Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@maviay_63

Yarım saatin ardından tekrar konağa dönmek için yola çıktık. Yol boyunca Ahmet'e saydırıp durmuştum.

 

Ahmet seni bir yakalayayım bana yaşattıklarını burnundan fitil fitil getirmezsem. Seni benim elimden kimse alamayacak...

 

Saydırmam böyle böyle devam ederken Savaş ise birden arabanın kapısını açmıştı.

 

Kapısını açtığında anca kendime gelebilmiştim. Gerizakalı kuzenim o kadar sinir etmişti ki beni, iyice dalmıştım. Adam hâla beklerken hadi çık artık der gibi baktı. Ben de dâha fazla kızdırmadan arabadan hemen inmeye çalıştım.

 

Efeoğlu konağının önüne geçerek derin bir soluk aldığımda, Savaş'ın sırıttığını duydum. " Bir yıl göz açıp kapayıncaya kadar biter merak etme..."

 

Elini cebine atıp yüzünü bana dönerek dalgınca konuşmaya devam etti. " sayılı günler çabuk geçer."

 

Ben adamın yüzündeki hüzünden etkilensem de çok üstüne gitmeden tekrar yüzümü konağa döndüm.

 

Sonra konağa doğru yürüyerek kapıyı açtım. O sırada herkes hayretle bana bakmıştı. Korkuyla yutkundum. Ne diye acele ettin Çilem!

 

Tam bana soru sormak için ağızlarını açacaklardı ki Savaş'ın sesi ile durmuşlardı.

 

" Bu berdel iki tarafında kabulüdür. İki haftaya kalmaz Çilem Yaman bu konağa gelin olarak gelecek. Dâha sonra Zeliş'in düğünü olacak. Hazırlıklara şimdiden başlayın."

 

İlk başta herkes birbirine şüpheyle baksa da en sonunda rahat bir nefes almışlardı.

 

Berdel iki tarafında kabulü ile sonlandıktan sonra Yaman ailesi eve dönmek için arabalara binmeye başladı. Ahmet arabaya gitmek için hareket ederken Savaş'ın ona dur demesi ile korkuyla yerinde çivilendi.

 

Ahmet kapının önünde kalakalırken, Savaş yanına giderek karşısında durdu. O karşısında dururken biz ne olduğunu anlamadan ona bir yumruk attı. Dedemler Ahmet'i elinden almak için harekete geçtiklerinde korumaların onları tutması ile duraksamışlardı. Ardından dedemlerin korumaları silahlarını çıkartırken iki taraf da birden silahları kuşanmıştı.

 

Ben korkudan iç çekerek Savaşların yanına giderken önümde duran koruma ile afalladım. Savaş bir yumruk dâha atarak boğazından tutarken Dedem öfkelenmişti. " Lan it! Berdeli kabul ettik. Dâha ne istersin torunumdan!"

 

" Savaş ağa! Bırak onu."

 

Koruma hâla önümdeyken uzaktan bakararak bende konuşmaya çalışmıştım. Savaş, hiç birimizi dinlemeden Ahmet ile hesaplaşmaya devam etti. " Kız kardeşimi kaçıracaksın. Sonra burnun bile kanamadan burdan rahat çıkacaksın. "Yok öyle dünya!"

 

Aslında bizimkisini bayâğı benzetmişlerdi ama Savaş ağaya bu az gelmişti belli ki.

 

Yakasını biraz dâha çekerken tehditkar sesiyle konuşmaya devam etti. " Sırf kardeşim için sana karışmıyorum. Bu yüzden kardeşimin saçının telini bile zarar vermeye kalkarsan, işte o zaman seni benim elimden kimse kurtaramaz. Seni öldürürüm!"

 

Ahmet, Savaş'a tüm ciddiyeti ile bakarak cevap verdi.

 

" Savaş ağa, ben Zeliş'i çok seviyorum ve sana yemin olsun, onun bir damla göz yaşına senden önce ben dünyayı yakarım"

 

Savaş bu sözünden etkilenmiş gibi yakasını gevşetirken arkadakiler hâla çok gergindi.

 

" Dediklerin doğru olsa iyi olur."

 

Bunu diyerek yakasından ayrılıp hızla içeri geçti. Amcam ve dedem de korumaların çekilmesi ile yanına giderken onu bir an önce burdan uzaklaştırmaya çalıştılar.

