Yeni Üyelik
50.
Bölüm

49. Bölüm: “İyi Ki Varsın”

@mavi_melekler

49. Bölüm: "İyi Ki Varsın"

 

-Hatırlatma-

 

Gözlerini tamamen açarken Yasemin'in yanında olduğunu anımsayarak düzgün haraket etti. Yana doğru dönerken Yasemin'i görmeyi bekliyordu aslında ama umduğu şekilde olmamıştı. Gördüğü manzara karşısında gözleri dehşetle aralanırken dudaklarından kopan çığlığa engel olamadı. Yataktan, sağlam olmayan beline rağmen, öyle hızlı kalkmıştı ki, bunu kendi bile kendisinden beklemiyordu. Yanında Yasemin değil, Fatih'in kendisiyle, aynı yatakta uykuya dalmıştı. Büyük zaman hatasının içinde, kendine itiraf etmekten kaçınsa bile en güzel doğrulardandı yanındaki adam. Şimdi tepki göstererek kızacak olsa da, içten içe yüreği şifaya kavuşmuştu...

 

Ürpertici çığlığın dudaklarından dökülmesiyle beraber, yatakta kendisiyle beraber uyuyan genç adam, hızlı şekilde gözlerini aralayarak yataktan kalktı. İkisi bir kıyıda dururlarken ortalarında yatak vardı, öylece birbirlerine bakıyorlardı. Kendine gelmeye çalışan Fatih, gözlerini ovaladıktan kısa vakit sonra kadında gezdirdi bakışlarını. "Senin burada, benimle aynı yatakta, ne işin var?" Sinirlenmişti, kendisinden böyle uzak duran adamla aynı yatakta uyanmak, istemsizce canını sıkmıştı. Kendine gelen genç adam, gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken dilinde kelimeleri toparlamaya çalıştı. "Ben burada, Yasemin'i uyuturken uykuya daldım, en son yanımda o vardı, sen nasıl gelirsin, Yasemin'in odası değil mi burası?"

 

"Hayır, yani evin hissesi genel olarak benim üzerime, odaları henüz bölmedik." Karşısındaki adam, anladığı kadarıyla kendisiyle alay ediyordu. Köşeye bıraktığı yürüteçini alırken "Densiz." dedi dudakları arasından. Çevresine bakındı, Yasemin'in olmamasına anlam biçemedi. "Sen uykulu kalsaydın ya, uykudaki versiyonun daha iyiydi." Kendisiyle alay ederek konuşan adama ters şekilde, sinirle baktı. Yürüteçinden destek alarak, ağırca odadan çıkarken evin içinde nereye gideceğini bilemedi. Yürümeye çalışırken çevresine bakınarak mutfağa ilerlemeyi düşündü, oradan sesler geliyordu.

 

"Günaydın canım." İçeriye girerken konuşan Nurcan Hanım karşısında, bakışlarını utançla aşağı eğdi. Kendilerini görmüştü büyük ihtimalle, Yasemin'i yanlarından alanın da o olduğunu anladı. "Günaydın." Sesi alçak çıkarken bakışlarını yukarı kaldırmaya çalıştı. Utanırsa, çevresindekiler iyice üzerine gelecekti. "Rahat uyudun mu?" Sorduğu imalı soru karşısında kaskatı kesilirken iliklerine kadar tutulduğunu hissetti. Böyle de sorulmazdı ki, halinden zevk alıyordu. "Uyumuştur uyumuştur." Yanlarına gelen adamın konuşmaları ile utancı kenara çekilirken tekrar sinirleri gerildi.

 

"Elimin tersiyle sana bir tane çarparım, savrulup olduğun yerde can verirsin." İnsanı çıldırtana kadar uğraşıyordu, yaptığından utanmadığı gibi aklınca kendisini utandırmaya çalışıyor, üstelik bunu başarıyordu. Kendini durduramamış, sinirinden ne dediğini bilmezcesine konuşmuştu. "Öleceksem senin elinden olsun, sorun yok." Dudakları kenara kıvrılırken yaptığı konuşma karşısında dişlerini sıkmaya başladı genç kadın. Artık tahammülü kalmamıştı. "Ya bir kes be zevzekliği!" Yükseltmek zorunda kaldığı sesi, neredeyse mutfağı doldurmuştu. Böylesini kendi bile kendisinden beklemiyordu. Uzak durduğu gibi üstüne üstlük böyle davranması, iyice sinirlendiriyordu genç kadını.

 

"Şişştt, sakin olun, yemeyin birbirinizi." Araya girmese, ortalığın iyice karışacağını anlayan Nurcan Hanım, hemen konuşmaya dahil oldu. Gerçekten Fatih bazen, yaptıklarının neye bedel olacağını bilmeden haraket ediyordu. "Fatih, hadi sen bir Yasemin'i kontrol et oğlum." Ortalığı sakinleştirmek için ikisini ayırması şarttı.

 

"Hande'ciğim." Yanına yaklaşan Nurcan Hanım, eliyle omzuna dokundu. İçeriden sırıtarak çıkan Fatih'in ardından, konuşmalarını sürdürmeye başladı. "Yeliz Annen beni dün sürekli aradı, burada iyi olduğunu öğrenmek onu rahatlattı. Anneler hep merak eder, evlatlarını düşünmeleri hiç bitmez. Seni eve değil, her zaman birlikte zaman geçirdiğiniz mekana çağırıyor." Şaşkınlıkla kaşlarını çatarken olanları anlamaya çalıştı.

 

"İyi de, durduk yere neden bunu istedi acaba, biz orada genelde özel günlerde toplanırız." Karşısındaki kızın dedikleriyle tebessümünü gizlemeye çalıştı Nurcan Hanım, bugün kızını çok mutlu edecekti. Hande'nin gülmesi için her zorluğu göze alırdı. "Bilmem ki kuzum, gidince kendisine sorarsın neden bugün toplandığınızı." Sadece başını salladı, öyle olacaktı zaten. Davete icabet ederek gitmek yakışırdı kendisine.

 

"Biz arada toplanırız, ağabeyim de gelir, çok eğleniriz. Özel gün değil ama büyük ihtimalle annem, büyük zorlukları atlatmamızı kutlayacak. Zor zamanlarımda bana en çok sizin hakkınız dokundu Nurcan Anne, siz de gelirseniz çok memnun olurum. Güzel anıları beraber biriktirelim." Hande'nin nasıl ince düşündüğünü bilirdi ama böylesini tahmin edememişti. Kendisini davet etmesi hoşuna gitse bile bunu kabul etmeyecekti. Kızı için kendi çabalayacak, kendisi hazırlık yapacaktı. Yaklaşarak ellerini yanaklarına uzattı, yüzünü avuçları arasına aldı.

 

"Canımın içi, ben seni özel olarak başka yere götüreceğim, orada zaman geçiririz. Ben inancım gereği, alkol bulunan yerlere girmiyorum. Orada bulunur mu bilmem, bilmediğim ortamlara girmem de yine benim açımdan hoş değil. Sen şimdi git, güzelce eğlen, tadını çıkar, oradan çıktığında seni tekrar bana bekliyorum."

 

"Olur anneciğim, siz nasıl uygun görürseniz." Neden mekanda toplandıklarını, üstelik Nurcan Hanım'ın niye kendisini tekrar çağırdığını anlayamadı. Üzerine durmadı, Yeliz Hanım'ın tuttuğu mekana gelemediği için kendisini çağırıyordu büyük ihtimalle. "Pişi yaptım, burada beraber kahvaltı edeceğiz, seversin, değil mi meleğim?"

 

"Çok severim." Dışarıda kahvaltı ettiği zamanlarda yemişti, başkasının elinden tatmamıştı. "Hazırlamam uzun sürmez, hadi sen otur, ben hemen kahvaltıyı hazırlayayım."

 

İsmini bile restorandan öğrendiği pişiyi, Nurcan Hanım’ın yapmasını, sabırsızlıkla beklemeye başladı Hande. Yemeyeli uzun zaman olmuştu, bu nedenle daha heyecanlanmıştı. “Orada tabakta kurabiye var, atıştır onları bebeğim, aç kalma.” Sessizce, dediğini yaparak süslü kurabiye tabağının üzerindeki kapağı kaldırdı. Akşam olanları düşünerek ağzına kurabiye atarken düşündükleri, iyiden iyiye karmaşaya düşürüyordu genç kadını. Kendisinden böyle uzakken niye öyle davranarak, yanına uzandığını anlamaya çabalıyordu.

 

Yine huzurunu kaçıran, kahvaltı etmeden, erken şekilde evden çıkan Fatih olmuştu. Daha sabah yanında uyur vaziyette görmüş, kalktıklarında ise espriler yapmış ama şimdi tekrar aynı soğukluğuna bürünmüştü. Acaba kendisi çok tepki göstermişti de, ondan mı geri dönmüştü? İyi de nasıl tepki gösterebilirdi, gözlerini açtığında, yanında henüz düzgün tanımadığı biri varken sakin kalması beklenemezdi.

 

Evden çıkışını, Fatih’in erkenden gidişini ve Nurcan Hanım’ın onu geçirişini izledi. Kendisiyle karşılaşmamak, tekrardan konuşmamak için olsa gerek, kahvaltı bile etmeden çekip gitmişti. Üzgün olmasına rağmen bunu belli etmemeye çalıştı. Zaten üzgünlüğün yanında, canını acıtan başka karmaşalar vardı. Çözülmesi zor düğümlerden kurtularak sevdiği adama gidemiyordu.

 

Oğlunu yolculadıktan sonra anında mutfağa gelen Nurcan Hanım’ı izledi Hande. Ocakta kızaran hamurları çeviren kadına çevirdi kendini. Aklındakini sormazsa, kahrından uykusu gelmezdi. “Anne, benim burada olmam Fatih için sorun oluşturuyorsa, ne olur söyleyin bana. Gelmem ben, sizinle dışarıda görüşürüz. Kahvaltı bile etmeden gitti, biliyorum benim yüzümden böyle davrandı.” Konuşmalarını dinleyen Nurcan Hanım, arkası dönük olduğu için gülüşünü gizlemek zorunda kalmadı ama sessiz güldü. Sessiz tebessüm ederken ne diyeceğini bilemedi. Kahvaltı yapmadan çıkmasını bile kafasına takacak kadar güzel severek düşünüyordu.

 

“Kim ne ederse kendine eder kızım, sen yaşamına kaldığın gibi devam edeceksin. Yeri gelecek, şu projeyi atlatıp konuşacaksın, o zaman da böyle davranmaya devam ederse, sen daha çok gireceksin bu eve. İnadına karşısına çıkacaksın, neyi kaybettiğine iç geçirerek bakacak.” Yıkadığı ellerini çabucak kuruladı, elindeki bezi kenara bıraktı. Yüzündeki tebessüm çoğaldı. “Pişiler biraz kendine gelsin, biz o sırada, sana hazırladığım sürprize gidelim, gel bakalım.” Projeden konuşunca aklına, kızı için diktiği elbise geldi. Göstermenin tam zamanı gelmişti.

 

“Bana piknikte başka sürpriziniz olduğunu demiştiniz.” İçindeki heyecana engel olamadan, karşısındaki kadının kendisini kaldırmasına imkan tanıdı. Koluna girerek kaldıran Nurcan Hanım, “Evet.” dedi kelimesini uzatarak. Şimdi kızını iyice mutlu ederek, proje sunumunu yapacakları güne, motivelerle hazırlayacaktı.

 

Kendi yatak odasında tuttuğu, yaklaşık bir aydır üzerine çalıştığı, dikmek için yoğun çaba gösterdiği elbiseyi gösterecekti. Usulca yatak odasının kapısını aralayarak içeri girerlerken Hande’nin çekingenliği rahatsız etti kendisini. Biraz çekiniyor, kendisine ‘Anne’ demesine rağmen daha bu eve alışamıyordu. Zamanla, kızı için çok çabalayarak bunu aşacağını biliyordu Nurcan Hanım. “Geç bir tanem, bak orada ışık var, aç onu.” İçerisi biraz karanlıktı, çünkü bu oda arka cepheye bakıyordu.

 

“Hande’ciğim, ben bu elbiseyi senin için özel olarak hazırladım.” Elbise dolabının önünde, manken üzerinde tuttuğu yeşil elbiseyi gösterdi. Yeşilin en naif tonlarında, dantel detaylı, ortası ise taşlarla süslenmişti. “Henüz bitiremedim, sizin sunum gününe kadar yetiştireceğim inşallah. Ben istiyorum ki, projeyi sunarken en güzel sen ol. Tabii bunu ne kadar başarabilirim, orasını bilemiyorum. Yani beğenmeyebilirsin, ya da proje sunumunda giymek istemeyebilirsin, ben seni anlarım. Çünkü daha senin neleri sevdiğini bilemiyorum, hangi renklerden hoşlandığını, elbise tarzının ne olduğunu, bunları öğrenemedim. Elbiseye başlarken rahmetli kızım geldi gözlerimin önüne, yaşasaydı, şimdi senin yaşlarında olacaktı. Yeşili çok severdi, belki sen de seversin dedim ama bunu beklemenin doğru olmayacağını düşündüm sonra. Dediğim gibi yavrum, giymek zorunda değilsin. Ben istiyorum ki, sen çok mutlu ol. İstemezsen sevdiğin başka rengin parçasıyla, tekrardan dikmeye başlarım. Dilersen hazır da alırım, benim diktiğimi giymek zorunda da değilsin. Sen ne istiyorsan bana de, yüzünü güldürmek için onu yapayım.”

