@mavi_melekler
|
Merhabalar!
Hızlı geldim sanırım. Klüplerim gereği mecburen her hafta bölüm atmam lazım, eleştiriler bol olunca atmasını severim. Yarışmalara ve etkinliklere katıldım, o nedenle daha da aktif olacağım. Geçiş bölümü tadında oldu, diğer bölüm daha olaylı olacak, şimdi biraz durgun geçecek. Sevecek misiniz bakalım, hislerinizi eleştiri olarak bekleyeceğim.
Bölüm şarkımız: Eylem Aktaş - Hasret
Medyamızı inceledikten sonra şarkımızı açarak bölüme kendinizi verebilirsiniz.
6. Bölüm: "Hicranın Keskin Naraları"
Gün ışığı, usulca tenine değerken aralamış gözlerini, korku ile bakınmıştı etrafına. Yemekten sonra olduğu koltukta sızıp kalmıştı. Kaçması gerekti ve bugün ilk denemesinde bulunacaktı, epeyce hali vardı. Kapının aralanması ile daha da doğruldu, kolları, dün akşama oranla biraz rahatlamıştı. İçeri giren adama bakmadı, kendisine alayla sırıttığını görse de, umursamadı, görmezden geldi. Yorgunluğu geçmişti, kendini epeyce rahat hissetse de, açlığı, tam olarak geçmemişti. Olsa, dün atıştırdıklarının, iki katını daha indirirdi midesine. Gece, burada mı kalmıştı acaba, sonuçta, kendisini bağlamamıştı. Kolları o haldeyken, bağlamamış olabilirdi ama sonuçta bu halde bırakma riskini de göze alamazdı. Umursamadı, sonuçta bir fırsatı varsa bile kaçamamıştı ama bugün halledecek, kurtulacaktı. Kapı pervazından kısa süre kendisine bakmış, sonra da kapısını kapatarak geri gitmişti. Çok sürmeden, kısa zamanda geri gelmişti, elinde bir tabak vardı, sakince önündeki sehpa üzerine bıraktı, ardına döndü. Çok sakindi, üstelik bir ara kendisine alayla sırıtmasının sebebini de çözememişti. Öğrendiklerinden ötürü, aklınca kendisiyle makara geçiyordu, umrunda değildi. Yeliz Hanım'ı hayatından, tamamen çıkarmıştı. Kurtulduğu ilk an, öz annesine gidecekti, orada kendine geldikten sonra da Yeliz Hanım'ın karşısına çıkarak, çok ağır şekilde hesap soracaktı. Karşısındaki adamla birlikte, altı sene boyunca 'Anne' dediği kadından da şikayetçi olacaktı...
"Kimse gelmemiş, hani, nerede polisler?" derken ardına dönmüş, sesindeki sırıtmamın öfkesini ise kadına vermişti. Ketılda ısıttığı suyu, büyük fincanın içine boşaltırken içeriden gelen sese dikkat kesildi genç adam. "Ben çıktım Fatih, diğer kahvaltılıklar da hazır, mutfaktalar." Melek'e ait olan sesi dinledi, kendisi gelemediği için Özcan'la birlikte, sabaha kadar beklemişlerdi. Özcan, erkenden işe giderken, Melek gitmemiş, kendisinin gelmesini beklemişti. Olmayacaktı elbette bu şekilde, kısa zamanda başka çözüm üretecekti. "Çıkabilirsin." demişti içerisine seslenirken. Çay kupasını elinden bırakmış, kapı kısmına geçerek kadını göndermişti. İçeri tekrar girdiğinde, fincana doldurduğu sıcak suyun içine sallama çayı bırakmış, bekletmişti. "Yaşamımın tehlikede olmaması için polise gitmedi annem, hem seni bununla vuramazsın, öz annemi ararsam, görürsün bak, nasıl gelip beni kurtarır!" Soğuk sesine inat, hayat sevinci ile konuşmaya çalışıyor, hâlâ kendini güçlü gösterme çabalarına giriyordu...
"Hadi iç şunu, tabağındakileri de bitir, sonra ilaç içeceksin." Elindeki fincanı, sehpanın üzerine bıraktı, kadına tersçe baktı. Hiç direnmedi genç kadın, direnirse kaçamazdı. Öğrendiklerinden sonra, devamlı karnını doyurma isteği oluşmuştu. Yeliz Hanım, herhalde zarar görmesini istemediğine göre, önüne konulanların içinde de zararlı madde olamazdı. Önündeki tabağı, çok uzanmadan aldı, içindekilere baktı, sadece bunlar olamazdı, değil mi? Karnı o kadar açtı ki, tabaktakilerin kendisini tok tutacağından emin değildi. Hızla, her lokmayı midesine, doğru düzgün çiğnemeden indirirken karşısındaki adamın varlığını umursamadı. Demek, kendisini burada sabaha kadar, o esmer kadın beklemişti. Yine de, dün öğrendiklerine rağmen içi rahat değildi, başka meselelerin olduğunu da düşündü. Sadece Yeliz Hanım'ın isteği ile burada olamazdı, hem zaten karşısındaki adamda da, para ile çalışacak bir tip görememişti. Burada tutulmasının, başka sebepleri olduğunu da düşündü. Öğrenecekti ama önce kaçması gerekti. İçi börek, poğaça ve kurabiyelerle dolu tabağın, nerede ise çoğunu bitirmişti. İki günün açlığı üzerinde olunca, aniden iştahı açılmıştı. Dün de tüm gün boyunca aç kalmış, gece vakti atıştırdığına göre, üç gün olmuştu. Hastanelik olmamıştı Allah'tan, kötürüm olmasına rağmen güçlü bedene sahipti. Keşke olsaydı hastanelik, buradan kurtulma imkanları da, o vakit çoğalırdı.
