@mavi_melekler
|
Ülkenin bitmeyen sorunlarını konuya aldığım bölümlerden birine geldik. Son sahneye doğru kanım çekildi ama yazmaktan vazgeçmedim arkadaşlar. Bir ara daraldım, ara verdim, dinlendim ama geri döndüm çok şükür. Söylemekten vazgeçmeyeceğim, kadın annedir, hayatın kendisidir, kadınlara kalkan eller kırılsın!
Şu bilinsin ki, ben asla bu bölümü keyif alarak yazmadım. Psikolojik şiddetle büyümüş biri olarak söylüyorum, Hande biraz da benim çocukluğumun izlerini taşımakta. Yazarken yabancılık çekmedim ama buna rağmen çok da kötü oldum.
Bundan sonra hiçbir olay eskisi gibi olmayacak, bölüm bize dönüm noktası tadında oldu. Yeni bir olay akışına geçiyoruz, umarım okuduğunuzda sakin kalabilirsiniz. Ben yazarken delirdim, şekilden şekile girdim.
Söylemeden geçmeyeyim, ramazanı şerifiniz hayırlara vesile olsun, Allah tuttuğunuz oruçları kabul etsin. Benim için güzel geçen bir ramazan ayıydı, umarım sizler için de öyledir. Bayrama hayırla kavuşalım inşallah.
Bölüm Şarkımız: Barış Akarsu / Vurdum En Dibe Kadar
Son sahnelerin her zerresine şarkımız işledi. Hande'nin güçlü kalma çabalarını okurken şarkıyı bırakmayın, daima dinleyin.
Keyifli okumalar diliyorum, umarım okurken keyif alabilirsiniz, biraz zor biliyorum ama bu günler geçecek.
44. Bölüm: "Kuşlara Yardım Yataklıktan İnfaz Edilmek"
Umudun propagandacısıdır bazı kadınlar, karamsarlığa yer vermezler. Geceden sabaha kadar gördüğü şiddeti, gündüz kalktıklarında, ağır makyajla kapatırlar. Gülüşlerin ardına saklarlar nice hüzünleri, baharı sığdırırlar bakışlarına, oysa yüreklerinde zemheri ayazı esiyordur. Yetişmesi gereken hayat, kaçması gereken ölüm vardır çoğu kadının. Yaşaması gerektir yetişirse hayatı, soluk alması gerektir. Çoğu kadın, geceden sabaha küllerinden doğar tekrardan, sevdiklerini üzmemek için hayata kaldığı yerden devam eder. Oysa kaldığı yer, kanamaya başladığı yerdir...
Yaşadıklarının hayallerini incitmesine izin vermeyen genç kadın, hayata daha sıkı tutunmayı seçti. Şimdi direncini biraz olsun kaybetse, daha kendini toparlayamazdı. Çare istemedi kimseden, çareyi kendisi yarattı. Kendisini çok seven ama aynı zamanda hasta bir annesi vardı, onun için hayatta kalacaktı. Yolunda gitmediği gibi yolundan epeydir çıkmış olan evliliğine tahammül etmeye çalışıyordu. Fark etti de, gücünü sevdiklerinden alıyordu, almaya devam edecekti. Yazdığı yardım mektubuna yanıt vermeyen Fatih'e karşı kızgınlığı çoktan geçmiş, arasına mesafe koymuştu Hande. Ne kızgındı, ne kırgın, sadece aradaki duvarları sabit tutmak için çabalamaya devam ediyordu.
Kendini kırılmadığına inandırmak istese bile yüreğindeki ağrı, hiç öyle demiyordu. Projeden uzak durarak ondan uzak kalacağını düşünürken uzun süre kaçtı. Birlikte emek verdikleri proje için uzun süre deney odasına gitmedi. Aradan geçen günler böylece devam ederken İbrahim Bey araya girmiş, projenin tamamlanması için kendisini ikaz etmişti. Deney odasına gitmemek için bahane ararken utancı araya girmiş, aklına gelen bahaneleri söyleyememişti. "Çok iyi ilerliyorsunuz kızım, bırakma kendini, artık bitirelim." derken sanki ihmal ettiğini, imalarla anlatmaya çalışıyordu yaşlı adam. Bugün deney odasına gidecekti, aldığı uyarı böyle gerektiriyordu.
Tökezleyerek ilerlerken asansöre yürüyen genç kadın, kenardaki düğmeye basarak asansörü çağırdı. -1. Kata inmesi, böyle daha iyi olacaktı. Ardından konuşulanları başlarda umursamadı, kendi üzerine alınmak istemedi. Bulunduğu kattaki nöbetçi öğretmenler, aralarındaki konuşmayı sürdürürken istemsizce tırmalandı kulakları. Söylenenler kendisinin özel yaşantısıyla ilgiliydi ama kötü sözler değildi. Buranın atmosferini sevme nedenlerinden biri de, insanların gerçekten sadece yaptıkları işle ilgilenmeleriydi. Başkası olsa, haklarında kötü dedikodular yapardılar ama buradakiler daha olağan karşılıyorlardı.
"Şikayet etmiş Fatih Bey, ben geçen İbrahim Bey'in odasına giderken gördüm." Şaşkınlıkla kaşları havaya kalkarken oraya dönmek istedi ama dönemedi, ardına dönerse dikkat çekerdi. "Yani şikayet denemez, deney odasına gelmediğini, projede zorlandığını anlatmış ama derdi öyle değil aslında, bence Hande Hanım'ı görmek için bahane arıyor."
Başını iki yana sallarken kendi kendine tepki vermişti. Görmek için bahane arayan, yardım isteğini geri çevirmezdi. Kapısı açılan asansöre binerek, kapının kapanışını izlerken gideceği katın düğmesine bastı. "Görürsün sen!" dedi dudakları arasından, yaptığının hesabını ayrıca soracaktı. Aralanan kapıdan sıyrılarak geçerken uzun koridorda deney odasına doğru yürümeye başladı. Karşıdaki diğer asansörün kapısı, kendisi yürürken aralanmış, oradan birinin çektiğini anlamıştı. Başka tarafa gittiğini sandığı inen kişi, kendisine doğru yürüyordu. Yakınlaşan adım sesleriyle bunu algılarken başını refleksle kaldırmak zorunda kaldı.
"Geçemezsin!" dedi karşısında duran genç adam, kollarını iki tarafa dayadı, geçeceği alanları kapattı. "Önce konuşacağız."
"Ne o, konuşmayı kabul etmezsem, yine beni şikayet mi edeceksin?"
Gülmemek için dudaklarını birbirine bastıran genç adam, çabuk öğrendiğini düşündü. İbrahim Bey'in söylemediğini iyi biliyordu, çünkü konuşurken özellikle anlatmamasını istemişti. Büyük ihtimalle kendisi konuşurken müdürün odasına gelen birkaç öğretmenden duymuştu. Şikayet denemezdi ona, sadece proje için gelmeyi azalttığını anlatmıştı. Kendini toparlayarak kelimelerini bir araya getirmeye çalıştı. Olanlar hakkında konuşacak, karşısındaki kadını ikna edecekti.
"Şikayet demeyelim ona, sadece gelmen için seninle konuşmasını, ben konuşursam istemeden kırabileceğimi anlattım."
Bakışlarını biraz yukarı kaldıran kadın, ürkerek baktı siyah gözlerine. Tam manasıyla baktığı söylenemezdi, sanki düzgünce görürse, yanıp kül olacağını düşünürdü. Bakmaya çalışırken gözlerinin ardında kırılmışlığı gösterdi.
"Yeterince kırdın zaten beni, o konuda endişen olmasın."
Yan taraftaki boşluktan geçerek deney odasına doğru yürümeye başladı. Söylemesi gerekeni şimdi söylemişti, odanın önüne geldiğinde kapıyı aralayarak içeri girdi. Ortadaki masanın üzerine çantasını bırakırken köşedeki kağıtlara göz gezdirdi. Deney için metin çıkarması gerekti.
Deney odasının kapısını aralayarak içeri giren genç adam, gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Konuşmanın tam anlamıyla sırası gelmişti. Kendisine ardı dönük olan kadının kağıtlarla uğraştığını gördü. Yanına ilerleyerek biraz gerisinde durdu, izlemeye kısa süreli devam etti. Konuşması gereken kelimeleri toparlarken nereden başlayacağını, kısa süreliğine bekledi.
"Bana haksızlık ediyorsun, sormadan, yersizce kırılarak, beni kendi bildiğin şekilde yargılıyorsun."
İlk cümlesini kurdu, gönlünü alarak ikna etmesi gerekti. Söylediklerini başta umursamayan genç kadın, adamın kelimeleri bittiği anda, tahammül edemeyerek hızla ardına döndü. Bakışları biraz sert, epeyce keskindi. Sinirlenmişti ama kendini kontrol etmeye çalışması gerekti.
"Tabii, benim senden isteğim çok yersizdi, sen zor kullanmayı daha çok seversin. O yüzden yanıtsız bıraktın, ben çok iyi biliyorum."
Sesi katı çıktı, kelimeler acıyla dökülse bile dudaklarından, siniriyle saklamaya çalıştı kırgınlığını. Çok iyi anlıyordu kendisine kırıldığını, üzüntüsünü saklamaya çalıştığını, sadece sabırla ikna etmeye çalışıyordu genç adam.
"Yazdıklarını daha okumamıştım." Şimdi annesini koruması gerekti, Hande ile iyileşerek hayata dönen Nurcan Hanım'a bunu yapamazdı. Üstelik sadece annesi için değil, karşısındaki Hande'nin de hayal kırıklığına uğramaması için basit bir yalan söylemeliydi. Gözlerindeki kırıklığın arasına bir tutam şaşkınlık eklenirken iki adım geriye çekilen genç kadına yaklaşan adam, sözlerini devam ettirdi. "Benden yardım istediğini bilsem, daha çabuk okurdum. Değer verdiklerime uzun zaman ayırmayı sevdiğim için biraz bekletmek istedim.
Beni sürekli kendi bildiklerinle yargılamandan sıkılmaya başladım Hande, çabuk sıkılıyorum zaten. Beni Birsen'le gördüğünde de aynısını yaptın, kendimi anlatmama bile imkan tanımadın."
Bakışlarını aşağıya indirdi, kaldıramadı uzun süre. Ne söyleyeceğini bilemedi, nasıl tepki göstereceğini kendi bile çözemedi. "Beni kurtaracak mısın?" Kelimeler, iki dudağı arasından bilinçsizce dökülürken kızdı kendine. Nasıl böyle istekte bulunduğunu anlayamadı, öyle çaresizdi ki, mantıklı davranamıyor, sadece yüreğiyle haraket ediyordu. Kendi söyledikleriyle tekrar kızardı, al kırmızısına döndü yanakları.
"Kurtaracağım tabii." Yeniden yaklaşarak, omuzları eğik duran kadınla düzgün konuşabilmek için önünde çok az eğildi. "Satırların benim için çok değerliydi, her harfinde ikimizi düşledim. Seni çekip alacağım girdiğin bataklıktan ama bize biraz zaman tanı. Önceliğimiz, hukuk yolunu izlemek olsun, mahkemeni bekleyelim. Olumlu sonuç alırsak, riske girmemize gerek kalmayacak. Ama olmazsa..." Duraksadı, son iki kelimede sesi sertleşti, olumsuzluğu aklına getirmek bile sinirlendirmişti genç adamı. "Çeker alırım seni, kimsenin bizi bulamayacağı yerlere gideriz. Göçmen kuşlar gibi, sıcak yerlere göç ederiz."
"Sahi mi?" Sesi tökezledi, dilinden kelime, istemsizce boğuk döküldü. Kendini anlaştıramadığını düşünürken karşısındaki adamın bakışlarından, ne söylediğini anladığını fark etti. "Sahi." dedi keskin bir sesle, ne pahasına olursa olsun, kısa zamanda alıp götürecekti buralardan.
İkna etmesi, genç adamın açısından zor olmamıştı, çünkü söyleyecek yalanı çabuk bulmuştu. Amacı, annesini korumak değildi aslında, Hande'nin hayal kırıklığına uğrayarak canının acımasını istemiyordu.
Deney odasındaki çalışmaları öyle uzun sürmüştü ki, projenin bitmesine çok zaman kalmamıştı. Böyle devam ederseler, kısa zamanda sunuma geçeceklerdi. Çalışmalarını devam ettirirlerken kadının yüzünde morluklar dikkatini çekse bile sesini çıkarmadı genç adam, hesabını kadının kocasına soracaktı. Karşısına ağır hamle ile geçecek, bir takım gerçeklerle gözünü korkutacaktı. Uzun süren çalışmalarını bugünlük sonlandırdıklarında, deney odasından birlikte çıktılar.
Öğretmenler odasına uğramadan okuldan da aynı şekilde beraber çıkarlarken sessizdi ikisi de, yaşananların tedirginlikleri vardı üzerlerinde. "Yürümene izin veremem, geçen kırgın olduğun için taksi durağına geçmene izin verdim, şimdi ona da müsaade etmem." Yollarını devam ederlerken konuşmalarını sürdürdü genç adam. Elinde olsa, bu hayatı yaşamasına asla müsaade etmezdi ama şimdilik sabretmeleri gerekti. Bir süre daha ayrı kalacaklardı ama kısa olacağına inanıyordu. "Seni bırakacağım, evine yakın ama kimsenin görmeyeceği yerde indiririm."
Sesini çıkarmadı, başı aşağıdaydı genç kadının. Gelmesin diye numarasını engellediği için kendisini hırpalayan kocası, şimdi nedense ortalarda yoktu. Şaşırmıyordu artık yaptıklarına, normal karşılamaya başlamıştı. Sanki uzun süre normal davransa emanet duracaktı onun üzerinde. "Ben bir eczaneye uğrayayım, ilaçlarımı buradaki eczaneden alayım, öyle geçelim o zaman." İlerlemeye devam eden kadının sözlerini, sessiz kalarak onayladı genç adam. Okulun çaprazında kalan eczaneye yaklaşırlarken, "Sen kapı önünde bekle, ben hemen alır gelirim." dedi kadın. Kapının önünde dururken içeriye giren kadını izledi sadece.
Hande, alması gereken ilaçlarını poşette toparlattıktan sonra çantasından para kartını çıkartarak karşısındaki eczacıya uzattı. Elindeki kartı alarak işlem yapmaya çalışan orta yaşlı adam, kısa süre sonra, "Yetersiz bakiye!" dedi katı sesle. Başlarda anlamadı, işleminin gerçekleştiğini sandı, çok sonra idrak etti dinlediğini. Yukarı kalkan elleri titrerken cüzdanını kurcaladı. "Nasıl olmuş anlamadım, bitmiş bakiye." İçinden başka kart çıkartarak karşısındaki adama uzattı. Çok sürmedi, işlemini yapan adam, tekrardan aynı cümleyi kurdu. "Yine yetersiz uyarısı verdi." dediğinde utançtan yanakları kızardı kadının.
"Ben nakit vereyim size." Cüzdanını kurcalamaya devam ederken karşısındaki adamın ters şekilde kendisine bakmasını görmezden gelmeye çalıştı. Kartlarını kocasının boşalttığını çok iyi biliyordu ama bunu ispatlasa bile eline ne geçerdi ki. "İsabet olur." dedi kendisine sabırsızca bakan eczacı. Kendisi cüzdanını kurcalarken karşısındaki adamın daha çok somurttuğunu fark etti. Nakit bile bırakmamıştı üzerinde, ne ara aldığını bilemedi. Önceden isterdi, şimdi para vermedikçe gizlice çantasından alırdı. Kartlarını da büyük ihtimalle, telefonundaki mobil bankacılık uygulamasına girerek boşaltmıştı. Ne yapıp edip şifresini öğrenmişti.
"Hande." Kapı önünde olanları izlese bile utandırmamak için müdahale etmeyen genç adamın, daha çok tahammülü kalmamıştı. Kartını hızlıca eczacıya uzatırken, "Al buradan parayı." dedi soğuk şekilde. Tekrardan kadına dönerken, elini beline doladı. "Tamam, hallediyorum ben." derken iyice kızardığını anladı. "Bazen olur öyle, ilk çalışmaya başladığımda, benim de kartlarımın bakiyesi çabuk dolardı." Parayı çeken eczacıdan kartını alırken kasadaki poşeti alarak kadına uzattı. "Hadi al bakalım, çıkalım bir an önce." Başı aşağıda olan kadınla beraber eczaneden çıkarken arabasına ilerlediler.
Yol boyunca konuşmadı Hande, yaşadığının utancından konuşacak hali kalmamıştı. "İlacın parasını mutlaka ödeyeceğim." demişti sadece. Fizik tedavi doktorunun yazdığı ilaçlar çok pahalıydı, üstelik sigorta karşılamıyordu. "Almayacağım, boşuna getirmiş olursun." Direksiyonu çevirirken sinirle baktı kadına. Yaklaşımından rahatsız olmuş, böyle söylemesine sinirlenmişti. "Getirirsen çöpe atarım." derken bakışlarını sertleştirdi. Bazen bazı tavırlarına, ilk tanıştıkları zamanlardaki gibi çok sinir oluyordu.
Evin gerisinde indirdiği kadının destek çubuğuna tutunmasına yardımcı olurken diğer taraftan da arabasının kapısını örttü. "Gidebilecek misin?" dedi merakla konuşurken. "Gidemezsen arabayla devam ederiz, kimse benim umrumda değil." Zaten bugün yapacaklarından sonra Aras, kendisinden öyle korkacaktı ki, belki mahkemede bile geri adım atabilirdi. "Yok, giderim ben." Bakışlarını hafifçe kaldırdı ama tam anlamıyla gözlerine bakamadı. Sanki bir kere baksa, bin kere yanacak, kül olacaktı...
"Ne kadar kızarsan kız, ilaçların parasını en kısa zamanda ödeyeceğim."
Sinirle nefesini dışarı üfledi, tahammül edilecek gibi değildi davranışları. Aklına gelen fikirle sırıtırken "Hemen." dedi katı şekilde. "Şimdi istiyorum." derken dudakları yana kıvrıldı. Yüzüne bakmaya cesaret edemeyen kadın, anlayamadı başlarda, şaşırdı tavrına karşılık. Hani istememişti, başlarda kızmıştı bile kendisine, şimdi neden böyle davranarak daha çok utandırıyordu? Keşke eczaneden ilaçları almadan çıksaydı da, böyle davranmasına başından müsaade etmeseydi...
"Sanırım almanın güzel bir yolunu buldum." Yüzüne doğru eğilerek, daha çok ürperen kadının yanağına, dudaklarını keyifle dokundurdu. Çok sürmeden çekti kendini, geride yüzü tamamen alev almış bir kadın bıraktığını biliyordu. "İşte bu kadar, bak ne güzel ödeştik." Alayla sırıtarak konuşurken yanaklarında gezdirdi parmaklarını. Başlarda iyice kızarmış olan kadının sıcak yanakları, adamın soğuk elleriyle aniden buz gibi oldu, dudakları titredi ürpertiden. "Bir daha duymayayım, yoksa seni böyle cezalandırırım. Benim için ceza değildi ama kızarmana bakılırsa sana iyi bir ders vermiş oldum."
Uzaklaşarak kadından, ardına dönen genç adam, dudaklarındaki aşk dolu gülüşle arabasına doğru ilerledi. Kapısını araladığı arabasına binerken hızlıca aracını çalıştırdı. Aras'ın devamlı takıldığı kahvehaneye sürmek üzere mahalleden uzaklaşan Fatih, diğer taraftan da Hande'yi gözlemledi. Sıkıntı çıkmadan evine ulaşarak, evin bahçesinden girmişti. Aklındakini, içi rahat şekilde gerçekleştirecekti, şimdi tam vakti gelmişti. Uzaklaşarak mahalleden, kahvehaneye giden yolda direksiyona daha sıkı sarıldı.
İstediği yerde durarak, arabasını tam anlamıyla park etmeden aşağı inerken etrafta göz gezdirdi. Sırası gelmişti, Hande'nin yüzünde gördüğü morlukların hesabını sormakla kalmayacak, ona tekrardan el sürmesini engelleyecekti. Arabanın kapısını, elinin tersiyle kapatarak düz şekilde kahvehaneye ilerledi. İçeri girmek zorunda kalmadı, aradığı adam, tam içeriye bakan camın önünde, dışarıda oturuyordu. Kendisini gördüğünde duruşunu bozmadı, olduğu gibi oturmaya devam etti. Önündeki çayını yudumlayan Aras, yana doğru dönerek baktı karşısındaki Fatih'e.
Karşısına neden dolayı geldiğini biliyordu, büyük ihtimalle Hande'nin halini görmüş, bildiği için yine göz dağı vermeye çalışacaktı. İpler öyle güzel elindeydi ki, karşısındaki adamdan kormayacak kadar rahattı. Zaten hiçbir zaman korkmamıştı, çünkü her konuda haklıydı. Evliliğini tüketmek için el birliğiyle uğraşmıştılar, bedel ödeme sırası onlara gelmişti.
"Ne o, Hande'nin peşini bırakmam için bana para teklif etmeye mi geldin?" Yerinden kalkmadan söze kendi girdi. Yüzünde alaycı sırıtmayla konuşurken karşısındaki adamın sinirli olmaması dikkatini çekti Aras'ın. "Ama pardon, senin o kadar paran yoktu, değil mi? Yani bildiğim kadarıyla sen öyle rüşvet teklif edecek adam değilsin. Kıytırık tamirhanenle, üç kuruşluk öğretmen maaşını birleştirsen, evinin küf kokan duvarlarına ancak badana yaptırırsın."
"Ben o küf kokan duvarlara sahip evde, birini aylarca alıkoydum, sen beni öyle çok hafife alma, sonra yolun ortasında rezil olursun. Çabuk unutuyorsun, evimi bastın; kendin rezil oldun, davetimde olay çıkarmaya çalıştın, dibe battın, şimdi geçip karşımda bana paranla hava atmaya çalışma, beyin alamıyorsun o parayla."
"Yaptıklarımdan sonra kazanan ben oldum, Hande benim; istese de, istemese de benim!" Yerinden doğruldu, karşısına doğru iki adım attı. Kesici bakışlarla Fatih'in gözlerine hırs saçan Aras, dişleri arasından tıslamaya devam etti. "Mahkemeden sonra da benim olacak, onu hiçbir zaman elde edemeyeceksin. En iyi avukatı tutacağım, hafife aldığın paramla sağlayacağım adaletimi."
