Hayat suratıma çarpa çarpa öğretiyordu kimseye güvenmemem gerektiğini. Bana yapmaz dediklerim her şeyi bana reva görüyordu.
Gözlerim kapalıyken korkuyla 'hıhım hıhım' diyerek sakinleşmeye çalıştım. Bu küçüklükten kalma bir alışkanlıktı. Her şey üst üste gelince iyice strese girer kendi kendimle hesaplaşmaya başlardım ve suçlu koltuğunda ben oturur bütün suçlamaları kabul ederdim. Fakat aynı zamanda suçsuz olduğum tarafların da olduğunu söyleyerek dâha çok 'hıhım' diye ses çıkarır aklanmaya çalışırdım. Bu yüzden kendimi sorguya çekmesem de alışkanlık haline geldiği için yine sayıklar dururdum.
Zar zor nefes alarak yine 'hıhım' diye sayıklamaya devam ederken korkum artmaya başlamıştı. Sonra ilk günüm aklıma geldi ve de sonra o gün yaşadığım dehşeti ve duyguyu yine hissetmeye başladım.
Bedenim ecer terleri dökmeye başlarken bir ses ile birden bire irkildim. "Korkma." Kafamı kaldırdığımda küçük bir kız karşımda belirdi.
Şoke olmuş biçimde onu izlerken, gülümseyerek saçlarımı sevmeye başladı ve sonra konuşmaya devam etti. "Korkma, biz çok güçlüyüz." Hâla şaşkınlığımı korurken hüzünle baktı. "Hiç bir zaman yalnız olmadığını ne çabuk unuttun. Bütün suçlamalardan çoktan beraat edildin. Hatırlamıyor musun?"
Yine gözlerim dolarken bu sefer ağlamadım. Gözlerimde sessizce süzülen yaşlarım vardı sadece. "Bunları neden yaşadın ki küçük kız?" Sitemli soruma acıyla gülümsedi.
Evet, karşımda duran küçük kız benim çocukluğumdu. Yani geçmişim...
" Sen hiç bir şey yapmadın. İnsanlar fazla kötü ve anlayışsız. Bu dünya için fazlaydın Çilem."
Yüzümü yere eğerek dalgınca cevap verdim. " Evet, biz bu dünyaya fazlayız."
Küçük kız yine acıyla gülümseyerek arkasını dönüp giderken, birden gözlerim bulanıklaşmaya başladı. Gözlerimi ovalayarak bulanıklığı silmeye çalışırken ise kulaklarımdan gelen ses ile görüntü iyice bulanıklaşmıştı.
" Çilem! Çilem aç gözünü güzelim! Uyan!"
Gözlerimi zar zor açarken nerde olduğu yeni yeni idrak etmeye başlamıştım. Sanırım bodrumda kalırken bayılmıştım, bu yüzden hiç bir şey hatırlamıyordum.
" İyi misin?"
Savaş'ın sesi ile iyice kendime gelmeye başlarken boğazımı tutarak acıyla yutkundum. " Öhö! Su...su verirmisin lütfen."
Savaş nihayet benden cevap aldıktan sonra masadaki suyu hemen bana uzatarak içmeme yardımcı olmaya çalıştı. Suyu içerken boğazımdan kuruluk yavaş yavaş yumuşamaya başladı. Dâha iyi hissetmeye başlamıştım. Sanırım korkudan dilim damağım kurumuştu. Bu yüzden bu kadar çok içmiştim.
Bardağı sehpaya indirirken yanıma yaklaşıp buklelerimi kulağımın arkasına atarak tekrar konuşmaya çalıştı. " İyi misin? Bir şeyin yok, değil mi?"
Başımı iki yana sallayarak yüzümü hafifçe ekşittim. " İyiyim, merak etme."
"Emin misin?"
" Eminim Savaş, merak etme."
Rahat bir nefes alarak bir süre sakinleştikten sonra yatağın örtüsünü kaldırarak uzanmam için beni kucağına alıp yatağı bıraktı. Sonra örtüyü üzerime örterek başımdan usulca öptü.
Serpil de endişeyle beni izlerken Savaş ona sinirle bakmaya başlamıştı. Serpil Savaş'ın bakışlarıyla başını eğerek dışarı çıktığında Savaş yine bana döndü. "Biraz dinlen sen. Ben birazdan gelirim." Savaş bunu söyleyip çıkarak kapıyı ardından kapattı. O dışarı çıkarken ben ise şüphelenmye başlamıştım.