 

Hemen arabaya binip konağa götürmeye çalışırken, ben de aralarından arabaya binerek gitmeyi bekledim. Araba çalışmaya başladığında konağa baktım. Gerçekten burda mı yaşayacaktım? Kalan son günleri mi burda mı yaşayacaktım? Burda bir cehennemi yaşayacaktım resmen. Ne kadar anlaşma evliliği de olsa iki yabancının karı koca olacağı bir ev olacaktı ve belki de bir daha buraya hiç adımını atmayacak bir kadın olacaktım.

 

Araba dönüş yaparken son kez konağa baktım ama o da neydi? Savaş... Savaş Efeoğlu bana mı bakıyordu.

 

Hass... cidden bakıyor. Bu nasıl u dönüşü. Demin kuzenime tehditler savuruyordun şimdi niye bana bakıyorsun oğlum! Erkek değil misiniz hepiniz aynısınız iki dakika ciddi kalamıyorsunuz.

 

O hiç çekinmeden bana bakmaya devam ederken ben ise bir an önüme döndüm. Tam o sırada Araba konağa arkasında bırakarak ilerlemeye devam ediyordu. Gözüm arabanın yan aynasına kayarken Savaş'ın sırıttığını gördüm. Utanmadan hoşlanmış gibiydi ve benim olduğum arabaya bakmaya devam ediyordu. Ben ise hayretle onu izliyordum.

 

Boşuna dengesiz demiyorum ben bu adama. Adam demin öfke saçarken şimdi de bana bakıp utanmam ile sırıtıyor. Allah'ım korktum kabul. Ne olur merhamet et bana.

 

Valla bu adamın elinde kalacağım diye korkuyorum.

 

********

 

Günü sakin bitirmeyi başarsak da Ahmet bu fiskelerden bir türlü kurtulamamıştı.

 

Dedem Ahmet'e öfkeyle bakarken, Ahmet ise yüzü eğik halde kuzu kuzu duruyordu. " lan sen sonradan mı bu kadar gerizakalı oldun yoksa ben mi göremedim anlamadım gitti!"

 

" Dede ben çok aşığım. Hem de sırılsıklam."

 

İyi halt ettin. Anladık aşık oldun ama beni niye araya kaynak yaptın lan!

 

Tabii ben içimden kızıyordum sonrası için de sıra gelecekti elbet.

 

Ahmet hâla başı eğik dururken dedem ise son kez tokat atmak için elini kaldırdı. Fakat son anda durarak bundan vazgeçti. Kolunu öfkeyle indirip söverek çekip gitti.

 

Savaş ve dedemden sonra sıra bendeydi. Benden dayak yemese hatırı kalır.

 

Ahmet gelmem ile utançla yüzünü kaldırdığında kendini savunmaya çalıştı. " Çilem ben çok üz..." tabii lafını bitirmesine fırsat vermeden son tokatı yapıştırmıştım.

 

" Müstahaktır sana! Az bile!" Yengemin sözü ile babam ve amcam da hak vererek benim gibi azarlarken konuşmaya devam etti.

 

" Çilem, valla bak. Sana zarar gelmesini istemedim."

 

" Sus! Elinden geldiğince gözüme gözükme. Uzun bir süre!" Biraz dâha yaklaşarak kimsenin duymayacaği şekilde devam ettim. " babamların olmadığı bir zamanı kolluyorum merak etme. Seni elimden kimse alamayacak sevgili kuzenim."

 

Bunları söyledikten sonra burnumda soluyarak odama gittim.

 

Odama girer girmez de direk yatağa attım kendimi. İçime sıkıntı girmişti. Ben ne ara bu raddeye geldim.

 

Yatak kâr etmeyince bu sefer tekli koltuğa geçerek uzandım ve uzun uzun düşünmeye başladım. Rüyamıydı bu yoksa gerçek miydi diye. Gerçekten burdan sonsuza kadar gidiyor muydum?

 

İçimi bir korku kapladı birden. Her şey değişecekti ve ben bunu yeni yeni idrak etmeye başlamıştım. gerçekten evlenecektin ve evli bir kadın olacaktım! Geçici bir süre ama o imzayı her halükarda atacaktım. O imamın önünde bu evliliği kabul edecektim.

 

Ben dalgınca düşünürken bu sefer de el sıkıştığımız an aklıma geldi.

 

Neden geldi diye sormayın bende bilmiyorum.

 

Bunu düşünürken elimi dalgınca kaldırarak o anı tekrar gözümün önüne getirdim.

