@mavi_melekler
|
48. Bölüm: "Büyük Zaman Hatası"
3 Ay Sonra...
Demem o ki bayım; Mümkünse biz bir daha hiç karşılaşmayalım. Şehrim şehrine küssün, Ellerim ellerine... Demem o ki bu emanet sevda varsın kalsın yarıda... Mecnun'a ibret olsun sonumuz... Bırakalım kalsın dilimizde o şarkı... Ne sokağıma uğra, ne rüyalarıma... Bildigin tüm şiirleri de at gitsin çöpe Ve ait olmasın kimse artık birbirine...
Zaman geçince, isteklerimiz gerçekleşince, yaşamımızın eskisi gibi olmasını isteriz, hayatımızın tamamen olumlu sonuçlanacağını düşünürüz. Umduklarımız çok farklıdır, hayal ettiklerimizle yaşamaya çalıştığımız hayat ise genelde aynı değildir. Hayal ettiklerimiz gerçekleştiğinde yaşardık asıl hayal kırıklığını, bıraktığımız şekilde kalmazdı istediklerimiz. Yaşamın bize verdikleriyle bizim istediklerimiz arasında ayrıntıyı gördüğümüzde anlardık, umduğumuzu yaşayamadığımızı... Hayat ektiğimizi biçtirmiyordu, bunu zaman geçtikçe daha iyi anlıyorduk. Kırılan düşlerin gölgesinde, ağır hayal kırıkları eşliğinde öğreniyorduk. Öyle ya da böyle, hayatı bir şekilde yaşıyorduk; hayal kırıklarıyla bile olsa yaşamaya çalışıyorduk.
Temiz bahar kokusuyla güne gözlerini aralarken güneş ışıklarının yüzüne vurmasıyla iyice sevindi. Çoğu kişinin aksine Hande, güneş ışıklarını seviyordu, yüzüne değerek uyanmasından rahatsız olmuyordu. Yatağında zorlukla doğrulurken sırtını yatak başlığına dayayarak oturur vaziyete geldi. Geceden camını aralık bırakmış, ilkbaharın kokusuyla uyumayı tercih etmişti. Bunca dargınlığa ve kırgınlığa rağmen hayatın güzelliklerinden keyif alabiliyordu, çünkü kendisini mutlu eden insanlar vardı hayatında. İnsanlar değil aslında, sadece bir insan vardı, o her zorluğuna yetmişti. Yaşadığı zorluklarda daima kendisiyle olmuş, güven duygusunu yüreğine nakşederek, kendisini yalnız bırakmamakla beraber, sıcak elleriyle şifa olmuş, annelik etmişti kendisine.
Zor günlerinde Nurcan Hanım, daima yanında olmuş, ellerini hiç çekmemişti üzerinden. Kaybettiğini sandığı umutlarını bulmaya çalışırken hep kendisine destek çıkmıştı. Güvenmişti başlarda, kararlarına saygı duymuş, iki annesi gibi kimseyle yarışmadan, sadece kendisini düşünmüştü. Sözleriyle motive etmişti kendisini önce, sürekli kurduğu sihirli kelimelerle kendi gücünü görebilmesi için Hande'ye hep yardım etmişti. Yıllarca evini arayan genç kadın, şimdi aramıyordu, Nurcan Hanım'la zaman geçirirken evini buluyordu...
Yerinde duramadı, yatağından tamamen çıkmak istedi. Üzerinden ince yorganı sıyırarak kaldırırken bacaklarını yana doğru sarkıtarak iyice kalktı. Dışarıdan gelen temiz havayı ciğerlerine çekerek kokladı. Huzurunu önce kendinden, ardından sevdiklerinden alıyordu. Hayatı yoluna girmiş, biraz düzen almıştı, olmaz dediği ne varsa gerçekleşmişti. Zamanında eliyle ittiği hayata şimdi, tekrardan kavuşmuştu. Sımsıkı sarılmıştı kavuştuklarına, daha kaybetmeye niyeti yoktu. Bunları kazanmasının sebebi aslında sevdiği insanların zor günlerinde yanında olarak kendisine destek çıkmalarıydı...
Üç ay önce boşanarak, özgürlüğüne tamamen kavuşmuştu. Yalnız ama bekar bir kadın olarak şimdi tek başına hayatı kucaklıyordu. Yapamayacağını sandıklarını başarmıştı. Olmayacağını sanmıştı aslında başlarda, çünkü umduğu gibi mahkemede, Aras reddetmiş, boşanmak istemediğini izah etmişti. Bildiği gerçekleşmiş, anlaşmalı şekilde boşanamayacaklarını orada tekrardan anlamıştı. İkinci mahkemeye ertelenirken duruşma, umudunu tamamen yitirmişti.
Yeterli deliller toplanırken gördüğü şiddet, aile içi geçimsizlikler ve kocasını bıçaklamış olması; bunların tamamını göz önünde bulundurarak ikinci duruşmaya gitmişti. Başarılı avukatının yardımıyla, gerekli delillerin eşliğinde, Aras'ın itirazlarının beraberinde, mahkeme sonuçlanmıştı. Kendisinden ayrılmamak için avukat bile tutmuştu kocası ama istediğini elde edememişti. Çarelerin tükendiği zamanda duruşma, genç kadının istediği şekilde sonuçlanmıştı. Boşanma gerçekleşirken bekar bir kadın olarak hayatına devam etmek üzere ayrılmıştı mahkeme salonundan...
Boşanma evresinde yalnızlığıyla kalırken kendisini tek bırakmayan Nurcan Hanım, mahkemenin ardından da yine yanında olmuş, zihin yorgunluğunu atlatacağını, güzel kelimelerle kendisine anlatmıştı. Daha sonra Yeliz Hanım'ın ısrarıyla, onun aldığı tatile gitmek üzere hazırlanmaya başlamıştı. Başlarda karşı çıkmak istemişti ama yine Nurcan Hanım müdahale etmişti kendisine. "Senden ayrılmak benim için çok zor ama biraz aklının dinlenmesini istiyorum, o yüzden anneciğini kırma." demişti içten şekilde kendisine. Sadece onun hatrıyla güzel sözleri için bile kabul edebilirdi. Yeliz Hanım'a ait, Yalova'daki otele gitmeyi normalde severdi ama boşanmanın hemen ardından zor gelmişti. Buna rağmen Nurcan Hanım'ın hatrı için kabul etmişti.
Güzel geçmişti tatili, umduğundan çok daha eğlenceli ve güzeldi. Yüzmek iyi gelmişti bedenine, suyun altında kollarıyla bacağını sağlam şekilde haraket ederek yüzebiliyordu. Daha önce bunun uzun süreli eğitimini almıştı. Yüzmeyi bilmekle beraber uzman sayılabilirdi. Dilek Hanım'larla beraber gitmişler, Efsun'la birlikte suyun bir başından, öteki başına kadar açılmışlardı. Otelde günleri çok eğlenceli geçmişti, güzel anılar biriktirmişti. Boşanma sürecinde yaşadığı zorlukları kenara kaldırarak uzun soluklu kafasını dağıtmıştı. Kimi zaman bazı tavırlarına kızsa bile Yeliz Hanım'a çok şey borçluydu. Kendisini bir annenin sevebileceğinden daha fazla sevmiş, daima sahip çıkmıştı.
Tatilden dönmesiyle birlikte yine Yeliz Hanım'ın ısrarı ve kendisini cesaretlendirmesiyle, işine tekrar dönmeyi başarmıştı. Öğretmenliği sevmişti, eğitimciliği günün birinde böyle seveceğini aklından geçirmezdi. Zaten ayrılmamış, istifa vermemişti, İbrahim Bey'le kısa süreli görüşmesinin ardından yeniden işinin başına geçmişti. Başlarda insanların, yaşadıklarından dolayı kendisini yargılamalarından korkmuştu ama umduğu şekilde olmamıştı. Özgüven duygusuyla, uzun aradan sonra ilk kez okuluna gittiğinde, herkes kendisine hoşgörüyle yaklaşmıştı. İnsanların bize karşı tavırlarını, aslında bizim kendimize karşı davranışlarımız belirliyordu. Birkaç kişinin kendisine garipseyen bakışları hariç kimse, kötü yaklaşmamıştı genç kadına...
Şimdi hür bir kadındı ama uğruna savaştıkları yanında değildi. Okulda karşılaşmalarına rağmen Fatih'le hiç konuşmuyorlardı, daha doğrusu, o kendisinden uzak duruyordu. Soğuk davranıyor, iş dışında kendisiyle konuşmamak için çaba gösteriyordu. İş için konuştuklarında, sorduğu sorulara kısa yanıtlar vererek geçiyordu. İstemeden onu kırıp kırmadığını düşündü çoğu zaman, ona karşı hatalı olup olmadığı konusunda kendini sorguladı. Yapmadığı hatanın bedelini ödemezdi insan ama ne yaptığını bilmiyordu. Yapsa bilirdi, kendini bilen kadındı ama bilmiyor, olanlara anlam veremiyordu. Ne olursa olsun, sevdiği adamla eskisi gibi olabilmek için çaba gösterecekti.
Tam önüne geldiği pencerenin perdelerini aralarken camı iyice açarak, dışarıdan gelen bahar havasını tekrardan, iyice kokladı. İlkbahar gibi mevsimi olan dünya, gerçekten yaşamya değerdi. Çok erken kalkmıştı, her bahar böyle olurdu, içi içine sığmaz, uyku tutmazdı. Güzel şeyler olacağına dair hisler bulunsa bile içinde, sevdiği adamdan uzakta kaldığından ötürü kırıktı. Kapısının vurulmasıyla şaşırırken "Gel." dedi sakince. Yardımcıları ya da annesiydi, başka kimseyi beklemezdi odasına. Genelde onlar gelirdiler. Araladığı kapıdan kendisine tebessüm ederek bakan Yeliz Hanım, usulca içeri girerek yanına yaklaştı. "Günaydın canım." Tebessüm ederek karşısına geçti, kendi de tebessümünü sundu annesine.
"Günaydın anneciğim." Sesi durgundu, mutluluğu arıyordu bunca güzelliğin içinde. Sanki bir çift siyah gözün içine saklanan o kara sevdaya kavuşsa, işte o zaman rahat edecekti. "Erkencisin bakıyorum, hadi kahvaltıya gel öyleyse."
"Bahar aylarında böyle olurum ben, uyku tutmaz."
"Canım benim, bu bahar güzelliklerle gelecek, sana söz veriyorum. Eskisinden daha mutlu olacaksın." İçerisinde bulunduğu durumdan haberi vardı Yeliz Hanım'ın, rahatsız olmadan ona anlatmıştı Hande. Kendisinden devamlı Fatih'in uzak durduğunu, soğuk davrandığını söylemişti. "Ben evliyken, Fatih yanımda olduğu için daha mutluydum anne, şimdi o günlerimi bile özlüyorum." Böyle konuşması doğru değildi aslında ama kendine engel olamadı.
"Duymayayım bir daha bunları, Allah yazdıysa bozsun, o nasıl söz öyle. Hepsi düzelecek kızım, mutlaka öyle davranmasının bir nedeni vardır, öğreneceğiz kısa zamanda."
"Mahkeme olumsuz sonuçlansaydı, alıp götürecekti beni, sözünü tutacaktı. Üç ay önce, yarım kalan yol hikayesini tamamlayacağını söylediğinde nasıl mutlu olmuştum. Şimdi ise tam tersi, benden iyice uzaklaştı. İşte bu yüzden diyorum bazen, keşke boşanmasaydım, ben onun için çekerdim her kahırı. Belki böylece daha yakın olurduk. Ben ona ne yaptım anne, sadece sevdim ben, şimdi benden neyin acısını çıkarıyor?"
"Geçecek meleğim, biraz zaman verelim size, zaman hepsini düzeltecek. Hadi üzerini giyin, aşağıda kahvaltıya bekliyorum seni." Odasından zoraki tebessüm ederek çıkan Yeliz Hanım'ın tavrı karşısında, dolabına doğru ilerledi. Güzel giyinmesi gerekti, eskisinden daha bakımlı olmalıydı. Bahara yakışır şekilde, sevdiği çiçek desenli elbiselerinden geçirecekti üzerine. Kapaklarını araladığı dolabında kıyafet bakarken çalan telefonuyla şaşırdı. Böyle erken saatte kim arardı acaba? Dersi öğlen başlayacaktı, belki ders programı değişeceği için aramış olabilirdiler. Elini telefona uzattığı sırada ekranda göz gezdirdi. Gördüğü isimle tebessüm ederken dolaptan uzaklaşarak telefona yürüdü.
