verdiği savaşları izah etmeye çalıştı. Sabrını, düzelmesi için bekleyişlerini söyledi, aile içi geçimsizliğini anlattı. Çok sürmeden sözü, davet gününe getirdi. Kendisine attığı mesajları özellikle göstererek okuttu annesine, önce anlattı, ardından inanması için göstererek okuttu. Olanları anlattı, davete çağırdığı kocasına yaptıklarını söyledi. "Dimdik durdum anne." dedi kendinden emin şekilde. "Yere eğmedim başımı, eğdiklerime saysınlar, oradan boşanacağımı söyleyerek uzaklaştım." Tekrardan aynı günü anlatırken kendi bile yeniden sinirlendi. Acılardan kıvranarak anlattıklarını sakinlikle dinlemeye devam etti Neslihan Hanım. Susmadı, hepsini baştan anlatırken sonunda asıl isteğini dile getirdi.
Öyle umutluydu ki anlatırken, annesinin kendisini yarı yolda bırakacağını, aklının ucundan bile geçirmedi. Zaten hep, en kıyamadıklarımız kıyardı bize. Umutla düzelmesini beklediklerimiz, düzelmeyerek sadece bize değil, kendine de zarar verirdi. Hatasının kendinde olduğunu, daima kendinin uzak kaldığını düşünerek, umutla yardım istedi annesinden. Ellerini sımsıkı avuçlarken, "Beni kurtar anne." dedi serzeniş içinde. "Dava sürecim başladı, işlemlerim devam ediyor. Sana yalvarıyorum, sadece hakimin karşısına çıkıp 'Ben kızıma bakarım.' diyeceksin, hepsi bu kadar. Biliyorum, beni hayatına hiçbir zaman sığdıramadın, ben zaten seninle kalmam, Yeliz Annem bakar bana, sen orada konuşsan yeter." Sesi sonlara doğru kısıldı, adeta yakarışa dönüştü. Yardım istediği annesiydi sonuçta, yabancı değildi ki.
"Tabii, tüm zor günlerini Yeliz'le geçir, onun gibi modern olmak için onun dolduruşuyla boşanma kararı al, sonra gel benden yardım iste. Oh ne güzel dünya yaa, iyice dara düşmeden gelmezsin bana zaten."
Sinir içinde ellerini kızından çekerek uzaklaştı, oturduğu koltuktan kalktı. Baştan aşağı dinledikleriyle kine bulanmıştı, tahammül edilecek gibi değildi. Yakın olmaya çalıştıkça uzaklaşıyordu kendisinden. İnsan neden ne yaparsa yapsın evladına yaranamazdı? Yeliz'in varlığı değildi mesele, hayatlarına Yeliz girmeden önce de Hande hep böyle dik başlıydı. Yeliz'le tanışması sonucunda, yapmak istediklerini o kadın sayesinde gerçekleştirmiş, daha kötü burnunun dikine gider olmuştu. Önceden güç yetirirdi kızına ama şimdilerde başa çıkamıyordu. Anlamaya çalışıyordu fakat yaptıklarını haklı çıkaracak hiçbir neden yoktu ortada. Sinirinden burnundan soluyordu şimdilerde, yaşananlardan haberi olsa, başından uğraşarak engellemeye çalışırdı.
"Bunun modernlikle ne alakası var anne, şiddete sessiz kalmamak modernlik değil."
Yerinden kalkmadan sakince konuştu, başlarda tepki göstermesini bile normal karşıladı. Uzun zamandır görüşmediklerinden ve yaşananları hemen anlatamadığından dolayı böyle davranıyordu. Biraz uğraşırsa, mahkemede şahitlik etmesi için ikna edebileceğine dair henüz umudu bitmemişti. "Hayatta kalmak için çabalıyorum ben, bir kolumla bir bacağım var sadece, onların işlevini de o alacak elimden, tamamen felç kalacağım." Sözlerini devam ettirirken kaç vakittir içinde olan korkuyu izah etti. Diğer tarafını da kocasının sakat bırakmasından çok korkuyordu. Epeydir el kaldırmıyordu kendisine, hatalarını telafi etmek için çabalıyordu ama yakında tekrar özüne döneceğini tahmin ediyordu genç kadın.
"Saçmalamayı kes be, bana Yeliz'in ağzıyla gelme." Sesi yükseldi Neslihan Hanım'ın, öncekilere oranla iyice arttı. Derdi aslında kızının boşanması değildi, kendisine tüm olanlardan sonra gelmesiydi. Tabii boşanma kararına da ayrıca sinirlenmişti, kendi etmiş, kendi de bulmuştu. Sessizce o davete giderse yaşanacaklar belliydi, Aras haklıydı, sonuna kadar hak veriyordu damadına. "Hayatta kalmak için çabalıyormuş, laflara bak. Sen şuna kısaca, 'Analığımı memnun etmek için çabalıyorum.' desene kızım, çekinme söylesene. Zamanında bir kere beni mutlu ettin ya, çok geldi, değil mi anneciğim?"
"Kimseyi değil, kendimi memnun etmeye çalışıyorum, buraya seni ikna etmeye gelmedim anne, ben kararımı verdim, boşanıyorum. Senden sadece mahkeme günü yanımda olmanı istiyorum, hakimin karşısına çıkarak iki kelime söyleyeceksin, senin için zor olmamalı."
"Ayrılamazsın!" Elini, önündeki masanın üzerine sertçe geçirerek kesimini kesti. Gösterdiği hamle, karşısındaki kızını ürpertmekle beraber şaşırttı. Korkudan oturduğu koltuğa daha çok yaslanırken titredi. "Ben seni zor yamadım o adama, seni başka kim alacak sanıyorsun, aptal!"
Titremesi durakladı, içinde isimlendiremediği eksiklik hissi, tekrardan kendini gösterdi. İnsan kaç yaşına gelirse gelsin, annesinin eksikliğini daima hissediyordu. Şimdi karşısında duran annesine rağmen öksüzdü, öylesi kimsesizdi. Yerinden kalkmak, karşısında durarak kendini savunmak istedi ama kendinde güç bulamadı. Ne yaparsa yapsın sevilememek, insanın kimi zaman kolunu kanadını kırardı. Gözlerinden öfke saçarak kendisine bakan kadının bakışlarında, sinir haricinde bir his daha yakaladı, hırs!... Bakışlarında, sanki Yeliz Hanım'la verdiği savaşı kaybetmenin verdiği hırs vardı. Neslihan Hanım'ın annelik anlayışını orada kavradı Hande, daima Yeliz Hanım'ı yenmek üzerine kuruluydu sevgisi.
"Senden izin istemiyorum anne, ayrılacağım dedim, sadece yardım istedim." Sesi sakindi, duruşunu ve saygısını bozmak istemedi. Yerinden doğrulabilmek için kenardaki çantasını eline aldı. Şuradan sadece, 'Edeceğim' kelimesini duyarak uzaklaşmak istiyordu ama duyamadı, son umudu da kırılarak parçalandı. Beklemediği yerden vurulmuştu, tekrardan hayal kırıklığına uğramıştı. Ne bekliyordu ki? Zaten kendisini buraya, avukatının sözleri getirmişti. 'O senin annen.' demesi, kendini suçlu hissettirmiş, buraya gelmesini gerektirmişti. Toparlanarak kalksa iyi olacaktı ama gitmeden önce ağır konuşacaktı.
"Etmiyorum." dedi sesi çıkabildiği kadar çığlık dolu konuşan Neslihan Hanım. Tüm kini, yaşananlaraydı aslında, bunca olay olmasa, boşanmak istemesini en azından anlamaya çalışırdı. "Ben başlarda Aras'a kızıyordum ama sana az bile yapıyormuş, adam fazlasıyla anlayışlı. Senin boynunu belli ki hiç bükmemiş ama ben bükmesini iyi biliyorum. Sana yardım etmiyorum, boşanmayacaksın, çünkü haksızsın. Anlattıklarını dinleyince kanım çekildi, kız senin ne işin var o davette, utanmaz rezil. Altı ay kaldın o insanlarla, her gün beni arayıp yardım istedin, 'Beni kurtar anne.' dedin, ne çabuk unutuyorsun? Ben seni kurtardım, sana emek verdim, yuvanı kurdum. Sadece ben değil, kocan da emek verdi senin için, hep çabaladı.
Sen bize bunu mu reva gördün kızım, bunlar bize hak mıydı? Çalışıp elin para tutunca, hepimizi sildin attın. Senin zaten mezun olunca kalkmıştı burnun havaya, mezuniyet töreninde bana yaptığını unuttum sanma, dua et orada sadece yüzüne tükürdüm, bir tane patlatacaktım aslında, sen çoktan hak etmiştin. Allah kahretsin, gittin oralarda kendini rezil ettin, gelmiş utanmadan bana anlatıyorsun, hiçbir şekilde müsaadem yok, bir de mahkemelerle kendini rezil etme. Boşuna uğraşırsın, mahkemeye gelirim ama hakime tam tersini söylerim."
