Yeni Üyelik
46.
Bölüm

45. Bölüm: "Aşk Versin Kararını"

@mavi_melekler

Elimde acılarla dolu bir bölüm var, şu sıralar bu kurguda bolca acıya tanık ediyoruz.

 

Size güzel sahnelerle gelmek isterdim ama nasipte şimdilik böylesi var.

 

Bölüm Şarkımız:

Yücel Arzen & Muazzez Ersoy

"Aşk Versin Kararını"

 

Mutlaka dinleyin, çok naif şarkı, sözleri öyle hoşuma gitti ki, ismini bölüm başlığına uyarladım.

 

Keyifli okumalar!

 

 

45. Bölüm: "Aşk Versin Kararını"

 

Hayatın planlarına aldırmadan planlar yapardık çoğu zaman, kaderin bizim için neler belirlediğini bilemezdik. Kader yazılmış, kalemini kırmıştı, bazı yolların geriye dönüşü yoktu.

 

Evinin işlerini ancak tamamlayabilmiş olan Nurcan Hanım, günün ikindiye uzanan vakitlerinde, dışarı kapıyı aralayarak bahçeye çıktı. Sabah öylece çekip giden Fatih'ten henüz haber gelmemişti. Aklındakileri başarıp başaramadığını merak ediyordu. Endişesi Hande içindi aslında, ona zarar gelecek olmasından çok korkuyordu. Başından sıyrılarak çözülen tülbentini çıkararak önce elinde düzgünce çırptı, ardından tekrar saçlarını örtecek şekilde saçları üzerine attırdı. Boynu açık kalacak şekilde, saçlarının altından geçirerek bağladı tülbentini. Bahçe kapısına uzanan merdivenleri inerken kapı önünde Fatih'in arabasının durduğunu gördü.

 

Biraz daha merakı çoğalırken merdivenleri indi. Arabasından inen oğluna bakarken yanında Hande'nin olmasını temenni etti ama yoktu. Aracından tek başına inerek kapıları kilitlemişti. Anlaşılan henüz kızı evden çıkaramamıştı. Bahçe kapısına hızlıca ilerleyerek gelen oğlunu kapıda karşıladı. "Yavrum." dedi endişe içinde, yüreğindeki kasvetten kendini alamadı. Hande kurtulsa, oradan çıkmayı başarsa, gerisi umrunda olmazdı. "Hayırlı haberler getir bana, alabilecek misin Hande'yi?" Şimdi tek umutlarını, Hande'nin buradan Fatih'le beraber uzaklaşmasına bağlamıştı. Kapıyı aralayarak içeriye girerken dalgın olmasına rağmen yapacakları planlıydı genç adamın. "Daha değil anne." dedi sakince. Yakın zamanda çözecekti ama şimdi alamamıştı.

 

"Nasıl değil, neler yapacaksın, anlatsana annem." İçinde zerre sabır kırıntısı kalmamıştı Nurcan Hanım'ın. Sadece Hande'nin mutluluğu için gitmesine müsaadesi vardı ama içi yine rahat değildi. Böylesine yüreğini umutla doldurduğu zamanda, kızından nasıl ayrı düşerdi. "Fahri Bey'le, yani Aras'ın babasıyla konuştum, bana yardım edecek." Tek cümledi anlattı olacakları. Bugün çözerek Hande'yi alması mümkündü, Fahri Bey öyle demişti. Bir şekilde Hande'nin hastaneye, 'Hasta oldu' bahanesiyle gitmesini sağlayarak evden çıkaracaktı. Oradan ötesini zaten tek başına çözerdi, mühim olan Hande'nin evden çıkmasıydı, kızı hastaneden kaçıracaktı.

 

"Hadi inşallah." dedi sevinç içinde. "Güveneceğiz o adama ama boşa çıkarmasın sonra güvenimizi, ya bizi yarı yolda bırakırsa..."

 

"Bırakamaz, kendi zaten biliyor oğlunun ne mal olduğunu, Hande için yapacağını söyledi."

 

"Sen gideceğiniz yeri sakın söyleme, ne olur ne olmaz."

 

"Söylemeyeceğim tabii, size bile demeyeceğim, bir süre kimse bilmeyecek." Şehir dışına gidecek, izini kaybettiremezse belki ilerleyen zamanlarda, yurt dışını bile tercih edebilirdi. Uzun süre kimse, en yakınları bile nerede olduklarını bilmeyecekti.

 

"Fatih." Uzaklardan gelen sesle ardına dönen genç adam, gördüğü kişi karşısında şaşırmadı. Endişeli adımlarla, bahçe kapısına doğru yürüyen Yeliz Hanım'la karşı karşıya geldiler. Bahçe kapısından içeri girerken bakışlarında merak vardı. "Hoş geldiniz." dedi sakince, endişeli bakışlarını normal karşıladı. Kendileri şehirin dışına çıkana kadar kimse sakin kalamazdı. "Hoş buldum canım." dedi soluk soluğa konuşurken. "Duramadım evde, içim rahat etmedi, gelip sana bakmak istedim." Evde durduğu sürece sanki duvarlar üzerine geliyordu, içi rahat değildi. Bir saat önceden Fatih, planını Yeliz Hanım'a anlatmış, Fahri Bey'den yardım isteyeceklerini telefonda söylemişti.

 

"Daha haber çıkmadı mı Fahri Bey'den, şimdiye seni araması gerek." dedi araya giren Nurcan Hanım, sanki zaman ilerledikçe, çember iyice daralıyordu. "Bekleyelim." Sakin davranmak için çabaladı genç adam, biraz daha sabretmesi gerektiğini düşündü. "Sen bir ara." Araya hızla girdi Yeliz Hanım, böyle boş bekledikçe içi daralıyordu. En azından ne vakit hastaneye gideceklerini öğrenseler yetecekti kendilerini. "Bir kere daha ara, hastaneye gidecekleri vakiti öğrenelim." Yeliz Hanım konuşurken yanındaki Nurcan Hanım da başını sallayarak kadının dediklerini onayladı. "Son bir kez daha ara oğlum, Yeliz haklı." dedi endişeli şekilde. Zaman dilimini öğrenseler, herkes bir nebze olsun rahat edecekti.

 

Bahçedeki masanın önünde duran sandalyelerden birini çekerek masadan uzaklaştırdı. Yola doğru çekerek sandalyenin üzerine oturan Yeliz Hanım'ın içi daralıyordu. Uzun süre, elinde telefonla konuşan genç adamın yapacağı açıklamayı beklediler. Bekledikleri zaman çok uzun değildi aslında, beş dakikalık süreçti ama sanki asırlar geçmişti üzerinden. Ruhu daralıyordu, Hande tamamen kurtulana dek rahat etmeyecekti Yeliz Hanım. Son zamanlarda, tüm bu yaşadıklarına inanamıyordu. İlk kez koruyamıyordu kızını, çekip alamıyordu. Telefon konuşmasını tamamlayan Fatih, yanlarına doğru ilerlerken bakışları tuhaftı. Yüzündeki ilginç ifadeyle yanlarına gelen genç adamın bakışlarındaki tuhaf ifadeyi ikisi de çözememişti.

 

"Gidiyorlar mı hastaneye?" dedi merakla adamın bakışlarına gözlerini sabitleyen Yeliz Hanım. Sanki bakışlarında, sona yaklaşmış misali değşik ifade vardı. "Gidiyorlar ama Hande'yi götürmüyorlar hastaneye." Soğukkanlı şekilde, sakin kalmaya çalışarak konuştu genç adam. Öğrendiklerinin ardından çok soğukkanlı olması gerektiği kanaatine varmıştı. "Kim?" dedi sandalyesinden biraz doğrulan Yeliz Hanım. "Kimi götürüyorlar?" Şaşkınlıkla sordu, istemeden biraz meraklandı. "Hastaneye acil şekilde, ambulansla birini götürüyorlar ama o kişi Hande değil." Alıştırarak söylemesi gerekti, böyle ağır felaketi, birden anlatamazdı.

 

"Oğlum şunu düzgünce anlatsana, kim hastalanmış?" dedi sinirle araya giren Nurcan Hanım. Sanki bir çemberin içindeydiler ve geçen her dakikada çember daha çok daralıyordu. "Aras'ı götürüyorlar hastaneye." derken sıkılmıştı, kendisi de bunalmıştı böyle anlatmaktan. Karşısındaki Yeliz Hanım, yüreği yaralı bir anne olmasa, daha rahat söyleyebilirdi.

 

"İyi ya işte, ne güzel." Oturduğu sandalyeden kalkan Yeliz Hanım, durumdan memnun yüz ifadesiyle genç adamın karşısında dikildi. "Böylelikle Hande'yi evden çıkarmamız daha bile kolay olur, tabii evde yalnızsa."

 

"Hande artık o evde değil Yeliz Hanım, ifadesi alınmak üzere, polisler tarafından çıkarıldığını öğrendim az önce." Yaptığı konuşma karşısında, yüreğine sanki kor düştü kadının, kaskatı kesildi. Neye uğradığını şaşırırken söylenenleri idrak etmeye çalıştı. "Ne ifadesi, ne polisi?" Sesi tökezliyor, bir kıskacın içine sıkışmış misali, yüreği sıkışıyordu. Düşmemesi için Yeliz'i tekrardan kalktığı sandalye üzerine oturturken oğluna sinirle baktı Nurcan Hanım. "Sana çabuk anlat dedim, hemen söyle, ne oldu yavruma, neden alıp götürdüler, neyin ifadesi?" dedi hiddetle üst üste sorular sorarken.

 

"Ben bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum, inanın anlatması kolay olsa, böyle uzatmadan konuşurdum. Birçok kadın gibi Hande, canını kurtarmanın uğraşına düşmüş anlaşılan. Bilirsiniz, şiddet içeren evliliklerde, mutlaka evden bir can çıkar, kan dökülür. Sürekli haberlerde görürüz, çoğu kadın gazetelerin sayfalarına manşet olur. Hande bunu yapmasa, o da manşet olabilirdi. Onun için hâlâ bir umut var ama parçalanmış, kana bulanmış bir umut. Bugün öğle saatlerinde, kocasını bıçaklamış, o yüzden şu an yargılanmak üzere tutuklanmış."

 

Genç adamın anlattıklarını soluksuz dinlerken son kurduğu cümle karşısında, soluğunu çığlığıyla birlikte bıraktı Yeliz Hanım. Feryatlarla dolu çığlıkları bahçenin içini doldururken elleriyle saçlarını geri ittirerek şakaklarını ovuyordu Yeliz Hanım. İyi değildi, paramparça edilmişti, kızıyla beraber kendisinin hayatı bitmişti. "Hayır!" dedi acıyla bezenmiş sesi her yeri kırıp geçerken. "Benim kızım daha çok genç, hiçbir hayaline kavuşamadı daha. Yapamaz oralarda, direnemez öyle yerlerde. Beni alsınlar gerekirse, onu bıraksınlar, benim yavrum hak etmiyor bunları." Gözyaşları içinde çığlıkları sürerken acıdan inliyordu. Yüzüne kapattı ellerini, iç çekerek ağlamalarını durduramadı.

 

Elinde su bardağı ile çıktığı bahçeye tekrardan gelen Nurcan Hanım, içi suyla dolu bardağı kadına uzattı. Başını iki yana sallayarak kendini geri çekti Yeliz Hanım, iyi değildi, su ile geçmeyecekti, düzelmesini istedikleri düzelmeyecekti. "İnat etme, hadi iç biraz, rahatlat kendini." Karşısındaki kadınla böyle konuşuyordu ama kendisi daha kötüydü, sadece güçlü kalmaya çalışıyordu. Elinin tersiyle biraz yüzünü temizlerken diğer eliyle su bardağını aldı. Ancak bir yudum alarak geri uzatmak zorunda kaldı, daha ötesini içi almamıştı. "İstemiyorum." İçtiği bir yudum suyu zorla yutarken bardağı kadına tekrardan uzattı.

 

"Sen Neslihan değilsin, güçsüzlük ancak onun gibi cahil kadına yakışır." dedi elindeki bardağı masanın üzerine bırakan Nurcan Hanım. Şimdi daha güçlü olacak, karşısındaki kadına güç verecekti. "Birlikten kuvvet doğar, hepsini beraber, bir şekilde atlatacağız. Biz anneyiz, direncimizi kaybetmeyerek hayata daha sıkı sarılmamız gerek."

 

"Doğru, Neslihan değilim ben." İçindeki sinire engel olamadı, daha Neslihan'ın adını duyduğu anda, başından vurulmuşa dönmüştü. "Ah o Neslihan yok mu o, yaktı bitirdi benim kızımın hayatını, küle çevirdi." Şimdi şu yaşananların tamamı, yaşananlardan haberi olmayan kadının suçuydu. "Nerede o?" Ağlayan sesi yüksek çıktı dudaklarından, feryat edercesine döküldü cümlesi. "Nerede o işe yaramaz Neslihan, nerede, şimdi nerede?" Üst üste kurduğu cümlelerin ardından oturduğu sandalyesinden doğruldu. O kadına tüm bunların hesabını şimdi sormazsa içinde kalırdı. Yerinden kalkan kadına müdahale etmek isteyen Nurcan Hanım, kolundan tutarak geri doğru çekti.

 

"Şimdi sırası değil." dedi katı şekilde konuşarak. "Bir şey yapmak istiyorsan, önce o eve gideceğiz. Hande daha tutuklanmamışsa eğer, öncesinde onu görmemiz gerek. Yürü hadi, Neslihan'dan her zaman hesap sorarsın, önceliğin evladın olsun."

 

"Annem doğru söylüyor Yeliz Hanım, şimdi o eve gitseniz daha iyi olacak. Ben de bu sırada, Seher Hanım'ların hangi hastanede olduğunu öğreneceğim, hepimiz bir yere dağılalım."

 

"Hadi oğlum, sen de dikkat et kendine, Allah hepimizin yolunu açık etsin." dedi Yeliz'le beraber bahçe kapısından çıkan Nurcan Hanım, şimdi daha çok birlik olmaları gerekti. Bir facianın eşiğine gelmişlerdi ama hâlâ umut vardı, Hande yaşıyordu en azından, hayattaydı ve soluk alıyordu, buna sevinmeleri gerekti. Evden çıkarlarken akıllarda nice sorular vardı, Hande kurtulsa bile, yaşananları kolay atlatamayacaktı. Herkes bunun bilincinde olsa bile öncelikleri Hande'yi kurtarmaktı, sonrası bir şekilde çözülecekti. Zamana ve hayatın planlarına aldırmadan yine planlar belirlediler. Hayatın kurduğu oyunlara kanarak kimse köşeye çekilemezdi, böyle durumda değillerdi.