"Yeliz Anne'm, sana kaç para teklif etti." Dolu ağzı ile karşısındaki koltukta oturan adama, aklındaki ilk sorusunu sorarken amacı, onu çileden çıkarmaktı. "İstersen, ben çalışır, sana öderim, hem bu sene mezun olacağım, okulum bitecek, beni bıraksan, olmaz mı?" Genç adam, duyduklarını umursamamış, oralı bile olmamıştı. Sabırlı kalabilmek için dişlerini sıkmış, ardına dönerek bakışlarını, kadından tamamen çekmişti. "Utanmıyorsun, değil mi, hiç ar etme duygusuna sahip değilsin?" Derince nefes alırken kadına tahammülü kalmasa da, sakin olmak için çaba sarf etti. "Ya Sabır!" demişti sesli şekilde, konuşursa, çok ağır olacaktı.
"Hiç, para ile haraket edecek duruşa da sahip değilsin, çok sakin bir tabiatın var." Aklındakini sorabilmek için bu kısımdan girmek istemişti. Sadece Yeliz Hanım'ın sözü ile haraket eden birine benzemediği kesindi, bunu fark etmişti kadın. "Biraz daha konuşursan, o sakin tabiatım gidecek, çok farklı biri ile karşılaşacaksınız küçük hanım."
"Yok, o manada demedim, para ile çalışacak insan duruşuna sahip değilsin."
"Tamam, bak çözmüşsün zaten, daha neden soruyorsun?"
"Yani şimdi, sen beni burada, annemden para aldığın için tutmuyor musun?"
"Kimseden para almadım, almam da, Yeliz Hanım'a karşı, bir minnet borcum var, onu ödüyorum; inan para alacak olsam, senin gibi birini çektiğim için tüm servetini isterdim."
Yerinden kalkarken köşedeki masadan ilaçlarını çıkardı, suyu doldurduğu bardak ile birlikte kadına ilerledi, ilaçlarını uzattı. Hiç direnmeden ilaçlarını aldı, tek defada içti. "Yerde, buranın içinde tokam düşmüştü, onu bana verir misin?" Dikkatlice baktığında konuşan kadına, ardına döndü, kapıya doğru düşmüş tokasını aldı, kadına uzattı tekrardan. "Beni burada tutmanın, başka sebepleri de var, değil mi?" Saçlarına tokasını takıp, uzun saçlarını topuz haline getirirken aşağıdan, ense kısmından tutmuştu saçının topuzunu, tepeden topuz sevmez, bakımsız bulurdu olası. Şu an hiç de bakımlı değildi elbette, perişan haldeydi. Daha ne kadar sürecekti bu esaret, evlilikten vazgeçse, çözülecek miydi? "Zamanı geldiğinde, tamamını anlatacağım."
"Hepiniz çekeceksiniz cezanızı!" Yükselmişti sesi istemsizce, tahammül sınırı kalmamıştı. "Anne bildiğim o kadınla birlikte ödeyeceksin bunların bedelini, hepinizi süründüreceğim!"
"Geldik, tekrar başa döndük, ben de tam bunu bekliyordum!"
"Sebebi ne olursa olsun, seni haklı çıkarmaz, anladın mı? Cezanı çekeceksin!"
"Kes sesini, tekrar kendini sandalyeye bağlı bulursun!" Konuşmasını sonlandırıp ardına dönmüş, kadınla göz temasında bulunmak istememişti, ancak bu şekilde sabırlı kalabilirdi. Olup bitenleri tekrar gözden geçirirken odadan çıkmış, binanın içinde dolanmaya başlamıştı. Düşündü de, Özcan'ın hakkını nasıl öderdi, bu sığınak olmasa, kızı nerede, nasıl tutardı? Çok düzgün bir ortam olduğu denemezdi ama idare etmişti kendilerini. Hep tutamazdı onu sığınakta, mecburen kısa zamanda, ailesine durumu anlatacaktı. Neden bu suça girdiğini, hepsini detaylıca izah edecekti, başlarda biraz afallasalar da, sebeplerini anlattığında, zor olsa bile kendisine hak vereceklerdi. Sahi, daha ne zamana dek göz önünde tutacaktı, bu bir çözüm değildi ki. Yeliz Hanım'a göre çözümdü ama Fatih'in onu umursadığı mı vardı? Esas umursadığı kişi, içerideki kızın babasıydı... Minnet borcunu ödemesi gereken kişi de, o adamdı. İçerideki kadına tüm gerçekleri, günün birinde anlattığında, onu kararları ile baş başa bırakacak, o vakit azat etmiş olacaktı...
Hande, kaçmak için planlar kurarken kafasında, ellerinin çözülmüş olmasını da bir fırsat bilmiş, çözüm üretmek için uğraşmıştı. Kendisinin kaçırılmasını, nedense sadece Yeliz Hanım'a bağlamamıştı, başka işler de vardı içinde. Aklını kurcalamakta olanları kenara çekmiş, kurtulma planlarındayken uzaklardan, çok uzaklardan gelen sesleri dinledi. Dışarıda, epeyce uzaklarda, belediye çalışanlarının sesi geliyordu. Yürüteç de, koltuk değneği de içeride değildi ama pencere kısmına çok uzak da değildi. Doğruldu, karşısındaki sehpadan destek alarak pencere tarafına ilerledi. Camı açarken dikkatlice bakması sonucu, çok uzaklarda, çalışan adamları gördü. Gözleri, kurtulacağına dair umutla parlarken buradan atlamayı düşündü bir anda ama sonra vazgeçti. O kadar sabırlı değildi, başka çözüm bulacak, belki de en mantıklı çözüm olarak, sesi çıktığı kadar bağıracak, çırpınacaktı. Hem çalışanlar, kendi işlerine kısa süreliğine ara vermişler, kendi sesleri kesilmişti, tam da sırası olsa gerekti.