 

Elimi tuttuğu sıcaklığı hissetmiş gibi olurken bir an gülümsedim.

 

Gülümsemek mi? Gülümsedim mi ben? Yok yok kırıktır o, yoksa yerimde duramazdım. Çilem ne saçmalıyorsun? İki dakika doğru düzgün bir şey düşün Allah aşkına!

 

Elimi tekli koltuğuma yaslayarak uzandığım yerden kalktım.

 

" He Çilem He! Hayatında ilk defa bir erkeğin elini tuttun diye kafayı yemişsin belli."

 

Sırıtarak tekrar yatağa geçtiğimde kapımın çalması ile duraksadım. Kendimi toparlayıp - gir - Komutu verdiğimde usulca açılan kapıyla annemin kafasını gördüm. " Kızım? Müsait misin?"

 

" Tabii, gel anne."

 

Çekingen ve ürkek tavrıyla gelerek yatağımın kenarına oturup konuşmaya çalıştı.

 

" Kızım... İyi misin?"

 

"iyiyim anne, yorgunum sadece biraz dinlenmek istiyorum."

 

" peki kızım, bir şey istersen söyle olur mu."

 

Anneme dalgınca bakarken neden geldiğini anlamamıştım.

 

Sadece bu kadar mı? Bunu sormak için mi geldi. İyi değilim dese ne yapacaktı Allah aşkına! Bunu durdurmaya gücü mü vardı. Ama sanki başka bir şey söylemek istiyor gibiydi ama buna cesaret edemiyordu. Çekingen tavrından her defasında cesaretini kırdığı anlaşılıyordu.

 

Bana hüzünle bakarken benim başka bir şey dememi bekler gibi biraz dâha bekledi ama benden ses çıkmayınca ayağa kalkarak çekip gitti.

 

O gittikten sonra tekrar yatağıma uzandım. Sonra ise ben tavana, tavan bana bakmaya başladı. Uzun süren dalgınlıktan sonra artık gözlerim dolmaya başlamıştı.

 

Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladığında artık dayanamamıştım. Bir anda yüzümü yastığa gömerek çığlık attım. Hıçkırıklar içinde ağlamaya başlarken artık delirmek istiyordum. Delirip hiç kimseyi umursamamak istiyordum.

 

Bir yıl sonra buradan, buralardan gidiyorum artık. Zaten hep kimsesiz gibiydim, bu sefer gerçekten kimsesiz olacaktım.

 

Canım acıyordu. İçimdeki sızıyı bir türlü dindiremiyordum. Ne yapacaktım? Ben o adamla nasıl yaşayacaktım? Ya beni kandırıyorsa? Ya beni ikna etmek için yalan söylüyorsa?

 

Korkarım bunu evlenmeden öğrenemeyecektim.

 

Kızarmış gözlerimi silerek yan uzandığında karnıma bir şey battı. Cebimi yokladığımda Savaş'ın tesbihi olduğunu fark ettim. Sanırım bir ara yine elime alırken, cebimde unutmuştum.

 

Hala bende duruyordu. Sadece tesbih olsa neyse, ceketi de hala duruyordu.

 

Ayağa kalkıp dolabı açtım sonra ceketi alıp düşünmeye başladım. Bu adamla bayâğı kavga etmiştim ben, şimdi ise evleniyorum. Buna kader mi denir bilmem ama benim için koca bir kaostu.

 

Bir an düşündüm de bu adam ona söylediklerimin hıncını alır mı benden acaba?

 

Kendime gelerek ceketi dolaba koyup yatağıma uzandım ve hemen bu düşüncelerden sıyrılmaya çalıştım. Çünkü ağrıyan başım bunu düşündükçe dâha çok ağrımaya başlamıştı sanki.

 

Uzandıktan sonra göz kapaklarımın ağırlaşması ile derin bir uykuya daldım. Bilincim tamamen kapanmıştı. Sonra bir patırtı sesi ile uyandım. Duvar saatine gözüm çarptığında saatin dokuz olduğunu gördüm. Pencereden de etrafın aydınlık olduğunu gördüğümde şaşkınlıktan ağzım bir karış açılmıştı.

 

Yuh! Ne ara sabah olmuştu. Beş dakika uzanacaktım sadece.

 

Ben şaşkınlığıma devam ederken kapının çalınması ile kendime geldim.

 

" Girin!"

 

" Hah kızım! Uyanmışsın."