Yerinden zorlanarak bile olsa doğruldu, köşedeki çantasını tamamen alarak eliyle kavradı. Bazı insanlar böyleydi, döner dolaşır, aynı yere geri varırdılar. Buraya boşuna gelmişti, başlarda böyle olacağını tahmin ediyordu ama avukatının sözleriyle bir anlık umuda kapılmıştı. "Gözlerime iyi bak." dedi karşısındaki annesine iki adım atarak. Bakışlarının derinliklerinde zerre ifade barındırmadı. Nefret çok basit duyguydu, zaten yüreğinde tutmazdı ama kırgınlığı da parçalanmaktan kalmamıştı üzerinde, parçalarını bile bulamıyordu. "Çok iyi bak, çünkü beni son görüşün, senin gibi annem yok bundan sonra!" Yaklaştı, elinde çamtasıyla kadına birkaç adım daha atarak tam karşısında durdu, mesafeyi özellikle yakın tuttu.
"Gözlerime çok iyi bak olur mu?" Sözlerini yineleyerek dudakları arasından tısladı. Böyle zalimce karşılık vermesini asla beklemezdi, tahmin ederdi ama bu kadarını değil. "Bugünden sonra daha çok değişeceğim, diplomalı Neslihan olmaya niyetim yok." Cahilliğine, söylemesi gereken cümleyi söyleyerek, cehaletini tam anlamıyla yüzüne vurdu. Geç bile kalmıştı şu kelimeleri söylemekte.
"Terbiyesiz, kurduğu cümleye bak, asıl benim senin gibi kızım yok bundan sonra! Sen on tane de diploma alsan yine aynısın, anana ettiğin sözlerle belli ettin okumana rağmen yanlış insan olduğunu."
Oysa daha söyleyecek çok kelimesi vardı ama susmayı tercih etti, anlayana zaten susmak bazen ağır yanıt olurdu. Karşısındaki annesinin anlamayacağını iyi biliyordu, ardına dönerek kapıya ilerledi. Araladığı kapıdan sessizce çıkarak kapıyı kapattı. Düzgünce kapattı çıktığı evin kapısını, çarpmak istemedi. Kapıya uzanan merdivenlerden aşağı inerken çantasından çalan telefonunu çıkararak meşgule attı, kimseyle uğraşacak halde değildi. Israrla arayan kişi, kocasından başkası değildi.
Gerek annesine olan siniri, gerekse önceden yaşananların verdiği kasvetle, kocasının numarasını, otomatik reddetme listesine ekleyerek engelledi. Bunun sonuçlarının ağır olacağını o anda tahmin edemedi, başına gelecekleri tahmin etmeden, sonradan düzeltme düşüncesiyle engellemişti. "Sakın bir daha kapımdan geçme, cehennemin dibine kadar da yolun olduğunu unutma." Evin kapısını açarak ardından seslenen annesine, dönüp bakmak bile istemedi, sözleri nasıl gücüne giderse gitsin, sakin kalmayı tercih etti. İnsan yok saydığı birine kin duymamalıydı, onun gibi annesi olmayacaktı bundan böyle. Bir annesi vardı, o da Yeliz Hanım'dı, ondan başka kendisine saygı gösteren ve gerçekten seven kimsesi yoktu.
Okulda geçen zamanında dalgındı, aklını kurcalayan düşüncelerle savaşmak çok zordu. Sinirinden soluk soluğa koleje geldiğinde, ilk işi kantine girmek olmuştu. Bir çay alarak kantindeki masalardan cam kenarında olana oturdu. Kendisine annesinin destek çıkmaması değil, annesinin sevgisine layık olamaması canını acıtıyordu. Ne bekliyordu ki, zaten oraya gitmesi başından hataydı. Neslihan Hanım, Hande'den başka ne varsa sevmişti hayatta. Sevdirememişti kendisini, ne istediyse başarmıştı ama annesinin kalbini kazanamamıştı. Önündeki çayının biraz soğuduğunu düşündüğünde eline aldı, buraya taşıması zor olmuştu ama dökmeden masasına getirebilmişti.
Yaşadıklarının etkisinden henüz tam olarak çıkabilmiş değildi. Neler söylemişti kendisine öyle, nasıl zehir kusmuştu. Bazen kendisini suçlayacak gibi oluyor ama sonra, Yeliz Hanım'ın sevgisini hatırladığında, kendini suçsuz olduğuna inandırıyordu Hande. Sonuçta kendi kanından olmayan kadına sevdirmişse kendisini, sorun kendinde olamazdı. Sadece Yeliz Hanım değildi üstelik, birçok seveni vardı. Uzun zamanın ardından Nurcan Hanım'ın katılaşmış yüreğinin buzlarını eritmişti, sevgisini kazanmayı başarmıştı. Teyzesi Dilek Hanım vardı, arkadaştan öte, dost gibiydiler onunla, sevginin ötesine geçmiştiler. Efsun zaten her zaman yanındaydı, her konuda destek olurdu kendisine.
Bunca insanın kalbinde yer edinmeyi başarmışken, annesinin sevgisizliğinin nafakasını kendisine kesemezdi. Böyle haksızlığı kendisine etmesi doğru değildi.
Düşüncelere dalmış şekilde çayını yudumlarken aklına gelen son olayla beraber, gayri ihtiyari tebessüm etti. Elini, masanın üzerindeki çantasına uzatarak fermuarını araladı. Dünü hatırladı, Fatih'le okul koridorunda son görüşmelerini anımsadı. Bugün kendisine hiç rastlamamıştı, belki okulda değildi, bilemedi nerede olduğunu. Çantasından çıkardığı çikolatalara gülümsedi, yiyebilecek zamanı ancak şimdi bulabilmişti. Dün vermişti kendisine, dünden sonra daha görmemişti. Çayını içmeye devam ederken çikolataları da keyifle yemeye başladı. Bir bardak çay eşliğinde iki küçük çikolatayı bitirirken saatini kontrol etti. Yetişmesi gereken dersi vardı, yerinden doğrulmadan önce çayının son yudumunu içerek bitirdi.
Çalıştığı kolejin binası epeyce büyüktü, kendisi açısından aradığı yeri bulmak, kimi zaman zorlaşırdı. Yan binaya girerek merdivenlere yöneldi, öğrencilerin çoğu derse girmişti, kalabalık olmadığı için zorlanmazdı merdivende. Normalde daima asansörü kullanırdı ama şimdilik merdiveni kullanmasında sakınca olmayacağını düşündü. Kendisine spor olması açısından uzunca üç katı yukarı çıkarak istediği kata geldiğinde adımlarını durdurdu. Bir süre bakındı, kattaki nöbetçi öğretmene, gireceği sınıfı söyleyerek bilgi almak istedi. Bir kat fazladan çıktığını, nöbetçi öğretmenin, sınıfın bir alt katta olduğunu söylemesi sonucu anladı. İnmek zaten, çıkmaya göre daha kolay olacaktı. Nöbetçi öğretmene teşekkür ederek tekrardan merdivenlere yöneldi.
Çaresiz kalışını, annesinin evinden hayal kırıklığı içinde ayrılışını tekrardan hatırladı. Zaten hiç unutmamıştı, unutulacak gibi değildi gösterdiği tepki. Soluklanarak merdiveni inmeye başlarken gözlerinin dolmaması için kendini sıktı. Öyle annenin yokluğuna ağlanmazdı, yanında olsa yine timsah gözyaşlarına kanabilirdi, böylesi daha doğruydu. Elindekilere sıkıca sarılacak, bugün gördüklerinden sonra Yeliz Hanım'a sıkıca sarılacak, onu hiç üzmeyecekti. Sarsak adımlarını güçlü tutmaya çalıştı, güçlü kalacaktı. Hande, ne zaman annesinin ihanetine uğrasa, dik duracağına dair kendini şartlandırırdı. Düşünceleri arasında merdivenlerde yarıya gelmişken, kendisine çarpan bedeninin etkisiyle adım atamadı, olduğu yerde kaldı.
Tutunmaya çabaladı, elleri boşta kaldı, dengesini tek kolla sağlayamadığından ötürü tutunması zorlaştı. Yapamadan, tutunarak destek alamadan adımı kaydı, bacağı tökezledi. Sadece bir bacağının üzerinde, ittirilmesi sonucu denge sağlayamadı, bacağı işlevini kaybederek hafifçe kıvrıldı. Bedenindeki akış değişirken kalçasının üzerine sertçe yere savruldu. Düştüğüyle kalmadı, savunmasız bedeni, birkaç merdiven aşağı indi. Acıyla inlerken sesi yüksek çıktı, çevredekiler tarafından duyulacak kadar gürdü ama çok kimse yoktu. Birkaç öğrenci tarafından böyle düşürülmüştü. Normalde bina kalabalık değildi, öğretmenler zili çalalı çok olmuştu ama anlaşılan, daha derse yetişemeyen öğrenciler vardı.