"Yardım edin..." Sesi, tam da hızını arttırmamıştı, yükseltecekti oysa daha ama olmamıştı. Ardından ağzını kapatan el, kendisini hızla pencereden çekmişti. "Kızım iki dakika rahat dursan, ben de seni bağlamak zorunda kalmayacağım, elin kolun dursa, ağzın durmuyor..." Hızlıca sandalye üzerine oturturken Melek'in önceden getirdiği, köşede duran ince bez parçalarına baktı. Kalın ipten kolları kesildiğine göre, mecburen bunlarla bağlayacaktı. Dışarıda çalışanların sesini işittiğinde, yiyeceği haltı tahmin etmiş, öyle içeri girmiş, tahminlerinde de hiç yanılmamıştı. Elini, ağzından hiç çekmeden, tek elini kullanarak, yara yerlerini incitmeden, sıkıca bağlamıştı. Hande, kurtulmak için direnirken ardındaki adam, üzerine doğru hafifçe eğildiğinde, kokusu, hafifçe burnunun deliğine ulaşmış, içini sızlatmıştı. Kendini o an için tuhaf hissetmişti, ilk kez bir erkek ile böyle yakın temastaydı, uzun zaman sonra, ilk kez!...
"Ne olur bırak beni..." Elini ağzından çektiğinde, tamamen bedenini bağlamış, pencerelere doğru ilerleyip, onları da kapatmış, perdeleri çekmişti. "Kaç para aldıysan söyle, senin parasız çalışman imkansız, ben sana öderim ne istersen, gerekirse hayatım boyunca çalışırım, o kadının isteği için beni burada tutma." Gözlerini devirmeden edemedi adam, artık tahammül sınırı kalmamıştı. "N'apacaksın gidince, anlatsana biraz, nasıl intihar edeceksin?" Ortamı güvene alsa da, kadının kolları güvende değildi, çırpınırsa, bu bez parçaları da rahatsız edebilirdi ama kendi tercihlerinin bedelini ödemeyi çok severdi nasılsa, artık umursamadı. İntihar, o da ne demekti? Genç kadının kafasını kurcalamakta olan kelime, adamın sözleri ile açığa kavuştu...
"O kadın dediğin, seni kurtarmak için bana boyun eğdi, hem de seninle zerre kan bağı olmamasına rağmen, seni kurtarmam için bana, hayatım boyunca hiç bir arada görmediğim miktar teklif etti ama ben, hayatımı değiştirecek teklifi, elimin tersi ile ittim. Seni bıraksam, Yeliz Hanım'ın sana olan emeğini umursamadan, o adamla evleneceksin, değil mi? Öz annen istediği için sende emeği olan kadını çiğneyip geçeceksin, doğru; çözümü hiç hoş değil, tabii en çok bana zor seni alıkoymak ama insan her zaman doğruları kullanarak, daima mantıklı olan peşinden giderek hayatındakileri koruyamaz. Daha önce de dedim, kusuruma bakma ama sen salaksın, tescilli geri zekalısın hem de, seni korumak için başka seçenek bırakmadın bize. Eğer bana bir daha 'Para' kelimesi ile gelirsen, hiç olmaması gerekecek kadar ağır şekilde canını acıtırım, Yeliz Hanım'ı da, beni de, seni doğuran o kadınla karşılaştıramazsın!..."
Öfkesini tamamen olmasa da, bir bakıma atmıştı. Kopardığı bantı dudaklarına çekerken kadının sessizliği, kendisini çok da şaşırtmamıştı. Kısa zamanda başlardı çırpınmalara, çok sürmezdi. Kaldığı odanın kapısını da kilitlediğinde, kendini sığınağın dışına atmıştı. Sinirinden kafasına giren ağrı, dışarı çıktığında biraz daha dinmiş, rahatlatmıştı. Arabasına atladığında, son hız ile galerisine sürmüş, orada kafasını dağıtmak istemişti. Galerideki arabalarla ilgilenirken zamanın nasıl geçtiğini anlamazdı. Oldu olası çok severdi arabaları, içinde otomobil tutkusu ile büyümüştü. Hızı severdi en çok da, hızlı ama hızı kadar da dikkatli araba kullanırdı.
Galeride, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan, çabucak akşam olmuştu. Otomobillerle geçen zamanını, bir başka severdi. Üstelik, işi başındayken öyle tamirci tulumu da giymez, klasik ve şık giyimi tercih ederdi. Her defasında üzerini değiştirmek, hiç de zor gelmezdi. İşine verdiği önemden ötürü olsa gerekti, işi başında şık giyinirdi. Babası, genelde araçlarını tamire getiren müşterileri karşılar, kendisi ise daha kolay işler tercih ederdi. Elindeki otomobilin tamiri ile ilgilenirken istemsizce, sığınakta bıraktığı kadının kehribar gözleri gelmişti katran karası gözleri önüne. Hiç derdi olmazcasına, bir de onu göndermişlerdi başına, akıl alır gibi değildi. Yürüyen bela kavramının eş anlamlısıydı, üstelik tek tarafı sağlam olmamasına rağmen, enerjisinin nereden geldiğini çözememişti.