"Hangi para Aras?" dedi gözlerine küçümsercesine bakarken, sesi gayet sakindi. Sinirlenecek durumda olan kendisi değildi. "Söylesene, sendeki para, bırak en iyi avukatı, sıradan avukata yetecek mi acaba? Sen daha hasta karının ilaçlarını alamıyorsun, bana neyin havasını atıyorsun?"
"Sana kalmasın lan benim karımın ilaçları, derdi seni almasın!"
"Ha şöyle, sinirlen azıcık, diğer türlü tadı çıkmıyor." Karşısındaki adam, sesini yükseltmeye başladığında, alayla sırıttı Fatih. İşin eğlencesi şimdi başlıyordu. "Şimdi sana sunacağım teklifle daha çok sinirleneceksin, açılışı yapman iyi oldu."
"Çık git buradan."
"Gideceğim tabii, böyle ortamlar zaten bana göre değil, yetişmem gereken iki ayrı mesleğim var benim. Gideceğim ama gitmeden önce sana küçük bir hediye bırakacağım. Önüne seçenek olarak koyacağım hediyemi, nasıl istersen o şekilde değerlendir."
Yaklaştı karşısındaki adama doğru, tam karşısında durarak sözlerine başladı. Sesini biraz sertleştirirken bakışlarını keskinleştirdi. "Eğer Hande'nin yüzünde bir kere daha morluk görürsem, hapise giren sen olursun. Mahkeme günü gelmeden hapise girer, çok sevdiğin kaynananla aynı koğuşta yatarsın. Müebbet alırsın, hakim sizi direkt boşar, ben de böylece en başından benim olan kadına daha çabuk kavuşurum. Bunu neye dayanarak söylüyorum biliyor musun? Neslihan Hanım'ın yediği haltları, Hande'yle evlenirken öğrenmiş olmana dayanarak söylüyorum.
İşin sonunda Hande'nin daha çok yıpranacağını bilsem bile, tüm gerçekleri ortaya dökmekten çekinmem, gözümü bile kırpmadan, yıllar önce Neslihan Hanım'ın işlediği cinayeti, gider anlatırım. Yakın zamanda öğrenmiş, saklıyor olduğun için sen de yargılanırsın. Gözümü bile kırpmadan, hayatınızı darmadağın ederim. O yüzden sen sen ol, çok çırpınma, sonun iyi gözükmüyor."
"Bilmek suç değil, yeni öğrenmiş olabilirim ama suçlu değilim, sen yıllardır biliyorsun, asıl suçlu sensin." Dudakları titrerken kendini kendince aklamaya çalıştı. Yapamazdı, böyle ileri gidemezdi.
"Benim tarafım belli, yeterli delil topladığım gün geldiğinde, zaten tüm gerçekler ortaya dökülecek."
"Yani elinde delil yok." Sesi sakinleşti, biraz rahatladı ama tedirginliği, tam anlamıyla bitmedi.
"Elimi hızlandırmaya çalışma Aras, kendi tükenişini hızlandırmaya çalışma." Uzaklaşarak adamdan, ardına dönen Fatih, elindeki anahtarla arabasının kapılarını açtı. Eliyle aracının kapısını açarken tehditkar bakışlar attı karşısındaki adama. "Dediklerimi aklından çıkarma, o kadının yüzünde bir tane morluk göreyim, seni delik deşik ederim." Kapısını araladığı arabaya binerken biraz olsun sinirini atmıştı. Direksiyonu kavrarken arabasını çalıştırdı, ardında korkudan bembeyaz kesilmiş adamı bırakarak, tozu dumana katarcasına uzaklaştı.
Zaman böylece akıp giderken mahkeme işlemlerini hızlandıran Hande, elini çabuk tutmak için ne gerekiyorsa yapıyordu. Yerinde durmuyor, herkesten akıl almaya çalışıyordu. Sıkıntılar üzerine geldikçe kurtulacağı günün yaklaştığına inanarak daha güçlü olmaya çalışıyordu. Aralıklı olarak, dışarıda Yeliz Hanım'la görüşüyor, kafeterya köşelerinde hasret gideriyorlardı. Başka çaresi kalmamıştı, tam olarak gizli sayılmazdı görüşmeleri ama çok göze çarpacak şekilde de görüşmüyorlardı.
Nurcan Hanım'a olan sevgisi artarken hayatında ikinci bir annesi olacağına düşündü. Evvelden, iki tane annesi olduğuna inanırken yakın zamanda Neslihan Hanım'ı azat etmişti. Şimdi sadece Nurcan Hanım'la Yeliz Hanım'ın sevgilerine tutunur olmuştu. Yeliz Anne'sini zaten bilirdi Hande, uzun yıllardır tanıyordu. Nurcan Hanım'ı ise yeni tanımaya başlamasına rağmen onunla zaman geçirirken daha mutlu hissederdi. Sıcacık dokunuşları, kendisine verdiği öğütlerle daha güçlü hissederdi kendini.
Bazen korkardı, Nurcan Hanım'ı sıkmaktan çekinir, yük olmaktan rahatsız hissederdi. Kendisine merhametle yaklaşan kadını, acaba istemeden merhamete mecbur bırakmış olabilir miydi? Böyle tedirginliklerle dolu günler geçirirken son zamanlarda, kendi kendine çelişkili sorular sorardı sürekli. Düşünceleriyle savaş verdiği günlerde, hislerinde yanılmadığını düşündü genç kadın. İstemeden Nurcan Hanım'ı rahatsız ettiğini öğrendi. Proje için deney odasında tek başına hazırladığı dosyayı Fatih'e göstermek için öğretmenler odasına yürüyen Hande, aralık kapının önünde durarak, kendisine ardı dönük olan adamı izledi. Yanına ziyaretine geldiğini düşündüğü arkadaşı Özcan'la konuşmalarına istemsizce kulak misafiri olurken yanılmadığını anladı.
"Kimi zaman annem, öyle ileri gidiyor ki, yediği haltları tek başıma temizlemek bana çok ağır geliyor."
Dinlediği konuşma, başlarda şaşırtmadı genç kadını, aile içi konulardan konuştuklarını düşündü. İçeri girmek istedi ama giremedi, adımları olduğu yerde kalırken nedensizce dinlemek istedi. Hazır kendisine ardı dönükken değerlendirmek istedi. Girse içeri, dosyayı eline verse, konuşmaları bölünecekti, bölünsün istemedi. "Yine iyi yalan bulmuşsun, çok hayırlı evlatsın Fatih, ben olsam söylerdim, 'Annem sakladı' derdim, helal olsun sana." Dudakları usulca aralanırken soluğu, iki dudağı arasından güçlükle çıktı. Ne yutkunabildi, ne soluğunu dışarı atabildi, öylece kaldı...
"Canı acısın istemedim, iyiliği için yalan söylemek zorunda kaldım. Yüzündeki tebessümün nedeni olmak istiyorum, mutlu olsun diye çabalıyorum. Şu mahkeme bir sonuçlansın, sonuç ne çıkarsa çıksın, alıp götüreceğim buralardan, yüzünü güldürmeye çalışacağım."
Söylediklerine mutlu olamıyordu, içinde bir yerlerde, çok sevmeye başladığı Nurcan Hanım'a yük olmanın verdiği hüzün vardı. Kendini gizlemek istedi ama yapamadı. Öğrendiklerinin acısından kollarından can çekildi, iki kolu birden hissizleşti. Elindeki dosya, kollarından aşağı usulca düşerken burnunun sızladığını hissetti. Ağlamayacaktı şimdi, engel olacaktı kendine, sırası değildi.
"Hande." Ardına hızla dönen genç adam, yerinden fırlarcasına kalkarken kadına doğru ilerledi. Yere eğilerek düşen dosyayı alırken kadına uzandı bakışları. "İyi misin, ne zaman geldin sen?"
"Bayağı oluyor." dedi soğuk sesle. Ağlamamak için kendini sıkarken konuşmasını sürdürdü. "Düzenlediğim dosyayı getirmiştim, istemeden konuşmalarınıza şahit oldum. Sana o gün söylediklerim için özür dilerim. Yazdıklarıma karşılık vermek istemediğini düşünürken 'Sana epey yük olmuşum' demiştim hani, onu aslında sana değil, annene demem gerekmiş."
Tek cümlesi bu oldu, daha konuşmasını gerektirecek mesele yoktu zaten, Nurcan Hanım'la iletişimini tamamen kendisi kesecekti. Öyle olması gerekti, insanları merhametle elde edemezdi. Kendisine merhamet eden herkesin kalbini kazanamazdı. Yaptığı konuşmanın ardından kendini tekrardan toparladı, adamın elindeki dosyada gezdirdi bakışlarını. "Sen incelersin, eksik görürsen mutlaka söyle, tekrar gözden geçiririm." Sözlerini bitirdiği gibi ardına dönerek koridorda ilerledi, asansöre doğru yürümeye başladı.
"Allah kahretsin!" Elini duvara hızla geçirirken sinirinden delirmek üzereydi genç adam. İşte tam da böyle zamanlarda daha çok yoruluyordu. Toparlamaya çalıştıklarının daha çok dağılması, canına yetmişti. "Nurcan Teyze'yle konuş Fatih, gitsin gönlünü alsın. Hande'yi kendine böyle bağladı, şimdi buna mecbur. Yüzü gülsün istiyorsun, bunu sen değil, ancak o başarır." Yanındaki Özcan'a çevirdi bakışlarını, dediklerinde sonuna kadar haklıydı. İşleri bu raddeye getiren, Nurcan Hanım'dan başkası değildi, şimdi temizlemek, ancak ona düşerdi.
Yorgunluğu, sadece zihninde değildi, akıl yorgunluğu bedenine yansımıştı genç kadının. Geçen zamanda eşiyle artan tartışmaları, halsizliğini günden güne artırıyordu. Birkaç hafta öncesinde olduğu gibi değildi, sabrını epey zorlamasına rağmen kendisine el kaldırmıyordu. Tahammül etmeye çalıştığını düşündü, başka neden bulamadı, bulmak için de uğraşmak istemedi.
Yine daima sevdiği pencere önüne, koltuğu yatak şeklinde kuran Seher Hanım'ın yardımıyla koltuğa uzanarak üzerini örttü. Sanki böyle beklerse babasının geleceği hissini, yıllar geçmişti de içinden atamamıştı. Yüreğindeki 'Anne' boşluğu dolsa, belki babasını daha az özlerdi ama o boşluğu, Yeliz Hanım tek başına dolduramamıştı. Özensizce ettiği kahvaltı, tam manasıyla karnını doyurmaya yetmemiş olsa bile umursamadı, üzerine durmadı. Uzanarak kanepe üzerinde yediğinden olabilirdi, sanki yedikleri midesine gitmemişti.
"Elinize sağlık." Yanına gelerek tepsiyi alan Seher Hanım'a karşı saygısını bozmamaya çalıştı. Ne yaşarsa yaşasın, duruşunu bozmamak için çabalıyordu, şurada mahkeme gününe çok kalmamıştı zaten. Umudunu kaybetmek istemedi, sanki umudu giderse elinden, tükenerek yok olacağını düşündü. "Afiyet olsun kızım, ihtiyacın olursa seslen bana." Elinde tepsiyle yanından uzaklaşan Seher Hanım'ın tavırlarına gittikçe şaşırıyordu. Sanki usulca merhamet yükleniyordu yüreğine, halini anlıyor, anlayış göstermeye çalışıyordu. Böyle davranıyor olması, yaptıklarını unutması için yeterli değildi. Unutmamıştı, unutmayacaktı...
Elinde kalemiyle kucağındaki defterine çizim yaparak zaman geçiren genç kadın, çabucak toparlanmak için sessizce dualar etti. Hafta sonu yorgun düştüğü için ayrıca seviniyordu, pazartesiye kendini toparlamayı umut etti. Ne çok umudu vardı şu hayatta, sanki acılar denizinde dibe batmamak için umut dolu yelkenliyle kıyıya çıkmaya çalışıyordu. Düşünceleriyle kaleminden dökülen çizime bakarak burukça tebessüm etti. Mavi denizi akıtmıştı çizim kaleminden, bembeyaz kağıdın üzerine...
Çalan kapının sesiyle, mavi denize bakmayı bırakarak, başını hafifçe kaldırdı. Kocasınn gelmesinden ürperdi ama kendisine zarar veremeyeceğini düşündü. Kayınvalidesiyle kayınpederi varken kendisine zarar veremiyordu. İşin ilginç tarafı, Seher Hanım'ın düzelerek biraz olsun Fahri Bey gibi kendisini koruması olabilirdi. Sanki kayınvalidesi de, kendilerinin boşanmasını istediğinden ötürü böyle normal davranıyordu, tam anlamıyla düzeldiği söylenemezdi. Kendi çıkarlarından ötürü, oğlunu boşanmaya ikna etmek için böyle davrandığını düşünüyordu.
Aldırmadı, hasta haliyle koltuktan kalkarak kapıya bakacak değildi, mutfaktan kapıya doğru giden Seher Hanım'da gözlerini gezdirdi sadece. Yeniden bakışlarını aşağı eğerek kendini çizimine verdi. Başı aşağıda çizimiyle uğraşırken mavi denizin dalgalarını çizmesi gerektiğini anımsadı. Görsel tamamlanmak üzereydi, bitmesine çok kalmamıştı. Sadece denizi dalgalandırması gerekti, aralara dalga efektleri eklerse daha gerçekçi olacaktı. Resim yapmak olmasa, bunca acının içinde kaybolurdu. Yüreğinde kalan umudun son dirhemini, beyaz kağıdın üzerine akıtıyordu.
"Bence dalgaları kırık beyaz kalemle eklemelisin."
İçinde esip geçen, ılık meltem etkisi bırakan sesle, olduğu gibi kaldı, başını kaldırıp tepki gösteremedi. Uzun zaman sonra, üstelik öğrendiklerinin ardından Nurcan Hanım'ın gelmesini beklemiyordu. Daha gelmez, yazdıklarını öğrenme bahanesiyle kendisinden tamamen uzaklaşır sanmıştı. İstemeden başını biraz kaldırdı, yeşil gözlerine değdi kehribar bakışları. Üzerinden yarımlık feracesini çıkararak koltuğun kenarına bırakıyordu. Uzun kalacaktı anlaşılan. Hande, çok kalmasına ve mecburen kendisine katlanmasına tahammül edemezdi, şimdiden sonra olmazdı.
"Ben sana 'Beraber çizim yapalım' dedim ama bir türlü zaman bulamadık." Sandalye çekerek karşısına, yakınına oturdu. Anlaşılan Fatih konuşmuş, belki onun sözleriyle gelmişti. Umrunda değildi ne şekilde geldiği, yük olmak istemiyordu. Yazdıklarını sakladığını öğrenmden önce de kendini Nurcan Hanım'a karşı suçlu hissederdi Hande. Zorunlu merhamet olmazdı, olması doğru değildi. "Senin için geldim canım, seninle çizimler yapmak için geldim, dışarı çıkamıyorsun, yorgunsun madem, bugünlük böyle zaman geçirelim."
Kendini toparladı, konuşması gerekenleri dilinde birleştirdi. Elindeki defterin kapağını örterken defter dizlerinde, kadına doğru çevirdi belini. Bugün, hayatından Nurcan Hanım'ı tamamen çıkarması gerekti. Onun iyiliği için yapacaktı bunu, hayatı kimseye zindan edemezdi. "Ben." dedi söze başlarken. Canı yanarken konuşması çok zordu. "Öncelikle sizden özür dilerim, sizi bana merhamet etmeye mecbur bıraktım. Böyle olsun istemedim, yani siz hızlıca hayatıma girince, durduramadım sizi, belki de kapıldım sevginize. Herhalde iki tane annem varken kendini 'Öksüz' hissetmenin verdiği acizlikle böyle davrandım."
"Hande'ciğim!..."
"Lütfen önce beni dinleyin, mektubu sakladığınızda kızmadım ben zaten size. Derdim o değil, öncesinde de daima yük olduğumu düşünürdüm. Siz istemeden, bana yaptığınız hatalar için yanımdasınız, çok iyi anlıyorum ama buna gerek yok. Ben sizi her türlü anlıyorum, mektubu sakladığınızda bile tam olarak kızmadım. Ben, 'Anne' değilim ama hislerinizi anlıyorum, anneler evlatları için herkesi harcar. Bunu bana aylar önce, beni evinizde zorla tuturken siz ima etmiştiniz."
Uzun konuşmasını tamamlarken üzerinden yüklerin alınarak boşaltıldığını hissetti. Sanki tüm kırgınlıklarından arınmış, bir yanı ise buruk kalmıştı. Karşısındaki kadını, kendi yaşamından çıkaracak olması, bir an için üzmüştü. Seher Hanım yanlarında değildi ama yine kısık sesle konuşuyordu Hande, özellikle mektup olayının duyulmasını istemiyordu. Kocası duyarsa daha büyük kıyamet kopardı, bunu göze alacak halde değildi. Yaptığı konuşmaya karşılık, Nurcan Hanım'ın yüzünde ılık bir tebessüm oluşurken neden gülümsediğini anlayamadı başlarda. Durumdan memnun olduğunu düşündü, tamamen hayatından çıkmak, onun da hoşuna gidecekti anlaşılan.
"Evet güzel kızım, bir anne, evlatları için her zorluğu göze alır, herkesin karşısına geçer." Başını salladı genç kız, dediklerine hak vermesi güzeldi. Anlaşılan görüşmelerini böylece tamamen sonlandıracaktılar. "Yalnız unuttuğun önemli detay var. Aynı zamanda anneler için evlatları daima eşittir. Beş parmağın beşi nasıl birse, evlatlarım bana öyleler. Benim için Fatih ne kadar değerliyse, sen de öylesin Hande, ben seni hiç bu bataklıkta, tek başına bırakır mıyım? Nasıl inanırsın senden vazgeçtiğime? Sen benim dizlerime uzandığında, ben senin saçlarını okşayarak sana türkü söylediğimde, biz birbirimizin yaralarına dokunduk.
Seni öylece kaderine terk edeceğimi mi sandın? Ben senden hiçbir vakit vazgeçmedim, asla vazgeçmem. Orada sadece kendimle çelişkiye düştüm, evladımın hapise girme ihtimali..." Sesini biraz kıstı Nurcan Hanım, alçaltmak zorunda kaldı. Konuştuklarının anlaşılmaması gerekti, sırası değildi. "O ihtimal beni ürpertti ama bu, senden vazgeçtiğim anlamına gelmedi."
"Ben sakladığınız için kızgın değilim, zaten önceden sizi zor durumda bıraktığımı düşünürdüm. Yani daha önceleri böyle bir ihtimalden çekinirken üzerine sizin mektubu saklıyor olmanız, beni bayağı çelişkiye düşürdü ama inanın size kızmadım."
"Senin bana kızamayacak kadar anlayışlı ve olgun olduğunu zaten biliyorum. Şunu önce açığa kavuşturalım, sen benim için zorunlu değilsin. Yaşama sevinci oldun bana kısacık zamanda, beni sana gelmek için kimse zorlamadı, kaderimde varmış, içimden geldiği gibi davranarak yanında olmak istedim."
"İşte tam olarak bunu anlatmaya çalışıyorum, mecbur değilsiniz. Ben bir şekilde tutunurum hayata, önceliğiniz kendi evlatlarınız olmalı, ben sizi çok sevdim, hayatımdan çıksanız bile sevmeye devam edeceğim. Düzgünce helalleşerek birbirimizden uzaklaşsak doğru olacak. Sizi zor durumda bırakıyorum, sadece sizi değil, evladınızdan da zor isteklerde bulunuyorum, hal böyle olunca, siz daha çok arada kalıyorsunuz. Ben sizi böyle severken, arada kalarak çelişki içinde kıvranmanıza izin veremem."
"Hande, artık sinirlenmeye başlıyorum!" Nurcan Hanım, kendisiyle sakince konuşan kızın son söylediklerine karşılık, sert şekilde araya girdi. Olayı baştan anlatacak, uzunca konuşacaktı. "Beni baştan dinleyeceksin, sözlerimi bölmek yok. Seninle uzunca konuşacağım, ardından bu mesele tamamen kapanacak. Ben seninle nasıl ilk konuştuğumda, 'Tesellim ol' dediysem, şimdi hislerim yine aynı. Yazdıklarını sakladım diye, sana olan hislerim değişmedi. Birbirimize şans verdik, gayet iyi anlaştık, zaten güzel olan her ilişki, başlarda biraz sıkıntılıdır.
Başta hoşlanmadık birbirimizden ama araya giren zaman, aramızdaki suları durgunlaştırdı. Hani diyorsun ya, 'Ben mektup olayını öğrenmeden önce de korkuyordum.' diye, korkmanı gerektirecek durum olmadı. Sen benim için hatalarımın telafisi değilsin, öyle olsaydın, sadece Fatih'le aranızdan çekilir, senden bir kere özür diler, bir köşede olacakları izlerdim. Ben seninle olmak istedim, her koşulda yanında olmayı tercih ettim.
Ben seni kaderine terk etmeyecektim, sadece bir süre beklemek istedim. Eğer mahkemeden istediğimiz sonuç çıkmazsa, evladımı değil, kendimi riske atacaktım. Seni kendim alıp götürecektim, böyle bir karara varmıştım. Bir daha böyle sözler duymak istemiyorum, sen bana kısacık zamanda umut oldun, içimdeki yaraya teselli oldun. Seni hiçbir zaman bırakmayacağım, beraber her zorluğun üstesinden geleceğiz. Hani bana, 'Günü geldiğinde annem olur musunuz, size 'Anne' dememi ister misiniz?' demiştin uzun zaman önce. Ben hep o günü bekliyorum Hande, bana böyle bir umut vermişken, şimdi yarı yolda mı bırakacaksın beni?
Sen artık benim ailemin bir parçasısın, bak Yasemin bile ne kadar sevdi seni. Biz hepimiz seni çok seviyoruz, hep yanındayız. Birlikte çıktığımız yoldan, Allah'ın izniyle her zorluğu aşarak döneceğiz. Bana küs, kırıl, alınarak konuşma bir süre, trip at istersen, hepsini anlarım ama bizden vazgeçme, olur mu yavrum? Sen sadece benim değil, ailemin umudusun." Konuşmalarını tamamlarken köşede duran ellerini tutan Nurcan Hanım, dudaklarına ilerleterek ellerini öptü. "Anlaştık mı şimdi?" dedi tekrardan tebessüm ederek. Yaptığı uzun konuşmaya karşılık sadece başını salladı Hande. Samimiyetine tüm kalbiyle inanmak istedi.