"Aramamızı beklemiyordum." Sesinde umutlu tebessüm gezinirken konuşmayı başlattı. Kimi insanların yanımızda olduğunu bilmek bile bizi mutlu etmeye yeterdi. "Aa, o nasıl söz öyle, niye aramayacak mışım?" Telefonun ucundaki Nurcan Hanım'ın sert şekilde konuşması, daha çok mutlu etti genç kadını. Böyle kızdığına göre, demek daima kendisiyle olacaktı. "Ben tüm zorlukları sizinle bitirdim, kötü günlerle savaşırken benimle oldunuz. Şimdi çoğu zorluğu geride bırakınca, yanımda olmak istemezsiniz diye düşündüm, beni bırakmanızdan korktum."
"Güzel kızım benim, insan tesellisini bırakır mı hiç, sen benim umudumsun. Bir daha duymayayım böyle sözleri, çok kızarım sonra sana. Nasılsın bakalım, neler yapıyorsun?"
"Yeni uyandım, üzerimi değiştirip, öğlene kadar kahvaltı eder, ancak evden çıkarım. Siz nasılsınız, görüşemedik uzun süre, çok özledim ben sizi."
"Meleğim benim, ben de seni çok özledim, burnumda tütüyorsun kaç gündür. Yavrum, ben erken aradım biraz, seni uyandırmadım, değil mi bir tanem?"
"Yok hayır." Karşısındaki pencereden içeriye sızan güneşi izlerken tekrardan tebessüm etti. Böyle güzel seven, koruyan kadına 'Anne' demesinin zamanı çoktan gelmişti. "Siz aramadan önce kalktım ben, sizden ötürü değil yani."
"Oh, güzelce uykunu al, dinlen kuzum. Bak ben sana ne diyeceğim. Bugün bazı hazırlıklar yaptım, birlikte kırlara gitmeyi düşünüyorum. Kocaman bir piknik sepeti yapacağım, içine kızımın en sevdiği yiyecekleri hazırlayarak koyacağım. Karnını çok doyurma, beraber güzel piknik yapacağız."
"Sizi özlemiştim, bana çok iyi gelecek." Ona bu güzel, değerli kelimeyi söyleyebilecek ortama ihtiyacı vardı, piknik ortamı yeterli olabilirdi. Gerçekten özlemişti, sıcak dokunuşlarına, saçlarında şefkatli ellerini gezdirmesine ihtiyaç duyuyordu. "Bana da öyle bir tanem, seni görmek çok iyi gelecek. Sen kahvaltını et mutlaka ama hafif yap, fakat kendini aç da bırakma, önce işe gideceksin, ziyan olma, kıyamam ben sana. Zaten biz oraya gidene kadar yine acıkırsın. Beraber kırlara gideceğiz, benim hazırladığım yiyeceklerle piknik yapacağız, deniz havasını içimize çekeceğiz. Üzerini kalın giyin, üşütme sakın."
"Şimdiden heyecanlandım. Ben okul çıkışı sizinle ortak yerde buluşmak için gelirim, öyle gideriz."
"Saçmalama, ben sana kıyabilir miyim, yürütecek değilim seni, okuldan alacağım."
"Elinizde eşyalarla zor olur diye dedim." Telefonun ucundaki kadının kendisini şaşırtmaları devam ediyordu. Kendisini bırakacağını sanırken daha sıkı sarılmasına şaşırmadan edemiyordu. "Sen orasını bana bırak güzelim. Şimdi kahvaltını et, okuluna giderek işlerinle ilgilen. Ben seni alacağım, birlikte güzel zaman geçireceğiz. Ayrıca sürprizlerim sadece bununla yeterli kalmayacak, başka şeyler de var ama ısrar etme, söylemeyeceğim."
"Çok heyecanlandım, o zaman ben hazırlanayım hemen, sizi çok seviyorum." Sesini sıcak tutarak konuşmasını sürdürdü. Gerçekten çok seviyordu, bir anneden daha ötesi olmuştu kendisine. İçini karartan meseleleri Nurcan Hanım'a anlatsa, dinler miydi acaba kendisini? Neticeleri düşünmesi gerekti, onun oğluna duyduğu ilgiyi, kadına nasıl izah edebilirdi? Utanmakla kalmaz, kadının vereceği tepkiden çekinebilirdi. "Bahar kokulum, ben de seni çok seviyorum." Yüzünde uzun zamanın ardından oluşan tebessümle telefonu kapatan Nurcan Hanım, içerisinde bulunduğu odayı inceledi. Tam istediği şekilde, içinde bulunan bazı eşyaları kaldırmıştı. Yere bıraktığı torbaları tekrar gözden geçirdi, dağıtılması gereken eşyaları böyle ayırmıştı.
"Toparladın mı hepsini, hazırlar mı Nurcan?" Yere bıraktığı torbalara baktı önce tekrardan, ardından ise eşine çevirdi bakışlarını. İçeri şaşkınlıkla girdi Mustafa Bey, 'Rahmetlinin eşyalarını dağıtacağım.' dediğinde çok ciddiye almamıştı eşini ama gerçekten eşyaları toparlıyordu. "Evet tabii." Gülerek sürdürdü konuşmalarını, yüzündeki buruk tebessümün inadına mutluydu, hayat bir şekilde devam ediyordu. Gidenlerin yerini alamasa bile kalanlar, gidenlerin yerine Allah, başka çareler ve teselliler veriyordu hayatımıza. Yaklaşık iki gün önce, odasını açtırmadığı, geride kalan eşyalarına dokundurmadığı rahmetli kızının, eşyalarını dağıtma kararı almıştı Nurcan Hanım.
"Sen odanın önünden kimseleri geçirmezken beni hayretlere düşürdün." Mustafa Bey'in sözlerine burukça tebessüm ederken son kalan eşyaları koliledi. Kimisini karton kolilere doldurarak ağzını bantlamış, kimisini çuvallara yerleştirmişti. Odayı boşaltacak, yeni eşyalarla dolduracaktı. "Bir yerlerden başlamam gerek, benim aynı durumda bir kızım daha var artık, onun yannda durmam gerek." Konuşurken açıkça Hande'den söz etmişti, bunu duyan herkes, iyiden iyiye şaşırıyordu. Her geçen gün Hande'ye daha çok bağlanıyor, onu evladından daha ötede seviyordu.
"Ben dağıtırım bunları, ihtiyaç sahiplerine vermemiz iyi olacak." Karşısndaki eşi konuşurken hem onu dinlemeye çalıştı, hem pencerelere doğru ilerledi. Yerinden çıkarırcasına tülleri çekerken bunları yenilemesi gerektiğini anımsadı. "Yeni tüllerle perdeler takacağım, Hande geldiğinde, bana geldiğinde burada kalsın istiyorum. Güzel dizayn edelim, yatakla dolap kalacak zaten ama kişisel eşyalar çıkacak." Rahmetli kızından kalan kıyafetleri dağıtmak üzere poşetlerken birkaç kişisel eşyasını, hatıraları sakladığı sandığına koymak üzere ayırdı. Kişiliği, kendine verdiği sözleri tutamamaktan ibaretti çoğu zaman. Dağıtmak istese bile takılarına kıyamamıştı.
"Ne iyi ettin Nurcan, yıllarca dedim sana dağıtalım diye, dinlemedin beni. Şimdi hak verdin ama bana, öyle değil mi? Ölenle ölünmüyor, hayat bir şekilde, kaldığı yerden devam ediyor. Bir yerlerden seni görüyorsa eğer, böyle iyileşmene çok seviniyordur." Söktüğü tülleri kucağından kenara bırakırken eşinin söylediklerine karşılık tebessüm etti. Bunun bilincindeydi, çok iyi biliyordu. "Elbet sevinir. Benim kızım merhametliydi, hep öyle kaldı. Hande ile anlaşamadığım zamanlarda düşlerime geldi, yaklaşmak istedim, dokunmak istedim, istemedi beni. Şimdi öyle değil ama yine geliyor düşlerime, sarılıyor bana, 'Anneciğim' deyip gülüyor."
"Hande sana iyi geldi, tabii önce Fatih'e iyi geldi ama anlamıyorum ben bu çocuğu, niye böyle geri çekti kendini?"
"Ben anlıyorum, merak etme, hepsini çözeceğim. Fatih'in böyle davranmasının sebebi bir istek, o isteğin gerçekleşmesi sadece Hande'ye bağlı. Orası da benim elimde, Hande ona istediğini verebilecek güce sahip, ondaki gücü ortaya çıkaracağım."
"Bunu sen mi yapacaksın sahiden?" Şaşkınlıkla baktı eşine, nereden nereye gelmişti böyle, anlam veremiyordu. Zamanında, 'Benim oğlum kimseyi sevmeyecek' derken yeminliydi. "Söz konusu Hande ise evet, ben yapacağım. Seviyor ikisi birbirini, çabucak kavuşsunlar, mümkünse tez zamanda evlensinler, Hande hemen buraya gelsin. Ben gözümün önünde istiyorum kızımı, ancak evlilik bahanesiyle gelebilir."
"Bu kadar bağlamasan mı kendini, ölümlü dünyada evlatlarımızın birine bağlanmasından korkuyorken şimdi kendin öyle oldun."
"Yapacak hiçbir şey yok, olan oldu artık, dua etmekten başka çarem kalmadı. Allah'a dua edeceğiz ki, acı ve keder vermeden, bundan sonraki hayatı güzel yaşatsın bize. Neyse şimdi hatırlatma bana onu, sen dağıt bunları, ben mutfağa gidiyorum. Bugün kızımın sevdiği yiyecekleri hazırlayacağım, çok özenmem gerek, beraber pikniğe gideceğiz. Sarma saracağım, poğaça yapacağım, yanına tahinli kurabiyemden eklemem gerek. Biraz yoğun olacak ama eğlenerek yapacağım." Odayı geride bırakarak mutfağa gitmek üzere hole çıkarken aniden karşısında bulduğu Seda ile duraksamak zorunda kaldı.
"Canım, iyi misin anneciğim?" Karşısındaki annesinin sorusunun sadece sözde olduğunu hatırlayan Seda, yalnızca başını salladı. Bugünlerde tavırlarından rahatsız olsa bile bunu belli etmemeye çalışıyordu. "Zamanında rahmetli ablanla gittiğimiz deniz kenarına, pikniğe gideceğiz, Hande olacak yanımda, dersin yoksa sen de gelebilirsin bugün. Birsürü güzel aparatif hazırlayacağım, poğaça; sarma, kurabiye, yetiştirebilirsem kısır da yapacağım, gelsene sen de."
"Dersin yoksa dedin ya hani anne, dersten öte, sınavlarım başladı. Bugün yine önemli sınavım var, son senem olduğundan epey önemli." Konuşurken sitem etmişti Seda, ilgi beklemişti ama karşısındaki Nurcan Hanım, bunu anlamayacak kadar meşgul duruyordu. "Sen sınavını geç, bir gün bize katılırsın o zaman." Yüzünde eşsiz tebessümle mutfağa ilerleyen annesini izledi. Yıllarca onun için dua etmişti, yaralarının iyileşmesini istemişti Allah'tan, hayata geri dönmesi için yalvarmıştı dualarında. Şimdi annesi, günden güne daha iyiye gidiyordu ama Seda mutlu değildi. Çünkü yine istediği ilgiyi göremiyordu.
Odasına hazırlanmak için gidecekken rahmetli ablasının odası önünden geçti. Aralık kapıdan içerisini izlerken başını iki yana salladı. Kendileri önünden geçse kıyamet kopardı ama şimdi bu oda, bir başkası için açılmış, annesindeki o yaralar, başkasıyla iyileşmeye başlamıştı. İyileşip de kendisine zaman ayırmasını istediği annesi, kendisine hep yara oluyordu. Acılarının gölgesinde yaşayan Nurcan Hanım, sanki herkesi görmüştü, bir Seda'nın sevgiye ihtiyacı olduğunu görememişti.
Mutfak işlerine kendini öyle kaptırmıştı ki, çevresinden gelip geçenleri anlamakta bile zorlanmıştı Nurcan Hanım. Yalnızca kurabiyeyle olmayacağını düşünerek ıslak kek de yapmaya karar vermişti. Kekin hamurunu çırparken eğleniyordu kendince, Hande için ne yapsa mutlu oluyordu. Zaman ilerlerken elindeki iş azalmaya başlamış, hazırladıklarını fırından çıkarırken diğer yandan kek hamurunu çırpmaya devam etmişti. "Annelerin en güzeli, günaydın!" Mutfağa girdiği gibi yanına gelerek kendisine ardından sarılan Fatih karşısında tebessüm etti.
