Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. Bölüm: "Zifiri Karanlık"

@mavi_melekler

Yeni yılın ilk gününden hepinize merhaba!

 

2023 Hepimize umarım, neşe, sağlık ve bolluk bereket getirsin.

 

Yazarken zorlandığım bölümlerdendi. Çok rica ediyorum okurken Fatih'i eleştirmeden önce dikkatli düşünün. Psikolojisi hiç de sağlam görünmeyen Hande ile uğraşması, baş etmek için çabalaması çok zor. Hiç sağlıklı bir psikolojiye sağkama olmadığını, bu bölümde daha net fark edeceksiniz.

 

Yola Düş Grubu'nun 'Sokak Lambası' adlı parçası ile oluşturdum. Diğer bölüm de çok sevdiğin Yola Düş grubundan şarkı dinleyeceksiniz. İsmini şimdi söylemeyeceğim, sürpriz olacak. Şimdi usulca şarkımızı açarak bölüme geçebiliriz.

 

Keyifli okumalar!

 

8. Bölüm: "Zifiri Karanlık"

 

 

Çaresiz geçen günlerinde, içindeki soğukluk, sadece kendine zarar haline gelmişti. Kimse ile mecbur olmadıkça konuşmaz, kaçmak için kafasında planlar oluştururdu. Söz vermesi, ne değiştirirdi ki, ne zamana kadar burada kalacaktı? Yapamazdı, o adama verdiği sözü tutamaz, tutması da saçma olurdu. İlk geldiği günler, odanın içinde kilitli tutulsa da, sonradan odasına gelen Seda tarafından çıkarılmış, birkaç defa bahçe içinde gezdirilmişti. Çok oturamazdı zaten, hastalığı gereği, ufak da olsa, adım atması şarttı. Yorgundu, sebepsizce halsiz düşer, hep uyumak isterdi. Sonraki günler, etrafındakilerin merhameti, biraz sakinleşmesine, üzerindeki soğukluğun çekilmesine sebep olsa da, mesafesini elden bırakmamış, hep ölçülü kalmıştı. Son dört günü daha geride bıraktıklarında, bilinmez hayatın içine gireli, bir hafta geçmişti... Yüreği kadar soğuk ama kırgınlıkları kadar da boş bakışlar atarken etrafına, kamelyada oturmuş, önündeki kahvaltılıkları ise zerre içi almamaktaydı... Ne çok çeşit vardı masada, keşke kendisinde de biraz iştah olmuş olsaydı, bugün daha da tersinden kalkmıştı. Seda tarafından çıkarılmıştı bahçenin içine, zoraki, isteksiz... Kaçırılmıştı ve kendisini kaçıran kişinin ailesi ile beraberdi, ne ironiydi... Nurcan Hanım'ın önüne bıraktığı tabakta, her çeşit olmasına rağmen canı istememişti. "Yesene kızım, sen ilaç içeceksin, aç kalmaman gerek." dese de aldırmamıştı.

 

İkindi vaktine doğru daha da gergin hale gelmişti, derdi burada olmak değildi, kendi kararlarını alan Yeliz Hanım'a karşı içinde biriken öfke, epeyce hırçınlaşmasına sebep olmuştu. Bir tarafı, istemediği evlilikten; her geçen günde daha çok uzaklaşırken diğer tarafı, ölçüsüz kine tutulmuştu. İçini kasıp kavuran kırgınlık, zamanla öfke, ardından da kine dönüşmüş, çekilmez hal almıştı. Gün içinde boğazından lokma geçmemesi, daha da sinirlenmesine sebep olurken soğukça "Yemek var mı, karnım acıktı?" demişti Nurcan Hanım'a bakarak, çekinse de, soğukluğunu düşürmemişti. Önüne gelenleri, çok sürmeden atıştırmış, tabaktakileri çabucak boşaltmıştı. Üzerindeki sinir birikimi, bir anda arttırmıştı iştahını, duygu karmaşasından geçmekteydi. İçerinin kapısı açılırken oturma odasında olduğundan, gelen kişinin kim olduğunu görebilmişti. Kendisini kaçıran adam, karanlık geceyi andıran gözlerin sahibi, artık ismini ezbere almıştı, Fatih!... Görmezden gelerek, önündekilere odaklandı, karnını doyurmaya devam etti. Gelir gelmez, gözüne çarpan, karşısındaki sehpanın üzerine bıraktığı araba anahtarı olmuştu. Önündeki makarnasını iştahla kaşıklarken buradan kurtulacağını umut etti, araba kullanmasını bilirdi; o anahtarı ele geçirecek, kendini de arabanın içine attığında sıkıntı kalmayacaktı.

