@mavi_melekler
|
Merhabalar!
Tuhaf bir bölümle çıktım karşınıza. Başları çok dikkat çekici olmasa da, son sahnesi beni benden aldı. Şarkımızın isminden aldığım bölüm başlığı oldu.
Medyamız şarkımızla beraber karşınızda.
Bölüm Şarkımız: Yola Düş / Hırpaladın Sol Yanımı
Keyifli okumalar!
9. Bölüm: "Hırpaladın Sol Yanımı"
Fatih, içindeki siniri atamasa da, öncesine göre daha sakinleşmişti. Önündeki ince belli çay bardağını, kalın dudaklarından geçirirken sert nefesler alıp vermiş, kendini kontrol etmek için çabalamıştı. "Canından olacaktı Özcan, gözünü o kadar karartmış ki, ölüme gitti..." derken karşısındaki arkadaşına, gözleri önüne o an gelmişti... İstemeden, gözünü korkutmak için çabaladığı vakitte, çok ileri gitmiş miydi acaba? O an, ince düşünecek zaman değildi, zaten devamlı ince düşünen biri de olmamıştı. "O kadın beni delirtecek, ya katil olacağım; ya delireceğim, en hafif ihtimalle de, gidip teslim olacağım, tahammülüm kalmadı!..." Kelimelerini devam ettirdiğinde, gözleri uzaklara dalmış, ürkekliğini saklamakta olan kehribar gözler, istemsizce gelmişti gözleri önüne. "Ölümden döndü, akıllanamadı; daha bir de telefona saldırdı, sadece ben değil, evdekiler de afalladı, önce beni sakinleştirmek istediler ama onlar da korktu..." Ailesi, kendisini sakinleştirmek isterken sinirlenme imkanı bulamamışlardı Fatih'e göre, aksi taktirde, tahammül edilecek gibi değildi. Yanlarına gelen Melek de, elindeki çaydanlığı, masanın üzerine bırakmıştı. Fatih, sinirinden evde duramamış, direkt Özcan'a gelmiş, hem de arkadaşları ile dertleşmek istemişti.
"Yapma Fatih, sen kızın halini hiç mi görmedin, biraz onun açısından bak, tamam; sana da çok zor, kimsenin kaldıramayacağı kadar ağır bir işe kalkıştın ama hep kendi açından düşünme." Melek, ince; detaylı, çok taraflı düşünen bir kadındı, anlamaya çalışıyordu, Fatih; ne kadar azap çekse de, Hande kadar zorlanamazdı, en çok ona zordu... "Melek haklı kardeşim, hiç kusuruma bakma; ulan tamam, sinirlendin, haklısın da, öfkelenmekte hakkın var ama kilere kapatmak nedir, aklını mı kaçırdın oğlum sen?..." Sonlara doğru, istemeden sesini arttırmıştı genç adam, kendini engelleyememişti. "O kız hasta, ne kadar ileri gidebilir, kilere kapatacağına; odasına kilitleseydin, orada aç susuz, soğukta hasta olunca, daha mı rahat edeceksin?"
"İleri gitmesinden şüphe ettiğin kız, benim arabamın direksiyonuna geçmiş, o hali ile arabaya binmiş, çalıştırmış, sokağın sonuna kadar da sürmüş, kaldırıma çarpmasa, anayola çıkacaktı."
"Tamam, olabilir; kaçmak istemesi çok normal, durumu sağlıklı olsa, koşardı zaten, bu tekniği kullandı; telefona saldırması da normal, 'Anne' olarak sığındığı kadın, öz annesinden çok mu düzgün, kızını, istemediği adamla evlendirmemek için sana sattı?!..." Özcan, olup bitenlere katlanamıyordu artık, o kadın, hiçbir kadının hak etmediği hayatın imtihanlarını çekiyordu. "Hop, orada dur bakalım Özcan Bey, ne dediğini bil!..." Melek, sinirle girdiğinde araya, bir taraftan da kalkmış, çayları tekrardan doldurmaya başlamıştı... "Haklı kadın, ben de anne olacağım, bu hissi bilirim; anneler, evlatları üzülmesin diye hatada bulunurlar, farkında değil misiniz?..." Duraksadı, doldurduğu çaylardan sonra, demlikleri; düzgünce bıraktı, tabaklara biraz daha tatlı ve tuzlulardan ilave etti. "Kızın durumu, ruhsal olarak da sakat, psikolojisi hiç sağlam değil, akıllı insan; istemediği bir evliliğe, -gerçekten istemediğinden de eminiz üstelik- neden kalkışsın? Çok eksik kalmış, hep eksikliğini hatırlatmışlar, o kadar sevgisiz kalmış ki, Yeliz Hanım, ne kadar uğraşsa da, bu sevgisizliği silememiş üzerinden..." Genç kadının konuşmaları, etrafta kısa bir durgunluğa sebep olurken Fatih, istemsizce o anı hatırlamıştı. Dışarıdan geldiklerinde, hızla, ansızın telefona saldırması, korktuğunda ürkmesi ama bu ürkekliğini saklaması, değişik bakışları... Sonra ansızın aklına geldi, gözlerini bir kere olsun, gözyaşı için kırpmamıştı, insan; kaçırıldığı, esir tutulduğu evde, korkularına, can acılarına rağmen, hiç mi ağlamazdı?...