"Fatih." Hafifçe, elindeki işten kaldırdığında kafasını, seslenen babasına baktı. "Babaannen, beni kocası sandı bugün, annene de 'Sevgilimden uzak dur!' dedi." Konuşurken hem gülmekte, hem de afallamış üzüntüsünü simasına değdirmekteydi Mustafa Bey. "Tövbe Ya Rabbim!" derken sırıtırcasına gülmüştü genç adam. Elindeki işi bırakırken doğrulmuştu. "İlacını içsin, bu gidişle daha zor olacak." Ünzile Hanım, erkenden daha çok da ilerlemeden Alzheimer Hastalığı'na tutulmuştu. Yaşı, altmış sekiz olmasına rağmen, daha da büyük gösterir, hastalığı gereği unutkanlıklar gösterirdi. Çok ağır değildi, hafifçe başlamıştı hastalığı ama ilerleyeceği vakitlere de çok kalmamıştı. Ağır işitme problemi de başlamış, üstelik artık, işitme cihazını da taktıramaz olmuşlardı. Ne olursa olsun, çok severdi babaannesini, çocukluğunun en güzel hatırası olarak görürdü. Ünzile Hanım, bir tek Fatih'i unutmazdı, bir de Yasemin'i ve onun tatlı tebessümlerini... Başını usulca iki tarafa sallarken, güzel günlerin daima eskide kaldığını anımsadı, Yasemin gitmişti, İnci, Halil Ağabey'i; sevdikleri, sırası ile, kalbine hançerler saplarken gitmişti, vedasız ve zamansızca...
Fatih, Mustafa Bey ile birlikte işleri bitirdiğinde, dışarıda kalan arabaları içeri çekti. O kadar hızlı halletmişti ki, kendisini bunca zaman tanımakta olan babasını bile şaşırtırdı bu haraketi. Sonlandırdıklarında işleri, birlikte eve gelmiştiler. Özcan'ın kendisini bahçe kapısında karşılaması ile bir terslik olduğunu anlasa da, ailesi varken ses çıkaramamıştı. Özcan da, aklındakileri söylemek için müsait bir an kolluyor gibiydi, bakışlarında görmüştü. Gel gör ki, terslikler hep üst üste gelmişti. Nurcan Hanım'ın ikazı ile hep birlikte bahçe masasına oturmuşlardı. Fatih, ne olduğunu sorarcasına arada bakışlarını gönderse de Özcan'a, fırsat bulup anlatamamıştı genç adam. Sadece bir ara sessizce, dudakları arasından 'Yandık' dediğini anlamıştı. Olacaklar, çok da umrunda değildi adamın, zaten girebilecekleri en ağır günaha girmişlerdi, en fazla öderlerdi bedelini, kendisi de kurtulurdu.
"Melek nerede Özcan?" derken söylemek istediklerini bir şekilde konuşturmak için çabalamıştı genç adam. "Keşke onu da getirseydin oğlum." demişti Mustafa Bey, Fatih'in sözlerini bu şekilde tamamlamıştı. Masa kalabalık olmasa, çok rahat konuşacak, çözeceklerdi. "Gitti." dedi gevelerken, aklındakileri konuşmak için çabaladı. "Benim şu içi boş bina vardı, kiralamıştım hani bir ara, iş için tutmuştum; emlakçı, satışa çıkarmış orasını, kiracı gelecek, onun için gitti." Aklındakileri ancak bu şekilde dile getirdiğinde, teninin şekli değişmişti adamın. Hemen kalkmak, doğrulup gitmek istese de, nasıl çıkacağını düşünmüştü. Melek, hamile hali ile o kızla nasıl baş edecekti? Hemen gitmeleri gerekti ama kalkmak için ne diyeceklerini çözememişti.
"Yavrum çok kötü olmuş, nerede çalışacaksın sen, keşke Melek kızımı da tek göndermeseydin." Nurcan Hanım da araya girdiğinde, işler çıkılmaz hale gelmişti. "Çok doğru ağabey, neden tek başına gönderdin kızı, nasıl ilgilenecek gelenlerle?" demişti Seda, Özcan'ı da; en az Fatih Ağabey'i kadar çok sever, Melek Abla'sını da ayrı benimserdi. Bu iki güzel insan olmasa, Yasemin'den sonra kendine gelemezdi Fatih Ağabey'i. Onu hayata döndürmek için, en çok da Özcan ve Melek'den destek bulmuştu genç kız. Ailede belki de tek kendi derdine düşmüş, umursamaz, ruhsuz, bencil kişi Aytaç'tı, herkes onun dertlerini sırtlanırdı, çıkardığı sorunları çözerdi genelde. "Ben zaten kalkacaktım, o bana şimdi haber verdi; Fatih, ben ne konuşacağımı bilemem oralarda, belki mülk sahibini ikna ederiz, alacak adamla da anlaşırsak, bana kendimi toparlamam için bir ay müddet verir en azından; hadi kardeşim, ne olur sen de gel, konuşursun, belki anlaşırız."
Yalanı, en düzgün biçimde hazırlamış, etrafa sunduğunda, ailesi de gitmesini istemişti Fatih'in, hemen karınlarını alalacele, Nurcan Hanım'ın zoru ile doyurmuşlar, sonra da kalkmışlardı. Elbet bunun da üstesinden geleceklerdi, önce bir öğrenmesi lazımdı tabii detaylı şekilde. Kalkmış, sandalye tepesine astığı ceketini almış, üzerine geçirmişti, arabasının anahtarı ile telefonunu da almıştı masadan. Yengesi ile babaannesinin içeride olmamaları, Kuzey'in de okulda olması, epeyce işine gelmişti. Daha kimse ile uğraşacak gücü kalmamıştı. Kapıdan çıkacaklarken gelen kişinin görüş alanına girmesi ile sertçe nefesini üfledi. Neden tüm aksilikler, bugün üst üste gelmekteydi? Uzaklardan gelen genç kadına baktı, o gelirken kalkması hoş olmasa bile mecburdu. Özcan'la birlikte bahçe kapısından çıkarken, daha arabasına ilerlemeden gelen kadınla duraksadı.