 

Elindeki bohçayla hemen yanıma geldiğinde ben ne olduğunu anlamaz bir şekilde Hayriye ablaya bakakaldım.

 

" Ne bunlar?"

 

" Gelin hanımımıza bir kaç hediye."

 

Elindeki bohçayı yatağa bırakıp yanıma geçtiğinde ben hâla saf saf ona bakıyordum.

 

"Kızım senden şanslısı yoktur. Savaş Efeoğlu gibi mert, sözünün eri bir ağayla evlenirsin."

 

"Öyle mi? Gerçekten sözünün eri biri mi?"

 

Beni niye ilgilendiriyorsa artık. Sanırım sözünü bozmasından korktuğum için olabilir. Tabii ben bu soruyu sorarken Hayriye abla da şaşkın şaşkın beni izliyordu.

 

" Yani mert, düzgün biri?"

 

Hayriye ablanın bu halimden dolayı kafası karışsa da çok üstelemeden gülümseyerek konuşmaya devam etti.

 

" Kuzum, ben ona kefilim onun çocukluğunu bilirim. Çok düzgün bir çocuktur. Seni üzmez merak etme."

 

" Umarım."

 

Bunu sesli mi dedim? Ne olur sesli söylememiş olayım.

 

" Merak etme, üzmez. O kadar anlayışlı bir adamdır ki sana dokunmaya bile kıyamaz kuzum. Onun çocukluğunu tanırım. Senin bildiğin o bazı sert, agresif ağalara benzemez. Sadece biraz çabuk sinirlenir o kadar."

 

" Hım." Diye geçiştirirken Hayriye abla elimi sıkarak dışarı çıktı.

 

Ben hediyelerle baş başa kalırken, biraz heyecanlanmadım değil. Hediyeleri her zaman sevmişimdir.

 

Bohçayı açtığımda birkaç tane elbise ve tatlı getirilmişti. Birde Mardin yöresine ait altın takılar ve mücevherler vardı. İlgimi çekmeyen şeyler yanii.

 

Hediyeleri bırakıp koltuğa geçerek pencere kenarına oturdum ve avluyu izlemeye başladım.

 

Pencereden baktığımda herkeste bir telaştır gidiyordu. Hayret benim için böyle bir düğün telaşı yapılacağını hiç düşünmezdim.

 

Ben hayatımda, özellikle ağa olmayan sıradan bir adamla evlenmeyi hayal ederken bir aşiret ağası ile evlenmek zorunda kalıyordum.

Beni buralardan alıp gidebilecek birine hayal ederken bir anlaşma ile buralardan götürebilecek birini bulmuştum.

 

Ben bir süre böyle dertli dertli düşündükten sonra toparlanarak aşağı indim.

 

O tokattan sonra Ahmet ortalıkta görünmüyordu. E tabi biliyor onu tek başına yakalarsam ne hale getireceğimi. Saklanır tabii.

 

Aşağı indikten sonra mutfağa geçmek için yönümü değiştirirken tam o sırada annemin seslenmesi ile durdum.

 

" Kızım, odama gelir misin? Biraz seninle ana kız konuşalım."

 

Başımı sallayarak arkasından yürüdüm. Annem içeri geçtikten sonra bende içeri geçerek kapıyı ardımdan kapatıp karşısına geçtim. Annem koltukta otururken ben de karşısındaki koltuğa oturdum. Bir süre hüzünle bakarken, derin bir soluk alarak konuşmaya başladı.

 

- Kızım biliyorum çocukluğunu güzel yaşayamadın.

 

Anne sen bu konuları açabiliyormuymuşsun? Hatasını da kabul etti. Hayret bakalım daha ne olacak, kafama taş düşmezse bari. Bir de bu konuyu açmanın sırası mıydı?

 

" Ama bilmediğin o kadar çok şey var ki kızım."

 

" O bilmediğim her neyse, benim bir çok bedel ödememe sebep oldu. "

 

Kolumu sıyırıp konuşmaya devam ettim.

 

" Bu yara izlerini bile hatırlamıyorum ben. O kadar mı nefret ediyordunuz ki neye kızdığını bile bilmediğim bir şey için cezalandırıldım. Gerçekten anne, bunların nasıl oluştuğunu bile hatırlamıyorum ben. Reva mıydı bu bana! Ben kendimi bildim bileli bu yaralar hep vardı."