 

Zaman ilerlerken yaralar iyileşmediği gibi iyiden iyiye çoğalmıştı. Özlemek, yedi harften oluşan, üç hecelik bir kelimeydi ama manası çok ağırdı. Gerekli işlemleri yaptırmış olan Yeliz Hanım, kızını görecek olmanın verdiği umutla bekleme salonundaki koltuğa oturdu. Bugün onu ilk kez görecekti, hasret dolu heyecan vardı yüreğinde. Yaklaşık bir hafta önce, olayın yaşandığı gün, Nurcan'la beraber gitmişti o eve ama kimseyi bulamamışlardı, kapısı kilitliydi. O gün bir kez daha geç kalmıştı kızına, zaten hayatında bir kere olsun yetişememiş olmanın hüznü vardı üzerinde...

 

Bekleme salonundaki koltukta oturmuş beklerken bundan sonra olacakları düşündü. Aras'tan henüz iyi haber gelmemişti, daha yoğun bakımdan çıkmamıştı, üstelik durumu ağırdı. Hayati tehlikesinin olduğunu öğrenmesi sevindirdi Yeliz Hanım'ı, gebermesini temenni etti Allah'tan. Yaşattıklarının bedelini canıyla ödemesini istedi. İyi bir avukatla kurtaracaktı kızını, sonuçta şiddet görüyordu, nefsi müdafa gibi bir durum sayılırdı. Hande'nin kurtulmak için seçeneği çoktu ama mühim olan davaya giden zamanı düzgün değerlendirmekti. Gözünün yaşı kurumamıştı daha, acısı dinmeden gelmişti evladına. Şimdi güçlü olması, evladı için direnmesi gerekti.

 

Karşısındaki kapının aralandığını gördüğü vakit, çabucak yerinden doğruldu. Oraya doğru ilerlerken yutkundu, evladının karşısında güçlü duracaktı. Cam kapıya ilerlerken ağlamamak için kendini iyice sıktı. Uzaklardan kızının yorgun bedenini gördüğünde yutkundu tekrardan. Nasıl dayanacağını düşündü. İki tane görevli gardiyan kollarına girmiş, Hande'yi kendisine doğru getirirlerken bedeni yakınlaşan kızının yüz hatlarını inceledi. Sanki tükenmiş, hayatı bitmiş misali, herkesten uzak, öylesine bir noktaya bakıyordu. Bunların bedelini Neslihan'a sormasının vakti gelmişti, cezaevinden çıktığı anda Neslihan'ın kapısına dayanacaktı. Kendisine doğru getirilen kızını, görevlilerin elinden alarak bedenini kendisine çekti.

 

"Anneciğim!" Sesi feryat edercesine döküldü dudaklarından, eliyle kızının bembeyaz kesilmiş yüzüne dokundu. Yanaklarını parmaklarıyla okşadı. "Anneciğim benim, çiçek kokulu yavrum." Sıkıca sarıldı, kokusunu içine çekerken sanki kendinden geçti. "Senin baharını solduranların yanına kalmayacak annem, yüreğindeki çiçeklerini solduranların da bahçeleri bahar görmeyecek." Buna yemin etti, yanlarına gerçekten bırakmayacaktı. Evleri yanan hep kendileri olmayacaktı, biraz da diğerlerinin yüreğine ateş düşecekti. "Gel kuzum." Bedeninden kollarını ayırırken eliyle ellerini tuttu. Sıkıca koluna girerek koltuklara doğru ilerletti. "Gel kalma böyle, otur ki yorulma." dedi koltuğa oturmasına yardım ederken. Eli eline değdi, ellerinin buz gibi olduğunu anladı. İçi daha çok acıdı Yeliz Hanım'ın, çaresizliği iliklerine dek hissetti.

 

"Ben kurtaracağım kızımı buradan, birlikte üstesinden geleceğiz. Biz seninle neleri atlattık, Rabbi'min izniyle bunu da çözeceğiz. Çıkacaksın inşallah, tekrar işine, mesleğine döneceksin. Bahar gelecek, beraber sıcak şehirlere gideceğiz, tatile çıkacağız. Ben senin odanı da hazırlatıyorum tekrardan, tüm eşyalarını attırdım, yeni mobilyalarla baştan düzenliyorum. Sen sakın burada olmana takılma, çıktığında çok güzel günler seni bekliyor olacak." Uzunca konuşması, genç kızı hiç etkilemediği gibi bakışlarını bile değiştirmedi. Bir noktaya bakışlarını sabitlemiş, öylece bakıyordu. Küçükken olduğu gibi elini yumruk yapmış, açamıyordu bir türlü. Bu dünyada çekeceği azabın büyük olması gerekti, belki öteki tarafta günahı hafiflerdi. Bir cana kıymıştı, yıllarca hakir gördüğü babasının yaptığını yapmıştı.

 

"Baştan toparlattım odanı, boyamasını yeniden yaptırdım. Senin sevdiğin gibi gök mavisine boyattım. Duvarların bir tarafına kuş çizimli posterler astırdım, diğer duvarını yıldızlarla süsledim. Yeni mobilyalarla tekrardan dizeceğim." Elleri arasında tuttuğu ellerini öptü kızının, koklayarak öptü. Dudaklarından indirirken ellerini, solgun yüzüne baktı. Geçen zamanda sanki yüzü sararmış, zayıf düşmüştü. Hande böyle biri değildi, iştahı kolay kaçmazdı, içeride haddinden çok zorlandığı için zayıfladığını anlarken yüreğine tekrardan ağrılar saplandı.

 

"Yemek yemiyor musun sen, niye böyle solgun bakıyorsun?" Sözünü değiştirerek yüreğini acıtan soruyu sordu. Ellerini tutarken elinin, avucu içinde sızladığını anladı. Sağ kolu titriyordu, bedeni halsizdi. "İlacını da mı içmedin, kolun titriyor kızım senin." Yüzünü güldürmek için yıllarca uğraştığı evladı, şimdi ellerinden kayıp gidiyordu. Elini, karşısındaki annesinin eli içerisinden ağır ama sert şekilde çekti genç kadın. Uzakta başka noktaya sabitlediği bakışlarını, biraz olsun annesine çevirdi. "Anne." Yıllarca canını acıtarak kendisine yara olan kelimeyi tekrardan kullandı. Sesi boğuktu, peltek şekilde çıkmıştı dudaklarından. "Söyle yavrum, konuş benimle annem." Uzun süre sonra sesini duyarken biraz olsun rahatlamıştı. Bakışlarını az bile olsa kendisine çeviren kızını dinlemeye başladı.

 

"O öldü." Sesi buz gibiydi, duvarları üşütüyordu adeta. Ölümün soğukluğu, yaşamın baharını soldurmuştu. "Ben öldürdüm."

 

Şimdi elinde bir başkasının kanı varken nasıl hayata kaldığı yerden devam edebilirdi? Uykular haram olmuşken oturup yemek yiyerek ilaç içecek değildi. "Hayır." Yeliz Hanım'ın sesi de soğuktu, olanları hiddetle inkar etti. "Benim melek kızım kimselere zarar veremez, sen öyle biri değilsin. Yavrum, insan gözü dönünce neler yapıyor, sen bunu kurtulmak, canını kurtarmak için yapmışsın." Yeniden sarıldı karşısındaki kadına, sadece o konuşurken rahatlıyordu. Hayatın her yerinde annesi umut oluyordu kendisine.

 

"Yapmamak için çok direndim anne, ölmesini istemedim, amacım sadece kendi canımı kurtarmaktı." Dilindeki düğüm açılırken ellerinden kayan masumiyetini korumaya çalıştı. Kurduğu cümlelerle tutmaya çalıştı çocukluğundan kalan masumiyetini, gitmesine izin vermek istemedi. Sesi yine aralıklıydı, duraksayarak konuşuyordu. İyi değildi, elinde bir başkasının, üstelik aylarca evli kaldığı kocasının kanı varken iyi olamazdı. "Ben öldürmek istemedim." dedi tekrardan son cümlesini yinlerken. Amacı oradan kurtulmak, yaşadıklarının acısını çıkarmak, kendi canını kurtarmaktı, başkasının canını almak değildi...

 

"Ölmedi zaten." Sesi gayet soğukkanlı olan Yeliz Hanım, gergince açıkladı olayı. Şimdi toprağın altında olmasını, herkesten çok, bir anne olarak kendisi isterdi. Yaşadıklarının bedelini canıyla ödemesini isterdi. "Nasıl?" Durgun sesi, şaşkın çıktı aynı zamanda. Yüzünde rahatladığını gösteren mimik oluşurken annesinin ellerini avuçladı. "Basbayağı ölmedi işte, daha yoğun bakımda. Devam ediyor tedavisi ama hayati tehlikesi de var, bilmiyorum ne olacağını." Yüzünde oluşan tebessüm, içindeki rahatlamayla beraber oluşmuştu. Elini ağzına kapattı, gülüşünü gizlemek istedi. "Hande, inşallah o adamın hayatta olduğuna sevinmiyorsundur kızım. Sana yaşattıklarından sonra kalkıp da iyi diye, yaşadığı için mutlu olmuyorsundur. Böyle sevinmen beni korkutuyor, tekrar hata yapmanı kaldıracak durumda değilim." Karşısındaki kızını tehdit eder gibi konuştu, yeniden hatalarını temizleyecek hal kalmamıştı kendisinde.

 

"Yaşadığına sevinmiyorum, elime kanı bulaşmadı, onun kanıyla ellerim kirlenmeyecek, buna seviniyorum sadece. Ben kimsenin canına kast edecek biri değilim, amacım kendimi kurtarmaktı. Günahına bulaşmaktansa, burada yıllarca kalmaya razıyım. Şükürler olsun ki yaşıyor."

 

"Onun kanı zaten bozuk, geberse bile senin elin kirlenmez, merak etme. Başkasının bozuk kanı, seni kirletemez. Kendini bu gerçekle şartlandır, olur da hastaneden kötü haber gelirse, sakın kendini suçlama. Su testi su yolunda kırılırmış kızım, bırak gebereceği varsa gebersin."

 

"Deme öyle, bizden uzakta bulsun layığını, inşallah yoğun bakımdan çıkar, iyi haber gelir." Kimsenin ölümüne sevinemezdi, öyle biri değildi. Elleri arasındaki ellerini okşarken bakışlarını anmesine iyice sabitledi genç kadın. "Anne." dedi acı içinde, yaşattıklarının acısı değdi sesine. Yaşananları konuşmanın tam zamanı gelmişti. "Umudum yok ama olur ya, buradan çıkarsam, bir daha seni hiç üzmeyeceğim." Yaptığı hatalar gelirken gözleri önüne, konuşmasının sonuna doğru sesi çatallandı. Bunca çektirdiği acının bedelini ödemeye başlamıştı. "Biliyorum bir tanem." dedi sıcacık konuşan Yeliz Hanım, şu saatten sonra hiç şüphesi yoktu. "Ne dersen yapacağım." Yineledi tekrardan cümlesini, başka boyutta konuştu. "Bunu da biliyorum." Sesi sıcacıktı, tuttuğu ellerini tekrardan öptü.

 

"Sen benim canımsın, bu hayatta amacım sadece seni daha az üzmekken hep daha çok üzerek yıprattım. Böyle olsun istemedim, sana yaşattıklarımın zararı, dönüp dolaşıp daima beni buldu. Buradan çıkabilirsem eğer, birlikte yarım bıraktığımız hayallerimize daha sıkı sarılacağım."

 

"Hepsini biliyorum yavrum, ayrıca 'Buradan çıkarsam' diye bir telaffuza yer yok, zaten çıkacaksın. Ben seni her türlü kurtaracağım, kendini bırakmanı istemiyorum." Susması gerekti aslında ama konuşmayı tercih etti genç kadın, annesine içindekileri söyleyecekti. Kimseye yük olmayı istemiyordu, aklındakileri izah etmesi gerekti. "Çıkamazsam sen beni düşünme, uğraşma benim için, ben sana çok acılar yaşattım. Çek git buralardan, hayatını kur, bana değmez." Gözleri dolu şekilde konuşması sonucu tahammül edemeyen Yeliz Hanım, kızını kendine aniden çekerek sımsıkı sarıldı.

 

"Sakın bir daha duymayayım bunları, sakın dedim sana! Beraber her zorluğun üstesinden geleceğiz, güçlü olacaksın, yok öyle umutları tüketip kabuğuna çekilmek." Böyle diyordu ama Hande'ye, konuştuklarının tesir etmeyeceğini biliyordu Yeliz Hanım. Görüş saatinin tamamlandığını belirtmek üzere gelen görevlilerle beraber, yerinden çabuk doğruldu Hande. Çoktan tükenmişti umudu, kendi tercih ettiği hayatın bedelini ödemesi gerekti. Yanına gelen görevlilerin yardımıyla yürürken ardına dönüp annesine bakamadı, bakarsa ağlayacağını biliyordu. Gözyaşlarını kurutmak istedi, ağlamayı bile hak etmeyecek hatalar yapmıştı.

 

Oysa dönse ardına, sormak istediği çok soru vardı. İlk önce Fatih'i sorardı mesela, kendisinin yaptıklarını öğrendiğinde ne tepki gösterdiğini sormak isterdi. Yaptıklarını öğrenenler kendisinden uzaklaşacaklardı. Evli olduğu adamı öldürmeye teşebbüs etmişti, bağışlanacak yanı kalmamıştı. Kimse yaptıklarını anlamaya çalışmayacak, sadece yargılayacaktı. Kendisini kurtarmak için çabalayan adamın teklifini geri çevirmiş, intikam almak için başka yöntem kullanmıştı. Bir an için aklı kısa süreliğine Nurcan Hanım'a gitti, kendisini sevgisine alıştıran kadın da yine, kendisinden usulca uzaklaşacaktı. Koğuşuna doğru, görevlilerin yanında ilerlerken birer birer eksilmeye başladığını düşündü...