 

Şaşkınlığın beraberinde gözleri dolarken, bakışları elbisede, kulakları ise kadının konuşmalarında kaldı. Gözlerinin dolmasına engel olamadı, ağlamasa bile dolan gözleri, yüreğindeki hisleri ele verdi. Böyle güzel, zarif bir elbiseyi, nasıl olur da beğenmeyip kabul etmezdi. Çok beğenmişti ama beğenmese bile yine giyerdi. Görüntü değildi önemli olan, nasıl hislerle ortaya çıkarıldığına bakmak gerekti. “Anneciğim bu çok güzel, beğenmek bir yana kalsın, bayıldım ben buna. Siz çok zevkli bir kadınsınız, sizin yaptığınızı beğenmez miyim ben hiç, beni çok mutlu ettiniz.” Elbiseyi hayranlıkla incelemeye devam ederken konuştu. İncelikleri düşünerek dikilmiş elbise, bitmeden böyle güzelse, kim bilir bitince ne kadar güzel olacaktı.

 

“Canım kızım, sen yine beğenmediysen söyle bana, beğenmediğin yerleri düzeltirim.” Elini omzuna dokunan kadına kendini çevirdi. O böyle güzel severken kendisini, kimseler yıkamayacaktı. “Proje sunumunda giymek zorunda değilsin, istersen orada giyme.”

 

“Bana ne.” dedi kadının ellerini elleriyle tutarken. Küçük çocuk misali, nazlanırcasına konuştu. “Ben bunu projede giyeceğim, kimse engel olamaz.” Gülerek söyledikleri, karşısındaki kadını da güldürdü. “Yeşili seviyorum ayrıca, elbiseyi de çok sevdim.”

 

“Güzel kızım benim, güzel yüreklim.” Kendine engel olamayarak sıkıca sarıldı, birbirlerine öylece sarılmaya devam ettiler. “Meleğim, sen peri kızı gibi olacaksın bu elbisenin içinde.” Saçlarını koklayarak öptü. Elleriyle saçlarını okşarken diğer yandan doyasıya öptü.

 

“Anne.” Kapı pervazında durmuş, gördüğü manzarayı acı içinde seyreden Seda, sesini zoraki bularak seslendi. Gördükleri günden güne iyice canını acıtıyordu. “Kusura bakmayın, bölmek zorunda kaldım.” Konuşurken ima içinde tebessüm etti ama kimse anlamadı imasını. Elinde olsa bölmezdi ama annesi, haber etmeden çıkarlarsa kızardı. “Ben çıkıyorum demek istedim sadece.”

 

“Yok yavrum, bir şey bölmedin, iyi etmişsin. Şimdi çıkamazsın yalnız, çok güzel pişi yaptım, birlikte kahvaltı edeceğiz.”

 

“Yok anne, dersimin başlamasına az kaldı, yetişmem gerek.”

 

“Aç karnına ders mi olur kızım, hayatta bırakmam. Ağabeyin de çıktı zaten erkenden, n’oluyor size Allah aşkına?” Sinirlenmemek elde değildi, sanki herkes Hande’ye tavır almıştı ve bu durumdan rahatsız olmaya başlamıştı Nurcan Hanım. Belki Fatih’i biraz olsun anlayabilirdi ama Seda’ya ne olmuştu? “Yoksa sen de ağabeyin gibi cephe mi alacaksın bana?” Kendinden bağımsız, tebessüm ederek konuşan Hande karşısında afalladı Seda. Acaba annesini kıskandığını anlamış mıydı, yoksa sadece espri olması için mi böyle konuşmuştu.

 

“Kimseye cephe almadım ben.” Hande’nin gözlerine bakarak başlattı cümlesini. Bakışlarını annesine tekrar çevirerek konuşmalarını sürdürdü. “Gerçekten çıkmam gerek, kantinde atıştırırım bir şeyler.”

 

“Olmaz öyle, bekle yanına koyacağım, kantinden çay alır yersin orada.” Küçük saklama kabına doldurarak çantasına koyacaktı. Başka yolu kalmamıştı. Mutfağa doğru yürürken Nurcan Hanım, ardı sıra Hande de ilerledi. Sanki herkes burada olmasından rahatsızmış gibi hissederken kendini durduramadı. Dış kapının önünde çantasını kontrol eden Seda ile göz göze gelirken konuşmadan edemedi. “İnsan kimi zaman çok bunalır da, konuşacak kimse bulamaz.” Söze girerken düzgün şekilde konuşarak, problemini öğrenmek istedi. Böyle görünce kendi de üzülüyordu, Nurcan Hanım nasıl anlamıyordu. “İçini daraltan sıkıntını, benimle paylaşabilirsin. Sır tutmasını severim, dert dinlemesini de bilirim, çekinmeden anlatabilirsin. Problemin kimle olursa olsun, empati yeteneğim olduğundan ötürü, seni rahatlıkla anlarım.”

 

“Sorunum seninle ilgili değil, anlayışın için teşekkür ederim ama içerisinde bulunduğum durumu, lütfen sen üzerine alınma. Burada olmandan rahatsız değilim, tam tersine, çok seviniyorum, herkese iyi geliyorsun, benim başaramadığını başarıyorsun.”

 

Söylediklerine anlam vermeye çalıştı. Özellikle son cümlesine aklı takıldı. ‘Benim başaramadığımı başarıyorsun’ demişti, bunu neye dayanarak dediğini merak ediyordu. Anlamak için ağzını aralamak, tekrar konuşmak istedi ama yanlarına tekrardan gelen Nurcan Hanım, kendisini susmak zorunda bıraktı. “Derse girmeden çabucak, kantinde çay alarak yiyorsun bunları.” Elindeki küçük saklama kabını, kızının çantası içine yerleştirerek bıraktı. Eliyle koydu çantasına, ancak böyle içi rahat edebilirdi. “Kendine dikkat et, olur mu anneciğim?” Yaklaşımına karşılık Seda’nın soğukça başını sallaması, iyiden iyiye şaşırttı Nurcan Hanım’ı. Eskisi gibi neşeli değildi. Sormasına imkan tanımayan Seda, hızlı şekilde evden çıkarak bahçe merdivenlerini indi. Kapıdan çıkmasıyla bahçe merdivenlerini inerek bahçenin dışına çıkması arasında saniyeler vardı.

 

Keyifle kahvaltısını yaparken bu evde, daha önce hiçbir yerde göremediği sıcaklığı görüyordu. Biten çayını dolduran Nurcan Hanım, “Çabuk bitir, tekrardan dolduracağım tabağını.” derken önüne çay bardağını bıraktı. Diğer yandan masaya diğer kahvaltılıkları getirirken ondaki enerji, Hande’nin hoşuna gidiyordu. “Yesene sen, ne bakıyorsun öyle.” Mutfaktan geldiği anda kendisine çıkışırken tabağına tekrardan kahvaltılıkları koymaya devam etti.

 

“Nurcan, kızı bir rahat bırak, yiyor zaten.” Araya gülerek giren Mustafa Bey, eşinin böyle davranmasına şaşırdığı kadar seviniyordu. Yeniden iyileşiyordu, bir başkası ile kendine geliyordu. “Yiyecek zaten, sıkıysa o tabaktakiler bitmesin.” Gülerek konuşurken üzerine reçel sürdüğü pişiyi eliyle yedirdi. Ardından çatala taktığı peyniri yine eliyle yedirdi. “Böyle elimle beslemezsem kızımı, sonra tüm gün aç kaldı diye kafama takıyorum. Günde bir kere sıkıca doyuruyorum karnını, az da olsa içim rahat ediyor.” Konuşurken eğildi, saçlarını koklayarak öptü. Hande olmasa, acılarını unutamayacaktı Nurcan Hanım, yaraları günden güne kabuk tutarken tekrar hayata dönüyordu.

 

Evden çıkarak tuttuğu araba ile kendi evine geçti Hande. Yanında gelmek isteyen Nurcan Hanım’a kıyamadı, gelmemesi için, tek başına gidebileceğine dair ısrarcı oldu. Zaten onların kapı önüne taksi çağırmıştı, zorlanılacak yanı yoktu. Evine geçmesi, zor olmadı genç kadın açısından.

 

Yeliz Hanım evde değildi, yolda iletişime geçmişti kendisiyle. Her zaman ki mekana gelmesini söylemişti, Nurcan Hanım’ın dediklerini, böylelikle iyiden iyiye teyit etti. Güzel giyinmesini, mekana uygun olmasını istedi. Bugünün eğlence günü olduğunu, kendisinin zor günleri atlattığını kutlayacaklarını izah etti. Yardımcıları Serap’ın desteğiyle duşa girerek yine kısa sürede çıktı. Kurulanmak için üzerine bornozunu geçirdi, kurumayı beklerken yine Serap’ın hazırladığı kahvesini içti. Olanları düşündü kısa sürede, yaşananları gözden geçirdi.

 

Gece bildiğin kendisiyle aynı yatakta uyumuştu. Yanına bilerek gelmiş, bilinçli yatmıştı. Böyle uzak dururken bunu neden yaptığını düşünmeden edemedi. Yoruluyordu aslında, kendisine olan davranışlarını düşünmekten halsiz kalıyordu. Aklından geçirdiğini yapacak, projenin ardından hemen karşısına geçerek konuşacaktı. Evliliğini nasıl zorlansa bile güçlü şekilde sonlandırdıysa, yine bunun da üstesinden gelecekti.

 

Üzerine sevdiği elbiselerinden birini geçirerek ayna karşısında kendini inceledi. Tek koluyla elbise giymesi, diğer üstlüklere göre daha kolaydı. Zorlansa bile kazak giymek kadar zorlanmıyordu, tek başına çözebiliyordu. Aynaya ilerlerken eline almış olduğu saç kurutma makinesini çalıştırdı. Çabuk şekilde kuruladığı saçlarına, makineyle şekiller vermeye başladı. Kurularken diğer yandan dalgalandırdı, gideceği mekana düzgün gitmesi gerekti. Şık olmalı, aynı zamanda güzel olmalıydı. Özgürlüğüne kavuşmasını, özgür görünümle göstermesi gerekti.

 

Ortama uygun şekilde makyajını tamamlayarak oturduğu ayna önünden kalkarak, köşedeki çantasını aldı. Durup dururken Yeliz Hanım’ın neden kendisini mekana çağırdığını anlamaya çalışsa bile anlam biçemedi. Şimdiye kadar, boşandıktan sonra çok toplanmışlardı orada, şimdi gerek yoktu aslında. Aşağı inerken yorgun olduğunu tekrar anımsadı. Projenin beraberinde son olanlar ayrıca yıpratmıştı kendisini. Anlam vermeye çalıştıklarının gölgesinde yorulmuştu. “Ben çıkıyorum Serap.” dedi içeri seslenirken, hazırlanma sürecindeyken çağırdığı araba gelmişti. Evdeki yardımcılarından cevap gelmesine imkan tanımadan, çabucak kapıdan çıkarak bahçe merdivenlerini indi. Bahçeden çıkarken hızlıca karşısındaki arabaya ilerledi.

 

Ödemeyi gerçekleştirerek araçtan inen genç kadın, geldiği yeri inceledi. Biraz eğlenmek, gerçekten kendisine epey iyi gelecekti. Kafasını dağıtmaya ihtiyacı vardı, gerçekleşecek proje sunumunu sıhhatle atlatıp Fatih’le konuşacaktı. Yürümeye çalışırken halsizliğinin sebebini sorguladı. Sürekli yürümekten yoruluyordu, bacakları bu yüzden sızlıyordu. Çoğu zaman araba çağırmak, kendisi açısından zor oluyor, her dakika taksi bulunmuyordu. Bunu Neslihan Hanım’a anlatsa, “Çalışma o zaman.” derdi kendisine. Öyle geniş düşünen bir anneye sahipti. Yeliz Hanım’a dese, mutlaka kalıcı çözüm bulurdu, belki sürücü bile tutardı kendisine ama ona iyice yük olmak istemiyordu.

 

Yine aynı şekilde Nurcan Hanım’la paylaşsa kendisini yoran sıkıntısını, mutlaka o da çözüm bulurdu. Çok varlıklı olmamasına rağmen her gün araba tutar, eliyle okula bırakırdı kendisini. Yine aynı şekilde, ona da yük olamazdı. Sevdiklerini yıpratmaya, onları zahmette bırakmaya hakkı yoktu. Tekerlekli sandalyede hayatını idam ettirse, çok rahat edecekti, durumu buna müsaitti ama bunu da istemiyordu. Oraya binerek kendini kısıtlamaktansa, böyle yürüteçle aksamayı tercih ederdi. Geldiği mekanın kapısını eliyle aralayarak içeri adımını hızlı şekilde atmasıyla, gördüğü manzara karşısında öylece kalakaldı.