"Anneciğin yine seni düşünüyor, bugün Hande'yle pikniğe gideceğiz. Biraz kızımın kafası dağılsın hem, aynı zamanda senin açından ağzını arayacağım." Söyledikleri karşısında kendisini yanağından öptü genç adam. Sıkıca sarılırken annesinin kokusunu içine çekti. "Benim canım annem, sen bir tanesin." dedi gülerek. Daha sıkı sarıldı, annesine kendisine destek olmasa, hayatı daha farklı olacaktı. Nurcan Hanım'ın değişimi kendisine iyi gelmişti. "Biraz elini çabuk tut, yapamıyorum böyle. Kalbinde bana karşı neler olduğunu öğrenmek isterken ona böyle davranmak beni boğuyor. Gözlerimin içine bakıyor ve ben buna tahammül edemiyorum. Kendimi durduramayıp, az daha öğrenemezsem yüreğindekileri, sımsıkı sarılacağım."
"Sabırlı ol yavrum, hislerinin kısa süreliğine önüne geç. Ben çözeceğim, konuşturacağım onu, geçip karşına, hislerini açıklayacak. Seni seviyor, ben gözlerinden anlıyorum, sevgisini izah edecek. Hislerini öğrenmeye çalış ama karşındaki hasta bir kadın, ona çok yüklenme. Durumunu biliyorsun, bunu bahane tutamayız ama hasta ve hassas, üzmemeye çalış." Sarıldığı annesinden biraz kollarını gevşetirken düşündü. Evet, dikkat etmesi gerekti, onu üzemezdi. Üzmeye bırak, o böyle gözlerinin içine bakarken soğuk davranmaya bile tahammül edemiyordu. "Dikkat edeceğim anneciğim, şüphen olmasın." dedi güven vererek konuşurken, hassas davranmaya çalışacaktı.
Elindekileri tamamlamaya çalışırken diğer yandan evden çıkmak üzere olan çocuklarına kahvaltı hazırlamakla uğraştı Nurcan Hanım. Çok zamanını almadı, ayrı işleri aynı anda yapmaya alışkındı. Özenli kahvaltı masasını kurarak herkesi bir araya topladı. Ailesini ihmal etmek istemezdi, bundan ötürü özenli masa hazırladı. Zaten piknik için hazırlıklarının çoğu tamamlanmıştı. Yiyecekleri dinlenmek üzere öylece üzerleri açık bırakmıştı. Soğuması gerekti, yoksa paketlemesi kolay olmazdı. Böylelikle onları beklerken kendi dinlenecek, ailesiyle kahvaltı edecek imkanı daha rahat bulmuş olacaktı.
"Seda'cığım, eve erken dönersen aklında olsun yavrum, sizinkileri ayırdım, tezgahtakileri ellemeyin." Uyarması gerekti, çünkü hazırladıklarını bırakıp, Hande'yi okuldan almadan önce bir yere uğraması gerekti. Biraz dolanacak, mağazaları ve marketleri gezerek alışveriş yapacaktı. Eve tekrar gelecek, hazırladıklarını öyle paketleyecekti. Çatalıyla lokmaları kurcaladığı tabaktan başını kaldırarak umursamazca baktı genç kız, umursamazca omzunu kaldırdı. "Dokunmam anne, için müsterih olsun." Umursamaz bakıyordu ama umursadığı çok mesele vardı. İlgi bekliyordu, sevilmek istiyordu. İnsan kaç yaşında olursa olsun, sevgiye daima ihtiyaç duyuyordu. Sevilmemiş olduğunu düşünmenin eksikliğini taşıyordu içinde.
Okula gelmek için bindiği taksiden ödemeyi yaparak inen genç kadının aklındaki sorular, öyle kolayca duracak değildi. Ardından kapıyı örterken okul binasını inceledi. Buraya geldiği haliyle şimdiki durumunun aynı olmaması, geçmişten bugüne düşündüğünde, istemsizce ürpertici geliyordu. Karşısındaki binaya, destek çubuğuna tutunarak yürümeye başladı. Zaman ilerledikçe zihni dinleniyordu ama çözemedikleri tekrardan aklını yoruyordu. Okul bahçesini geçerek binaya girerken anında asansöre ilerledi. Ders arası zamanlarda merdiven kullanmazdı, okul kalabalık olunca çoğu öğrencinin kendisine çarpma olayına maruz kalırdı.
Çağırdığı asansörün gelmesini beklerken aklındaki düşüncelerle boğuşuyordu. İnsan kaç hayattan sonra yorulurdu. Dinlenmeyi umduğu zamanlarda daha çok yoruluyordu Hande. Aralanan kapıdan içeriye, asansörü düğmesine basarak tutarken girdi. İçerisine girdiği asansörde tek başına olmasına sevindi. Şimdilerde korkuların en ağırı Fatih'le karşılaşmaktı. Başlarda karşılaşmayı isterken her karşılaştığında yaşadığı hayal kırıklığı, kendisini isteğinden alıkoymaya başlamıştı. Tek başına bindiği asansörden, yine aralanan kapıdan tek başına süzüldü. Yürürken öğretmenler odasına doğru, ansızın eski eşini anımsadı. Gerçekleşerek sonuç bulan davanın ardından aramadığı gibi bir kere olsun karşılaşmamıştı. Böyle sessiz kalmasından istemsizce ürperiyordu. Ummadığı anda karşısına çıkar mıydı acaba? Kötü düşünerek kötülüğü çıkarmak istemedi ama elinde değildi.
"Hande abla." Ardına dönerek kendisine seslenen Kuzey'e kaşlarını çattı genç kadın. Geçen zamanda aralarındaki abla kardeş ilişkisi daha çok artmıştı. "Okulda öğretmenin olduğumu unutmazsan daha memnun olurum Kuzey'ciğim, okul dışında bana istediğin şekilde hitap edebilirsin." Elinden geldiğince düzgün üslupla izah etmeye çalıştı. Yerine göre haraket etmelerinin doğru olacağını düşündü. "Tamam hocam, boş bulundum, kusura bakmayın. Bana anlamadığım konuyu anlatacaktınız, sözünüz vardı. Kitaplarımla defterlerimi alarak geldim." Gülerek konuşan çocuğa tebessümle karşılık verdi genç kadın. Geçen dersten kendisine sözü olduğunu hatırlıyordu, karşısındaki çocuk da unutmamıştı üstelik.
"İyi bakalım, gel şu köşedeki standa geçelim, orada anlatayım." Yürürken ardından gelen Kuzey'le birlikte, panonun altındaki masanın üzerine, elindeki çantasını bıraktı. Zaten öğretmenler odasına geçerek kimseyle karşılaşmak istemiyordu, kendisine iyi bahane olmuştu. Öyle bunalmıştı ki sevdiği adamın haraketlerinden, yakında işi bırakarak istifa edebilirdi. Geçen zaman epeyce canını acıtmaya yetmişti. Kuzey'in yanına gelmesini beklerken bugünün de yine zihnindeki düşüncelerle epey yorucu geçeceğini hatırlattı kendisine. Aklını kurcalayanları Nurcan Hanım'la paylaşacaktı bugün, kendisine kızma ihtimali yüksek bile olsa paylaşacaktı. Utanacaktı belki ondan, konuşurken çok ar edecekti ama varsın olsun, sıkıntılarını anlatacaktı.
Uzun süre sonra öğretmenler odasına geçen Hande, ne yaparsa yapsın, karşılaşmaktan korktuklarından kaçamamıştı. Özel dersi uzatarak Kuzey'le daha çok kalmayı tercih ederdi. Biraz önce girdiği öğretmenler odasında, Fatih'in de olması, kendisini epey rahatsız etmişti. Yalnız değillerdi en azından, buna sevinebilirdi, kendileri haricinde birkaç öğretmen daha bulunuyordu. Davranışlarına karşılık sinirlenmemek elde değildi, neye göre böyle davranıyordu kendisine, anlayabilmiş değildi. Ders programını kontrol ederek notlarını tutmaya devam etti. Burada çalışıyorsa, neyin bedelini ödediğini bilmese bile yaşayacaklarını göze alması gerekirdi.
Öğretmenler odasının kapısı aralanırken refleksle başını çevirdi genç kadın. İçeri mutlaka, görevli öğretmenlerden biri girecekti ama yine de bakışları oraya çevrildi. Beklenen olmadı, tam aksine, içeriye giren kuryeden başkası değildi. Üzerindeki kıyafetten anlamış, kurye olduğunu, kapı pervazında bekleyen adamda takılı kalmıştı gözleri. "Buyrun." Güleryüzle, oldukça düzgün şekilde karşıladı. "Kime bakmıştınız?" Yanına gitmedi, kendisine geldiğini, o anlarda tahmin edemeyecek kadar aklı karışıktı. Elinde çiçek paketi olan genç kurye, diğer elindeki defterden isim kontrolü yaptıktan sonra bakışlarını kendisine sabitledi.
"Hande Soydere." Şaşkınlıkla gözleri aralanırken neye nasıl tepki vereceğini çözemediği zamanlarda olduğunu anımsadı. Elindeki not tuttuğu defterin üzerine kalemini bırakan genç kadın, karşısındaki adama doğru yürüdü. "Bir yanlışlık olmalı." dedi yorgun şekilde. Akıl yorgunluğu, bedensel yorgunluktan daha halsiz bırakırdı insanı. "Hande benim ama soyadı hatalı." Güleryüzle karşıladı, bunda kuryenin hatası yoktu. Anlayışlı davranması gerekirdi. "Eşimden ayrıldım, Soydere değil, Hande Akçay'ım." Ellerinde tuttuğu çiçekleri alırken burnuna doğru tutarak kokladı. Çiçekler önce koklanmalıydı, onlar günahsızdı, daha sonra kimden olduğuna bakılırdı.
"Yalnışlık olmuş, bize böyle belirtildi, kusura bakmayın." Bir eliyle çiçekleri kavrarken diğer eliyle kuryenin uzattığı defteri karalarcasına imzaladı. Kalemi karşısındaki adama vererek çiçekleri iyice kavradı. "İyi günler." Karşısındaki kuryenin sözlerine karşılık sadece hafif tebessüm etti. Ardına dönerek elindeki çiçekleri masanın üzerine bıraktı. Şimdi kimden olduğuna bakma zamanı gelmişti. Arkadaş çevresi genişti aslında, çok tanıdığı vardı ama kimseyle çiçek alacak kadar samimi değildi. Çiçeği diğer tarafa çevirerek üzerindeki not kağıdını kontrol etmeye başladı.
"Yaşadıklarını öğrenecek imkanı ancak bulabildim ama şu an İstanbul'da değilim. Uzun süredir Manisa'da kalıyorum, çok geçmiş olsun Hande'ciğim. Şehire tekrar döndüğümde seninle hemen görüşmek istiyorum. Bir gün evliliğinin biteceğini, sana akşam yemeğine geldiğimde anlamıştım ama belli etmek istememiştim. Tahminlerim aynısı gibi, düşündüğümden daha ağır bedeller ödeterek başından geçti. Hayata meydan okuyan gülüşünden, tek başına direnen kalbinden öperim güzelim. Bundan böyle çok mutlu ol, hiçbir kötülük geçemesin önüne, Süheyla Hoca'n..."
Sesli şekilde notunu okurken tebessüm etti. Kendisiyle beraber herkes dinlemişti okuduklarını, refleksten istemsizce sesli şekilde okumak zorunda kalmıştı. Yemekhanedeki görevli kadına teslim edecekti çiçekleri. O ayırır, suya koyarak geri odasına getirirdi. Burada tutacaktı, eve getirmekle uğraşmak istemiyordu. "Fakülteden sanırım." dedi karşısındaki Yeşim. Başını kaldırıp bakışlarını sabitledi öğretmen arkadaşına, ardından başını salladı onaylarcasına. "Süheyla Hanım, çok incedir, bizim bağımız, aynı zamanda başkadır. İnşallah İstanbul'a döndüğünde, kendisiyle yakından görüşeceğim."