Dedikleri yalan olsa, buraya kadar gelmezdi. İki aile arasında çıkan tartışmalara rağmen büyük fedakarlık yaparak bu eve gelmesinden, kendisine değer verdiğini anlaması gerekirdi. "Bence de anlaşsak iyi olur." dedi gülerek. Avuçları arasındaki ellerini okşayan Nurcan Hanım, yüzündeki tebessümü çoğalttı. "Anlaşmazsak n'aparım biliyor musun?" dedi tehditkar şekilde gülen kadın. Şaşkınlıkla bakarak neyi ima ettiğini anlamaya çalışan Hande, daha ne olduğunu anlamadan kendini koltuğa uzanmış şekilde buldu. Nurcan Hanım'ın elleri üzerindeyken ağzından kocaman kahkahalar döküldü genç kızın.
"Bir daha, bana öyle kafana estiği gibi davranarak, görüşmeyi sonlandırmaktan söz edersen." Ellerini üzerinde gezdirmeye devam ederken kızın gülüşleriyle kendi de gülmeye devam etti. "Seni böyle sabaha kadar gıdıklarım." Biraz daha ellerini üzerinde gezdirirken nefes nefese kalmasından epey keyif aldı Nurcan Hanım. Zamanında kızıyla geçirdiği tüm zamanların aynısını şimdi Hande'yle beraber yaşıyordu.
"Yapmayın!" Kesik nefesle konuşurken gülmekten konuşamıyordu. "Lütfen." dedi kadının gözlerine yalvarırcasına bakarken.
"Biraz böyle yapayım ki aklın başına gelsin, öyle canının istediği gibi kapris yaparsan, böyle cezasını çekersin." Ellerini üzerinde keyifle gezdirirken kendi de gülüyordu, olayı tatlıya bağlamak için yaptığından epey keyif almıştı.
"Aaahh!" Karın bölgesindeki yaranın üzerine, kadının elinin gezinmesi sonucu, gülüşleri tamamlanarak yerini can acısına bıraktı. Karın bölgesinin üzerine değen eli, oradaki yarasına temas edince yüreği acıdı sanki. Elini hızla çeken Nurcan Hanım, kısa süreliğine ne olduğunu anlamaya çalıştı. "İyi misin canım?" Kollarını tamamen üzerinden çekerken koltuktan bedenini kaldırarak kendine doğru çekti kızı. "Ben." dedi çekinen genç kız, ne şekilde kendini ifade edeceğini düşündü. "Düşmüştüm geçen, ondan dolayı darbe var karnımda, yara oldu yani, siz oraya dokununca acıdı."
Oysa karnındaki yaranın sebebi, kocasının yakın zamanda kendisine saldırmasından başkası değildi. Kendinden utanıyordu, şiddete maruz kalmak ve buna rağmen kurtulamamak, biraz utanç veriyordu genç kadına. Böyle olunca çekiniyor, gördüğü şiddeti saklamak istiyordu. Neye uğradığını daha anlamadan, bedenini kendisine çeken Nurcan Hanım, sıkıca sarılarak saçlarını öptü. "Tamam canım, bir dahakine dikkatli olurum." derken sesi sakindi, kısık sesle konuştu.
Neden canının acıdığını, çok iyi anlamış ama yalanını bozmak istememişti. Daha ilk görüşmeye başladığı zamanlarda, çabucak anlamıştı şiddet gördüğünü ama kaybetmemek için sessiz kalmıştı. Boşanmaya zorlarsa, diğer annelerinden ne farkı kalırdı? Zorlamamış, Hande'nin tek başına karar vermesini istemişti Nurcan Hanım. İstediği olmuştu ama şimdi kendilerine, tamamen yasal süreci beklemek kalmıştı. "Acaba bugün güzel kızıma ne yemek hazırlasam, bir düşüneyim bakalım." Kendinden uzaklaştırarak konuyu değiştirmek istedi. Buraya yemek getirecekti aslında ama ağırlık etmek istememiş, aynı zamanda evde hazırlamaya zaman bulamamıştı. Kendisine kırıldığını öğrendiği an, koşarak gelmekten başkasını düşünmemişti.
"Şehriye çorbası."
Küçük çocuk misali, cıvıldayan sesle konuşmasına güldü Nurcan Hanım. "Şehriye çorbasını zaten yapacağım." Sevdiğini çok iyi biliyordu, kendisinden ilk istediği zamanı hiç unutmamıştı. "Başka ne hazırlayayım yanına?" Yanağında gezdirdi elini, gözünün altında, kapatıcı makyaj malzemesiyle saklamaya çalıştığı morluğu gördüğünde tekrardan yüreğine kramp saplandı. Tüm bunlara, hastane koridorunda verdiği acımasızca karar neden olmuştu. Yaptığı hatalara karşılık kendisini Hande, çoktan affetmişti ama Allah affeder miydi?
"Tavuk yapayım mı sana, mis gibi tavuklu pilav, olur mu?" Normalde tavuk sevmezdi ama Nurcan Hanım'ın elinden yiyince hoşuna giderdi. Soslu yapardı, sanki sevdiğini biliyormuş misali, baharatlı soslarla kızartırdı. "Olur." dedi sesi sıcacık çıkarken. Oturduğu yerden doğrulurken kızın üzerini iyice, pikeyle kapattı. Köşeden aldığı çizim defterini eline verirken saçlarını okşadı. "Sen çizimine devam et yavrum, ben yemeklerini hazırlayacağım." Yanağında gezdirirken tekrar elini, sevgiyle tebessüm etti. "Unutma, beyaz kalemle dalga vereceğiz, işim bitince gelip kontrol edeceğim." dedikten sonra yanından uzaklaşarak mutfağa doğru ilerledi.
Yemek hazırlamak amacıyla mutfağa giren Nurcan Hanım, kendisini uzaktan izleyen Seher'le tek kelime etmemişti. Normal şartlarda olsa asla kendisini evine almayacak olan Seher, artık çoğu olup biteni anladığından daha sakindi. Çorba için ocağa su koyarken diğer taraftan dolabı kurcaladı. Kendisini uzaktan izleyen Seher, yanına doğru gelerek uzağında durdu. "Yemek vardı dolapta, ben hazır etmiştim önceden." Aldığı kalıp yağ ile ocağa ilerleyen Nurcan Hanım, kendisiyle durgun sesle konuşan Seher'i görmezden geldi.
"Hande öyle, sebzeden çok hoşlanmaz, ilaç alacağı için aç kalmaması gerek, sağlam yemeli."
Uzun süre durduktan sonra konuşmuş, kendini konuşmakta mecbur hissetmişti. Evinde olduğuna göre konuşacaktı. Hande olmasa, buraya asla gelmez, karşısındaki insanlarla muhatap olmazdı Nurcan Hanım. Elini çabuk tutmaya çalıştı, burada kalmak, her an geleceğini tahmin ettiği Aras'la karşılaşmak istemiyordu. Ocaktaki çorbayı arada kontrol ederken diğer taraftan tavuğu hazırlamaya devam etti. Sosladığı tavuğu da ocağa bırakırken ocağın diğer kısmını yakarak oradan uzaklaştı. Geriye sadece pilavı hazır etmek kalmıştı.
"Bakın bitirdim, sizin için hazırladım, size hediye etmek istiyorum."
Elindeki resmi tamamladığında heyecanla, uzandığı koltuktan doğrulan Hande, kendini iyi hissetmeye başlamıştı. Koltuktan kalktığı anda, değneğe tutunma gereğinde bulunmadan, aksayarak mutfağa ilerlemişti. Çizim kağıdından bakışlarını tamamen çekerek, kendine arkası dönük Nurcan Hanım'a seslendi. Ellerini kurulayarak kıza doğru dönen kadın, gülerek yanına ilerledi. Bakışlarını, çizim kağıdına odaklarken sevgiyle iç geçirdi. "Ne kadar güzel olmuş böyle, maşallah benim güzel kızıma, nasıl marifetli." Elinden kağıdı alırken hayranlıkla, çizdiği mavi denizi inceledi. Ressamlar kadar başarılı, aşırı gerçekçi çizmişti.
"Böyle olmayacaktı aslında, siz gelince güzelleşti, anlam kazandı." Sıcacık sesiyle konuşan kızı kucaklayarak kolları arasına alırken yanağını öptü. Elindeki kağıda tekrardan göz gezdirdi. Sanki bakınca, karşısında gerçekten deniz varmış misali hissediyordu. "Hiç kendine haksızlık etme, benimle alakalı değil, sen okuduğun bölümün hakkını verecek kadar başarılısın." derken saçlarını koklayarak öptü. "Şimdi benim mi oldu bu?" Hevesle sorarken kendini kızdan çekti, kağıdı göğsüne bastırdı. "Evet, sizin için yaptım, başta öyle niyetlenmemiştim ama siz gelince, bana dalga efekti için fikir verince, size hediye etmek geldi içimden."
"Ben alayım bunu o zaman, evime götüreyim, güzelce saklayayım." Yüzüne öpücükler kondurdu karşısındaki kızın, eliyle saçlarını yüzünden çekerek yanağına tekrardan öpücük bıraktı. "Size yardım etsem olmaz mı, tek başınıza hazırlamayın." Karşısındaki kadının tülbentindeki oyaları okşayan genç kız, istekle konuşurken tebessüm ettirdi kadına. "Kıyabilir miyim hiç ben sana, bir de iş mi yaptıracağım? Zaten senin yapabileceğin bir şey yok şu an, ben çoğunu hallettim sayılır. Sen hadi içeri geç, kalkman hataydı zaten, güzelce uzan, ben geliyorum birazdan."
Başını olumlu anlamda sallayan Hande, dayanamayarak tekrardan Nurcan Hanım'a sıkıca sarıldı. "Sizi çok seviyorum." dedi kadının tülbentinde elini gezdirerek. Bunu söylemeyi seviyordu, insanların yüreklerini sevgiyle şifa olacağını, şimdilerde daha iyi anlıyordu. "Ben de seni seviyorum, güzel kızım." İlk kez sevgisine karşılık göstererek 'Ben de' demişti Nurcan Hanım, bunu yapmaktan asla pişman olmayacaktı. Pişman olacağı hatalara kalkışmazdı, yaptığı hamlelerin beraberinde, konuşacağı kelimeleri uzunca düşünürdü.
"Allah muhabbetinizi artırsın."
İçeriye girdikten kısa süre sonra mutfağa ilerleyen Aras, gördüğü manzara karşısında, sinirle dişlerini sıkarken konuşmadan edememişti. Dışarıda oğlunu çektiği kadını, şimdi evinde, karşısında görmekten epey rahatsız olmuştu. "Oğlunun yarım bıraktığı görevi tamamlamada üzerine yok, maşallah diyeyim." Ailece psikopattı bunlar, ne ara hayatlarına böyle dahil olduğunu anlayamamış, engel olamamıştı. Elinde kalanların tamamını, hızlı şekilde kaybetmeye başlamıştı. O adam dediğini yapıyor, sevdiği kadını günden güne elinden alıyordu.
"Sen içeri geç anneciğim, geliyorum birazdan." Hande'yi içeri göndererek kapıdan geçiren Nurcan Hanım, karşısındaki adamı umursamadan ocaktaki yemeklerine doğru ilerledi. Kıvama gelen çorbanın altını kapatırken diğer taraftan tavuğu kontrol etti. Buraya gelirken olacakları göze almıştı. Hande ile dışarıda buluşmayı daha çok isterdi ama kendisine kırgınken gelmeme ihtimali vardı. Zaten hasta olup okula gitmediğini öğrendiğinde, istese bile dışarı gelemeyeceğini anlamış, kendini bu kapıda bulmuştu.
"Elimde avucumda ne varsa aldınız, ailemi dağıttınız, Allah yanınıza bırakmaz, aklınızda olsun." Başlarda ne söylerse söylesin, asla yanıt vermemekte kararlı olan Nurcan Hanım, ardındaki adamın ettiği son sözlerle hızla ardına döndü. "Allah'ın adını ağzına alma, bize varana dek, senin günahın daha fazla. Sahip çıksaydın karına, sahiplenseydin olmazdı böyle." Konuşmaları tamamlanırken hazırladığı çorbayı tabağa yerleştirdi. İçine biraz limon sıktı, yanına iki dilim ekmekle tepsi içine sundu. Eline aldığı tepsiyle mutfaktan çıkarken oturma salonuna ilerledi.
Sinirlenmemesi gerekti, buraya gelirken hepsini göze almıştı. Eliyle, karşısındaki kıza çorbayı içirirken yüzünü hep tebessümlü tutmaya çalıştı. Sinirini göstermemek için çabaladı, sakin kalacaktı. "Kocaman aç ağzını, hadi bir tanem, az kaldı." Yeniden eliyle kaşığı dudaklarından geçirirken dudaklarını daima kıpırdattı. "Oohh!" dedi sıcak çorbayı içirirken. "Böyle ellerimle besleyeceğim kızımı, karnını doyurup gideceğim ki, içim rahat etsin." Son kalan çorbayı kaşığa daldırarak içirdi, ardından tabağı aşağı indirdi. "Çorbadan yine var ama tamamen çorbayla doyurmayalım karnımızı, ben şimdi sana tavuklu pilavdan getireceğim." Boş tabağı tepsiyle kaldırarak koltuktan kalktı, mutfağa doğru ilerledi.
Zaman çabuk ilerledi, karnını doyurduğu Hande'nin ilaçlarını içiren Nurcan Hanım, işleri tamamlandığında kalkmak üzere hazırlanmaya başladı. Geç saatler olduğundan, kendisi gittikten kısa süre sonra Hande uyurdu zaten. İyice kalarak, türkülerle, saçlarını okşayarak uyutmak isterdi ama o saatlerde, evine dönmesi zorlaşabilirdi. Üzerine montunu giyinirken yanına gelen Hande'yle bir süre bakıştılar. Sanki gitmesinden ürkercesine bakıyordu kendisine. Elinden gelen bir şey yoktu, çaresizce burada bırakmak, içten içe canını acıtıyordu.
"Yeniden ne zaman bulaşacağız?" Ardından bağladığı tülbentini çözerek, boynunu kapatacak şekilde örten Nurcan Hanım, biraz şaşkın şekilde baktı karşısındaki kıza. "En kısa zamanda bir tanem." Güven vermek istercesine konuştu. Kapının köşesindeki aynadan kendini kontrol ederken sözlerine devam etti. "Dışarıda görüşürüz, birlikte deniz kenarına gideriz, kırlarda gezeriz, bahar gelirken açan çiçekleri seyrederiz." Üzerine geçirdiği montunu ilikledi, ardından dikkatini tamamen kıza verdi.
"İnşallah." dedi sakince, kadına yaklaştırdı aksayan adımlarını. "Bugün geldiğiniz için teşekkür ederim, yemekleriniz yine çok güzeldi, zahmet verdim, ne olur kusura bakmayın."
"Senin canın yine gıdıklammak istiyor sanırım, ben biraz o izlenimi aldım sanki." Sinsice gülerken sevgi dolu gözlerle baktı aynı zamanda.
"Tamam, söylemedim sayın, sustum." Korkarak konuşurken aynı zamanda güldü genç kadın. Kendini biraz eğen Nurcan Hanım, eliyle yanağını işaret etti. "Şuraya bir öpücük alayım hemen." Yaklaşarak dudaklarını yanağına uzatan Hande, dudağını çekinerek değdirdi yanağına. Kendisine kimseler böyle sıcak davranmamıştı, Nurcan Hanım'ın sıcaklığı çok başkaydı. Yanağını öptükten sonra uzaklaşamadı, bedenine kendine çeken Nurcan Hanım, sıkıca sarıldığı Hande'nin bedenini kendi kollarına çekti. "İnci tanem benim." dedi saçlarını koklayarak öperken.
"Hepsi geçecek güzel kızım, sakın umudunu kaybetme, olur mu? Her başlayan bir gün mutlaka biter, geceler sabaha kavuşur. Ne olursa olsun, seni kurtaracağım." Kızın üzerinden doğrulurken aynada tekrardan kendini kontrol etti. Çantasını koluna takarken Hande'nin verdiği çizim kağıdını eline aldı. "Kendine iyi bak, yine görüşeceğiz." dedi tekrardan sarılan Nurcan Hanım. "Hoşça kalın." Çekingen şekilde konuşan Hande, kadının evden çıkmasını bekledi. Kapıyı aralayarak evden çıkan kadının aklında sadece bundan sonra olacaklar vardı. Mahkeme gününe kadar Hande'yi hep kontrol altında tutması gerekti, daima gelerek gidecek, hep kontrol edecekti. Yürüyerek dolmuş durağına ilerleyen Nurcan Hanım'ın aklında, Hande'den başkası yoktu...
Yaşanan güzelliklerin bedelini, son zamanlarda ağır şekilde ödüyordu genç kadın. Nurcan Hanım gitmesinin ardından çok sürmeden Aras, sanki onun gelmesinin acısını kendisinden çıkarmaya başlamıştı. Öyle sinirliydi ki, sakin başlattığı diyaloğu, hızlı şekilde kavgaya çevirmişti. Başlarda olup biteni anlayamamış, karşılık vermemeye çalışmıştı ama Hande için katlanılır şekilde değildi. El kaldırmadığı zamanlarda genelde sözlü hakaret ediyordu kendisine, dövmesinden bile daha ağır gelir olmuştu. Kadınlık gururunu inciten sözleri, bunca yaşanmışlığa aldırmadan etmesi, canını acıtıyordu.
Düzgün başladı konuşmaları, önce gününün nasıl geçtiğini sordu, ardından sıradan konuşmalarını sürdürdü. Konuşmasının nereye varacağını, nasıl tartışma çıkaracağını, başlarda tahmin bile edememişti. "Koleje gidemedin, hastalandın ya, şimdi senden kötüsü yoktur." derken sakince laf sokmuş, tartışmayı başlatmak istemişti. Sessiz kaldı, kendince hak vermek istedi kocasına. Evet, zamanında kaçtığı adama şimdi ilgi duyuyordu ama bunu tek başına inşa etmemişti. Karşısındaki kocasının yaptıkları, genç kadını ondan daha çok uzaklaştırmıştı. Başlarda düzgün davransa, güven verse, böyle olmazdı.
"Ben senden iş aradığım zamanlarda yardım istedim, sen umursamadın, üzerine bile durmadın. Baştan bana yardım etsen, şimdi o kolejde çalışmazdım. Ayrıca ben gerçeği öğrendiğimde, onun okulda olduğunu gördüğümde, oradan zaten ayrılacaktım. Sadece başka iş bulmayı bekledim, sabretmek istedim. Senin yaptıkların üstüme gelmese, bana böyle davranmasan, her şey daha farklı olabilirdi."
Uzun konuşmasında sadece kendini savunmak istedi. Ahlaksızlık yapan kadınlar gibi kötü hissediyordu kendisini. Yaptıklarından ötürü kızıyordu kendisine. Elinde değildi, yüreğine söz geçiremiyordu genç kadın. Yaptığı konuşma, karşısındaki adamı iyice sinirlendirmişti. Yerinden hızla kalkarak yanına ilerleyen kocasından bir an ürperdi, tekrar kendisine el kaldıracak sandı ama epeydir şiddet göstermediği gibi sözlü hakaretleri çoğaltmıştı. Tam karşısında duran adama dikkatlice bakarken koltuktan kalkmadı kadın, oturduğu koltuğa iyice yaslandı. "Ben kötü biri değilim, beni siz böyle yaptınız!" Sesini yükselterek konuşmasından ürkse bile belli etmemeye çalıştı.
"Ben kötü olsaydım, bana yapılanlardan sonra gider, İhsan'la arkadaşlık ederdim, iş birliği yapardım. Siz hepiniz birleştiniz, senin o çakma anan, bana kendince savaş açtı ama duruşumu bozmadım. Yaptığım hatalara beni siz teşvik ettiniz, el birliğiyle beni delirttiniz. Buna rağmen İhsan'la arkadaşlığımı bitirdim, bende vicdan var kızım, bende merhamet var, sen daha benim değerimi bilme!" Konuyu nasıl buralara çektiğini anlayamazken bağırarak konuşmasını dinledi. Üzerine yürüyerek yüksek sesle konuşurken el kaldırmamasına tekrardan şaşırdı. Bu öfkeyle kendisini yerden yere çarpması gerekirdi.
"Aras tamam, sen mükemmel bir insansın, dediğin doğrudur, harikasın. Herkes kendine göre gayet haklı, bana kanıtlamaya çalışma, ben ne yapabilirim, benden ne istiyorsun?" Gücü kalmamıştı, direnmeye çalıştıkça sürekli üzerine geliyordu. Söylediklerini kabullenerek köşeye çekilmek istiyordu, çünkü zerre tahammülü kalmamıştı, kimseyle savaşmaya tahammülü yoktu. Karşısındaki ne derse kabullenerek geçmek istiyordu. "Gör istiyorum!" Elini karşılarındaki masaya geçirirken ürperdi kadın, oturduğu koltuğa daha çok yaslandı.
"Biraz gör çabamı, gözün gerçek dünyaya kör olmuş, masalın içinde yaşıyorsun Hande, seni nasıl sevdiğimi görmüyorsun. Ben senin için hep çabaladım, çabalamaya devam ediyorum. Gerçekleri görmeye başla, o adam seni sevmiyor, o kendinden başkasını sevemez. Sevmeyi bilmiyor o, ben seni gerçekten seviyorum, bırak artık şu masalları."
"Masal mı?" dedi tedirgince, tedirginliğin beraberinde şaşkındı üstelik. Yaşananları düşündükçe gerçeklere yakın olduğunu anımsadı. "Ben masallara inanmayı zaten bıraktım, seninle beraber gerçekleri görmeye başladım. Sendin masal, yaşadık ve bitti, gerçeği bana gösteren, yine masalı yaşatan sen oldun."
"Bende hata ki, sana o adam gibi zor kullanmadım, hepsi benim hatamdı. Sen meğer böyle dilden anlıyormuşsun, anladığın şekilde konuşacağım. Benden asla kurtulamayacaksın, seni bırakmayacağım."
Konuşması tamamlandığında odasına doğru ilerleyen kocasının ardından öylece baktı sadece. Son cümlesini kurduğu gibi kendisinden uzaklaşan genç adamı izledi sadece. Söylediği sözlerle tekrar dünyası başına yıkılırken umutları tükendi kadının. İstediği sonucu mahkemeden alamazsa, sonsuza dek, bu hayatın içinde darmadağın olacaktı. Zaten dağılmıştı, artık savaşmıyordu, çırpınmaktan yorgun düşmüştü. Buradan kurtulması gerekti, yaşadığı acıların bedeli olması gerekti. Her ne kadar savaşmaktan yorulsa bile yaşadıklarının acısını çıkarması gerekti. İçini kaplayan hırsa engel olamıyor, hürriyetine kavuşamayacağını düşündükçe daha kötü hissederek intikam almak istiyordu.