 

“Sürpriz!” Dört katlı pastanın önünde, son derece şık elbisesiyle bekleyen Yeliz Hanım, tebessüm içinde karşıladı kendisini. Bunu beklemiyordu, şaşkın bakışları devam ederken tepki veremedi. Hep bir ağızdan aynı şarkıyı söyleyen sevdiklerini izledi. Herkes buradaydı. Yeliz Hanım, Alper, Dilek Hanım ve Efsun; tamamı gelmişti. Fakülteden arkadaşları, çok sevdiği Süheyla Hanım bile kendisi için gelmişti. Bugün doğum günüydü ama öyle haraketliydi ki hayatı, ilk kez unutmuştu doğum gününü. Normalde hep partisini Yeliz Hanım’la planlardılar ama bu defa öyle olmamıştı.

 

“Mutlu yıllar Hande, mutlu yıllar sana, mutlu yıllar; mutlu yıllar, mutlu yıllar sana!” Hep bir ağızdan şarkıyı söylerlerken yanına gelen Yeliz Hanım, kendisinin koluna girerek pastaya doğru ilerlemesine yardımcı oldu. Boyu çok büyük olan pastanın üzerinde, yaşı kadar, tam yirmi altı tane mum vardı. Ortanca katın üzerinde ise ‘Hoş Geldin 27. Yaşım’ yazıyordu. “Doğum günün kutlu olsun canım, nice sağlıklı, güzel yılların olsun.” dedi tekrardan tebessümle konuşan Yeliz Hanım. Yüzünde hâlâ şaşkınlık vardı Hande’nin, yaşananların etkisinden çıkamıyordu. “Ben unutmuştum.” dedi kendini toparlarken. “Yani ne diyeceğimi, inanın bilmiyorum. Çok teşekkür ederim hepinize, düşünmeniz bile mutlu etti beni.”

 

“Genelde beraber organizasyon yapardık, baktım sen hatırlamıyorsun, hiç bozmak istemedim. Böyle daha güzel olacağını düşündüm. Canım kızım, iyi ki doğmuşsun, seni karnımda taşımadım ama çok sevdim, birlikte geçireceğimiz nice yılların olsun.” Konuşmaları tamamlanan annesini kendine çekerek sıkıca sarıldı. Yaşadığı zorlukların ardından kendisine hazırladığı parti, sahiden ilaç misali rahatlatarak mutlu etmişti genç kadını. “Hadi gel, pastanı üflemeni istiyorum.” Önlerindeki stantta duran dört katlı pastanın önüne ilerletti kendisini. Her katı, sevdiği meyvelerle ve çikolata parçalarıyla doldurulmuştu. “Dilek tutmayı unutma.” dedi çabucak araya atlayan Efsun, ona dönerek gülümsedi. Dileği belliydi aslında, bunu çekinmeden dileyecekti.

 

“Evli olduğum günlerdeki gibi, o beni yine sevsin Allah’ım, bir mucize olsun; bana yine öyle samimi davransın!” Nefesini mumların üzerine bırakırken aslında bunun kendi elinde olduğunu biliyordu. Yaklaşık iki gün sonra gerçekleşecek sunumun ardından, ona en sağlam duygularla gidecekti.

 

Herkesi sırasıyla kucaklarken hediyelerini alarak açtı. Beklemediği hediyeler almış, hepsi de çok hoşuna gitmişti. Süheyla Hanım’ın hediyesini sevmişti en çok, kendisine çok sevdiği kar kürelerinden birini alarak hediye etmişti. Düğmesine bastığında camın üzerinde dağılan karları ve yanan ışığı izlemek, sahiden çok güzeldi. Efsun, sevdiği kadife kutulardan birini almıştı kendisine, anı kutusu oluşturmayı sevdiğini biliyordu.

 

Bunun gibi birçok hediyeyi açarak keyifli şekilde geçirdi zamanını. Geldiği mekanda böyle karşılanmayı beklemiyordu. Tüm incelikleri düşünen Yeliz Hanım, sevdiği insanları toparlamak için çok emek harcamıştı. Emeklerini görmezden gelemezdi, kendisi için çabalaması hoşuna gidiyordu. Hataları olsa bile üzerinde hakkı büyüktü. Doğum günü bahanesiyle kendisine gelen Süheyla Hanım’la uzunca dertleşti, başından geçenleri detaylıca anlattı. İstanbul’a gelir gelmez kendisini düşünerek gelmesi hoşuna gitti. “Zaten çiçeğe eklediğim notta belirttim, şimdi yine söylüyorum.” dedi cümlesini toparlayan Süheyla Hanım. “Ağır bedel ödeyeceğini biliyordum ama böylesini aklımdan geçirmemiştim. İnşallah bundan sonra güzellikler hep seninle olur, hiç üzülmezsin.”

 

“İnşallah Süheyla Hanım, umalım ki tekrardan hata yapmam.” Yüzünde yaşanan acıların gölgesi belirirken konuştu. “Siz İstanbul’a döndünüz sanırım, daha gitmeyeceksiniz.” Teyit etmek istedi, onunla konuşmaya ihtiyacı vardı. Psikolog seansları devam etse bile Süheyla Hanım’la dertleşmek kadar iyi gelmiyordu kendisine. Onunla zaman geçirmek şifa gibi geliyordu genç kadına. “Gitmeyeceğim Manisa’ya, uzun süre buradayım. Ne zaman iki annenin arasında kalırsan, bana gelebilirsin.” Söyledikleri karşısında ikisi de güldü, gerçekten bazen ikisi arasında çok bunalıyordu. Öyle zamanlarda genelde kaçar, Süheyla Hanım’ın kapısına giderdi.

 

“Hande!” Yeliz Hanım’ın kendisine soğukça seslenmesi karşısında, Süheyla Hanım’dan bakışlarını çekerek ona çevirdi. Sanki olay çıkmış misali davranmıştı kendisine. “Davetsiz misafirin var kızım, in aşağıda bak kendisine.” Şaşkınlıkla kaşlarını çattı, misafir neden buraya gelmez de, kapı ağzına beklerdi ki? Yerinden doğrularak küçük merdivenlere ilerledi. Yeliz Hanım öyle konuşmuştu ki, kendisine soru sorma hakkı bile bırakmamıştı.

 

Küçük merdivenlere ilerleyerek aşağı inmeye başladı. Buradan çıkınca, akşama doğru tekrar Nurcan Hanım’a gidecekti. Kendisine yeniden gelmesini söylemişti. Anlaşılan onun da haberi vardı ve ayrıca kutlayacaktı doğum gününü. Yeliz Hanım da, Neslihan Hanım da, bir süre ona ‘Anne’ dediğini bilmeyecekti, böylesini şimdilik daha uygun görüyordu. Neslihan, zaten Nurcan Hanım’la görüştüğünü bile bilmiyordu, ‘Anne’ dediğini asla bilemezdi. Sanki Yeliz Hanım öğrenirse, kendisinden uzaklaşacakmış gibi hissediyor, bunun nedenini çözemiyordu.

 

“Anne.” Şaşkınlıkla kaşları çatılırken karşısında, kapı pervazında dikilen Neslihan Hanım’ı görmeyi beklemiyordu. Geleceğini düşünmemişti, şaşırdığı kadar sevinmişti gelmesine. “Hoş geldin, içeri gelsene.” Kendisine sarılan kadına karşılık kollarını açtı, karşılıksız bırakmadı. Uzun süre birbirlerine sarıldılar, içten şekilde, “Nice yaşların olsun kızım.” dedi Neslihan Hanım. Gördüğünde biraz ürpermişti ama düşüncelerinin aksine annesi, güzel yaklaşmıştı kendisine. “Ben hediyeni vereyim sana, çok kalamayacağım zaten.” Çantasını açarak içindeki paketi çıkaran annesine tebessüm etti.

 

“Senin varlığın zaten hediye benim için niye zahmet ettin.” Ellerine bıraktığı hediye paketine tebessüm etti. Yeşil, kenarı kurdele detaylı, şık hediye paketini, yırtmak istemeden özenle açtı. Böyle hüzünle bakan annesini gördükçe içi yansa bile elinden ne gelirdi. Paketin üst kısmını havaya kaldırarak, içindekini çıkardı. Kare desenli, el örgüsü mavi battaniyeye buruk tebessümle baktı. “Sen küçükken battaniyeye sarılmayı çok severdin, çocukken vardı böyle battaniyen. Aklıma gelince oturdum, doğum gününe bir ay kala, sana aynı desenden bunu örerek yetiştirdim. Biliyorum zor senin için ama beni bağışla kızım, olayların bu boyutlara geleceğini bilsem ben kıyar mıydım sana. Bu battaniyeye bakarken beni kötü hatırlama, pişmanlıklarım gelsin aklına, annen senin kötülüğünü hiçbir zaman istemedi.”

 

Kızgın değildi, mahkemede şahitliğini gerçekleştirdiğinde bağışlamıştı onu. Bağışlamayı seviyordu, sanki küs kalırsa günaha gireceğini düşünüyordu. “Sen düşünme bunları, hadi gel, içeri geçelim. Sana ikramda bulunurum, fakülteden arkadaşlarım burada, tanımadıkların var, seni onlarla tanıştırırım.” Başını iki yana salladı Neslihan, bunu ölse kabul etmezdi. Oraya girmez, Yeliz’le muhatap olmak istemezdi. “Yok yavrum, ben senin yanına gelirken tövbelenip geldim. Bu kapının eşiğinden adımımı atmam. Senin için bile olsa, Yeliz’in iğneleyici bakışlarını çekmem. Sen bana gelirsin, çifte doğum günü kutlamış oluruz hem, daha güzel geçer.”

 

“Anneciğim ne olur yapmayın böyle, ben ikinizi idare etmekten sıkılıyorum, bunu biliyorsun. Böyle davranmayın birbirinize, neyi paylaşamadığınızı çözemiyorum. Paylaşamadığınız bensem eğer, ben ikinizi de çok seviyorum. Kalbimde ikinize de yetecek sevgi var, ikinizin yeri benim için çok ayrı. Ayrıca ben buradan çıktığımda Nurcan Hanım’a gideceğim, içkili ortama girmek istemediği için o beni çağırdı.”

 

“Tabii bir de o kadın var. Anayı evlada düşman eder, sonra içkili ortama girmeyerek dindarlık taslar, oh ne güzel müslümanlık. Yeliz’le Nurcan’ın yatmaya yeri yok bu dünyada, Allah görüyor bizim aramıza nasıl nifak tohumları ekmeye çalıştıklarını. Sen git ona, beni düşünme. Yarın uğrarsın bana kızım, sıra ne zaman gelirse, o zaman gelirsin, öyle kutlarız doğum gününü. Ben gideyim artık, zamanını almayayım, sen oldukça yoğun gözüküyorsun. Yarın mutlaka uğra, bekliyorum gelmeni.”

 

Girdiği kapının pervazında, kapıyı kapatmadan duran Neslihan, arkasına dönerek kapıyı kapattı. Eşikten girmemişti sahiden, geldiği gibi çıktı. Olanlar karşısında şaşkındı Hande, ardından gitmek istedi ama kolundan sıkıca tutarak, “Sakın!” dedi Yeliz Hanım. Ne ara buraya geldiğini anlayamadı, kendilerini dinlemiş miydi? “Seni böyle duygusal ataklarla inceden ele geçirmeye çalışıyor ama bu defa olmayacak. Ben ameliyatta ölüm kalım savaşı vermesem, seni yem etmezdim. Allah canıma sağlık verdi, senin için uyandım çok şükür. İzin vermeyeceğim, asla senin hayatını ikinci kez darmadağın edemeyecek.” Ardı sıra gitmek istedi, Yeliz Hanım’ın dediklerine aldıramadı, yine vicdanı ele geçirdi kendisini. Başını hiddetle iki yana salladı, kapıya ilerledi ama Yeliz Hanım’ın katı konuşması, durması gerektiğini hatırlattı kendisine.

 

“Hande!” Sesi oldukça sinirliydi, sanki kendisinden çok, ayarladığı organizasyonun bozulmasından endişe ediyordu. Gözlerinde bunu gördüğü anda, yine aynı soğuma hissi geldi genç kadına. “Lütfen diyorum sana, bir kere de emeğimi çöpe atma kızım, bir kere gör senin için çabalarımı, gerçek dünyaya bu kadar kör olma. Gerçekler ortada, istersen görürsün zaten.” Üzgün şekilde ardına dönerken aklı karmaşıktı. Şimdi Nurcan Hanım olsa, kendisini anlamak için çabalar, tevekkülle konuşurdu. ‘Cennet anaların ayakları altındadır yavrum, sana ne yaparsa yapsın; içinden rızasını kazanmak geliyorsa, git içinden geldiği gibi davran, bana kararlarına saygı duymak düşer.’ derdi daima. Buradan çıktığı gibi ona gidecekti. Tereddüt etmeden kapısını çalabileceği tek insandı.