 

Annem bir an sessizleşti. Sanki kötü bir şey gözünün önüne tekrar gelmiş gibiydi. Sessizce kollarıma bakarken en sonunda konuşmaya çalıştı.

 

" Bunun için çok üzgünüm kızım."

 

Annem hüzünle gözlerime baktığında ben ise dâha fazla konuşamadım. Annemin bakışlarında ezilmiş hissetmiştim. Neden böyle hissediyordum ki? Allah kahretsin ben değil onlar suçlu. Ben niye kötü hissediyordum!

 

O hüzünle başını eğerken ben ise dâha fazla kalamamıştım. Hızla dışarı çıkıp kapıyı ardımdan kapattım.

 

Zar zor tuttuğum göz yaşlarım süzülürken gözlerimi sıkıca yumarak başımı sessizce kapıya dayadım. Zordu, insanlardan artık duygularını saklamak zorunda kalmak çok zordu. Bir o kadar da ağır...

 

Derin bir soluk alarak avluya attım kendimi ve biraz soluklanarak toparlanmaya çalıştım.

 

Ben göz yaşlarıma rağmen derin nefes alırken bir an kapı çalındı. Bende hemen göz yaşlarımı silerek toparlanmaya çalıştım. Yürüyerek gözyaşlarımı iyice silerek en sonunda kapıyı açtım.

 

Karşımda Efeoğullarının kadınlarını görünce şaşırmıştım. Beklemediğim bir ziyaretti.

 

" İçeri buyur etmeyecek misin gelin."

 

Birden sirkelenerek konuşmaya çalıştım. " Tabii, buyrun lütfen."

 

Kadın burnu havada içeri girerken beni ise arkasından bakakaldım bir süre.

 

Onlara yetişmek için yürümeye başlarken, kolumdan tutulmamam ile birden geri sendeledim. Kadınlar arkalarına bakmadan çoktan gitmişken ben ise arkalarında Savaş ağa ile kalakalmıştım.

 

" Niye ağlıyorsun?"

 

" Ağladığım yok."

 

Tabii bana inanmamıştı. Gözüne kestirdiği bir odaya götürerek kapıyı ardından kapattı.

 

" Niye ağlıyorsun dedim sana!"

 

Öfkesinin beni merak ettiği için gösterdiğini anlıyordum ama biraz sakin olabilirdi!

 

Bu hali yüzünden kızmak istesem de bunu yapmamaya çalıştım. Bir kenara oturup elimle yüzümü kapattım. Adım sesleri ile bana yaklaştığını anlamışken, ruhsuzca yüzümü kapalı tutmaya devam ettim. Yakınıma geldiğinde derin bir soluk alarak konuşmaya başladım.

 

" Çok yoruldum. Artık daha fazla dayanmak istemiyorum. Sırtımda koca bir yük var gibi ve artık bu yükü taşımak istemiyorum."

 

Bana eğilerek karşımda durdu ve ellerimi alıp dizlerime indirdi.

 

" Hiç bir yükü taşımak zorunda değilsin, kimsenin yükünü taşıyamazsın da, emin ol bunu artık taşıyamaz hale geldiğinde anlayacaksın."

 

Daha konuyu tam söylemeden ne demek istediğimi anlamıştı ve buna o kadar çok ihtiyacım vardı ki bu çok iyi gelmişti. Sessizliğimi anlaması çok güzel bir duyguydu. Bu bana küçükken karşılaştığım bir çocuğu hatırlattı.

 

Bir süre onu izlerken o da beni izliyordu ve halinden hiç şikayetçi değil gibiydi. Gayet sakin ve profesyonel bir tavrı vardı. Fakat bu uzun bakışmalara ben son vermiştim.

 

" Neyse yukarı çıkalım yoksa merak etmeye başlarlar."

 

Gülümseyerek ayağa kalktı sonra elini uzatarak karşılık vermemi bekledi. Duvara yaslanarak oturduğum yerden kalkmak için elini tuttuğumda beni hemen yukarı çekti. Ben biraz öne sendelerken ona yine yaklaşmak istemediğim için hemen geri çektim kendimi ve dışarı çıkarak merdivenlere çıktım.

 

Maşallah ne kadar centilmensin! Adama bir teşekkür etmeye bile tenezzül etmedin Çilem!

 

Koşar adımlarla yukarı çıkarken o da peşimden geldi. İçeri girdiğimizde düğün tarihini ne zaman yapacaklarını konuşuyorlardı.