 

Çekilip giderken zaman, o gün ne kadar uğraşsa da, adamın arabasını almak için çabalamış olsa bile, istediği gibi imkan bulamamıştı. Ertesi gün, daha dikkatli gözlemlemişti, özelliğini çözmüştü çünkü, arabasının anahtarını, hep ortalığa bırakırdı. Normalde çok dikkatli kişiliğe sahipti ama herhalde cesaret edemeyeceğini düşünmüştü. Çok cesur olduğu denemezdi ama en azından karakola kadar sürebilirdi... Yardım isteyecek birini bulana kadar da olabilirdi. Akşama doğru, ortalıkta ki telaş, eve misafir geleceğinin göstergesi olsa gerekti, konuşulanlardan da anlamıştı. Günlerden pazardı, bu hayata esir edileli, bir hafta ile beraber, iki gün geçmişti. Acı bir şaşkınlık düştü kehribar gözlerine, kahırla iç geçirdi. Günlerden pazardı ve Hande'nin, herkesten gizlediği bir alışkanlığı vardı, hem de sadece bugüne özel... Pazar sabahları erkenden kalkar, çizgi film izlerdi, herkesten gizli izlerdi tabii, kimselere göstermezdi eksik kalan çocuk tarafını, herkesten saklardı. Çocukluktan, çok evvelden, babasının 'Kahraman' ı olduğu vakitlerden kalma bir alışkanlıktı.

 

Ömründe ilk kez bir pazar sabahı, buna imkan bulamamıştı, olmamıştı... Keşke tek derdi bu olsaydı da, sadece çizgi film izleyemediği için üzülseydi... Kurtulması gereken kocaman esaret, elinde ise çok kısıtlı imkanlar vardı. O arabanın anahtarını almalı, kendini kurtarmalıydı. Etraftan gelen sesleri dinlerken gelecek misafirlerin önemli olduğunu düşündü. "İrfan Amca'n, babaanneni çok özledi sanırım." Şeklinde konuşan Nurcan Hanım'ın sesini işitmişti. Evdeki o kadın için geldiklerini düşünmüştü. Yaşlılıktan aklı gelip giden kadın da, tam bir tebessüm sebebiydi ama Hande, gülüşlere çok uzaktı... Çok kırgın olsa da Yeliz Hanım'a, o evliliğe uzak kaldığı için mutlu olması da, çok dengesizce değil miydi? Dengesiz de değildi aslında, sadece; elinde avucunda ne varsa, annesi Neslihan Hanım'ın gözlerinde merhamet ararken tüketmişti...

 

Gelen misafirler de, bahçe içine açılan masada ağırlanmış, kendisi de bu süreçte, odasına gönderilmişti. Nurcan Hanım, usulca kaldığı odanın içine geçirirken kızı, hızla içeri giren Fatih, kesimini kesmişti kadına. "Seni bağlamak istemiyorum ama eğer sesin çıkarsa, kendini farelerin olduğu depoda bulursun!" demişti. Cevap bile vermedi, onu görmezden geldi, anahtarı alması gerekirken bu odanın içine hapsedilmesi, hiç de doğru olmadı. Yürümesi hızlı olmadığına göre, kaçabilmek için otomobile ihtiyacı vardı. Herkes çıktığında kaldığı odadan, nasıl kaçacağını düşündü, bu gece kaçması şarttı. Sonra aklına gelenle, gözleri hafifçe irileşti, kapı kilitli değildi, üzerinde kapı kilitlenmemişti. Kendini odanın dışına atarsa, gerisini hallederdi. Yürüteçin burada olması da, epeyce işine gelecekti. Kendini odanın dışına çıkardığında, ortamın tam da kendisine göre olduğunu düşündü. Evdekiler, gelen misafirlerle birlikte, bahçede, kamelyada toplanmışlardı. Oturma odasının içinde dolanırken konsola baktığında, gördüğü araba anahtarı, sevinçle gözlerinin parlamasına sebep oldu.