 

Doğum gününün kalan kısmı, mekanda çok güzel geçse bile aklı Neslihan Hanım’da kalmıştı. Yarın gidecekti, önce Nurcan Hanım’a gitmesi gerekti. Yeni hediyeleri açmış, mutlulukla kabul etmişti. Mutlu olsa bile bir tarafı buruktu. İşte bu yüzden iki annesi de yoruyordu kendisini. Gün içinde halini sadece Alper anladı, vicdan yapmaması için gerçekten ağabey şefkatiyle yaklaştı kendisine. “Senin vicdan yapacağın durum yok Hande, geldi ve güzelce karşıladın. İçeri davet ettin, gelmek istese gelirdi, annemi idare eder, onu içeri alırdık. Kendi istemedi, söylediğin gibi yarın gidersin, olup biten her durumda kendini suçlamaya bahane arama.”

 

“Yok suçlamayacağım, ben çağırdım onu zaten, elimden geleni yaptım. Bugün gitsem daha iyi olurdu ama gidemeyeceğim, bana daha çok emeği dokunan, Yeliz Annemden bile beni çok düşünen birine gitmem gerek. Elimden geleni yapıyorum ama onun için değil, günahkar olmamak için çaba gösteriyorum. Uğraşıyorum hoş tutabileyim diye, başarıyorum, öyle değil mi?”

 

“Tabii ki başarıyorsun, sana yaptıklarına rağmen onunla olman çok güzel. Yüreğindeki merhameti, vicdanının sesini hiç kaybetme, sen böyle güzelsin.” Karşılıklı tebessüm ettiler, böyle morale çok ihtiyaç duyuyordu. Son zamanlarda oldukça yorgun düşüyordu, en çok zihni yorgundu. “Ben sana hediyemi vermedim, özellikle sona sakladım, iyi de oldu. Böylelikle moralin iyice yerine gelir.”

 

Şaşkınlıkla masanın üzerine ve hediye standına bakındı. Açmadığı paket kalmamıştı, her yer bomboş kalmıştı. “Ben senin hediye aldığını sanmamıştım.” dedi tuhaf şaşkınlık içinde. Almadığını düşünmüştü, söyledikleri karşısındaki adamı güldürdü. Alper, ceketinin cebinden küçük, ince, süslü bir paket çıkardı. Gerçekten cebe sığacak kadar küçüktü, klasik süslü hediye kağıdı ile sarmalanmıştı. “Gel dışarı çıkalım, orada açarsın, hem hava almış olursun.” Koltuk değneğine tutunarak kalkmasına yardımcı olduktan sonra uzaklaşan Alper, dışarı kapıya ilerledi. Ardından merakla ilerlerken kendisini değişik bir sürprizin beklediğini hissetti. Hediyesini açtığı sırada kendisini dışarı çağırması, açıkça bunun göstergesiydi.

 

Dışarıya, mekanın kapısına çıktıkları sırada, elindeki paketi çözmeyi başarmıştı. İçinden çıkan anahtarlığı inceledi. Başlarda anahtarlık sandı ama değildi aslında. Ne olduğunu anlayabilmek için incelemeye başladı. “Bu araba anahtarı.” dedi elinde şaşkınlıkla sade görüntüdeki araba anahtarını incelerken. Kendisine aitse anahtar, çok güzel süslerdi. Anahtara ne hacet, direkt arabasının içini süslerdi. “Anahtara değil, arabana bak istersen, tam karşında.” Başını kaldırmasıyla, söylediği gibi tam karşısında duran arabaya çarptı gözleri. Audi A8 model, kırmızının en canlı tonundaki arabanın bir an kendisine alındığını idrak edemedi. Çok güzeldi ve böyle güzel hediyeyi kendisine alacağına aklı yetmedi. İdrak edemedi ama ortada başka araba yoktu.

 

“Bu!” dedi şaşkınlık içerisinde bakınırken, gerçekten beklemiyordu. Daha doğrusu, kendisine araba almasını beklemiyordu. Ehliyeti vardı aslında ama trafiğe çıkması mümkün değildi. Ehliyeti aldıktan kısa süre sonra durumu tekrardan ağırlaşmış, hastalığın ikinci atağını geçirmişti. “Şimdi benim mi bu araba?” Yineledi cümlesini, idrak etmesi gerçekten çok zordu. Trafiğe çıkmazdı, evinden işine gitse, yine yetecekti kendisine. Bu haliyle yürümektense, trafikten uzakta araba kullanmayı tercih ederdi. Kırmızının parlayan tonlarındaki arabanın tekerleri kocamandı. Yanına ilerleyerek kapısına dokundu, sonra elini çekerek kapıdan, anahtarla kapılarını açtı.

 

“Hande, öncelikle beni iyi dinliyorsun, söyleyeceklerimin tekrarı olmayacak.” Arabasını teslim etmeden önce bu konuşmayı yapması gerektiğini düşündü Alper. Göz görerek tehlikeye atamazdı. Kendisine dönen kardeşine dikkatle bakarak konuşmaya başladı. “Ben bunu sana, yürüme problemin olduğu için kendimi almak zorunda hissettim. Evden işyerine gidebilirsin, sahile inebilirsin, mesafesi kısıtlı ama sana göre yürürken uzun olacak yerlere gidebilirsin. Hayatı sana biraz kolaylaştırsın istedim ama sakın beni buna pişman etme. Trafiği bırak, arabanın biraz çoğaldığı sokaklara bile girmeyeceksin, bu konuda çok dikkatli olacaksın. Allah korusun, bir araba hızla gelse, karşı taraf kontrolü sağlayamasa, sen hiç sağlayamazsın. Senin için kolaylık olsun istedim ama felaket olmasını istemem, anlaştık mı?”

 

“Çok dikkatli olacağım, içini rahat tut, merak etme.” Bunların kendi de gayet bilincindeydi, tabii dikkatli olacaktı. İnsan niye canını tehlikeye atmak isterdi ki zaten? “Sakın bu mekandan bir yere gitmeyi, aklından bile geçirme mesela, bu bir örnek. Bugün ben arabanı eve bırakırım, sen gitmek istediğin yere yine araba tutarak gidersin. Bununla sadece evden işe gitsen bile hayatını kolaylaştırmak için yeterli olacaktır.”

 

“Kendi canımı tehlikeye atacak değilim ağabey, endişe etme.” Konuşurken arabasını incelemeye devam etti. Evliliğini bitirdikten sonra hep toparlanma süreci yaşamış, araba kullanmayı istese bile imkan bulamamıştı. Kendi maaşı zaten araba almak için yeterli değildi. İstese Yeliz Hanım alırdı ama çekinmiş, isteyememişti ondan. “Annemin haberi var, beraber aldık.” dedi sanki içini okumuş gibi konuşurken. “İkimizin ortak hediyesi.” Cümlesini tamamladığında, aklındaki soru işaretleri iyice azaldı. Demek o yüzden Yeliz Hanım, kendisine hediye almamıştı, böyle pahalı hediyeye ortak olmuştu.

 

Günün geri kalanı, yine içeride hoş sohbetlerle, eğlencelerle tamamlandı. Güzel bir parti olmuştu, tüm arkadaşları ve sevdikleriyle zaman geçirmek, yaşanan bunca acının ardından epey iyi gelmişti kendisine. Misafirlerin dağılmasına yakın, onlardan önce kalktı Hande, eğlense bile sıkılmıştı. Böyle ortamlar boğuyordu kendisini. “Ben buradan sonrasını idare ederim, annemi düşünme, onu da idare edebilecek imkanım var. Hadi gel seni taksiye bindireyim, Nurcan Teyze’yi bekletme.” Kendisini teskin eden Alper’in yardımıyla yerinden doğrulurken çantasını eline aldı genç kadın. Gerçekten ağabeyi olmasa, buradan Yeliz Hanım’ın tavırlarıyla çok zor kalkardı. Sırasıyla herkesle vedalaştı, çabucak sıyrılarak kendini mekanın dışına attı. Eğlenmesine rağmen çok bunalmış ve bunun nedenini anlayamamıştı.

 

Elindeki mumları, heyecanla pastanın üzerine yerleştirirken dudaklarıyla şarkı mırıldanıyordu Nurcan Hanım. Pastayı yaparken çok düşünmüş, hangi şekli alması gerektiği üzerine aklını yormuştu. Kare şeklinde yapsa, çok basit duracağını düşündü. Yuvarlak çok klişeydi, kalp şeklinde yapsa, yine klişe gelecekti kendisine. Sonra aklına, çiçek şeklinde, burgulu yapmak geldi. “Benim kızım zaten çiçeklere layık.” dedi hazırlamaya başlarken. Evde kimsenin olmaması, Hande geleceği için daha çok mutlu etmişti kendisini. Seda ve Kuzey okuldalardı, Elif ise annesinin yanına gitmişti, Fatih işyerinde, eşi kahvehanedeydi. Yanında sadece Yasemin vardı, o da şimdilik uyuyordu. Evde kimse olmamalıydı, kızıyla tek başına zaman geçirmek istiyordu, kimseyi çekemezdi. “Çok beğenecek.” dedi üzerinde mumlarla bekleyen pastaya bakarken.

 

Normalde olsa Hande’nin buraya, araba tutarak bile olsa tek başına gelmesine müsaade etmezdi. Bugün hem doğum günüydü, hem de güvenini kaybetmemek için arada tek başına bir şeyler yapmasına imkan tanıması gerekti. Neredeyse gelirdi, gelmesi an meselesiydi. Biraz önce aramış, mekandan çıktığını öğrenmişti. Eline çakmağı alarak yavaş şekilde mumları yakmaya başladı. Üzerini düzgün giyinmiş, başını şalla özenerek bağlamıştı. Normalde evde başı açık ya da tülbenti arkadan bağlı dururdu ama şimdi sırası değildi. Resim çekinebilirlerdi, bu ihtimali düşünmesi gerekti.

 

“İşte geldi!” Kapının sesini duyduğu anda, tebessüm ederek oraya doğru ilerledi. Kendince söylenirken yürümeye başladı, kızı gelmişti. Kapıya yaklaştı, eli, kapının kulbuna gitmeden önce, kendini yana çevirdi. Güzel görünmesi gerekti, kızının bakışlarında, güzel bir anne olarak kalmayı istiyordu. Şalını düzeltti, hırkasının önlerini birbirine çekerek iyice düzenledi.

 

“Hoş geldin canım.” Araladığı kapıdan ellerini uzatırken sarılması karşılıksız kalmadı. Karşılıklı birbirlerini kucaklayıp, birkaç saniye sarıldılar. “İyi ki doğmuşsun, iyi ki benim tesellim olmuşsun.” Bunu söylemesini bekliyordu Hande, sabah kendisini, bunun için çağırdığını söylememişti ama mekana gittiğinde, anlamıştı genç kadın. “Siz de iyi ki varsınız anneciğim, ben sizin sevginizle kalktım düştüğüm yerden. Asıl siz iyi ki girdiniz hayatıma, en güzel iyikimsiniz.”

 

“Gel içeri geçelim bir tanem, önce pastanı üfleyelim, sonra hazırladıklarımdan yersin.” Elinden tutarak içeri doğru çekti kendisini. Ardlarından kapıyı kapatarak tamamen mutfağa ilerlediler. Kendini en çok burada iyi hissettiğini tekrardan anladı. O son derece lüks, pahalı hediyelerin olduğu restoranda böyle mutlu olmamıştı.

 

Yine güzelliklerle dolu bir akşamı geride bırakırken mekandakinden daha çok eğlendiğini anladı. O lüks mekanda değil, Nurcan Hanım’ın kendisine hazırladığı sıradan ama içten parti ile mutlu olmuştu. Pastasını üflerken yine burada da aynı dileği dilemişti, artık sevdiği adama kavuşmak istiyordu. Sevdiğini neden görmek istemiyordu, kanıtlamasını neden şart tutuyordu. Üzerine durmadı ama ikna etmek için elinden ne geliyorsa yapacaktı. Yemeğin ardından pastayı kesmişler, bir süre de pasta yiyerek zaman geçirmişlerdi. Yanındaki kadına ‘Anne’ derken mutlu oluyordu Hande, sanki onu annesi bilince daha güçlü oluyordu.

 

Hediyesini aldığında iyice mutlu olmuştu. Üzerinde, ‘İyi Ki Varsın Canım Kızım’ yazan bir cam kupa yaptırmıştı kendisine. Sanki aldığı tüm pahalı hediyeleri ezebilecek kadar güzeldi Hande için, böyle küçük hediyeyle daha çok mutlu olmuştu. İçindeki sevgiyi, kendisine hazırlattığı bardakla hissettirmişti. “Bu bende kalacak.” demişti bardak incelerken kendisiyle konuşan Nurcan Hanım. Sözleriyle bakışlarını bardaktan kaldırırken karşısındaki kadına baktı. “Ne zaman bana gelsen, sana bununla ballı süt yapacağım.” Söyledikleriyle, kalbini tamamen doldurdu sevgisi, kendini durduramadı. Kollarını uzatarak, kadının boynuna sımsıkı doladı. Ona ‘Anne’ demeye başlamıştı, çünkü anneliğini yüreğinde tamamen hissediyordu.