"Yavaş olsana lan, öğretmene çarptın, hayvan!" Erkek öğrencilerden birinin sesini duyarken daha çok iç çekti. Yanındaki diğer arkadaşını ikaz etmişti ama konuşması hoş değildi. Böyle durumda olmasa, 'Birbirinizle düzgün konuşun' şeklinde uyarırdı ama şimdi uğraşacak durumda değildi. Sızlayan elinin bileğini ovalamak isterken kolunda hal kalmadığını düşündü. Bedeninde daha çok kolları morarmış, iki dakikanın içinde bileklerindeki yaralar şişmişti. Kendini toparlaması gerekti ama kollarındaki acıdan elini bile kımıldatamıyordu.
"Yardım edeyim hocam."
Biraz önce, arkadaşlarını kaba sözlerle ikaz eden öğrencinin sesi olduğunu anladı. Elini, bileğine uzatarak moraran kolunu kaldırdı, amacı kendisini kaldırmaktı ama öğrenci açısından zor olacağını düşündü. "Yardım edeceğim ben size, halledeceğim hemen." derken bileğini bırakarak kendisinden biraz uzaklaştı. Başı aşağıda olduğundan görmüyordu ama rahatça anlıyordu. Yanından biraz uzaklaşmış, kırılarak çevreye savrulan destek çubuğunu toparlamaya çalışmıştı. "İşi bitmiş, daha kullanılmaz ama üzülmeyin, ben kolunuza girerek revire götürürüm sizi, siz tutunun bana." Sanki sesini çok uzun zaman önce duymuştu, öyle hatırlıyordu. Okulda mı duymuştu acaba? Bilemedi... Yüzler misali sesler de benzerdi kimi zaman, ondandı herhalde. Yeniden bileğine tutunan ele sıkıca sarılan genç kadın, sağlam bacağı üzerine, çok zorlanarak bile bassa, iniltiler içinde yerden kalkmayı başardı.
"Şöyle ilerleyelim." Koluna, sımsıkı tutarcasına girerek kendisini yürütmeye çalıştı, sanki bedenini kırbaç darbelerine boğmuşlardı, yürürken canı öylesi acıyordu. Çok kötü düşmemişti aslında ama kendisi dengeyi sağlayamadığından, düşmesi ağırlaşmış, böyle tüm kemikleri acıdan birbirine dolanmıştı. "Senin dersine girmen gerek, böyle benimle geliyorsun ama doğru değil." Konuştukça sırtında hissettiği acı, soluğunu kesilecek gibi yaparken sesi düzgün çıkmıştı, zaten sesi tökezlese, cümle kurması mümkün değildi. "Sizi bırakamam hocam." Sesindeki tanıdıklık tekrar kulaklarına doldu. Daha önce algılamış da olabilirdi bu sesi, hiç duymamış da olabilirdi, bilemiyordu... Tanıdık hissetme nedenini aradı ama çözemedi, yeniden üzerinde durmama kararı aldı.
"Geldik, az kaldı." Yeniden konuşan öğrencinin yönlendirmesiyle, merdivenleri inerek köşeye döndüler. Sesi tanıdıktı ama çok uzaktan biliyordu sanki, uzun zaman önce, kısa süreliğine sesini algıladığını düşündü. Yüzüne bakmamıştı, hiç bakacak vakit olmamıştı. Başını yana doğru çevirerek, yüzünde ağırca gözlerini gezdirdi. Sesini tanıdık hissetmesi, yüzüne baktığında mantıklı geldi kendisine. Yüzüne bakarken de aynı hissi aldı, aylar önce gördüğünü düşündü ama sorsalar nerede, ne şekilde gördüğünü, zerre hatırlamazdı. Genç öğrencinin başı, Hande'nin bakışlarını gördüğünde, kendisine doğru dönmüş, yüzüne bakmıştı. Ancak on beş yaşında olduğunu tahmin ettiği erkek öğrenciyi, mutlaka daha önce gördüğünü, yüzüne dikkatle bakarken kesinleştirdi.
"Hande abla!"
Sesi, ismiyle seslenmesi sonucu epeyce tanıdıklaşırken hafızasını zorladı. Demek karşılıklı olarak birbirlerini tanıyorlardı, seslenirken kendisine, Hande'den önce tanımıştı. Yüzünü daha evvelden görmüş, sesini mutlaka algılamıştı. Başlarda düşüncesini inkar etti ama şimdilerde inkar etmesi mümkün değildi. İç çekerek yürümeye devam etti, yanındaki çocuk kolunu bıraksa, bir dakika bile bekleyemeden tekrar yere savrulurdu. Destek çubuğu kırılmışken nasıl eve gideceğini düşündü. Eve gitmeyi bırak, dersine girmesi bile çok zordu. Yanındaki çocuğu tekrardan hatırlamaya çalışırken şaşkın bakışlarını yüzünde gezdirmeye devam etti.
"Kuzey." Tanımaya çalıştığını anlamış olmalıydı ki, ismini söylemişti ama yine hatırlayamadı. O isimde birini tanımazdı, kendisini nasıl tanımış, kadının ismini bilerek seslenmişti? Çözmeye çalışırken iyice karmaşık duruma düştü. "Fatih amcamın çalıştığı okulda eğitim görüyorum." Yaptığı açıklama, eksik rayları yerine otururken kim olduğunu çabucak kavradı. Şimdi hatırlıyordu, daha önce nerede ve nasıl karşılaştığını da çok iyi hatırlıyordu.
Kahırlara bezenmiş geceyi hatırladı, mecburen annesini hastane odasında bırakan Hande, çaresizce Fatih'in evine dönerek, odasındaki pencerenin önünde dışarıyı izlerken yanına gelmişti. Gecenin ileri saatlerinde acı, daha derin yaşanırdı. Yanına gelerek kendisine teskin etmişti, sadece konuşmuştu aslında. Kuzey konuşmuştu, Hande ise dinlemişti, tepksizce dinlemişti. İnsan susarsa, karşısındakini daha güzel dinlemişti. Kuzey'in yarası, o gece Hande'nin yarasına değmişti. Kendisinin yarasına dokunmuştu, incitmeden dokunmuş, ikisinin yaralarını birbirine değdirmişti. Şimdi hatırladı yanındaki çocuğu, Fatih'in yetiştirdiği nasıl belliydi, ne kadar düzgün çocuktu. Hatıralarla dolu geceyi anımsarken yutkundu, zihni o günlere gitti.
"Yatmadın mı abla?" Aralan kapının sesini algıladığında, başlarda umursamamış, sonra gelen sese takılmıştı ama dikkat de etmemişti. "Beni de uyku tutmadı, içim daraldı, acı çeken birini görmek istedim." Kuzey, ürkek şekilde, pencere kenarına doğru ilerledi. "Birden babamı hatırladım, uykum kaçtı." Yanına gelmişti ama Hande'den biraz geride durmuştu Kuzey, çekinmişti, ürkmüştü. "Fatih Amcam olmasa, eksikliğini çok daha ağır hissederdim ama o, dört elle sarıldı hepimize." Dinledikleri ile bir vakit, ne düşüneceğini bilemedi. İyi bir insandı galiba, hep çok sinirli olsa da, kötü değildi o adam. Karabatak, siyah gözlerin sahibi; mahallenin serserisi, ailesinin tek umudu... Sadece bu kadar çözebilmişti, daha görecek vakit olmamıştı.
"Hande Abla, pencerenin önüne hep kuşlar gelir; daima eşi ile gelirdi, belki o da toprağa vermiştir sevdiğini, tek gelmiş..." Dudakları titremiş, içinde zelzele oluşmuştu. Yoksa annesi de mi gidecekti, toprak mı olacaktı? Daima eşi ile gelen serçe, sahiden de tek gelmişti. "Git!" dedi sertçe bakarken kuşa, korkudan oluşan öfkesini gönderdi. "Git penceremden, annemi alma benden!..." Sonlara doğru çaresizleşmişti sesi, ürkmüştü... Daima Nurcan Hanım'ın önüne bıraktığı tepside, tabağındakileri atıştırır, ekmekleri ufaktan bölerek, gizlice hırkasının cebine saklar, odasına geçer, pencere önüne dizerdi kuşlar için, bugün de olduğu gibi, bırakmıştı önlerine. Yaklaştı pencere önüne, ekmek kırıntılarında gezinen serçenin, gagasını kıpırdatmasına bile sinirlendi. Çok sevdiği kuşlara, zarar vermek istemezdi ama o an için gözü karardı. Aralık pencereden, kuşa elini uzattı, karnını doyuran serçenin ürkmesine sebep olurken korku ile kanatlanan kuşa, içinde beliren merhamet kırıntıları ile bakakaldı. Sağ tarafı tamamen aksarken iki elini de öne tutmuştu, elleri değil, içi bomboş olmuştu her kısmı titrerken. Yanındaki Kuzey'e döndü, boşta kalan avuçlarına baktı tekrar, serçenin canını acıtmak istememişti. "Üzmek istemedim, sadece annemin ölmesinden korktum." demişti dudakları titrerken.