 

Zeliş ve beni bir ara aynı gün evlendirmeye yeltenseler de Savaş buna göz yummadı. Önce bizim düğünümüz, sonra da onların düğünü olacaktı. Ona göre onlara düğün bile fazlaydı ama kardeşine kıyamıyordu Savaş. Kardeşine kızgın olduğu, tavırlarından belliydi.

 

Uzun süren konu tatlıya bağlandıktan sonra alışveriş için dışarı çıktık. Yanımda Sevgi ve Zara vardı. Zara'ya hala kızgın olsam da kısa bir süre konuşmuştum. Soğuk ve mesafeli bir şekilde.

 

Bir sürü mağazaya girip çıktık. Üvey annesi olduğunu öğrendiğim kadın beğendiğim bazı şeyleri beğenmese de Savaş sayesinde pek bir şey diyemiyordu.

 

O sıralarda sevgili kuzenim Ahmet de gelmişti. Pis çakal yalnız olmadığımızı ve bu yüzden benim karışamayacağım gayet iyi bildiği için yüzüme gülümseyerek gelebilmişti. Bu gönül alma gülümsemesi olsa da içim soğumamıştı.

 

Onun dâha saçından tutup yerlerde süründerecek, sonra dizlerini tekmeleyerek yürüyemez hale getirecektim. Tokat attığım sırada günün verdiği yorgunluk ve babamların varlığından dolayı hıncımı anlamamıştım tabii.

 

Anneler kıyafetlere bakmak için vitrinlere göz gezdirirken, Ahmet ise Zelişe yaklaşmaya çalışarak konuşmaya çalıştı.

 

" Nasılsın Zelişim?"

 

Ben kollarımı bağlamış sinirle Ahmet'e bakıyordum ama bu tatlı aşık halleri biraz yumuşatmışmıydı ne? Çok kıyamadım.

 

Kıza bir adım dâha yaklaşacakken Savaş'ın arkamdan belirip ilerlemesi ile kolunu kardeşinin omzuna attı.

 

" Hayırdır?" Ahmet kaldığı yerden sadece yutkunabilmişti. " Sen niye buradasın?" Sert sesiyle çocuğu dâha çok tedirgin ederken ben ise rahat bir nefes alarak gülümsedim. Bu sana az bile embesil!

 

"Nişanlımla konuşuyordum ağabey."

 

" Nerden senin ağabeyin oluyorum lan! Savaş ağam diyeceksin. Sadece bunu diyebilirsin."

 

" Tabii ağam."

 

Hâla kollarım bağlı bir şekilde iken, Ahmet'in yanına giderek keyifle konuştum. " Ben sizi izliyorum ya böyle, o kadar keyifleniyorum, o kadar keyifleniyorum ki bu manzara hiç bitmesin istiyorum."

 

" Sağol be kuzen! Bir sen vardın, sen de vurdun sırtımdan."

 

" Lan!" Bir an kalabalığın içinde olduğumu hatırlarken sesimi kıstım.

" lan mal! Senin yüzünden burdayım ben! Sizin yüzünüzden!" Bunu Zeliş'e de aktarırken devam ettim. " O yüzden yanıma gelip nazlanmayın. Savaş'ın kardeşine gösterdiği merhameti ben hiç göstermeyi düşünmüyorum."

 

Kuzenim kırgınca cevap verdi.

 

" Haklısın Çilem..."

 

Cümlesini bitirmeden sinirle devam ettim.

 

" Haklıyım tabii! Burda bir tek haklı benim. İkiniz de en büyük suçlusunuz. Kendinizi yaktınız ardınızda bizi de yaktınız!"

 

Son cümlelerimin ardından, öfkeyle mağazaya girdim. Sinirle etrafta dolanarak kıyafetlere bakıyormuş gibi davrandım.

 

Bir süre sonra kuyumcular girerek yüzükleri seçmeye başladı. Savaş'ın takılarla arası yok gibiydi. Mardinli erkeklerin taktığı şu özel yüzükleri bile taktığını görmedim. Tek takısı tespihti sanırım. Gerçi tespih takı mı bilemedim... Aman neyse konumuza dönelim.

 

Kuyumcu çeşit çeşit yüzük çıkartırken arkamdan yanıma gelip oturan Savaş'ın anlık sürprizlerine alışmıştım artık. Benim bildiğim en son kardeşinin yanındaydı yani.