Zaten oturmamıştı, sanki içeride emanet duruyordu. Köşedeki masadan çantasını alarak kucağında çiçekleriyle öğretmenler odasının dışına çıktı. Tahammülü bitmek üzereydi, sabrı içinden usulca çekiliyordu. Ardından kapanan kapıya kendini çevirdi. Refleksle çevirdiği bakışlar, siyah gözlerin sahibiyle karşı karşıya gelmelerine neden oldu. Kendisinden birkaç dakika sonra odadan çıkan genç adam, hızlı adımlarla önünden geçerek merdivenlere ilerledi. Bunu hak etmiyordu, ne yapmıştı da neyin bedelini ödüyordu. Yanına yetişmek, aklından geçenleri sormak istedi ama buna cesaret edemeden, olduğu yerde öylece kaldı.
İnsan önce susmayı denerdi, baktı sonuç alamıyor, uzun susuşların ardından tekrar konuşmaya başlamak isterdi...
Susunca geçeceğine inandığımız ne varsa, ardından konuşarak geçmesini isterdik...
Normalde umduklarını yaşamayan, üstelik anlatmaktan çok korkan Hande, çekinerek bile olsa içindekileri Nurcan Hanım'a ağırca anlatmıştı. Başta çok ürktü, üstelik daha cümlesine başlarken yanakları kıpkırmızı olmuştu. Anlatırken ilk vakitlerde Fatih'ten söz etmemişti, yavaş şekilde anlatmaya çalışmıştı. "Ben evliyken benim için çaba gösteren biri vardı, beni sevdiğini söylüyordu ama şimdi ayrıldım, yüzüme bakmıyor." demişti izah etmeye çalışırken, utansa bile genel konuşarak anlatmayı başarabilmişti.
Başka şartlarda olsa anlatamazdı, böyle anlatmaktan bile çok çekinirdi ama yanındaki kadın anlamış, kendisini konuşturmak için çaba göstermişti. "Yüreğini daraltan sıkıntılarını bana anlatmaktan sakın çekinme." dediğinde, yine çekinse bile mecburen anlatmak zorunda kaldı. Yaşadıklarını Yeliz Hanım'la paylaşıyordu ama nedense birine daha anlatmaya ihtiyaç duyuyordu. Üstelik Nurcan Hanım'a kendini çok daha yakın hissediyordu. Sanki onunla paylaşırsa, yüreği iyice rahatlayacaktı, böyle düşünüyordu. Anlattıklarını, kendisini hiç utandırmadan, rencide etmeden dinlemesine şaşırmıştı Hande, bunu beklemiyordu.
"Senin için zamanında mücadele etmişken şimdi geri çekilmesi, seni bayağı üzmüş anlaşılan." Koluna sıkıca giren Nurcan Hanım, diğer eliyle piknik çantasını tutuyordu. Koltuk değneğiyle yürümeyi tek başına başarsa bile Nurcan Hanım, ne zaman yanında olsa, Hande'nim hep koluna girerdi. Söz ettiği kişinin kim olduğunu anlamadından korkmakla beraber utanıyordu genç kadın. Anlarsa kızma ihtimali olabilirdi, bundan ötürü iyice çekiniyordu. "Ben ayrılınca, her şey eskisi gibi olur sandım, hemen onunla kavuşacağını düşündüm. Hayat, bilmeceden bile daha karışık, adil oynamıyor."
"Güzel yavrum benim, öyle karamsar düşünme. Biz bunu çözeriz meleğim, şimdi şu eşyalarımızı bırakalım, yemekten önce güzelce deniz havasını içimize çekerek sahilde dolaşalım, konuşuruz bunları."
Yolunu çimlere doğru çeviren Nurcan Hanım, gözleriyle yer aradı. Güzel yer seçmeliydi, döndüklerinde keyifle yemeklerini yemeleri gerekti. "Seçtim." Gözüne kestirdiği yere bakarken oraya doğru yanındaki kızı eliyle ilerletti. Bakınırlarken çevrelerine, yürümeye devam ettiler. Yerini tam istediği şekilde seçmişti, yanlarında başka piknik yapan insanların da olmaları, ayrıca hoşuna gitti. "Merhaba." Elindeki sepeti yere bırakırken ilerilerinde kalan aileye seslendi. Kısa süreliğine bile uzaklaşacak olsalar da, eşyalarını emanet etmeleri gerekti. "Buyrun." dedi aileden konuşarak kendilerine yanıt veren kadın.
"Biz kızımla, piknik öncesi biraz dolaşacağız, buradaysanız eşyalarımızı emanet edebilir miyiz?" Normalde bunu yapmazdı ama yanındaki kızını biraz yürütmek istiyordu. Kendisine tam anlamıyla olmasa bile açılmışken yürüterek iyice, daha rahat konuştururdu. Aile burada pikniğe devam edecekse, eşyalarını yanlarına bırakabilirdi. "Yeni geldik biz, buradayız uzun süre, sahip çıkarız tabii." Durumdan memnun olmuştu, temiz deniz havasıyla beraber, Hande'yi ikna etmeyi başaracaktı. "Teşekkür ederiz, çok kalmayız, yarım saate geliriz zaten." derken yanında Hande ile beraber yürümeye devam etti. Şimdi zamanı gelmişti, yanındaki kızın aklında oluşan soru işaretlerini aydınlatacaktı.
"Şimdi gelelim senin gönül meselene." Yanındaki kızın koluna sıkıca girerken deniz havasını içine çekti. Gülerek konuşmasına utansa bile üzerinde durmamaya çalıştı Hande. Söyleyeceklerini, kızaran yanaklarına rağmen merakla dinlemeye başladı. "Yaşadıklarına karşı haklı olarak, keşke evli olduğum günlere gitsem diyorsun, öyle değil mi?" Söze başlarken kendisini şaşırtmayı başarmıştı. Sanki konuşurken içini okumuştu. "Yani, evli olduğum günleri özlemiyor değilim, özlemim kalbimdeki kişiye karşı tabii." Al yanaklarına rağmen konuşmasını devam ettirdi. Karşısındaki kadının anladıklarını iyice teyit etmek istedi.
"O günlere gitmek senin elinde Hande'ciğim, sen istiyor musun sana yine sevda içinde bakmasını? İstiyorsan evvelinden daha iyi olabilir." Şaşkınlıkla kendini kadına çevirdi, mümkünse elinden geleni elbette yapardı. "İnsan isterse, istediğini elde eder güzel kızım." Tebessüm ederek konuşmaya çalışırken koluna daha sıkı sarıldı. Deniz havası şimdiden ikisine de iyi geliyordu, denizin kokusu gerçekten bambaşkaydı. "Ben sana bir şey anlatacağım, beni iyi dinle. Ailemden acı, öyle kolayca elini eteğini çekemedi. Bilirsin hani, hayat adaletsizliklerle doludur, bize de aynı şekilde, adil davranmadı.
Ağabeyinin ölümünden sonra, Fatih'in gözünde yaş kalmadı. Hepimiz Halil'im için ağlarken cenaze töreninde, Fatih'in halini görecektin. Gözünde yaş kalmamıştı, ağlayamıyordu, öylece bekliyordu. Sessizce beklerken arada aynı cümleyi kurup duruyordu. "Sözümü tutacağım abim, ağlamayacağım, seni üzmeyeceğim." diyip duruyordu sürekli. Olaylar karşısında güçlü kalmayı, ağabeyinin ölümünün ardından öğrendi. Sevdiklerinin yanında güçlü kalmayı ağabeyinden, sevdikleri için mücadele etmeyi, yine zamansuz can veren kız kardeşinden öğrendi. Benimle paylaşmandan çok memnun oldum, bana bir başkası olarak anlatsan bile ben anladım Fatih'ten söz ettiğini. Bana inan hepsi geçecek, sadece biraz kendini ıspatlaman gerek, beni anlıyor musun yavrum?"
Dinlemeyi sürdürürken yüzü bambaşka şekiller aldı. Şaşkınlığın ötesine geçerken kendisini böyle çabuk anlamasına, utandığı kadar sevindi. Böyle net anlaması, çözümü daha rahat üreterek çare bulmaları açısından doğru olacaktı. "Ben size söylemeden, kimden söz ettiğimi nasıl anladınız?" Bunu sorması saçmaydı aslında, kendince saçma bulsa bile, utancından sorduğunu düşündü. Kelimeler dilinden refleksle dökülürken kendini durduramamıştı. "Ondan söz ederken yanında olmasa bile gözlerini kaçırıyorsun. Yanındayken hep gözlerini kaçırmandan anlarken şimdi yanında olmadan aynı tutumu sergilemen, anlamamı hiç zorlaştırmadı. Ayrıca zaten biliyordum önceden, hep engel olmaya çalıştım, bunları da gördün bende.
İstemeden kırdım seni çoğu zaman, canını acıttım. Şimdi anlatsam tam yeri olacak sanırım, şunu bil ki, sıkıntım seninle değildi. Tüm kadınlarla sorunluydum, rahmetlinin ardından, oğlumu kimseyi sevmesini istemiyordum. Severse acı çekecekti, tekrar bağlanıp, tekrar kaybedince canı acıyacaktı. Ölümün olduğu dünya yalandı, böyle yalan bir dünyada, gerçeklere tutunmayı anlamsız bulurdum. Düşüncelerim değişmedi aslında, hâlâ aynı düşüncedeyim. Yalan dünyada insan kimseyi sevmemeli, kimseye bağlanmamalı.
Başlarda sana yaptıklarım bu yüzdendi, yoksa benim senle özel problemim olmadı. Sana mesafeli davrandığım günler benim için iyi olduğu kadar kötüydü. Çünkü suçsuzdun, bunu bilerek sana öyle davranmak canımı çok sıkıyordu. Bir yandan mecbur hissettiğim için buna süratle devam ettim, sizi yakınlaştırmamak için epey çabaladım. Aile içi tartışmana sebep olduğum, eski eşinin yanında senin çalıştığın yeri söylediğim gün ise kendimden aşırı rahatsız olmuştum. Evladını eliyle toprağa koymuş anne olarak çok ileri gitmiştim. Bunu yaparak senin beraberinde Fatih de benden uzaklaşmış, hatta ailemdeki çoğu kişi bana yüz çevirmişti.
Başta kadın olduğum için bunu yaptığıma utanmıştım. İstemeyerek yapsam bile kendimi mecbur olduğuma inandırmaya çalışmıştım. Çevremdekilerin sözleri, iyiden iyiye canımı yakarken pişman olmaya başlamıştım ama bir türlü kendimi alamıyordum. Yeliz Annen kapıma gelip bana çok ağır konuşana dek toparlanamamıştım. Bana ettiği sözlerle iyiden iyiye vicdanım tarafından tartılırken köşeye sıkışmıştım. Rüyama kızımın gelerek bana, 'Sen kötüsün' demesinden sonra, kabuslarla uyandığım sabah, sana gelmem gerektiğini anlamıştım. Sana gelsem bile seni hemen kabullenememiştim, diyorum ya, derdim sen değildin.
Sürekli evladımın karşısına geçip, 'Kimseyi sevme' demek kolay olandı benim açımdan. Senin yanında olmaya çalışırken devamlı Fatih'in karşısına geçerek 'Yapma' diyordum, korkularım devam ediyordu. Ardından baktım ki olmuyor, ben kaderin önüne geçemiyorum. Senin için devamlı çabalıyor, kendini sana siper ediyor, çabalayarak uğraşıyor, bunun önüne geçerek sana zarar vereceğimi anladım. Yeterince zarar vermiştim, seni kaybedemezdim. Öyle sıradan insanlar gibi yas tutmazdı benim evladım, karşısına seveceği biri çıkarsa mutlaka severdi. Bunun sen olmasını istedim, başkası olmasındansa, madem birini sevecek, istedim ki sen ol.
Senden iyi gelin bulacak değilim ya, eğitimlisin; kültürlüsün, sonra çok güzelsin, alımlı ve terbiyelisin. Senden sadece çekingenliğini kenara bırakmanı istiyorum Hande'ciğim. Sen kendini düzeltirsen bence karşındakinin sana yaklaşımı kendiliğinden değişecek. Ben her zaman senin yanında olacağım, şimdi nasıl seninleysem yine seninle olacağım. Geçip karşısına konuşurken daima desteğim üzerine olacak. Hislerini itiraf etmeni istiyorum, Fatih çok güçlüdür, önce çabalar ama ardından, karşısındakinden tepki alamadığında istemese bile geri çekilir. Karşısındakini anlamak için geri çekilmeyi doğru seçenek olarak kabul görür."