 

Kendisine bir de plaket hazırlatmış, üzerine özenle yazı yazdırmıştı. Sergisini açtığı gün, Nurcan Hanım’ın hediye ettiği plaketi, masasının üzerine özenle yerleştirecekti. Öğretmenler odasında kendini ait yeri yoktu, olsa şimdi de iş yerinde kullanmak isterdi. Şimdilik odasındaki çalışma masasının üzerine yerleştirecekti.

 

‘Canım kızım;

Başarılarının devamını diler,

Annen olarak daima yanında olduğumu bil isterim.

Hayatın tüm güzellikleri

Daima seninle olsun,

Seni çok seviyorum.’

 

Özenle yazdırdığı plaket yazısını sesli okumasının ardından tekrardan sarıldı karşısındaki kadına. Onun güzel yüreğine anneliği çok yakıştırıyordu, en çok o varken mutluydu, onun yanında yaraları iyileşiyordu.

 

Uzun süre zaman geçirmişler, kendisini evin bahçesine çıkarmış, bahçenin arkasında, daha önce hiç görmediği salıncağı göstermişti. Burada çok kalmıştı ama böyle salıncak görmemişti. “Doktor bana, kızımın iyileşip ayağa kalkacağına dair umut verdiğinde, bunu marangoza hazırlatıp bahçeye kurdurmuştum. On beş gün sonra toprağa verdim, nasip olmadı.” Söylediklerinin ardından kadını kendine hafifçe çekerek yeniden sarıldı. Yaralı birinin yaralarına şifa olabilmek, sevindirdiği kadar üzüyordu kendisini.

 

Uzun süre daha beraber kaldılar, geç saatlere rağmen vakit geçirmek, ikisine de keyif vermişti. Kendisini yola kadar Nurcan Hanım bırakmış, eliyle taksiye bindirmişti. Arabaya bindirmeden önce eline bir paket vererek, “Fatih’in emaneti, sana vermemi istedi.” demişti kendisine. Şaşırmasına imkan kalmamıştı, paketi eline tutuşturduktan hemen sonra aracın kapısını örtmüştü. Kendisine el sallayan kadının bakışları uzaklaşırken kendi de son kez el salladı.

 

Eve döndüğünde saat epey geç olmuştu. Annesi uyumuş, ışıklar kapalıydı. Odasına geçerek hızlıca üzerini değiştirirken yatağın üzerine bıraktığı pakete bakmak için çok sabırsızdı. Bir gelişme vardı ve bu gelişme, kendisine adım atmasında cesaret verecekti. Kararını vermişti, onun bir adımına kendisi, koşarak gidecekti. Üzerini değiştirirken ayna karşısında, sağ tarafına gülerek baktı. “Bir arabam oldu, koşmaya gerek kalmadan gidebilirim.” derken kendiyle dalga geçmeyi ihmal etmedi. Bunu arada yaparak kendiyle dalga geçerdi, diğer türlü hayat, çekilecek gibi değildi. Zorlanarak bile olsa üzerindekilerden kurtulduktan sonra yatağına ilerleyerek üzerine oturdu. Yatağın üzerindeki kutuda gözlerini gezdirmeye devam etti, nasıl açacağını bilemedi. Onu açarsa, sevdiği adama çok hızlı adımlarla gidecekti.

 

Gitmek için ne kadar hazır olduğunu tekrardan düşündü. Korkunç günler geçirmişti onunla beraberken, akıl alır şekilde değildi. Zorla alıkonulmuştu, hayatı boyunca, aklına bile gelemeyecek olayları, onun yanında yaşamıştı. İnsandık işte, geçmişte takılmamak için uğraşırken yine geçmişin gölgesine aldanırdık. Yatağında ardına yaslanırken yine aynı günü anımsadı. Yarı baygındı, gözleri kapalıydı ama olanları çok iyi hatırlıyordu, çünkü bilinci açıktı. Evet, o gün olanları ezbere hatırlayacak kadar açık bilince sahipti, bedenine ilaç enjekte edilse bile ilaç, tesirini tam anlamıyla göstermemişti. Ne kötüydü hatırlamak, hatırlamıyor olmayı tercih ederdi. Bilmese daha iyiydi ama yaşanan olayları duyarak anladığı gibi herkesin hislerini anlamıştı. Şimdi yüreğine bunca korkuyla, ona nasıl giderdi? Zihninde bu sorunun yanıtını ararken aklı, o ürpertici güne doğru ilerleyerek anımsadı.

 

"Hırsını alamadı, şimdi kapımıza polisle geliyor ama izin vermeyeceğim, gerekirse suçu kendim üstlenirim, o kadının amacına ulaşmasına izin vermem!" Kendinden çok emindi Mustafa Bey, bir baba olarak, asla evladının başını yakmazdı. Aile olmak, birlik ve beraberliğin ötesinde, sonsuz fedakarlık isterdi. Bir köşede öylece bekleyen genç adam, babasının söylediklerine sadece bakıyor, tepki veremiyordu. Biraz sonra polisin geleceğini, kendilerini arayan Yeliz Hanım'dan öğrenmişti. 'Yalvarırım kızımı kurtar Fatih, sen kurtarmazsan yok olacak.' demişti kendisine. Ya kendi itibarı, onu yok etmeyi nasıl göze alacaktı? Daha çok dibe batmadan teslim olmayı tercih ederdi, yanında tuttuğu kızı da işkenceden kurtarmış olurdu.

 

Kurtarmaya yanaşmadığını anlayan Yeliz Hanım, yalvarmaya başlamıştı telefonda. "Neslihan, Hande'yi bizden almayı başarırsa, okula bile göndermeyecek. Tahnin ettiklerimizden daha kötüsünü, büyük bir hırs içerisinde yapacak. Ben sana, evladını kalbinde büyüten anne olarak yakarıyorum, sen de insan olarak elini vicdanına koy, iyice bir düşün." diyerek telefonu kapatmıştı. Kendisini, içinde ağır ikilemle bırakmıştı, şimdi hangi kararı verse, sanki o kararın ardından acı gelecek misali hissediyordu. "Saçmaladınız iyice, polis gelince, nereye koysak bulur, kocaman kızı nasıl saklayacağız? Bırakalım olaylar olacağına varsın." Yatakta uyuyan Hande'nin başında bekleyen Nurcan Hanım, bundan başka verecek fikir bulamamıştı.

 

"Kızı verirsek tutuklanırız, olayların olacağına varması hepimiz açısından tehlike. Ben de isterim kızı bırakmayı ama buradan kızı alıp gitmeyecekler, bizim oğlumuz da hapise girecek."

 

"Tutuklanmayı tercih edebilirim, bırakalım kurtulalım şundan." Yatakta yatan kıza bunalmış şekilde bakan genç adamın, bunları söylerken nedensizce içi acıdı. Bir an rahmetli kardeşi geldi gözlerinin önüne. Aynı durumda, geleceği tehlike altında olsa, kim bilir kendisinin bir ağabey olarak nasıl canı acırdı. "Benim tepemin tasını attırma, orada öyle dikilip yenilmiş tavırlara girme. Yenilmek yok anladın mı, biz doğru olanı yaptık, asla kaybedenlerden olmayacağız." Babasının söylediklerine karşılık sessiz kalmayı tercih etti. Kendini haksız, karşı tarafı haklı bulduğu zamanlarda, daima susmayı tercih ederdi. Ardındaki peteğe yaslanmış, öylece dikilirken ne yapacaklarını düşünüyordu.

 

"Öylece bekleyeceğine çözüm üretsene oğlum, kapı çalacak birazdan, kızı saklamamız gerek. Bir yer bulmalıyız, en zeki insanın bile aklına gelmeyecek kadar yaratıcı olmalı."

 

"Şu bahçede, su kuyusu vardı hani, geçen içine düşüp ölümden dönmüştü, zor kurtarmıştım, iyi hatırlarsın. Oraya kapatalım, kuyunun kapağını da örteriz, polis gidene kadar bekler."

 

"Ne diyorsun sen, kendinde misin? Orada kızcağızın ölüsünü buluruz, sağ kalmaz."

 

"Tamam kalmasın işte, ben de bunun için uğraşıyorum, çünkü sağ kalırsa acı çekmeye devam edecek, acılarının ucu bize bile dokunacak kadar derin yaralarla dolu." Bir yolunu elbette bulacaktı, böyle bırakmayacaktı. Yenilmek kendisine göre değildi, yenilmesi gerekirse yenilirdi sadece. Gerekip gerekmediğine ancak kendisi karar verirdi. "Fatih saçmalama, ben sana artık 'Saçmalama' demekten yoruldum." Yatakta uyuyan kadında gezdirdi bakışlarını, aslında çözümü çoktan bulmuştu. Saklayacak yeri bulmuş, şimdi geriye, kapıları çalınmadan bu işi çözmek kalmıştı. Yataktaki kızın başında bekleyen annesine bakışlarını çevirerek konuşmaya başladı. "Sen ilaç mı verdin, çünkü şimdiye çoktan uyanması gerekirdi." Kendisiyle konuşan oğluna karşılık olarak sadece başını salladı.

 

"Akşama misafir gelecek diye uyutmak zorunda kaldım, çok zorlanmadım içirirken, çayına attım, bilinçsizce içti." Normalde hep şırıngayla, zor kullanarak uyuturlardı ama bu defa canını acıtmaya kıyamamıştı Nurcan Hanım. Kendisi de bir anneydi sonuçta, kim olursa olsun karşısındaki, canını acıtmaya kıyamazdı. "Benim önceden sana verdiğim ilaçtandır umarım, aksini bünyesi kaldıramaz, çabuk uyanır. Soruyorum, çünkü başka ilaç içirdiysen, önlem amaçlı bağlamak zorunda kalacağım."

 

"Yok yapma, uyuyor zaten, uyutalı da çok olmuyor; mümkün değil uyanması, bağlama, günah kızcağıza." Bakışlarıyla onay verdi karşısındaki kadına. Yaslandığı duvardan doğruldu, yatakta uyuyan kıza doğru ilerledi. Tam o vakitlerde, polis arabasının sesi duyulurken kapının çalmasına çok zaman kalmamıştı. "Kapıya yakın olun siz, gelen polisleri idare edin, ben hemen geliyorun." Ellerini kadına doğru uzatırken ilginç bir gerçekle karşı karşıya geldi. Kendinde olmasa bile henüz tam anlamıyla bilincinin kapalı olmadığını anladı. Sayıklıyordu, dudakları kıpırdıyordu. Kısa süreliğine dikkatini, dudaklarından dökülen kelimelere verdi.

 

"Anne!..." demişti sayıklayan sesiyle, ne acıydı, hiç kimse bunu hak etmiyordu. İki tane anneye sahipti ama ikisi de çok hatalıydı, günü gelince ikisine birden, çok ağır hesap soracaktı. Sanki anlamış gibi yatakta diğer tarafa dönen kadın karşısında iyice şaşırdı. Ellerini tekrardan beline dolarken, baygın olmasına rağmen inatla çırpınan bedenini kendine çevirdi. Hızlı şekilde yataktan kaldırarak kucaklarken kapıya doğru ilerledi. "Nereye saklayacağını bilmiyorum ama yalvarırım canını acıtma oğlum." Biraz kendini çevirdi, kucağında ağırlık zorlasa bile oraya dönerek konuşmaya başladı. "Sinirle dediklerime ne bakıyorsun sen acıtmam tabii, sadist değilim." Kollarında uyuyan kadınla odadan çıkarken evin kapısı hiddetle çalmaya başlamıştı.

 

...İçerisi aranırken yanndaki arkadaşlarıyla göz göze geldi genç adam. Herkesin aklında aynı soru vardı, kızı nereye sakladığını merak ediyorlardı. Turgut'un bakışlarında aşırı büyük merak vardı ama sorabilecek ortama sahip değildiler. Fatih'in bakışları ise gayet sakin ve kendinden emindi. Başta sinirinden yenilmek olsa bile aklında, şimdi tekrardan başladığı için çok keyifliydi. Kimse, o kızı, kendisinden alamazdı, buna izin verecek kişiliğe sahip değildi. "Nereye koydun oğlum?" dedi dayanamayarak kulağına eğilen Turgut. Yanlarında olmayan polis, Hande'yi sakladığı odayı arıyordu. "Gel görürsün." dedi kısık sesle. Özcan da Turgut'un beraberinde Fatih'i takip ederken oraya doğru ilerlediler.

 

"Burası da temiz görünüyor." Genç polis memuru, yanındaki diğer ekip arkadaşıyla konuşurken durumdan gayet memnundu genç adam. Yakalanmaları, kızı bulmaları an meselesiydi ama bulamamıştılar, yanı başında olmalarına rağmen görememişlerdi. Gözüyle, belli belirsiz şekilde yeri işaret etti. İki arkadaşı da, karşısındaki adamın imasından, kızı sakladığı yeri anlarken şaşkınlığını gizlemeye çalıştılar. Şimdi tepki göstermenin sırası değildi, olabildiğince sakin kalmaları gerekti. Yerin altına, sürekli kalkan parke taşlarını kaldırarak yatırmış, ardından taşları üzerine, sağlam şekilde örtmüştü. Kimse kendisinden alamayacak, herkese verdiği sözleri tutacaktı. Arama sürerken zaten kalam tek yer, kızı tuttuğu odadan başkası değildi.