 

Anneler de araya girdiğinde yüzüğü benim adıma seçmelerine ödüm kopuyordu. Onları önyargılı davranıyor olabilirim ama maalesef böyle kaynanalar var.

 

Vardır herhalde?

 

" Bakın bu en güzeli çocuklar. Elmas kaplamalı altın bir alyans. Bakın çeşitleri de var."

 

Kuyumcu da araya girerek sevgili kayınvalideme destek attı. " Altın alyans arıyorsanız." Vitrinin altından bir yüzük takımı çıkartarak devam etti. "Bakın bu en özel parçamız. Çok yeni ve sınırlı sayılı alyanslarımızdan."

 

Ben fikrini duymak içinSavaş'a bakarken o ise gülümseyerek konuştu. " Sen hangisini istersen o olsun."

 

Biraz gergin gibiydi. Takı sevmediği gerçekten belliydi.

 

" Aslında..." bu yüzükleri sevmemişti. Açıkçası bende sevmemiştim. "Aslında pek sevmedim. Bana gümüş alyansları gösterebilir misiniz?"

 

" Tabii, onlardan da özel işlemelerimiz vardı."

 

" Aslında biraz sade olsa güzel olur."

 

" Yeni gelin, Efeoğullarının gelini olacaksın. Şöyle güzel bir nişan yüzüğünüz olsun. Sonra gösterişli yüzükler sana ve Savaş oğluma dâha çok yakışır."

 

" Sizi çok iyi anlıyorum Esma hanım. Diğer takıları ve ek altın yüzükleri takarım ama nişan yüzüğü gümüş sade olsun istiyorum. Ne de olsa bizim yüzüğümüz olacak. Bu gönlümüze göre olmalı. Öyle değil mi Savaş?"

 

Maşallah Çilemcim. Ne çabuk sahiplendin Savaş ağayı. Öyle değil mi Savaş ne! Sevgilin mi? kocan mı? Bu ne samimiyet.

 

Neyse neyse, en azından ilişkimiz inandırıcı olur.

 

" Gelin sensin, nasıl istersen."

 

Savaş cevabıyla beraber alayla sırıtırken Esma hanım da çok üstelemedi.

 

Esma hanım üvey anne değil yanlış anlaşılmasın. Konağın büyük geliniydi. Üvey annesi Zeliş'in öz annesi Emine hanımdı.

 

Ahmetler karşı tarafta yüzükleri bakarken Emine hanımlar bir süre sonra bizden umudunu keserek onlara yüzük bakmaya başlamıştı. Ben ve Savaş da bir kaç taneyi denerken bayâğı kararsız kalmıştık. Çünkü bazıları bana göre değildi bazıları da Savaş'ın takacağı tarzda durmuyordu. Bunu anlamıştım çünkü yine o aynı memnuniyetsiz ifadesiyle kabul ediyordu. Ben ise buna izin vermiyordum. Çünkü yüzüğü benim yüzünden bir yük gibi taşısın istemiyordum.

 

Kuyumcu bizim karasızlığımızdan yaka silkerken -tabii belli etmemeye çalışarak- Savaş bizi yanlış bırakmasını istedi. Belli ki o da rahat olamıyprdu biri varken.

 

Adam bir emir gibi onaylayarak diğerlerin yanına gittiğinde Savaş da bundan sıkılmış gibiydi.

 

Ben de bıkkınca kenara baktığımda gözüme takılan alyanslarla gülümsedim.

 

Adam her ne kadar buna benzer sade alyans gösterse de ben ince olduğu için beğenmemiştim ama bu biraz dâha kalındı. Hoşuma gitti aslında.

 

Kutuya elimi uzatarak biraz göz gezdirdim. Bende tam puan alırken hemen numarasına baktım ve bingo! Benim parmak numaramı uyuyordu.

Yüzüğü elime alıp işaret parmağına yanındaki orta parmağıma taktım. Yüzüğü ona gösterirken diğerini de elime alarak Denemek için elini uzamasını istedim. Tereddütle elini uzattı.

 

Onun da parmağına takarken ikimizinkini karşılaştırdım. Çok güzel görünüyorlardı. Ben karşılaştırmamı yaparken o ise gülümseyerek yüzüğü parmağından çıkardı ve serçe parmağımın yanındaki parmağıma taktı. " Nişan yüzükleri bu parmağı takılır. Neden biliyor musun?"