O günü hatırladı, sandalyeye bağlı bedeninin, sandalye ile birlikte savrulup, aşağı düştüğü an geldi gözleri önüne, acıdan gürlercesine inlemişti, gram gözyaşı akmamıştı... Yeliz Hanım'ın ihanetini öğrenmiş, çırpınmış, bağırmış, gürlemiş, kendisine meydan okumuş, tüm bunların gerçekliğini inkar ederek güçlü kalmak için çabalamıştı. Ağlamamıştı ama gülmezdi de, dümdüzden öte, ifadesiz simanın sahibiydi... Normalden öte bir karaktere sahipti ama henüz çözememişti. "Fatih, git çıkar o kızı kilerden, delirtme insanı." Özcan'ın sözleri ile kendine gelirken düşüncesinden bağımsız, istemsizce başını sallamıştı, farkında olmadan gerçekleştirmişti bunu... O vakitte gerçekleştirdiği haraket sırasında, gözlerinde canlanan; koyu kumral saçların sahibi, kehribar gözleri delici bakan kadındı... İstemsizce, arkadaşına, kızı kilerden çıkaracağına dair onay verirken, ona bu kadar kötü davrandığı için de; öfkesi geçtiğinde, vicdanı daha çok ağrımıştı... İnsan olan yerleri ağarmıştı, bundan ötesi olamazdı...
* * * * * *
..."Ben geçip çıkaracağım anne, ağabeyim bana kızmaz." Seda, mutfaktaki işlerle ilgilenen annesine bakarken kilerin anahtarını istercesine bakmıştı. "Kızım bir sus, adamın sinirden başına ağrı girdi, nasıl kızmasın?" Yemekleri ısıtmak için çabalarken konuşmuştu Elif. "O sinirle Fatih gitti hazır, şimdi çıkaralım, karnını doyuralım, üzerini de sıkıca giydiririz, üşümez o zaman kilerde." Elbette bunu, herkes düşünmüş ama geri gelme ihtimalini de göz önünde bulundurarak, bir türlü cesaret edememişlerdi. Acı ile birbirlerine bakmışlar, nasıl çözüm üreteceklerini düşünmüşlerdi. Çok sürmemiş, Fatih de zaten çabucak gelmişti. Yakınlarında olan arkadaşı Özcan'ın evine gitmiş, bir saat ancak durarak gelmiş, kapının önünde arabası görülmüştü... Çok pişman olmuştu cesaret edemediği için Nurcan Hanım, Elif'in dediklerini, bu kısa zaman diliminde, hızla halledebilirlerdi oysa... "Babama söyleyelim, bir çözüm bulup, Fatih'i tekrar çıkarsın evden, bahane üretebilir, kaloriferde sorun olduğunu desin mesela, kömürlüğe insin, tamir etmek için uğraşsın..." Elif, kapının önündeki arabayı gördüğü an diğer düşüncelerini anlatmıştı.
"Çok mantıklı, başka çözümü olamaz, anne; hadi konuş babamla, bunu ancak, o başarır!..." Seda'nın dedikleri ile çözüm ararken Nurcan Hanım, akıllara ilk gelen tekniği kullanmak üzere, içerideki eşini, bir bahane ile mutfağa çağırdı. Nasıl bir çözüm üreteceklerini, detaylıca anlatırken Mustafa Bey'e, kalorifer kazanını bozmasını, Fatih'i de kömürlüğe çağırmasını anlatmıştı. Kömürlüğe iner, onu tamir etmekle uğraşması da epeyce zaman alırdı, bu sırada da, hepsi aklından geçeni gerçekleştirirdi. Anlatılanlardan sonra Mustafa Bey, hızlı ama derinlemesine haraketlerle, söylenenleri halletmiş, Fatih'i aşağı çağırmıştı. O kadar hızlı çözmüştü ki, dışarıda, arabasının önünde, sigarasını içtikten hemen sonra, evine giremeden, kömürlüğe geçmek zorunda kalmıştı genç adam. Üşüme bahanesi ile tekrar eve çıkarken oğlunu, uzun süre düzelmeyecek olan kalorifer kazanını tamir etmek için orad bırakmıştı.
...Karanlık, küf tutmuş odada, tozdan öksürürken uykusu sırasında, diğer kolu da karıncalanır olmuştu. Üzerine başını koyduğu kolu, masanın üstüne düşmüştü. Aralanan kapının çıkardığı sese hafifçe inlerken açmıştı gözlerini. Hafifti uykusu, burada, bu şartlarda uyuması da mucize olsa gerekti. Hem hafif, hem de hassastı. Yorgunluğu ne kadar keskinse artık, istemsizce kapanmıştı gözleri. Nurcan Hanım, gördüğü görüntüden sonra içi acırken ilerlemişti kıza doğru, önünde eğilmişti. Yüzünü avuçlarken kızın çoktan gözlerini araladığını anlamıştı. "Kalk kızım, sakın sesini çıkarma, doğrul biraz, çıkaracağım seni bu odadan." Sağlam kolunu beline attırarak, sürüklercesine kaldırdı. Genç kızın bakışlarındaki ürpertiyi gördüğünde, hemen açıklamada bulundu. "Fatih, aşağıda, kömürlüğe indi, sobayı açacak, haberi olmadan gel hemen, bir kaşık sıcak çorba iç, dondun." Seda da hemen gelmiş, kilerin içine ilerlerken annesine destek olmuştu. Diğer taraftan da ardına bakan genç kız, ağabeyinin gelmesinden korkmuştu.