 

Görüş zamanı sona erdiğinde, çabucak cezaevinden ayrılan Yeliz Hanım, arabasına binerek Neslihan'ın evine doğru sürmeye başladı. Bugün, yaşananların hesabını sorması gerekti, zaten yeterince geç kalmıştı. Büyük ihtimalle olanlardan haberi yoktu, olsa bile ne kadar umursayacağını düşündü. Direksiyonu yana kırarken acıyla güldü, başını iki yana salladı. Neslihan'ın anneliği, sadece kendisini yenmek üzerine kurulmuştu, bunu anlayalı uzun zaman oluyordu. Hande'nin çektiği acıların baş yapıtında sadece Neslihan vardı, bunu anlayabiliyordu. Sancaktepe'ye giriş yaparken bitmesini istediği trafik, sanki inadına çoğalıyordu. Bir an önce kapısına gitmek, evini basarak olay çıkarmak istiyordu. İçeride eriyip giden evladının hesabını sorması gerekti.

 

Küçük apartman dairelerinin olduğu mahalleye girdiği anda, arabasını bir köşeye çekerek park etti. Normalde olsa tam park etmezdi ama şimdi işi uzun sürebilirdi. Arabasının kapısını açarak aşağı inerken mahalleyi inceledi. Buraya gelmeyeli epey zaman oluyordu, genelde sadece Hande için gelirdi, yine öyle olmuştu. Aracının kapısını tek eliyle sertçe kapatırken diğer eliyle gözünden güneş gözlüklerini çıkardı.

 

Karşısındaki apartmana sert adımlarla ilerlerken küçük merdivenleri indi, apartmana bağlanan kapıdan girdi. Dairenin kapısına inerek kapıyı oldukça sert şekilde vurdu. Bir eliyle kapıyı tokatlarken diğer eliyle kapının zilini çalmaya devam etti. Öyle hiddetli vurmuştu ki, çok beklemeden kapı aralanmış, kendisine korkulu gözlerle bakan Neslihan'la karşılaşmıştı. Kapıyı açtığında kendisine, ansızın gözleri kesişmişti. "Yeliz." dedi kendisine korkulu gözlerle bakan Neslihan, iki adım geriye çekilirken içini merak sarmaladı. "Hoş geldin." Yüzündeki ürpertiyi bırakamadan konuşmasını sürdürdü. "Buyur içeri gel istersen, içeride konuşalım." Buraya kendisiyle iyi konuşmak için gelmediğini anlamıştı ama ne konuşacağını tam olarak çözememişti.

 

Tam önünde duran kadını kenara iterek içeri girerken kapıdan çok uzaklaşmadı, çabuk çıkacaktı. Yaşananların şaşkınlığını üzerinden atamadan içeriye geçen Neslihan, öylece baktı kadına. Acaba yine Hande'nin dolduruşuyla buraya gelen Yeliz, mahkemede şahitlik etmesini mi isteyecekti kendisinden? Yapmayacaktı, kendisine para bile teklif edecek olsa, asla kabul etmeyecekti. "Hande nasıl, biraz daha iyi mi öncelerine göre?" Biraz çekinerek, yumuşak sesle sordu. Son tartışmalarının ardından bir daha kızıyla hiç görüşecek imkanları olmamıştı.

 

"Bana, Hande'yi umursuyormuş gibi davranmayı kes Neslihan, umrunda olmadığını gayet iyi biliyorum." Gözlerine meydan okurcasına baktı, bakışlarındaki kini iyice artırdı. Buraya, kadına olanları anlatmaya, yüreğine ateşi düşürmeye gelmişti. "Niye umrumda olmasın yaa, annesiyim ben onun, içimde taşıdım ben kızımı, asıl sen bu hissi bilemezsin!" Sürekli aynı tavrı kendisine takınmasından rahatsız olan Neslihan, isyankar şekilde konuşurken kendini durduramadı.

 

"Umrunda olsa, şimdi ne durumda olduğunu bilirdin, yaşadıklarından haberin olurdu." Sözleri, ürpertirken karşısındaki kadını, ona doğru iki adım atarak karşısına tamamen geçti. "Biraz ilgilensen evladınla, hangi acılara tek başına göğüs gerdiğini bilirdin. Annelik hissetmektir, bilmesen bile hissederdin, yüreğin sızlardı." Şaşkınlıkla kaşlarını çatarken kadının gözlerine merakla baktı. Uzun zamandır görüşmemiş, kendisine söylediklerinden sonra kızına tavır almıştı. Arayıp sormadığı zamanlarda, başına iş mi gelmişti? "Nerede, hastanede mi, hasta mı, çabuk söyle." İçindeki endişe artarken sesi korkudan yükseldi.

 

"Tabii, hemen söyleyeyim, ya da dur, ben demeden sen tahmin et." Oysa kısadan ağır konuşması gerekirken durduramadı kendini. Yüreğindeki acının nedeni, sadece karşısındaki kadındı. "Düşün bakalım, tahmin yürüt, ben nereden geliyorum?" Bir gün kızını cezaevine ziyarete gideceğini aklının ucundan bile geçirmezdi. Çok beklemedi, sorduğu sorunun ardından, sözlerini çabucak devam ettirdi. "Cezaevinden geliyorum!" Son cümlesi, alev misali düştü ortama. Yüreğini, cehennemin ateşleri tutuşturmaya başlarken Neslihan'ın, dediklerini idrak etmeye çalıştı.

 

"Her yerde, 'Ben onun annesiyim, ben doğurdum' diye bağırıyorsun ya hani, işte öyle bağırarak kendini parçalamakla olmuyor o işler. Sen anne olsaydın yüreğin tutuşurdu, annelik kalpte başlar. Senin kızın, yaklaşık bir haftadır cezaevinde, cinayete teşebbüsten yargılanıyor. Şiddet gördü günlerce, sen annesi olarak umursamadın, üzerine durmadın. Önce psikolojik şiddetle başladı, ardından bedensel şiddete dönüştü. Gururunu kırdılar, aşağıladılar, hakaretler ettiler. Sen üzerinde durmazken kızın yaşamak, tek başına hayata tutunmak için çabalıyordu Neslihan.

 

Senin kızın, yaklaşık bir hafta önce, kocasını bıçaklayarak hapise girdi. Canını kurtarmak için yaptı, yapmasa belki kendi canından olacaktı. Şimdi dört duvarın arasında, tek başına, perişan durumda. Bir hafta sonra ancak görüş ayarlayabildim, iyi değil durumu. Yemiyor orada, boğazından lokma geçmiyor, ilaçlarını düzenli kullanmıyor. Ne istedin kızından, neyi çok gördün ona? Senin yapamadıklarını yapmaya, yaralarını tek başına sarmaya çalıştım. Bıraksaydın bizi kendi halimize, yaralarımızla hayata tutunsaydık, ne olurdu sanki? Şimdi hepimiz bitip tükendik, mutlu musun olanlardan? Yaşananlar senin kendi eserin, annelik bu değil Neslihan."

 

Daha kızının cezaevine düştüğünü öğrendiği anda, elini kalbi üzerine koyan genç kadın, olduğu yere, ardındaki koltuğa düşercesine oturmuştu. "Allah'ım." demişti kısık sesle, eli kalbinde kalakalmıştı, böylesini beklemiyordu. Sadece Hande'nin evlenerek mutlu olmasını, içerisindeki bataklıktan kurtulmasını istemişti. Başını iki yana hızlıca sallarken "Sus!" dedi karşısındaki kadına hiddetle, olanlardan kendisi, tek başına sorumlu değildi. Neslihan kendince, Yeliz'in açtığı yaraları kapatmaya çalışmak için Hande'yi evlendirmişti.

 

İstemsizce gözlerinden gelen yaşlar çoğalırken ellerini yüzüne kapattı. Böyle olmasını asla istememişti. "Bana anneliği öğretmeyi kes, sen nasıl şimdi benim hatalarımı temizlemeye çalışıyorsan, ben de zamanında senin açtığın yaraları kapatmaya çalıştım." Ağlamaktan anlaşılamayan sesiyle konuşsa bile, karşısındaki Yeliz, söylediklerini gayet iyi anlamıştı. "Ne diyorsun yaa, ne yapmışım ben, ne yarası açmışım?" Kısa saçları savrulurken bağırarak konuştu, istemeden sesini yükseltti. Bunca olandan sonra suçunu kabullenmemesi, aşırı rahatsız etmişti kendisini.

 

"Sen benim kızımı zindanlara kapattın, istediğin gibi yaşaması için alıkoydurdun, ben onu senden korumak istedim. Orada kalırken her gün beni aradı, 'Kurtar beni anne' dedi, yalvardı bana. Senin ameliyatta olmanı imkan bilerek evlendirdim, yaşadıklarının etkisinden kurtulsun istedim. Benden ayrıcalığın yok, sen de aynı ölçüde hatalısın, geçip karşıma, bana anneliği anlatma. Baştan savaşı sen başlattın, senden korumak istedim ama görüyorum ki, kaderden koruyamıyorsun."

 

"Ne güzel dedin öyle, kaderden kaçamıyorsun. En başta zaten o savaşı da senin yüzünden başlattım Neslihan, senin dayatmalarından Hande'yi kurtarmak istedim. Başlarda pişmanlık çok hissettim ama şimdi hiç değilim, çünkü doğru kişiye oynattım oyunu. Senin baş edemeyeceğin kadar güçlü bir adamdan yardım isteyerek Hande'yi korutmaya çalıştım. Hande çıkacak, oradan kurtulacak, çok sürmeden kocası olacak ruh hastasından boşanacak. İyileşecek, kendini toparlayacak, yaşadıklarını bir şekilde atlatacak. Sonra ne olacak biliyor musun?..."

 

"Sus!" dedi hiddetle sözünü bölen kadın, devamını algılayacak gücü kalmamıştı. İçeride hasta haliyle yatan kızına mı üzülse, yoksa çok ileride yaşanacaklara mı yansa, bilemeyerek çelişkide kalmıştı. "Sakın devamını getirme, ben zaten o adamdan etkilenmeyi başladığım için Hande'yi evlendirdim, benim hatamda baştan sona senin payın var. Sen kalktın, kaçırtacak başka adam kalmamış gibi onu seçtin, amacın başından belliydi. Herkes olur ama o olmaz, yalvarırım yapma. Gerçekler onda saklı, Hande öğrenirse biter, perişan olur."

 

"Sen Hande'yi düşünmüyorsun ki, sen kendi başının yanmasından korkuyorsun. Kendinden başka kimseyi düşünmezsin Neslihan, ben seni tanırım. Boşuna çırpınma, dediklerimin hepsi olacak. Hande gerçeği, babasının suçsuz olduğunu, günü gelince Fatih'ten öğrenecek, kocanın bıraktığı yerden, bedelleri ödemeye sen devam edeceksin. Senin bencilce evlendirdiğin kızın, şimdi nasıl bedel ödeyerek hapise girdiyse, sen de ödeyiver yaptıklarının bedelini, çok kaybın olmaz. Ben kızımı kurtaracağım oradan, sonra nasıl istiyorsa öyle yaşayacak. Senin korktuğun adamla mutlu bir hayat sürecek, zamanında engel oldun, şimdi olamayacaksın. Otur burada, öylece olacakları seyret."

 

"Sana kes sesini dedim, sesini kes, evimi hemen terk et." Yanına iyice yaklaşarak hızlıca geriye ittirdi karşısındaki kadını. Geriye iki adım gitse bile dengede kalan Yeliz Hanım, ağlayarak kendisine bağıran kadına kin içinde baktı. "Sen şimdi kızının içeride olmasına değil, başına geleceklere ağlıyorsun. Senin anneliğin bu işte, sen bu kadarsın, gördüm ben senin analığını!" Dişlerini sıkarak tekrar kadının üzerine yürüdü, içindeki nefrete engel olamıyordu. "Kes sesini, kes dedim, konuşma Yeliz! Benimle iddaalaşma, ben onun için çok çabaladım. Elimden ne geliyorsa yaptım, yapmaya devam edeceğim."

 

"Sen bir mahkeme günü gelme, hakimin karşısına çıkıp sıkıyorsa konuşma, ben o gün göstereceğim sana. Zamanında hesap soramadım, şimdi sorarım gerçekten!" Girdiği kapıya doğru ilerleyerek hızlıca çıkarken ardından kapıyı sertçe çarptı. Sözde Neslihan olanlara üzülmüş, kızı için ağlıyordu ama Yeliz Hanım'a inandırıcı gelmemişti. O ancak kendisine ağlardı, kendinden başkasını düşünmezdi. Gözyaşları bile sahte gelmişti kendisine.

 

Oradan çıktığında aracını hızlı şekilde Fatih'in evine süren Yeliz Hanım, diğer yandan telefonla kendisini aramak üzere telefonunu kurcalamaya başlamıştı. Evde olup olmadığını öğrenmek istiyordu. Boş yere gidemezdi, boşa harcayacak zamanı yoktu. "Birazdan eve geçeceğim, siz gelebilirsiniz." diyerek telefonu hızlıca kapatmış, sorduğu soruyu net şekilde yanıtlamıştı. Telefonu kapattıktan sonra daha net şekilde arabasını sürmeye devam etti. Geçen bir haftada Fatih'le beraber çok çabalamışlardı. Başta görüş ayarlayabilmek, Hande'yi görmek için çabalamışlardı. Yeliz Hanım başarmıştı ama Fatih için biraz daha zamana ihtiyaç vardı.

 

İstediği mahalleye girerken aklında sadece Hande vardı. Çok kalamamıştı orada, görüş kısa sürmüştü. Özlemini atamadan, nasıl olduğunu bile soracak vakti olmadan bitmişti.

 

Arabasını köşeye çekerken düşüncelerini biraz ertelemek istedi, düşündükçe iyiden iyiye bunalıyordu. Evin önüne park ederken çabucak arabasından indi. Elindeki anahtarla arabasının kapılarını kilitleyen Yeliz Hanım, başını biraz kaldırdığında, karşısında kendisine doğru gelen Fatih'le karşı karşıya geldi. Yolu karşıya geçerek evine gelen genç adamla, onun evin kapısında karşılaşmıştı. "Hoş geldiniz." dedi sakin şekilde yanına ilerleyen genç adam. Zoraki tebessüm etti adama, iyi değildi ama iyi gözükmeye çalıştı. "Hoş buldum canım." dedi gülümsemeye çalışırken. "Ne yaptın, hastaneden haber geldi mi, gebermemiş mi daha o şerefsiz?"