Günler birbiri ardınca ilerlerken yaşadığı hayat çekilmez olmuştu. İçindeki kini, kendisinin bakışlarında yakalayan kocası, acı çıkarmasına bile imkan tanımaz olmuştu. Çok sevdiği işine gidemiyordu, üzerine evin kapıları kilitlenmiş, kapı dışarı bırakmaz olmuştu kendisini. Yaptıkları çok fazlaydı, bunun altında kalmayacaktı genç kadın. İçindeki şeytan, kendisine ağır esaret yaşattığı zamanda, pençelerini gösterirken mahkeme gününü bekleyecek zamanı kalmamıştı. Yaşattıklarının acısını çıkarmak istiyordu, olanlara susamıyor gururu imkan tanımıyordu.
O sabah havanın serinliğinde, kendini iyi hissetmemesine rağmen kızına gelen Yeliz Hanım, sadece kötü günlerin geçeceğini hatırlatarak yanında olmak istiyordu. Biraz kavgalar ve gürültülerle olmasına rağmen, o eve girmeyi başarmıştı. Erken saatlerde, odadaki koltukta uzanan kızına koşarak sıkıca sarılırken kokusunu içine çekmiş, saçlarını sevgiyle okşamıştı. "Geçecek bir tanem, az daha sabredelim." demişti kızına moral vermeye çalışırken. Karşısındaki annesinin sözleriyle burukça tebessüm etti Hande. Yıllarca kendisine annelik eden kadına yaşattıklarının acısını, Allah şimdi kendisinden çıkarıyordu.
"İbrahim Bey'le konuştum, sen vermediğin sürece istifanı kabul etmeyeceğini söyledi. Araya zaten yaz tatili giriyor, sonrasında düzelecek inşallah, ne olur bırakma kendini anneciğim, birlikte üstesinden geleceğiz."
"Üstesinden geleceğim ama bana yaşattıklarının bedelini ödeyecekler, gözümü kararttım anne, hayatımızı perişan ettiler, yanlarına kalmayacak." Söylediklerini dikkatle dinleyen Yeliz Hanım, belli ki ne demek istediğini tam olarak anlayamadı. Gülümsedi dediklerine, aklından geçenleri bilse, belki kahrolurdu ama bilemediği için tebessüm etti. "Kalmayacak tabii, yanlarına bırakmayacağız." derken hukuktan söz etmişti annesi. İşini hukuka bırakmadan, böyle devam ederse, kısa zamanda intikam alacaktı.
"Krep yapayım mı sana, güzelce kahvaltı hazırlayayım mı?" Çok sevdiği annesinin elinden son kez kahvaltı göreceğini düşünerek buruk tebessümle başını salladı. Yerinden doğrulurken üzerinden montunu çıkararak koltuklardan diğerine bıraktı Yeliz Hanım, saçlarını geriye ittirerek mutfağa ilerledi. Hande'nin üzerindeki tuhaflık, kısa süreliğine dikkatini çekse de üzerine durmadı. İçerisinde bulunduğu duruma göre normal kabul edileceğini düşündü.
Özenle hazırladığı krepleri tabağa yerleştiren Yeliz Hanım, diğer taraftan kahvaltı tepsisini düzenledi. Sevdiği şekilde yaparak, çikolatalı, peynirli ve sade olarak üç çeşit krep hazırladı. Küçük tabaklara peynir, zeytin ve sevdiği çilek reçelinden doldurdu. Rafadan kaynattığı yumurtayı, küçük yumurtalığın içine bırakarak tepsiye yerleştirdi. Tepsiyi eline alırken oturma salonuna doğru ilerledi. Böyle sabırla mahkeme gününü bekliyor, kızına belli etmemeye çalışıyordu ama elinde değildi sinirlenmemek. Aklında kendince kurduğu planları erteledi, mahkeme zamanına kadar beklemeleri gerekti, çok kalmamıştı.
"Senin kahvaltılarını özledim." derken çatalın ucuna taktığı krep parçasını ağzına attı. Tek koluyla zorlamdığı için çayını annesinin içirmesine müsaade etti. Normalde böyle zorlanmazdı ama son zamanlarda yatağından çıkamayacak duruma gelmişti. Stres, bedensel ve psikolojik şiddet, kaygı sorunları, bedenini tamamen güçsüz bırakmıştı. "Birlikte yaptığımız kahvaltıları, kahvaltı masasına sıkıştırdığımız düşleri, geleceğe dair umutlarımızı, hepsini ben çöpe attım. Şimdi senle geçirdiğimiz günleri özlemeye hakkım yok."
"Yavrum benim." Çikolata sürdüğü krep lokmasını eliyle yediren Yeliz Hanım, tekrardan çayını içirirken gözlerine sevgi dolu bakışlar gönderdi. "Sen daha çok gençsin annem, tabii ki hataların olacak, kendini böyle ağır eleştirmen doğru değil. Ben senin annenim, her yanlışını düzelterek yanında olacağım."
"Seni çok seviyorum, canım annem." Elini, kadının yanağına dokundururken yanağını okşadı. "Sen annem olmasan, ben bunca hayalimi gerçekleştiremezdim." Yanağına dokundurduğu elini, başını yana çevirerek öptü Yeliz Hanım. Yaptığı haraketle tebessüm eden Hande, sözlerini sevgiyle devam ettirdi. "İyi ki buldum seni, iyi ki annem oldun. Benim iki ayrı evim, iki annem var, biri sensin ama diğeri Neslihan Annem değil, bir başkası."
Kaşlarını şaşkınlıkla çatarken içini merak sarmaladı, kızının ne söylemek istediğini anlamaya çalıştı. "Nasıl değil?" dedi merakını göstermek amacıyla sorarken. Biraz şaşırdı, biraz meraka kapıldı. "Ben eğer iznin olursa, ileride Nurcan Hanım'ı, 'Anne' olarak kabul etmek, ona 'Anne' demek istiyorum, bunu kabul edebilir misin? Bana alınır mısın 'Anne' desem?" Sorduğu soruyla rahatladı. Ne demek istediğini anladığında, yüzünde tebessüm oluştu, sıcacık gülümsedi.
"Alınmam anneciğim, istediğin zaman söyleyebilirsin." Böylesini beklememişti, Nurcan'ın böyle Hande'ye yakın olması, epeyce işine gelmişti. Kapısına giderek ağır konuşup hesap sorarken değişeceğini tahmin etmemişti. Sadece köşeye çekilsin istemişti ama Nurcan, tam tersine, Yeliz'in yetişemediği yerde, yükünü üzerinden alıyordu. Böyle devam ederse, Neslihan'dan tamamen uzaklaşırdı, daha çok işine gelirdi. "Neslihan'a 'Anne' demene alınmamışım, buna mı alınacağım?" Kurduğu cümle karşısında ikisi birden güldü, gerçekten Hande'nin açısından, Yeliz Hanım'ın dedikleri çok doğruydu. Neslihan Hanım'dan hâlâ umut bekleyerek, Yeliz Hanım'a çok haksızlık etmişti.
"O da evladını kaybetmiş, 'Anne' desem, beni yanlış anlamaz, değil mi? Kızının yerini almaya çalıştığımı düşünmesinden korkuyorum, ben öyle biri değilim, sadece acısını dindirmek istiyorum. Nurcan Hanım, bir daha evladına kavuşamayacak ama ben yaşıyorum, üstelik bana yaptığı bunca iyiliğe rağmen, ona bu kelimeyi çok görmemem gerek. İnsan yaşadığı sürece umut vardır, acılarını dindirmek için ona biraz şifa olmak istiyorum. Ben sana anlatmadım, yani daha anlatacak vaktim olmadı, yanıma geldi birkaç gün önce. Alınmıştım ona, gücenmiştim, gönlümü öyle güzel aldı ki, kötü niyeti olmadığını anladım."
"Neden gücendin?" Zaten bir halt yemeden duramazdı o kadın, şaşırmadı dediklerine, sadece merak etti.
Karşısındaki annesinin sorduğu soruyla, olanları baştan sona anlatmaya başladı Hande. Eğer kocası evde olsa, mümkün değil konuşamazdı. Evi temizleyen kayınvalidesi üst kattaydı, buna rağmen kendini kontrol ederek konuştu. Fatih'ten yardım istediğini anlatan Hande'nin şimdiden yanakları kızardı. Yazdığı mektuptan söz etti, sonra kırgınlığını anlattı. Yine kendi kendine kırıldığını ama aslında Fatih'in suçlu olmadığını, mektubu Nurcan Hanım'ın sakladığını izah etti. Daha Fatih'ten istediği yardımı anlatırken Yeliz Hanım, kendisine muzip bakışlar sunarak güldü. "Tabii, çevrende hiç insan yokmuş gibi, sen kalktın ondan seni kaçırmasını istedin." derken alaylı bakışları, yüzünü kıpkırmızı yapmaya yetti.
"Anne!" dedi ikazcı şekilde. Sanki bilmiyordu neden ona güvenmesi gerektiğini. "Onun cesaretini en iyi sen biliyorsun, zamanında zor kullanarak cesaret ettiğini şimdi, benim isteğimle yapmasını umdum." Bakışlarını kaçırarak başını aşağı eğdi. "Hımmm..." Sesi eğlenircesine çıktı Yeliz Hanım'ın, hislerini öğrenmek amacıyla, biraz eğlenmesinden zarar gelmezdi. "Orası öyle ama bana kalırsa, seni hislerin çekti, bundan dolayı yardım istedin. Buldun yakışıklı adamı, başka kim yardım edecek sana."
"Eline koz geçti ya, değerlendir hemen." Sinirle somurturken başını iyice önüne eğdi. Yüzünde sıcaklık hissederken bunu gizlemeye çalıştı. "İtiraf et o zaman, yakışıklı ama, öyle değil mi?"
"Çok kötüsün anne." Yüzünde üzgün ifade oluştu, kaçmaya çalıştıkça üzerine geliyordu. Hep böyle derinden vurarak utandırıyordu kendisini. "Bana ne, kötüysem kötüyüm, itiraf etmeden kapatmam konuyu." Güldü sesli şekilde, elini ağzına kapatarak kıkırdamasını durdurmaya çalıştı, anlaşılan kurtulamayacaktı elinden. "Öyle." Yüzünde alevler hissediyordu sanki, soğuk ellerini kapatarak rahatlatmaya çalıştı yanaklarını. Şimdi hangi şiirin mısrasına sığardı yüreğindeki sevda? "Öyle ama ben bakamıyorum onun yakışıklı bedenine, ömrüm gözlerine bakmaktan korkarak geçiyor. Bedenini bırak, ben daha gözlerine bakamıyorum, sanki baksam kül olacağım."
"Bak bak, itiraflara bak sen." Eliyle lokmaları ağzına koyarken böylelikle kahvaltısını daha rahat yaptırmıştı. Ağzındaki ekmeği çiğnemeye çalışırken konuyu değiştirmesi gerektiğini düşündü. "Yaa tamam, zaten konu bu değil." Sözü hızlıca değiştirmeye çalışırken asıl söylemek istediklerini hatırladı. Konuşmalarını tekrardan devam ettirirken aklından geçenleri anlatmaya başladı. "İşte benim mektup olayını öğrendiğimi, kırıldığımı duymuş Nurcan Hanım, buraya kadar geldi. Düşünsene anne, gelmese gelmez, bu insanlar onun evini bastı. Hepsini unutup benim için bu eve girdi. Önce beni ikna etti, sonra bana yemekler hazırladı. Bir ara hatta, beni senin gibi tehdit ederek gıdıklamaya başladı. Görsen, öyle güzel bir insan ki, kahırlı bakışlarının ardındaki sevgiyi yakalamak benim için büyük bir dünya güzelliği."
"İyi, öyle olsun bakalım, yalnız beni çok ihmal edersen, ben daha fena gıdıklarım seni, haberin olsun. O konuda benim elime kimse su dökemez, ilk ben başlattım o akımı."
"Hemen kıskanmaya başladın, senden beklenen tavır. Bir kere siz ikiniz, benim canım oldunuz, hiçbirinizi ihmal etmem." Elindeki boş tepsiyi kenara bırakan Yeliz Hanım'ı izledi, onu çok üzmüştü zamanında, şimdi hepsini telafi edecekti. Kendisine yıllarca annelik eden kadının emeğini çöpe atmış, bedelini çok ağır sonuçlarla ödemişti. Şimdi sımsıkı sarılacaktı annesine, bir daha onu asla üzmeyecek, ona layık bir evlat olabilmek için çaba gösterecekti. Hayat kendisine tekrar şans verirse, gerçekten kendisini sevenleri üzmeyecekti.
Zaman böylece akıp gidiyor, yaşamı zorlaşmasına rağmen direnmeyi bırakmıyordu genç kadın. İçindeki şeytanı dinlememek için ayrıca direniyordu. Bir yanı intikam almak isterken diğer yanında Allah korkusu vardı. Aklındaki günahı işlerse, kendini Allah'a nasıl affettirirdi? Yapamazdı, yapmaması gerekti. Yüreğinde alevlenen intikam ateşini söndürmek için çabalarken umudunun tükenmesine ramak kalmıştı. Şiddet göreceğini bilmesine rağmen imkanı oldukça evden daima çıkıyor, gidebildiği zamanlarda işine gidiyordu. Kayınvalidesine yalvararak çıkıyordu evden, Seher Hanım'ın yardımıyla gidiyordu işine.
Kendisine yardım etmek değildi kayınvalidesinin amacı, sadece böyle yaparak vicdanını rahatlatmaya çalışıyordu. Hande'yi başından savarak, olayların kıyısında duruyordu Seher Hanım. Kayınpederi ise çaresizdi, Seher Hanım gibi değildi Fahri Bey. Yardım etmek istiyor ama elinden çare gelmiyordu. Birkaç defa okula gitmesine rağmen Fatih'le hiç karşılaşmadı Hande, zaten bulunduğu şartlarda karşılaşmamayı daha çok isterdi. Okula çok az gitmesine rağmen Kuzey'le aralarındaki ilişki güçlenmişti. "Hepsi geçecek hocam, siz çok güçlüsünüz, atlatacaksınız bunları." derken samimiyetine inanmıştı Kuzey'in, kısacık zamanda, abla - kardeş misali olmuşlardı.
Gözlerini yorgun araladığı sabahlardan birinde, kolundaki sızıdan kendini doğrultamaz duruma gelmişti. Sağlam kolunu incitmiş, doktor tarafından sargı beziyle sarılmıştı. Tek başına böyle hale gelmemişti kolu, durup dururken olmamıştı. Yine işe gitmek için direndiği kocasının kendisini ittirmesiyle kolunun üzerine düşerek incitmişti. Yürümekte zorlanıyor, yürüteçe bile tutunamıyordu. Kendi tercih ettiği hayatın bedelini kendisi ödüyordu. Oysa annesini memnun etmek için evlenmişti, şimdi annesi yanında değildi. Canını acıttığı Yeliz Hanım vardı sadece, kimi zaman onun sevgisini hak etmediğini düşünürdü. Böyle düşünürdü ama aynı zamanda bilirdi ki, Yeliz Anne'si olmasa, asla hayata tutunamaz, soluk alamazdı.
Yatağından güçlükle çıkarken üzerine sabahlığını geçirdi. Kalktı yatağın üzerini kapatamayacak kadar halsizdi, öylece bırakacaktı. Belini zor haraket ettiriyordu, kolundaki incinmeden ötürü doktor istirahat raporu vermişti kendisine. Zaten rapor olmasa da işine gidemeyecekti, bildiğin esaret hayatı yaşıyordu. Kapıdan çıkarak aşağıya doğru inerken yürüdükçe bedenine iğneler batıyordu. Yaklaştıkça gördüğü manzara karşısında, merdiven basamağında adımlarını durdurarak bekledi. Genç kadın, kocasının kapı ağzında birileriyle konuştuğunu fark ederken konuştuğu kişinin kim olduğunu anlamaya çalıştı.
"Hande yok, müsait değil, uyuyor şu an." Oysa çoktan kalkmıştı, bunu bilmediği için değil, gelen kişiyle görüşmesini istemediği için böyle konuşuyordu. Yaklaşarak kapı pervazındaki gölgeyi daha net görebilmek için uğraşırken dikkatini iyice verdi. "Ben geçmiş olsun demek için geldim sadece." Tanıdık ses dolarken kulaklarına, tamamen yaklaştığında, kim olduğunu anladı. Öğrencisi ve aynı zamanda Fatih'in yeğeni Kuzey'den başkası değildi. Neden böyle söylediğini, sadece kısa süreliğine düşündü genç kadın. Anlaması zor değildi, kendisine bildiğin esaret hayatı yaşatıyordu ama yaptıklarının asla altında kalmayacak, hürriyetine kavuşmak için ne gerekiyorsa yapacaktı.
"Kuzey." Kapıya doğru seslenerek kendini huzlandırmaya çalıştı. O tarafa yürürken karşısndaki öğrencilerine zoraki tebessüm etti. "Hoş geldin, gelsene." derken kocasına bakması bile sinirli bakışlarını üzerinde hissetti. "Barış, sen de hoş geldin." Kapının önüne geldiğinde orada durarak öğrencilerine baktı. "Okula gelemediğiniz için merak ettik hocam, bakmak istedik sadece." Açıklamayı yapan Kuzey, kendisinde meraklı gözlerini gezdirdi. Konuşmak için kendisini toparlamaya çalışırken yanındaki kocası, yine kendisinden önce davrandı.
"Hande bundan sonra, o kolejde çalışmayacak, yakında istifasını gönderecek."
Aras, kendinden emin şekilde konuşarak Kuzey'e kinci şekilde bakarak konuştu. Sorunu Fatih'le olan kocasının, Kuzey'le probleminin ne olduğunu çözmeye çalıştı. Kuzey'in suçu, Fatih'in yeğeni olmak mıydı? Biraz düşünen genç kadın, zorlanmadan aklındaki soru işaretini aydınlattı. Uzun zaman önce Fatih'in evini bastığında, dayağı, Fatih'ten önce Kuzey'den yemişti. Olup bitenleri Fahri Bey'den öğrendiğinde üzerine bile durmamıştı, herkes kendi ektiğini biçerdi. Boşanma aşamasında olduğu kocasının davranışlarından mesul değildi.
"Yok öyle bir dünya, buna sen karar veremezsin." Kuzey'in soğukkanlı şekilde söylediği kelimelerle tartışma çıkacağını anladı. Çabucak toparlaması gelecekti, tekrardan olay çıkarsa kaldıramazdı. "Ne diyorsun lan sen, defol git kapımdan, velet!" Sesi yükselerek kapı önünde gürültü yaratırken Aras'ın, kavgayı engellemesi gerektiğini düşündü Hande. Araya girmek üzere birkaç adım atarken, "Lütfen." dedi sakin şekilde. "Kuzey tamam, biraz sinirleri bozuk eşimin, ne dediğini bilmiyor." Kendisini durdurmak için omuzlarından tutan Aras, geri çektikten sonra tek eliyle geriye doğru ittirdi. "Sen karışma." dedi geriye savurduğu kadına sinirle bakarak.
Omzuna önden vurarak ittirmesiyle, tek bacağı üzerinde zoraki duran genç kadın, savrulmamak için ardında kalan sehpaya sıkıca sarıldı. Yeterince geri gitmişti, sehpadan destek almasa, az önce indiği merdivenlere doğru gidecekti. Kapıdaki adamı kenara iterek yanına gelen Barış, koluna sıkıca sarılarak yukarı doğru çekercesine kaldırdı kendisini. "İyi misiniz hocam?" Kaldırarak dik durmasına yardımcı olurken kolundan düşen destek çubuğuna tutundurdu kendisini. "Dokunma ulan, bırak karımı, şerefsiz." Yanlarına gelmek üzere yerinden fırlayacak olan Aras'ı, yakasından tutarak kendisine çeviren Kuzey, çok beklemeden yüzünün tam ortasına, yumruk haline getirdiği elini yapıştırdı.
"Gücün ancak kadınlara yetiyor ama yanına kalmayacak şerefsiz, çok zamanın kalmadı." Yere serdiği Aras'a kin içinde bakarken kendisine dönen Kuzey'e şaşkınlıkla baktı. Lise öğrencisi bir çocuğa göre fazlasıyla güçlüydü. "Hadi Barış, çıkıyoruz gel." derken yanına doğru giden Barış'la beraber kapıya aralık kapıya ilerlediler. "Seni merak ettiğim için gelmiştim Hande abla, biraz daha sabırlı ol, hepsi geçecek." Çıkarken ardlarından kapıyı sertçe çarpan Kuzey'in çarptığı kapıda kaldı gözü. Yerden, gözünün altını eliyle tutarak kalkan kocasına değdi bakışları, sinirini kendisinden çıkaracağını düşündü. El kaldırmazdı, uzun zamandır el kaldırmıyorken kendisinin sorumlu olmadığı mesele için kötü davranmayacağını düşündü.
"Böyle öğrencilerini göndererek düşüncemi değiştiremezsin Hande Hanım, koleje geri dönemeyeceksin." Alaycı şekilde konuşması canını acıtsa bile duruşunu bozmak istemedi. Sakin kalmak için olanları alaya almaya çalışarak kendisini küçümsüyordu. "Ben kimseyi göndermedim." Soğukkanlı davranmak için çabaladı, canının acısını belli etmemeye çalıştı. Yüzündeki gülüş çoğalırken eliyle gözünü tutmaya devam etti. "Tabii, erkek öğrencilerinin gelmesinden belli, kesin sen çağırmadın." Sırıtarak gevşekçe konuşması, sinirlerini iyice gererken üzerine doğru yürüdü. "Öğrencinin kadını erkeği olmaz, nasıl ki doktorun erkek kadını olmadığı gibi, öğretmenlik ve öğrencilik için de bu geçerlidir."
"Her söylediğime verecek cevabın var, bunu da cevapla o zaman, neden tamirci parçasının yeğeni, başka öğrenci mi kalmamıştı?"
"Kuzey de diğerleri gibi benim öğrencim, bizimkisi öğretmen öğrenci olayından ötürü, abla kardeş ilişkisi."
"Çırpınma boşuna, tüm çabaların uçup gidecek." Gözlerinin içinde keskin şekilde bakarak söyledikleriyle kaskatı kesildi genç kadın. Konuşmayı nereden getirmişti buralara, neleri ima etmeye çalışıyordu. "Heves ettin aklınca, boşanma olaylarına kalkıştın, mahkeme gününe kadar al hevesini, yapamayacaksın nasıl olsa. Hakim seni gördüğü anda bizi boşamayacak, mahkeme bittiği gibi gideceğiz buralardan, alıp götüreceğim seni."