Yaşlı kadın, kolları arasındaki kızın, epey kilolu bedenini sürüklemekte zorlanmış, nefes nefese kalmıştı. Seda, annesine bırakmasını işaret ederken, kendisi üstlenmek istemişti ama bırakmamıştı Nurcan Hanım, ortaklaşa getireceklerdi. "Ah Fatih, ben sana ne diyeyim, kızın değneğini de parçaladın, gerçekten sorunlu bu çocuk." Kendince söylenirken kızı güçlükle oturma odasına getirmiştiler. Yarı topallarken iniltileri eşliğinde koltuğun üzerine oturtmuştu. "Yemekleri ısıttın mı Elif?" demişti mutfaktaki gelinine seslenirken, hepsi de, bilinçli olarak genç adamı aşağı indirmişlerdi. Kömürlükteki kalorifer kazanını bozan Mustafa Bey, tamamen planlı haraket etmişti. Bir saate ancak hallederdi, o zamana da en azından kızın karnı doyardı. Yemek tencerelerini gelininin elinden almış, hemen masa üzerine bırakmıştı. El çabukluğu ile tabağa çorbadan koyarken kızın önüne bırakmıştı. "Hadi kızım, elini çabuk tut, Fatih görürse, hepimiz için felaket olur." Önüne sandalye çekerken eli ile doyurmak istemişti. Zavallı, üzerine uyuduğu sağlam kolunu da uyuşturmuştu, ona kalırsa, Fatih çoktan gelirdi.
"Al bak, ekmek de koydum, çabuk ol, ne olur, midenden lokma geçsin, üzerine şal da veririm, sonra tekrar gidersin kilere." Eli ile lokmaları ağzına koyarken kapının kilit sesini işittiğinde, kızına, kapıyı kontrol etmesi için bakış atan Nurcan Hanım, karşısındaki kızın karnını doyurma derdine düşmüştü. Seda, hızlıca kapı tarafına ilerlerken gelen kişinin ağabeyi olmaması için dualar etmişti. Tanıdığı Fatih, oradan kolay hal çıkamazdı. Kapı tarafına doğru ilerlediğinde kapı, üzerindeki anahtarla açılmış, karşısında ağabeyini gören Seda'nın siması, kireç misali kesilmişti. "Ağabey." demişti korku ile atarken kalbi, keşke annesi fark etse de, kızı geri kilere götürseydi, her an bir facia çıkabilirdi. "Çok mu kötü kaloriferin durumu?" derken sakin kalmak için çabalamıştı.
"Sana da merhaba Seda'cım, izninle evime geçeceğim, kaloriferin benimle işi kalmadı, sabah tanıdık birini çağırırım, çözer." İçeri, karşısındaki kızın kenarından geçip girerken ardından sadece bakakalmıştı Seda. "Hepimiz bittik!" demişti dişleri arasından. İçeri tamamen giren genç adamla karşılaşan Nurcan Hanım'ın gözlerindeki korku görülmeyecek gibi değildi. Yemek kaşığı elinde kalakalmış, oğluna karşı hem mahcup, hem de hafif ürkek bakmıştı. "Kaloriferin sorunu beni aştı anne, usta çağırırız sabah, başım ağrıyor, ben bir ilaç alıp geleyim." Mutfağa giden oğlunun ardından bakakalmıştı kadın, korksa mı; şaşırsa mı, bilememişti. "Gördü mü acaba?" derken eşine, sadece dudakları ile konuşabilmişti, duyarsa sinirlenirdi.
"Kör olmadığına göre kesin gördü." derken artık olanları umursamadan sandalyelerden birine oturdu Seda, Mustafa Bey de, kızını onaylarcasına başını salladı, hiç umdukları gibi olmamıştı. "Sen devam et kızım, geleceğim ben." derken ardında en az kendisi de kadar ürkmüş ama korkusunu belli etmemek için çabalamakta olan bir kız bırakarak mutfağa ilerlemişti Nurcan Hanım. İçine buz attığı su ile ağrı kesici içen oğluna gözlerini devirdi ama ses çıkarmadı. Normalde buna çok kızardı ama şimdi kendi elleri ile suçlu durumuna düştüğünden, gördüğünü es geçti. "Fatih, çok kızmadın, değil mi evladım? Yani kızacaksan da bana kız, onun bir günahı vallahi olmadı, ben gidip çıkardım, hasta olmasından korktum. Seda'nın da payı var tabii, o ısrar etti, ben tutardım Bursözünü." Sesi, korku ile mahcupluk arasında gelip gitmişti. "Anne, aşk olsun, hemen sattın beni, ikimizin de payı var bu işte. Yengemle babam da bu plana dahil ama kız suçsuz, hem de tamamen." Nurcan Hanım, içeri giren kızına öldürücü bakışlar atarken 'Sen görürsün!' demişti dişleri arasından. Sonra Fatih'e dönmüş, tepkisiz bakan oğlunun, göstereceği tepkiyi merakla beklemişti.
"Yemek koy bana da anne, karnım acıktı." Genç adam, umursamaz ama keyifli bir şekilde içeri girerken ardında bıraktığı annesinin epey şaşırmış olduğunu anlamıştı. Elbette ki sakinliğini keyfine borçluydu. Uzun zamandır görüşemediği Özcan'la telefonda konuşmak, çok rahatlatmıştı genç adamı, o kıza karşı daha sakin davranmak için çabalayacaktı, zaten gözünü de epeyce korkutmuştu. Yemek masasına doğru ilerlerken kadının tam karşısına sandalye çekmiş, seri bir haraketle oturduğunda, elinde kalan su bardağını masanın üzerine bırakmıştı. Karşısındaki kadının kehribar gözleri ile buluştu siyah gözleri. Elindeki çatalı tutmuş, o şekilde de kalmış olan kadına bakarken alayla sırıttı. Kafasını refleksle kaldıran kadın, adamın kendisi ile eğlenircesine bakan bakışlarıyla karşılaştı. Az önce kendisini tımarhaneye kapatmaktan söz eden adam, bir deliden farksızcasına, değişmiş tepkisiyle karşısındaydı. Kendisi ile alakalı değildi belki de tavırları, neden alay edecekti ki? Daha demin ortalığı birbirine katan adamın bu kadar sakin olmasını kendisine bağlamadan bekledi.