"Sen kimsenin canını acıtamazsın abla, merhameti kuşlardan öğrenen kimse, can acıtmaz." İki tarafa salladı başını, "I-ıh!" dedi kelimeleri de titrerken. "Canını acıttım, bilerek acıttım..." Hırıltı misali çıktı sesi, gittikçe de boğuklaştı. "Ama acıtmak da istemedim, sahiden istemedim." Canhıraş, acı çeken, soğuk ve katı görüntüsünün altında, masum bir çocuğu görmüştü Kuzey, bilirdi eksik kalan çocukların nasıl olduğunu... Babasız büyüyen her çocuk eksikti!... "İstemedin abla, biliyorum; ben annemi çağırayım, uyanık olması lazım, o seninle ilgilenir." İyi görünmediğini, hal ve tavırlarından anlamıştı. Usulca kalkarken, "Üzülme!" demişti. "Ben babamı çok özlediğimde, kardeşime sarılırım, sen de istersen şimdi anneme sarıl, rahatlarsın..." Hızla kapıdan çıktığında, koridorda annesini aramıştı, kardeşi uyumadığı için annesi de uyumamıştı.
Geçmişten çıkarak kendini toparladı, dilindeki kelimelerle cümlesini oluşturmaya çalıştı. Ne zor geceydi öyle, Kuzey'in annesi olmasa, ona sarılmasa atlatamazdı. Ya annesi zamansızca çekip gitseydi, nasıl savaşırdı hayatla tek başına? Güçlü kalmayı Yeliz Hanım'dan öğrenmişti, gitseydi annesi, kolu kanadı kırılırdı Hande'nin. Revire geldiklerinde Kuzey'in desteğiyle muayene koltuğuna oturdu. Kısa süreli doktor kontrolünden geçerken et ezilmesi olduğunu, kırık ya da çatlak olmadığını söylemişti okul doktoru. Düzgünce, pansumanlı bezlerle sardı kollarını, önemli olmasa bile dikkat etmesi gerektiğini izah etti.
"Annen nasıl Kuzey?" Kendinden bağımsız sorarken karşısındaki doktorun diğer kolunu sarmasını bekledi. Öylesine sordu, sanki kendini sormak için mecbur hissetti. "Aynısı gibi işte, evde kardeşimle ilgileniyor." Durgunca konuşan çocuğun ardından doktorun işlemi tamamlandığında, yine çocuğun desteğiyle koltuktan doğruldu. "Teşekkür ederim." dedi karşısındaki doktora bakarak. Kuzey'in desteğiyle revirden çıkmak için yürümeye çalışırken genç, erkek doktorun, "Geçmiş olsun." demesini zoraki işitti. Yine Kuzey'in kolundan tutması sonucu ilerlerken merdivenin aksine, şimdi asansörü kullandılar. Biraz önce kendi kullansa, şimdi bunları yaşamamış olacaktı.
Genç adam, programındaki tüm dersleri tamamladıktan sonra, öğretmenler odasına geçerek eşyalarını toparlamış, elindeki kitaplarla, paydos yapmak üzere merdivenlere ilerlemişti. Oldukça hızlı adımlarla merdivenleri inerken gördüğü manzara karşısında afalladı. Kendisine doğru gelen İhsan'la karşılaşmayı beklemiyordu. Sakin kalacaktı, sabırlı davranması gerekti. Fatih, merdivenleri aşağı inerken İhsan, çıkmaya devam ediyordu. Görmeye tahammül edemeyen genç adam, yanından çıkan İhsan'ın, istemsizce omzuna omzunu değdirdi.
"Ağır ol!" Sinirli değildi İhsan'ın sesi, sakindi ama biraz alaycıydı. Ciddi değildi, oysa sinirlenince ciddi olması gerekti. Sanki Fatih'in tahammül edemeyerek omuz atışından rahatsız olmamış, keyifle uyarıyordu. "Ağır ol, sonra bana yaptıklarından en değerlilerin etkileniyor."
Başlarda konuşmasından zerre etkilenmezken tekrarlayarak kurduğu son cümle, hızla genç adamı ardına döndürdü. Aşağı indiği adımları, sinirle birkaç adım yukarı çıktı.
"Ne diyorsun lan sen, yine ne geveliyorsun aşağılık herif?!" Bir imada bulunduğunu anladı, bağırarak konuştu.
"Hande diyorum, şu an isteği dışında, kocasıyla beraber kalıyor, eski dostumu biraz ikaz ettim, gidip karısını almasını söyledim. Başlarda beni dinlemedi ama öyle etkili konuştum ki, sonunda tahammül edemeyerek geri almış. Sana benimle uğraşma dedim, sen sürekli bana, içimdeki vicdana, pişmanlığa rağmen savaş açtın. Şimdi bedel ödemeyi sonuna kadar hak ediyorsun."
Dişlerini öyle sıktı ki genç adam, sanki biraz daha birbirine bastırsa, anında döküleceklerdi. Sakin kalacaktı, karşısındakine istediğini vermemesi gerekti. Yanına yaklaşarak, iki adımda mesafelerini azalttı. Şimdi öğrendiklerinin etkisiyle söyleyecekleri, aslında içindeki düşüncelerinden ibaretti. Konuşurken tek kelimesinde yalana yer vermeyecekti.
"İhsan." dedi adını keyifle söylerken, birazdan konuşacaklarını, sabrını çok zorlarlarsalar, anında yapabilirdi. "Sana kızıyorum ama ben de masum değilim aslında. Senin cinayetten sabıkan var, benim birini zorla kaçırmaktan... Daha beni tanımıyorsun, zamanı geldiğinde, kiminle yarıştığını anlayacaksın. Bana Hande'nin yerini söyleyerek bilgi vermen iyi oldu, ikinci defa aynı suçu işleyebilirim.
Sen şimdi beni araştırmışsındır, karşıma çıkman belki tesadüf olabilir, ben tesadüf olduğuna inanmıyorum ama orası ayrı. Yani karşıma tesadüfen bile çıksan, mutlaka karşılaşmamızın ardından, hakkımda detaylı araştırma yapmışsındır. Yediğim haltlardan haberin vardır, öyle çok varlıklı bir insan değilim. Genelde eğitimimle zekamı, paraya tercih ederim. Bu nedenle sana tavsiyem, başka tarafta oyna, çok tekin değilim. Biraz daha sabrımla oynarsan, senin ipini, kendime özel, işlediğim suçu tekrarlayarak keserim."
Diğer tarafa dönerek çıktığı merdivenleri hızlı şekilde indi, koridordan okul çıkışına doğru yürümeye başladı. Gerçekten yakında Hande'yi oradan, suç işleyeceğine bilse bile çekip alacaktı. Böyle olmasına, olayların bu şekilde ilerlemesine tahammül edemiyordu. Kurtarmaya çalıştıkça, gözlerinin önünde daha derinlere saplanması, sinirlerini iyice germeye başlıyordu. Okul bahçesinden çıkarken kapıda gördüğü manzara karşısında durakladı, beklemediği kişilerin kendisine ardları dönüktü.
"Kuzey." Yeğenine seslenirken şaşkın değildi aslında, kendisini çıkışta beklemesini, dersi bitince beraber çıkacaklarını demişti ama yanında Hande'yi görmeyi beklemiyordu. "Sizin beraber ne işiniz var?"
"Ufak bir kaza geçirdim, destek çubuğum kırıldı, bana yardım etti sadece." Gözlerinde kırgınlıkla ardına dönen genç kadın, ne kadar gizlemeye çalışsa bile kendinden bağımsız böyle davrandı. Yazdıklarını şimdiye mutlaka okumuştu, Nurcan Hanım'la göndereli iki gün oluyordu ama hiç ses gelmemişti. Yardım istemişti oysa ama yardım çağrısına sessiz kalmayı seçmişti. "Biliyor musun amca, Hande abla bizim sınıfın dersine girecek artık, aynı zamanda sınıf öğretmenimiz oldu, şimdi dersimizden çıkardım. Karşılaştığımızda benim haberim yoktu, yani okulda olduğunu biliyordum ama bizim sınıfa gireceğini yeni öğrendim."