"Demek bana, hislerimi anlamak için böyle davranıyor." Yürümeye devam ederlerken şimdi daha iyi anlıyordu. Bunu çözecek gücü vardı ama ne kadar cesur davranabileceğini düşünüyordu. "Size böyle açıkça sahiden anlattı mı?" Yanındaki kadın, kendisine öyle içten yaklaşıyordu ki, utancı biraz geri plana çekilmişti. Yanında kendini rahat hissediyordu. "Söylemesine gerek yok, ben bakışlarından anlıyorum ama evet, biraz çıtlattı. Ben aldım ağzından kelimeleri zorla bile olsa, öğrendim öğrenmem gerekenleri. Sen konuş, ben daima yanındayım, her zaman senden yanayım."
"Ben güçlü olduğumu sanırdım ama şimdi anlıyorum ki benim gücüm, sizden geliyor. Beni böyle severken ben nasıl güçsüz olabilirim, benim gücüm, sizin sevginizden geliyor. Konuşacağım, göreceksiniz, şu projeyi atlatalım, hemen karşısına geçerek konuşacağım. Sevdiğimi anlatacağım, geçip karşısına konuşacağım ama bu haftaki projeyi atlatmak istiyorum. Siz varsınız, ben her şekilde gelirim üstesinden."
"Güzel gözlüm benim, ben seni çok seviyorum, aynı şekilde Yasemin de öyle, sen benim kızım oldun, Yasemin'imin de annesi ol istiyorum. O bile anladı senin yüreğinin inceliğini, bebekken hissetti, annesinin kokusunu aldı sende." Söyledikleriyle öylece kalırken bakışlarını aşağı eğdi. Yanakları anında kızarmaya başlamış, kollarını titreme almıştı. "Demeyin öyle, ben tuhaf hissediyorum siz öyle deyince." Ürpermesine karşılık tebessüm etti Nurcan Hanım. Yanağını eliyle okşadı, parmağıyla kızın elmacık kemiğinde gezdirdi. "Bana anlatmıştın hani, bebeğinin olmadığına üzülmüştün. Ben ise sana günü gelince, Allah'ın; kalbindekini vereceğini söylemiştim, hatırladın mı bir tanem?"
"İyi hatırlıyorum. Ben çok özledim Yasemin'i, onu ne zaman görebilirim?"
"İstediğin zaman meleğim, hatta seni bugün bırakmayı düşünmüyorum, bana geçeceğiz. Oturma odasını sinema salonu gibi hazırlarım, birlikte film izleriz." Ses çıkarmadı, o eve gitmeyi, hem Nurcan Hanım'ı kırmamak, hem de Fatih'i görmek için kabul edecekti. Bunun ne kadar doğru olduğu üzerine düşünmedi, düşünürse kabul etmekte zorlanabilirdi. "Karnın acıkmaya başladı mı kuzum, başlayalım mı pikniğimize?" Gerçekten usulca acıkmaya başlamıştı. Sadece başını sallayabildi, anlaşılan pikniğe başlayacaklardı.
Aldanmalarla geçirdiğimiz hayatta, ne çok aldanıyorduk yaşadıklarımıza. Doğru bildiklerimize kanıyorduk sürekli, şimdi yaşadıklarının nasıl doğru olacağını bilmeden aldanmıştı Hande. Karşısına geçerek konuşacak, içindeki sevgiden açıkça söz edecekti. Nasıl yapacağını bilmese bile bunu bir şekilde çözecekti. Zaman neleri çözmemişti, mutlaka şimdi yaşadıklarını da çözüme kavuşturacaktı. Bir anneye ihtiyacı varken hayat kendisine annenin en güzelini vermişti. Nurcan Hanım'ın yerini kimseler tutamıyordu, onun sıcacık dokunuşları gibi kimse olamıyordu.
Yaptığı yemeklerden iştahla yemeye başlarken nasıl yediğini bile bilecek durumda değildi. Çok hızlı yediğinden ötürü kendini kaybetmişti. Öyle hızlı yiyordu ki, sanki günlerdir aç bırakılmış gibi davranıyordu. Oysa aç değildi, Nurcan Hanım'ın hazırladıkları birbirinden güzeldi. Bugün tam zamanıyken, yüreğindeki hisleri ona açmışken 'Anne' demesi gerekti, bir daha böyle cesaret bulamayabilirdi. Neler hazırlamıştı böyle, üstelik hepsini kendisi için yapmıştı, bunu bildiği halde, ona resmi davranamazdı. Annesi olmasını istiyordu, olması için ilk adımı kendisi atacaktı.
"Özellikle kıymalı kete çok güzel olmuş." dedi iştahla elindeki ekmeği yemeye devam ederken. Kıymalı kete, peynirli ve patatesli poğaçalarla beraber yine kendisinin sevdiği paçamga böreklerinden hazırlamıştı. Yanına kısır ilave etmiş, son olarak da, kakaolu ıslak kekle beraber, tahinli kurabiye yapmıştı. "Ye yavrum, afiyet olsun kuzuma; karnını onunla doyurma, daha birsürü yiyeceğimiz var. Sen yemeye devam et, ben termosumuzdan çay dolduracağım sana." Küçük ama şık termosu eline alarak bardağa tekrardan çay doldurmaya başladı Nurcan Hanım. Yanındaki kızının mutlu olması için her şey yapabilirdi. Yaşadığı bunca acının ardından gözlerinin içini güldürecek kadar mutlu etmek istiyordu.
"Yemeklerinizi çok seviyorum, sizin yemeklerinizde anne eli sıcaklığı var. Önceden demiştim, Yeliz Annem'den daha güzel yemek yapıyorsunuz ama sizi tanıdığım zamanlarda başka bir itirafta daha bulunmuştum." Kendisine doğru dönen Nurcan Hanım, elindeki çay bardağını önüne bırakırken dinlemeye devam etti. Bunu şakayla karışık söylemek geliyordu içinden. "Çorba olarak mercimek çorbasını, Yeliz Anne'm, sizden daha güzel yapıyordu. Düşüncem değişmedi, şimdi aynı şekilde yine, sizden güzel yaptığını düşünüyorum." Biraz şaşırtıcı bile olsa düşüncelerinden kendini alamadı. Yanındaki kadına içinden geldiği gibi konuşurken onunla kendince şakalaşmak istedi.
"Yaa, demek öyle." Kelimeleri uzatırken kendisine belirsizce gülen Nurcan Hanım'a değdi gözleri. Kötü şekilde bakarken aynı zamanda gülüyordu. "Bak sen şuna." Usulca bedenini kendisine çevirirken bakışları biraz katılaştı. "Senin canın biraz gıdıklanmak istiyor sanırım, bence özlemişsin." Sözlerini idrak etmesine imkan kalmadan, kadının sözleri tamamlandığı gibi kendini yerde bulmuştu. Böyle tepki vermesini beklemiyordu, şaşırmasıyla birlikte olanları anlamasına kalmadan, kendisini yere yatırarak, ellerini üzerinde gezdirmeye başlamıştı. "Yapmayın!" Şimdiden soluğu kesilirken gülmeleri, boyunu aşmıştı. Nedense bunca acının ardından sadece Nurcan Hanım'ın yanında gülebiliyordu Hande.
Geçmişe gitti gülen gözleri, zihninde canlandı yaşanan zamanlar. Zor günlerinde daima Nurcan Hanım olmuş kendisiyle, yüzünü her umutsuzluğa düştüğünde güldürmeyi başarmıştı. Güzel günleri o getirmişti kendisine, güzellikleri elleriyle çiçek misali sunmuştu yüreğine. Suçluluk hissettiği günlerde bile yanında durmuş, kendisini hatalarına rağmen suçlamamış, aksine gurur duymuştu. 'Olaylar karşısında böyle dimdik duruyorsun ya, seninle ne kadar gurur duysam azdır.' dediğinde kendisine, içindeki karamsızlığı umutla silmişti. O bir anneydi ve annelik merhameti, belli kişilere vardı. Kendisine sunmuştu annelik merhametini, üstelik anneden bile daha ılımlı yaklaşmıştı.
"İnsan, ayrılma kararı aldığı için kendini suçlar mı hiç, nerede görülmüş şu yaptığın?" Akşamın geç saatlerinde, eşinden ayrılma kararı aldıktan dakikalar sonra, kendisini parkta bulmuşlardı. Arabaya birlikte binerlerken önde Yeliz Hanım vardı, arabayı ise Alper kullanıyordu. İç geçirdi Nurcan Hanım'ın dediklerine, boşanacağından ötürü değil, yaşattıkları için suçlu hissediyordu. "Ayrılacağımdan değil, dua okuttuğunuz gün, sizi cami kapısında rezil ettiğimden ötürü kendimi suçluyorum. Yetmezcesine kalktım, kendimi durduramadım, Fatih'i bile rezil ederek İhsan'ı anlattım. Ben bunları bilerek yaptım Nurcan Hanım, içimdeki hırs beni mecbur bıraktı.
Bana attığı mesajları gösteririm birazdan, o zaman belki beni anlarsınız. Yer bildirmesem polise gidecekti, hepinizin canı iyice sıkılacaktı, konum atmaya mecbur kaldım ama yanıma gelerek amacına ulaşsın istemedim. Bunca kötülük yanına kalsaydı, kendimden daha çok utanırdım. Gelsin ama geldiğine bin pişman olsun istedim. Bana yaşattıklarını hissetmesini isterken sizi zor duruma düşürerek rezil ettim, keşke beni hiç çağırmasaydınız, layık bile değildim oraya gelmeye."
"Sus bakalım, çok oluyorsun sen artık, ileri giderek canımı sıkmaya başlıyorsun!" Sert şekilde konuşan kadının karşısında biraz afallayarak istemsizce şaşırdı. Anlaşılan kendisini suçladığından ötürü kızmıştı. "Bana bak, sen hiçbir rezillik çıkarmadın, önce bunu aklına koy! Zaten herkes dağılmıştı ama keşke dağılmasaydılar da, o kocan olacak şerefsiz, daha çok rezil olsaydı. Sen değil, onlar rezil oldu, iyi ki de bunlar yaşandı. Boşanmak istediğini gayet doğru şekilde ortaya döktün. Böyle olmasa zor söyleyecek, sürekli vicdan yapacaktın. Bu insanların zerre merhamete ihtiyacı olmadığını, yaşayarak gördük. Utanmadığım gibi aksine, böyle güçlü bir kızım olduğu için hem seninle, ayrıca kendimle gurur duydum."
Zamanlar hatalıyken insanların doğru olmasına şaşkındı. Kendisini öyle güzel teskin ediyordu ki, yanlış zamanda doğru insanın yanında olması bambaşka hislerdendi. Araba haraket ettiği sürece daha konuşmamışlardı. Sırayla gidecekler, önce Nurcan Hanım'ı evine bırakacaklar, ardından Yeliz Hanım'la beraber onun evine geçeceklerdi. Başını arabanın camını koyarken gözlerini kapatsa bile tam anlamıyla uykuya geçmemişti genç kadın.
"Yol üstünde inseydim ben, eve kadar gitmenize gerek yoktu." Ön koltukta oturan Yeliz Hanım'a konuşsa bile dinlemezden geldi kadını. Böylesine müsaade etmezdi, kapısına kadar bırakacaklardı. "Sen dinleme oğlum, sür evine kadar, kapısının önünden geride durma." Israrla konuştu Yeliz Hanım, katı şekilde isteğini dile getirdi. Zamanında sıkıntılar yaşasa bile izin vermezdi. "Bize bunca yardımınız dokunmuşken sizi böyle bir saatte, dışarı bırakamam." Konuşmalarını kararlılıkla sürdüren Alper'in üzerine sessiz kaldı Nurcan Hanım. Uzun yol tamamlanarak gecekondunun önüne geldiklerinde, araba kısa süreliğine durmuştu. Nurcan Hanım inecek, ardından yollarına devam edecektiler.
"Yavrum benim, çok yıprandı bugün." Üzerine eğilen Nurcan Hanım, uykuya daldığını düşünen kızının yanağına dudağını usulca, anne şefkatiyle dokundurdu. Gözleri kapalıydı ama daha tam anlamıyla uykuya geçmemişti. İnmeden önce kendisini öpmek istemişti, böyle şefkate henüz kimsede denk gelmemişti. "İlaçlarını içir mutlaka, kendini ihmal etti, hastalanmasından korkuyorum." Yana doğru dönerek öndeki kadına konuştu. İlgisini orada anlarken gözlerini açmadan olanları algılamaya devam etti genç kadın. "Aklın kalmasın, hadi iyi geceler." Kadının sözleriyle beraber Nurcan Hanım da arabanın kapısını araladı. "Size de hayırlı geceler, Allah rahatlık versin." dedi kapıdan çıkarak arabadan inerken, evine doğru yürümeye başlamadan önce kapılar kapandı.