"Naber Zehra?" Kendisinden önce kızla iletişime geçen Özcan'a, sinirli bakış atmak istese de, karşısındaki kadın açısından hoş karşılanmayacağı için durdurdu kendini. "Teşekkür ederim, sen nasılsın?..." Genç kız, ürkerek konuşurken bakışları, arabasının kapısını açmış olan Fatih'e takıldı. "Helva kavurmuştum, kendi ellerimle, Fatih Ağabey, senin çok seveceğini bildiğimden, sana da getirdim." Genç adam, mecburen kıza doğru döndüğünde, hafifçe ilerledi ona doğru. "Çok işim var Zehra'cım, keşke daha önce gelmiş olsan, Özcan'ın kiralayıp çalıştığı sığınak satışa çıkmış, emlakçı ile konuşacağız, oradan da belki özel derse giderim." Yavaşça, iki adım daha attı kıza doğru. Elindeki kaseden bir parça helva aldı, ağzına atarak çiğnedi. "Yemiş kadar oldum inan ki, nefis olmuş, söz bir gün bunu telafi ederim." Gerçekten de güzel olmuştu ama şimdi oturup çay içecek zaman değildi, gidip o kızı çıkarması gerekti, Melek'in hayatı da tehlikede olabilirdi o kızla birlikte, kız ne kadar kötürüm olsa bile, Melek de iki canlıydı.
"Canın sağ olsun ağabey, ne telafisi; ben bırakırım, gelince atıştırırsın artık, olsun, sen hallet işlerini..." Genç kız, hafif bir veda ile uğurlarken ikisini, elindeki kase ile içeri girmiş, sırası ile herkesi selamlamış, elindeki helva kasesini, Nurcan Hanım'a teslim etmişti. "Fatih Ağabey'ime de ayırın ne olur, gelince atıştırsın muhakkak, o çok sever." demişti. Yıllardır 'Ağabey' kelimesinin altına sığdırdığı hislerinden, ne kadar uğraşsa da alamamıştı kendisini. Hep bu kelime ile saklamıştı belki de duygularını, daha rahat pranga vurmuştu bu sözcüğü kullanarak... Dört sene olmuştu onu tanıyalı, ailesi ile birlikte bu eve taşınalı ve ona komşu olmakla birlikte, aşık olalı tam dört sene geçmişti...
Zehra, Nurcan Hanım'ın ısrarına rağmen, çok kalmamıştı, o evde olmadığında, kalması için sebep de bulamazdı. Evine doğru ilerlerken az önce gördüğü kömür gözlerin etkisinden, daha çıkamamıştı. Her gördüğünde, daha çok tutulurdu. Bir gün kendisini sevse, hislerine karşılık verse de, Zehra da onun sevgisi ile bu saçma hayattan kurtulmak isterdi. İlkokulu bitirdikten sonra, lise eğitimini de bir şekilde, tam olarak tamamlayamadan çıkmıştı okuldan. Lise üçe giderken derslere göstermediği önem, derslerden kalmasına sebep olmuş, ailesinin ısrarına rağmen okula devam etmemişti. Zehra, diğer kadınların aksine, evinde, ailesi ile mutlu olurdu. Evinin işleri ile ilgilenip, çok da evinden dışarı çıkmazdı. Sosyal bir hayatı hiç olmamıştı, sırf sevdiği adam için daima gittiği, komşuları Mustafa Bey'in evi dışında, bazı zamanlar da; annesi ile onun günlerine, ev gezilerine, misafirliklere giderdi.
Kısa zamanda iş bulması gerektiği düşüncesi, sinirleri bozarken, en ağır öfkesi de, babasına olmuştu. Çalışıp da kendilerine bakmaktan acizdi, sürekli iş bulması için kendisini iğneler dururdu. Oysa Zehra, evinden çıkmak bile istemezdi. Babasının ısrarlarına karşılık, geçici bir iş bulacaktı ama sadece kısa süreli, mecburiyetten, aksi taktirde, hiç istemezdi... Evinin işleri de, çalışmak sayılmaz mıydı? Yine de, babasının zorlamalarına karşılık, geçici işlere başvuracaktı. Bu süreçte de, bir çözümünü bulacak, Fatih'i elde edecek, evlenip evinin kadını olacaktı. Sinsice sırıttı, kendini mutlu hissettiği halde, ait olmadığı evden çıkacak, gelin olarak gidecekti.
"Ben geldim anne, bıraktım, sonra da direkt geldim..." İçerisine girerken babasının da geldiğini görmüştü, umursamadı. Kısa zamanda, bulması gereken işi hatırlatır, boş sorularını da beraberinde getirirdi. "Yavrum, keşke biraz dolansaydın, hem belki iş de bakardın, açılırdın." Seher Hanım'ın sözlerine kocaman göz devirirken, "Bu saatte mi?" demişti sertçe, tahammülü kalmamıştı. Babasının aksine, annesinin bir parça olsun, kendisini desteklemesini beklerken, onun tavırları, daha da sinirlendirmişti. "Senin için dedim kızım, hava al istedim." Elindeki tabağı almıştı annesinin, hızlıca, tenceredeki yemekleri, tabaklara boşaltmaya başlamıştı. "İstemem anne, kalsın, güzel düşüncelerin için teşekkür ederim." İma ile konuşmuştu, babasına hiç bakmamıştı bile, soru soracaktı, tanırdı onu.