Sadece başını salladı, anladığını belirten ifadeyi yüzüne takındı. Karşısındaki kadını inceledi baştan sona, hali sahiden biraz perişandı.
"Sen iyi görünmüyorsun, evin zaten yolumun üzerinde, hadi gel seni de bırakayım." Yanına yaklaşmak istedi ama karşısındaki kadının soğuk bakışlarını anladığında ilerleyemedi.
"Gerek yok." dedi sesini soğuk tutmaya çalışan Hande, yeterince yük olduğu birinin hayatına daha çok dalamazdı. "Ben zahmet vermek istemem, zaten okulun karşısı taksi durağı, bir şekilde eve ulaşırım."
"Durakta her zaman araba olmaz, böyle bekleyemezsin Hande, destek çubuğun yok, iyi gözükmüyorsun, gel bırakayım işte seni. Zaten oradan geçeceğim, bana zararın olmaz."
"Tabii, beni evime bırakmak senin açından daha kolay." Tahammülü kalmayan genç kadın, kırgınlık içinde ilk tepkisini gösterdi. Gönderdiği mektuba en azından olumsuz bile olsa, yanıt vermeye tenezzül etmemişti. Böylesini beklememişti karşısındaki adamdan, şimdi kırılmışlığını belirtmesi gerekirdi.
"Ne demek oluyor bu şimdi?" Şaşırdığını belli etmemek için yüz hatlarını dümdüz tuttu. Sanki tripli konuşmuştu ama bunu neye dayanarak yaptığını anlayamamıştı.
"Sen anladın benim ne demek istediğimi, çok iyi anladın. Evimi çabuk öğrenmişsin, tabii işine geldi kocamın yanında kalıyor olmam."
"Yeni öğrendim, İhsan söyledi Hande, az önce karşılaştım koridorda. İleri geri konuşup yine sinirlerimi bozdu. Neden işime gelsin, ben seni her şekilde oradan kurtaracağım, sadece biraz sabırlı olalım, ikimizin de zamana ihtiyacı var. Neden bana böyle davranıyorsun, ben seni sevmekten başka bir şey yapmadım, seni asla üzmek istemem."
"Beni hayatta en çok sen üzüyorsun, şimdi gelip kurtaracağını söyleyerek oyalama, kurtaracak olsan yardım çağrımı görmezden gelmezdin. Yazdıklarıma, sana annenle gönderdiğim mektuba, olumsuz bile olsa yanıt vermedin, çünkü işine gelmedi. Sana meğer çok yük olmuşum da haberim yokmuş, öğretmiş oldun."
Genç adam, kadının kurduğu cümle karşısında kaskatı kesilirken içinde sorgular oluştu. Kelimeler çarptı zihninde birbirine, sözcükler birbiriyle savaştı. 'Yazdıklarıma, sana annenle gönderdiğim mektuba, olumsuz bile olsa yanıt vermedin, çünkü işine gelmedi.' derken nelerden söz ettiğini biraz olsun anladı. Yardım mı istemişti kendisinden, üstelik bunu yazarak mı yapmıştı? Kendisi düşüncelerle boğuşurken Hande, aksayarak attığı adımlarla kendisinden uzaklaşmıştı. Böylesini beklemiyordu. Uzun zaman sonra güvenini kazanmıştı, hem de öyle başarılı kazanmıştı ki, kendisinden yardım istemişti.
"Ah anne!" Serzeniş içinde döküldü kelimeler dudaklarından. Yapmıştı yapacağını, şimdi hesap soruşu ağır olacaktı. "Bir kere hayatıma karışmasan olmaz mı, sadece bir kere!" Kendince söylenirken dişlerini sıkarak konuştu. Çekip giden kadının ardından, karmaşık hislerle bakakaldı başlarda. Yanından uzaklaşarak okulun karşısındaki yola geçmiş, gözden tamamen kaybolmuştu.
"Şimdi gitme ardından, önce babaanneme hesap sorup olayı öğrenmen gerek amca, şu an üzerine varma." Yanındaki Kuzey, kendisinden yaşça küçük olmasına rağmen aşırı mantıklı konuşmuştu. Üzerine gitmeyecek, olayı tamamen öğrendikten sonra gönlünü almak için uğraşmaya başlayacaktı. Zaman kaybetmeden arabasına binerken yanındaki Kuzey de arka koltuğa binmişti. Bugün çözmesi gereken çok mesele vardı, hepsinin üstesinden gelecekti.
Direksiyonu kavrarken içinde düş kırıntılarıyla daha ne kadar savaşabileceğini düşündü. Yorgundu ama yorgunluğu, bedensel yorgunluk değildi, yüreği yorgundu. Sevmekten kalbi yorgun düşmüştü, yetişemiyordu olaylara. Sadece sevmekle olmuyordu demek ki, sevmesine rağmen sevdiği kadını, bulunduğu bataklığın içinden çekip çıkaramıyordu. Rahat vermiyorlardı kendilerine, rahat bıraksalar böyle olmayacaktı. Yaşamaları gereken hayata yetişemiyordu, ellerinin arasından kayıp giden hayatı tutamıyordu.
"İyi, aracı çabuk bulup bindi." Arabasını, özellikle o yoldan sürerken taksi durağının önüne, göz ucuyla bakış attı. Hande'nin arabaya bindiğini gördükten sonra rahatça soluk alarak aracını oradan uzaklaştırdı. "Bulamasa araba, gerekirse zorla kendi arabama bindirecektim." Uzaklaştırırken arabasını tamamen, tekrardan nasıl ikna edeceğini düşündü. Hassas kalbini nasıl kırıldığı yerden onaracaktı? Kaç kere sevmesi gerekti yüzünü güldürebilmesi için, kaç kere yüreğinde yer açması gerekti? Dudaklarında oluşan buruk tebessüme engel olamadı, bir kadına kırgınlığın bile nasıl böylesi yakıştığını düşündü.
"Beni Birsen'le gördüğünde yine aynısını yapmıştı, dinlemeden yargılamıştı. Bizi sevgili sanmış, benimle konuşmadan, savunmamı dinlemek istemeden kırılmayı seçmişti. Şimdi nasıl ikna edeceğim, nasıl alacağım gönlünü? Ben onu üzmek istemiyorum, gözünde aklanmak istiyorum ama canının acımasını istemiyorum. Şimdi tam anneme güvenmişken, onunla güzel ilişkileri varken ben kalkıp ardından oyun oynadığını söyleyemem."
"Önce olayı öğrenelim amca, sonra ben söz, sana yardım edeceğim. Olmadı, ufak bir yalan söyleriz, ben bulurum, kurarım bir senaryo, hallederiz ama önce babaannemle konuş. Yalnız ne olur kadının çok üzerine varma, bana kalırsa, kötü niyetinden yapmadı. Gerçekten dediği gibi senden yardım istediyse, başının belaya girmesinden endişelendi, hata yapmanı istemedi."
"Sorun zaten burada Kuzey, bize güvenemiyor. Yaa ben otuz yaşında adamım, yasa dışı iş yapmam. Bir kere yaptım, onda zaten elimde imzalı kağıt vardı, tam anlamıyla suç sayılmazdı. Biz doğru düşünmeyi bilmezmişiz gibi adımıza karar veriyor. Bana ait kapalı zarfı açmış, yaptığından hiç rahatsız da olmuyor. Kaç yaşına gelirse gelsin, ne yaşarsa yaşasın, hiç akıllanmıyor. Tam değişti diyorum, düzeldiğini söylüyorum, geri fabrika ayarlarına dönüyor."
Konuşmalarını sürdürürken elini sinirle direksiyona geçirdi. Yaşananlar akıl alır misali değildi, yine istemeden kırmış, üstelik tekrardan annesinden ötürü incitmişti. Yoruluyordu, toparlamaya çalışırken elinde parçalanarak dağılanlara yetişemiyor, çok sevmesine rağmen kurtaramıyordu. Gözlerini hatırladı, hüzünlendiğinde ışığı sönen kehribar gözlerin hüznüne bile tekrardan sevdalanabilirdi. Gün ışığını anımsatan, hüzne kapıldığında şiire dönen gözlerin sahibini sevmekten yorgun düşmüştü. Kısacası, yaşarken toparlamaya çalıştıklarından bitap düşmüş, olanlar üzerine gelmeye başlamıştı.
Allah'ın, insana kaldırabileceğinden daha çok yük vermeyeceğini düşündü, mutlaka hepsinin üstesinden geleceğine inanıyordu. Kolay değildi son zamanlarda yaşananlar, önce İhsan çıkmıştı karşısına, sonra onun kim olduğunu öğrenerek tekrardan kine bulammıştı yüreği, biraz da nefretten yorulmuştu, çevresindeki iğrenilesi insanlardan halsiz düşmüştü. Daha Aras'la baş etmesi zorken ona ortak olarak İhsan çıkmıştı karşısına. Kardeşinin katili, sevdiği kadının çevresinde tehlike misali dolaşırken çıkmaz sokaklara düşmüştü. Hepsinin üstesinden gelecekti, bir adım bile geri gitmeden tamamını çözecekti.