 

Ürpertici zamanın sonuna gelmişlerdi. Odayı aramayı sonlandıran polislerden biri, kapıya doğru ilerken iyice endişe etti genç adam. Geçerken son kez odayı kontrol ettiği zaman sürecinde, kadını sakladığı yerin parkesinin üzerine basmış, orada, diğer ekip arkadaşının aramasını bitirmesini beklemeye başlamıştı. İçerisinde bulundukları durumun çabucak bitmesini umut etti. Hasta birine bunu yaşattığı için kendinden utanıyordu. Kendinde olmadığına sevindi, aksini yapmak istemiyordu. Arama tamamlanırken rahatça soluk aldı, atlatabileceğini biliyordu ama yine de endişelenmişti.

 

Olanların sadece bir kısmını hatırlıyordu, sadece bir yere kadar hatırlayabiliyordu, ardından tamamen bilinci kapanmıştı. Düşünüyordu bunları anımsadıkça, böyle adamı nasıl sevecekti? Yüreği, onu sevebilmek için heyecanlıyken mantığı karşı çıkıyordu. Çoğunu kendisini koruyabilmekten ötürü yapmıştı aslında, kabullenmesi gerekti. İyi sanarak evlendiği adamı hatırladığında, yaşadıklarını çok severek unutabileceğini düşündü. İnsandık, zamanla nelere alışılmazdı ki. Kendisine genellikle kötü davranmıştı ama o kötü davrandıkça, Hande iyice güçlü olmaya başlamıştı. Şimdi Neslihan Hanım'la görüşüyordu ama her karşısına çıktığında, ona kanmamak için kendini sıkıca uyarıyordu. Oyunlarına aldanmayacak, yaşadıklarından ders çıkaracaktı.

 

Zamanında Nurcan Hanım, 'Hayır duasını eksik etme üzerinden, Allah'ın hatrı için git görüş arada.' dediğinden ötürü gidiyor, vakit buldukça görüşüyordu. Akıllanmış, mahkemede kendisine şahitlik ettiği için biraz yumuşamıştı. Ne zaman kanmak istese annesine, kendini kaptırmaya kalksa, Fatih'in ağır konuşmalarını hatırlıyordu. Neslihan Hanım'ın bencilliğini sürekli yüzüne çarpmıştı. Yine aynısını hatırladı, gerçekleri kendisine acımasızca söylediği hatıralardan biri düştü zihninin derinliklerine...

 

Elindeki telefonun ekranına sinirle göz gezdirirken içerdeki kızın haline üzüldü. Kendisini bulup kurtarmak için ulaşmaya çalıştığı annesi, sadece kendi keyfinin derdindeydi. Bunu ona biraz ağır konuşarak anlatacaktı, başka türlü anlamak istemiyordu. "Canını acıtmamaya çalış, çok rica ediyorum." dedi yanındaki Turgut. Şimdi mümkün değildi, biraz kıracaktı, gerçeği acımasızca öğrenirse, acımamayı öğrenirdi. Herkese merhamet etmemesi gerektiğini, acımasız davranarak öğretecekti. "Elimde değil." Bulunduğu odaya doğru ilerlerken konuşmalarını tekrar sürdürdü. "Nasıl öğrenirse öyle kalır aklında." Bunu iyi biliyordu, bildiğini uygulamaktan öteye gidemezdi. Önüne geldiği odanın kapı kulbunu aşağı indirirken yüzüne alaycı tebessümünü takındı. Karşısındaki kadın sözden anlasa, bunu asla yapmazdı.

 

"Sana çok sevdiğin, toz konduramadığın anneciğinden haber getirdim." Yere, bağlı olduğu sandalyeyle birlikte devrilmiş kadını izledi. Kaldıracaktı tabii ama şimdi değil, önce aklındakileri söyleyecekti. Çaresizce çırpınan kadının bakışları, kısa süreliğine adamla buluştu. Telefonu yere çok az eğilerek yüzüne uzattı. "Dışarıda, ikinci kocasıyla yemek yiyor, önünde içki kadehleri, kendinden geçmiş durumda; seni düşündüğü de yok." Gözlerinin doluşunu izledi, mecburdu böyle davranmaya. Ekranı incelerken dolan gözlerinden bir damla yaşın gelişini izledi.

 

"Sen burada bu haldesin, hayatını ellerine bıraktığın, seni perişan etmesine izin verdiğin annen, gece klüplerinde sabaha kadar kendinden geçiyor. Sürekli ulaşmaya, seni kurtarması için çırpınmaya çalışıyorsun ya hani, gerçekten acınası bir zihniyete sahipsin." Sözlerini çekmek istemedi, tek amacı, güçlü olması için yardım etmekti. Ağlamaları çoğalmakla beraber, sesli hale gelmeye başlamıştı ama ağzındaki banttan ötürü, sesi oldukça boğuk çıkıyordu. "Niye ağlıyorsun, gerçekler gücüne mi gitti? Tabii haklısın, kabullenmek istemediğin gerçeklerle karşılaşınca böyle ağlarsın işte. Kimsenin umrunda değilsin, hayatını hiçe saydığın insanlar, senin nerede olduğunu bile umursamayacak kadar seni sevmiyorlar."

 

Sinirlenmişti ama siniri, o 'Anne' kimliğini taşıyan kadına karşıydı. İnsan nasıl böyle rahat olabilirdi, kendi öz evladı ortada yokken, bu manzarayı kendine nasıl yakıştırırdı? "Rahat dur, çırpınmayı kes, bileklerine zarar vereceksin yine." Artık tahammül edemiyordu, baştan bu sorumluluğu üstlenmemesi gerekirdi aslında. Sevdiği kadının yasını tutamadan, üzerine bu kızı yüklemişlerdi. Baştan kabullenmişti, şimdi geri dönemezdi. "Al." Elindeki telefonu yere, sandalyenin kenarına atarken oldukça rahattı. "Ananla hasret gider." Bedeni etkisiz halde, sıkı şekilde bağlı olduğundan ötürü, telefonla bir iş çevirmesi mümkün değildi. "Geleceğim birazdan, rahat durup beni bekle, ilaçlarını getireceğim."

 

Odanın çıkışına ilerlerken ardına bakmadı, ettiği tek kelime için bile pişman değildi. Ara yere, salona ilerlerken arkadaşlarının ters bakışları üzerindeydi. "N'apıyorsun lan sen, ruh hastası herif?" Hiddetle konuşmaya başladı Özcan, gördükleri ve duydukları, tahammül edilir gibi değildi. "Günahı ne o kızın, insan böyle mi davranır, böyle mi anlatılır gerçekler? Karşındaki kadın, yeteri kadar hassas, yaralarına daha çok tuz basamazsın." Söylediklerinin ardındaydı Fatih, biraz sert bile konuşsa, buna pişman değildi. Böyle yapmazsa, bu kız kendine gelmezdi, kendisinin ondam kurtulması da zorlaşırdı, devamlı onu yanında tutamazdı, bu bir çözüm değildi. "Ben böyle anlatabiliyorum, daha iyisini biliyorsanız, geçin siz anlatın, meydan sizin. Bugün böyle davranmazsam, gün gelir canını daha çok yakarlar. Güzellikle göstersem o resimleri, anlayacak mıydı sizce, şu an bile anlamamıştır, bizi kötülemek, annesini aklamak için kafasında senaryolar uyduruyordur."

 

"Neyse ne, böyle davranılmaz, Özcan haklı, çok rica ediyorum, şimdiden sonra düzgün davran. Yerden kaldır bir zahmet, ilaçlarını ver, yatıp uyusun." Sözü hızla aldı Turgut, birinin Fatih'i durdurması gerekti. Yoksa çok ileri gidecek, böylece akıl almaz olaylar olacaktı. "İnsan bedensel acıdan değil ama kalp kırıklığından, yediği sözlerin ağırlığından ansızın kötü olabiliyor. Allah korusun, ya acıdan kalbi sıkışsa, sana emanetken ya olduğu yerde kalp krizinden ölür gider, zaten hasta, sağlam değil ki."

 

"Sadece resimleri gösterirken öyle davrandım, normalde canını acıtmam. Ben elimden geldiğince anlayışlı yaklaşmaya çalışıyorum, sadece yüküm ağır, biraz da siz beni anlayın."

 

"Tamam, biz çıkınca düzgün davran lütfen." Ardına dönerek Turgut'un peşi sıra ilerleyen Özcan, sözünü net şekilde tamamladı. Arkadaşına bu konuda güveniyordu, daha ileri gitmezdi. "Ben de aynı düşüncedeyim, insan gibi davran, sakın biz yokken kötü davranma."

 

"Niye kötü davranayım, cani miyim ben, hadi çıkın artık." Kapıyı eliyle açarak dışarısını işaret etti. Yorulmuştu ithamlardan, yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Arkadaşlarını yolculadıktan sonra kapıyı örterek kızı tuttuğu odaya ilerledi. Sinirle soluğunu dışarı üfledi, şimdi bu kızla uğraşacak halde değildi, hiç çekesi yoktu ama mecbur olduğunu hatırladı. Aralık kapıdan içeri girdiğinde ilk olarak yerdeki telefon dikkatini çekti, hızla aşağı eğilerek telefonu aldı, doğrularak masanın üzerine bıraktı. "Bu kadar özlem giderme yeter sana, ilaçlarını içeceksin." Alaylı konuşmasına engel olamadı. Kendini durdurması gerekti, biraz sakinleşse iyi olacaktı. Önündeki masanın üzerinde ilaçları kısa sürede hazırladı, sonra tekrar yerdeki kıza ilerledi. Elini sandalyeye uzatarak, tek koluyla kaldırdı.

 

Ağlamaktan gözlerinin kızardığını, yerden kaldırınca anlayabildi. Karşısına sandalye çekerek otururken elini uzatarak ağzındaki bantı çıkardı. Diğer elini kenara uzatarak hazırladığı ilaçları öne çekti. "Kendin içebilirsin." dedi elini iplere uzatarak çözerken. Eliyle içerecek kadar sabırlı değildi, çözmesini doğru bulmuyordu, bu kızın sağı solu belli olmaz, bir atakta bulunabilirdi. Başa çıkabilirdi, göz önünde bulundurarak çözmüştü. Uzattığı elinden ilaçları alarak içen kadını izledi. "Acınacak durumda değilsim." Düzgün davranması gerekti, biraz önce; akıllanması için istemeden canını yakmıştı. "Yaşadığın hayatı yaşayan çok insan var, güçlü olmak senin elinde. Sürekli ailen için hayatını hiçe sayarsan, acınacak hale düşersin. Tercih senin, önünde iki yol var, ikisini de sen seçeceksin. Beni ilgilendirmiyorsun yani, ben sadece bana verilen görevi yerine getiriyorum." Sözleriyle, kırdıklarını geri toparlamaya çalıştı, yaşadıklarını hak etmediğini iyi biliyordu. Kimse böyle bir hayatı hak etmiyordu.

 

Geçmişten ürpererek sıyrıldı, iyi değildi, düşündükçe iyi olamıyor, ürpermeye başlıyordu. Kendisine bunca acıyı çektiren, canını yakan ve korku veren birini sevmekten iyice endişe ettiği kadar, onu merak da ediyordu aynı zamanda. Siyah bakışlarındaki bilinmezlik, yüreğini iyice ona doğru çekiyordu. "Ben bu işin içinden nasıl çıkacağım, ona nasıl gideceğim?" dedi kendince söylenirken. Önce paketi açması gerekti, adım atmanın başlangıcı öyle olacaktı. Yatağın üzerine bıraktığı paketi eline alırken açmak için çabalamaya başladı. Anlaşılan özenli paketlenmişti. Sade ama düzgün, açılmayacak şekilde kapatılmıştı. Son kısmı da açarken paketin içinde, ikinci bir kutu ile karşılaştı. Aslında kutu değildi, karton koliydi. İçindeki meraka engel olamadan eline aldı, içindekine baktı.

 

Bir fotoğraf makinesi vardı içeride, gördüğü anda heyecanlanmaya başlamıştı. İşin tuhaf olanı, yeni model değil, çok eski zamanlara ait makinelerdendi. Büyüktü biraz, taşımakta zorlanabilirdi ama zoru seviyordu. Boynuna asarsa bununla çok rahat doğa fotoğrafçılığına çıkabilirdi. Eskiydi ama tertemiz duruyordu, üstelik demode olmasına rağmen şıktı. Fotoğraf makinesini kenara bırakırken kutunun içinde küçük not kağıdı ile karşı karşıya geldi. Heyecanı iyice artarken elini ağzına kapattı, şimdi o notu okumanın zamanı gelmişti. Eline kağıdı alırken düzgün ve şık görünen el yazısı iyice hoşuna gitmişti. Çok hızlı çarpıyordu kalbi, bir elinde kağıt varken diğer elini kalbi üzerine yerleştirdi. Şimdi yüreğinde yeniden yeşeren aşkla, onun kaleminden kendisine dökülenleri okuyacaktı. Bilinmezliğini merak ettiği, gizemini kapıldığı, gözlerine bakarken heyecanladığı adamın notunu okurken kalbinin duracak olmasından korktu.