Elindeki çatalın aniden çekilmesi ile afallamış, kolu boşta kalmıştı. "N'aptın sen be?" demişti afallarcasına. Genç adam, umursamadan çatalın ucundaki kavunu keyifle çiğnerken omzunu kaldırmıştı. "İşkenceden kurtardım çataldaki lokmayı, hem zaten senin alerjin var." derken ne kadar büyük bir pot kırdığını o an için anlamamıştı. Hande, uzun zaman sonra, karşısındaki adama, umduğundan çok büyük tepki göstererek, gözlerini kocaman devirmişti. "Sen!" demişti korku ve şaşkınlık içinde... "Nereden biliyorsun benim alerjimi, nasıl öğrendin?" demişti daha büyük korku ile bakarken karşısındaki adama, korkudan elleri titremişti. "Yandık!" demişti genç adam, dişleri arasından sert bir küfür savururken...
O gün, alabildiği tek cevap, 'Yeliz Annen'den öğrendim.' olmuştu, daha da çekindiğinden üstelemek istememişti, tekrardan aynı olaylardan geçmek istememişti. Günler geçerken içinde Yeliz Hanım'a karşı atamadığı o korkunç kırgınlık, kendini bir parça da özleme bırakmıştı. Elinde bir tokası vardı, çocukluğundan kalan tokası, babasını hatırlatırken, bu toka ile daima Yeliz Hanım'ın saçlarını şekillendirdiğini hatırlamıştı. Yirmi yaşında, insan 'Anne' ye sahip olur muydu? Hande, Yeliz Hanım'la, yirmi yaşında tanışmış, altı yıl 'Anne' bilmişti onu, kendi annesi gibi değildi, eksik bir kız olarak görmüyordu kendisini. Yeliz Hanım'ı tanımasa, belki de hayallerindeki gibi okuyamayacaktı, istediği bölümü tutturamayacaktı. Yine de onun emeklerini çiğnemiş, Neslihan Hanım'ın istediği evliliğe koşmuş, nankörlüğünün karşılığını da, bu şekilde ödemişti. Yeliz Hanım'ın haraketini de, Neslihan Hanım'dan çok farklı görmemişti... Çok kırgındı, etrafındaki herkese karşı kırık döküktü, bu da, daha çok içine kapanmasına sebep olmuştu...
Çıkamadığı oda, cehennemi de olmuştu Hande'nin, kendince oluşturduğu ateşlerin içinde kül olacağını bilse de, umrunda değildi. Yemek ve özel birkaç ihtiyaç dışında odasından çıkmamıştı günlerdir. Önünde duran tabaktaki pilava bakarken gözlerini tersçe devirdi, açtı ama bir tuhaftı da... Saçlarını hep toplardı, çocukluğundan kalan tokasını, bir an olsun ayırmazdı kendisinden. Sığınaktan, saçları bu toka ile topluyken çıkarılmıştı, sonrasında da uzun süre kalmıştı... Yaşamı boyunca, insan kaç kere savrulur, daha ne kadar hırpalanırdı?... "Hırpaladın sol yanımı anne..." derken acı çekmek, hiç canını böylesi harap etmemişti. "Sol yanımı perişan ettin, sana; çekinmeden açtığım tarafımı, herkesten önce, meğer sen hırpalamışsın..." derken kaldığı odanın içine kapanmış, içinden atamadığı acılarının gölgesinde, çırpınıp durmuştu... İçeride tüm aile oturmuş, kahveler eşliğinde sohbet ederken kendisini çağırmış olsalar da, gitmemişti. Yabancı bulunduğu ev, hiç tanımadığı insanlar, bilmediği muhabbetlerdense, delirme riskini göze alıp burada kalabilirdi.
..."Yenge, ellerine sağlık, senin kahveni içmeyeli epey oldu, özlemişim..." Genç adam, dudaklarından kahve bardağını indirirken fincanı, önündeki sehpanın üzerine bıraktı. "Afiyet olsun, ben hep hazırlarım ki sana." Elif, hafif ince çizilmiş tebessümü ile gülerken siması buruktu, uzun zaman olmuştu ağız dolusu kahkahalar atmayalı... Daima da hazırlardı ama şu vakitler, kendilerini çok ihmal etmişlerdi. Eve davetsizce gelen misafir, istemsizce düzenlerini de bozmuştu. "Seda, keşke gidip o kızı da getirsen, bizimle otursa, böyle içim el vermedi, orada tek başına; daha kötü olacak düşünmekten, biz burada keyifle oturup muhabbet ederken, ne bileyim işte..." Nurcan Hanım, içi acırcasına konuşsa da, içerideki kıza sinir olmadan duramazdı, her günleri bir olayla geçer olmuştu. "Gittim anne, kaç defa çağırdım, ısrar ettim, gelmiyor, kimse benim kadar getirmek için uğraşmaz." Seda, ailede birçok kişiden daha çok insaf ederdi kadına, başından geçenler kolay değildi, hiç kızmazdı, sakin kalabilirdi ama ne kadar uğraşsa da getirememişti.