Yemeklerle, daha çok mutfak işleri uğraşmak, epeyce keyif verirdi kendisine. Daima ev işlerinden mutlu olur, daha ötesini istemezdi. Hep birlikte masanın başına oturduklarında, sinirle somurtur olmuştu. Fatih'in, o saatte çekip gitmesinden rahatsız olmuştu, hem şu vakitte; ne emlakçısı, ne kiracısıydı, başka durumlardan şüphe etmişti. Hayatında biri olma korkusu, tüm iliklerini kemirirken elinin altındaki kaşığı aldı, pilavı kaşıkladı. Yemekleri, bugün de kendisi hazırlamıştı. Çok marifetli olduğunu düşünür, bununla da epeyce övünürdü. Bir kadının en önemli özelliği de, zaten elinin lezzetiydi kendisine göre.
"Nasıl geçti bugün kızım?" Fahri Bey'in sorusu ile başını kaldırdı. "Görüşmelere çağıran olmadı baba, merakın gitti, değil mi?" Çok ters konuşmuştu, istemeden bazen kırabilirdi, elinde olmazdı. "Günün nasıl geçtiğini sordum Zehra, işten bahsetmedim, bu gidişle zor iş bulacağının ben de farkındayım." Elindeki kaşığı sinirle kenara bırakırken durduramadı kendini. "Bir imada mı bulundun sen bana baba, açıkça konuşabilirsin!..." Soğuk sesi, rüzgarlar estirmişti etrafta. Kalın kaşları öfke ile çatılmıştı, neden bu evde sakin kalamazdı ki?...
"Yok kızım, ne iması olacak, iletişim kurup, gününün nasıl geçtiğini sordum sadece." Salatadan bir kaşık alırken tabağına, ters bakışlarını arttırdı. "Senin sorduğun sakin soruların altında bile isyan var." Tüm tersliğini konuşturmuştu bugün, susacak kişi de, kendisi değildi. Babası, suçunu bilmeli, ona göre haraket etmeliydi. Kendilerine bakacak kadar güçlü değilse, ar etmesini de bilecekti. "İnşallah, görüşmelere de çağıran olursa, daha düzgün geçecek günüm; çalışır, ben size bakarım artık, sen de rahat edersin babacığım." Yaşlı adamın kursağını tıkarken imaları, umursamadı. Önündeki masayı topladıktan sonra, eve de son kez el attı, odasına geçti. Ayna karşısındaki pufa oturup bir süre kendini inceledi. Diğer kadınlar gibi silmesi gereken bir makyaja sahip değildi, hiç işi olmazdı makyajla, uğraşmazdı. Doğal güzelliğe sahip, güzelliğinden de epeyce memnundu. Siyah, upuzun saçlarını geri attırdı, beline uzanmaktaydılar... İnce fiziği ile bazen dikkat çekemezdi. O kadar zayıftı ki, ufak boyuna da uyumluydu kilosu. Kalın kaşları, ufacık burnu, bir o kadar da ince dudakları vardı. Yatağına girmeden önce, baykuş desenli pijamalarını üzerine geçirmiş, sonra geçmişti. Yorganı üzerine çektiğinde, telefonunu eline almış, aşık olduğu adamın, Fatih'in resimlerine bakmıştı. Sevdiği adamı, bir gün elde edecekti, ne pahasına olursa olsun...
"Sana bakmak için geldim, uyudun mu kızım?" Kapı pervazında Seher Hanım'ı görmesi ile elindeki telefonu konsola bıraktı, içeri girmesi için "Gel anne." dedi, öncekine göre, çok daha sakindi. İçeri, hafifçe süzülürken kadına hafifçe tebessüm etti Zehra. "Babanı ne kadar sinir ettiysen, adamın başına ağrı girdi, ne diye tersliyorsun?" Yatağının ucuna otururken dikkatlice baktı kızına. "Söylediklerimde hakkım vardı, sen de gördün, biliyorsun..."
"Yaşadığın her an, baban sana bakmaz kızım, bakamaz, ayaklarının üzerinde durmayı öğrenmen gerek." Zehra, annesinden işittikleri ile hafif kalın kaşlarını çattı. "Merak etme anne, evleneceğim, o da bana bakmaktan kurtulacak."
"Yine mi Fatih, bak baban bunu bir öğrensin, seni anında köye gönderir, bilmiş olasın!..."
"Olacak anne, beni sevecek, bir gün beni görecek."
"Tabii, sen bugün ondan ilgi göremedin, bu nedenle de, acını babandan çıkardın, doğru mu?..."
"İşi varmış, ben eve gelirken, o da çıktı."
"Yavrum, sen Fatih'in dengi değilsin ki, sen onun kardeşisin, hiçbir zaman o gözle bakmadı sana, bakmaz da; siz ayrı dünyaların insanlarısınız, sen ona uymazsın."
"Hiç de değil, sonsuza kadar, ölen nişanlısını düşünecek değil, sonunda evlenecek."
"Elbette evlenecek, belki tekrar da aşık olacak ama sana değil."
"Kardeşi gibi gördüğü için mi?"
"Hayır kızım, sadece bunun için değil, daha birçok sebebi var."