 

"Yeni yaşında umudum, devamlı ilaçlarını alarak bedel ödemektir, dudaklarına dokunarak ödediğim her bedelde sana tekrar sevdalandığımı bil istedim." Okurken elini ağzına kapatıp kıkırdadı. Demek o gün yaptıklarıyla not kağıdına giriş yapmak istemişti. "Bu sana bağlı Hande, bana gelmek senin elinde. Sen gelene kadar tek adım atmayacağım, beni sevdiğini görmek istiyorum. Bana gelmezsen giderim, bunu bilmen için sana not bırakmak istedim, sevdamı öldürerek yüreğime gömer, çeker giderim buralardan, izimi bile bulamazsın." Ürperdi o an, okudukları karşısında, siyah gözlerine tekrar bakamamaktan çok korktu. En sağlam duygularla çıkacaktı karşısına.

 

"Geçen Düzce'den gelirken yol üstünde bir yere girdim, büyük bir merkezdi, içindeki müzede gördüm bu fotoğraf makinesini. Eski zamanlardan, ünlü bir bilim adamına aitmiş. Çok büyük savaşlardan, senin gibi direnerek çıkmış, hiç vazgeçmemiş savaşmaktan. Daima direnmeyi, meydan okumayı tercih etmiş. Bilirsin, yaşamak tercih meselesidir, tercihlerinle yaşayarak hayata tutunursun. Neyi nasıl istersen öyle yaşarsın. Gördüğümde sen geldin aklıma, bilim adamının hikayesini öğrendiğimde seni anımsadım. Senin olması gerektiğini düşündüm, 'Bu benim sevdiğim kadının olmalı' dedim kendimce. İyi ki varsın Hande, söylemek için geç kalmış olabilirim ama bu bir gerçek ki, seni iyi ki buldum. Yeni yaşını umarım birlikte geçiririz, olacaklar senin elinde."

 

Not kağıdı elinde tebessüm ederken bir süre ne yapacağını bilemedi, ona gitmek için aklında güzel planlar varken bunları nasıl gerçekleştireceğini düşündü. Şimdilik yapacağı tek şey ise bundan böyle görselcilikte yeni fotoğraf makinesini kullanmak olacaktı. Yatağının üzerini temizleyerek konsola bırakırken elindekileri, yorganın altına girdi. Düşünmek istemiyordu, projenin hemen ardından karşısına geçerek konuşacaktı. Aynı proje günü, sunumun tamamlanmasının ardından karşısında duracaktı. Bunu ne şekilde başaracağını şimdilik bilmese bile günü gelince çözecekti. Aklında karmaşık düşüncelerle öylece gözleri kapanırken uyku, usulca tüm benliğini ele geçirmişti...

 

Günleri birbiriyle aynı ilerliyordu, yannda olmasını istediklerinin uzaklaşmasını izliyordu. Yakınlaşmak ise sadece kendi elindeydi, bunu iyi biliyordu. Okul çıkışları arada Neslihan Hanım'a gidiyordu ama çok kalamıyordu, geri Yeliz Hanım'ın yanına dönmek zorunda hissediyordu kendisini. İkisinin arasında kalıyordu çoğunlukla, iki tarafı idare etmekten yorgun düşüyordu. Proje tamamlanmış, geriye sunumu yapmak kalmıştı, bu durum karşısında iyice heyecanı artıyordu. Kendisini heveslendiren, projeden çok, genelde sevdiği adamla konuşacak olmasıydı. Sunumun ardından karşısına geçecek, içinden geçenleri anlatacak. Yüreği ondan korkarken o yürekteki sevda, ona koşarak gitmesini söylüyordu. İkilemdeydi, korkularının sanki üzerine giderse, onları çok rahat yeneceğini düşünüyordu.

 

Haftayı sonlandırırken cuma günü evine dönmüştü, yorgundu, zor bir sınav haftasının stresi vardı üzerinde. Hediye için Fatih'in karşısına çıkmış, kısaca teşekkür etmek istemişti ama kendisini dinlemeye bile tenezzül etmemişti. Bu durumda iyiden iyiye içindeki bunalımın artmasına sebep olmuştu. Kendisi, önünde kelimeleri gevelerken, "Yapmam gereken işlerim var, gitmem gerek." diyerek gözleri önünde arabasına binerek uzaklaşmıştı. Böyle olunca, iyiden iyiye hırslanmıştı. Sevmek nasıl olurmuş, gösterecekti ona, en güzel şekilde gösterecekti... Yemek masasında akşam vakti, Yeliz Hanım'a olanları sinir içinde anlatmıştı. "Göreceksin anne, nasıl yapacağımı bilmiyorum ama ona sevgimi çok farklı ispatlayacağım, şaşırtmak istiyorum." derken kendinden emindi. Projeye tam bir gün vardı, yarından sonraki gün sunum yapacaktı. "İçinden geldiği gibi davranırsan başarırsın canım." Kendisini yanıtlayan Yeliz Hanım'a içten içe hak verdi, o gün içinden nasıl geliyorsa, öyle konuşacaktı.

 

Erken çekildi odasına, aklında birçok düşünce varken yalnız kalmayı tercih etti. Yatağına oturarak uzun süre kendini dinledi, yapmak istediklerini gözden geçirdi. Sinir olmamak elde değildi, yaptıklarına artık tahammül edemiyordu. "Sen görürsün gününü." dedi sinirle söylenirken, sinsi şekilde tebessüm etti. "Gıcık!" dedi tekrardan, siniri çoğaldı. "Gıcıksın ama gıcıklıkta beni geçemezsin." Kararlıydı, o gözlere korkmadan bakarak, 'Seni seviyorum' diyecekti. Gösterecekti ona gününü, hakkını verecekti hislerinin. Yatağın kenarındaki konsoldan gelen sesle ürperirken telefonunun çaldığını anladı. Keyfi yoktu aslında, açmak istemiyordu ama okuldan arama ihtimalleri vardı. Eline aldığı telefonun ekranına baktığında tebessüm etti, iyi ki bakmıştı, aksi taktirde Nurcan Hanım'dan temiz bir azar yiyebilirdi. Normalde ne kadar sevgi dolu olsa bile sinirlenmeye müsait yapısı olduğunu biliyordu.

 

"Anneciğim!" Sesi çığlık misali çıktı, onunla konuşurken heyecanlanıyordu.

 

"Canımın içi, bahar gülüşlü yavrum, çok özledim ben seni, iki gün ayrı kalsam özlüyorum." Sesi sıcacıktı, sözcüklerinin her kelimesi sanki sevgi suyuna batırılmıştı. Yanında olsaydı keşke, ona sımsıkı sarılabilmek isterdi. "Ben de çok özledim anne, keşke hep seninle olabilsem, hiç ayrı kalmasak." Bunu içinden gelerek söyledi, her duygusunda samimiydi, sahte davranmazdı. Sıcak kokusunu özlemişti, sevgiyle saçlarını okşayan ellerini ve en çok 'İnci tanem' demesini. Oysa görüşmeyeli sadeve iki gün oluyordu.

 

"O da olacak güzel kızım." Söyledikleri karşısında yüzü düştü, zor görünüyordu. Üzülünce yüreği burkuluyordu, konuşmalarına yansıyordu kalbinin kırıklığı... "Zor gözüküyor, nasıl olacak ki, benden sürekli kaçıyor. Bana ulaştırdığın paketi açtım, hediyesini alarak yazdıklarını okudum. Beni tehdit edercesine, konuşamazsam gitmekten söz etmiş, çekip gitmek böyle kolay mı anne?" Sorarken gözleri doldu ama ağlamayacaktı, kendini kontrol edecekti. Böyle durumlarda dirayetli kalması gerekti. "Değil bir tanem, inan hiç değil ama insan bazen zor olanı göze almalı. Sen düşünme bunları, olmayacak, gidemeyecek, çünkü sen konuşacaksın. Projeye kaldı bir gün, sabırlı olalım. Ben seninle başka mesele hakkında konuşacağım, seni onun için aradım zaten. Yarın Kur'an okutacağım, kızımla oğlumun senesi. Seni gelip alacağım, beraber bana geçeceğiz." Son söyledikleri karşısında heyecanlandı, o eve ne zaman gitse, zaten içten içe heyecanlanırdı.

 

"Proje ortamını kontrol etmek ve müdürle konuşmak için kısa süreliğine okula gideceğim. Öğlen çıkarım hemen, aslında ben gelirim okul çıkışı, siz yormayın kendinizi." Yük olmak istemiyordu, annesini yormayı istemezdi. Kendisi için zaten yoruluyordu çoğu zaman. "Olmaz öyle, seni elimle alacağım, o yolu geçemezsin zaten." Söyledikleriyle biraz ikileme düştü, aklına olmadık olaylar geldi. Alper'in kendisine aldığı arabayı hatırladı, daha bir kere olsun, direksiyona geçmeye bile cesaret edememişti. Acaba Nurcan Hanım, kendisinin artık arabası olduğunu bilse ne tepki gösterebilirdi. Şimdilik anlatmayacaktı, zaten henüz kullanmıyordu.

 

"Olur anne, siz nasıl uygun görürseniz öyle kalsın." Yüzünde buruk tebessüm oluştu, sevdiği adama böyle uzakken, gülüşleri bile daima buruk kalacaktı. "Benim yarın kızıma çok güzel sürprizlerim olacak." Sanki kendisini mutlu etmeye çalışıyor gibi davranıyordu ama mutlu olacak hal kalmamıştı, bu meseleyi çözmeden mutlu olamayacaktı. Kendini toparlaması gerekti, toparlanmadan çözemezdi. "En sevdiğin yemekleri hazırlayacağım, sen başka isteğin, canın çektiği bir şey olursa söyle bana. Ayrıca başka süprizim de var, çok büyük." Yüzümdeki tebessüm çoğaldı, içindeki merak da çoğaldı. Sorsa söylemezdi, 'Sürpriz' der, sorduğu için kızardı. "Söylerim." Kısa konuştu, durum böyle olunca, tüm olaylara hevessizdi. Uzun zamandır aklında tuttuğunu, şimdi Nurcan Anne'sine soracaktı, bir anda cesaret gelmişti kendisine.

 

"Anne." dedi acı içerisinde konuşurken. Söylerken bile ürpermişti, gözlerinin dolmaması için kendini tutacaktı. "Söyle inci tanem, içini daraltan ne varsa anlat anneye." Sıcacık davranışına zoraki bile olsa tebessüm edemedi. Aklına gelenleri sorarken canı acıyacaktı. "Ben hani cezaevinden çıktım, birini öldürmeye teşebbüs ettim ya, ondan dolayı mı beni istemiyor? Hapisteyken yanıma geldi, benimle konuştu ama şimdi bu şekilde davranması bana böyle düşündürüyor. Hapisten çıkınca benden uzaklaşmasının sebebi başka ne olabilir. Öyleyse itiraf edebilirsin, ben anlarım, kabul ederim. Rahatsız olduğunu kabul etmesi zor değil." Yakın zamanda, içinden geçen düşünceleri izah etti. Anlatmaya mecbur hissediyordu kendisini. Öyleyse eğer, önce kendi çekip giderdi.

 

"Sen yine ne saçmalıyorsun acaba?!" Sesi yükselen Nurcan Hanım'ın tavrı karşısında şaşırdı. Böyle sorular sorunca, genelde hep sinirlendirirdi kendisini. "Biz seninle konuştuk, böyle kendini aşağılayan sorulardan birini daha önce de sormuştun ve ben sana yine 'Yapma' demiştim, kendini sevmeyi öğrenmelisin. Ayrıca sen, yaşamak için savaşan kadınlardansın, bunun için senden rahatsız olan biri, zaten benim evladım olamaz." Sinirli konuşmalarına hak verdi, kendini suçlayarak bir yere varamazdı. Üstelik böyle, daha çok kaybederdi, bir an önce atağa geçmesi gerekti. "Deme böyle şeyler güzel kızım, yakışmıyor sana." Sesi biraz daha sakin çıkıyordu, kendisini anlamaya çalışan hali vardı. Sakinleşmişti ama tam anlamıyla değil. "Biraz daha üzsün seni, bak ben nasıl alıyorum onun ifadesini, üzerine durma bunların."

 

"Tamam anneciğim, özür dilerim, bir daha sizin sözünüzden çıkmayacağım."

 

"Özür dilenecek bir şey yok meleğim, sadece üzüyorsun beni. Sen öyle söyleyince anne çok üzülüyor, seni iyileştiremediği için kendine kızıyor. Sen hem çok güzel, hem de çok özelsin, o yüzden benim kızım oldun, daima böyle düşün. Şimdi güzelce dinlen, uykunu al, anneciğin yarın sana, tahmin edeceğinden çok büyük sürprizler yapacak. Anlaştık mı inci tanem, önce kendimize değer veriyoruz." Elini kalbinin üzerine dokundurdu Hande, sanki böyle kendini çok güçlü hissediyordu. İnsan, sevildiğini hissettikçe güzelleşiyor, kalbinde sevgiyi, iyiden iyiye hissediyordu. "Sizi çok seviyorum." İçinden kopup gelen hislerle söyledi. "Ben de seni seviyorum güzel kızım, dünyalar kadar seviyorum." Zamanında rahmetli kızına da böyle derdi Nurcan Hanım, 'Dünyalar kadar' demekten vazgeçmezdi.