Yaptığı konuşmayla beraber tüm bedeni tutulup kalırken olduğu yerde bekledi genç kadın. Karşısındaki adamın dediklerini idrak etmek için çabalarken titredi, sarsılarak kendine gelmeye çalıştı. "Saçmalamayı kes, ben hiçbir yere gelmiyorum." Sesi titredi konuşurken, tökezledi ama konuştuklarını anlaştırdı. Yanına yaklaşarak karşısında durdu, öfke içinde gözlerine baktı. "İsteklerinin önemi yok, sen alışkınsın alıkonulmaya." Yaptığı imalar daha çok sinirlendirse bile kendisini, sakin kalmaya çalıştı. Güçlü duracaktı karşısında, duruşunu bozmadan, ağır konuşarak kendisi onun canını sıkacaktı.
"Yapamayacaksın!" Sesi katı, kendinden emin çıkarken iyice yaklaştı adama doğru, dişleri arasından kelimeleri tıslamaya devam etti. "Senin gibiler çırpınır ancak, çırpınan ben değilim. Boşa çıkacak sonunda elin, bir halt elde edemeyeceksin. Tuttuğum avukat, bana yaptıklarını kanıtlayacak, sonra sen ne yaparsan yap, biz ayrılacağız. Zaten hiç evlenmemiz gerekiyordu, sen benim için hataydın sadece. Kardeşine tokat atacağın zaman araya girdiğimde yanlışlıkla bana vurmuştun ya hani, o gün anlamıştım ben senin ne halt olduğunu. Daha o zamanlar görmüştüm gözlerindeki öfkeyi."
"Kes sesini, zorlama sabrımı, git odana zıbar." Geri doğru çok hafif iterken kadını, soluk soluğa konuştu. İyice zorluyordu kendisini, tahammül sınırı azalmıştı. "Sen sabah sebze gibi yatıyordun, sesi duyunca ne diye kalktın acaba, geç odana."
"N'oldu, gerçekleri duymak işine mi gelmedi? Bu arada, işimle ilgili hayallerini bitirsen iyi edersen, istifa vermiyorum, senden kurtulduğum gün, tekrar devam edeceğim."
"Benden kurtulamayacağına göre, okula gidemeyeceksin."
"Gideceğim, hem de senin inadına oraya gideceğim! Sen kaybedenlerden olacaksın, her sana güvendiğimde beni yarı yolda bıraktın, yaptıkların yanına kalmayacak."
"Ulan git odana yat zıbar, bana tövbemi bozdurma. Bizi bu hale ben değil, sen getirdin, ben tek başıma sana böyle davranmak istemedim. Sen beni inşa ettin, şimdi geçip karşıma bana laf kalabalığı yapma."
"Değişmemiştin, hep aynıydın." Sesini soğuk tutarak kelimelerine kinini yansıttı. Susması gerekti aslında, yeni tartışmaya hazır değildi ama burada istemediği halde durmak da canını sıkıyor, sinirine dokunuyordu. "Gerçek yüzünle zamanla ortaya çıkardın, senin adamlığın bu kadar işte, sen busun, bu kadarsın!" Söylediği kelimeler, karşısındaki adamın yüz ifadesini değiştirirken tartışmanın uzayacağını anladı genç kadın. Susması gerektiği yerde konuşmanın aslında sırası değildi.
"Ne diyorsun lan sen, yediğin haltlara rağmen, benim adamlığıma mı dil uzatıyorsun?" İki yakasından tutarak duvara yapıştırdığı kadının dilinden dökülen tiz çığlığa aldırmadı. Eliyle kavradığı çenesini sıkarken inlemesine aldırmadı. Parmaklarının iki tanesiyle çenesini kızartana dek sıkarken dilinden çıkan iniltiyi dinledi. "Seni benden başkası çekmez kızım, boşuna o adama umut bağlama, kahrını ancak ben çekerim." Geri doğru ittirerek başını duvara çarpmasını bekledi. Duvarın kenarında kıvranarak beli aşağı eğilmişti. "Gitmeyeceksin okula, bir daha çalışmayacaksın, o insanlarla da görüşemeyeceksin!" derken sesi kendinden emindi. Acı içinde kıvranmasına rağmen, söylediklerinin altında kalmayacaktı genç kadın.
"Gideceğim." Sesi, karşısındaki adam kadar kendinden emindi. Belini doğrultarak gözlerinin içine kararlı şekilde baktı. "Okula gideceğim, mesleğime devam edeceğim. Beni ne hayallerimden, ne ailemden ayırabileceksin." Söylediği sözler karşısında, kini çoğalan genç adam, patlama noktasına gelmiş bomba misali baktı kadının gözlerine. Kurduğu cümlelerin bağışlanır yanı yoktu, bağışlamayacaktı zaten. Hak ettiğini vermenin zamanı gelmişti. "Öyle mi?" dedi başını ağırca sallayan genç adam, madem kendisine karşı gelecekti, bedeline katlanması gerekti.
Elini kendi beline uzatan Aras, pantolonundaki kemeri ağırca çözmeye başladı. Geçerek odasına gitme niyetinde olan genç kadın, geçemedi daha ileriye. Belindeki pantolonun kemerini çözmeye çalışan adama şaşkınlıkla bakarken gözlerinde ürperti oluştu. Kemeri, belinden tamamen çıkarırken sivri ucunu öne doğru tutarak tek ucunu geri attırdı. Birazdan, geriye doğru attırdığı ucunu, kadının üzerine indirecekti. "Bir daha tekrarlasana o cümleyi, zorlasana yeniden sabrımı." Elinde kemerle ilerledi kadına doğru. "Zorladın zaten yeterince, şimdi tekrarlasana yeniden okula gideceğini." Soğukça kurduğu cümlenin içinde öfkesi, açıkça belliydi.
"Yapma." Elindeki kemeri, üzerine indireceğini anladı. Hasta bir annesi vardı, hasta ve kendisine karşı çaresizdi üstelik. Şiddet gördüğünü anladığında canı acıyacaktı, kendinden çoktan geçmişti, sadece Yeliz Anne'sini düşünüyordu. "Annem anlayınca üzülüyor, yalvarırım yapma. Kurduğun cümleler canımı acıtmaya yetiyor, bedenim zaten yarım, ne olur yapma." Kelimeleri bittiği anda, kemeri üzerine nasıl indirdiğini bile anlayamadan kendini yerde buldu. Sırtındaki kesici acının sızısını hissetmeye bile vakti olmadan, ikinci kez kemeri üzerine indirmesiyle, yüksek sesle, çığlık atarcasına inledi.
"Bana karşı gelmeyeceksin, sen benimsin, benim olduğunu kabullenene kadar gerekirse, böyle dayak yiyeceksin." Yeniden geçirdi kemeri üzerine, tekrar evin içini dolduran çığlıklarını dinledi. Bu raddeye tek başına gelmemişti, şimdiye dek sabretmiş, karşısındaki kadın, bile isteye sabrınu taşırmıştı. Gözyaşları içinde yutkunmaya çalışan genç kadın, sırtındaki acının etkisinden yutkunamayacak hale gelmişti. Aldığı soluklar ciğerine batarken sırtına indirdiği son darbeyle, iki dudağı arasından daha kalın, çığlıktan daha katı iniltiler döküldü. Gözyaşlarıyla karışık bağırırken hırıltılı çıkan soluğu tamamen kesildi. Nefessiz kalan ciğerlerini rahatlatmak için yere düştüğünde, hırkasının cebinden savrulan ilacına ihtiyacı vardı.
Elinden kemeri yere, kadının uzandığı bedeninin kenarına atarak bırakırken ellerini birbirine çarparak çırptı. "Şimdi sıkıyorsa bana tekrardan karşı gel." Yerde, bacaklarının altında kıvranarak ağlayan, acı içinde çığlıklar atan bedenine bakarken içi acıdı kısa süreliğine. Böyle davranmak istememişti ama ettiği sözlerin bir karşılığı olmalıydı. Nefes alamadığını anında anlarken müdahale etmesi gerektiğini düşündü. Yere eğilerek elini yakasına uzattı, kaldırması, ilacını vermesi gerekti. "Kalk!" dedi katı şekilde. Sadece tek yakasından tutarak yerden tamamen kaldırırken soluksuz kalmasına çözüm üretmesi gerektiğini düşündü.
Kolları arasına alırken bedenini, kollarında sıkıca kavradı. Bir koluyla kavrarken kadını, diğer koluyla eğilerek yerden ilacını aldı. Elini uzatarak dudakları arasından geçirdi, birkaç kere sıktı. Kendine geleceğini düşünerek ilacı geri çekti. Yürüyebilecek halde değildi, kendine iyice çevirirken tek hamlede kucağına alarak yerden kaldırdı. Böyle ortalıkta dolaştırılamazdı, birazdan babası gelir halini görürse yine kendisine bağıracaktı. Odalarına girerken kollarındaki kadını başta yatağına yatırmak istedi ama burada babasının görebilme ihtimali yüksekti. Gözleri, odanın köşesinde kalan, oda içerisindeki banyonun kapısına takıldı.
İçeriye geçerken, klozetin kenarındaki boş yere, duvara yaslayarak usulca bıraktı bedenini. Kendisini öyle sinir etmişti ki, burada böyle kalırsa, belki biraz akıllanırdı. "Sakın sesini çıkarma, daha fena yaparım seni." dedi yere bıraktığı bedenine bakarken. Kapıya ilerlerken kadının yarı baygın bedeninden dökülen kelimelerle duraksadı. Yüreğini sarmalayan meraka engel olamazken ardına hafifçe döndü. İnilti içinde, zorlansa bile birkaç kelime dökülüyordu dudaklarından. Yaklaşarak anlamak için çabaladı, yanına ilerledi, söylediklerini dinlemeye çalıştı.
"Bağışla beni anne." Söylediği kelime, daha çok sinirlerini bozarken elini yumruk haline getirdi. Sakin kalacaktı, sinirlerini kontrol edebilirdi. Bildiğin kendisiyle evlendiğine pişmandı, söyledikleriyle bunu rahatlıkla anlamıştı. Yeniden mırıldandığı kelimeleri anlayabilmek için yanına iyice yaklaştı. Başlarda bayağı anlamakta zorlandı, ağzından inilti misali çıkanları anlayamadı. Biraz daha eğildi, kelimeler o sırada kulaklarında netleşti. Son dedikleri, sakinliğini koruyamayacağı kadar sinir bozucuydu. Gururu sarsıldı, tahammül edemediği adamın adını, sevdiği kadının ağzından duymak, iyiden iyiye canını yaktı.
"Fatih, kurtar beni..." Sadece üç kelimelik cümlenin kadının ağzından dökülmesi, genç adamın yüreğini yerden yere çarpmaya yetmişti. O adamın ismini dilinden geçirmesi bile sinirlerini birbirine katmıştı. Kendisine ardı dönük olan kadına karşı öfkesi yeniden yeşerdi. Bacağını havaya kaldırarak, sert tekmeyi, belinin tam ortasına attı. Aldığı darbenin etkiyle soluğu kesilen genç kadın, ağzını tamamen açarak acıyla bağırdı. "Geber!" Dişleri arasından tıslayarak kapıya doğru dönen Aras, kapıdan çıkarken kadının ardından banyonun kapısını kilitledi.
❄️❄️❄️❄️❄️❄️
Zaman, herkes için çok zor geçmeye başlamıştı. Şimdi hepsinin tek ortak noktası Hande olmuştu, onu kurtarmanın yollarını aramaya başlamışlardı. Yeliz Hanım, kızından haber alamadıkça daha çok endişelenmeye başlamıştı. Yüreğinin acısını, azıcık dindirmek için soluğu Nurcan Hanım'ın evinde almıştı. Akşama yakın, Fatih'in de gelmesiyle, endişe içerisinde Hande'yi nasıl kurtaracaklarını düşünmeye başlamıştılar. Sanki vakit bilinçli ilerlemiyor, mahkeme günü, inadına yaklaşmıyordu. Korkuları bitmiyordu Yeliz Hanım'ın, mahkemeden olumsuz sonuç alırlarsa, kurtarmaları tamamen imkansız hale gelecekti. Böyle ihtimalleri göz önünde bulundurarak detaylıca düşünmeleri gerekti.
Nurcan Hanım'ın endişeleri de yine aynıydı, mahkemeyi beklemelerinin ne kadar doğru olduğunu düşünüyordu sürekli. Daha boşanma celbi bile gelmemişken mahkemeye kadar Hande'nin güvenli kalacağına dair şüpheleri vardı. "Sadece bir kere gittim yakın zamanda." dedi karşısındaki kadına bakarak konuşan Nurcan Hanım. "Haberin vardır mutlaka, mektubu sakladığımı öğrenince kırılmış bana, gönlünü almak için konuşmaya gitmiştim. Durumunu iyi görmedim, olayı tatlıya bağlamak için gıdıkladığımda, elim herhalde, bedenine aldığı darbeye gitti. Bir anda inledi, orada anladım kocasının sürekli dövdüğünü. Zaten yüzüne dikkatlice bakınca da anlaşılmayacak gibi değil." Durumun ciddiyetini izah etmek için olanları anlatmaya çalıştı.
"Şerefsiz!" Elini, köşedeki duvara yumruk olarak geçiren Fatih'in, artık tahammülü kalmamıştı. Aklında kendince kurduklarını gerçekleştirmesine zaman kalmamıştı. Yanına doğru gelen Kuzey, sakinleşmesini istercesine eliyle omzuna dokundu. "Biraz elini çabuk tutman gerek amca, sen mahkeme gününü bekliyorsun ama o gün geldiğinde geç kalmış olabilirsin." Sesindeki kendinden eminlik dikkatini çekerken merakla karşısındaki Kuzey'e döndü. Sanki bildikleri varmış gibi konuşması biraz şaşırttı genç adamı. Dikkatlice yüzüne bakarken sözlerine başladı. "Ne biliyorsun sen?" derken merakına engel olamadı.
"Bizim sınıftaki Barış'la beraber, bugün Hande ablayı ziyarete gittik, okula gelmediği için merak etmiştik."
"Ne?!" dedi sinirle bağırarak sözlerini bölen Fatih, yaptığı tehlikeye öfkenin beraberinde şaşkınlık gösterdi. "Senin o evde ne işin var oğlum, delirdin mi sen?"
"Sadece bakmak istedik, durumunun iyi olmadığını görerek teyit etmek için gittik aslında." Doğru değildi oraya gitmesi, hata yaptığının Kuzey de farkındaydı ama durumunu görmek istemişti. "İyi değil, hali çok perişan. Oraya gitmek benim için de çok zordu, doğru olmadığını zaten biliyorum." Sesinin sonlara doğru kısılmasıyla konuşmalarını çekingen şekilde tamamladı. Bakışlarını kaçırarak yüzünü aşağı eğdi, amcasından daima çekinirdi. "Birbirimize girdik kocası olacak itle, Hande abla olmasa arada, gerçekten döverek pestilini çıkarırdım o köpeğin. Ben gittiğimde ona zarar vermelerinden korktuğum için çok ileri gidemedim." Aslında bayağı ileri gitmişti ama daha çok canını acıtmak isterdi. Tam anlamıyla tatmin olmamıştı.
"Sana inanamıyorum!" dedi bağırarak konuşan Fatih, yaşananlar karşısında iyice bunalmıştı. "Zarar verebilirdi o adam sana, ne cesaretle oraya gidebiliyorsun Kuzey, kavgaya karışmak marifet mi? Ben seni daha önce kavgaya karışmaman için uyardım, tartışma çıkarmak kabiliyet değil."
"Bana zarar veremez, gebertirim onu, Hande abla olmasa işin ucunda, öldürürdüm o it herifi. Araya girmeye çalışınca kadını ittirdi geriye doğru, dayanamadım öyle yapınca, yapıştırdım iğrenç suratına yumruğu, buna rağmen hıncımı alamadım."
"Bir de ileri gitmedim diyorsun, daha ne kadar ileri gideceksin Kuzey, senin o kapıya gitmen bile büyük yanlış." Sesini öncelerine göre daha sakin tutsa bile siniri geçmemişti genç adamın. Bir yolunu bulacak, Hande'yi o evden çıkararak bu meseleyi çabucak çözecekti. "Durumu görerek seni rahat bilgilendirmek için gitmeye mecburdum, gittim ve iyice anladım. Söylüyorum işte, elini çabuk tut, mahkeme günü geldiğinde, kadının gazetelerde manşet haberini görebilirsin." Biraz ağır konuşsa bile ancak böyle ikna edebileceğini düşündü. Ettiği sözler, ortama alev misali düşerken herkesi sessizlik aldı.
Gözyaşlarını bundan öte tutamayan Yeliz Hanım, gözlerinden gelmeye başlayan yaşlarla yerinden kalkarak Fatih'in tam karşısında durdu. Ellerini sıkıca tutarken genç adamın, çaresizlik dolu yalvaran gözlerle baktı gözlerine. "Ben en çok, isteği dışında bile olsa, Hande'nin seninle kaldığı dönemler rahattım Fatih. Üzülüyordum, anneydim çünkü, evladımı zorla alıkoydurduğum için vicdanım sızlıyordu ama böyle değildim. Böyle korku içinde, 'Acaba yavruma ne olacak' korkusuyla yaşamıyordum. Sızlayan vicdanıma razıyım şimdi, al götür kızımı buralardan. Zaten o da razı, yardım istemiş senden.
Olur ya düşüncesi değişir, senin için vazgeçer sadece, sen ziyan olma diye korktuğundan geri çekilir. Sakın kanma, istemese bile al götür. Ben önceden olduğu gibi izin veriyorum, uzaklaştır buralardan. Şehri terk edin, uzaklaşın sadece, yaşaması için uzaklaştır, benim mahkemeden umudum kalmadı. Olsa bile Kuzey'in dediği gibi, bakalım o zamana sağ kalacak mı? Ben bir anne olarak, çaresizce yalvarıyorum sana, Hande'nin senden başka umudu yok. İkiniz de birbirinizi seviyorsunuz, insan yaşadığı sürece umut vardır, ne olur kaybetmeyin umutlarınızı, çıkın giden buralardan."
"İçiniz rahat olsun, yarın bu mesele kapanacak!" Sözlerini katı şekilde, kendinden emin, net olarak söyledi. Kararını vermekte geç bile kalmıştı, başından mahkemeye beklemekle hataların en büyüğünü yapmıştı. "Hande'yi alıp gideceğim, çok uzaklara götüreceğim, kimse bizi bulamayacak. Dediğiniz gibi düşünceleri değişecek ama benim için zerre önemi yok, istese de; istemese de, yarın akşam alıyorum onu, kimsenin bizi bulamayacağı bir yere gideceğiz. Herkesten saklayacağım onu, sadece kendime saklayacağım."
"Çok şükür." dedi içi biraz olsun rahatlamış şekilde. Elleriyle saçlarını geri ittirirken gözlerinden akan yaşları sildi aynı zamanda. "Sayende kızım, ikinci defa kurtulacak." İlkinde Fatih kurtarmış, Yeliz Hanım'ın dediğini yaparak Hande'yi zorla alıkoymuştu. Şimdi başarabilirse, tekrardan Fatih kurtaracaktı.
"Yalnız yarın akşama kadar Hande'yle bir kere olsun konuşmak istiyorum, yolunu bulmam gerek." Elindeki telefonunu masanın üzerine bırakarak karşısındaki kadından uzaklaşan genç adam, aklından kendince düşünceler geçirdi. "Bu gece rahat uyusun, yarın kurtulacağını bilerek gözlerini kapatsın istiyorum. Telefonda konuşacağım, yarın o evden çıkaracağını söyleyeceğim ama nasıl, bir yolunu mutlaka bulacağım." Yere bacağını vurarak kendince sabırlı kalmaya çalıştı. Aklında çok çözüm şekli vardı, seçerek birini uygulayacaktı.
"Telefonuna el koymuşlardır mutlaka, üstelik telefon kendisinde olsa bile, o evde yine sorun oluşturur konuşması." Oturduğu koltuktan kalkarak neler yapabileceklerini düşünmeye başladı Nurcan Hanım. "Arada başkası olmalı, başkası arayıp, 'Arkadaşıyım' demeli mesela, Hande gelince telefonun ucuna, telefonu sana vermeli."
"Biliyorum." dedi derin düşünceleri arasından genç adam. Aklında zaten öyle planlar vardı, çözümünü bulacaktı.
Çalan kapının sesiyle düşüncelerinden biraz olsun sıyrılarak kendine gelen Yeliz Hanım, oturduğu koltuktan kalkmadı. Burası kendi evi değildi sonuçta, kapı açmak kendisine düşmezdi. Dış kapıya doğru ilerleyen Nurcan Hanım'ı izledi sadece. Zamanında çok ağır konuştuğu kadının evine çaresizce geldiğinde kendisini çok güzel karşılaması, biraz utandırmıştı Yeliz Hanım'ı. Utanmasına rağmen yaptıklarına pişman değildi, söylediklerinde kendince hakkı vardı. Şimdi Hande bu haldeyse, Nurcan'ın yaşananlarda payı büyüktü. İş işten geçtikten sonra pişman olması neyi değiştirirdi ki?
"Birsen'dir, Yasemin'e mama hazırlayacaktım, süt bitimişti, almak için dışarı çıkmıştı." Kapıyı daha açmadan söyledikleri karşısında koltukta belini hafifçe doğrulttu. İsmini algılamak bile rahatsız etmişti Yeliz Hanım'ı, nedense sevemiyordu o kızı. Hande böyle ısrarcı olmasa, dava avukatı olmasını kabul etmezdi. "Benden niye istemediniz?" diyerek merakla sordu Fatih. Eve yeni gelmiş, geldiğinde Yeliz Hanım'ı evinde bulmuştu. Birsen'i ortalıklarda göremeyince merak etmişti ama Yeliz Hanım'la diyaloğa giren Fatih, soracak imkan yakalayamamıştı.
"Sen gelmemiştin oğlum, hiç aklımıza gelmedi, 'Gider alırım' deyince ses çıkarmadım." Kapının kulbunu aşağı indirerek tamamen kapıyı araladı. İçeriye, elinde poşetle giren genç kadını gözünün ucuyla inceledi Yeliz Hanım. Aklı başında, terbiyeli, düzgün bir kızdı, neden hoşlanmadığını kendi de anlayamamıştı aslında. "Hoş geldin Fatih." İçeriye tamamen girerek, poşeti kenardaki koltuğa bırakan genç kadın, gördüğü tanıdık sima ile biraz geriledi. Hande'nin annesini burada görmeyi beklemeyen Birsen, oluşan şaşkın bakışlarını gizlemeye çalışarak güleryüzünü takındı.