 

Hiç zor olmamıştı kaçması, bahçenin arka tarafı dümdüzdü, orasını kullanarak çıkmış, o adama ait olan arabanın önüne gelmişti... Kendini ilk kez şanslı hissederken, arabanın içine binip çalıştırmak için uğraştığında, şansına lanet okumuştu; düz vitesti, oysa otomatik vites beklemişti. Nasıl olacağını düşünmeden aracı çalıştırdı, sonunu, kendi de belirlemedi, düşünmeden haraket etmişti. O gece, çok ileri gittiğini bilerek, duracağı vakti bilmeden, hadsizce bir kaçışta bulunduğunu anlamış, sonucunu da çok ağır ödemişti... İşlevselliği ağır olan bedeni, düz vites aracı kullanmakta zorlandığında, geri dönmeyi düşündü bir an için ama aracı nasıl durduracağını bile çözemedi... Düzgün bir kısımda durdurması, o şekilde dönmesi gerekti ama içindeki korku, bedeninin ağır aksak haraketlerini de ters çevirmişti...

 

Korkunun, her tarafını kaskatı kestiği vakitlerde, ağaca sertçe çarparak durmuş, burnundan gelen kanla da, hiç beklemediği sonuçlar almıştı. Ölmemişti ama kendisini kaçıran adam tarafından bulunduğunda o, kesin öldürecekti kendisini. İnememişti, kollarını kaldıramamış, hiçbir tarafını haraket ettirmemişti. Keşke bu kadar ileri gitmese, en başından, sonunu daha detaylı düşünmüş olsaydı... Eve nasıl getirilmişti, nasıl bulunmuştu, ne şekilde kendini ele vermişti, o an için anlamamıştı?... Sadece başını direksiyondan kaldırdığında, kendisine öfkenin en karanlık tonunda bakan katran karası gözleri görmüştü. Nasıl bulmuştu kendisini, ne ara anlamıştı kaçtığını? Evden çıkarken belki de, arabası haraket ettiğinde görmüştü. Nurcan Hanım, oğlunu ikaz edercesine sakin olmasını belirttiğinde, sürücü koltuğuna doğru ilerlemiş, kapıyı aralamış, genç kızı kollarından tutarak indirmişti. Kapıyı kapatmış, kızı çekmiş, uzaklaştırmıştı... Kendine doğru çekerken genç kızın kolları, karşısındaki kadının boynuna dolanmıştı. Yalvaran gözlerle oğluna bakan Nurcan Hanım, bir delilikte bulunmamasını, sakin kalmasını söylemişti. Fatih, arabanın anahtarını babasına teslim ederken, galeriye bırakmasını rica etmiş, sonra da annesine doğru ilerlemişti.

 

"Ulan sen beni katil mi edeceksin, imtihan mısın kızım sen benim başıma?!" Nurcan Hanım'ın kollarındaki kızın üzerine doğru ilerlerken korku ile kızı daha çok sarmıştı kadın. "Ağabey, ne olur sakin ol, bak kız zaten korktu." demişti Seda, elini öne doğru uzatmış, ilerlemesini engellemek istemişti. "Karışma sen! Anne, sen de karışma! Sadece sana mı zor, senin için mi sıkıntı benimle kalmak? Hiç düşündün mü, bana kolay mı, eşkiya gibi birini zorla tutmak?"

 

"Fatih tamam, hadi oğlum, bağırma sokağın ortasında, evimize gidelim, bak kızın hali çok perişan."

 

"Söylesene, n'olacaktı kaçınca, söyle, anlat, ne halt edecektin?! Karakola gidecektin, değil mi? Ne diyecektin? Benim sadece iki kelime mi bağlı kanunları susturmak!... YELİZ ANNE'N, SENİ BANA SATTI, BEN KARŞILIĞINDA KURUŞ İSTEMEDİM, O AYRI AMA ANNEN, SENİ BANA KENDİ ELİ İLE, BERABERİNDE İMZALI KAĞITLA TESLİM ETTİ!..."

 

"Yeter, ağabey, sus artık, daha kaçamaz, kilitleriz kapıları; lütfen uzatma, araba da kullanılır durumda, hastanelik durumu da olmadı."

 

"Sorun araba mı gerçekten? Ulan geberse, ben ne hesap verecektim, hiç düşündünüz mü? Sizin hayatınız, size göre zerre değerli değil, değil mi Hande Hanım? Ama bir taraflar da sizin için, hak etmediğiniz halde endişelenenler var, altı sene büyüten kadın, senin için ölecek nerede ise, gel gör ki senin zerre umrunda değil!"