Sustular, susmaktan öte gidemediler, hepsi de istemsizce üzgündü olanlardan ötürü. Sözü değiştirdiler usulca, konunun değişmesini istemekte olan Nurcan Hanım, eski anılara çekti konuşmaları. Yılbaşı gecesine geldi konu, çok eski bir güne... Çok eski bir yeni yıl akşamından söz ettiler. Evvel ki vakitlere gittiğinde konuşmalar, herkes Nurcan Hanım'ın söz ettiği geceye ait bir anısını anlatmıştı. Bir albümde toplanmışcasına birleşen anılar, Elif'in göğsünde derin hüzünlere sebep olmuştu. Yüzüne değen ince hüzün, o an için kimsenin dikkatini çekmemişti. Kimsenin anlamaması için ardına dönmüş, birkaç damla gözyaşını, ellerinin tersi ile sildiğinde, tekrar önüne dönmüş, hızlı ama sakin bir şekilde kalkmıştı. Kendi odasına girdiğinde, oğlu Kuzey'in daha gelmediğini, derslerinden ötürü etüte kaldığını hatırladı. On bir aylık kızı Nilüfer ise uyuyordu, bunu gördüğünde, pencere tarafına ilerledi. Yukarı kaldırdı başını, dolan gözlerinin, gözyaşlarının gelmemesi için havaya dikti. Omzuna dokunan elle, hafifçe ardına döndü, çekinse de karşısındaki kayınvalidesinden, ansızın sımsıkı sarıldı... "Anne, günahsa de bana, vallahi yüreğime engel olamıyorum, Halil'i çok özlüyorum..." Gözyaşlarının ucuna sarmalandı kelimeler, yaşlarıyla birlikte, iplik misali aktı...
"Yok kızım, ne ayıp, ne günah; tek kapılıdır hasret, kekremsidir, kül eder insanın ciğerlerini, özle; ağla, sakın isyan etme ama olur mu?..." Usulca omzuna bıraktığı başını, daha da gömdü, utandığı gözyaşlarını gizli ama bir o kadar da belirgince döktü. Acılar, dertler, birbirinden aktıkça düğümler açıldı o akşam, herkes bir sıkıntısını paylaştı...
Nurcan Hanım, o akşam, hem çok sevdiği gelinini sakinleştirmek, hem de gelecek misafirlere karşı temkinli olmak için sarma sarma kararı almıştı, hem Elif'in de kafası dağılırdı, onun üzgünlüğünü giderecek başka çözüm bulamamıştı, akşam vaktiydi, dışarı çıkma, sahile inme teklifinde bulunmuştu ama kabul ettiremeyince, bu çözümü geliştirmişti. Sarma sarıp buzluğa atmak için geç kalmışlardı, Ünzile Hanım varken gelip giden çok olurdu. Seda da geldiğinde, üç kadın, oturma salonundaki masanın etrafında birleşmişler, işe vermişlerdi kendilerini. O sırada Kuzey de çok sürmemiş, eve gelmiş, derslerinin başına oturmuştu. Fatih, Mustafa Bey ile galeriye gitmiş, kısa vakitte geleceğini belirtmişti. Yaprakları açan Seda, morali bozuk olan Elif'i kendine getirmek, biraz da eğlenmek için elindeki destenin birleşmiş halini, karşısındaki kıza atmıştı. Yüzüne gelen hamle ile hafifçe çığlık atan kadın, karşılıksız bırakmadan kendi hamlesinde bulundu. Yaprak destesini birleştirmeden, eline hepsini ayrıca alıp, hızla Seda'nın üzerine attı. "Oynamayın, aklınız makarada hep, hadi, eliniz çalışsın!" derken Elif'in açılmasına da içten içe sevinmişti Nurcan Hanım.
"Seda, git şu kızı getir, gelsin bizimle otursun, ne kadar burada kalacağı belirsiz; kapatmış kendini odasına, öyle düşünerek aklını kaçırmasından korkuyorum..."
"Yengeme sor anne, bugün rahat on kere gittim odasına, ikna edemedim, en son tersledi beni, daha gitmem; hem bırak kalsın, onun somurtkanlığına bakmaktan, insanın tebessüm edesi gelmiyor, otursun tek başına, bizim de onun derdinde olmadığımızı anlasın." Aralarındaki konuşma sonlandığında Elif, aklına gelen ile elindeki yaprağı sarıp, önündeki tencerenin içine bıraktığında konuştu: "Yarın gideceğimiz davete o da gelse olmaz mı?"
"Hangi davetti o, Zeliş'in kına gecesi olacaktı evlerinde, o eve mi gideceksiniz?"
"Seda'cığım, 'Gideceksiniz, çok doğru tabir olmamış, sen de geleceksin güzel kızım; Elif orada, bebekle ilgilenmeyecek, sen bakacaksın Nilüfer'e, ayrıca delirdiniz mi, ne işi var oğlumun kaçırıp zorla evde tuttuğu kızın, bu mahalledeki kına gecesinde?"
"Anne ne olur mantıklı düşün, bak az önce kendin üzüldün, delirecek dedin; hem Fatih'in son sinir fırtınasından sonra o da akıllandı, neden burada olduğunu, bizim de meraklı olmadığımızı gördü, zor durumda bırakmaz, madem bebekle ilgilenme işini Seda'nın üzerine bıraktın, ben de onun tüm sorumluluğunu alırım."
"Bana neden fikrim sorulmadı, ben bebekle ilgilenebilecek durumda mıyım, istiyor muyum, acaba ben gelmek istiyor muyum, önce bir düşüncem alınsaydı?"