Yoksa...Savaş, lütfen bunun altından sen çıkma. Ne olur!
Hemen örtüyü üstümden çekerek dışarı çıktığımda Savaş'ın uğultulu sesleri gelmeye başlamıştı bile. İçimdeki huzursuzlukla koridorda yürürken, Savaş'ın sesi dâha çok duyulmaya başlamıştı.
" Ben size bodruma mı kilitleyin dedim!"
" Ağam, ben bilemedim. Siz içerde kalmasını sağlayın dediğinizde ben de bodruma kapatmayı düş..."
" Sus! Özrün kabahatinden beter! Ben sadece odasına gitmesini söyledim. Ondan sonrasını ben halledecektim zaten. Korumalar kapıda bostan korkuluğu mu!"
Duyduğum şeylerle başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü sanki. Savaş gerçekten bunu yapmışmıydı? Beni içeri kapatmaya mı kalkmıştı?
Şoktan merdivenlerin korkuluklarını tutunurken ne yapacağımı şaşırmıştım. Zar zor nefes almaya çalışırken Savaş'ın sesiyle iyice öfkelenmeye başlamıştım.
Dâha fazla beklemeden aşağı inip Savaş'ın karşısında durdum. Savaş hâla kızları azarlarken, Serpil'in bana dehşetle bakması ile bir anda durdu. Ben burnumdan solumaya devam ederken Savaş ise usulca bana dönerek korku dolu yüz ifadesi ile bana baktı.
" Bunu yaptın mı gerçekten?"
Bana yaklaşmaya çalışırken, göğsünden sertçe vurarak öfkeyle bağırdım. " Sana inanamıyorum! Aynısınız! Hepiniz aynısınız!"
" Çilem bak her şeyi yanlış anladı..."
" Dokunma bana! Sakın... bir adım bile yaklaşma."
Gözlerim bakışlarıyla öfke kusarken, o kıpırdayamamıştı bile. Bana bakakalmıştı sadece.
" Benden uzak dur! Ben senin canın isteyeceği zaman kafese koyacağın evcil hayvanın değilim! Kölen hiç değilim! Bana bunu yaşatmaya hakkın yok, anladın mı? Hakkın yok!"
" Niyetim seni kilitlemek değildi."
" Kilitleyemezsin zaten, beni bu konağa kilitleyemezsin!"
Bunları söyler söylemez arkamı dönüp Savaş'ı dinlemeden avluya indiğimde kızdığını tahmin edebiliyorum. Fakat bu benim umrumda bile değildi.
Hızla kendimi dışarı atmak için tam kapıyı açmıştım ki korumaların karşımda belirmesi ile durmak zorunda kaldım.
Şaskınlığımi üstümden atarak duraksasam da onların olmasını aldırmadan yine dışarı çıkmaya kalktım. Ama önümde barikat kurarak çıkmamı engellemişlerdi. Sinirle onlara bakıp gözlerimi devirerek sabır çektim. "Çekilin önümden!"
Başlarını eğerek önümde durmaya devam ederlerken tekrar ikazla konuştum. " Bakın çekilmezseniz sizin için hiç iyi olmaz."
Korumadan biri başını karşıya çevirerek düğmelerini iliklerken tekrar başını eğerek ellerini bağladı. Ardından diğeri de iliklerken, arkadan gelen ses ile her şeyi anlaşılmıştı benim için.
" Onlar seni dinlemez!"
Göz devirip, öfkeyle arkamı döndüğümde çoktan dibimde bitmişti.
Bir an afallanarak duraksasam da nihayet konuştum. "Söyle o zaman adamlarına çekilsinler!"
" Nereye gidiyorsun?"
" Şey..." Kollarına bağlayarak konuşmaya devam etti. " Evet Nereye?" Afallamış gibi olsam da konuşmaya devam ettim. " Sanane!"
Afferin be! Çok güzel bir cevaptı Çilem. Cehennemin dibine deseydin dâha güzel olurdu ama neyse, böyle rezil olman gerekiyormuş ne yapalım.
Sinirle göz devirip bana bakarak tekrar konuştu. "beni dinlemelisin Çilem."
" Dinlemek falan istemiyorum seni. Şimdi korumalara söyle çekilsinler!"