"Ben, mucizelere inanırım anne, sevecek, hepiniz göreceksiniz..." Kendi kendini, sonu mutlu biten masallara inandırmış olan kızına acırcasına baktı, ne kadar uğraşsa da, bunun önünü alamamıştı. Keşke zamanında ne İstanbul'a gelseler, ne de bu eve taşınıp, Nurcan'a komşu olmuş olsalardı... Kızlarının eğitimi için gelmişlerdi ama ne kadar uğraşsalar da okutamamışlar, Zehra, ailesinin ısrarlarına rağmen, eğitimine devam etmemişti. Çaresizce kurduğu kırık düşlerin peşine düşmüş, olmayacak tahayyüllerin peşinde sürüklenmişti. Kim bilir, daha ne kadar çırpınacaktı... Seher Hanım, kızının üzerine örtüp odadan çıkarken, ardında, ele avuca sığmaz hayallerle dolu kızını bırakmıştı. Yorganına sımsıkı sarılan Zehra'nın düşlerinde, sadece Fatih vardı, hırs haline getirmişti artık, deli gibi arzuladığı, katran karası gözlere, delici bakışlara sahip o adamı, elde edecekti...
* * * * * *
Günlerinin, kuşlardan epeyce uzaklarda olduğunu düşündü, dört koca gün kalmıştı geride, nasıl da zordu... Bir bilinmezliğin koynuna sürgün edilmiş, her çırpınışında, daha çok çekilir olmuştu bu bataklığın içine, çıkamamıştı... Hande, ellerinin çözülmesi ile kendini durduramamış, karşısındaki kadının, önünü bıraktıklarını, çok da düşünmeden midesine indirmişti. Haraketlerini saçma bulsa da, aç şekilde, ne zamana dek tahammül edebilirdi ki? Her gün, geçen dört günün, her anında, kuşlardan biraz daha uzaklaştığını düşündü, göçmen kuşlar kadar özgür olabilse, bu esareti de atmış olabilseydi keşke, ne çok isterdi... Yedikçe daha çok atıştırası gelmişti önündeki sarmadan, doydukça da daha güçlü hissetmişti, kaçabilirdi, kurtulmak için denemelere girebilirdi. Önce karşısındaki kadını, bir bahane ile odanın dışına göndermesi gerekti, sonrasını çözerdi. İlacı bahane edecekti ama ilaçlar da masada olduğu için vazgeçti. Diretmeden, karşısındaki kadını söyletmeden, ilaçlarını kendisi alıp içti; sehpanın üzerinde, içmesi için hazırlanmış, öylece durmaktaydılar. Karşısındaki kadının tavırlarına ise ayrıca anlam veremedi, telaşlı, endişeli gibi, devamlı etrafında dolanır olmuştu. Bir bahane ile çıkarması gerekti ama ne diyebilirdi ki? Düşünmedi, belki de kendisinin çıkmasını umdu, o an için düşünemedi...
"Ne olur bırak beni, en azından sen sal, gideyim..." Kendisini umursamamıştı bile, duymazdan gelmişti. Ardı dönüktü ve pencere önünde, dışarısını seyrediyordu. "Kurtulursam, kimseden şikayetçi de olmam, Yeliz Anne'min işlediği günahların bedelini, size kesmem." Yine umursamamıştı, belki de dinlemek bile istememişti. Yanında olmasına rağmen duymamıştı. Ne kadar konuşsa, o kadar az dinlemişti kendisini. Sadece bir kere, önüne dönmeden, pencereden bakarken 'Yemeğini ye!' demişti, daha da konuşmamıştı. Hande, karşısındaki kadını şaşırtacak kelimelerini, en dinlenmediği vakitlerde dökmüştü. "Senin için diyorum, bak gerçekten şikayetçi olmam, en azından bebeğini düşün, anne olacaksın, benim annemin ne acılar çekeceğini düşün." Melek, oldukça büyük bir şaşkınlıkla kadına dönerken, ilk kez o an dikkatle bakmıştı. "Sen!" demişti büyük dehşet içinde, istemsizce gözleri açılmıştı. "Nereden bildin benim hamile olduğumu?" Anlaması zordu, daha bir aylıktı, üstelik kendisi ile birlikte hiç oturmamışlar, bu nedenle de; ne Özcan'la konuşurken, ne de Fatih'le beraber konuşurken kendisini duyamamıştı. Yanında durmamışlardı çünkü, durup da konuşma imkanları olmamıştı.
"Ben de kadınım, anlarım; korkma, kimse demedi, kendim anladım..." Öncekilere göre daha sessizdi, sakin, hevessiz çıkmıştı sesi. Bu kadından da çoktan kesmiş umudunu, başka çözüm aramıştı. "Anlamamış olsam, kaçabilmek için çoktan saldırırdım sana." Ne kadar zeki kadındı, bu özelliğine gıpta etse de Melek, kendi hayatını mahvetmesini de, bir o kadar saçma buldu. "Karnını doyur, bir daha uzun süre imkanın olmayabilir." dediğinde, bir planlar peşinde olduklarını anladı Hande, onlardan önce planlar kurup hemen kaçması gerekti.
Hande, karşısındaki kadının çıkması, üzerinde de kapının kilitlenmesi sonucu, elini karşısındaki sehpadan tutarak doğruldu, artık kendini, daha güçlü hissetmişti. Karnı hafifçe doymuş, ilaçlarını da almıştı. Tamamen kendini doyurması, çok uzun sürebilirdi, kolay hal doymak bilmezdi. Yönelirken pencere tarafına, önündeki walkera çoktan tutunmuştu. Kaçtığı anda karakola gidecekti, tabii önce şehire ulaşması gerekti, sonra atladığı ilk araba ile orada inerdi. Bu pencereden nasıl atlardı ki? Geçen de atlaması epeyce zor olmuştu ama şimdi daha zor geldi gözüne, ilaçlarını almasına rağmen, içinde cesaret kalmamıştı. Cama ters döndürdü belini, mermere oturdu. Soluklandıktan kısa süre sonra geri doğru tuttu sırtını, sağlam bacağını öne doğru çekerken içerden çıkarmak için çabaladı. Yarı sakat bedenine verdiği ağırlık, sesinin çıkmasını engelledi, hafif felçli bacağı, diğer bacağı kıpraşırken sızladığında, acı ile inledi, bağırmadı, zaten sesinin işitilmemesi gerekti. Yaşadıklarını düşündü de, iki annesinin de aynı olduğunu anladı o anda, ikisi de, kendi çıkarları uğruna kendisini kullanmışlardı. Acı dolu düşüncelerini, Yeliz Hanım'a ödeteceği bedeli düşünerek rahatlattı. Sağlam bacağını, birden çekip çıkardığında, diğer bacağı içeride kalmıştı.