 

"Yok, hayati tehlikesi devam ediyormuş, Fahri Bey'den bilgi aldım." İçeriye geçmek isterken kadını eliyle ilerletti genç adam. Evde konuşmaları daha doğru olacaktı, konuşacakları meseleler uzundu. "İçeri buyrun." dedi bahçenin kapısını aralarken. Yan yana ilerleyerek evin bahçesine girdiler. "Görüş ayarlayacağım birkaç güne, Hande'yi göreceğim, nasıl olduğunu merak ediyorum, siz görebildiniz mi?" Başını salladı Yeliz Hanım, içinde beliren acıya engel olamadı. Dokunmaya kıyamadığı evladı, dört duvarın arasında, aç susuz kalmıştı. Günden güne eriyordu oralarda ve elinde çare kalmamıştı.

 

"Yanından geliyorum şimdi, görünce öyle kötü oldum ki, çıkar çıkmaz sana geldim. Zamanında daha hızlı haraket etmemiz gerekti aslında, tabii olayların böyle olacağını tahmin bile edemezdik. Hande iyi değil, oraya düşmesi gereken en son insan, psikolojisi olanları kaldıramamış, neredeyse aklını yitirme aşamasına gelmiş. Psikolojik sağlığının beraberinde, bedensel sağlığı da iyi değil; ne yemek yiyor, ne ilaç içiyor, bir haftada zayıflamış resmen. Bir yolunu bulmamız gerek, Hande oradan çıkmalı, daha erken çıkmalı."

 

Sürdürdüğü konuşmaları dinlerken bir çıkış yolu aramaya çalıştı genç adam. Düşündükçe aklında beliren tek çıkış, mahkeme gününü hızlandırmaktı. Ancak mahkemede, şiddet olaylarını anlatarak, avukat yardımıyla kurtarabilirdiler. "Birsen'le konuştum ben, dönecek Düzce'den." dedi sıkıntılı şekilde soluğunu dışarı üflerken. Karşısındaki adamdan duyduğu isimle gerilse bile bunu belli etmemeye çalıştı Yeliz Hanım. Başka avukatla devam etmeleri daha doğruydu ama bunu o an dile getirmek istemedi. "Üzeri kapalı şekilde olanları anlattım, geldiğinde uğrarsınız, daha detaylı konuşuruz." Susarak bir süre sessizliği tercih ettiler. Aklına gelenle tekrar konuşmasını sürdürdü. "Hande size, olayın nasıl gerçekleştiğini anlattı mı, kurtarmamız için detaylıca öğrenmemiz gerek."

 

"Yok, soramadım ki ben, o halde görünce, daha çok üzerine varamadım. Zaten inan, nasıl olduğunu bilmek hiç zor değil. Yüzü mosmordu, ten rengi komple mora dönmüştü, çok halsizdi üstelik. Ben bir kere yüzüne baktım görüş sırasında, tüm yaşadıklarını görmüş misali oldum, yetti bana bir bakış. İlerleyen zamanlarda, kendini toparladığında konuşuruz tabii, anlattıracağım ben hepsini. Çıkabilmesi için mahkemede olay anını detaylıca aktarmamız gerek. Bize anlatmasa bile avukatla konuşması için uğraşacağız."

 

"Hepsini çözeceğiz, siz içinizi rahat tutun." Bir dirhem bile umudu kalmamışken karşısındaki kadına umut olmaya çalışıyordu genç adam. Güçlü olmak zorundaydı, kimseyi acılarıyla bunaltmaya hakkı yoktu. Dimdik durmasa yaşananlar karşısında, yıllar sonra tekrar Hande'yi sevemezdi Fatih. Sevmek ancak, dirayetli insanlara yakışırdı. Birkaç gün sonra onaylanacak görüşe gittiğinde, karşısında dimdik duracak, sevgisiyle beraber umudu aşılayacaktı. Gelecek güzel günlerden, bahar dolu yarınlardan söz edecekti.

 

Bahçeye açılan kapının pervazında konuşulanları dinleyen Nurcan Hanım, tamamen bunalmış, kocaman eve sığmıyordu. Stresten hasta olmuş ama yatağa düşmemişti. Dirayetli olmayı seçmişti, Hande için dik durmayı tercih etmişti. Sinirden mide bulantısıyla uğraşmış günlerce, devamlı istifar etmekten halsiz düşmüştü. Üzerinde pijama takımıyla yatağından çıkmış, saçlarını tokayla aşağıdan, at kuyruğu şeklinde toplamıştı. İyi değildi ama iyi olması gerektiğini biliyordu. Yanlarına doğru giderken evin kapısını ardından açık bıraktı. Yorgunca adımlarını sürüklerken tam karşılarına geçti. Biraz ardına dönerek geldiğini anlayan Fatih, hızlıca sandalyesinden kalkarak annesini oturttu.

 

"Sen dinlenseydin, niye kalkıyorsun anlamadım." Yorgun bedeninin oturmasına yardımcı olduktan sonra kendisi de geçerek kalktığı yere oturdu. "İyiyim ben, olanların stresinden böyle halsiz düştüm, iyi olacağım inşallah." dedi soluğunu dışarı üflerken. Hande'nin yaşadıklarını kafasına takmaktan hastalanan Nurcan Hanım, çabuk iyileşmesi gerektiğini biliyordu. Toparlanarak güçlü olması, Hande'ye güç vermesi gerekti. "Sen gördükten sonra ben de gideceğim, görüş onayının çıkması için ne gerekiyorsa yaparım." Konuşurken Yeliz'e bakan Nurcan Hanım, genelde görüşü onun ayarladığını bildiğinden ötürü bakışlarıyla rica etti.

 

"Ben çözeceğim, sen içini rahat tut." Yüzünde zoraki tebessüm vardı Yeliz Hanım'ın, içindeki evlat acısından ötürü zor gülüyordu. "Göreceksin tabii, Hande'nin mahkemeye giden süreçte hepimize ihtiyacı olacak. Değişik yüzler görmeli, hepimizden güzel günleri dinlemeli." Böyle konuştukça rahatlıyordu, kızını iyileştireceğine dair umutlarla yaşıyordu. İnsan ne çok umut ediyordu yaşadığı sürece, ne çok kırık düşlere tutunmak istiyordu... Yeliz Hanım'ın daima kırık düşü olmuştu Hande, hep kazanmak için çaba gösterdikçe istemeden yıpratmıştı. O hastane yatağına düşmese, şimdi kızı bunca acıyı çekiyor olmayacaktı.

 

"Allah razı olsun senden, bunca zaman yanında oldum kızımın, şimdi içerideyken göremezsem onu, ben tükenirim." Arada akrabalık olmadığı için Nurcan Hanım'ın görmesi aslında mümkün değildi. Fatih için görüş ayarlamaya çalıştığı, Fatih'e yardım ettiği gibi, mutlaka Nurcan Hanım'a da yardım edecekti Yeliz Hanım. "Senden asıl Allah razı olsun, benim yetişemediğim yerde sahip çıktın kızıma. Yaralarımın çok taze olduğu zamanda sana dediklerim için beni bağışla ne olur, sinirlenince ne dediğimi bilmiyorum. Öyle konuşmamam gerekti, bilinçsizce çok ileri gittim."

 

"Yaşandı bitti, üzerinde durmayalım, bundan sonrasını düşünelim. Her yanlışın ardında bir doğru aramak lazım, o gün onlar olmasa, bugün bunlar olmazdı. Ben ettiğin sözleri hak etmedim, hâlâ sana çok kızgınım ama sözlerin de beni kendime getirecek etken oldu. Başta amacım sadece hatalarımı telafi etmekti, Hande'ye böyle bağlanacağımı bilmiyordum. Kopmayı çok istedim, yalan dünyada kimseye bağlanmak istemedim ama kaçmaya çalıştıkça daha çok yakalandım. Sevgi böyle bir şey işte, yağmur misali. Tutulmaktan korktuğun kadar seviyorsun, rahmettir diyorsun yağmura, sevgi de öyle."

 

Nurcan Hanım'ın yaptığı uzunca konuşma, herkesin yüreğini hoş etmişti. Yüzünde tebessümle dinleyen Yeliz Hanım, tekrardan kadının ellerini avuçlamıştı. "Biz artık bir aile olduk, düşünmeyelim kötü olayları." derken içinde umut vardı, bir gün Hande'yi tüm zorlukların içinden çekerek alacaklardı. İnsan insana muhtaçtı, birlikten doğardı tüm kuvvetler. Birlik olacak, beraberlik içinde zorlukları geride bırakacaklardı. Gecekondunun bahçesinde, vakitler akşama uzanırken akşam sefası çiçeklerinin gölgesinde, herkesin yüreğinde ayrı umutlar yeşeriyordu.

 

Zaman ilerleyip giderken karanlık dünyasına gün ışığı doğmamıştı genç kadının. Elinde başkasının kanıyla nasıl olunursa öyleydi işte. Uykuların haram olduğu gecelerde, ellerinden kayıp giden hayallerini düşlüyordu. Bundan böyle elinde hayaller değil, sadece başkasının kanı olacaktı. Uyuyamıyordu, geceleri uykusuz geçiyordu, çünkü gözlerini ne zaman kapatsa, o ürkütücü gün geliyordu düşlerine. Günler geçmiş, saatler akmış ama Hande, hep o zamanda kalmıştı. Yaptığı anlık hata, yalnızlığına sebepti, bundan böyle tek başına kalacaktı. Teklifini kabul etmediği Fatih'in bir daha yüzüne bile bakmayacağını çok iyi biliyordu. Başından bu yana kendi tercihlerinin bedelini ödemiş, ödemeye devam edecekti.

 

Yine koğuştaki rahatsız edici yatağında, gözlerini aynı kâbusla aralamıştı. Yatağından hızla doğrulurken ellerini kaldırmış, avuç içlerine bakmaya başlamıştı. Rüyasında, ellerindeki kanı çıkarmaya çalışıyor, ne yapsa çıkaramıyordu. Sadece birkaç saatliğine, yorgunluktan gözleri kendiliğinden kapanmış, yine kâbus görmüştü. Şimdi yapayalnız hayatında, korkulu rüyalarıyla boğuşuyordu. Herkes gitmişti, tüm sevdikleri kendisinden uzaklaşmıştı, Yeliz Anne'sinden başka kimsesi kalmamıştı. Bacaklarını yere değdirirken soluk almaya çalıştı. Temiz havaya hasret kalalı on beş gün oluyordu, iyi değildi. Özgürlüğe tutkun yüreği, şimdi kuşlardan uzakta, kafese kapatılmıştı.

 

Yanına gelen kadınlardan birine bakarken kendisini kahvaltıya çağıracağını düşündü. İyi değildi, günlerdir boğazında doğru düzgün lokma geçmemişti, açken içtiği ilaçlar da doğru düzgün tesir etmiyordu. İyi değildi, uykusuz geçen gecelerin sabahında iyi olması beklenemezdi. Burada kendisinden yaşça büyük iki kadın dışında kimseyle iletişim kurmuyordu. İnsanlardan çekiniyor, başına daha acı olayların gelmesinden korkuyordu. Yanına gelen, elinde tabağın içinde çay dolu bardak ve ekmek arasıyla kendisine ilerleyen kadına göz gezdirdi. Geldiği ilk zamanlarda kendisine biraz ters davranmıştı, Hande'nin varlığından diğer kadınlar gibi rahatsız olmuştu ama kendini kısa zamanda sevdirmişti Hande.

 

Cemile, esmer tenli, siyah saçlı ama bunun aksine gözleri cam mavisi kadındı. Bakışları hüzünle yoğrulmuştu, zaten burada hüzünsüz insan yoktu. Herkesin kendince ödediği ağır bedeller vardı. Geçen zamanda hayat hikayesini öğrenmişti Cemile'nin, kızına tecavüz eden adamı öldürmekle yargılanarak içeri girmişti. Elinde tabağı kendisine doğru uzatırken bakışlarıyla rica etti. Yemesini istedi, zaten o olmasa, açlıktan kesin iyice hasta düşerdi. Diğer kadınlar tepkiliydi kendisine karşı, iş yapamadığı için sinir oluyordular. Cemile ise çoğu zaman Hande'ye yardım ediyor, yükünü azaltmaya çalışıyordu. Karşısındaki kadını incelerken gözleri uzaklara gitti genç kızın.

 

Bir an için Nurcan Hanım'ı hatırladı, Cemile'nin başına tülbenti bağlama şekli, aklının ona gitmesine neden oldu. Genelde evdeyken ya da mutfağa girerek yemek yaptığı zamanlarda Nurcan Hanım da tülbentini böyle bağlıyordu. Saçlarının altından geçirerek arkadan düğümler, tepesinde birleştirirdi. Karşısındaki kadının tülbentini bağlama şeklini gördüğünde, bir daha kendisini sevmeyecek olan Nurcan Hanım'ı hatırladı. İşlediği günahın ardından kimse kalmamıştı yanında, onun da kendisini artık sevmeyeceğini iyi biliyordu. İçindeki şeytana uyarak herkesi kendisinden uzaklaştırmıştı.

 

"Biraz al hadi, kendini düşünmüyorsan, gözü yaşlı ananı düşün." Elindeki tabağı önüne bırakırken yatağına, kızın hemen yanına oturdu. Sahiden annesini düşünmesi, onu üzmemesi gerekti, zaten annesinden başka kimsesi kalmamıştı. "Başımı her yastığa koyduğumda o gün geliyor düşlerime, ben aşamıyorum." Yüreğini sıkıştıranlar, kendinden bağımsız şekilde diline döküldü. Yaşadığını öğrendiğinde sevinmişti ama annesi, en son gelip de bunu söyleyeli epey olmuştu. Hayati tehlikeyi atlatamayıp şimdiye ölmüş olma ihtimai de vardı, bunu göz önünde bulundurması gerekti. İşlediği her şekilde, ağır suçtu, üstelik çok büyük günahtı.

 

"Zamanla aşarsın, insan zamanla neleri aşmıyor ki. İlk buraya geldiğim vakitler ben de öyleydim, sonradan kabullenmeye başladım."