 

Yüzündeki tebessümle telefonu kapatırken oturma salonuna doğru ilerledi. Kendisi ilerlerken oturma odasına, tam o sırada, kapıdan içeriye giren oğluyla karşılaştı. İçindekileri söylemezse, rahat edemeyeceğini düşündü. "Psikolojik olarak Hande'nin düşünceleri hiç normal değil. Daha az önce telefonda konuştum, bana söyledikleriyle kaskatı kesildim." Üzerinden ceketini çıkararak kendisine doğru ilerleyen oğlu, tam karşısımda durarak bekledi. Kelimelerini devam ettirmesini bekliyordu anlaşılan. "Bana, 'Acaba cezaevinden çıktım diye mi böyle davranıyor.' dedi. Fatih, açık konuşuyorum oğlum, ister alın, istersen gücün. Hande benim tüm dünyam oldu, ben yaşayamam o olmadan, soluk alamam. Sevemeyeceksen, inciteceksen, neden herkesi karşına aldın oğlum?"

 

"Seveceğim anne, müsaade edersen ne şekilde seveceğime, kendim karar vereceğim. Görmüyor musun, bildiğin bahanelerin altına sığınıyor. Kuruntunun böylesine ilk kez denk geldim, cezaevinde her gün ziyaretine gittim, yeri geldi orada nöbet tuttum ama o bana adım atmamak için yine beni suçluyor. Bildiğin kendi kafasından kuruyor, kendi uydurduklarıyla benden uzaklaşıyor. Sen bana güven, o gelecek, sadece son bahanelerini kullanıyor." Sinirle kendisinden uzaklaşan oğlunu izledi, gelecekti ama ne zaman, kızından ayrı daha yaşayamazdı. Her gün onu yanında, yakınında istiyordu.

 

Yemek masasında tüm aile toparlanırken güzel bir akşam geçirmeye başlamışlardı. Seda, eliyle Yasemin'e yemek yedirirken Yasemin'in bakışları ise Nurcan Hanım'daydı, ona bakarak konuşmaya çalışır gibi hali vardı. "Şuna bak şuna." dedi tebessüm ederek dudaklarıyla torununa uzaktan öpücük atan Nurcan Hanım, gün geçtikçe büyüyordu. "Büyüyecek benim kızım, konuşmaya başlayacak, babaannesine yoldaş olacak. Çok şükür Allah'a, yaralarım için ilaçlarım hep yanımda. Yasemin sanki, rahmetli İnci'min küçük hali, Hande ise genç hali. İkisi de beni iyileştiriyor ama Hande'min yeri bir başka, İnci'min melek olduğu yaşta o, Rabbim kaderini benzetmesin." Konuşan annesini dinlerken bakışlarını aşağı indirdi Seda, yüzü bembeyaz kesilmişti. Kendini suçlamaya başlamıştı son zamanlarda, böyle yakınndayken annesini, Hande gibi iyileştiremiyorsa, suç kendisinde olmalıydı.

 

"Fatih, ben yarın Kur'an okutacağım oğlum, Halil Ağabey'inle İnci'nin senesi; rahmetli Yasemin'e de okuturuz, haberin olsun istedim. Sen gelmeden biter zaten, dağılırlar, öğlen başlar, akşama dağılırlar." Bakışlarını kısa süreliğine çevirdi annesine, kendisi açısından sorun değildi. Seneleri gelmişti zaten, kendisinden önce düşünmüştü annesi. "Sorun değil anne, iyi olur okut, kartımı bırakırım, neye ihtiyacın varsa alırsın. Benim aklımdaydı, camide okutmayı istiyordum ama sen önce davrandın madem, nasıl istersen." Geri çevirircesine başını yukarı kaldırdı Nurcan Hanım, evde okutacaktı. Böylesi daha doğruydu, şimdi de evde okutmak istiyordu. "Sen bana bırak, hem evimizde okunmuş olur, daha iyi. Rahmetli Yasemin'i yaptık camide, zor olur öyle ikinci defa, bunu da evde yapalım." Sadece başını salladı genç adam, bu defalık da böyle olmasını uygun görüyorsa annesi, kendi açısından sorun değildi.

 

"Aşkım, meleğim benim!" Öylece mama sandalyesine oturmuş, konuşmaya çalışan Yasemin'e tebessüm etti Nurcan Hanım. "Ne oldu, ne konuşuyorsun sen, güzel kızım benim, prensesim." Karşısındaki annesinin tavırlarına öylece baktı Seda, ne acıydı, kendisinden başka herkese verecek sevgisi vardı. "Yarın biz çok eğleneceğiz kızımla, beraber zaman geçireceğiz, hem yarın, Hande ablası da gelecek." Yüzüyle etrafa gülücükler saçarken sanki söylemeye çalıştığı kelimeler vardı. Şaşkınlıkla izledi torununu, ne anlatmaya çalışıyordu acaba. "Konuşacak sanırım, anlatmak istediği var ama ne konuşuyor, ben anlayamıyorum." Karşısındaki Fatih'e bakarak konuştuktan sonra tekrar torununa döndü, söylediklerini anlamaya çalıştı. Dikkatini vererek dinlemeye çalıştı, anlattığını, dikkat ederse anlardı.

 

"Aaa-an-ne..."

 

Eliyle dudaklarına dokunan Nurcan Hanım, şaşkınlıkla kaşlarını çattı. Bunu beklemiyordu, torunu, kendisine bakarak, ilk kelimesini söylemişti. Öksüz bir çocuğun gözlerinden okunan en güzel kelimeyi söylemiş, ilk kelimesini kullanarak 'Anne' demişti, bu bir şiirden, çok daha öteydi. Yerinden doğrularak torununa yürürken "Ne dedin sen?" dedi şaşkınlık içerisinde. Bugün şaşırmalara doyamıyordu, kendisine bakarak kullandığı kelimeyi hiç hesaba katmamıştı. Yaklaşarak önünde eğildi, tekrar söylemesini bekledi. Kıpırdayan dudakları arasından harfler, tekrar yuvarlanmaya başladı. "A-an-ne!" dedi tekrardan. Dilinden dökülen kelimeyi duyduğuna emin olduğunda, sesli şekilde çığlık attı. Yarın kızının gelmesini sabırsızlıkla beklerken, bugün daha güzel bir olay yaşamıştı. "Annem!" dedi çığlık içinde sevincini gösterirken. Kollarını uzatarak sandalyeden kaldırdı, sevinç içinde kucağına aldı.

 

"Annem!" Kullandığı kelimeye karşılık verirken yüzündeki tebessümü, şu zamanı dünyalara değişmezdi. Şimdi dünyanın en mutlu insanıydı Nurcan Hanım. Oturduğu sandalyede öylece kızıyla annesini seyreden genç adamın, bir an için yüreğine ağrı saplandı. Tam yüreğinde, bıçak darbesi vardı sanki, içi acıyordu. Hande'yi bu kadar çok severken, Yasemin'e ihanet ettiğini düşündü. Şimdi tam burada, kızının 'Anne' demesi, kendisine böyle hissettirmişti. İlk kelimesi anneydi, kendisine sürekli bakan babaannesine söylemişti. “Benim güzel gözlüm, mavi cennetim, sen bana ‘Anne’ mi dedin, o anne diyen dilini yerim senin.” Nasıl sevinmişti Nurcan Hanım, oysa bu kelime, öksüz çocuğun en derin yarasıydı.

 

“Ben ölürsem, sakın kızımızı suçlama, onu doğurmasam da, zaten öleceğim belliydi, doktorun dediklerini hatırlıyorsun.” Yatakta yorgunca uyuyan sevdiği kadını izledi, öylece gözlerine bakarken sinirlenmemek elde değildi. Hep böyle konuşarak kendisini sinir ediyordu. “Sen iyi olacaksın, kızımızı beraber büyüteceğiz, böyle düşünme, istemiyorum bu konuşmaları.” Elini dudaklarına dokundururken sessiz olmasını, böyle konuşmamasını istedi. Yaşamaktan söz ediyordu devamlı Yasemin’e, son ana kadar güçlü olmaya çalışıyordu. “Görmüyor musun halimi, insan ektiğini biçemiyor bu hayatta; benim artık son günlerim, zamanım çoktan geldi. Çok iyi bak kızımıza, sakın kötü davranma.” Gideceğini hissediyor, son vasiyetini ediyordu. Kendinden geriye kırık düşler kalacağını sanki hissediyordu.

 

“Çok iyi bakacağım kızımıza, sen de olacaksın bizimle, beraber bakıp büyüteceğiz, bunu kabul et.” Eliyle ellerini avuçlarken kendi de biliyordu aslında, sevdiği kadının çok az soluğu kalmıştı. Yüzüne ölümün soğukluğu gelmişti, bakışlarına gözlerini değdirirken hissediyordu. “İyi bir baba olacaksın, yüreğim bunu hissediyor, ben göremesem bile çok güzel büyüteceksin kızımızı. Yokluğumu hissettirme ama ona benden hemen söz etme. Yaşı ilerleyince, bir uzmandan yardım alarak anlat.” Konuşmakta zorlanan kadını izledi, kelimeleri bile sayılıydı artık, gidiyordu sevdiği kadın. Sekizinci ayıydı gebeliğin, yüzüne doğum ışığı ile ölüm karanlığı aynı anda düşmüştü.

 

Elindeki çatalı çok sert şekilde, tabağın üzerine yumruk atarcasına bırakırken, çıkardığı gürültü, masadaki herkesin dikkatini çekti. Yerinden doğrularak annesiyle kızına ilerledi. “Ben çıkıyorum, biraz hava alacağım, oradan galeriye uğrarım belki, geç geleceğim.” Soğuk konuştu, çünkü iyi değildi. Fatih, kapıya ilerlerken, ardından gitmeye çalışan Mustafa Bey’i, eliyle koluna dokunarak durdurdu Nurcan Hanım. “Yalnız kalsın, güçlü şekilde toparlanabilmesi için buna ihtiyacı var.” Bazen yalnızlık, çok iyi gelirdi insana. Bunu acılı bir anne olarak iyi biliyordu. Yanına ilerledi kucağında bebekle, yolcu edecekti. “Kendine dikkat et canım, fazla gecikme.” diyebildi sadece, yaşadığı şu acının üzerine başka kelime konuşamazdı. Sadece başını salladı genç adam, konuşacak kelimesi kalmamıştı. Derin bir eksikliğin verdiği acı içinde baktı kızına, ona yetebilmek için elinden geleni yapacaktı.

 

“Güzelim, babaanneyi üzme, olur mu bir tanem; seni çok seviyorum, bunu da sakın unutma.” Yaklaşarak saçlarına dokundurdu dudaklarını, bugün yaşadıklarının ağırlığını atlatabilmesi zaman alacaktı. “Üzmez merak etme, hadi çık sen, gözün arkada kalmasın.” Eliyle kapıyı aralarken usulca yolculamak istedi evladını. “Seni de çok seviyorum anne, her şey için teşekkür ederim. Kardeşime baktın önce, sonra rahmetli Yasemin’e, şimdi yine kızıma bakıyorsun. Tekrar yaralı birini sevdim, onun yaralarına merhem olmaya, annelik yapmaya çalışıyorsun.” Sinirle kaşlarını çattı Nurcan Hanım, bunu mecbur olduğu için yapmıyordu, canı yapmak istiyordu. Karşısındaki oğluna ise asla mecburiyeti yoktu. “Ben de seni seviyorum yavrum, anneler mecbur değildir, bu bir hak değildir, analık görevidir.” dedi oğlunu yolculayarak kapıyı örterken…

 

Yorgunca arabasına ilerlerken uzağa park ettiğini hatırladı genç adam, zaten yürümek istiyordu. Küçük bir mahallede oturduğundan, park yeri bulmakta, çoğu zaman zorlanırdı. Üç sokak aşağıya park etmişti. Yokuş aşağı yürürken canının acıdığını hissetti tekrardan. İlk kelimesi ‘Anne’ olmuştu kızının, öksüz bir çocuğun gözlerinde, anneliğin eksikliğini görmüştü. Çok çabalayacak, sevdiği kadına verdiği sözü tutacak, ona eksikliğini hissettirmeyecekti. İşte bu yüzden, hataları olsa bile çok seviyordu annesini, kendisi için dünyalara bedeldi. Her zaman kendisine yetmeye çalışmıştı, kendisine ve değer verdiği herkese el uzatmıştı. Şimdi kızına ve tekrar aşık olduğu kadına annelik yapmaya çalışıyordu. Nurcan Hanım inkar etse de, Fatih biliyordu, çok büyük minnet borçluydu ona, çünkü o bir anneydi, tüm canlılara yetebilecek kadar güçlü bir anne, başlı başına, şiirin kendisiydi annesi. Şiirin öptüğü kadınlar vardı, anne deniyordu onlara…

 

Loading...
0%