 

"Kes sesini, uzatma dedim sana!..." Genç adam, kendini o kadar kaybetmişti ki, isyan ettiği sırada, babası da çoktan aracı, galerinin içine bırakıp gelmişti. Nurcan Hanım, daha çok uzamasını istemediğinde, kolları arasındaki kızı, sürüterek oradan uzaklaştırmış, adım atmakta zorlanan Hande'nin, bir kolunu da Seda girmişti. Onlar önden giderken Fatih, Mustafa Bey ile ardlarından geliyordu. "Ölecekti, gözümün önünde ölecekti, ulan hepiniz 'Sakin ol' derseniz ancak, demesi kolay tabii! Ne hesap verecektim ailesine, ne diyecektim!..."

 

"Tamam oğlum, zarar gelmedi, rahatız bak, hadi bağırma artık, kız zaten korktu." Hande, Nurcan Hanım ile Seda'nın kolları arasında eve getirilirken halsizdi, karşı tarafa da hak vermişti ama içerisinde bulunduğu esarete, ne olursa olsun, boyun eğmek istemiyordu. Evin önce bahçesine, ardından da içeri geçerlerken hâlâ olup bitenlerin etkisinde kalmıştı kadın. Yaşamı boyunca hep hırçınlığının bedelini ödemiş, belki de bu nedenle, annesi tarafından bile sevilmemişti. Daima çok adaletli düşünmüştü, hep olması gerekenlere ulaşmak için çabalamıştı, kaçma isteği de bundandı elbette, Yeliz Hanım'ın isteği doğrultusunda burada kalmak, çok ağır gelmişti. Kaldığı odanın içine doğru getirilirken bir anda kendi de isyana kalkışmıştı. Olup bitenler, kendisi için çekilmez hale geldiğinde, odasına getirilmeden önce, tam da salondalarken, sehpadaki telefon çekmiş dikkatini, hızla uzatmıştı parmaklarını, belki arayacak birini bulurdu.

 

"Kızım dur, sen canına mı susadın?" Nurcan Hanım, Seda'dan da destek alarak, hızlıca Hande'yi çekerlerken gördüğü manzara, Fatih için katlanılmaz hal almıştı. Hızla sehpanın üzerinden telefonu alıp, öfkenin en karartıcı halinde bakan gözlerini sabitlemişti kadına. "Alsana, hadi gel de cesaretin varsa arasana! Öz anneni ara mesela, ne kadar az umursandığını görmek istersin belki, hadi al da ara bir parça cesaretin varsa!..." Hande, son haraketini, hiç de doğru bir zamanda gerçekleştirmediğini anladığında, üzerine doğru gelen adamdan daha da korkmuş, kollarını refleksle Nurcan Hanım'ın boynuna dolamış, başını da, kadının göğsüne kapatmıştı. "Hani nerde? Sevgisini görmek için hayatını bitirmesine izin verdiğin öz annen nerde?" Mustafa Bey, hızla kollarından tutup geri çekse de oğlunu, Fatih'in gelebildiği son raddede olduğunu fark etmişti. Bir hızla, elindeki telefonu, katlanamaz hale geldiğinde, elleri ile parçalamış, sonra da kızın tam önünde, hızla atmıştı. Hande, korkudan sadece inlemiş, bağıramamış, Nurcan Hanım ise daha çok çekmiş kollarına kızı, sımsıkı sarmış, "Korkma kızım!" demişti soğuk ama merhametli tutmak için çabaladığını sesini kullanarak. Yere düşen telefonu alan Seda, telefonun işinin bittiğini, camı ile beraber, kasasında da kırıkların olduğunu görmüştü.

 