"Daha güçlü olacağım!"
Kendine güç vermeye çalışırken direksiyonu sollayarak mahalleye girdi. Gecekondunun biraz gerisine aracını park ederek hızlı şekilde arabasından indi. Arka koltuktaki Kuzey de indikten sonra kapıları kapatan Fatih, ardından gelen çocuktan önce evin bahçesine girdi. Sert adımlarla bahçeyi geride bırakarak kapıya uzanan küçük merdivenleri çıktı. Ceketinin cebinden çıkardığı anahtarla evin kapısını açarak içeri girerken kapıyı ardından açık bıraktı, birazdan Kuzey'in geleceğini biliyordu, şimdi tekrar ona kapı açmakla uğraşamazdı. Elindeki anahtarı köşedeki konsola atarak içeriye ilerledi.
Nurcan Hanım, mama sandalyesine oturttuğu Yasemin'e mama yedirmekle uğraşıyordu. Böyle bakınca gerçekten annesini anlayabiliyordu, çok emektar kadındı ama gösterdiği emekler, yaptıklarını haklı çıkarmazdı. Başına tülbenti ardından bağlamış, elinde mama tabağıyla, sandalyenin önüne eğilmiş, oyun oynatarak yedirmeye çalışıyorken kendinden geçmiş hali vardı. Boğazını temizleyerek biraz öksürürken geldiğini belli ederek dikkat çekmek için uğraştı.
"Yavrum hoş geldin." Kendini hafifçe çevirerek ardına dönerken tebessüm etti Nurcan Hanım. Elindeki tabağı indirmedi, elinden bırakmadı. Bakışlarının birazı Yasemin'de, birazı da kendisindeydi. "Yedirdim çoğunu, bitirmek üzere, biliyor musun, beni bugün hiç üzmedi. İlaç içirirken biraz ağladı ama mucize misali, ağlayarak bile olsa içirebildim."
"Çok sevindim anneciğim, şimdi müsaaden olursa konuşacağız, elindekileri bırak, beni dinle." Tavrı karşısında biraz gerilerek elindekini mama sandalyesi üzerine bırakan Nurcan Hanım, eğildiği yerden doğrularak tamamen ardına döndü. "Buyur oğlum." derken gözleri, Fatih'in bakışlarına değdi. Öğrenmiş olabilir miydi mektup olayını? Düşünmek istemedi, öğrenmişse eğer, ağır tartışma çıkacaktı. "Neden anne, söyler misin neden?" dedi merakla hesap sormak için ilk cümlesini kuran genç adam. Sözlerini devam ettirirken isyanla konuşmaya başladı.
"Sen niye değişmiyorsun anne, ben niye sana tam anlamıyla güvenemiyorum, niye tam güvenecekken aynı hataları yapıyorsun?"
"Ben." dedi sesi tökezleyerek alçalan Nurcan Hanım, ürpertiden sesi öyle cılızlaştı ki, kendi zor algıladı sesini. "Ne yapmışım yavrum?"
Konuşmaları sırasında içeriye, kapıdan girerek dış kapıyı örten, içeriye doğru ağırca yürüyen Kuzey'i gören Fatih, eliyle içeriyi işaret etti. "Odana!" dedi ikazcı şekilde genç adam. Kuzey ise tam tersine, kalarak tartışmayı dinlemeyi çok seviyordu ama amcası böyle konularda çok otoriterdi. "Ben olayı biliyorum, kalsam iyi olabilir." Alaycı sesle kalmak için istekte bulunurken Kuzey, karşısındaki amcasının bakışlarındaki keskinliği gördü. "Sana hemen içeri dedim, iki oldu, üçüncüsünü tekrarlamam." Söyledikleriyle korkudan gözleri irileşirken odasına doğru koşar adımlar atmaya başladı. Gittiğinden emin olduktan sonra tekrardan bakışlarını annesine çevirdi.
"Hepsini biliyorum anne, rica ediyorum anlat, sorumu cevapla, sen ne zaman değişeceksin, ne zaman adımıza kararlar almaktan vazgeçeceksin? Senin yüzünden Hande bana küs, gözleri kırgınlıkla bakıyor. Başlarda anlamadım niye böyle yaptığını ama konuşurken ağzınadan kaçırdı. Bilmezden gelme, ben öğrendim hepsini. Yani öğrenmesem, şunu da merak ediyorum, daha ne zamana dek saklardın? 'Ben sana yük olmuşum.' dedi bana, şimdi nasıl gönlünü alacağımı bile bilmiyorum."
"Yalvarırım söyleme, mektubu benim sakladığımı deme. Bana güvenmişken tekrar güvenini kaybedemem. Ben mecbur kaldım oğlum, yardım istiyordu senden, 'Beni gerekirse yeniden zorla alıkoy' diyordu, seni korumak istedim. Yaparsan suç işlemiş olacaktın, yakalanıp hapise girersen ne yapardım ben? Hadi ben neyse de, kızını düşün, Yasemin zaten öksüz, bir de yetim mi kalsın? Söyleme ne olur, sakladığımı anlatma."
"Anlatamam!" Sözlerini, sesini yükselterek kurduğu tek kelimelik cümleyle böldü, tahammülü kalmamıştı. "Allah kahretsin ki anlatamam, canını acıtamam. Sana güveni kırılırsa, tutunacak kimsesi kalmaz, üzülür ve yıpranır, ben bunu göze alamam. Biliyor musun anne, hayatımı darmadağın etmekten hiç sıkılmıyorsun, sürekli toparladıklarımı kırıp döküyorsun. Yaa yoruldum artık, yoruldum anlıyor musun? Bir taraftan Hande'nin aşağılık kocasıyla uğraşıyorum, diğer tarafta İhsan denen şerefsiz, bir yandan iş stresi, öteki taraftan tamirhanedeki sıkıntılar, gerçekten bunaldım.
Geride bırakabilme imkanım vardı, onu da sen ardımdan iş çevirdiğin için kaybettim. Hande şu an nerede biliyor musun, kocasının yanında, isteği dışında duruyor. Biraz erken yetişebilsem, dediğini yapıp alır götürürdüm buradan, Yeliz Hanım'la kalırken onun yanından alırdım. İlk defa bana güvenerek benden yardım istemişti, şimdi güveni kırıldı. Yine yapacağım, alıp götüreceğim buralardan, ne yaparsanız yapın, engel olamayacaksınız."
"Yapamazdın, Yeliz kalırken de alamazdın, öyle kolay değil o işler. Yokluğu anlaşılırsa, kocası olacak adam, sadece senin inadına peşine polis takardı. Göründüğü gibi kolay değil kanundan kaçmak."
"Yapacağım anne, o daha kiminle inatlaştığını bilmiyor. Olur ya mahkeme, bizden taraf davranmazsa, ben kanuna baş kaldırmasını iyi biliyorum. Önce bekleyeceğim, elimizde yasal imkanlar varken sonuna kadar değerlendireceğim. Baktım olacak gibi değil, yurt dışına kaçıracağım gerekirse ama yardım isteğini boş çevirmeyeceğim."
Karşılıklı sustular, kısa süreli sessizlik oluştu. Suskunluklarına sakladı kırık düşlerini, şimdilik sessizliği seçti. Elini, üzerindeki uzun hırkanın cebine koydu, katlayarak sığdırdığı zarfı çıkardı. Yırtılan zarfla beraber, içerisindeki kağıtlar, katlandığı için yıpranarak buruşmuştu. "Saklayacak yer bulamadığım için yanımda taşımak zorunda kaldım." Sesi kısıkça çıkan kadının acısı, yüreğini eziyordu şimdilerde. Yanında taşırken oğluna vermesi an meseleydi aslında, daima vermekle vermemek arasında kalmıştı. Hande'den teslim alalı iki gün olmuş, Nurcan Hanım, iki gün boyunca kendiyle savaş vermek zorunda kalmıştı. Elinden buruşmuş kağıt destesini alırken sinirli bakışlarını yüzünden indirmedi.
"Yemin ederim, annem olmasan, bana ait kapalı zarfı açtığın için seni mahkemeye verirdim. Dua et Hande, o adamın elinden sıkıntısızca kurtulsun, yoksa seni sonsuza dek affetmem."