 

Başımı iki yana sallayarak cevap vermiş bulundum. O ise bu tavrıma sırıtarak açıkladı. " Çünkü kalbe en yakın damar bu parmakta. Yani kalbine en yakın yere ait bu yüzük"

 

Ben yutkunurken o ise kendi yüzüğünü de doğru parmağa takarak karşılaştırdı.

 

Kabul et düştün Çilem. Adam çok iyiydi. Yani sevgilin olsaydı yine aşık olabilirdin ama aşık falan değilsin. O yüzden sıkıntı yok. Lan peki niye kalbim bu kadar hızlı atıyor. İmdat!.. imdat! Biri el atsın şu kalbime iyice hızlandı lan!

 

Titreyen elime rağmen yüzüğü parmağımdan çıkartarak eski yerine koydum. Savaş'ın gülümsemesi sense de ben durmadım. " Ama bu gerçek aşıklar için geçerli. Biz de gerçekten aşık olamadığımıza göre gerek yok."

 

Hüzünle gülümserken içimi kemiren pişmanlığı yenmeye çalıştım.

 

Bunun için üzülecek değil. Sonuçta gerçekten sevmiyoruz birbirimizi. Sadece bir anlaşma evliliği ve böyle de olacak.

 

Seçtiğim yüzükleri Savaş da beğendiğine onları kararlaştırdık. Ahmetler de yüzükleri seçerken Zeliş kolye ve bileklikleri de bakmak istedi. Yani burda kalmaya devam ediyorduk.

Uzun süre bekleyeceğimizi anladığımda köşeye oturarak beklemeye başladım. Benim fikrim pek sorulmuyordu. Belli ki benden ümitlerini kesmişlerdi.

 

Ben önüme dönüp kolyelere göz gezdirirken, sonsuz işaretli bir kolye dikkatimi çekti.

 

Yarısı taşlarla çevrili bir kenarındada kalp vardı. Doğrusu zarif bir kolyeydi.

 

" Orjinal bir eserdir hanım efendi."

 

Adamın sesiyle kendime gelsem de belli etmeden ayak uydurdum.

 

" Hıım güzelmiş."

 

"Denemek ister misiniz?"

 

"Yok teşekkür ederim, sadece merak ettim." Dedim umursamazca. O sırada omzuma sarılan bir kol hissettim. Savaş olduğunu öne gelince anladım. "Bu kolyeyi mi beğendin?" Dedi düşünceli bir halde. “Önce elini çek.” Dedim sessizce. O da tepki vermeden ellerini omzumdan indirirken hiçbir şey dememiştim gibi devam etti. "Ben sadece..." diye devam edemeden "Beğendiysen alalım. Zaten çok bir şey almadın." Dedi rahat bir tavırla.

 

" İstediğimi söylemedim." Kolyeyi mankenden çıkartarak arkama döndü. Ben neye uğradığımı şaşırmış halde bakakalırken saçlarını kaldır diyerek kolyenin kilidini açtı. İlk başta sadece baksam da en sonunda saçlarımı biraz kaldırarak yardımcı oldu. O usulca önden geçirerek boynuma taktı. Sonra omuzlarımdan tutarak büyük aynanın önüne geçirdi. " Nasıl olmuş?"

 

Aynada ne tepki vereceğime bakıyordu. Fakat bir şey diyemedim. Sadece aval aval bakıyordum. Cevap gelmeyince kulağıma yaklaşıp fısıldayarak konuştu."Bence senden başka kimseye bu kadar yakışamaz." Bir yutkunmadım değil. Bu adam şimdi beni övdü mü?

 

" Teşekkür ederim." Diyerek bu sessizliği uzatmadım. Sonra sakin bir sinirle “Elini çek.” Dedim kısık bir sesle. O da bir anda gülümseyerek geri çekilip omzunu dikleştirdi. " Bir erkek için amma tasarrufluymuşsun." Tabii bunu alaya almıştı. Yoksa bu adamın benim tasarruflarıma ihtiyacı yoktu. Utanmasa bu kuyumcu dükkanını alır Allah aşkına. Tabii bizim başımız da kel değil. Biz de zenginiz neticede...

 

Tamam kes artık konuyu Çilem.

 

Çalışana da baş hareketi ile onay verdi. Mübarek bunlar anlaşmalı mı çalışıyorlar anlamıyorum ki! Gerçi biz girerken Savaş ağam diyerek ceketini iliklemişti bu herif. Belli tanıyorlar bunu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%