 

Yaptığı hatalar birkaç tane değildi ki, hatalar zincirine tutulmuştu. Düşünüyordu, hangisini nasıl kabulleneceğini anlayamıyordu. Eliyle, önüne bıraktığı tabağı işaret eden kadın, "Hadi." dedi sakince. "Biraz zorla kendini, öyle olmaz." Yönlendirmesinden sıkıldığı için elini tabağa doğru uzattı, içindeki ekmek arasını eline aldı. Zorlanarak bir ısırık alırken zoraki çiğnedi. Yutması bile zor geliyordu, yediği yemekten tat alamayacak duruma gelmişti. Yanındaki kadına hak verdi, annesini üzemezdi, onun için dayanması gerekti. Zamanında Yeliz Hanım'ı çok üzdüğünü tekrardan hatırladı. Yaptıkları yetmezmiş gibi şimdi son yaptıkları, kim bilir ne kadar ağır gelmişti annesine.

 

"Ellerine sağlık ablacığım, çok güzel olmuş." Son yudumunu içtiği çay bardağını boşalttığı tabağın içine bıraktı. Ekmeği zorla bile olsa bitirmişti ama buna rağmen bedeni iyi değildi. Her zaman yiyemiyordu, hayatta kalmak için kendini arada zorluyordu. Yaşamaktan bunaldığı kadar ölümden korkuyordu, ölürse yaptıklarının hesabını Allah'a nasıl verecekti, üzerinde bunca günahla ölmeye bile korkuyordu. "Afiyet olsun kuzum." Önünden tabağı alırken yerinden kalkan Cemile, koğuşun içindeki mutfağa doğru ilerlemeye başladı. Kendiyle baş başa kalan Hande, tekrar yüreğinden geçenleri dinlemeye çalıştı. Yüreğini dinlemek, içindeki acılarla biraz olsun yalnız kalmak istiyordu.

 

Yatağını inceledi, kollarını önünde birleştirirken yatağında oturmaya devam etti. Buraya geldi geleli yatağından iyi arkadaşı olmamıştı, burada oturur kendini dinlerdi. Birkaç hafta öncesine kadar kaldığı evden kurtulmak isteyen genç kadın, şimdi kurtulmuş olmasına rağmen yine mutsuzdu. İnsanın kaderine acı yazılınca, kolay mutlu olamıyordu. Evden kurtulmayı şimdilik başarmıştı ama sevdiklerinden uzağa giderek bedel ödemişti. Zamanında kendisini seven herkes kendisinden uzaklaşacaktı. Ne bekliyordu zaten, bunlar yaşanmasa bile herkes bir gün mutlaka gidecekti. Yarım kalmış kadını, Fatih gibi adamın sevmesini beklemesi doğru değildi. Üstelik sadece bedeni değil, düşleri kırılarak yarım bırakılmıştı. Başkasının açtığı yarayı sarması için dayatma yapmaya hakkı yoktu.

 

"Hande Soydere!"

 

İsminin yanında ne zaman kocasının soyadını algılasa, yüzünü buruşturmamak için kendini zor tutardı. Görevli gardiyan şimdi tekrarlarken ismini, her zamanın aksine, kendini durdurmayarak yüzünü buruşturdu. Neden geldiğini ansızın merak etti. Daha annesi yeni gelmişti aslında ama anlaşılan özlemi ağır basmıştı Yeliz Hanım'ın. Zaten ondan başka kimi kalmıştı, sadece annesi aralıksız gelirdi, o kabullenirdi kendisini. Yanlışlarının inadına daha sıkı sarılırdı Yeliz Annesi, bırakmak istemezdi. Yerinden kalkacak güçte olmadığını anlayan görevli, yanına gelerek kendisinin kalkmasına yardımcı oldu.

"Ziyaretçi saati değil, neden çıkarıyorsunuz beni?" Yanındaki kadın, dizilerde gördüğü görevli gardiyanların aksine daha sakin yapılıydı. Burası hiç uzaktan gördüğü misal değildi, daha başkaydı. Normaldi aslında, abartılanların aksine, görevliler daha normal insanlardı. "Senin sağlık probleminden ötürü görüş günün ayrı, buradakilerle bir değil." Kendisini yürütmeye çalışırken dedikleri karşısında şaşırdı. Doğru olduğuna emindi, çünkü koğuştan koridora, sadece kendisi çıkarılırdı. Diğer koğuş arkadaşları burada kalırdı, demek görüş günleri ayrıydı.

 

"Hadi koş anneciğine sarıl, yine dayanamadı hasretine." Koğuştan çıkarılmadan önce Cemile'nin dediklerine burukça tebessüm etti. Bu hayatta koruyucu bir meleğe sahipti, verdiği güven hayat boyu yetecekti kendisine. "Zaten ondan başka kimsem kalmadı." derken kalbindeki acı iyice çoğaldı, her yanı darmadağın oldu. Örtülen demir kapıyla beraber koğuş ardında kaldı, koridorda yürümeye devam etti. Yanındaki kadının koluna girmesi, yürümesini koltuk değneğine göre daha hızlandırıyordu. Sol koluna kadın girmiş, koltuk değneği ise sağ kolunun altındaydı. Başı önünde, kendisine yönlendirmesine izin vererek yürümeye devam etti.

 

"İşte geldik." Yanındaki kadın, güleç sesle konuşmasa, başını kaldırmayacaktı Hande. Öyle dargındı ki hayata, başı önünde yürüyordu. İyi değildi, hayalleri parçalanarak yerlerde ezilmişti, iyi olmayı kendisine yakıştıramıyordu. Burası, hayalleri yarım kalanların eviydi ama kendisinin evi değil. Henüz kendi evini bulamamıştı, anlaşılan bundan sonra da bulması mümkün değildi. "Ben birazdan gelerek seni alacağım." Yanındaki kadının konuşmasıyla kendine tamamen gelirken sadece başını salladı. Kolunu bırakan kadının ardından dengesini toparladı, koltuk değneğinden daha çok güç aldı. Başını ağırca kaldırırken gördüğü kişi ile öylece kaldı. Beklemediği sima ile karşılaşmak, genç kadının kaskatı kesilmesine neden oldu.

 

Yalnız kaldığını, tüm sevdiklerince terk edildiği düşünürken buraya şimdi sadece annesinin gelmesini beklemişti. Yarım kalan bir aşkın hatırasını beklemiyordu, yarasına tuz basmaya gelmişti anlaşılan. Karşısında kendisine öylece bakan Fatih, kim bilir belki hesap soracaktı. 'Neden yaptın?' diyecekti, hayal kırıklığını izah edecekti... Yanılgılarını izah ettikten kısa süre sonra, tamamen kalıcı olarak gidecekti. Öylece baktı siyah gözlerde, gecenin karanlığında ışık ararcasına, o gözlerden sevgi bekledi. Ne tuhaf varlıktı insan, kendi eliyle yok ettiğini, ar etmeden geri isterdi. Hande, karşısındaki Fatih'in kendisine olan aşkını, son hamlesiyle yok etmişti. Şimdi ondan sevgi dilenmesi doğru değildi.

 

"Hoş geldin demek çok isterdim ama nasip değilmiş." Bakamadı gözlerine, yine bakmakta zorlandı. Bundan böyle bakmaya hakkı yoktu. Duru bir dille, tebessümden uzak, hayata karşı ağır kırgınlıkla kurduğu cümle, karşısındaki adamı şaşkınlığa uğrattı. Yanına yaklaşarak, kadına dikkatlice baktı genç adam. "Neden?" dedi gayet soğukkanlı şekilde. Elini, karşısındaki kadının saçına dokundurdu. Yüzüne gelen saçı, eliyle geriye çekerek aynı sevdayla baktı gözlerinin içine. Kehribar gözlerine bakarken suya susamamış yüreği, sanki okyanuslara kavuşuyordu. "Ben..." Kuracağı cümlenin devamını getiremedi, sesi titredi, sesiyle birlikte sakat olan kolu iyice yamuldu, iyi değildi, sağlığı günden güne tehlikenin içinde çürümeye başlıyordu.

 

"Ben sana ihanet etmiş gibi hissediyorum kendimi." Yamuk olan koluyla bacağına rağmen, koltuk değneğini bile kavramakta zorlanırken bir adım attı sadece, sonra olduğu yerde kaldı. "Sen kurtarmak istedin beni ama meğer değmezmiş, bak gördün işte olanları. Bana değmez, benim gibi eksik bir kadın için zaten değmezdi, öyle eksiğim ki hem de, senin uzattığın eli tutamadım. Çıkarmak istedin bataklıktan, elini uzattın bana, ben tutamadım o eli, yüz çevirdim sana. Yıllarca babama kızarken aynı hatayı kendim yaptım, insan meğer kınadığını yaşamadan ölmüyormuş."

 

"Hande!" Sözü kadından alırken sert davranmak zorunda kaldı. Soğukluğun ötesinde, sert şekilde sözünü böldü. "Önce şunu açığa kavuşturalım, sen bunu bile isteye yapmadın, yapmayacağını çok iyi biliyorum. Burası Türkiye, bu ülkede senle aynı kaderi yaşayan birsürü kadın var. Sen sadece canını kurtarmak için o bıçağı kullandın, mecbur kaldın. Sakın karşıma geçerek kendini suçlamaya kalkma, işte asıl o zaman senden uzaklaşırım. Ayrıca sürekli 'Ben eksiğim' demeyi bırakıyorsun, sen eksik değilsin, insan acıyla eksilmez, tam tersine çoğalır. Acı olgunlaştırır insanı, olgunlaştıkça bilinçsizce çoğalırsın.

 

Ben, kız kardeşimi kurtaramadım, katili olacak şerefsizi biliyorsun işte, gözümüzün önünde dolaşıyor. Bir yanım onu parçalamak isterken diğer yanım senin için susmak istiyor, sen benim hayata tutunma amacımsın Çalıkuşu. Zamanında Yasemin'in annesini kurtaramadım, oysa söz vermiştim, 'İyileşeceksin' demiştim ona. Kendi içimde umut kalmamışken hep ona umut olmuştum, tutamadım sözlerimi. Ben eksilmedim, insan verdiği sözleri tutamadığında eksilmez Hande. Sana söz verdim, seni o evden çıkaracağımı dedim ama yapamadım, olmadığı için kendimi suçlamıyorum. Oysa suçum çok büyük, seni oradan uzaklaştırma kararını daha erken alsam, şimdi buralardan çok uzakta olurduk.

 

Hatalı olmama rağmen üzerinde durmuyorum, olayı nasibe bağladım, kaderde yokmuş dedim ama senden vazgeçmedim. O zaman kurtaramadım, şimdi kurtaracağım. Biz seninle birlikte tüm zorlukların üstesinden geleceğiz, senden vazgeçmedim, içindeki saçma düşünceleri sonlandır. Kendi canını kurtarmak için yaptığın hamleden dolayı sen suçlu değilsin, ailesinin terbiye edemediği şerefsiz için kendini suçlamayı bırak. Benimle gelemedin, böyle olması gerekti, demek ki Allah böyle istedi, bu şekilde düşün. Sürekli kendini suçlaman doğru değil, her hatanda çevrendekiler seni terk edecek hissine kapılma. Kalmış ki sen hatalı değilsin, yaptığın hata değil. Akşamları ağlayarak dayak yiyen, gündüzleri yüzünü makyajla kapatan her kadının yapması gerekeni yaptın. O kadınların çoğu sonunda ölüyor, sen yaşamak için yaptın ne yaptıysan."

 

Şaşkınlıkla söylediklerini dinlerken yüreğinde umut tomurcukları açtı. Suçlu olmadığını sevdiği adamdan dinlemek, öyle iyi gelmeye başlamıştı ki genç kadına, yüzünde belli belirsiz tebessüm oluştu. Kederin çizgisi silinirken teninden, dudaklarında ince gülüşe engel olamadı. "Ben sandım ki..." dedi zorlanarak konuşurken, sözlerini nasıl devam ettireceğini bilemedi. "Seninle gelemeyince, sana yüz çevirince, bana kızacağını düşündüm. Sadece seni değil, gelmekten vazgeçerek Yasemin'i de düşündüm Fatih. Öksüz doğmuş çocuğunun, yetim kalmasını istemedim. Başta evet, seninle gelecektim ama sabrımı öyle taşırdı ki, içimde ateş püskürten şeytanı durduramadım. Yapmamak için durdurdum kendimi, yapmak istemedim ama tartışmamız ilerleyince, senin dediğin gibi kendimi kurtarmak istedim."

 

"Sana çok zarar verdi mi, canını çok acıttı mı?"

 

"Gördüğün gibiyim işte." Yüzündeki tebessüm çoğalırken kurduğu cümleyle alay etti. Kendiyle alay etmek istedi, yaşadıklarından sonra delirmemek için böyle yöntem kullanmak istedi. Yüzündeki morluklar, bedenindeki halsizlik, sağ tarafının iyice yamulması ve belinin iyice kamburlaşması, görüntüsünü açıkça ortaya seriyordu. "Benim ilaçlarımın parasını ödediğini öğrendi, yani daha doğrusu ben ağzımdan kaçırdım. 'İlaç paramı bile başkaları ödüyor' deyince, nasıl olduysa hemen anladı. İşte kıyamet ondan sonra koptu, öyle kendinden geçti ki, ben bir ara öleceğimi düşündüm. Kendinden geçmiş şekilde beni döverken aldığım nefeslerin sayılı olduğunu düşündüm. Bir ara 'Keşke' dedim, geçmiş zamanın keşkelerine sığındım.

 

Daha çok anneme sarılmış olmayı temenni istedim, son kez vedalaşmış olmayı istedim ama geç olduğunu hatırladım. Sevdiklerimle vedalaşarak iyice sarılmış olmayı diledim ama dediğim gibi geç kalmıştım işte. Geç kalınan hiçbir hayat, hayat değildi aslında. Ben böyle olsun istemedim, karncayı incitemezdim, nasıl savurdum o bıçağı, kendim de inan hatırlamıyorum. Sen öyle diyorsun ama ben bu bedellerin tamamını ödemeyi hak ettim. Beni sevmek zorunda değilsin, beni korumak zorunda da değilsin. Bana emek vermiş annemin canını acıttım, çevremdekileri yıpratıyorum ancak, kimseye hayrım dokunmuyor, sürekli zarar veriyorum insanlara."