Kurduğu cümle, kadının yüzünün sapsarı kesilmesine neden olurken gözleri doldu. Bir an annesine üzülecek gibi oldu ama geri adım atmadı, tekrar sineye çekemezdi. Yaptığı çok ağırdı, getireceği sonuçları daha görmemişlerdi bile, kim bilir nelere sebep olacaktı sakladıkları. Uzaklaşarak odasına giren oğlunun ardından dolu gözlerle bakakaldı, yaptığının doğru olmadığını çok iyi biliyordu. Böyle olsun zaten istemezdi, olayları gözlemledikten sonra mektubu verecekti, mutlaka teslim edecekti. Sürekli saklamayı vicdanına yakıştırmazdı ama Fatih, öncesinde öğrenerek karşısına geçmişti.
Dolan gözlerine engel olarak tekrar mama sandalyesindeki Yasemin'e ilerledi, yutkundu ağlamasını durdurmaya çalışırken. Yine günah işlemişti, işin acı kısmı, işlemeye mecbur kalmıştı. Sandalyenin önüne eğilirken bıraktığı tabağı eline aldı. "Hadi aç kuzum ağzını, bitirelim şunu, az kaldı zaten." Konuşmasını sürdürürken kaşığı mamayla doldurdu. Sakin kalacaktı, sızlayan vicdanının inadına sakinliğini koruyacak, üzüntüsünü ezerek üstüne basacaktı. İşlediği hataya rağmen dik duracak, Hande'den vazgeçmeyecek, daima yanında duracaktı.
Yanından uzaklaşırken odasına doğru ilerledi. Yorgundu, yüreği çok halsiz düşmüştü, yaşananların hepsine yetişemiyordu. Kendine ait odaya girerek kapısını elinin tersiyle, umursamazca kapattı. Yatağına doğru ilerleyen genç adam, yorgunca oturdu yatağı üzerine. Elindeki kağıdı şimdilik yatağın üzerine, kenara bırakarak, başını yatak başlığına yasladı. Öyle yorgundu ki, halsizlikten gözleri ağrıyordu. İçerisi yanan gözlerini sımsıkı kapatarak dinlendirmek istedi. Kapattığı gözleri önüne, kısa sürenin ardından, kadının kırgınlıkla bakan kehribar gözleri geldi. Dudakları keyifle kenara kıvrıldı, kendisine kırgınlıkla bakan kadın, hüznün yakıştığı sayılı insanlardandı.
Yatağın kenarına bıraktığı kağıt destesine uzandı eli, yazacakları okumasının ardından hayatı daha çok değişecekti. Hande'nin kendisine olan hislerini daima merak eden Fatih, yazılanları okumaya kendini tamamen hazır hissediyordu. Dağılmış kağıt yığınını eline alarak, kendisine yaklaştırdığı kağıtlara göz gezdirdi. Düzenli tutarak okuması gerekti, zarfı yırtan annesi, kağıtları da dağıtmıştı. İşi gereği daima yazılı kağıtlarla uğraştığından ötürü, rahatlıkla, dağılan kağıtları, saniyeler içerisinde düzenledi.
Eline birinci sıradaki kağıdı alırken düzenli, bilgisayar çıktısı misali yazılmış el yazısı çekti dikkatini. Proje için beraber çalışmalarına rağmen el yazısına çok dikkat etme fırsatı olmamış, burada gördüğünde dikkatini çekmişti. Düzenlediği kağıtların ardından, birinci sıradaki kağıdı eline aldı, öne çıkararak, kendisine yaklaştırdı. Dikkatlice satırlara odaklanırken merakla, mürekkepten kağıda dökülmüş cümleleri okumaya başladı.
"Söze nasıl başlanır bilmiyorum, sana tam anlamıyla, kendimle ilgili neyi nasıl anlatacağımı da bilmiyorum açıkçası. Seni ne kadar tanıdığımı soracak olsan, ben daha kendimi bile tanımıyorum ki... İnsan tanımadığı birinden nasıl yardım ister, ben kendime soruyorum ama yıllarca evini aramış bir kadın olarak, yanıtını daha bulabilmiş değilim. Doğru okudun, senden yardım istiyorum, çünkü içerisine girdiğim labirentten çıkmak için çaldığım tüm kapılar yüzüme kapandı. Biliyorsun zaten, yaşadıklarımı gördün; anlayacağın ben biraz kendim ettim, kendim buldum.
Sen bana çocukluğundan söz etmiştin hani, yazarken küçük çocuğun hikayesiyle başlamıştın satırlarına. Ben küçük çocuk olamadım ama yarım kaldım, sana yarım kalan çocuğun kırık düşleriyle geldim. Sen toparlanırken ben kırıldım, eksildim ve dağıldım, darmadağın oldum. Benim masalımın kötü cadısı, öz annemdi, hiç çekinmedi, kendi annem olduğu için bile utanmadı yaşattıklarından. Söze hangisinden başlasam bilemedim, yarım bıraktıkları öyle çok ki, anlatmaya yetişmekte zorlanacağım.
Sana babamdan daha önce söz etmedim, sadece annemi bilir, beni annemden korumak için uğraştın daima."
Elinde kağıtla beklerken satırlar içinin derinliklerine işledi. Kendisinin tanımadığını düşündüğü babasını, genç adam yakından tanıyordu. Öz annesinden korumasını babası istemişti kendisinden. Şimdi okuduğu satırların ağırlığında eziliyordu yüreği. Günü gelince anlatacaktı ama şu an mümkün değildi. Yaralarının üzerine başka yaralar ekleyemezdi, daha derin kanatamazdı kadının yüreğini. Karşısına geçip 'Baban seni hep sevdi, o suçlu değil.' demek isterdi ama şimdi yapamazdı. Elindeki kağıdı tekrardan yaklaştırarak görüş alanına getirdi.
"Benim babam, beni canından çok severdi, benim için göze alamayacağı tehlike yoktu zamanında. Tüm kötülüklerden beni koruyacağını, daima kahramanım olacağını söylerdi. Daima annemle tartışırlar, geçimsizlikler yaşarlar, annemin aksine babam, etkilenmeyeyim diye bana belli etmemeye çalışırdı. "Sen benim canımsın." derdi bana hep, şefkatle basardı göğsüne, annemin göstermekte zorlandığı sevgiyi, bana tek başına vermeye çalışırdı. Yalan olduğunu, cinayetle yargılandığını öğrendiğim gün anladım. Beni aslında söz ettiği gibi sevmemişti babam, sevse düşünür, bir başkasının canını almazdı.
Çalıştığı firmadaki ortağını öldürmekle suçlanan babam, cinayetten tutuklandı, o gün küçücük dünyamı başıma yıkarak cezaevine girdi. Kendime, sadece babamın içinde olduğu, kendimce kurduğum küçük dünyamın başıma yıkılışı, küçük değil, ağır oldu. Dağıldım, darmadağın oldum babamdan sonra, yaşayacaklarımı düşünmeden, bir cana kasıt etti. Bir daha onu babam olarak kabul edemezdim, adil olmam gerekti. Daha on dört yaşında, lise öğrencisi bir çocuktum, herkes okulda, 'Katilin kızı' diye dalga geçmeye başlamıştı benimle.
Böyle durumda, aldığı canın hesabını sormam gerekti. Hayata karşı adil davranmak isterken babama ne kadar düzgün davrandığım tartışılır. Çok ağır konuşmuştum, 'Senden utanıyorum' demiştim elleri kelepçeli, cezaevine götürülen babama... Söylediklerime rağmen, gidişinin ardından bekledim babamı. 'Suçsuzdur belki' dedim, kendimi bununla avutarak bekledim. İnsan sevdiklerini pencere önünde beklediğinde, çabuk geleceğine inanırmış. Bir pencerenin önünde, yüreğimde kırılmış, parçalara ayrılmış umutla bekledim.
Babam gelmedi, annemin dediğine göre gelmeyecekti. Giderken beni eksilterek gitti, gelmeyeceğini kabullenemeyen bedenime inme indi. Bir anda düştüm yere, okuldan döndüğüm gün, daha on dört yaşını tam doldurmadan, doğum günüme iki gün kala geldi başıma. Felç geçiren bedenim, uzun süre toparlanamadı. Pencere önlerini çok sevdiğimi sanan Neslihan Annem, hasta yatağımı pencere kenarına hazırladı. Oysa benim pencere önlerine beslediğim sevgi, babamın geleceğine dair umutlarımdan ötesi değildi.
Pencere önüne sakladığım umutlarla, babamın gelmesini, hasta yatağımda bekledim. Babam gelmedi, yine bekledim, hasta olduğum için, ilk zamanlara göre daha direniş içinde bekledim. Sanki babam gelirse, çabucak iyileşecek, yine kollarımı açarak ona koşacaktım. Sessizliğe maruz kaldı bedenim, hastalık sardı her yanımı. Yürüyemiyor, kollarımı kımıldatamıyor, konuşarak tek kelime bile edemiyordum, zerre sesim çıkmıyordu. Gözlerimden başka, bedenimde haraket eden kısım kalmamıştı.