İçindeki hicran, korku dolu keskin çığlıklar atarken felç bacağını nasıl çıkaracağını düşündü. Sevdiklerini sırası ile uğurlamış olmak, kısa zaman önce çok sevdiği, anne bildiği kadına da veda etmiş olmak, derinliklerinde kocaman hicran bırakmış, keskin naralarını ise etrafa saçar olmuştu. Sakat bacağını nasıl çıkaracağını düşünürken walkerı da alması gerekti. Bunu tek kolu ile başarırdı ama önce bacağını çıkarması gerekti. Sağlam eli ile birlikte, güçlükle kaldırdığı kolunu da pencerenin tepesinde tuttu, sımsıkı asıldı, sızlayacağını bilse de, hafifçe kıpraştırdı bacağını. Sadece inledi, bu acı ile konuşabilmesi imkansızdı. Kıpraştırdıkça ağzından iniltiler çıkmıştı, hızlı haraket ettirmek için uğraşması, burnundan gelen kana sebep oldu. Usulca burnundan, hastalığından ötürü gelen kan, her tarafına ulaşmıştı. Olan olmuştu, bir hızla çekip çıkardığında bacağını, hızla, kolları üzerine düşmüştü. Yüz üstü düşmesi, hastalığının da etkisi ile, bu defa ağzından da kanların gelmesine sebep oldu. Düşerken kolu, pencerenin çivisine takılmış, orası da kanamıştı, en kötüsü de, felçli koluna gelen, bu darbe olmuştu. Yırtılan eti ile birlikte, kanlar ardına dek akmaya başlamıştı. Yürüteçi nasıl alacaktı, adım atacak hali kalmış mıydı? Yerden doğrulmak için çabaladığında, gösterdiği direnç, başarılı sonuç aldırmıştı. Ardına döndü, kollarını, pencerenin içine uzattı. Diğer kolunda hal kalmasa da, sağlam kolu darbesizdi. Yürüteçe uzattı kolunu, sağlam koluna da darbe verme pahasına, olabildiğince güçlü kavradı, kurtulacaktı bu cehennemden...
Melek, sonunda çalan kapının tarafına doğru ilerken hızla açmış, içeri gelen Özcan ve Fatih'i karşılamıştı. Bir an önce, kızı buradan çıkarmaları gerekti, üstelik şaşkındı da kadın, daha üzerinden, az önce duyduklarının şokunu atamamıştı. "O kız, Hande; benim hamile olduğumu senden mi öğrendi Özcan?" Merakla sormuştu, kimden öğrenmişti? Nasıl anlamıştı, ne şekilde anlamıştı? "Yok, Fatih muhatap onunla, ben biraz ürktüğümden konuşmam; sen mi dedin Fatih, sahi, nereden öğrenmiş?"
"Bana ne Melek'in hamileliğinden, başka konuşacak meselem mi kalmadı?"
"Eee, nereden öğrendi bu kız?" Çatık kaşlarla sordu Melek, dehşetle ayrıldı dudakları. "Anlamadım, biliyor ama nasıl? 'Beni düşünmezsen, bebeğini düşün, en azından sen bırak.' dedi; sordum nereden bildiğini, 'Kadınım, anlarım ben!' dedi."
"Dikkatli bir kız, ondan olabilir, Melek, hadi git getir şunu." Fatih, bir eşyadan bahsedercesine konuşurken gözlerini devirdi Melek. İçeri doğru ilerlerken Özcan'la birbirlerine bakmışlar, sonra gelecek kadını merak etmişlerdi. Genç kadın, geri geldiğinde tekti, afallamış şekilde bakarken Özcan, "Kız nerede?" dedi merakla. Korku dolu gözlerle Fatih'e baktığında, olup biteni anlamış, hemen kadına doğru ilerlemişti. "Sakin ol Melek, sen suçlu değilsin, o kız bir çözümü bulur, kaçar; şimdi anlamışsındır, nasıl hamile olduğunu anladığını, şeytanın arkadaşı, kaçtı, değil mi?..." Melek, Fatih kendisini suçlamasa da, mahcubiyet ve korku ile başını sallarken çoktan Özcan'la birlikte dışarı çıkmışlardı. Yerlerin kan revan içinde olduğunu gördüğünde, dehşetle baktı etrafa. "Geri zekalı!" dedi dişlerini sıkan genç adam, elinin altındaki emanete zarar gelmesinden endişelenmişti...
||Bölüm Sonu||
Epey heyecanlı bitti sanırım. Başlarda ve ortalarda sakin kalan Hande'nin, son parağraflarda aniden kendini aştığını fark ettiniz. Hiç beklemediğiniz sürprizlerle karşılaşacaksınız önümüzdeki bölümde. Yorumlarda bu konuda tahminlerinizi beklemekte olacağım.
Gelecek bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın... |
0% |