"Siz de hoş geldiniz." dedi kibarca karşılarken kadını. Fatih'ten ses çıkmamıştı, biraz düşünceli gördü onu ama üzerine durmadı. "Hoş buldum canım." dedi zoraki güleryüzle Yeliz Hanım, güzel karşılaması gerekti.
"Birsen." dedi bakışlarını anında kadına çeviren genç adam. Bunu ancak aklına gelen düşüncelerle başaracaktılar. "Benimle geliyorsun, yardımına ihtiyacım olacak." Yanlış hatırlamıyorsa, o insanlar, Birsen'i görmemişlerdi. Hande'nin avukatı olmasına rağmen, henüz hiç görmemişlerdi. Hande ile konuşabilmesine ancak Birsen yardım edebilirdi. "Nereye gidiyoruz?" derken şaşkındı, yanına gelen adamı dikkatle inceledi. Kendisinin 'Hoş geldin' demesine karşılık vermeyecek kadar düşünceliyken, şimdi düşüncelerinden sıyrılmış, kendisini bir yere götürmeye çalışıyordu.
"Gel, ben sana yolda anlatacağım, önce bir yerden telefon bulalım." Köşeden ceketini alarak üzerine atarken kadının ardından gelmesini bekledi. Başka telefonla aramaları gerekti, kayıtlı numaralarla aramaları doğru değildi. "Ben de sizinle geleyim." Yerinden doğrularak kapıya doğru ilerleyen Yeliz Hanım, yanlarına gitti. Anlamıştı Fatih'in ne yapacağını, Birsen'den yardım alarak Hande'ye ulaşacaktı. Şimdilerde en doğrusu böyleydi zaten, aldığı mantıklı bir karardı. Çantasını koluna takarken karşısındaki genç adama, minnet dolu gözlerle baktı.
"Sesini duyarsan, ben de rahatlamış olurum senin sayende." Beraber kapıdan çıkarlarken montuna daha sıkı sarıldı Yeliz Hanım. Dışarısı, yaz mevsimi olmasına rağmen, akşamları yine soğuk olurdu. "Aynen, siz de gelin, oradan sizi evinize bırakırım." Geç saat olduğu için evine tek gitmesine müsaade edemezdi. Zaten dışarıda çok işleri yoktu, yarın kendisini alacağını Hande'ye söylemek istiyordu. Bir yerden telefon bularak, kısa telefon konuşması yapacaktı. "Haber alır almaz beni ara." Şeklinde kapı pervazından seslenen Nurcan Hanım'a bakışlarını çevirdi genç adam. "Tamam." dedi evin bahçesindeki dış kapıya doğru seslenerek.
❄️❄️❄️❄️❄️❄️
Seher Hanım için yaşadığı imtihanlar, son zamanlarda daha ağır hale gelmişti. Güçlüklerle büyüttüğü evladıyla imtihan olmak, anneliğin ağır aşamasıydı. Kendi büyüttüğü evladını tanıyamaz hale gelmişti. Nerede neyi yanlış yaptığını bilmiyordu. Sürekli şımartmıştı ama böyle duruma geleceğini tahmin edemezdi. Kusursuz bir anne olmaya çalışırken oldukça kusurlu evlat yetiştirmişti. Gördüğü manzaralar, algıladıkları, kanının çekilmesine neden olmuştu. Daha eve ilk geldiğinde hemen anlayamamıştı yaptıklarını, Hande'nin nerede olduğunu sorduğunda biraz gevelemişti Aras. Çekinerek söylemişti yaptıklarını, banyoya kilitlediğini öğrendiğinde, aklını kaybedecek misali olmuştu.
Yaptıklarını çekinerek ama annesine güvenerek anlatan Aras'ın gübeni boşa çıkmıştı. Seher Hanım'ın vicdanı vardı, gelinini sevmese bile bunlara razı gelecek değildi. "Çabuk anahtarı ver!" demişti oğlunu şaşırtarak. Kendisine destek vermesini bekleyen Aras, annesinin verdiği tepki karşısında, bayağı şaşırmıştı. "Yazıklar olsun sana!" derken elinden anahtarı çekerek almış, üst kata doğru çıkmaya başlamıştı. "Seni doğuracağıma keşke taş doğursaydım." diye söylenmeye devam etti yatak odalarına ilerlerken. Böyle yetiştirmeyi asla istememişti.
Banyonun kapısını araladığı anda gördüğü manzara, bir anne olarak yüreğini acıtmaya yetmişti. Yerde yarı baygın yatan kızın bedenini görmek, istemsizce canını acıtmıştı. Yanına yaklaşarak önünde eğildi, sağlam kolunu koluna geçirirken usulca kaldırdı. Kendine çevirirken sarılarak yürütmeye başladı. Odaya girerlerken soğuk banyonun kapısını ardlarından örterek yürütmeye devam etti. Yaklaştıkları yatağın üzerine oturttuktan hemen sonra elbise dolabına doğru ilerledi. Kapağını araladığı dolaptan temiz geceliği çıkararak tekrar yatağa doğru ilerledi. Köşedeki şifonyerde çalan telefonun sesiyle afallarken bakışlarını oraya çevirdi. Hande'nin telefonundan başkası değildi, anlaşılan tüm bu olaylar olmadan önce odasında bırakmıştı.
Elindeki geceliği yatağın üzerine bırakırken sesin geldiği yere doğru ilerledi. Eline aldığı telefonun ekranında bakışlarını gezdirdi. Bilinmeyen numaraydı. Şimdi açarak Hande'ye verse bile, konuşabilecek durumda mıydı acaba? Yatağın üzerine bıraktığı genç kadın, iç çekerek acı içinde inliyordu. Bir açarak kim olduğunu öğrense iyi olacaktı. Ailesi ise arayan, durumunun iyi olduğunu söyleyerek olanların üzerini kapatması gerekti. Ne kadar hatalı olursa olsun Aras, kendisinin oğluydu. Başı belaya girsin istemezdi. Ekranın üzerindeki ikonu çekerek telefonu açan Seher Hanım, telefonu kulağına yerleştirdi.
"Efendim." dedi sakin sesle, olanları belli etmek istemedi. Yataktaki gelininde gözlerini gezdirdi, kendindeydi aslında, konuşabilirdi ama olanları belli etmemesi gerekti. "Merhaba, Hande ile görüşecektim ama siz kimsiniz?" Sesin sahibi tanıdık değildi, ailesinden olmadığı kesindi, daha önce hiç algılamamıştı. Soluğunu dışarı üflerken konuşacak kelime aradı. "Uyuyordu kendisi, ben kayınvalidesiyim." Söze zorlanarak girerken nasıl toparlayacağını bilemedi.
"Okuldan arkadaşıyım ben, mezuniyet töreninden sonra uzun süre görüşemedik. Bir aramak, halini hatrını sormak istedim. Rica etsem uyandırmanız mümkün mü?" Algıladığı kelimeler, yataktaki gelinin yanına doğru ilerletti kendisini. Nasıl konuşturacaktı, ne durumda olduğunu bile çözemiyordu Seher Hanım. "Bir bakayım." dedi telefondaki yabancı sesle konuşurken. Telefonu kulağından indirdi, yataktaki kızda tekrardan bakışlarını gezdirdi. "Bir arkadaşın arıyor, konuşabilecek misin kızım?" Telefonu kıza doğru uzatırken biraz kendine gelen Hande'nin, zorlanarak bile olsa elini uzattığını gördü. "Konuşamazsan zorlama kendini." dedi ürperti içerisinde. Hande'nin renk vermesinden, birilerine olayları anlatmasından korkuyordu.
"Hallederim." Zorlansa bile ağzından ilk kelimesi döküldü. Kimin aradığını merak ettiğinden almıştı telefonu elinden. Belki o bahaneyle annesi arıyor olabilirdi, ailesinden biri olacağını tahmin etti. "Efendim." Sesi yorgundu, pürüzlü çıktı dudaklarından. Sanki konuştukça beline iğneler batıyordu. "Benim Birsen, avukatınım." Şaşkınlığını, yanındaki Seher Hanım' a belli etmemek için uğraşmaya çalıştı. Dava ile ilgili mi konuşmak istemişti acaba? Şimdi aramazdı ki, çünkü akşamın geç saatleriydi. "Okuldan arkadaşın olduğumu söyledim, merak etme. Sen sessiz kal, belli etme, şimdi telefonu, seninle konuşmak isteyen birine vereceğim." Kim, neden konuşmak isterdi kendisiyle, orasını anlayamadı. Annesi olamazdı herhalde, Birsen'le ne işi olurdu Yeliz Hanım'ın? "Olur." dedi yanındaki kadına belli etmemeye çalışırken. Onun yanında, kendisiyle konuşmak isteyenin kim olacağını düşündü.
"Hande." Gözleri gibiydi sesi de, gözlerine bakmaktan nasıl korkuyorsa, sesini algıladığında yine aynı hissi alıyordu. Böylesini tahmin etmezdi. Kendisiyle konuşabilmek için böyle yöntem kullanması hoşuna gitmişti. "İyi misin?" derken sesindeki merakı biraz olsun sezdi. Karşısındakini bunaltmak hakkı değildi, olanları belli etmeyecekti. Öksüz çocuk büyüten bir adamın üzerine yük olamazdı. "İyiyim." dedi kısaca, sesini düzgün çıkarmaya çalıştı. "Yanında şu an biri var mı?" Anlamıştı tek olmadığını, çabuk hissetmişti. Seher Hanım, tepesinde beklerken nasıl izah edecekti tek olmadığını? Düşündü ama yanıt bulamadı. "Gitmediler sanırım, yanındalar." Konuşmalarından anlamıştı, konuşma şeklinden çözmüştü. Tek olsa daha rahat konuşacağını tahmin etmişti.
"Aynen." Kısa yanıtları mecburen kullanıyordu, böylesi daha iyiydi. Yanındaki kadının, kimle konuştuğunu anlamaması gerekti. "Hande, beni dinlemeni istiyorum senden, hiç sesini çıkarmadan sana söyleyeceklerimi dinle." Ne demek istediğini idrak etmeye çalıştı, kullandığı kelimeleri seçmek için uğraştı. Söyleyecekleri, yani anlatmaya çalıştığını çözmek istedi. "Senin için belki doğru olan bu değildir, yanlış karar veriyor olabilirim; hayat bazen insana yanlışlar yaptırabiliyor, önüne geçemiyoruz. Ben yarın akşam seni buradan alıp götüreceğim." Kaskatı kesildi. Yüzünde mimik oluşturmamak için çaba gösterdi. Beklemiyordu, böyle karar almasını ummamıştı.
"Seni bir şekilde evden çıkaracağım, yarın yine yolunu bulacağım, öncesinde telefonda iletişime geçeceğiz. Evden çıktıktan sonra gerisini çözeceğim. Sen sadece bu gece, o evden kurtulacağını düşünerek uyu. Ben gerek evden çıkmanı, gerekse diğer detayları halledeceğim. Yanındayım, ömrüm boyunca da seninle olacağım. Gideceğiz buralardan, çok uzaklara gideceğiz, seni hiç bırakmayacağım. Şimdi için rahat şekilde uyu, yarın hepsi çözülecek. Annen de yanımda, Yeliz Annen seni çok seviyor. Sen hepimiz için mucizesin, hepsi geçecek, birlikte üstesinden geleceğiz."
Konuşmalarını tamamlayan genç adam, çok beklemeden telefonu aşağı indirerek ahizeye yerleştirdi. İşte tüm olaylar istediği gibi ilerliyordu, konuşarak aklındakileri izah etmişti. Geriye sadece yarın Hande'yi evden çıkarmak kalmıştı Fatih'e, bunu çözmek için aklında planlar vardı. "Teşekkür ederim." dedi içerisine girdiği bakkalın sahibine bakarak. Çok gecikmeden karşısındaki adamdan, "Rica ederim." yanıtı geldi. Önüne dönerken karşısında bulduğu Yeliz Hanım'ın meraklı bakışlarına maruz kaldı. "Sizi endişelendirmek istemiyorum ama yalan söylemeyi de sevmem." Nasıl anlatacağını kendi bile bilmiyordu ama Hande iyi değildi, sesi iyi gelmiyordu.
"Sesi çok iyi gelmiyordu, doğru düzgün konuşamadı bile ama önemi yok. Size söz veriyorum, yarın bu mesele kapanacak." Bir an durdu, aslında yarın değil, şimdi alması gerekti ama bugün çözmeye çalışırsa, sorun çıkabilirdi. Yarın kusursuzca, şüphe uyandırmadan o evden çıkaracak, buralardan uzaklaştıracaktı. "Benden ne istersen iste, yeter ki kızımı kurtar." Bakışlarını gezdirdiği kadının kahverengi gözlerinde çaresizliği gördü genç adam. Çaresiz bir anneydi Yeliz Hanım, daima evladıyla imtihan ediliyordu. Bakkal dükkanından çıkarlarken yola doğru ilerlediler. İstanbul sokaklarını şimdi, gecenin karanlığında aydınlatan sadece sokak lambalarıydı, ötesi yoktu...
"Siz bana vermeniz gerekeni verdiniz zaten, emanetime sahip çıkmak, şimdiden sonra yalnızca bana düşer."
Sözleri, karşısındaki kadına tebessüm ettirdi, düşleri usulca gerçek oluyordu Yeliz Hanım'ın. Bu dünyadan zamansızca giderse eğer, gözü arkada kalmayacaktı. Sokak lambalarının ışıkları altında yolun karşısına geçerlerken park ettiği arabaya ilerlediler. Yeliz Hanım, kendince çevik haraketle, yanındaki Birsen'den önce davranarak, arabanın ön koltuğuna ilerledi. Birsen'in bineceğini anlamış, bilerek hızlı davranmıştı. Yanındaki genç kadın, koltuğa ilerleyecekken, çabucak önüne geçerek hızlı haraketle öne bindi. Kolunda çantasıyla, arabanın kapısının önünde öylece kalan Birsen, şaşkınlığını gizlemeye çalıştı.
Biraz önce Fatih'in aşk içinde söylediği sözlere ayrıca bozulan Birsen, daha onun şaşkınlığını atamadan, Yeliz Hanım'ın sergilediği haraketle iyice gerildi. Sesini çıkarmadan, şaşkın bakışlarını gizlemeye çalışarak arka koltuğa geçerek oturdu. Fatih'in de araca binmesiyle, kısa sürecek olan yolculuk başladı. Yol sessiz geçerken az önceki olayın etkisini, henüz üzerinden atamamıştı genç kadın. Üzerine durmamaya çalıştı, belki kötü niyetle yapmamış olabilirdi. Neden kendisine kötülük besleyecekti ki, sonuçta Birsen, onun kızının davasını üstleniyordu. Araba, daha önce Pendik'te hiç girmedikkeri, yabancısı oldukları sokağa girerken merakla çevrede bakışlarını gezdirdi Birsen. Genelde çok lüks evlerin olduğu sokaktı. Müstakil bahçeli, şık villaların olduğu sokakta ilerleyen arabanın camından, gecenin karanlığında zorlansa bile dışarıyı incelemeye devam etti. Bir süre sonra araba, diğerlerine göre daha büyük bir villanın önünde durdu. Geniş bahçesinin etrafı çevrili evin hemen üst kısmında, çevrili demirlerin tepesinde ışıklar yanıyordu. Sokaktaki villaların çoğundan daha büyük, köşke benzer duruşu vardı.
"Ben anahtarımı çıkarayım." Kolundan indirdiği çantasının içini karıştırmaya başladı Yeliz Hanım. Geç saatlerde kapıyı kendisi açsa daha doğru olurdu. "Yardımcıları uyandırmayayım, şimdi hoş olmaz." Çantasından çıkardığı anahtarı avucunun içinde sıktı. Çantasının ağzını kapatarak koluna taktı. "Yarım tekrar iletişime geçeriz, iyi akşamlar Fatih'ciğim." Güleryüzle konuştu karşısındaki adama, ardından arabanın kapısını aralayarak adımını dışarıya attı. "İyi akşamlar." dedi arabadan inen kadına seslenerek karşılık verirken.
Yolun kalanı yine sessiz geçti. Yaşananlar karşısında sinirlenen genç kadın, kızgınlığını saklamak için bakışlarını kaçırdı. Sadece direksiyondaki adamla konuşarak aşağı inmesi, öfkesine dokundu. Ukalalığı kime karşıydı acaba? Üstelik kendisi, onun kızının davasını üstlenmişken biraz saygı göstermesi gerekti. Yok sayarak kendisini, öylece arabadan inmesi, iyice gerdi genç kadını, zaten yeterince gergindi. "Böyle kibirli kadınla nasıl anlaşıyorsun sen?" Kendinden bağımsız cümle kurarken konuşmasının doğru olmadığını biliyordu. Kendisini durduramamış, sinirinden ansızın konuşmuştu.
"Yeliz Hanım, çok merhametlidir aslında, onunla bağımız, Hande'den daha öncesine dayanıyor." Sokaktan çıkarken yola doğru sürmeye başladı. Yoldan dümdüz kendi mahallesine geçiş yapacaktı. "Ne merhameti Allah aşkına, kadın kibrinden, burnunun ucunu göremiyor."
"Birsen, kendisi şimdilerde çok gergin, bir anne ve evladıyla imtihan ediliyor. Düşünsene, nasıl zor durum. Biraz selamsız sabahsız davrandı, ben de anladım ama boş ver, üzerine durma. Ne yaptığını bilmiyor, zor dönemden geçiyor. Normalde çok iyi insandır. Zamanında öğrenciyken, şirketlerinden birinin çay ocağında çalışarak harçlığımı çıkardım. Oradan tanıyorum, kötü biri değil."
"İyi bakalım, zamanla göreceğiz." Yolun tamamlanmasını sessizce beklediler, tekrar aynı konu üzerinde konuşmadı. Çok sürmeden araba, her zaman ki gecekondunun önünde durdu. İkisi de aynı anda inerken Fatih, elindeki anahtarla arabanın kapılarını kiltiledi. Birsen önden giderken onu takip eden genç adam da ardından ilerledi.
Bahçenin arkasındaki masanın önüne sandalye çekmiş, oturarak oğlunun dönmesini merakla bekliyordu Nurcan Hanım. Günlerdir görüşemediği Hande'ye, şimdilerde telefonla ulaşmak da imkansız hale gelmişti. Bir kere aramayı denemeyi geçirdi aklından ama telefonu onunla değilse, zor durumda kalabilirdi, cesaret edemedi. Kendisine çerçeve içinde yaptığı çizimi tebessümle incelerken kalbinde umut oluştu. Hande'ye böyle bağlanması doğru değildi, evlatlarını korurken kendi bağlanmıştı. Geri dönüşü yoktu, olması için de zorlamayacaktı zaten... Çünkü ne zaman zorlasa, hep can acıtmıştı, şimdi biraz olsun akışına bırakacaktı.
Elindeki çerçevenin üzerine son yaptığı çizimi koyarak biraz da onu inceledi. Bahçenin soğuğuna rağmen üşümüyordu. Üzerine şık pijama takımlarını giyinmiş ama yatağa girmeye içi el vermemiş, tekrar bahçeye çıkmıştı. Omuzlarına gelecek uzunluktaki siyah saçlarını salık bırakmış, bahçede kimseler olmadığı, akşamın geç saatlerinden ötürü sokaktan kimse geçmediği için tülbentini örtmemişti. Siyah, omuzlarına sadece azıcık geçen saçlarında, biraz dalga vardı, gürdü saçları ama çok değil... Diğer eline masadaki telefonunu alarak ekranı açtı. Seda'nın daha önceden çektiği, kendisine gönderdiği resmi açtı. Hande'nin kendisine sarılı olarak çektiği resimi inceledi. Ekrandaki yüzünü parmağıyla okşadı.
"Yavrum benim, bahar kokulu kızım..." Yüzüne sadece görselde bakarken bile yüreği açıldı. Başlarda sadece hatalarını telafi etmek için yanına gitmişti, böyle olacağını tahmin etse bile hep kaçmaya çalıştıkça. Kaçmak için uğraştıkça daha çok dibe batmıştı. Kırdıklarını her toplamaya çalıştığında ise iyiden iyiye bağlanmıştı. Bir şekilde ulaşması, telefonda olsun sesini duyması gerekti, yoksa içi rahat etmeyecekti. Üstelik Fatih, alır da buralardan götürürse Hande'yi, kendisi ne yapardı Hande olmadan? Hande mutlu olacaktı en azından, şiddetten uzak, mutlu bir hayat geçirecekti. Bunun için hasret çekmeye razı gelebilirdi. Bahçe kapısının aralanmasıyla yerinden doğrulurken elindekileri masanın üzerine bıraktı.
"Hoş geldiniz yavrum." Kendisine doğru ilerleyen Fatih'ten bakışlarını bir an için çekerek, içeriye giren Birsen'e baktı. "Hoş buldum Nurcan Teyze." Eve çıkan merdivenlere ilerlerken konuşmalarını devam ettirdi. "Ben, Yasemin'e bakayım, sonra uyurum, size iyi geceler." Kalıp konuştuklarını dinlemek isterdi ama çok umursar gibi gözükmekten rahatsız olurdu. Başka planı vardı, bahçeye uzanan evin kapısının ağzında, ne konuştuklarını, kapıyı örterek dinleyecekti. Şehri terk etme düşüncesinden ise Fatih'i, ancak yarın vazgeçirmeye çalışacaktı. Düzgün kelimelerle, etkili olması açısımdam saldırmadan konuşacaktı.
"Fatih." dedi Nurcan Hanım, sesinde merak vardı, üstelik korkuyordu. İçeriye geçerken kapıyı örten Birsen'i umursamadı, şu an Hande'den başkasını düşünecek durumda değildi. "Nasıl durumu, konuşabildin mi, iyi mi?"
"Sesi çok iyi gelmiyor anne, yarın alacağım için umrumda değil zaten, bu gece rahat uyuyacak ya, benim için gerisinin önemi yok."
"Bir arasam." dedi karşısındaki oğluna danışmaya çalışırken.
"Yok, telefonuna zaten kayınvalidesi çıktı, şimdi ararsan ortalık karışır, benim yarın onu evden çıkarmam zorlaşabilir."
"Uyuyalım o zaman, Allah'ın izniyle önce sabahı edelim." Elindeki çerçeveyle çizimi kucağında kavrarken kapıya uzanan merdivenlere doğru ilerledi. "Hadi." dedi oğluna eliyle içeriyi işaret ederek, elini sırtına dokundurdu. "Sabahı edelim, gerisi çözülecek inşallah." dedi, sözlerini tekrardan yineledi. Zor bir akşam olacaktı, herkes için çok zor geçecekti. O akşam herkes, umutlarını sabaha bağlamış, gecenin geçmesini bekler olmuştu.