Geçmişin gölgesinden sıyrılırken kısacık zamanda, güzel anılarından sadece bir tanesini hatırlamıştı. Oysa niceleri vardı, zor zamanlarında daima kendisini güldürmek için çaba göstermişti. Yanlış zamanlarda tanıştığı kadın, zaman hatasına rağmen doğru insan olmaya çalışmıştı. Kırları dolduran gülüşleri arasında kadının gözlerine bakarken "Yapmayın!" dedi gülmesi devam ederken. Beklemediği şekilde, kadının elleri üzerinde gezinirken gülüşlerini sürdürdü. "Bana ne, yapacağım işte, sen beğenmezsen benim çorbamı, böyle gıdıklarım seni." Elleri üzerinde gezinen kadın da gülerken ikisinin gülüşleri karıştı yeşilliklerin arasına. Geçmişten geleceğe, kısacık zamanda kendisine yaşattıklarını anımsadı. Kötü anıların üzerini, kuvvetli güzel anılarla, sağlam şekilde kapatan kadına hak ettiğini vermesinin zamanı gelmişti.
"Demek ben mercimek çorbası yapamıyorum." Yüzündeki gülüş çoğalan Nurcan Hanım, ellerini üzerinde gezdirmeye devam etti. Sergilediği tutum karşısında, Hande'nin gülüşü de epeyce çoğalmaya başladı. "Yapmayın ne olur." dese bile dinletemedi kendini. Onu nasıl durduracağını çok iyi biliyordu Hande, üstelik bunun zamanı çoktan gelmişti. "Sen benim mercimek çorbamı beğenmez misin, bak ben şimdi eve gidince sana bol acılısından yapıp nasıl içiriyorum; ceza sana, o dilini koparmadan önce acı biberle yakacağım." Şakayla karışık gülerek söyledikleri karşısında gülmesi devam ederken gıdıklamayı artırdı. Ellerini üzerinde gezdiren kadın karşısında gülüşü çoğalan Hande, aklındakini nasıl gerçekleştirerek karşısındaki kadını durduracağını düşündü.
"ANNE YAPMA!" Söylediği iki kelimelik cümle karşısında kendi bile şaşkına uğrarken bunu yapmayı düşünse bile bilinçsizce cesaret ettiğini anladı. Kelimenin dudakları arasından nasıl döküldüğünü anlayamadığı gibi kendi bile böyle refleksle söylemeyi düşünmüyordu. Elleri havada kalan Nurcan Hanım, karşısında, yerde uzanmış kızın nasıl böyle cümle kurduğunu anlamaya çalıştı. "Ne?" dedi katı şekilde, nasıl böyle konuştuğunu anlayamadı. "Sen az önce ne dedin bana?" derken sesi katıydı. Sormasından ürperse bile nasıl tepki vereceğinin üzerine durmadı Hande, düşünürse ona hak ettiği hitapta bulunamazdı.
"Yapma anne dedim." Yerinden doğrulurken toparlanarak oturur vaziyeti aldı. Şimdi refleksle bile olsa, tamamen içinden gelerek kullandığı kelimenin hesabını verecekti. "Sen bana 'Anne' mi dedin az önce, ben yanlış anlamadım değil mi, sen 'Anne' dedin bana?" Havadaki ellerini ağzına kapatarak şaşkınlığını belli etmekten kendini alamadı. Başını sallayarak karşısındaki kadını onayladı. Geç kaldığını düşündü, bu kelimeyi hak edeli çok oluyordu. Ellerini aşağı indirirken karmakarışık hisler içerisinde kaldı Nurcan Hanım, içindeki yara sanki, şimdi tam anlamıyla iyileşmişti.
"Siz benim annemsiniz, bana bir annenin, evladına verebileceğinden çok daha ötesini verdiniz. İyi ki girdiniz hayatıma, iyi ki annem oldunuz, olmayı kabul ettiniz." Araladığı kollarını kadının boynuna dolarken ona sımsıkı sarıldı. Böyle kutsal kelimenin üzerine sarılmasa sanki kelimenin hakkını veremezdi. Gözleri dolacak gibi olsa bile kendini toparladı Nurcan Hanım, şimdi zamanı değildi. İki tane annenin içinde öksüz kalmış, kanadı kırık, yüreği yaralı birine anne olmuştu, güçlü kalması gerekti. Sarılmasına karşılık, kollarını boynuna dolarken eliyle karşısındaki kızının saçlarını okşadı. Burnunu dayarken saçlarına, kokusunu içine çekti.
"Canım kızım." Saçlarını koklarken öpmeye devam etti. Böylesini beklemiyordu, kızı gibi sevmesine rağmen, bir gün 'Anne' diyeceğini bildiği halde bunu hesaba katmamıştı. "Gel buraya!" İyice sarıldı, doyasıya öptü saçlarını. Bugün, evladını kaybettiğinde yaşadığı acıları yüreğinde hissederken, aynı zamanda küllerinden doğduğunu anladı. "Sizi çok seviyorum anne, sadece sizin yanınızda evimi aramıyorum." Söze başlarken kadının başına bağladığı şalın ucuyla oynadı Hande, çok seviyordu tülbentine dokunmayı. "Yıllarca evimi aradım ben, iki tane annenin içinde savruldu yaşamım, oyuncak ettiler hayatımı elleri arasında. Beni sadece siz düşündünüz, siz sordunuz bana düşüncelerimi, kararlarıma siz saygı gösterdiniz. Ben sizin yannızda evimi aramıyorum, benim evim sizsiniz, sizin merhametle bana yemekler yapan, saçlarımı okşayan ellerinizde duruyor benim evim."
"Bahar gülüşlü yavrum benim." Kendinden biraz uzaklaştırarak yanaklarını elleri arasına aldı. Yüzünde umudun gölgesi vardı Nurcan Hanım'ın, bundan böyle acıya ve üzüntüye yer vermeyecekti. "Sen böyle güzel gülmesen, yüreğin böyle ince olmasa, ben seni zaten sevemezdim. Seni karşıma Rabbim çıkardı, O istedi seni sevmemi. Sen çok özelsin, güzel kalbin olmasa ben seni sevemezdim. Sen benim kızım olacaksın artık, ben de senin annen olacağım. Şimdi sırada, senin gönül meseleni çözmek var, bunu da halledelim, daima benimle kalacaksın o zaman. Sizin bir an önce nikahınızı kıyacağım, benim evde kalırsan biz bolca zaman geçiririz." Söylediklerine karşılık iyice yanakları kızardı. Konuşmaları kendisini utandırıyordu, kendinden yaşça büyük kadınla girdiği konuşmalar, ar etmesine sebep oluyordu.
"Bu çok hızlı, biliyorsunuz, ben yeni bir evliliği sonlandırdım, üstelik oğlunuzla aramızda görünmeyen duvarlar olduğunu düşünüyorum. Geçeceğine inancım olmadığı gibi, o beni istemezse, daha sizinle görüşmem de zorlaşabilir. Kendi evladınız benimle karşılaşmak istemediğinde onu bırakıp bana kol kanat germeniz mümkün değil. Yani şimdilik acele etmeyelim, görüşmemiz bile zamanla imkansız duruma gelebilir." Sözlerini söylerken Nurcan Hanım'ın kolları arasındaydı Hande, anne sıcaklığını doyasıya hissetmek istiyordu. Elini, yanındaki kızın karnına dokunduran Nurcan Hanım, hafifçe çimdikledi. Gülerek çığlık atarken neye uğradığını şaşırdı genç kadın.
"Sen yine başladın beni sinir etmeye, bu defa gıdıklarsam seni elimden kimse kurtaramaz. Biz seninle her zaman görüşeceğiz, kimse buna engel olamayacak. Güzel kızım, anneler için evlatları hep aynıdır, evlat arasında ayrım yapılmaz. İstemezse istemesin, benim çok mu umrumda, yine seninle görüşmeye devam edeceğim, o istemezse, ben inadına daha sıkı sarılacağım sana. Fatih de dönüp ne kaybettiğine bakar, iyice kudurur, ben ondan değil, senden yanayım. Kimseler seni benden uzaklaştıramaz, kalmış ki o, zaten seni isteyecek. Senden iyisini mi bulacak."
"Canım anneciğim." Yeniden sımsıkı kollarını boynuna doladı, karşısındaki kadına olan sevgisini kelimelere sığdıramazdı. Bu dünya, anneliği gerçekten yaşatan kadınların hatrına dönüyordu. Kendi doğurduğuna değil, asıl doğurmadığına merhamet edenler anneydi. "Oh!" dedi yanağını öpen Nurcan Hanım, usulca kendinden çekerek uzaklaştırdı. "Bana 'Anne' dedin diye, sana bazı konularda tolerans geçemem, o tabaktakilerin hepsi bitecek." Katı şekilde konuşurken tabağı tekrar önüne çekti. Diğer eline termosu alırken boşalan bardağa çayı doldurmaya başladı. "Ye çabuk, ye bitir tabağındakileri, yoksa külahları değişiriz." Şakayla karışık söylediklerine karşılık, tabağındakileri oldukça hızlı şekilde yemeye başladı.
"Benim bugün kızıma kocaman bir sürprizim daha olacak, şimdi çıkınca evimize gideceğiz, orada göstereceğim." Tabağındakileri yemeye başlarken içindeki merak çoğaldı, sormak istedi ama söylemeyeceğini biliyordu. Konuşurken 'Evimiz' demesi hoşuna gitmişti, kendi evini aynı zamanda, Hande'nin evi olarak mı görüyordu? "Söyleseniz olmaz mı anneciğim, ben çok merak ederim." Güldü, konuşmaları kendisine tebessüm ettirdi. Böyle güzel 'Anne' demesi dünyalara bedeldi. "Hayır söylemeyeceğim, önündekileri çabuk bitirirsen görmene az kalır." Normalde odasını gösterecekti ama daha istediği gibi hazırlayamamıştı, onun için biraz bekletecekti.
Uzun süre zaman geçirerek eğlenmişlerdi, Nurcan Hanım'a kalsa, daha kalkmayı istemezdi ama gelen telefon, gitmeleri gerektiğinin habercisi olmuştu. Seda'nın arayarak, Yasemin'in iyi olmadığını, huysuzlanarak ağlamaya başladığını; üstelik ateşinin çıktığını söylemesi üzerine kalkmak zorunda kaldılar. Zaman geçirmeye doyamamıştı Nurcan Hanım, aslında kalkmazdı ama nasıl olsa Hande, kendisine gelecekti. Ayrılmayacaktı kızından, bugünlük beraber gideceklerdi. Eşyaları özensizce toparlayarak piknik çantasına doldurdu, yiyecekler bitmişti, eskisi kadar özenmesine gerek kalmamıştı. Normalde olsa gitmezdi ama Yasemin sadece ağlamıyor, hasta olmaya başlıyordu.
"Neyi olduğunu tam öğrenebildiniz mi, canı acıyor mudur acaba?" Onu göreceği için mutlu olmasıyla birlikte, hasta olduğundan dolayı üzülmüştü. Kendi canı acıyordu sanki böyle konuşurken. "Yok acımıyordur, acısa ne olacak sanki, seni görünce iyileşecek." Kadının söylediklerine burukça tebessüm etti. Her zaman etkili olmayabilirdi kendisini görmesi. "Öyle demeyin, belki geçmez." dedi durgun şekilde. Yürüyerek piknik alanını geride bırakmışlardı. "Çocuklar annelerine kavuşunca, yaraları iyileşir. Geçmese bile ağlaması, biraz rahatlayacak." Yürüyerek yolu geçtiler, eve ilerlemeye başladılar.
Zaman aynı değildi, hataya kuşatılmış vakitlerin içinde yaşamaya çalışıyordu. Her zorluğun düzeleceği konusunda kendisini teskin eden Nurcan Hanım'ın sözlerine rağmen gergindi Hande. Konuşacaktı ama projenin sunumunu bitirdiklerinde geçecekti karşısına. Beraber yaptıkları projenin biterek aradan çıkması gerekti. İşlerin yoğun olduğu zamanda konuşarak dikkatleri dağıtmak istemiyordu. Zaten projenin tamamlanarak sunulmasına bir gün kalmıştı. Büyük zaman hatasının içinde olayları düzeltmeye çalışırken yıpranmıştı. Yanındaki kadın kendisini cesaretlendirmişti, proje sunulur sunulmaz, anında konuşacaktı.