 

"Yağma yok küçük hanım, insanın yüreğe söz geçirmediğini en iyi sen bilirsin. Senin atsan atılmaz bir özelliğin var, başımın püsküllü belasısın, sevmek zorunda değilim ama ben bu baş belasını çok seviyorum, aşkın önüne geçilmiyor işte." Bedenini iyice kendine doğru çekerken dudaklarını alnına doğru yaklaştırdı, kadının saçlarını eliyle geri ittiren genç adam, alnına usulca bir öpücük bıraktı. "Sevmekten vazgeçmek yok, birbirimize tutunarak her zorluğun üstesinden geleceğiz." Kendinden çok az uzaklaştırırken yüzünü eğdi, dudağının hemen kenarına dokundurdu dudaklarını. Kendinden tekrar çok hafif uzaklaştırırken kadını, elini yanağında gezdirdi. Baş parmağını yanağından dudağına doğru indirdi.

 

"Ayrıca suçlu aramamız gerekirse, senden önce ben suçluyum. Geçen tartışıyorduk o şerefsizle, senin ilaçlarını aldığımı, imalı yollarla ağzımdan kaçırdım. 'Sen daha hasta karının ilaçlarını almaktan acizsin.' dedim istemeden. Sen de üzerine öyle konuşunca, hemen anladı tabii. Yaşananlara aldırma, olması gerekiyordu, yaşandı bitti. Bundan sonrasını düşünelim, ben seni buradan kurtaracağım, mahkemeyi yasal yollarla kazanabilmemiz için ne gerekiyorsa yapacağım. Baktık olmuyor, hayata birlikte meydan okuyacağız, çekip gideceğiz buralardan. Sadece umudunu diri tut, umudumuzu kaybetmek yok, ancak o zaman zorlukların üzerinden geleceğiz, anlaştık mı?"

 

"Anlaştık." dedi tebessümü çoğalırken, bu defa ürperse bile kendisi sarıldı karşısındaki adama. Böyle bir zamanda kokusunu almaya çok ihtiyacı vardı. Ürperdiği, bakmaktan korktuğu siyah gözlerin sahibine, titreyen kollarıyla sarıldı genç kadın. Kollarına dokunurken kolları titriyordu ama hastalıktan değildi, sanki sevmenin verdiği hazin ürperti vardı üzerinde.

 

Umudu yükselişe geçti, canına can katıldı. Sanki içindeki çiçeklere can suyu dökerek gitti sevdiği adam. Görüş saati tamamlandığında koğuşuna ilk kez mutlu girdi. Yüzü gülüyordu, güzel günlere olan inancı tekrar gelmişti. Koğuş arkadaşları bile bilincine varmıştı, duruşu değişmişti. Ziyaretine gelen Fatih, daha ilk anda iyileştirmeye başlamıştı Hande'yi. Sevgisini göstermişti önce, ardından ise güçlü olmasını istemişti kendisinden. Kurduğu cümlelerle umut aşılamıştı yüreğine, güzel günlere dair kaybettiği inancını tekrar kazanması için çabalamıştı. Başarılı olmuştu üstelik, tek görüşmelerinde başarmıştı. Yüreğinde böyle etkili hisler bırakan katran karası gözlerin sahibine deli gibi vurulmuştu. Hoyrat rüzgarlar misaliydi yüreği, savrulup gidiyordu genç adamın yüreğine.

 

Papatyalara olan sevgisi, gelecek günlerde çoğalırken aşık olduğuna tekrar kesin kararını verdi. Çiçeklerden papatya, genç kadın için daima sevginin sembolü olmuştu. Geçen günlerde sımsıkı sarıldı papatyalara. Yapraklarını koparmak, 'Seviyor sevmiyor' yapmak istedi ama elinin uzandığı her yaprakta, içinde hüzün belirdi. Üzemezdi papatyaları, onlara acı veremezdi. Birbirini seven papatya yapraklarını, birbirinden ayıramazdı. Su bardağının içine yerleştirdiği papatyalara kıymadı, suda mutlu olmalarına imkan tanıdı. "Sizi üzemem, başka yollarla öğreneceğim." derken papatyaları kendi haline bıraktı.

 

Çiçeklere zarar verdiğimiz, uğruna can yaktığımız hiçbir sevgi, sevgi değildi aslında. Hassas noktası çiçeklerdi, canlarını acıtmak istemezdi. Zamansızca Nurcan Hanım düştü yüreğinin derinliklerine. Topladığı çiçekleri avucuna döktüğünde, 'Sevdiklerimiz yerinde güzeldir' demişti kendisine. Acaba olanları duyduğunda, ne tepki göstermişti? İstemsizce merak ederken ona olan özlemi anında çoğalmaya başlamıştı. "Ya kızgınsa bana?" derdi kendince düşünürken. Kızgın olma ihtimali vardı, sonuçta cinayete teşebbüsten yargılanıyordu. Böyle yaparak onun oğlunun geleceğini riske atmıştı. Bir daha kendisiyle görüşmek isterse bunu anlayışla karşılaması gerekirdi.

 

Papatyaları eline alıp tekrar onun için 'Seviyor sevmiyor' yapmak istedi ama yine kıyamadı. Bundan böyle kendisini sevmese bile onun öğrettiği gibi yaşayacaktı. Çiçeklere zarar verip onları incitmeyecekti. Yine kendi çelişkileriyle ama daha umutlu şekilde yaşamaya devam etti. Aslında Fatih geldiğinde sorması gerekti Nurcan Hanım'ı, olanlara nasıl tepki verdiğini sorgulaması gerekti ama düşünememişti. Üzerine durmadı, kendisiyle görüşmek istemezse anlayış göstermesi gerekirdi. Birini öldürmeye teşebbüs etmişti, sabıkası olacaktı bundan böyle, kendisinden uzaklaşmasını normal karşılaması gerekirdi.

 

Zamanın ilerlemesi, bazı sorunları çözmeye yetmedi, yetmemekle beraber, yaşananların bıraktığı yaralarla baş etmeyi gittikçe zorlaştırdı. Son sürat mahkeme gününü bekleyen genç adam, olayların birbiri üzerine gelmesinden epeyce bunalmıştı. İşyerinde mesaisi tamamlandığında, cezaevi ziyareti için gereken işlemlerle uğraşmış, ardından evine gelmişti. Görüşmesinin üzerinden daha bir hafta bile geçmemişti ama tekrardan görmek istiyordu. Oysa gördükçe özlemi azalmadığı gibi iyiden iyiye daha çok çoğalıyordu. Elindeki anahtarı köşeye atarak içeri girerken üzerinden ceketini çıkardı, annesinin hazırlamakla uğraştığı yemek masasına ilerledi.

 

"Hoş geldin yavrum, ne yaptın, konuştun mu Yeliz'le?" Elindeki tabakları masanın üzerine bırakan Nurcan Hanım, heyecanla oğlunu karşıladı. "Benim için görüş ayarlayacaktı, sen hatırlatırsan unutmaz."

 

"Bir dursan mı acaba anne, daha içeriye şimdi girdim, izin ver soluk alayım." Köşeden sandalye çekerek kadına ters şekilde baktı, kimseyle uğraşacak hali kalmamıştı. Üstelik uzun süredir aynı olaylarla uğraşmaktan iyice acıkmıştı, yemek yemek istiyordu. "Sadece sordum, beni Yeliz'le muhatap etme, kendin konuş, Hande'yi görmem gerek. Orada kızım ne halde, çok merak ediyorum durumunu."

 

"Görmemeni tavsiye ederim, ben gördüm, gördüklerim hepimize yeter. Seni üzmemek için söylemedim ama madem merak ediyorsun, anlatayım. İyi değil, orada yemiyor içmiyor, ilaç bile almıyor. Sadece koluyla bacağı değil, bedeni komple titriyor, yüzünde günler öncesinde kalan morluklara rağmen hâlâ kendini suçluyor. Sadece bedensel sağlığı değil, psikolojik sağlığı da çok kötü."

 

"Ben görsem, konuşsam bir kere, kendini toparlaması için nasihat etsem, beni dinler o."

 

"Sen o nasihatı zamanında etseydin, şimdi hiçbirimiz bu halde olmayacaktık anne." Sandalyeye çoktan oturmuş, kadının önüne bıraktığı çorbayla, kaşığı kullanarak oynuyordu. Açtı ama nedense yiyesi yoktu, çok değişik bir duyguydu. "Ben olmasam sen onu sevdiğini bile anlayamazdın, hata yaptıysam, bin katıyla telafi ettim. Sen onu sevdiğini, o kız bu kapıdan her girdiğinde tekrardan anladın. Evimize girmesine ben izin verdim, burası benim evimdi, ben müsaade ettim."

 

"Tebrik ederim anneciğim, yaptığın tüm iyilikler için teşekkür ederim. Şimdi izninle, biraz başımı dinlemek istiyorum. Görüş gününü ayarlayacağım, hepsini halledeceğim, bana sadece biraz zaman tanı." Zorlanarak bile olsa, önündeki çorbaya kaşığı biraz daldırdı. Kaşığı dudaklarından geçirirken zorlanarak yutkundu ama nedenini anlayamadı, aç olmasına rağmen yiyesi gelmiyordu. "Oğlum iyi misin sen, sanki canını Hande haricinde sıkan meseleler var gibi geldi bana." Araya giren Mustafa Bey, ortamı yumuşatmak ve Fatih'in sorununu çözmek istedi. Sanki canı sıkkınmış gibi hissetti, tek derdi sevdiği kadın değildi, başka sorunları vardı ama anlatanıyordu.

 

"Bir şey olduğu yok, yorgunum sadece. Dinlenmek istiyorum, sadece aklımı dinlendirmek istiyorum. Üst üste gelen şerlerin hayrını beklerken yoruldum, siz de üzerime gelmeyin. İhsan denen şerefsizle okulda ayrı uğraşıyorum, normalde ayrı. Ortaya çıktı, ortalıkta güzelce dolaşıyor, elini kolunu sallıyor. Sadece kardeşimin değil, sevdiğim kadının hayatını da mahvetti, öldürmek istiyorum, Hande'yi böyle deli gibi sevmesem, gözümü kırpmadan çeker vururum o köpeği. Sadece o değil, Aras şerefsizi ayrı dert. Geberdi mi kaldı mı bilmiyorum. Bir yanım gebersin istiyor, diğer yanım Hande için iyileşmesini istiyor.

 

Okul projesi desen ayrı dert. İbrahim Bey geçen, yanıma birini vermeyi istedi, Hande'ye saygısızlık yapmak için istemedim, sonuçta projede emeği var. Zaten o varken de projeyi yapamıyordu, tek koluyla bir saatte, ancak bir sayfalık metin çıkarıyordu. Genelde o benimleyken projeyi yine ben yapıyordum, bir işlevi yoktu ama o gidince, yüküm tüm bunlara rağmen iyice çoğaldı. Sanki varken sıcacık bakışıyla destek olması bile yetiyordu bana. Şimdi gitti, dokunduğum her yer dağıldı. Ben bunca yükle baş etmekten gerçekten yoruldum, tek başıma savaşıyorum, bunca kötüyle tek başıma uğraşıyorum.

 

Ben rahnetliyi severken böyle zorlanmamıştım, o da hastaydı, Hande'den daha ağır durumdaydı ama ben böyle yorulmamıştım. Çünkü onunla beraberken çevremizde böyle kötü insan yoktu. Sanki herkes birleşmiş, benim ona kavuşmamı engelliyor. Daha Neslihan denen o kadını saymıyorum, hastanedeki şerefsizin ailesinden söz bile edip hesaba katmıyorum. Çok sevmek yetmiyormuş demek ki, çok seviyorum ama sevginin yetemedikleri var, hiçbir zorluğun içinden çekip çıkaramıyorum."

 

Eline aldığı su bardağından bir yudum su içerken sözlerini tamamladı, ilk defa uzun zaman sonra böyle uzun konuşmuştu. İçini yoranları öylece anlatmak istemişti. "Geçecek oğlum, biraz sabırlı ol, gece birden sabaha çıkıp aydınlanmıyor." dedi soğukkanlı şekilde davranan Mustafa Bey. Köşede durarak konuşmaları uzaktan dinleyen Elif, boğazını temizleyerek söze girdi. "Rahmetliyle o, bir değil ki Fatih'ciğim. İkisi çok farklı hayatlara sahipler. Hande, kendisini sevmeyen bir annenin elinde yetişmiş, bundan dolayı da yanlış kararların gölgesinde sürüklenmiş. Yorgunluğunu çok iyi anlıyorum ama daha sabırlı olman gerek. İnan bana, böyle zamanlar bizim dönüm noktamız, zorlukların kolaylaşması çok yakın."

 

"Biliyorum, aklınca beni yıldırmaya çalışıyorlar ama öyle kolay değil, kimle oynadıklarının bilincinde değiller." Sessizlik hüküm sürdü, son cümlesinin ardından daha masada konuşan olmadı. Yaptığı hatalardan dolayı evladı kendisine yüz çeviriyordu, bunun pişmanlığı üzerinde olsa bile böyle tepkileri hak etmediğini düşünüyordu Nurcan Hanım. Yaşadığı her zorlukta kendisine yüklenmesi çok ağırdı. Yeri ve zamanı gelince bunun acısını çıkaracaktı ama şimdilik başındaki sıkıntılardan ötürü idare etmeye çalışıyordu. Önündeki çorbaya kaşığı daldırırken kokusu tanıdık geldi. Kaşıktan çorbayı içtiği anda şehriye çorbası olduğunu anlayan Nurcan Hanım, boğazında düğümlenen sızıdan ötürü yutkunamadı.

 

"İnadına mı yapıyorsun kızım sen?" Karşısındaki gelinine bakarken canındaki acıyı belli etmekten alamadı kendini. Dolan gözlerinden yaş akmaması için başını yukarı doğru kaldırdı. Şimdi ağlamayacaktı, çünkü anneydi, daha güçlü olması gerekti. "Ne yaptım ki?" Ürkekçe soran Elif'e dolu gözlerle baktı, çorbayı o hazırlamıştı. "Hande'nin en sevdiği çorba, bir kere yapmıştım, çok sevmişti, benden hep bunu isterdi. Sen bana aldırma yavrum, acıdan ne dediğimi bilmiyorum, ondan çıkıştım. Elimde değil, canım çok yanıyor. Şimdi orada aç susuz, ilaç almamış, benim de sıcak çorba boğazımdan geçmiyor." Kurduğu cümle sadece kendi canını değil, masadaki herkesin canını acıtmaya yetti.