"Kilere geçin, ben on dakika sonra geleceğim, sakinleşmezsem, daha ağır konuşurum, kesinlikle odasına girmeyecek, sebze ve meyveleri tuttuğunuz kilerde kalacak!" Çare kalmamıştı, Fatih sinirlenince, kendinden geçer, delirir; sözü dinlenmezse, çok daha kötü sonuçlar alınırdı, bunu herkes görmüştü. Mustafa Bey de çaresizdi, çünkü ağır tepki verdiğini görse de, oğlunun haklı olduğunu bildiğinden, ona ses çıkaramazdı. Seda ile birlikte kilere getirdiğinde, kızı sandalye üzerine oturtmuşlar, nasıl bir çözüm üreteceğini düşünmüştü Nurcan Hanım. Sesleri işiten Elif de gelmiş, elinde su bardağı ile Hande'nin önünde eğilmişti. İlaçlarını, hazırladığı şekerli su ile içirmişti genç kıza, korkusuna iyi gelirdi bu şerbetli su. "İç şunu canım, hadi bir tanem, geçecek, korkun geçecek." derken hızlıca, kendi eli ile içirmişti. Korkmamıştı ki, Fatih'in öfkeli bakan karanlık gecenin göstergesi olan gözleri hariç, hiçbir olandan korkmamıştı. Seda, Hande'nin bileğinde kalan tokasına bakarken uzanmış, almak istemişti. "Saçlarını toplayalım mı?" derken bileğinden usulca çekmiş tokasını, hızla doğrulmuş, belini geçen koyu kumral saçlarını, at kuyruğu şeklinde toplamıştı... Nurcan Hanım, üzerindeki kazağı çıkarıp, başka üstlük giydirirken kendi elbiselerinin de biraz büyük geldiğini anlamıştı. "Ah kızım, n'aptın sen, hadi o kaza oldu da, telefona neden sarılırsın, anlamam ki?..." derken kazağı değiştirmiş, pansuman malzemelerini, hızla simasında gezdirmişti. Nerede ise hiç hasar almamıştı, buna sevinebilirdi ama kaşının hemen tepesi, alnının kenarı, hafifçe kana bulanmış, oradan akan kanla da, teni perişan olmuştu. O kısmı, özenle sardığında küçük bir sargı bezi kullanmıştı, haricinde darbe de görememişti.

 

"Olan benim zavallı telefonuma oldu." Seda, elindeki telefonun, çıkan kapağını takmak için çabaladığında, taksa bile çalışmayacağını bilirdi. "Başlatma telefonuna, sakın ağabeyinin önünde telefondan da söz etme, bekle biraz sinirleri geçsin." Eksik ne kadar ihtiyacı varsa, hepsini karşılamış, eğildiği sandalyenin önünden doğrulmuştu Nurcan Hanım. "Elif, hadi kızım, git dolapta ne varsa ısıt, Hande acıkmıştır, Seda sen de git, ağabeyini sakinleştir, Kuzey'le birlikte, baban da orada, hadi kızım, koş, o telefonu da bırak, benim bile görünce sinirlerim bozuluyor, ağabeyin daha kötü olur."

 

Evde herkesi bir tarafa gönderirken kendi de, kilerde kalmış, kızı burada daha ne kadar tutacağını düşünmüştü. "Sen bekle kızım, ben çıkaracağım seni bir şekilde..." dese de, nasıl olacağını düşünmeden edemedi. Fatih'in, Hande'yi gördüğünde daha çok sinirleneceğinin bilincindeydi, gizlice odasına geçirse, gerisi çözülürdü. Yürüme araçlarından birini aramak için salona çıktığında, oğlunun da geldiğini gördü. Fatih, o sinirle, oturma odasının içine girdiği an, köşedeki walkerı, paramparça etmişti. Yere, hınçla çarptığında, iki parça olmuş, sakinleştirememişti oğlunu, sinirleri geçmediğinde, bu defa da koltuk değneğini, iki elini kullanarak üç parçaya ayırmıştı. Ölecekti!... Yetişmese ölecekti, hatasını anlamaktansa, bir de üste çıkmış, telefonu almak için çabalamıştı. Bu kızla nasıl baş edecekti, ne halt edecekti? Sıkıntıları eksikmiş gibi, bir de onu vermişlerdi başına. Anlayacağı dilden konuşmanın zamanı, çoktan gelmişti, bu zamana kadar, çok sakin davranmıştı, hep vicdanını konuşturmuştu ama istediği kadar azap çeksin, haklı olduğu gerçeği d, haksız olduğu kadar, alalade ortadaydı...

 

...Genç adam, uzun zaman sonra ilk kez, her tarafına hakim olmuş sinir ile evin holünü geçerken ardından gelen annesini umursamadı, artık birilerinin, o kızla, anlaması gerektiği dilden konuşması şarttı. Zifiri karanlık kilerin önüne geldiğinde, kenardaki elektirik düğmesine dokunarak odanın ışığını açmıştı. Zaten ışığın kendini aydınlatması bile zordu. Koluna dokunan Nurcan Hanım'a döndü, katı bir bakış attı, elini kaldırdı. "Karışma anne!" dedi sert sesi ile, kararını vermişti. "Bu kızla böyle baş edilmez, konuşacağız sadece!" derken sinir, tüm bedeninden aşağı taşmıştı. İçerinin kapısını açmak için elini tahta kapı üzerine uzattı.