Zaman ilerledi, kapanmayacağını sandığım yaralar kabuk bile tuttu ama babam bir daha hiç gelmedi. İyileşmeye bile başlamıştım, usulca haraket ediyor kollarım, birkaç kelime olsun konuşmaya başlamıştım. Yatağımdan çıkmaya başladığımda ilk olarak tekerlekli sandalyeye oturmuştum. Ben bunlara meydan okurken annem, bir kere olsun bana destek çıkmamıştı. Sadece bakımımı üstlenir, en iyi doktorlara bedenimi emanet ederdi ama annelik bu değildi. Neler yaşadığımı, neler hissettiğimi bilsin istemiştim, bilememişti, içimde kopan kıyametleri görmek istememişti.
Hayallerimi çöpe atan, beni üniversite sınavına girmek istediğimde götürmek istemeyen yine annem olmuştu. Okumamaya ikna etmiş beni, 'Böyle hasta halinle okuman çok zor, daha masraflı, bizim gücümüz yetmez.' demişti. Ben yarı sakat bedenimle hayata direnmeye çalışırken bir mucize olmuş, yaşadığım bir takım felaketler, beni hoş güzelliklere sürüklemişti. Fırtınanın sürüklediği yerler, hiç böyle güzel olmamıştı. Ufak kaza atlatarak hastaneye kaldırıldığım gün tanışmıştım Yeliz Anne'mle, bana bir anneden daha ötesi olmuştu. 'Ben senin annen olacağım, ne kadar yaran varsa saracağım.' demişti bana. Önce annem, ardından arkadaşım, en yakın dostum olmuştu.
Beraber bir yola çıkmıştık, umudumu kaybettiğim yerde beni tekrar okumaya ikna etmişti. Benim hayallerime ortak olmuş, benden çok heveslenmişti okumama. Sözümü tuttum anneme, üniversiteyi birincilikle kazandım, en güzel şekilde eğitimimi tamamladım. Yetmedi tüm bunlar, sözümü tutunca hayırlı bir evlat olamadım. Yaptığı iyiliklere karşılık, hep canını acıttım annemin, istemeden onu çok üzdüm. Neler yaptığımı sormazsın herhalde, senin için tahmin etmesi zor olmamalı. Bazen yaptıklarıma ben bile inanamıyorum, bana kızmak istersen çekinme.
Sözüm tam olarak burada başlayacak, sana yazarak anlattıklarım, asıl şimdi anlam kazanacak. Ben daha önce, 'Hırpaladın Sol Yanımı' türküsü çalarken baktım gözlerine, sen beni hem hırpalayandın; hem de açtığın yaralara, siyah gözlerinle şifa olan adam... Orada ilk defa korkusuzca gözlerinin içine bakarak senden yardım istedim. Çarem kalmadı, beni anlamaya çalışmanı beklemiyorum senden, sadece bana olan hislerine sahip çıkmanı istiyorum. Sana yüreğim asla boş değil, hislerin karşılıksız değil ama ben kalbimdekilere ancak bu kadar sahip çıkabildim.
Bakmaya korktuğum, bakınca doyamadığım gözlerine tutuldum ben senin. Elimden geleni yaptım ama bundan öte direnemiyorum. Bana küçükken, büyüyünce ne olmak istediğimi sorduklarında hep, 'Güçlü olmak istiyorum.' derdim, kendime verdiğim sözü tuttum. Ne kadar başarılı olduğum bilinmez ama hoyratça esen rüzgarlara daima direndim. Oysa dallarım kırılmaya çok müsaitti, ben kırılsam bile içimde kırıldım, kendi kendime tekrar yeşerdim. Gücümü buraya kadar kullanabildim, daha ötesine ilerleyemiyorum.
İçimde sana karşı direnen sonsuz sevdamla, bir bilinmezliğin içinde kaybolmak istemiyorum. Ben, türküyü dinlediğimizde, gözlerine bakarak yardım istemiştim senden hani, şimdi satırlarımla istiyorum aynı yardımı. Kaybedecek neyim kaldı şu hayatta, bir sen varsın, senden ötesine geçemiyorum. İsteğimi nasıl yanıtlayacağını bilmiyorum, umrumda değil açıkçası. Beni nereye götüreceğin, nerede saklayacağın, bunlar da umrumda değil. Sadece sen ol yanımda, beni kurtar. Ben kendime çok geç kaldım ama sana kalmayacağım, ne olur sen de bana gecikme. Bilirsin, hayat geç kalmayı affetmeyecek kadar kısa..."
Elindeki son sayfanın satırını tamamlarken öylece durdu. Kağıt elinde kaldı, bekledi sadece. Sözleri çok açık ve netti aslında, son dediği ise çok anlamlıydı. Hayat geç kalmayı affetmiyordu, geç kalınan hangi hayat, yaşamaya benzerdi. Dediğini yapacaktı, üstelik gecikmeden yapacaktı. Yerinden doğrulurken öylece, ardına bile bakmadan odasından çıktı. Saatler geceyi geçiyordu ama okuduklarının ardından eve sığmıyor, duvarlar üzerine geliyordu. Ara holde asılı olan portmantodan ceketini alarak evden çıktı. Gecenin geç saatlerinde üzerine çarpan kesici soğuk hava bile kendisini tam anlamıyla rahatlatamamıştı. Anahtarla kapılarını açtığı arabasına binerek anında aracını çalıştırdı. Rastgele sürmeye başladı, direksiyonu kavrarken nereye gideceğini bilmiyordu.
Yollar akıp gidiyordu, yıllar misali geçiyordu... Sokak ışıklarının aydınlattığı karanlık gecede, ellerinin altındaki direksiyonu bilinçsizce işletiyordu. Nereye gideceğini, çaresizliğe maruz kalmış sevdasını kimlere haykıracağını bilmiyordu. Umutsuzluğa düşmeden, tek başına hepsinin üzerinden gelecekti. Güçlü olacaktı, çünkü biliyordu, her zorluğun üzerine geldiği şu vakitler, kendisinin dönüm noktası olacaktı. Üzerine savrulurcasına gelen sıkıntılardan, gün gelecek tamamen kurtulacaktı. Hayatın zorlukları, güzel günlerin habercisiydi aslında. İnadına daha güçlü olacak, asla direncini kaybetmeyecekti...
Bazı hayatlar, bizden bağımsızca zayi olurdu. Çürür giderdi de anlayamazdık, ellerimizin içinde erirdi, ziyan olurdu. İki hayat, iki ayrı aşk, göz görerek zayi oluyordu.
Hande, o akşam geç saatlerde eve döndüğünde, nereye ait olduğunu bile bilmiyordu, tek bildiği, geldiği evin kendi evi olmadığıydı. Yaşayacaklarından habersizce geldiği evde, hak etmediği kadar ağır şiddete maruz kalmıştı. Sabah, kendisine neleri getireceğini bilmeden, kocasının numarasını engellemesi, akşam eve epeyce ileri saatlerde döndüğünde, ağır darbeler aldırdı kendisine. Dirayetli durmaya çalışırken devrildi üstelik, kendini koruyamadı. Çok güçlü olmaya çalıştığı zamanlarda, kendini koruyamamıştı.
Yatağında, bedenine aldığı darbelerle yatarken annesinin ahının her gün daha çok tuttuğunu hatırladı. Bunları sonuna dek hak ediyordu, kendi ettiğini bulmuştu. Pencere önündeki yatağında uzanırken pencere önüne sakladığı umutlara tutunuyordu. Günler önce Fatih'e gönderdiği mektubu anımsadı Hande. Orada pencere önüne sakladığı umutlardan söz etmişti. Yıllar önce babasını beklediği gibi şimdi sevdiği, kendisine haram olan adamın gelip kendisini kurtarmasını, içinde perişan edilmiş umutlarla bekliyordu. Yüreğinde tekrardan yeşeren sevdanın gölgesinde bekliyordu sevdiği adamı, kırgın olmasına rağmen gelmesini, pencere kenarındaSe, perişan halde beklemeye devam ediyordu. Sevmek direnişse eğer, direniş içinde yollara bakıyordu...
Bölüm sonu...
Arkadaşlar, Hande'nin kurtuluşu çok yakın, haberiniz olsun.
Her geçen gün biraz daha kurtuluşuna yaklaşıyor, son sahnede yaşadıkları dönüm noktası olacak.
Diğer bölümde çok farklı bir Hande göreceksiniz, kendiniz bile gördüklerinize inanamayacaksınız.
Yazdıklarını, Fatih'e gönderdiklerini nasıl buldunuz?
Nurcan'a kızgınsınız, biliyorum ama evladını göz görerek hapise gönderemezdi. Ayrıca mektubu verecekti, sadece biraz çelişki yaşadı.
Diğer bölümde görüşmek üzere, sağlıkla kalın... |
0% |