 

Neden aç olduğu halde yiyemediğini şimdi daha iyi anlayan Fatih, elindeki kaşığı sertçe tabağın kenarına bıraktı. Sandalyeden kalkarken masanın üzerine önceden bıraktığı sigara kutusuyla çakmağı aldı. Yemek masasını terk eden oğlunun peşinden gitmek üzere kalkan Mustafa Bey, karşısındaki karısına sinirle göz devirdi. "Bir sus be kadın, az tut şu çeneni! Sadece senin mi canın yanıyor, görmüyor musun çocuğun halini? Sevdadan aklını kaçıracak, kara sevdaya tutulmuş, sen böyle konuşunca iyice tükeniyor."

 

Yemek masasını geride bırakarak bahçeye çıkarken duvara yaslanmış sigara içen oğlunun yanına ilerledi. "Bilsem masadan kalkıp bu zıkkımı içeceğini, kahve getirirdim sana, iyi gidiyor." Söylediklerine aldırmadan sigarasını içmeye devam ederken aklında sadece Hande vardı. Biraz daha erken davranarak buradan götürebilirdi, baştan mahkemeyi beklemesi doğru değildi. Olayların bu raddeye geleceğini düşünememiş, yasal yollarla çözmek istemişti ama istediği şekilde ilerlememişti. "Fatih, içerisinde bulunduğun karmaşayı çok iyi anlıyorum ama annene öyle davranma oğlum. Tamam, çok hatalı ama yaptıkları düzeltmek için uğraştı, mektubu saklamasına takılma, bana anlattı geçen. 'Oğlumu riske atmak istemedim ama kendimi atacaktım, kendim alıp götürecektim.' dedi. Böyle çaba gösteren birini o şekilde davranma."

 

"Canımın acısından ne yaptığımı bilmeyecek kadar yoruldum, öyle halsizleştim ki, gelir gelmez soru sormaya başlayınca sinirlerim iyice bozuldu."

 

"O da çok üzgün, kardeşinden sonra tutunacak bir teselli buldu, şimdi böyle olunca tutunduğu dal kırılmış gibi hissediyor."

 

"Ben alırım şimdi gönlünü, görüşe gidince iyi olur, ayarlayacağım onun için görüş gününü." Olayların daha çok üzerine durmadan sigarasının dumanını içine çekerken tamamen halsiz düştüğünü hissetti. Biraz odasına geçerek dinlense kendisi açısından iyi olacaktı aslında. Uyumaya çalışabilirdi, her ne kadar, aklındakileri düşünerek zor olsa bile en azından deneyecekti.

 

Bahçeye açılan kapının önünde babasıyla biraz daha dertleşen genç adam, çok sürmeden içeri girmek üzere elindeki sigarayı söndürdü. Odasına geçmeden önce annesiyle konuşması gerekti, yine istemeden insanları çok kırıyordu, elinde değildi. Yaşanarak üst üste gelen olaylar, yüreğinde çıkılmaz bir labirent oluşturmuştu. Kısa süre annesini ararken mutfakta olacağını düşünerek oraya ilerledi. Mutfak kapısının önünde beklerken gözleriyle içeriyi taradı. Tam tahmin ettiği gibi annesi, bulaşıkları makineye yerleştirmekle uğraşıyordu. İçeriye ilerlerken sakin davrandı. Yaptığı işe kendisini öyle kaptırmıştı ki Nurcan Hanım, kendisinin geldiğini anlamamıştı. Kim bilir, aklında neler vardı da böyle dalgındı.

 

"Yardım edeyim sana." Yanına geldiğini belli etmek için konuşmasının hemen ardından, önündeki tabakları alarak makinenin içine yerleştirmeye başladı. Yaptığı haraket karşısında şaşıran Nurcan Hanım, biraz geri çekilerek oğlunun tezgahtaki bulaşıkları makineye koymasını izledi. "Görüş olayını tekrar Yeliz Hanım'la konuşacağım, göreceksin tabii. Sen haklıydın anne, böyle davranmasan, hatalarını düzeltmeye çalışmasan, ben tek başıma Hande'ye yetemezdim. Dediklerime ne olur aldırma, iyi değilim, çok öfkeliyim ama sana değil, içimdeki öfke sadece hayata karşı." Konuşurken mutfaktaki masaya ilerlemiş, oradan aldıklarını yerleştirmeye devam etmişti.

 

"Olur öyle yavrum, kırılmadım ben, kendince haklıydın. İnsanız işte hepimiz, hatalar yapıyoruz, sonra kendimizi aklamak için ileri geri konuşuyoruz. Sen de benim dediklerime aldırarak öyle konuşma, sen tek başına gayet yetiyorsun ona. Ben anneyim, onunla aynı hastalığa sahip bir evladımı toprağa koyunca, yaramı kapatmak için ona tutunarak teselli edindim kendime. Sen ise seviyorsun, yüreğinde eşsiz bir sevda var, ikimizin yüreğindeki sevginin eşgali çok farklı."

 

"Başından haklıydın, sevmek insanın kalbini çok yoruyor. Sadece yorulan kalbim olsaydı keşke, iliklerime kadar yoruldum. Bir yanım sana hak veriyor ama diğer yanımda eşsiz umudum var, sevmenin verdiği umut, o umuda tutunmak istiyorum. Hepsi geçecek biliyorum, biliyorum ama işte isyan etmekten alamıyorum kendimi." Bulaşık makinesinin kapağını kapatırken ayarladı, çalışmasını beklemeye başladı.

 

"Sevmek meşakkatlidir ama çok güzeldir, Hande'ye annelik etmeye başlayınca ben de bunu anladım. Çok zorlansan bile bırakamıyorsun. Tam bırakayım diyorsun ama sonra bir şey oluyor, bırakmak istediğin yerde daha sıkı bağlanıyorsun." Konuşmalarını tamamlarken karşısındaki oğlunda bir değişiklik fark etti. Sesi değişmiş, daha başka çıkıyordu, sanki hasta olacaktı. "Sen geç hadi odana dinlen, iyi görünmüyorsun, sesin değişmiş. Çok ağır grip olacaksın, şiddetli geçecek, şimdiden anladım." Sahiden boğazlarında değişik yanma hissinin beraberinde sesi grip gibi yorgun çıkıyordu. "İyiyim ben, dinlenirsem geçer." derken mutfağın diğer tarafına doğru ilerledi.

 

Odasına girerken üzerindeki yorgunluk iyice çoğalmaya başladı. Dinlenirse geçerdi mutlaka, bedenindeki halsizlik bir şekilde dinerdi ama yüreğindeki sevdanın geçmesi çok zordu, günden güne artıyordu. Yatağının üzerine otururken şimdiye dek olanları düşünmeye başladı. Yaprak dökümü misali acıları üzerinden döküyordu. Geçeceğini bildiği halde atamadığı yorgunlukların siniri vardı üzerinde. Göz kapaklarını sımsıkı kapatırken sadece dinlenmek istedi ama boğazında gerçekleşen yanma hissi, her yutkunmaya çalıştığında daha çok canını acıtmadı. Bu durum uykusunu kaçırsa bile üzerine durmamaya çalışarak gözlerini açmadı. Birden ansızın Yasemin düştü aklına, zamanında deliler gibi sevdiği kadını hatırladı. Oysa onu yüreğinden azat edeli çok olmuştu, kalbinde Hande varken, Yasemin'i neden hatırladığını anlayamadı.

 

Yüreği yorgundu aslında, sadece bedeni değil, belki ondandı yersiz düşünceleri. Geçmiş zamanı hatırladı, şimdilerde olduğu gibi hastalandığı zamanlarda Yasemin'in kendisine bakmasını özlemişti. Sıcak elleriyle çorba hazırlayışı geldi aklına. Yine anlamlandıramadı, yüreğinde Hande varken neden Yasemin'i özlemişti? Yüreğindeki karmaşa, iki kadına da haksızlık değil miydi? Nedenlerle boğuşurken aklı tamamen yorgun düştü. Gözlerini iyice kapatarak zoraki soluklandı, öksürmeleri çoğaldı. Bedeniyle beraber zihni de iyiden iyiye yoruldu. Durdurmadı kendini, bedeninin uykuya geçmesine izin verdi.

 

"Tarifine internetten bakarak bir çorba hazırlayacaksın, onu da yapamadın." Genç adam, cenin pozisyonda uzandığı koltukta üzerini ince pikeyle örtmüş, mutfaktaki sevdiği kadına kendince takılarak konuşuyordu. Hastayken bile onunla uğraşmayı ihmal etmezdi. Zevk aldıklarından hiçbir zaman vazgeçmezdi, Yasemin'e takılmaktan büyük keyif alırdı. "Söylenme, getiriyorum." Kendisine seslenirken bayağı telaşlıydı sesi, mutfakta zaten hep telaşlı zaman geçirirdi. Genelde yemek yapmayı çok iyi beceremezdi. "Hastayım kızım, söylenirim tabii, geldin madem, bakacaksın bana." Elini ağzına kapatarak, kendisini görme ihtimalini engellemek için gülüşünü gizlemek istedi.

 

Yasemin'in elinde tepsiyle kendisine doğru geldiğini gördüğünde, uzandığı koltukta biraz daha doğruldu. Öyle yorgun ve halsiz düşmüştü ki, evde kimsenin olmadığı akşamda sevdiği kadın yetişmişti kendisine. "Çok sabırsızsın." Çorba tabağının içerisinde bulunduğu tepsiyi, uzandığı koltuğun üzerine, adamın dizlerine bıraktı. "Böyle olmaz Fatih Bey, sabırlı olmaya ihtiyacımız var, benim olmasa bile senin var yani." Sevdiği kadının imayla konuşması, merakın beraberinde gelişen şaşkınlığı bakışlarına yansıttı.

 

"O ne demek oluyor şimdi?" Tepsiyi kendine doğru çekerken tabağın içindeki çorbaya kaşığı daldırdı. "Birazdan anlatırım, hadi iç çorbanı önce." Kaşığı dudaklarından geçirdiği anda sahteden yüzünü buruştururken sevdiği kadını sinir etmek için uğraşmaya başladı. Yasemin bugün iyi gözüküyordu, hastalığını unutmuş, sanki gördüğü tedavi tesir ediyormuşçasına toparlanmış, üstelik bir de kendisine bakıyordu.

 

"Beğenmedin sanırım, tabii beğenmedin, yaa zaten ben ne anlarım çorba yapmaktan."

 

Yüzünün asıldığını gören genç adam, başlarda kızdırmayı başardığına sevinse bile çabuk vazgeçti. Yüzünün gülmesini istiyordu, zaten yorgun günlerinde yeterince acı çekiyordu. "Şaka şaka!" dedi gülerek. İştahla çorbasını tekrardan kaşığa daldırarak dudaklarına ilerletti. İştahla içerken çorbayı, sözlerine tekrardan devam etti. "Senin elinden zehir olsa içerim ben, biraz kızdırmak istedim ama görüyorum ki gülüşün hemen eksildi, yüzünü asık görmeye dayanamadım." Konuşmalarının beraberinde bakışları sıcaklaşan genç kadın, sevgiyle adamın ellerini avuçları arasına aldı.

 

"Hazır çorba yapardım ama ben sana kendim hazırlamak istedim, sen kalktın olayı fırsata çevirip beni kızdırmaya çalıştın."

 

"Seni sinir etmek söz konusu olunca fırsatçıya dönüşebilirim, hem sen boş ver şimdi bunu, bana az önce ne ima ettin, onu anlat." Sabırlı olmaktan söz ederken kurduğu imalı cümle, tam anlamıyla aklından çıkmamıştı. Sanki söylemek istediği bir şey vardı, bakışlarında hissetmiş, konuşmalarından sezmişti. "Önce çorbanı bitir, ilaç içeceksin, soğuk algınlığı ilacı vereceğim."

 

"Tamam içiyorum, anlat sen hadi."

 

"Sahiden az önce dediklerim ne kadar doğru, bayağı sabırsızsın, kızımız sana çekerse yandık." Başlarda sadece kendisine 'Sabırsız' dediğini düşünürken konuşmasını sonlandırmasıyla iyice şaşırdı. 'Kızımız' demişti, doğru mu duymuştu? "Anlamadım, sen gelecek zamandan, ilerleyen dönemden mi söz ettin?" Evlenecekleri, çocuklarının olacağı zamanı göz önünde bulundurarak konuşmuştu anlaşılan. "Ben ilerisini göremeyebilirim sevgilim, bizim için şimdisi var." derken gözleri hüzünle dolmuştu. Söylenenleri idrak etmeye çalışan Fatih, geçmişten şimdiye Yasemin'in görüntüsünü hatırladı.

 

Kilo almış, karnı büyümüş, yüzü biraz tombullaşmıştı. Başlarda iyileştiğini, en azından biraz toparlandığını düşünmüş, daha sonrasında ise üzerine durmamıştı. "Bir dakika, yani sen şimdi..." Yerinden iyice doğrulurken kadının ellerini sıkıca tuttu. Bakışlarıyla sözlerini onaylayan genç kadın, aynı zamanda usulca başını salladı. "Uzun zaman oluyor." dedi yüzünde umut dolu tebessümü özenle taşırken. "Başlarda sana söylemek istemedim, çekindim açıkçası. Öksüz büyüyeceğini biliyorum, hangi anne evladına bunu reva görebilir? Üzüldüm, acı çektim ama kıyamadım, o benim canımdı. Sen öyle güzel bir baba olacaksın ki, zaten benim yokluğumu ona hissettirmeyeceksin.

 

Cinsiyeti belli olana kadar, kıyamasam bile sana söylemek istemedim. Sonuçta evli değiliz, bu beni biraz rahatsız etti, benim sağlık sorunlarım böyle ileri giderken nikah için izin almamız daha uzun sürebilir. Böyle bir durumda, senin de rahatsız olacağını düşündüm ama saklamaya içim el vermedi. Rahatsız olsan bile aynı zamanda çok sevineceğini biliyorum. Evet, beş aylık hamileyim, bir bebek bekliyoruz, cinsiyetini bugün sana gelmeden önce öğrendim. Ben görebilir miyim bilmiyorum ama sen mutlaka göreceksin, bir kızımız olacak."