 

"Yapma oğlum, ben temizledim bile her tarafı, kapıları da kilitleriz, zaten bu odada kalacak gece, başında ne ana var, ne baba; zavallının zaten derdi az değil, bir de sen varma üstüne, emanet bu kızcağız sana." Sadece kadının dilinden dökülenleri dinledi ama elbette ki, dinlediği ile kalacaktı. "İşime karışma anne, lütfen, seni kırmak istemem, gördün nelere sebep olduğunu, bizi insanlara rezil etti, arabadan değilim, az daha ölüp başıma kalacaktı." Araladığı kapıdan içeri girerken adımlarını da sert tuttu, bakışlarından da öte... İçeri ilerlerken, sandalyede oturan kadına verdi dikkatini. Genç kadın, kapının aralanması ile başını kaldırdığında, cehennem çukurunu andıracak kadar korkunç bakan siyah gözlerle karşılaştı. İçini ürperti kaplasa da, bunu belli etmemek, simasına eklememek için çabaladı.

 

"Hadi öldür de, bitsin artık bu saçmalık!" Soğuk sesi, adamı biraz afallatsa da, hiç duraksamadı Fatih. O tarafa doğru ilerlediğinde, kadındaki cesarete hayran kalmaması elinde değildi. Kenardaki sandalyeyi sertçe kavrarken kadının tam önüne çekti, otururken mırıldandı: "Seni öldüreceğimi de nereden çıkardın?" Sesindeki sakinlik, birazdan koparacağı fırtınadan önceki durgunluk olmuştu. "Daha n'apabilirsin ki? Öldürmezsen, döversin; tehdit edersin, saldırırsın..."

 

"Bilemediniz küçük hanım, hiçbiri değil!" Sesini hafifçe soğuturken çenesini, eli üzerine bırakmış, kadına doğru daha çok eğilmiş, dikkatle dikmişti gözlerini. "Ben genelde zararı derinden veririm, ölümü arar karşımdaki!" Sesini, kadının benliğine değdirdiğinde, çok kısa süre bekledi, sonra daha da eğildi ona doğru. Hızlı bir haraketle çenesini kavrarken hafifçe inlemesine sebep olmuştu. "Bırak!" dese de kadın, dinletememişti kendisini. "Kes sesini, beni dinle, söyleyeceklerimin tekrarı olmayacak!" Konuşmalarından sonra masadaki, evvelden kırdığı telefonu almış, kenarda; kendilerini ürkerek, oğlunun haraketleri karşısında çaresizce izlemekte olan annesine teslim etmişti. Seda, kırılan telefonu masada unutmuş, bu durumda Fatih'in daha çok sinirlenmesine sebep olmuştu. Nurcan Hanım, kız için üzgün olsa da gerçekten çaresizdi, oğlunun deliliği tutmuştu bir kere, elden ne gelirdi ki?...

 

"Seni n'aparım, biliyor musun?" Tüm kinini içine kattığı kelimelerini sarkıtırken aşağı, çok keskin bakmıştı. Tüm olanların aksine, sadece onun zifiri karanlık gözlerinden korkmuştu. Elini çenesinden çekmemişti, kavramış, bir an için de bırakmamıştı. "Yeliz Hanım'ın imzalı izni ile buradasın, kanunlar benden taraf, canımı sıkarsan; ararım, gelir alırlar seni, ruh ve sinir hastalıklarına sevk ederim, madem canımı sıkacaksın, orada ilaçlarla seni bir güzel hapsederler." Fatih, bu kadar ileri gitmezdi elbette ama biraz gözünü korkutsa da, ne kaybı olurdu ki? "Sorun çıkardığını, ailenin isteğine karşı geldiğini anlatırım, direkt alırlar." Konuşmaları son bulduğunda, çenesini sertçe bırakarak kafasını geri ittirmişti. Karanlıktan, soğuktan, dar ve kapalı alanlardan korkmamakta olan Hande, karşısındaki adamın siyah gözlerindeki zifiri karanlık geceden ürkmüştü. "Sen tımarhanenin nasıl bir ortam olduğunu bilir misin?" Sesi, gelebileceği son raddedeydi artık, dişlerini sıkarak konuşur olmuştu.