Sinirle arkamı dönerek bu sefer korumalara söylenmeye başladım. "Sizde çekilin önümden artık! Bakın son kez söylüyorum çek..." Kolumdan tutulup öne çekilmem ile cümlelerim sona kavuşamamıştı.
Savaş korumalara baş işareti ile çekilmesini söylerken, beni dışarı çıkartarak arabaya doğru götürmeye başladı. Ben afallayarak yürürken, kolumu çekerek elinden kurtulmaya çalışıp söylenmeye başladım. " Bırak kolumu! Bırak dedim sana yoksa o kalın kafanı kırarım!" O hiç bir şey söylemeden yürümeye devam ederken son kez kolumu çekerek sıyrılmaya başarmıştım.
Bu sefer onun aksi yönüne doğru yürümeye başlarken tekrar kolumu tutarak kendine çekti. Artık taşan son sabrımla tokat atmak için kolumu kaldırmıştım ki bileğimden tutması ile kolum havada kalmıştı. Ben şaşkınca ona bakakalırken, o ise kolumu arkama koyarak kendine çekti. Ben bir an korkuyla yutkunurken, o ise sinirle sırıtarak bana yaklaşıp kulağıma fısıldadı. " Beni dinlemek zorundasın Çilem Efeoğlu."
" Seni dinlemek zorunda değilim, Savaş Efeoğlu.
Hâla yanaklarımız yanyanayken konuşmaya devam etti. " Dinleyeceksin, kafesten yeni çıkmış bir kuşu tekrar kafese tıkacak değilim Peri kızı."
Dehşetle gözlerimi açarken hafifçe ona döndüm. Savaş Peri kızı mı demişti?
Ne yani geceyi hatırlıyor muydu? Yoksa hatırlamaya mı başlamıştı?
Ben ona korkuyla bakarken beni tekrar arabaya yönlendirerek içeri koydu. Ben son sözüyle afallarken o da hemen şoför koltuğuna geçmişti.
Ben hâla şüpheyle ona bakarken, arabayı çalıştırmaya başlamıştı bile.
Koltuğa bıkkınca yaslanırken Savaş ise beni tiye bile almadan yola devam ediyordu. Bıkkınca yolu izleyerek durumu kabullenmeye başladım. Elinden kurtulacağım yok zaten bakalım kendini nasıl savunacak.
Uzun yolun sonunda yine o meşhur dere kenarına gelmiştik. Anlamıyorum ki gidecek yer mi kalmadı. O kadar yer varken burası niye?
Araba durur durmaz öfkeyle çıkarak onunda çıkmasını bekledim. Kollarım bağlı bir şekilde onu beklerken o da bana düşünceli gözlerle bakmaya başlamıştı. Derin nefes alarak ayağımı sallayarak çıkmasını bekledim.
Be adam madem konuşmayacaktık niye buraya getirdin beni!
Hâla sinirle beklerken, nihayet çıkmaya karar verebilmişti. Dışarıya çıkıp karşıma geçtiğinde büyük bir ciddiyetle konuşmasını bekledim.
" Çilem, ben Sahra'ya seni bodruma kilitlemesini söylemedim. Asla böyle bir niyetim olmadı."
Alayla sırıttım. Gerçekten ona inanmamı mı bekliyordu. Ona hayatta güvenemezdim. Belki de günlerdir bana göstermediği yüzüydü bu.
" Zaten Sahra'ya gerektiği cezayı en yakın zamanda vereceğim."
" Onun suçu yok..."
Kollarım bağlı bir şekilde ona yaklaşarak devam ettim. " Tek suçlu sensin. Sırf şu kırılmaz egon için beni eve kapatmayı bile göze aldın."
" Öyle değil Çilem."
" Ya ne! Başka ne...Eve kapatmak nedir! Ne yaptım Allah aşkına ben! Gören de sevgilimle buluşmaya gidiyorum zannedecek."
" Böyle bir şey mümkün dâhi olamaz!"
Gözleri kararan adam dibimde biterken ürkmedim desem yalan olur. O hâla sinirle bakarken cesaretle konuşmaya devam ettim. "Evet, böyle bir şey olsaydı bana kızmaya hakkın olurdu. Ama alt tarafı ziyarete gidecektim!"
" O Demir itinin konağına adımını bile atmanı istemiyorum!" Gözleri hâla öfke kusarken alayla acıya karışık gülümsedim. " Bunun için travmamı tekrar yaşatmayı bile göze alabildin. Öyle değil mi."