 

Karşısındaki kadın konuşurken önündeki tepsiyi kenardaki sehpanın üzerine bırakan genç adam, usulca üzerindeki pikeyi sıyırarak yerinden tamamen doğruldu. Yasemin'in hasta olduğunu çoktan unutmuş, evlat sahibi olacaklarının sevinci içini kaplamıştı. "Göreceksin!" Sesi umutla yükselirken kadının yanaklarını avuçlarına aldı. Şimdi acıya rağmen mutlu olmanın zamanıydı, çok mutlu olacaklardı. "Sen nasıl saklarsın böyle güzel haberi benden!" Yaşama sevinciyle bağırarak konuşurken sıkıca sarıldığı kadını kolları arasına aldı.

 

"Fatih dur, kendine gel, sakinleş önce." Gülerek konuşan kadını kucaklayarak döndürürken sevincinden kendinden geçti. "Baba oluyorum!" dedi sesi evin tamamını kaplarken, sakin davranamazdı, sevdiği kadınla aşklarından bir parçaları olacaktı, bunun umudu, kendinden geçmesi için yeterli olacaktı. Kollarından indirirken bedenini, gülen yüzüne baktı. Ellerini avuçları arasına alarak, sevdiği kadının yüzünü inceledi. Uzun zaman sonra ilk kez yüzü böyle gülüyordu.

 

"İçimde ikimizden bir parça var sevgilim, sağlıkla kucağımıza alırız inşallah, kısa süreli bile olsa, dilerim bana görmek nasip olur." Kendini öleceği gerçeğiyle çoktan yüzleştirmiş, gerçeği kabulleneli epey olmuştu. Konuşmalarında zerre umut yoktu, doktorun acımasız konuşmalarını kabullenmişti. Bu hastalığın sonunda ölüm vardı, ölüm denen illetten kaçış, kurtuluş yoktu. "İyileşeceksin, evladımızı birlikte büyüteceğiz." dedi ellerini tuttuğu kadının yeşil gözlerine sevda içinde bakarken. Ölüm kadar gerçek varsa, yüreğini kül eden sevdasıydı, ölüme inat çok seviyordu karşısındaki kadını.

 

Üzülerek başını olumsuz şekilde iki yana sallayan genç kadının yüzünde umutsuzluk vardı, gerçek belliydi, iyileşemeyecekti. "Ben kalıcı değilim." dedi görüntüsü pürüzlenirken, usulca bulandı bedenindeki görüntü. Şaşkınlıkla kendisinden ellerini çeken kadına bakan genç adam, neler olduğunu anlamaya çalıştı. Görüntü gittikçe bulanıklaşırken olanlara anlam veremedi. Elleriyle gözlerini ovaladı, görme yetisinde sorun olduğunu sandı başlarda. Yasemin'in görüntüsü, gözleri önünden usulca kayarken tamamen yok oluşunu seyretti. "Yasemin!" Sesi yükselerek evin içinde bağırdı, aynı zamanda yürümeye başladı.

 

"Yasemin neredesin, nereye kayboldun?" Arkasına hızla dönerken karşılaştığı bedenle kaskatı kesildi. Karşısında bir beden vardı ama Yasemin değildi, bambaşka kadındı. Evet, karşısında kendisine üzgün yüz ifadesiyle bakan kadın Yasemin değildi, Hande'nin ta kendisiydi. Yanına ilerleyerek şaşkınlık içinde yürüyen genç adam, kadına merakla göz gezdirdi. "Hande!" dedi şaşkınlık içerisinde, yüzü kaskatı kesildi. Üzerinde daima giydiği çiçekli, diz kapaklarına uzanan hoş elbiseleri, dalgalı salık saçlarıyla kendisine bakıyordu. Elinde daima çok sevdiği karanfil çiçeğinin demetini kendisine uzatan kadına daha dikkatli baktı, nutku tutulacaktı, şaşkınlıktan yüzü kaskatı kesilmişti genç adamın.

 

"Beni kurtar, ben orada yapamıyorum." Şimdi ölümü anlatan Yasemin gitmiş, kendisinden yaşamak için yardım isteyen Hande vardı. Ellerine uzattı avuçlarını, çiçekli ellerine dokunmak istedi. "Kurtaracağım seni zaten, oradan çıkarıp alarak götüreceğim seni Hande, böyle yapma. Ben seni çok uzaklara götüreceğim, beraber mutlu olacağız." Konuşmaları tamamlanırken adamın, tam o sırada, kadının ellerindeki çiçekler dağıldı. Ansızın kadının avuçlarından dağılan çiçekler usulca etrafa savrulurken korkuyla iç çeken genç adam, çevresinde göz gezdirdi. Bakışlarını tekrar önüne çevirdiğinde, Hande'nin bedeninin hızla yok olduğunu gördü. Yine Yasemin gibi Hande'yi de kaybediyordu. Ellerinden usulca, çiçekler misali kayıyordu ama çaresizdi genç adam, kurtaramadan kayboluşunu izliyordu...

 

"Hande!" Sesi odanın içini kaplarken uzandığı yataktan öylesine hızlı doğruldu. Sıyrılıp çıkarken rüyanın içinde, aklında kehribar gözlü kadından başkası yoktu. Oysa başlarda Yasemin'le gördüğü düşünün sonlarına doğru Hande gelmişti. Elleriyle şakaklarını ovalarken gördüğü düşün etkisinden çıkmaya çalıştı. Yasemin'in kendisine bebek müjdesi verdiği günü görmüştü düşlerinde, o anı tekrardan yaşamıştı. Birebir aynısını düşünde yaşarken başlarda güzel başlayan rüyası, ardından ürpertici hal almaya başlamıştı. Yasemin'le başlayan düşü, Hande ile son bulmuştu. Kalbinden azat ettiği Yasemin'i özlediğini sanırken oysa özlediği, Hande'den başkası değildi. Deli gibi sevdiği kadını, öylesi delice özlemişti.

 

Ter içinde kalmıştı, iyi değildi. Hande'yi öyle görmüştü düşlerinde, nasıl iyi olunurdu? Yatağından doğrulurken boğazlarındaki eşsiz ağrıyla yutkunmaya çalıştı. Yürürken odanın içinde, bir çıkış aradı. Sevdiği kadını oradan kurtarması gerekti, kuşlara tutkun, özgürlükle çarpan yüreği orada tutamazdı. Yolunu bulacaktı mutlaka, orada öyle burakmayacaktı. Odasından çıkarken mutfağa doğru ilerleyen genç adam, annesinin sesiyle iyice şaşırdı. Sabaha uzanırken vakitler, annesi mutfağa uzanan ara yerde, Yasemin'e ilaç içirmek için yoğun çaba gösteriyordu. Oraya doğru yürürken bir yandan bebek ağlaması, diğer yandan Nurcan Hanım'ın yakarışlarla dolu sesini duyuyordu.

 

"Hadi kuzum, ne olur bir kere al şunu, hemen yutacaksın bitecek." Çırpınış içinde içirmeye çalışmasından rahatsız hissetti kendisini. Bu ilaç olayından gerçekten çok sıkılmıştı, vitamin ilaçlarını doktorla konuşarak iğne içerisinde isteyecekti. "Ne oluyor burada?" dedi yanlarında dururken. Beline uzanan dalgalı saçları birbirine girmiş olan Nurcan Hanım, yorgun yüz hatlarıyla ardına dönerek oğluna baktı. "Şurubu üçüncü kez doldurdum kaşığın içine, yok içiremiyorum." Elindeki kaşıktan yine ilaç hep yere dökülmüş, iyice kaşıktaki şurup azalmıştı. İstemeden yük oluyordu annesine, yıllarca kendisine bakmış ama yükü henüz bitmemiş, şimdi evladına bakıyordu.

 

"Ben sana babaanneyi üzmek yok demedim mi, ne bu kaprisler böyle." Yüzü gergindi, zaten sabaha kadar gördüğü karmaşık rüyaların etkisi vardı üzerinde. Böyle gürültüyle uyanması daha çok sinirlerini bozmuştu. Nurcan Hanım'ın mama sandalyesi üzerine oturttuğu Yasemin'e ters şekilde baktı. "Ayrıca o ilaç içilecek, istesen de, istemesem de içilecek, kaçışın yok." Bakışlarını tekrardan annesine çevirdi. Gerçekten bugünlerde çok yorgundu, kendini iyi hissetmiyordu. "Kaldır şuradan, kucağına al, ilaç şişesini bana uzat, ben çözeceğim." Biraz daha içiremezse sinirinden çıldıracaktı, zaten iyi durumda değildi. Boğazlarındaki ağrı çoğalırken eline ilaç şişesini aldı. Kendisi kaşığa şurubu doldururken Nurcan Hanım da çabuk şekilde Yasemin'i kucağına almış, kendisine merakla bakıyordu. Ne yapacağını merak ediyordu anlaşılan, evet aklında bir fikir vardı, onu uygulayacaktı.

 

Kaşık elinde, kızına doğru ilerlerken diğer boşta kalan elini ona uzattı. Burnunu bir anda sıkarken eliyle, dudaklarının birbirinden ayrılışını izledi. Bunu normalde asla yapmazdı ama şimdi iyi değildi, çabucak çözmek istiyordu. Ayrılan dudakları arasından ilacı geçirirken burnunu serbest bıraktı, aynı eliyle dudaklarını tuttu. "Yut!" dedi soğuk şekilde, artık hayata karşı tahammülü kalmamıştı. Yuttuğuna emin olduktan sonra dudaklarından elini ayırırken boş kaşığı annesine gösterdi. "İşte bu kadar." dedi sakin şekilde, tek çırpıda çözmüştü.

 

"Kendinde misin sen oğlum, bu mu senin çözümün?" Şaşkınlıkla baktı annesine, kendisine neden biraz sert çıkıştığını anlamaya çalıştı. Başka çözüm yoktu, mecbur kaldığı için böyle davranmıştı. "Yavrum ben bilmiyor muyum böyle içirmesini, herkes bilir. Önemli olan gönlünü yaparak içirmek, hassasiyeti var, rahmeli anası da ilaç içmekte zorlanırdı, hatırlasana biraz. Yaptığın hiç hoş değil, daha sakin davranabilirsin. Zor zamanlardan geçtiğini bildiğim için bu haraketini kabul ediyorum, daha sakın tekrarlama. Hassas olduğu konuda üzerine gidilmez, ilerleyen zamanlarda Allah korusun, psikolojik sorunlara yol açabilir."

 

Böyle düşünmemiş, daha doğrusu üzerine hiç durmadan o şekilde davranmıştı. Üstelik Yasemin'in bakışlarına gözleri değerken ürktüğünü anladı. Kollarını Nurcan Hanım'ın boynuna dolamış, başını göğsüne kapatmıştı. Hiç ağlamamıştı ama bayağı korkmuşa benziyordu. "Ben öyle düşünmedim hiç, dikkatli olmaya çalışırım anne." Zaten doktorla konuşarak kökten çözecekti, sürekli ağlayarak ilaç içirtmeyi istemiyordu. Kollarını uzatarak kızını annesinden alırken sıkıca kucakladı, saçlarının kokusunu içine çekti. "Geçti bir tanem, geçti hepsi, daha içmek zorunda kalmayacaksın." Saçlarını şefkatle öperken diğer yandan annesiyle konuşmaya devam etti. "Doktoruyla konuşacağım, vitamini iğneyle vereceğiz, bir kere ağlar en azından, böyle sürekli olmaz."

 

"Çözeriz bir şekilde, sen takılma bunlara, her sorunu çözeceğiz, hayata karşı öfkeni artık bitir." Anneliğin verdiği merhametle konuşan Nurcan Hanım, oğlunun bu halini gördükçe daha çok canı yanıyordu. Çalan telefonun sesini algıladığı anda, sesin geldiği tarafa doğru dönen genç adam, karşı masanın üzerinde, ekranı yanan telefonuna baktı. Normalde olsa açmazdı, kendini çok iyi hissetmiyordu ama Hande'den bir haber gelmiş olabileceğini hatırladı. Kucağındaki Yasemin'i annesine uzattıktan hemen sonra masaya doğru ilerleyerek eline telefonu aldı. Arayan, Yeliz Hanım'ın oğlu Alper'di, şaşkınlıkla kaşlarını çattı. Nurcan Hanım'a doğru dönerken, "Alper Ağabey arıyor." dedi heyecanla. Söyleyeceklerini çok merak ediyordu. "Acil doktoru olduğu için kesin o şerefsizin durumu hakkında bilgi edindi. Yattığı hastaneye geçici göreve giderek daha çok bilgi edineceğini demişti bana."

 

"Hadi oğlum, aç hemen de öğrenelim, hayırlı haberler gelsin inşallah."

 

Ekrandaki ikonu kaydırarak telefonu kulağına yerleştirdi. Gelecek haberi kimse, kendisi kadar merak edemezdi. Telefonun ucundaki Alper'le konuşmayı sürdüren Fatih, duyduklarıyla kaskatı kesildi...

 

Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olamayabilirdi, darmadağın olabilirlerdi...

 

Şimdi kendisine verecekler kararların kalmasına rağmen genç adam, kararını aşka bıraktı, aşk verecekti kararını...

 

Öğrendikleriyle aklını yitirecek aşamaya gelmesine rağmen güçlü kalmaya çalıştı. Daha güçlü olacaktı, inadına daha çok direnecekti.

 

Kararını aşk verecekti, kendisine sadece direnmek, olayların karşısında dik durmak kalmıştı.

 

Bölüm sonu...

 

Geldik uzunca bir bölümün daha sonuna. Hande'nin Nurcan'la sahnesini görmek isteyenler için söylüyorum, daha uzun olsun istemediğim için kestim, inşallah diğer bölümde bolca sahneleri olacak.

 

Sizce gelen haber ne, Aras ölmüş olabilir mi?

 

Fatih'in yaşadığı karmaşayı, Yasemin'i özlediğini sanırken aslında özlediğinin Hande olduğunu gördük. Rüyalarından bunu netçe görmüş olduk.

 

Diğer bölümde daha içinizi ısıtacak sahneler olacak inşallah. Sonraki bölümde görüşmek üzere, sevgiyle kalın...

Loading...
0%