 

"Fatih, tamam oğlum, daha ileri gitme istersen." Büyük bir korku ile araya giren Nurcan Hanım, koluna doğru elini uzattı oğlunun ama o, kendisini görmemişti bile, bakışları, karşısındaki kıza kenetlenmişti. "Karışma anne, soruma cevap ver sen de, bilemezsin, değil mi?" Son tavırları, artık çekilmez hale getirmişti kadını, adam ise bundan sonra tanıyacağı dilden konuşacaktı, başka türlü baş edemezdi.

 

"Dizilerden sadece..." Sesi, hastalığından ötürü kekelemiş, biraz güçsüz çıkmış, halini gördüğünde içi acısa da, insafını bastırmıştı. "Oradakilerden de kötü, her gün köhne bir odada, alacağın ilaçlarla ölümü beklersin, seni elimden çok kolay alır, bir imzamla götürürler tımarhaneye... Yanında, hem gülüp, hem kahkaha atan insanlardan farkın kalmaz, inan bana ölümden daha kötü, tahmin ettiğin kadar çabuk da ölmezsin, sürünerek, ağır çekimde can verirsin!..." Karşılıklı sessizliğin etkisinde, kadının gözlerindeki çaresizliği gördü, haraketlerinden pişman olmadı, çünkü karşısındaki, normal bir kadın değildi. Haddinden öte haraketli, rahat durmayan, sürekli çıkardığı sorunlarla, iki tarafın da hayatını mahvedecekti.

 

"Bence anlaştık!" derken, eğildiği kadından biraz doğruldu, belini kaldırdı. "Burada kalacak bu gece, bu odanın dışına çıkamaz!" Yanındaki annesine kesimini kesmişti, sözünden çıkmazdı ailesi, kararlarına saygı gösterirlerdi. Elbette ki bunun, hoş görüyü çok da hak edecek bir karar olduğunu düşünmemişti ama mecburdu. "Yemek de veremezsiniz, aynı zamanda aç kalacak!"

 

"Çok ağır değil mi evladım, en azından iki lokma geçsin midesinden?..." Mustafa Bey, hafif bir ürperti ile konuşurken karşısındaki eşine destek olmak istemişti. Fatih de insaflı çocuktu, vicdanı da kendisinden, babasından öğrenmişti ama bu defa kendini kaybetmişti. Haklılık payı, elbette ki vardı ama ne olursa olsun, içi el vermemişti. "Ben ne dersem o, gece hem kilerde, hem de aç geçecek, sinirim geçmezse, ertesi gün de burada kalır; anne, odanın anahtarı sana emanet, özel ihtiyacı hariç, hiçbir şekilde dışarı çıkamaz!" Yerinden kalkarken masanın üzerindeki anahtarı annesine vermiş, ardında ise zifiri karanlık gecenin gölgesinde, içi katran karası kesilmiş bir kadın bırakmış, üzerindeki sinirini atmış ama içi burkulmuş olarak kilerin kapısından çıkmıştı...

 

||BÖLÜM SONU||

 

İnanın bana, hamlesini yaparken Fatih de çok perişan oldu. Hande ile baş etmesi için şarttı. Kendisi de tamamen mecbur kaldı. Yoksa o da istemezdi ama hepiniz gördünüz. Sarf ettiği sözleri, Hande ile olan ağır konuşması, kaybetme korkusunun verdiği öfkedendi. Üzerine emanet edilmişken bunca riske girmesi canını sıktı. Kızmadan önce empatide bulunun olur mu? Elinden geldiğince anlamaya çalışmakta ama elinden gelen bu kadar. Şu an için istese de daha anlayışlı olmaz, Hande'nin sınırları ne kadar zorladığını gördünüz.

 

Gerçekçi olmamış, sıkıntılı kısımlara mutlaka dikkat etmenizi isterim. Uyarmaktan asla çekinmeyin, ben rahatsız olmam. Hande, sizce de çok sinir bozucu değil mi? Buradan anlamışsınızdır ki, asla psikolojisi sağlam değil. Ne davranışları, ne düşünceleri, ne de haraketleri, zerre sağlıklı değil. Düşüncelerinizi merakla bekliyor olacağım. Hoşça kalın...

Loading...
0%