"Sen bilirsin kızım, gelmezsen ertesi gün, anlatmakla bitiremediğin, okulunun partisine gidemezsin; Elif, sen de çok meraklı isen Fatih'i ikna et gelebilmesi için, başka çözüm kalmadı, hem ne giydireceğim ben o kıza, davete de benim kıyafetlerimle mi gelecek?"
"Siz orasını bana bırakın." demişti elindeki son sarmalardan birini tencerenin içine atan Elif. Yaprak açması için Seda'ya bakarken Nurcan Hanım'a döndü. "Halil bana, Kuzey'e hamileyken bir elbise diktirmişti, tam oturur üzerine, büyük gelen taraflarını da ben, iğne iplikle hallederim, onu hazırlama işi bende."
Olacaklar açığa kavuşturulduğunda, sarma işlemine, kaldıkları gibi devam etmişlerdi. Sıcak sohbetin beraberinde, konu birden, zorla tuttukları kadına gelmişti. İstemsizce içi acımakta olan Nurcan Hanım, "Zavallı!" demişti dişleri arasından. "Kimse bu şekilde olmak istemez ama o kadar zor durumda ki, bizim de istemeden bunlara sebep olduğumuzu düşünemiyor." Hızla sardığı sarmaları tencerenin içine atarken "Allah'tan Fatih, depodan getirmeden söz almış, çok sesi çıkmıyor, bağlamak zorunda kalsam, içim paramparça olurdu." Elif, üzgünce kaşlarına çattığında, kaşıkla dolmanın içini aldı, başını iki tarafa sallarken ne diyeceğini bilemedi. "Tamam anladık, zor durumda, kaçırıldı ama işlerin buralara varmasının sebebi de kendisi, kabul etmeseydi o evliliği; istemediği halde kabul etti, hem ne olursa olsun, böyle haraketli olunmaz ki, arabayla kaçtığı gibi üstüne telefona saldırdı." Seda, içindeki siniri engellemezken üzülüyordu da istemsizce. Arka odadan aralanan kapı sesi, herkesi aniden sustururken birbirlerine bakmışlardı dikkatlice. Elini dudaklarına dokunduran genç kadın, dikkatle Seda'nın gözlerine baktı.
Hande, kaldığı odadan çıktığında, epeyce ağır biçimde içeri ilerledi, neden çıktığını da anlamamıştı. Canı sıkılmıştı devamlı aynı pozisyonda olmaktan, n'apacağını bilmeden çıkmıştı odanın dışına, istemsizce de seslerin geldiği, oturma salonuna doğru ilerlemişti. Henüz kapıdan çıkarken kesilen sesler, kendisi oturma salonuna tam olarak girdiğinde, ansızın, tamamen kesilmişti. Kare masanın etrafına toplanmış, önlerinde tencere, sarma saran insanlara baktıkça, kendisi geldiği için sustuğunu anlamıştı. Herkesin aniden bu kadar sessizleşmesi, daha da nefrete bürünmesine sebep olmuştu, tahammül sınırı da kalmamıştı üstelik. "Bir ihtiyacın mı oldu kızım?" derken Nurcan Hanım'ın sesindeki korku, öfkesinin artmasına sebep olmuştu. Hepsi de ne kadar zavallıydı, eşkiya olan çocuklarının, ayıplarını kapatmak için çırpınan, basit insanlardı. "Neden sustunuz?" demişti hiç sözünü çekmeden, bugün epeyce ağır konuşacaktı. "Benden konuşuyordunuz, değil mi? Nasıl da gün ışığına hasret bıraktığınızı anlatıyordunuz, ne kadar zavallı olduğumu, o adamı korumak için beni nasıl kafeslediğinizi anlatıyordunuz, değil mi?..."
"Yok tatlım, nereden çıkardın; hadi gel biz seninle dışarı çıkalım, mahalle etrafında hafifçe dolanırız, hava alırsın..." Elif, önündeki tencerenin içini kontrol ederken korkarak, dikkatlice bakmıştı. "İstemez, sizin insafınıza kalmadım, bana acımanız için de o şekilde konuşmadım!"
"Sen zaten acınacak halde değilsin ki, neden acıyalım sana." Söylerken bunu, karşısındaki üzüldüğü için konuşmuştu Seda ama karşısındaki kadın, bunu da ters anlamış, daha da öfkelenmişti. "En acısı halde olan sizsiniz ne de olsa, istemeden birini alıkoyuyorsunuz, ileride beni öldürür, kaza ile oldu diyerek de kendinizi savunursunuz!" Çok duramamıştı, bulunduğu ortam, hırpalanmış sinirlerini daha da perişan ederken aksak adımlarla odasına doğru ilerlemişti. "Hep siz şanslısınız zaten, her istediğiniz elinizin altında, her suçu işler, bir şekilde sıyrılırsınız!" Kapısını çarpmadan önce son kez öfkesini kusmuştu: "Ardımdan konuşmayın, bir daha ben geldiğimde susarsınız, bu evi sizin başınıza indiririm!" Kapı, gürültülü şekilde çarptığında, elini ağzına kapatmıştı Seda, "Offff!" demişti istemsizce tepkisine engel olamadan. "Allah şimdiden Fatih Ağabey'ime sabır versin, Yeliz Hanım, bu kıza nasıl analık etmiş, ne bulmuş bunda, daha çözemedim." Olabildiğince kısık konuşmuş, tekrar işitmesinden korkmuştu.
"O nasıl söz, ağabeyinin sabra ne gereği var, ben çekerim bir müddet daha, ortalık durulunca da kurtuluruz!"