" Niyetim bu değildi Çilem, dedim sana." Acıyla baktım ona. Gözlerim bir an bile ayırmadım. "Buna zemin hazırlayan sensin ama Savaş ağa ve..."
" Ve?..." Çaresizce çıkan sesi ile içim acısa da durmadım. "Ve bana o kabusu yine yaşattın. O an ne halde olduğumu tahmin edebiliyor musun?"
Yüzündeki pişmanlık ifadesini görebilyordum, fakat onun pişmanlığını izleyerek dolan gözlerimle devam ettim. " Az dâha acıyla ölüyordum ben Savaş! Aklımı kaçırmama şu kadar kalmıştı."
İşaret ve baş parmağımı birleştirerek Savaş'ın yüzüne çarpar gibi gösterdim. " Beni öldürmek için bu kadar beklemene gerek yok Savaş!"
Arkamı dönerek etrafta dolanmaya başladım. Savaş olduğu yerden kalmaya devam ederken ben ise öfke kusarak konuşmaya devam ettim. "Beni burda öldür sen de rahatla ben de rahatlıyayım!"
Savaş yine kıpırdamadan beni izlemeye devam ederken, bu hali sinirlerimi bozmaya başlamıştı artık.
" Ne oldu? Konuşsana! Demin konuşmak için ortalığı inletiyordun... Konuşsana!"
O hâla bana bakarken, yanına giderek göğsüne vura vura konuşturmaya kalktım. " Ne oldu? Konuşsana! Susmasana! Konuşsana be adam!"
Her cümleden göğsünden iterek vururken artık delirmiştim. O zamanda duyduğum her ses kulaklarımda yankılanmaya başlarken, yüreği sızlayan küçük kızın kalbi yine acımıştı. Hem de ilk günkü kadar.
" Konuş! Konuş!..." Ben artık delirme raddedisine gelirken o ise bana sıkıca sarılarak sakinleştirmeye çalıştı. " Tamam!.. tamam yeter! Çok özür dilerim. Allah beni kahretsin! Özür dilerim!" Ben hâla tüm gücümle çırpınırken o ise vurmama izin vererek sakinleşmem için bekledi.
Bir süre sonra çırpınışlarım azalmaya başlarken usulca saçlarımı sevmeye başladı. " Seni anladığım halde bunu yaşamana sebep oldum. Özür dilerim."
Acıyla yutkundum bir an. Kollarım direnmeyi bıraktığında usulca yere inmeye başladı. O hâla bana sıkıca sarılırken bir yere dalgın bir şekilde bakarak konuştum. " bu acıyı anlaman, hissettiğin anlamına gelmiyor. Beni yalnız hissettiğinde anlayabilirsin."
Kolları sıkılaşırken ben ise yaşadığım hayal kırıklığıyla sadece beni bırakmasını bekledim.
Saatler sonra evde
Dere kenarından geldikten sonra direk odama geçtim ve akşam yemeğine kadar hiç çıkmadım. Savaş ise salonda oturarak uzun uzun düşüncelere dalmıştı. Bunu Serpil'in öğlen yemeği vermek için yanıma geldiğinde söylemişti. Yemeği sehpaya indirirken Savaş'ın nasıl üzüldüğünü, bütün gün koltukta nasıl da sessizce oturduğunu ve uzun uzun bir yere baktığını söyleyip durdu.
Aklınca Savaş'ı bana karşı aklamaya çalışıyordu. Fakat hiç kimseyi affetmek gelmiyordu içimden.
Sadece ondan uzun bir süre uzak durmak istiyordum.
Serpil ne kadar dil dökse de onu kâle bile almadan çıkmasını isteyerek yalnız kalmak istediğim söyledim. Evet, bu benim için dâha iyiydi.
Serpil umutsuzca dışarı çıkarken ben ise balkona çıkarak gökyüzünü izledim. İçim daraldığında yaptığım ik şey bu oluyordu. Gökyüzüne dalgınca bakmaya devam ederken kapının tıkırtı sesleri ile başımı aşağı çevirdim. Esma hanımlar içeri girerken bıkkınca soluklanıp yine gökyüzüne baktım. Şimdi de bunların dilini çekecektir.
Harika! Ne zamandır rahattım. Biraz batmış olur bana.
Nihayet cesaretimi toplarken akşam yemeği için el mecbur aşağı indim. İnmezsem ayrı bir kaos çıkardı yoksa.