"Senin ne işin var burada?" Sanki hesap sorarcasına konuşan Birsen karşısında istemsize şaşırdı Hande, belki de öyle hissetmişti, kendisi ters anlamış olabilirdi. Burada olmasını nasıl Hande beklemiyorsa, aynı şekilde Birsen de kendisini gördüğüne şaşırabilirdi. "Ne demek ne işi var, burası onun evi zaten, istediği zaman gelebilir." Nurcan Hanım'ın katı şekilde konuşması sonucu şaşırdı genç kadın, gittikçe ona daha çok bağlanmıştı. Boşanması için uğraştığı kadın, gittikçe bu aileye dahil oluyordu. Bir avukat olarak, ilk kez, kazandığı davadan kendini rahatsız hissediyordu. "Kusura bakma Nurcan Teyze, boş bulundum." Sinirlense bile belli etmemeye çalıştı, sakinliğini koruması gerekti. Nurcan Hanım'ın içeriye girmesinin ardından gülerek araya girdi Seda. "Hande, annemin değerlileri arasında Birsen abla, değerlisine söz ettirmez." İmalı şekilde gülerek konuşan kız karşısında iyice afalladı Hande, ortamın gerilmediğine, sadece şakalaştıklarına kendini inandırmak istedi.
"Ben alayım Yasemin'i artık, ilacı içiririm." Yanlarına soğukça yaklaşsa bile soğukluğunu kenara bırakması gerektiğini düşündü genç kadın. Ortamın gergin olmadığına, herkesin şakalaştığına kendini inandırmak istedi. Seda'ya doğru uzatırken kollarını, ilaçlarını düzgün aldığını amımsadı. Yoksa kucağında bebek tutamayacak kadar hassastı ama ilaçlarını içtiğinde kendini bedensel olarak çok güçlü hissediyordu. "Nasıl yapacaksın onu acaba, yani yanlış anlama, seni yermek için demiyorum." Birsen'in konuşması karşısında kendini durduramadı Hande, istemsizce kaşları çatıldı. Neyi ima ettiğini anlayamadı.
"Biz sabahtan bu yana uğraşıyoruz, henüz içirmeyi bırak, daha ilacı gördüğünde ağlaması artıyor." Sinirlenmemek için kendini tuttu, sabırlı kalmaya çalıştı. Davranışlarının normal olduğuna kendini inandırmak istedi, sabırlı olacaktı. Kollarına Yasemin'i alırken ağlamasının devam ettiğini anladı. Öyle kolay susacak gibi değildi, bayağı huysuzdu. "İçeceği bir kaşık ilaç, bunun için ekip kurduğunuzu görürse içmemesini normal karşılamak gerekir." Küçük kollarını boynuna dolamasına tebessüm etti Hande, ağlaması devam etse bile kollarını kendisinin boynuna sarmayı ihmal etmemişti.
Birsen, çatık kaşlarla içeriye girerken Seda, buruk tebessümle, kucağında Yasemin'le, sandalyede oturan Hande'nin yanına yaklaştı. Biraz önce kurduğu cümleden ötürü pişmandı, Hande'nin günahı yoktu ki, çocuk gibi davranarak konuşmuştu. Kendince, annesine laf sokmak istemişti ama Nurcan Hanım'ın umrunda değildi. Huysuzca ağlayan Yasemin'i susturmak için çabalayan kadına göz gezdirdi Seda. "Normalde sende susardı ama susamadı nedense, sende bile durmadıysa, daha susamaz." Çocuk ağladığı için gergindi Hande, karşısındaki kızın dedikleriyle iyice şaşırdı. Şaşırmakla kalmadı, istemsizce siteme girdi.
"Benim özel güçlerim yok Seda, gördğün gibi susmadı, sustuğu zamanların benimle ilgisi yoktu." Kollarında sallarken başını boynuna koydu. Kızıla çalan sarılıktaki saçlarının kokusunu içine çekti. "Ağabeyimi aradık, gelir birazdan, hastaneye gideceğiz." Onunla, kendisine böyle davranırken yüzleşmeye hazır değildi. Gelmesini tercih etmezdi ama mecburen davranışlarını çekecekti. "Hastaneye gitmemiz şart zaten, ben de gelirim, bırakamam böyle." Koklarken doyasıya, sanki her ağladığında kendi canı acıyordu genç kadının. Böyle ilaç içiremezdi, önce ağlamasının geçmesi gerekti. Denemek istemedi, şimdi buna cesareti yoktu. "Bana kırılmadın, değil mi, benim sitemim sana değildi. Öyle hani, 'Annem değerlisine söz ettirmez' derken seninle derdim yoktu, anneme laf çarpmak istedim ama zerre üzerine alınmadı."
Bugün şaşırmalara doyamıyordu, neden annesiyle problem yaşıyordu. Dinlemek isterdi aslında, sorunu olduğunu anında anladı. "Anlatmak istersen problemini, seni dinlemek isterim." Saçlarından geçirdi ellerini, böyle canının acımasına tahanmül edecek gibi değildi. Ağlaması dursa, ilacı içirecekti ama henüz sakinleşmemişti. "Yok teşekkür ederim." Uzatmadı genç kadın, üzerine durmadı. İsterse anlatırdı, üzerine durması, şimdiki zamanda doğru olmayabilirdi.
"İçeri gelsene yavrum, sen niye öyle sandalyede oturuyorsun?" Yanına gelen Nurcan Hanım, kendisine doğru yürümeye başladı. Sevgiye bulanmış tavırları karşısında istemsizce tebessüm etti. "Yok anneciğim, ben iyiyim böyle. Şimdi huysuzluk yaparken eve girmeyelim, daha çok bunalmasın." Yüzünden tebessümü düşürmedi, mutlu olmaya çalıştı. Zamanında bu eve geldiğinde, Nurcan Hanım kendisine yüz çevirip soğuk davranırken şimdi tam tersi olmuştu. Nurcan Hanım düzelmiş, kendisine annelik etmeye başlamıştı ama diğer herkes sırt çevirmişti. Tam tersi olmuştu, ne tuhaf bir hayata sahipti, geldiği duruma bakınca şaşırmamak elde değildi. Kimsenin soğuk olmadığına, herkesin sadece gergin olduğuna kendini inandırmaya çalıştı.
"Ben geldim." Bahçe kapısının aralandığını, gelen sesle birlikte anlayan genç kadın, başını oraya çevirdi. Yüzleşmek istemediği, sevdiği ama sevgisini izah edemediği adam gelmişti. Şimdi ne yeriydi, ne sırası ama mecburdu karşı karşıya gelmeye. "Trafik olduğu için geciktim ama geldim geç bile olsa, yani başka kimseyi çağırmanıza gerek yoktu." Bunu biraz bilinçli söyleyen genç adam, ciddi davranarak gülmemeye çalıştı. Kızdırmak istedi, çünkü sinirlenirse hem daha güzel gözükürdü, hem belki hislerini biraz kolay izah edebilirdi. Sinirden anında kızarırken üzüntüsü de sinirine değdi genç kadının. Genelde üzüldüğü zamanlar, siniriyle yansıtırdı üzüntüsünü.
"Kusura bakmayın Fatih Bey, sizinle karşılaşmaya ben de meraklı değilim ama burada olmamı isteyenler var, katlanmak zorundasınız." Kendisine yaklaşan adamın kucağından bebeği almasına imkan tanırken sözlerini devam ettirmekten çekinmedi. Belki babasında biraz rahatlardı, iyi gelirdi ona. "Benim size zamanında katlandığım gibi, şimdi siz bana katlanacaksınız. Buraya kendi isteğimle geldim, siz alıkoymuyorsunuz ya, gücünüze gitmiş olabilir." Sinirine dokunursa, böyle net şekilde yanıtını verirdi, yanına bırakmazdı. Buraya gelmeye çok meraklıymış gibi davranması, iyiden iyiye canını sıkmıştı.
"Hoş geldin Fatih." Bahçeye aralanan kapıdan Birsen çıkmasa, tartışmaları devam edebilirdi. Karşısındaki adamın konuşacak imkanı olmadan ortam değişmişti. "Ben dedim ama anlatamadım, öyle kucak değiştirmeyle olacak iş değil. Bu çocuk artık bebek değil, yakında bir yaşına girecek, hastaysa hastadır, gideriz doktora, olay çözülür." Bugün neden böyle herkesin ters olduğunu idrak edemedi. Konuşurken sanki Birsen, kendisine laf çarpıyordu, ya da Hande bugün çok alıngandı, orasını çözemedi. Sakinliğini koruyarak kendini kontrol edecekti. "Hastaneye gidelim kızım, ben gitmeyelim demedim." dedi araya giren Nurcan Hanım. Gitmeleri şarttı zaten, Yasemin'in ateşinin düşmediği gibi ağlaması henüz bitmemişti.
Hayata yetişmeye çalıştığı yerde yoruluyordu kimi zaman. Yalnız değildi, sevenleri vardı yanında, sonuçta onları mutlu etmeye çalışıyordu. Çoğu kez kendisini, hastanede bekledikleri sırada arayan Yeliz Hanım'a, olanları dürüst şekilde telefonda izah etti. Anlayışlı, ileri görüşlü anneye sahipti, sadece nerede olduğunu öğrenmiş, anlayışla karşılamıştı. Yine kendisini zamansızca arayan Neslihan Hanım'a ise basitçe yalan söylemişti. İşyerinde mesaide olduğunu, birazdan çıkacağını anlatmıştı. Bulunduğu yeri söylerse, nasıl tepki göstereceğini bilemediği için mecburen yalan söylemek zorunda kalmıştı.
Hastanede beklemeleri çok uzun sürmemişti. Normalde olsa asla gelmezdi ama Nurcan Hanım ısrar etmiş, 'Sen gelmezsen olmaz' demişti katı şekilde. Zaten karşısındaki adama sinirliyken evine gelmek, üstüne üstlük hastaneye de gitmek zorunda kalmıştı. Herkes tuhaftı, Nurcan Hanım hariç herkes kendisine yabancılık çektiriyordu. Kendisini buraya gelmeye ikna eden Nurcan Hanım, aynı zamanda sabırlı olması için kendisini ikaz etmişti. Ailesine karşı nasıl sabırlı davranıyorsa, şimdi yine öyle olacaktı. İki annesini aynı anda idare ediyordu, bunun da üstesinden gelecekti. Geçen zamanda Neslihan Hanım'la araları iyiden iyiye düzelmiş, normal şekilde görüşüyorlardı, arayı içmeden ziyaret etmeye çalışıyordu.
İçeriden çıkan doktoru gördüğü anda, herkesten önce yerinden kalkarak genç doktorun yanına ilerledi Hande. Herkesi şaşırttı tavırları, çünkü ilgili davranışlarının dikkat çekmemesi mümkün değildi. Sıradan, bebeklerde oluşabilecek enfeksiyonlardan olduğunu izah eden doktoru dinledi. "İlaçlarını düzenli kullanırsa sorunu kalmaz, serumla iyice toparladı." Konuşan doktoru dinlerken başını salladı genç kadın. Ağlamaları ve huysuzlanması bittiğine göre, ilacını daha rahat içirebilirdi. "Çok ağlıyordu, ilaç içirerek daha çok ağlamasını istemedim, sakinleşmesini bekledim." Durumu izah edişini, yanında duran Fatih bile şaşkınca dinlemişti. Kendisinden önce davranarak konuşmaya dahil olması, insanı istemsizce şaşırtıyordu.
"Siz annesi misiniz?" Sorduğu soru karşısında herkes iyice şaşırırken durumun toparlanması gerektiğini düşündü genç kadın. Açıklama yapması gerekti. "Hayır." Yanındaki adam konuşurken rahatlama geldi genç kadına, annesi olmadığını Fatih izah edecekti. "Oğlumun sözlüsü, kısa zamanda dediğiniz gibi annesi olacak, bu nedenle yakından ilgili." Sinirli bakışlarını, yanlarına gelen annesine çeviren genç adam, Nurcan Hanım'ın umursamadığını görünce ne yapacağını bilemedi. "Anladım." Doktorun konuşmaları tekrardan başladı. "O vitaminlerle beraber, şimdi reçeteye eklediğim ilaçları alırsa kısa zamanda toparlanacaktır. Tekrardan geçmiş olsun." Yanlarından geçip giden doktorun ardından herkes şaşkın şekilde, öylece bakmıştı.