"O kadar kesin konuşma anneciğim, nelerden en çok korkarsan, o senin imtihanın olurmuş, işler buralara geldikten sonra, korktuklarının başına gelmesi de çok sürmez!"
"Yazdı ise bozsun Rabbi'm!" Nurcan Hanım, karşısındaki kızına oldukça ters bakarken dişlerini sıkmıştı. "Ben, evladımı ikinci defa, hasta bir kadınla imtihan ettirmem, Yasemin, gözlerinin önünde eridi, hepiniz gördünüz!"
"Anne tamam da, Yasemin kanserdi, bu kız, ölümcül bir hastalığa sahip değil ki." Elif, çekingen olsa da, konuşmaktan alamamıştı kendisini.
"Ne fark eder, Yasemin'den daha ağır durumda, eli kolu zor haraket ediyor, olmaz dedim, susun artık, neyi çok derseniz olurmuş, Allah'ım korusun!"
Kapıdan gelen anahtar sesi ile birlikte tamamen sessizleşmişler, Fatih'in geldiği anlaşıldığında, konu değişmiş, işe daha çok vermişlerdi kendilerini. İçeri, oğluyla birlikte giren eşine bakmış, "Anneme bir baksana Mustafa, biz işle ilgilenmekten kontrol edemedik, ilaçlarını içsin." demişti dikkatlice. Normalde çok düzgün bakardı kayınvalidesine ama bugün tüm olanlar üst üste gelmişti. Mustafa Bey, sessizce diğer odalardan birine ilerlerken Fatih de, masa tarafına ilerlemiş, ortadaki tencereden aldığı çiğ sarmalardan birini ağzına atmış, keyifle çiğnemişti. "Yeme şunu oğlum, karnın ağrıyacak." derken Nurcan Hanım, gelinine bakmış, yemekleri ısıtmasını demişti. Çok geç saate kalmışlardı, oğlu da ikinci defa galeriye gitmekten halsiz düşmüştü.
"Hiç zahmet etmeyin, aç değilim ben, babamla galeride atıştırdık, uyurum birazdan."
"Dolmaları pişirelim, o şekilde atıştır oğlum."
"Yok anne, gerçekten aç değilim, bu saatte rahatsız olmak istemiyorum, midem perişan durumda, daha kötü olurum, ilaç içip uyuyacağım hemen." Son bir tane daha alırken tencerenin içinden etrafına bakınmış, delici kehribar gözlerle etrafına bakınan o kadını aramıştı. Seda, dudakları arasındaki sırıtışı belli etmese de, ağabeyinin kimi aradığını görmüştü. "Hande Hanım'a baktıysan abiciğim, az önce bizi bir temiz haşladı, sonra da odasına gitti."
"Seda!" Çok sert bağırmıştı Elif, tersçe bakmaktan da alamamıştı kendini. "N'aptı, bana delirip size mi çemkirdi!" Fatih, istemsizce öfkelendiğinde, elinde ısırdığı sarmalardan birini masa üzerine bırakmış, hesap sorarcasına bakmıştı ailesine. "Yok oğlum, kız haklı; konuşuyorduk, istemeden biraz çekiştirdik, içeri girince de anladı ondan konuştuğumuzu, biz susunca, başladı bağırmaya, haklı." Fatih, öfkesi daha da artarken bakışlarındaki öfke görülmüştü. "Gösteririm ben ona, insan gibi davrandıkça, kendini bir halt sanar oldu." Hızlıca kadının kaldığı odanın önüne doğru ilerlerken Seda, hızla doğrulmuş, oturduğu sandalyeden kalkarken ağabeyinin önüne geçmişti. "Yapma ağabey, hiç kötü söz etmedi, sinirli sadece; durumunu biliyorsun, ondan böyle alıngan, hasta haliyle esir altında olan birine göre çok da terbiyeli davrandı." Yalvarırcasına bakmıştı, eğlencesine konuşmuş, boşboğazlık etmişti, bedelini de içerideki kadına ödetemezdi. "Gereksiz alınganlığa girdi, normal, içerisindeki hale göre çok normal ağabey, ne olur kızma."
"Seda tamam, çekilir misin önümden, gören de idam sehpasına çıkaracağım sanır, konuşacağız sadece; kaç gündür sesi soluğu çıkmadığı için kontrol de etmem gerek, zaten bakacaktım, bu olaya bağlı değil, hadi şimdi çekil..." Çaresizce çekilen kardeşini ardında bırakarak odanın kapısına ilerledi. Hafifçe vurdu kapısını, bunu birkaç defa daha tekrarladı. Sonra ses gelmediğinde, ağırca araladı kapısını, gördüğü manzara şaşırtmıştı. Kaç gündür sesi soluğunun çıkmaması ile birlikte şimdi burada, sessizce oturması, afallatmıştı genç adamı. Yatağının baş ucuna, pencere kenarına oturmuş, dışarısını seyrediyordu.
"Gelebilir miyim?" Sesinin sakin çıkması için çaba sarf etti, isterse sakin olabilirdi.
"Geldin işte, kendi isteklerinden başkası umrunda değil ki, aynı annemler gibisin; iki annemin, ikisi de böyledir, onların isteklerinden oluşan iki oltanın ucunda, bir balık gibi savrulurum."
"Sordum ama çık desen, çıkardım; hem, girmeden önce kaç defa da çaldım kapını, müsait olmasan izah ederdin, değil mi?"