Sabahı bekleyenler, yarına umut bağlayanlar için akşam çok zor geçti. Acılar içinde yatakta kıvranan genç kadın, içindeki şeytana uymak için zaman kolluyordu. Kendisini arayarak, buradan çıkaracağını söyleyen Fatih bile rahatlatamamıştı Hande'yi. Ona bu yükü vermesinin ne kadar doğru olacağını düşünüyordu acı içinde. Öksüz çocuk büyüten birine böyle yük verilmezdi, evladını yetim bırakmasına sebep olamazdı. Korkarak kaçacağına, başka erkeğin gölgesine sığınarak kurtulmayı tercih edeceğine, kendi doğrularıyla kurtulmayı tercih ederdi. İçindeki şeytana uymayı düşünüyordu ama düşüncesinin büyük günah olduğunu da biliyordu.
İnleyerek yan dönerken yatağında, bedeninden çok, gururu acıyordu. İçini kasıp kavuran şeytanı dinlemezse, gururundaki yaraları susturamazdı. Kendisine bunları yaşatan kocasının yaşattıklarının bedeli olmalıydı. Ciğerlerinin kuruduğunu, birbirine yapışmış dudaklarını aralayamadığında anladı. Bedenine yediği kemer darbelerinden çok, beline aldığı tekme, tamamen işlevini elinden almıştı. Çok zor olsa bile kendini toparlaması gerekti. Sabaha ulaştığında, ya Fatih'le çekip gidecek, ya da aklındakini gerçekleştirecekti. Yarın bu evden bir şekilde çıkacaktı.
Yatağından acı dolu iniltilerle doğrulmaya çalışırken en çok belini kımıldatmak zor geldi. Doğrulmaya çalışırken beline batan kramp, soluğunu kesecek misali oluyordu. Yürüteçsiz haraket edemezdi, yürüteçini aradı gözleri. Yürüteçi olsa bile haraket etmesi kolay değildi. Çabuk buldu aradığını, yatağın kenarındaki yürüteçe uzandı bakışları. Zorlanarak kendine çekerken dizleri önüne getirdi. Su alması gerekti, belki biraz haraket ederse, yaralarına da iyi gelebilirdi. Tabii tersi de olabilirdi, kendini zorlamaması gerekirdi ama mecburdu.
"Hande." İsmini söyleyen sesle, korkudan olduğu yerde kalırken kalkamadı, doğrultamadı adımlarını. Evli olduğu adamdan başkası değildi, odada olduğunu nasıl fark edememişti. En son, telefonla konuştuktan sonra elinden telefon alınmış, üzeri kayınvalidesi tarafından değiştirilmişti. Çok sürmeden uykuya dalmıştı, kocası o zaman gelmişti belli ki, kendisi uyanıkken gelse mutlaka hatırlardı. Yanına gelen adımlarının yaklaştığını hissederken istemeden ürperdi. Yarına kadar tekrar kendisine hırpalamasına izin veremezdi, yarın nasıl olsa bir karara, ardından da sonuca ulaşacaktı.
"Su alacaksın herhalde, ben veririm." Yaptıklarına pişmandı anlaşılan, zaten hiçbir yaptığını, kendi isteğiyle gerçekleştirmediğini biliyordu genç kadın. Karşısındaki adam normal değildi, psikolojik rahatsızdı. Bunu biliyor olması, onu anladığı manasına asla gelmezdi. Hande, hiçbir zaman normal psikolojiyle yetişmemişti ama daima iyi bir insan olmaya çalışmış, kalbinin sesini dinlemeye çalışmıştı. Bardağa doldurduğu suyu kendisine uzatan adama bakmadı bile, yaptıklarından sonra böyle davranması, neyi değiştirirdi ki?
"Kolunu kaldıramazsan zorlama kendini, eskiden olduğu gibi ben, elimle içiririm sana." Üzerinde bıraktığı bunca darbenin ardından nasıl böyle rahat konuşabildiğini anlamıyordu. Elinden su içmeyi bırak, suyu almayacaktı bile, o kadar düşmemişti daha. "İstemiyorum." Sesi halsizlikten kısıktı, konuştukça sanki ses telleri bile can çekişiyordu. Kısıktı ama soğukluğu sesine, mutlaka aşıladı. "Ben alırım." Yürüteçine sıkıca tutunarak yere adımlarını bıraktı. Bedenine batan iğnelere rağmen adımlarını ilerletmeye çalıştı.
"İnat etme Hande, iyi görünmüyorsun, niye zorluyorsun kendini?" Şifonyerin önündeki içi su dolu marşafaya ilerleyen kadına devrik gözlerle baktı. Titreyen parmaklarını oraya ilerletişini izledi, sadece izlemekle kaldı, müdahale etmek istedi ama edemedi. "Al iç işte, ne diye uzatırsın anlamam ki. Beni böyle sakin görünce, pişman değil miyim sanıyorsun, ben de pişmanım yaptıklarıma. Sen bize şans vermediğin, herkese gösterdiğin anlayışı bana tanımadığın için bu haldeyiz." Sözleri, hiç olmadığı kadar anlamsız geldi genç kadına, kurduğu kelimeler önceden böyle manasız değildi. Şimdi genç adama karşı bomboştu, içinden hisleri alınmıştı sanki.
Kendi eliyle, hayli zorlanarak doldurduğu bardaktan su içtikten sonra tekrardan yatağına girdi. İyice dinlenmesi gerekti, kendini iyice toparlayacaktı. Aklındaki planlardan birini gerçekleştirmesi için bedensel gücünü toplaması gerekti. Yatağına uzanırken ellerinden kaçırdığı hayatı düşledi. Bir zamanlar nasıl mutluydu oysa, daha üniversite öğrencisiyken, mezun olmadan, normal sayılan bir hayata sahipti. İnsandık işte, ne edersek kendimize ederdik. Tercih ettiği yaşamı yaşıyordu, kendi istemişti böyle olmasını. Yanlış kişiyle evlennişti, üstelik daha evlendiği ilk zamanlar, gözlerindeki öfkeyi görmüştü. Kardeşi yerine kendisi aradayken, kendisine tokat attığında anlamıştı. O gün anlamıştı bir daha hayatının normal gitmeyeceğini.
Sabahı iniltilerle ederken gözlerini kısa süreliğine araladığında, kocasının odada olmadığını gördü. Gece pişmanlıkla başında beklemiş, yatağın karşısındaki koltukta oturmuştu. Odadan, kendisi uyurken çıkmıştı belli ki, görmemişti nasıl çıktığını. Toparlanması gerekti, bugün ellerindeki zinciri kıracaktı. Ne şekilde yapacağını bilmiyordu. Seçeneklerden biri, Fatih'le gitmekti. Bunu yaparsa, bencilce davranmış olacaktı. Onu da düşünmesi, hayatını tehlikeye atmaması gerekti. Üstelik korkarak kaçacak, başkasının ardına sığınacaktı. Buna izin vermesi doğru değildi ama kalırsa, ağır günah işleyecekti. İçindeki şeytandan, kendini tekrar alıkoymak istedi, düşünceleri doğru değildi.
Üzerine sabahlığını geçirirkem yere değdirdi adımlarını. Yakasını birleştirerek yataktan zorlansa bile usulca doğruldu. Yamuk adımlar atarken yere, köşedeki yürüteçini önüne çekti. Şimdi aşağı inmesi, ortalığı kontrol etmesi gerekti. Aksayarak kapıya yürüdü, odasının kapısını araladı. Bir şekilde yürüyordu ama merdiven inmekte zorluk yaşayabilirdi. Bedeni iyi değildi, yürüdükçe yara izleri batıyordu. Kapıyı aralayıp odanın dışına çıkarken bir ara ardına döndü, ardında bıraktığı odaya usulca göz gezdirdi. Bunu neden yaptığını kendi de anlayamadı, öylesine ardına dönerek içeriye göz gezdirdi.
Aşağı indirdiği adımlarını duraklatarak olduğu yerde bekledi. Kahvaltı masasında toplanmışlardı ama kocasıyla kayınvalidesinden başkası yoktu. Oturma odasına inen merdivenlerin çok gerisinde durarak onları kısa süreliğine izledi. Kayınpederi erken çıkmıştı anlaşılan, Zehra'yı da görememişti ortalıkta. Bilmek istemiyordu nerede olduklarını, umrunda değildi. Bugün sessizliği istiyordu sadece, yalnızlığa ihtiyaç duyuyordu. Çünkü bugün çözemezse sorunlarını, daha çözemezdi. Yorgunluğunu çok az bile olsa atmıştı, çok sürmeden sorunlarını, bir şekilde çözecekti. Aralarında kahvaltı ederlerken geçen konuşmayı dinlemeye başladı. Öylesine durduğu merdiven basamağında, aralarında geçen diyaloğu dinledi.
"Sana söz veriyorum anne, yaptığım tüm hataları geri telafi edeceğim, sadece bana imkan tanı." Aras'ın konuşmalarını dinlerken Seher'in değişmediğini ve hiç değişmeyeceğini düşündü. Sadece vicdanıyla gövde gösterisi yapıyordu aklınca. "Benimle ol, mahkeme günü yanımda dur, Yeliz'in çok parası var, karımı benden alırsa ben biterim."
"Öyle hatalar yapıyorsun ki, bana zaten seni savunmaktan başka seçenek kalmıyor." Söylediklerini idrak etmeye çalıştı Hande, daha doğrusu, Seher'in yüreğinde vicdan aradı. "Bu sana verdiğim son şans, babanı da bir şekilde ikna edeceğim, mahkemeyi atlatacağız inşallah."
Başını iki yana sallarken Seher'in hiç değişmediğini ve asla değişmeyeceğini anladı. "Tüm sorunlar çözüldükten sonra al karını, çekip giden buralardan. Yalnız kalın ki, gönlünü alabil, başka çaresi yok." Seher'in sözlerini tekrardan dinlerken emin oldu ki, bugün kesinlikle çözüm üretmesi gerekti.
Aşağı doğru adımlarını ilerletirken varlığını belli etmek istedi. Bugün kimseden çekinmeyecekti, tekrardan şiddet göreceğini bilse bile susmayacaktı. Sanki içindeki şeytanı usulca ortaya çıkarmışlardı, şimdi şeytanın ateşini yayma vakti gelmişti. "Hande." Kendisini fark ettiğini belli edercesine ardına dönen kocası, oturduğu sandalyeden kalkarak yanına doğru ilerledi. Biraz ürperdi yaklaşmasından, dün olanlardan sonra yüzüne bakamıyor, ona bakarken midesi alt üst oluyordu.
"Gel hadi, birlikte kahvaltı edelim." Kendisine yaklaşmasıyla tekrar refleks kullandı, iki adım geriye gitti genç kadın. İçindeki gururu parçalıyorlardı, yaptıkları her hamlede, gururunu ayaklar altına alıyorlardı. "Yaklaşma!" dedi acı içinde bağırarak, sesi istemeden yüksek çıktı. Konuşulanları dinlerken kini çoğalmış, yaşadıklarının acısını çıkaracak yer arıyordu. "Tamam, sakin ol." Birkaç adım geri giderken yaptığı hamleden rahatsız olduğunu gösterdi genç adam.
"Bana böyle davranma Hande, ben ne yapıyorsam seni sevdiğim için yapıyorum, dün olanlardan tabii ki pişmanım." Karşısındaki kadının tutumunun ardından uzunca konuşması gerektiğini düşündü. Yaşananları, konuşarak çözmeye çalışacaktı, anlamazsa mahkemeden sonra uzaklaştıracaktı buradan, Yeliz'den uzaklaşırsa, kendisini zaten tekrardan severdi. "Bize biraz zaman tanı, ben hepsini düzelteceğim. Zaten mahkemeye boşuna umut bağlıyorsun, hakim bizi boşamayacağına göre, şans vermen gerekmez mi?"
"Sen boşuna seviniyorsun asıl, mahkeme olumsuz sonuçlandığında ben değil, sen zararlı çıkacaksın." Dilinden dökülenler, kendinden bağımsız sıyrılıp akarken adama doğru, kendi bile anlayamadı nasıl böyle konuştuğunu. İçindeki acının verdiği hırsla, yüreğinden bağımsız, kiniyle konuşuyordu.
"Saçmalama lütfen, hadi gel kahvaltı edelim." Elinden tutarak çekmek istedi ama gelmemek için direnen kadın, olduğu yerde kalarak kolunu adamdan kurtarmayı başardı. Şaşkınlıkla tekrar kadına doğru dönerek, bakışlarındaki tuhaflıkla karşılaştı. Konuşmak için dönerken istemeden biraz ürperdi, bakışları biraz ürperticiydi. "Ne oluyor sana böyle, neyin inadına bindin şimdi? Gel güzelce kahvaltımızı edelim, sonra çıkacağım, birkaç işim var, çözüp hemen gelirim. Bugün izinliyim, beraber zaman geçiririz."
"İnat değil, yaşadıklarımın acısını çıkaracağımı söylüyorum, görmezden gelmeye çalışma." Söyledikleri karşısında daha çok gerilirken kadına doğru birkaç adım tekrardan ilerledi. Bakışları da sesi kadar kararlıydı ama neye karar verdiğini, henüz anlayamamıştı. "Nasıl olacak o, anlat da bilelim."
"Bu evden birinin canı çıkacak, kan dökülecek!" Çiy olarak düştü ortama söyledikleri. Sözleri karşısında sadece Aras değil, geride kalan masada kendilerini izleyen Seher Hanım da şaşkınlıkla gözlerini devirdi. "Ne diyorsun kızım sen?" Yerinden, sandalyesini geriye doğru ittirerek kalkarken kendilerine doğru ilerleyen Seher Hanım'la buluşturdu bakışlarını. Üzerinde çok gezdirmeden gözlerini, Seher Hanım'dan çekerek tekrardan Aras'a çevirdi. "Yaptıkların yanına kalmayacak, bedelini canınla ödeyeceksin, mahkeme günü çıkacak sonuca sevinemeyeceksin." Şaşkın bakışlarını sonlandıran Aras, sinirle geriye doğru döndü. Bir an gerçekten ciddiye almıştı ama karşısımdaki kadın, sinirinden ne dediğini bilmeyecek duruma gelmişti, anlayışlı davranması gerekti.
"Yaa boş yapma, geç şuraya hadi." Umursamazca davranarak merdivenleri aşağı indi, uğraşacak gücü kalmamıştı.
"Sen boşa hafife alıyorsun asıl, ben katilin kızıyım, gözüm kararırsa, yapacaklarımı ben bile tahmin edemem. Yaşattığın bunca acının üzerine, mahkemeden çıkacak sonuç; benim değil, sadece senin zararına olacak. Gözümü bile kırpmadan akıtırım kanını, yaptıklarının bedelini canınla ödersin."
Söyledikleri, dağdan düşen kayalıklar misali yüreğine çarparken tekrar kadına döndü, gözünün ucuyla baktı sadece. Üzerinde durmamaya çalışarak, kahvaltı masasına tek başına ilerledi. Yanına gelen Seher Hanım, korku ve şaşkınlıkla bakarken oğluna, Aras daha umursamazdı. "Ne dediğini bilmiyor, hırsından saçmalıyor. Sen de şöyle bakışlar atıp umursadığını gösterme." Yanındaki annesinin boş bıraktığı sandalyeye otururken rahat tavırlarını tekrar üzerine takındı. "İnşallah öyledir." dedi çayları titreyen elleriyle dolduran Seher Hanım, istemeden çok korkmuştu, gelinin davranışları normal değildi.
Hande'nin tekrar uzaklaştığını gören Aras, başlarda nereye gittiğini anlayamadı. Yukarı çıkmamış, merdivenin köşesinden dönmüştü. Lavaboya gittiğini düşünerek üzerinde durmadı. Bakışlarını, onun burada olmamasından faydalanarak, tekrar annesine doğru çevirdi. "Üzerini değiştirsin, ben gelene kadar hazırla düzgünce." dedi olmasını istediklerini söylerken. "Sen alışverişe çıkacaktın, Hande'yi hazırladıktan sonra çık; belki onunla evde zaman geçiririm, ya da dışarı da çıkarabilirim, bilmiyorum."
"Ben dışarıdayım nasıl olsa, evde durun ama sen dikkat et kendine." Seher Hanım'ın ürpererek söylediklerinden ötürü merakla annesine döndü Aras. Neden dolayı böyle dediğini anlayamadı başlarda. "Ne alaka?" derken bakışlarında merak barındı. Çok sürmedi, annesi daha konuşamadan, bakışlarından ne demek istediğini anladı. Gülmeye başladı, elini ağzına kapatarak, sesinin duyulmasını engelledi. Böyle şüphelere nasıl düşebilirdi. "Saçmaladın iyice." dedi çayını içerken. "Sinirinden ne dediğini bilmiyor, yenilecek olmanın acısı üzerinde, neye gücünü yetirebilir? Öyle iri yarı durduğuna bakma, gücü olmadığını sen de biliyorsun. Ateş olsa, ancak cürmü kadar yer yakar, tek kolu tek bacağıyla beni mi öldürecek?"
Söyledikleriyle rahatladı Seher Hanım, biraz olsun içine su serpildi. Öyle güçlü değildi sahiden, üstelik Hande, sinirlenince ne konuştuğunu bilmezdi. Yine saçmalayacağı tutmuştu anlaşılan. Doğru, mahkeme günü yenilecek olmanın acısını, şimdiden üzerinde taşıyordu. Çayları tazelerken içini böyle rahatlatmaya çalıştı, rahattı zaten, anlık saçma endişeye kapılmıştı. Oğluyla beraber karşılıklı olarak kahvaltılarını yaptılar, az önce yaşananları unutmak için başka konularla sohbet ettiler. Hande'nin uzun süre gelmemesi dikkatini çekti Seher Hanım'ın, yanına giderek baksa iyi olacaktı. Kahvaltı bitiminde oğlunu kapıdan geçirirken aklında gelini vardı.
"Kahvaltısını yapsın, üzerini giyinsin, ben gelince uğraşamam onunla." Ceketini üzerine geçirirken annesine yapmasını gerekenleri söyledi genç adam. "Sen çıkarken mutlaka kapıları camları kilitle, kaçabileceği imkan bırakma. Babam gelmeden evde ol, sonra o gelince, ondan yüz buluyor." Cümlesini devam ettirirken sıkıca uyardı annesini, olacakların istediği gibi ilerlemesinden başka hedefi kalmamıştı. "Sen merak etme." dedi Seher Hanım. Kapıdan geçirerek oğlunu yolcularken içi rahattı. Madem Hande ile mutlu olacaktı, düzeleceğine söz vermişti, oğluna tekrar şans verecekti. Önce kendi evladını düşünmesi gerekti.
Genç kadın, ayna karşısındaki görüntüsüne bakarken eliyle saçlarını toparlayarak yüzünü ortaya çıkarmaya çalıştı. Yüzünü inceledi sadece, kendi görüntüsüne göz gezdirdi. "Hayır pes etmeyeceğim ama yanlış da yapmayacağım." dedi kendi kendine destek olmaya çalışırken. Günaha batmaktan çok korkuyordu, üstelik günahları böylesi çokken yapamazdı. Neler düşünmüş, içinden geçirmiş de söylemişti öyle? Dilinden dökülenlerin ne manaya geldiğini bilmeden konuşmuştu. Bir başkasına yük de olamazdı, nasıl çıkacaktı bu bataklığın içinden? Ardından kapının çalınmasıyla bakışlarını aynadan çekerek oraya çevirdi.
"Hande, içeride misin kızım?" Seher Hanım'ın sesini duyarken kapının kilidini araladı. Açılan kapıyla beraber, bakışları onun bakışlarıyla buluştu. Elinde, askıda kendisine ait kıyafetle gelmişti. "Burada giyin istersen üzerini, geceliğini çıkar, böyle dolaşma." Elinden elbiseyi alırken başını salladı genç kadın, daha çıktığı odaya giresi yoktu zaten. Sevdiği, giymekten hoşlandığı, diz kapaklarına uzanan elbisesini getirmişti. Yeşilin açık tonlarındaki elbiseyi eline alarak kapısını tekrar kapattı. Biraz zorlansa bile umursamadan üzerini değiştirdi. Saçlarını ortadan tokayla, at kuyruğu şeklinde toparladı. Bugün olacaklara hazırdı ama ne olacağını bilmiyordu. Ya çekip gidecekti sevdiği adamla, ya da burada onlara asıl cehennemi kendisi yaşatacaktı. Sadece onları değil, içindeki ateşle kendini de yakacaktı.
Uzun zamanın ardından oturma odasına geçen Hande ile beraber, Seher Hanım da çok oyalanmadan evden çıkmıştı. Çıkarken kapıları ve evden kendisinin çıkabileceği tüm alanları kilitlemişti. Kendisine Fatih'in dediğine göre zaten bugün evden çıkacağını umuyordu. Nasıl olacağına dair bilgisi yoktu, fikir bile yürütemiyordu. 'Bana bırak' demişti ama ona böyle ağır yük veremezdi. Düşünceleri aklını kurcalarken işin içinden sıyrılacak yol arıyordu. Elindeki kumandayla öylesine kanal açmıştı ama aklı bambaşka yerlerdeydi. Düşünmekten delirecek hale gelmişti sonunda.
"Yardım et Allah'ım, günaha düşmekten beni koru." derken çok içten şekilde, kendi kendine dua etti. Yanlış yaparak günaha düşmekten korkuyordu. Şimdi çekip gitmek vardı buralardan, siyah gözlü adamın gölgesine sığınmak vardı... Bencil olsa, bunu çok iyi yapardı ama bencil değildi. Bunca yaşadığı bedelsiz mi kalacaktı? Kalarak savaşması gerekti ama güçlü değildi. Küçüktü daha, on dört yaşında gücü elinden alınmış, yarım bırakılmıştı. Yaşamına giren Yeliz Hanım öğretmişti kendisine böyle eksikken de güçlü olmayı. Öğrettiklerini uygulamaya çalışmıştı ama her defasında daha çok dibe çekilmiş, şimdi ise buralara kadar gelmişti. Herkes kendi gönlünün ekmeğini yerdi bu hayatta, kendi ektiğini biçiyordu.