Eve geldiklerinde, herkesin üzerinde gerginlik vardı. Kendilerini evde Seda ile beraber bekleyen Birsen, herkesten öte gergindi. "Neyi varmış, doktor ne söyledi?" Yanlarına merakla yürürken kapıdan giren Hande ile gözleri buluştu Birsen'in. "Nurcan Teyze, benden çok, senin hastaneye gelmeni istedi. Seni layık gördüğüne göre, doktorla konuşmuşsundur herhalde, söyle bakalım, ne teşhis koydu?" Sözlerine karşılık gözlerini devirirken elindeki çantasını kenara bıraktı. Karşısındaki kadın gülerek, şakayla karışık konuşuyordu ama Hande, onun yersiz şakalarını çekecek durumda değildi. Üstelik yaptığı şakaların altında, istemsizce art niyet arıyordu.
"Gelseydin kızım." dedi araya giren Nurcan Hanım, kendi de gülerek karşılık gösterdi. Alınmış olabilirdi, bunu normal karşıladı. "Kadro sınırlı değildi, ben, 'Sadece Hande gelecek' demedim, isteyen gelebilirdi."
"Biliyorsun, salgın var bu sıralar, normal olarak mikrop kapmış. O yüzden böyle ateşi çıkmış, serum alınca toparladı." Açıklamayı Fatih yaptı, iyi ki yapmıştı, Hande'de konuşacak hal kalmamıştı. Kimseyle uğraşacak gücü yoktu, çok yorgun hissediyordu kendisini. "Çok şükür." Köşedeki çantasını alırken çıkmak üzere hazırlandı genç kadın. Burada kendisine ihtiyaç kalmadığını anlamak mümkündü. "Ben evime geçeyim öyleyse, sabah tekrar uğrarım." Konuşarak kapıya ilerleyen kadına şaşkınlıkla baktı Hande, bugün şaşırmaya doyamamıştı. Öyle uzun yolu nasıl gideceğini, geri sabah erkenden nasıl burada olacağını düşündü.
"Sen Düzce'de otur muyor musun, kal istersen. Böyle geç saatte giderek, sabah erkenden gelmen zor olabilir." Kendinden bağımsız konuştu, şaşırdığından cümlesi, yarı refleksli dökülmüştü dudaklarından.
"Canım benim, çok düşüncelisin, inceliğinden ötürü teşekkür ederim." Kapıyı aralamadan önce Nurcan Hanım'ın kucağındaki Yasemin'in yanağına dudaklarını dokundurdu. Sabah geri geleceği için çok özlemeyecekti. "Kalmak istersem kalırım zaten ama buna gerek yok, ben artık buraya yakın oturuyorum. Pendik'e taşınalı çok olmadı, senin davan için gelip gittiğim dönemlerde tuttum evimi." Kendi mi çok alıngandı, yoksa karşısındaki kadın gerçekten bugün ters mi davranıyordu, orasını bir türlü çözemiyordu. Sanki iğneliyici şekilde konuşur gibi hali vardı. Fatih'e sinirlendiği için yersiz alınganlık ediyor da olabilirdi aslında. "Yasemin'in ilaçları için nöbetçi eczane bulacağım, gel hadi seni de bırakayım." Birsen'le beraber kapıya ilerleyen Fatih, köşedeki konsoldan arabasının anahtarını aldı.
"Ben o sırada vitaminlerini içiririm anneciğim, sen bana ver Yasemin'i, yoruldun yeterince, dinlenmiş olursun." Kapı kapandıktan kısa süre sonra kendine gelen Hande, kollarını Nurcan Hanım'a uzattı. "İlaçları içirmek için çok zorlanırsan bana seslen canım, sen uyutmaya çalışırken, ben de bize ada çayı hazırlayayım. Yasemin'i uyuttuğun gibi yanıma gel, karşılıklı sohbet ederek çayımızı içelim." Sadece başını salladı genç kadın, zorlanarak bile olsa kollarına alarak yürümeye başladı. "Seda'cığım." Yanlarında kendilerini izleyen kızına seslendi Nurcan Hanım. Yürüyerek Yasemin'i yatıracak oda arayan Hande'nin yardıma ihtiyacı olabilirdi. "Hande'ye, arkadaki misafirler için ayırdığımız, aynı zamanda Yasemin'i uyuttuğumuz odayı gösterir misin?"
"Tamam anne." Soğukça seslenen kızının neden böyle durgun olduğunu düşünse bile şimdilik üzerine durmadı Nurcan Hanım. Yoğun derslerden ötürü yorgun olabileceğini düşündü. İki kızı birden, arka odaya ilerlerken kendi de mutfağa doğru yürüdü. Seda, Hande'ye odayı gösterdikten kısa süre sonra annesinin yanına gelerek, yorgun olduğunu ve odasına çekileceğini söylemişti. Kalması, kendilerine çay içerlerken katılması için kısa süreli ısrar eden Nurcan Hanım'ı kibarca geri çevirerek odasına ilerledi. Annesi sadece usul gereği kendisiyle ilgileniyordu, yoksa kendisini umursamıyordu.
Geç saatlerde eve dönen genç adam, elindeki arabanın anahtarını konsola bırakırken kapıya ardından ağırca kapattı. Yürürken salona doğru, arka odadan gelen Nurcan Hanım'la karşılaşmayı beklemiyordu. "Hoş geldin oğlum." dedi yüzünde tebessüm olan kadın. "Hande, Yasemin'e vitamin ilaçlarını içirmeyi başarmış, yetmezcesine uyutmuş. Beraber içmek için ada çayı hazırlamıştım ama nasip olmadı. Yasemin'i uyuturken kendi de yanında uykuya dalmış, kıyamadım uyandırmaya." İstemsizce bile olsa gözlerinin içi güldü genç adamın. Severken uzak kalmak çok zordu ama kendisine sağlam hislerle gelmesi için buna mecburdu. "Üzülme anne, ben üzerimi değiştirip geleyim, seninle içerim." dedi odasına doğru ilerlerken. Yorgundu aslında ama annesini üzmeyecek, hazırladığı ada çayını onunla beraber içecekti.
"Bu arada." dedi ardına dönerken, hastanede yaptığı harakete istemsizce sinir olmuştu. Yeniden annesine baktı. "Hande'yi ne kadar sevdiğini çok iyi anlıyorum anneciğim, yalnız lütfen bunu daha farklı şekilde belli et. Hastanede doktora söylediğin hoş değildi." Söyledikleri, Nurcan Hanım'ı güldürmeyi başardı. Sinirlenmesinden mutlu oldu. "Ne olmuş canım demişsem, olacak olanı söyledim. Hande sana hislerini izah etsin, bak bu anlattıklarım nasıl gerçekleşecek. Ayrıca görmedin, doktor, annesi sandı Hande'yi, görsen nasıl hoşuma gitti." Anlatırken gözlerinin içi gülen annesine şaşırmadan edemedi. Nereden nereye gelmişti böyle. "Ben üzerimi değiştirip geleyim, ada çayı içerken tekrar konuşuruz." dedi tekrardan koridora dönerek odasına yürümeye başlarken, her olayı, oluruna bırakmayı tercih etti.
Odasına yürürken arkadaki boş odanın aralık kapısına değdi gözleri. Kendinden bağımsız, yüreğinden geçen hislere engel olamayan genç adam, oraya doğru çevirdi bakışlarını. Yürüdü biraz, aralık kapıya yaklaştı. Sessizce tamamen açarken kapıyı, yataktaki iki değerlisine baktı. Orada peri kızı misali, kollarını kızına dolayarak uyuyan kadını izledi. İçeriye sakin adımlarla, kendinden bağımsız şekilde sertçe yürürken yatağa yaklaştı. Hande'nin boynundaki kolyede Yasemin'in eli vardı, diğer eli ise, kadının boynunu aşan saç teline tutunmuştu. Yatakta, kızına sarılarak uykuya dalan kadını izledi. Yüzüne yapışan saçlarını eliyle alnından çekerken ortaya çıkan yüzünü izledi.
"Ben seninle ne yapacağım." Yüzüne söylerken kelimeleri, dudaklarının kenara kıvrılmasına engel olamadı. Sahi ne yapacaktı, yüreğini kasıp kavuran sevda ile daha ne kadar uzak kalabilecekti. "İkinizi de çok seviyorum, hayatımda olduğunuz için çok şanslıyım." Yüreğini durduramadı, kalbine söz geçiremedi. Yatağın boşta kalan kısmına ilerledi, usulca Yasemin'in yanına, cenin pozisyonunda uzandı. Ortalarında Yasemin olmasına rağmen, elini uzatarak, Hande'nin bileğine sardı. Kolunu kadına sararken şimdi tüm yorgunlukları geçiyordu. İnsan ancak değer verdiklerinin yanında dinlenirdi, dinlenirken kendini keyifli hissederdi. Şimdi büyük hatalara sahip zamanın içinde dinlenerek sevdiği kadına olan hasretinden kurtulmaya çalışıyordu.
Kimsenin gelmediğini anlayan Nurcan Hanım, uzun sürenin ardından, Fatih'in odasına yürümeye başladı. Çay soğumuştu zaten, çay içmesi için değil, merakından yanına gidiyordu. Tam odasına gideceği sırada, aralık kapıdan gözüne çarpan manzara karşısında, hızlıca oraya döndü. Gördüğü manzara, keyiften dört köşe olmasına sebep verirken, odanın içine yürüdü. Hayat ne tuhaftı, önceden görse kıyameti koparacağı, kendisini aklını kaybetme noktasına getirecek manzara, şimdi mutlu ediyordu. Yatakta kızı, oğlu ve torunu, yan yana uyuyorlardı. Yataktaki kızının yakında gelini olmasına çok kalmamıştı, gördüğü manzara, bunu gösteriyordu.
Yasemin'i ortalarından alırken üzerlerini örtmeyi ihnal etmedi. Kucağında çocukla, sessizce odadan çıkarken ardlarından kapıyı kapattı. Yasemin uyuyordu, yatağına bırakabilirdi, uyanık olsa belki tekrar ağlar, susturması zorlaşabilirdi. Yasemin'i, daima tuttukları bebek odasındaki beşiğe bırakırken yüzünden tebessümü düşmedi. "Biraz sabredelim, babanın; Hande ablanla arasının düzelmesine çok kalmadı, güzel günler yakın." derken Yasemin'i bıraktığı odadan çıktı. Geriye kendisine, ada çayını tek başına içmek kalmıştı, şimdilik buna katlanabilirdi. Yakında kızı, gelini olarak buraya gelecekti, şimdilik yalnız kalmasında sakınca yoktu, hem biraz dinlenmiş olurdu.
Derin uykunun ele geçirdiği bedeni, uyuduğu yatağa göre çok rahattı. İçeriden süzülen, sabahın ilk ışıklarıyla gözleri aralanırken Yasemin'in yanında uykuya daldığını anımsadı Hande. Gözlerini henüz, tam anlamıyla açamamıştı. Yorgundu ve burada uykuya kalmak, nedense rahatlatmıştı kendisini. Yerini yadırgaması gerekti normalde, her yerinin tutulması gerekti ama bunların hiçbiri olmamıştı. Zorlansa bile gözlerini açmaya çalıştı, başkasının evinde uyuyarak sabahı etmişti. Bir an önce kalkarak evine gitmesi, annesine olanları anlatmasının ardından okula gitmesi gerekti. Kendisine Yeliz Hanım'ın kızacağını sanmıyordu, burada kalmasına tepki göstermezdi.
Gözlerini tamamen açarken Yasemin'in yanında olduğunu anımsayarak düzgün haraket etti. Yana doğru dönerken Yasemin'i görmeyi bekliyordu aslında ama umduğu şekilde olmamıştı. Gördüğü manzara karşısında gözleri dehşetle aralanırken dudaklarından kopan çığlığa engel olamadı. Yataktan, sağlam olmayan beline rağmen, öyle hızlı kalkmıştı ki, bunu kendi bile kendisinden beklemiyordu. Yanında Yasemin değil, Fatih'in kendisiyle, aynı yatakta uykuya dalmıştı. Büyük zaman hatasının içinde, kendine itiraf etmekten kaçınsa bile en güzel doğrulardandı yanındaki adam. Şimdi tepki göstererek kızacak olsa da, içten içe yüreği şifaya kavuşmuştu...
|
0% |