"Zahmet etmişsin." Uzaklardaki tepelere, dağların üzerine dikmişti gözlerini, oralarda olsa, kadrajına aldığı kuşlar kadar özgür olabilseydi keşke... "Bazen olur öyle, annem de benden çok istekte bulunur, isteğinden önce, kabul etmem için ekstra uğraşır." Sözü değiştirirken tamamen içeri girmiş, odanın kapısını, kadının ürkmemesi için aralık bırakmış, ona doğru ilerlemişti. "Seni birine kaçırtıp elini kolunu da bağlatıyor mu?" derken sesi imalı çıkmıştı, desibeline ima katmasına da gerek olmazdı, cümlesi açıkça, öfkesini kusmuştu. "Yok, salak olmadığım için böyle bir olayla karşılaşmadım."
"Sensin salak, şehir eşkiyası, ruh hastası!" Hande, üzerine gelen siniri, gözüne çarpan görüntü eşliğinde, hızlıca geri ittirmişti. "Bana söz kalabalığında bulunma, hem, bugün tavırların sebebi ne, önce onu anlat bakalım! İçini kemiren sıkıntının sebebi ben olduğuma göre, sorunlarını da benimle çözeceksin, muhatabın ben olacağım, acını ailemden çıkarırsan bir daha, bu evden deli gömleği giyerek çıkarsın!" Hande, sessizce masanın üzerine bakarken kafasını hiç haraket etmemiş, karşısındaki adama bakar gibi davranmıştı. Kaçamak bakışlarını telefona atarken bunu belli etmemek için çabaladı. İçeri, elinde telefonla gelen adam, anlık boşlukla, cep telefonunu, kenardaki sehpanın üstüne bırakmıştı. "Sen beni dinliyor musun, bak kendimi dinletmek zorunda bırakma beni, çok kötü biteriz, sözümden çıkmayacaksın!" Karşısındaki kadının tepkisizce gözlerine bakması, şaşırtmıştı genç adamı, hiç bu kadar sessiz görmemişti onu, kesin altında bir plan vardı. Gözlerindeki bakışları, dikkatle takip ettiğinde, hızla başını salladı, tam da tahmin ettiği gibi, telefonu dikizliyordu. Genç kadınla aynı anda, masanın üzerindeki telefona dokunduklarında, anlamakta biraz geç kaldığını düşündü.
Hande, karşısındaki Fatih ile birlikte, telefonu birbirlerinden koparabilmek için boğuşurken hiç olmadığı kadar üst düzeylere çıkarmıştı gücünü. Hafifçe doğrulmuş, hatta kalkmış, tutmamakta olan kolunun gücünü de, almak istediği telefona dayamıştı. "Sana bırak şunu dedim, bak elimde kalacaksın!" Gücünü nereden aldığını, bir an için merak etmişti; insan, tek tarafı tutmazken her halta karşı nasıl bu kadar dirayetli olabilirdi? "Hayır, kurtulacağım senden!" dediğinde, gücünü de arttırmıştı ama ne kadar direnebilirdi ki? Kendini zorladığından, sesi de pürüzlü çıkmaya başlamıştı. "Hande, sınırlarımı zorlama, çok kötü biteceğiz bak, rahat dur, kes artık!" Yakaladığında karşısındaki öfkeli adamın elinden, bileğini sertçe sıkmıştı, telefonu bırakması için son çaresi bu olsa gerekti. Acının koluna temas etmesi sonucu, çaresizce inlemiş olan genç adam, o sızıntının verdiği refleksle, aniden, tek kolu ile olabildiğince sert ittirmişti kadını. Hande, koltuk değneği olmadığından, epeyce halsizleşmenin de verdiği güçsüzlükle çok sert şekilde, devrilircesine düşmüştü. Yere kapaklanan kadına baktığında, bilinçsizce, acının verdiği refleksle olan bu haraketi karşısında, kendinden nefret etti genç adam. Böyle olmasını asla istememişti, tahmin bile edememişti.
Yere kapaklanan kadının dudaklarından dökülen acı dolu inilti, vicdanına defalarca kez tekme atmış gibiydi. "Hande!" dediğinde, pişmanlıkla dökülmüştü kadının ismi dudaklarından, dişlerini sıkmıştı, pişmanlığın verdiği sinirle... Yere kapaklanan kadının bir kez daha hırpalanmıştı sol tarafı, perişan edilmişti. Yüz üstü düşmesi, canını çok daha acıtmıştı. Yanağının sağ tarafı, düşmenin etkisi ile şişmek üzere morarmıştı. "Anne!..." demişti çok boğuk çıkan sesinden, Fatih; sesi hastalığından ötürü boğuk çıkan kadının, ne dediğini anlamamıştı o anda, Hande, kendinden geçmiş şekilde Yeliz Hanım'ın adını sayıklarken babasından bir kez daha nefret etmişti... Sözünü tutmadığı, kendisini kurtarmadığı için tekrardan nefret etti. Sol yanı delik deşik olduğunda, karşısında, vicdanı da en az kendi sol tarafı kadar perişan bir adam bıraktığından habersizdi...
||BÖLÜM SONU||
Son sahne pişmanlıklarla dolu oldu. Fatih'in çektiği acı, beni bile tüketti. Sahiden istemeden oldu. Fark etmişsinizdir ki Hande, telefonu alabilmek için boğuşurken adamın bileğine elini çok sert, ezecek misal bastırdı. O sırada kızı kontrol edemedi, tamamen refleksle itti. Satırlarımda bunu anlatabilmek için çok uğraştım, umarım başarabilmişimdir. Diğer bölüm birçoğunuz, istediğiniz sahnelerle karşılaşacaksınız.
Yeni bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın... |
0% |