"İyice saçmalamaya başladım." dedi tekrardan kendini ikaz ederken. Çekip gidecekti buralardan, daha uzatmayacaktı. Bencilce olacaktı belki ama elden başka ne gelirdi. Sabah kocasıyla konuşurken ve şimdiki düşüncelerinde iyice saçma davranmaya başlamıştı. Kendi olarak güzeldi herkes, kalbindeki iyiliği kaybetmeyecekti. Sağlam kolunu kendine yastık yaparak uzanan genç kadın, gözlerini öylesine kapattı. Daha göz kapaklarını aşağı indirdiği anda, siyah gözlü adamın gölgesi düştü gözleri önüne.
Bugünün ardından belki onu daha çok görecekti, çünkü peşine takılarak uzaklaşacaktı herkesten. Geride kalacakları düşünmek istemese bile aklından hiç çıkmadı. Yakalanırlarsa Fatih'i hapise atma ihtimalleri çok yüksekti. Bir evladı babasından ayıracaktı, öksüz büyüyen çocuğu, şimdi yetim bırakacaktı. Yüreği el vermiyordu Hande'nin ama başka çözüm kalmamıştı. Burada kalırsa çok canını acıtırdı, içindeki şeytan, ateşini tekrar tutuştururdu. Yüreğinin derinlerinde kalmış, büyüyememiş kız çocuğunun ölmemesi, masumiyetinin yok olmaması için çekip gidecekti. İyi insan olarak kalmak istiyordu, hatıralarda güzel hatırlanmak istiyordu.
"Ben geldim." Kapının aralandığını, kapı pervazından ses gelene kadar anlayamamıştı. Yaklaşık bir saat önce giden kocası, şimdi tekrardan gelmişti. Uzatmayacaktı onunla konuşmalarını, gereksiz tartışma çıkarmasına izin vermeyecekti. Başını, kolunun üzerinden kaldırarak, sesin geldiği yana çevirdi bakışlarını. "Hoş geldin." derken sesi yorgundu. Bunu niye dediğini bilmiyordu, karşısındaki adamın gelişi ne kadar hoş olabilirdi. Elindeki anahtarı konsola atarak koltuğa, kendisine doğru gelen kocasını izledi. "Senden 'Hoş geldin' kelimesini duymak bile büyük nimet." Sanki düşüncelerini okumuş misali konuşmasına tebessüm ettirdi genç kadına.
"Öylesine dedim, söz gelimi çıktı ağzımdan." Karşısındaki kadının sözleriyle başını ağırca salladı genç adam. Koltuğa doğru iyice ilerleyerek tam karşısında durdu. "Gelene 'Hoş geldin' derler zaten, çok haklısın." Burnundan soluyordu, kadının şu mutsuz halini gördükçe delirecek misali oluyordu. Oysa ellerinde onun çok sevdiği karanfil çiçekleriyle gelmişti. "Senin bu halin ne ya, yakıştırıyor musun kendine duruşunu?" Elinde değildi konuşmamak, sabırlı olmak için uğraştıkça daha çok sinirleniyordu. Söyledikleriyle afallasa bile tepki göstermemeyi seçen Hande, başını adama doğru sakince çevirdi.
"Allah aşkına benimle uğraşma, iyi değilim bak. Senin yüzünden ilaçlarımı alamadığım için elimde sayılı ilaç var, idareli şekilde içiyorum, doktorumun yazdığı düzen bozuldu, o yüzden her yerim çok ağrıyor."
"Olayı dönüp dolaşıp duygusal trajedilere bağlama, alacağım ilaçlarını. Ayrıca sen ilaç içsen de aynısın, çok değişen bir yanın yok." Sinirliydi, eve sakin gelmişti ama gördüğü manzara, sinirlenmesine neden olmuştu. Kapının önüne ulaştığında, kapıda asılı kağıdı bulmuş, içeriye girmeden açıp bakarak incelemişti. İnanılır gibi değildi, kapısına boşanma celbi gelmişti.
"Sen beni alırken de ben böyleydim Aras, bilerek evlendin benimle, ben bu kadarım, ancak kendime yetebildiğim kadar."
"Seninle evlendiğimde en azından yüzün gülüyordu, böyle bir karış suratla dolaşmıyordun ortalıkta. Yaa şurada gelmişim, kapıdan girmişim, insan bir karşılar; güleryüz gösterir, azıcık hoş söz eder. Yüzünde öyle hava var ki, ben anlamıyorum seni. Dönüp dolaşıp aynı meseleye geliyorsun, sürekli şikayet halindesin. Tüm bunlar yetmiyor, bir de utanmadan kapımıza boşanma celbi gönderiyorsun."
Bir elindeki karanfil çiçeklerini, ortada duran sehpanın üzerine, kadının tam bakış alanına sertçe bırakırken diğer elindeki kağıtla beraber, kadının karşısındaki koltuğa oturdu. Yırtarak zarfını açtığı kağıdı tekrar incelerken sinirle kahkaha attı, kendine engel olamadı. "İyi fantazilerin var yalnız." Biraz inceledikten sonra kağıdı elinde sallayarak gülmeye devam etti. Sakin kalabilmek için gülerek olayı makaraya vururken karşısındaki kadına tahammül etmesi gerektiğini kendine hatırlattı. Gülüşlerini dizginlemeye çalışarak sözlerini devam ettirdi. "Seni görünce hakimin tepkisini hiç merak etmiyorum, çünkü ezbere biliyorum. Fakat şunu çok merak ediyorum, sen hakimin bizi boşamadığını görünce ne tepki vereceksin acaba?
Gerçeği kabullen, senden yana kimse yok, hakim bizi boşamaz. Ya öz annen bile anlamış senin geçimsizliğini, kadın senden değil benden, damadından yana. Seni kurtaracak kişi sadece öz annen, o da benden yana işte, neyini kabullenemiyorsun? O, Yeliz denen kadının varlığı, kanunlarda senin için çok anlamsız. Seni yıllarca koluna taktı, süs çiçeği olarak gezdirdi o kadın, anlamın bu kadar onun gözünde. İstese bile sonuç elde edemez. Zamanı geldiğinde çırpındığınla kalacaksın, hakim seni gördüğünde zaten bizi boşamayacak."
Sessiz kalmayı tercih ederek aynı zamanda yediği sözlerin altında kalmayı seçti. Başını yukarı kaldırmadı, kendince konuşarak rahatlamaya çalışan kocasına bakmayı istemedi. Uzun süreli sessizlik oluştu, bayağı sustular. Elindeki kağıdı masanın üzerine bırakırken kadının gözünün ucuyla baktı. Karşılarında duran çiçekleri bakışlarıyla işaret etti. "Tatsızlık çıkmasın şimdi." derken konuyu değiştirmeye çalıştı. "Çiçekleri beğendin mi?" Yüzünü güldürmek istercesine konuşmalarını sürdürdü.
"Çiçek almak yerine ilaçlarımı alsaydın, daha mutlu olurdum."
"Seni mutlu etmek zaten ayrı mesele, alacağım tamam." Ters şekilde baktı ama aynı zamanda sakin kalmaya çalıştı. İsterse sabırlı olabilirdi. "Hadi kalk, şu çiçekleri suya koy, sonra belki dışarı çıkarız."
"İstemiyorum." Soğuk şekilde geri çevirmesinden iyice rahatsız oldu genç adam. Zor tahammül ediyordu. "Ne demek istemiyorum?" Ağır şekilde hesap sormak istercesine sordu. Bir türlü güldüremediği gibi kendisini geri çevirmesi aşırı sinir bozucuydu. "Dışarı çıkmak istemiyorum, çünkü ilaçsız kaldığım için yorgunum." derken en uzun açıklamasını yapmak üzere söze başladı. "Bırak dışarı çıkmayı, sözünü ettiğin çiçekleri suya koyamayacak kadar halsizim."
"Çıldırtma insanı Hande, benim sabrıma oynama, kötü olur sonra. İşe gitmeye gelince ilaca ihtiyaç duymuyorsun, şimdi de öyle olacaksın. Ne diyorsam onu yapacaksın, kalk dedim sana, kalk şu çiçekleri suya koy, beni delirtene kadar uğraşma." Sesi tam anlamıyla yükselmese bile yükselmeye meyilliydi, dayanacak gücü kalmamış, ses desibeli, sert bir hal almıştı. "Sen zaten normal değilsin, benim delirtmeme gerek yok, istemiyorum dedim, uzatma!" Kendisine istediklerini yaptıramayacaktı, bu zamana dek izin vermişti ama şimdiden sonra müsaade etmezdi.
"Sen ilaç içemedin, şimdi onun tribine mi girdin?" Sinirden titreyen kollarını aşağı bıraktı, isterse sakin kalırdı, kendini kontrol etmek için çaba gösterecekti. "Kalk koy şunlara vazoya, sonra dışarı çıkalım, ilaçlarını alırız."
"Tripli değilim, sadece ihtiyaçlarımı karşılayamıyorum, bunun gerginliği var üzerimde. İlaç alamadığım gibi başkalarına ilaç paramı borçlandım sayende."
Kurduğu cümle korkudan rengi attı genç kadının, susması gereken yerde, söylememesi gerekeni söylemişti. Neyse ki anlamazdı, nereden anlayacaktı? Daha uzatmazsa, basit yalanlarla, söylediği gerçeğin üzerini kapatırdı. "Ne dedin sen?" dedi oturduğu koltuktan biraz doğrulan genç adam. "Ne dedin, tekrar söylesene!" derken aklındaki şüphenin gerçekliğini tespit etmeye başladı. Hande, ağzından kaçırdığı gerçeği saklamak için çabalarken aklına gelen ilk beyaz yalanı ortaya attı. "Eczacıya borç yazdırdım, onu ima ettim." dedi ürpererek, inanacağını düşündü. İnanmaması için kendisine göre, ortada bir sebep yoktu.
"Yalan konuşma lan bana!" Yerinden hızla kalkarken kadına doğru ilerledi. Çok iyi biliyordu az önce neyi ima ettiğini, bedelini ağır ödetecekti. "Senin ilaçlarının tutarı, asgari ücreti geçiyor, hangi eczacı borç yazar? Bana yalan konuşma, seni gerçekten öldürürüm!" Ürpererek koltuğa iyice yaslanan kadını izlerken aklına geçen gün o adamla yaptığı konuşma geldi. Kendisini aşağılayarak, 'Sen daha hasta karının ilaçlarını alamıyorsun' dediğinde sadece sinirlenmiş, ne ima ettiğinin üzerinde bile durmamıştı. Oysa şimdi tamamı netleşmiş, çok iyi anlamıştı.
"Biliyorum, hepsini biliyorum." Burnundan soluyarak konuşurken bedeninden kan çekilmişti sanki. Üzerine doğru iyice ilerledi, tam önünde durdu. "O tamirci parçası, sana el kaldırmayayım diye beni tehdit ederken bana, 'Hasta karının ilaçlarını almaktan acizsin' dedi, işte orada anlamam gerekti. Sen ne rezil, ne utanmaz kadınsın lan, hiç mi ar etmedin? Bir başkası paranı öderken hiç mi utanmadın?"
"Yeter be!" Yerinden zorlansa bile ani şekilde kalkarak karşısına geçti. Sustukça üzerine geliyordu, daha çok susmayacaktı. Son kez konuşarak odasına geçecekti, yanında oturdukça tartışma çıkarıyordu. "Eczanede karşılaştık, param çıkışmayınca o ödedi, hepsi bu kadar. Başta utanmıştım ama senin şu halini görünce, utanması gerekenin ben olmadığını görüyorum. Senin yapamadığını, 'Tamirci parçası' diye aşağıladığın adam yapıyor, asıl aşağılık sensin!"
Yüzündeki sızı ile başı geriye savrulurken ardındaki koltuğa düşmemek için zor dengede kaldı. Bugün göstereceği şiddete rağmen dik duracaktı. Yanağındaki yanma hissinden, şimdiden yüzünde iz çıktığını anladı. "Arsız!" dedi ardında kalan kocası, kendisine doğru adımlarını ilerletti. Ardı dönük bile olsa çok rahat hissediyordu. Yanağındaki acıyı henüz atamadan, yaptığı ikinci hamle ile dudaklarından çığlık döküldü. Saçının tüm tutamını kavrayarak bedenini kendisine doğru döndüren adama, dehşet içerisinde baktı. Şimdi canının acısını unutmuş, sadece şaşkınlık vardı gözlerinde. Daha dün yaşananların sızıları silinmemişken bedeninden, yeni darbelere alışkın değildi.
"Bittin sen kızım, ecelin olacağım senin!" Kendisine doğru çevirdiği yüzüne, çok bekletmeden, sözleri bittiği gibi tokatı geçirdi. Arkasında kalan sehpanın üzerine sırtı düşerken sırt üstü, çığlıklarla yıkıldı genç kadın. Henüz kemer darbelerinin bıraktığı izin geçmediği sırtı, iyiden iyiye deşilmişti. Anladı, bugün bu evden bir can çıkacaktı. Mutlaka kan dökülecekti ama kendisi yaşamalıydı. Bunca acıyı yaşayan, yaralı ülkenin, yarası bitmeyen kadınlarına gurur olması gerekti. Evet, korkarak kaçmayacak, böyle devam ederse, aklından geçeni yapacaktı. Şimdi sanki hisleriyle, tam anlamıyla cehennemin kapısına ulaşmıştı.
"Dediğimi yapacaksın." Sehpanın üzerinde bedeni yatan genç kadına ilerleyen adam, saçından tutarak, çığlıklarına aldırmadan uzandığı yerden kaldırdı. Kendine çekerken sehpanın üzerindeki çiçekleri gösterdi. "Şunları suya koyuyorsun, hemen dedim sana." Çok sevdiği karanfil çiçeklerine son kez baktığını hissetti genç kadın, bundan sonra ne olacağını bilmiyordu. "Hayır." Yutkunurken acıdan, sesinde zelzele etkisi vardı. "Yapmayacağım!" Bir kelime daha kullandı, yenilgiden uzaktı kurduğu cümleler. Ona tekrardan yenilmeyecekti. "Bana bu defa istediklerini zorla yaptıramayacaksın!" Yürüdüğü her adımda, günaha daha çok yaklaştığını biliyordu. Hayat kendisine başka seçenek bırakmamıştı.
"Sen canına susadın belli, yürek yiyecek duruş olmadığına göre sende, sen bildiğin canına susadın!" Yakalarından tuttuğu gibi mutfağa doğru, refleksle ittirdi genç kadının bedenini. Yakalarından, omuzlarıncan öne doğru hızla savurduktan sonra, ellerini kadının üzerinden çekerek savruluşunu izledi. Dengede kalamayan genç kadın, yüz üstü yere savrulurken yüzü, mutfak dolabının kapağına yapuştı. Belki böyle olmasa, daha ağır yara alabilirdi. Düşerken çarparak devirdiği mutfak masanın üzerindeki kaşıklık, yere hızla düşerken, içindeki çatal, bıçak ve kaşıklar da yere savruldu.
Eli yerde, bileğindeki sızıya rağmen güçlü kalmak istedi. Yerdeki elinin tam içinde hissettiği metalle duraksadı, şimdi zamanı gelmişti. Büyük ekmek bıçağını, iki eliyle kavrarken yerden nasıl doğrulacağını düşündü. Yerden kalktıktan sonrasını çabuk çözecekti. Yanına doğru ilerleyen adımlarını ardında hissederken dişlerini sıktı. Birazdan kendisini tutup kaldıracaktı, saçlarından tutacaktı büyük ihtimalle. Acıya son kez dayanabilirdi, bir kere daha direnmesi gerekti. Bundan sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ne beklerdi kendisini, orasını bilmezdi ama en azından iğrendiği kocasından kurtulacaktı. Dünyayı büyük bir pislikten kurtarak başka kadınların canının yanmasına engel olacaktı.
Saç köklerinde hissettiği acı, dudaklarından çığlıkların dökülmesine neden olurken iç çekerek rahatlamaya çalıştı. Yerden kaldırdığı bedenini, öne çevirdikten sonra geriye ittirerek tezgaha yasladı. Bunlar yaşanırken reflekslerini kontrollü şekilde kullanan genç kadın, elindeki bıçağı ardına saklamayı başarmıştı. Kendisinden hamle beklemediği anda, birden çıkaracaktı. Aksi taktirde, gücünün yetmesi mümkün olmayabilirdi. "Aklının başına geldiğini umuyorum." derken gayet sakindi genç adam. Sanki kadının yaşadıklarından zerre rahatsız olmamıştı. 'Beni affet Allah'ım' dedi son kez. Yapacağının asla doğru olmadığını biliyordu. "Şimdi dediğimi yaparak, çiçekleri suya koyuyorsun, sonra yukarı çıkıyorsun. Dışarı gitmekten vazgeçtim, bugünü odanda geçir ki iyice akıllan." Zamanı şimdi gelmişti, daha ileri gitmesine izin veremezdi. Ellerinin ardındaki bıçağı çıkarması gerekti.
"Bana istediklerini zorla yaptıramayacaksın, her zaman oldu, şimdi olmayacak!" Sesindeki kini, karşısındaki adam görmemişti ama kendisi özellikle, kinini sesine akıtmıştı. Sağlam eline aldı ardındaki bıçağı, çıkarmadan önce işini sağlama alması gerekti. Yapamazsa aklındakini, başaramazsa kendisi ölecekti. Yenerse kendisini, elinden bıçağı alırsa kocası, kendisini yaşatmazdı. "Sen benimle oynuyor musun lan, dalga mı geçiyorsun benimle?" Üzerine doğru yürüyen adamdan, kendini tezgaha iyice yaslayarak biraz olsun geri gitmeyi başardı. Yumruk yaptığı elini havada tutan adamın, birazdan yüzünde indireceğini anladı. Yüzüne yumruk yerse, bir daha doğrulamazdı, hemen atağa geçmesi gerekti.
"YETER!" Gür sesi, değil evi, neredeyse mahalleyi saracaktı. Yükselen feryadının beraberinde çıkardı ardından bıçağı. Şaşkın bakışlarla kendisini izleyen adama, elindeki bıçağı birden savurdu. Ardından çıkarmasıyla üzerine geçirmesi arasında çok zaman geçmemişti. Bıçak darbesi, kalbinin üzerine denk gelen genç adam, soluğunun kesildiğini hissetti. Titreyen elinde kanlı bıçağı tutan Hande, yaşadıklarının hıncıyla, bir kere daha savurdu bıçağı karnına. Şimdi titreyen elinde kanlı bir bıçakla öylece beklemeye başladı. Yere, üzerindeki beyaz gömleği kanlar içinde serilen adamı izledi. Usulca yere uzanırken soluğu kesilmeye başlamıştı. Yere kanlar içinde serilişini, kesik soluklar almaya çalışmasını, titreyen dudaklarını kıpırdatamadan izledi.
Elindeki kanlı bıçağa uzandı bakışları, bıçağın olduğu eli titriyordu. İniltiler eşliğinde dökülen gözyaşlarına engel olamadı. Birazdan özgürlüğü elinden alınacak, infaz edilecekti. Daima tutkun olduğu kuşlara özendi, onlara yardım ve yataklıktan içeri girecekti. Sözde özgürlüğü elinden alınacaktı ama öyle değildi. Şimdiden sonra özgürlüğüne kavuşacaktı asıl, burası hapishanesiydi, cezaevi özgürlüğü olacaktı. Yıllarca aşağıladığı, hakir gördüğü babasından zerre ayrıcalığı kalmamıştı. 'Katilin kızıyım' derken net konuşmuş, katil olmuştu. Yerde soluksuzca yatan kocasını izlerken inleyerek ağlıyordu genç kadın. Kana bulanmış bıçak, titreyen elinden yere düşerken işlediği günaha ağlıyordu.
Sesi inlercesine çıkıyor, iniltili sesler çıkararak ağlıyordu. Önce havada boş kalan eline bakarken ardından yerdeki kanlı bıçağa baktı. Çok sürmeden gözleri, yerde haraketsizce yatan adamda gezindi. Bunu kendisi yapmıştı, kuşlara yardım yataklıktan yargılanacaktı, özgürlüğe giden yola ulaşmak için hapise atılacaktı. Cinayetten yargılanacaktı, yıllarca aşağılayarak kaçtığı babasından farkı kalmamış, katil olmuştu. İnsan, bu günahla nasıl yaşardı? Bundan böyle yaşamayacaktı, hayatı bitmişti. İki dünyada da gün yüzü görmeyecekti, günahının bedelini en ağır şekilde ödeyeceğini biliyordu.
Bölüm sonu...
Öncelikle tabii ki böyle uzun bölüme güzel olaylarla başladık. Fatih'in çabalarını gördük, Hande'nin gönlünü almak için epey uğraştı. Birlikte hoş sahnelerine tanıklık ettik. Ardından Hande'nin Nurcan'la sahnelerini okudunuz. Yine aynı şekilde Nurcan'ın gönül alma çabalarını gördük.
Kuzey'in gelmesinin ve Hande için uğraşmasının ardından çok sürmeden, Hande'nin gördüğü şiddetin epeyce artışını izledik. Artmakla kalmadı, bildiğin işkenceye döndü. Farklı bir boyut almaya başladı. Bunları söylerken hâlâ bir yerlerde bunu yaşayanların olduğunu bilmek ne acı...
Ve gelelim son sahnemize: Hepiniz Hande'nin, eline fırsat geçmişken Fatih'le gideceğini sandınız ama umduğumuz gibi olmadı. Günlerce peşini bırakmayan, içindeki şeytana uyarak, canını kurtarmak için hamlede bulundu. Amacı kimseye yük olmamak, öksüz bir çocuğu yetim, babasından ayrı bırakmamaktı. Tabii korkarak kaçmak yerine, can havli ile yaşadıklarının acısını çıkarmak istedi. Başta yapmak istemedi ama onca işkenceden sonra biraz refleks oldu diyebiliriz.
Sizce Aras öldü mü, tahminleri alalım?...
Hande bundan sonra nelerle karşılacak acaba? Fatih'le gitmesi artık imkansız hale geldi, bunu söyleyebilirim. Gidişiatı ve yaşamının boyutu değişti.
Nurcan'ın sevgisine, Hande'nin resimlerine bakarken biraz emin oldunuz mu? Hande'yi gerçekten ölen evladının yerine koymaya başladı.
Beraber neler yaşayacağımızı göreceğiz, okuyarak öğreneceğiz. Bölüm bayağı uzundu, bir dahakine sadece 10.000 Kelimede bitecek, daha üzerine çıkacağımı sanmam.
Ramazan ayınızı tekrardan, en içten dileklerimle kutlarım. Birlik ve beraberlik içinde, huzurla geçirelim inşallah. Hayırlısıyla Allah, bayrama kavuşmamızı nasip etsin. Yeni bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın arkadaşlar... |
0% |