Aşağı indiğimde ise Esma hanım imâyla bana baktı. Ben ise umursamazca masaya geçerken Osman babanın öfkeli sesi ile yutkundum.
" Savaş! Çilem bugün niye gitmedi?"
Savaş aksi haliyle yere bakarken, osman baba ise dâha çok sinirlenmişti. Bu durumu daha fazla seyirci kalmadan sorduğu soruyu ben cevapladım.
" Gidemedim Osman baba. Birden bire başım dönmüştü. Esma hanımların ardından gitmek için hazırlanırken bayılmışım."
Osman baba endişeyle yaklaşarak konuştu. " bayıldın mı? Şimdi nasılsın kızım? Kötü bir şey yoktur umarım."
" Yok babacım, sadece biraz yorgun düştüm. Savaş'ın eşyalarını bodrumdan çıkartırken yorgun düştüm. Ondan."
Savaş'a imayla bakarken o ise şaşkınlıkla bana bakıyordu. Tabii pek kıymetli Sahra hanım da başını eğerek ordan uzaklaşmaya çalışıyordu.
Bu haline sinirle göz devirirken Osman baba da masaya geçerek konuyu uzatmayalım gerek kalmadan sakinleşmişti. " Geçmiş olsun kızım, kendine dikkat et."
" Peki babacığım, sağolun."
" İyi o halde, afiyet olsun buyrun."
Herkes yemeğe başlarken Savaş da bana dikkatle bakıyordu. Onu bu kadar suçlayıp öfkelenmeme rağmen bu yaptıklarım şaşırtmış olmalıydı.
Onun bu halini umursamadan yemeğimi yiyerek onu umursamamaya karar verdim. O beni anladı mı bilmiyorum ama ben artık onunla konuşmak istemiyordum..
Yemek sessizce geçtikten sonra gençler salona geçerek her zamanki gibi yine yerlerine oturdu. O sırada Beren ve ben odaya çıkarak basbaşa sohpet ettik.
bugünkü hediyeleri ve gelini konuştuklarında nihayet konu bana geldi.
"Şimdi sana gelecek olursak..."
"Bana niye geliyoruz?"
Gözlerini kısarak devam etti.
" Gerçekten bayıldın mı yoksa bir şey mi oldu?"
" Gerçekten bayıldım, biraz yorgundum her halde." " Emin misin?"
" Eminım tabii, aaa! Ayıp oluyor ama!"
Üzgünüm Beren, senin ne yapacağını pek kestiremiyorum. Şimdi ortalığı ayağa kaldırmak gibi bir faktöre sahipsin. Gerçi Sahra'nın saçını tutup sürükleyen fena fikir değil ama kaos istemiyorum.
"Neyse, geçmiş olsun o zaman. Umarım iyisindir?" Bu sefer ben gözlerimi kısarak konuştum. " Sağol ya! Bunu demeyi akıl edebildin."
" Kusura bakma, dehşete kapılmışken aklıma gelmedi."
" Neyse neyse, tartışmayalım. Yoksa konu uzar. Onu bunu bırak ta gününüz nasıl geçti. Gelin nasıldı? Gördün mü?"
" Gördüm, tatlı bir kızdı. Samimiydi."
" Hım, peki Demir geldi mi?"
" Anma şu adamı!"
Gülme sesi çıkardıktan sonra kendimi zor tutarak konuşmaya çalıştım.
" Ne oldu baştan anlat bi."
O sıra dudaklarımı ısırıyordum gülmemek için.
" Lavoboya giderken birden önüme çıktı yine."
Dudaklarımı ısırarak devam ettim.
" Sonrasında ne oldu merak ettim."
" Sonra ağzıma geleni söyledim; sakar, uyuz, gıcık, odun, ağa bozuntusu..."
" Maşallah! Sövmüşsün sen bayağı."
" Neyse, o da benim gibi sinirlenmeye başladı."
" Beren, anlamadım gitti. İkinizde yere bakarak mı yürüyorsunuz nedir!"
" Sakar işte ne olacak yürümeyi bilmiyor.
"Sende çarptın ama."
" ama önce o çarptı!"
" Hanginizin önce çarptığını nerden anladın." Tam bir şey söyleyecekti vazgeçti. Onun da kafası karışmıştı.
"Neyse ya konuşmayalım o ağa bozuntusunu." Beren düşünceli halde kalakalırken , kapının çalınması ile yüzünü çevirdi.
" Girebilirmiyim." Esra'nın sesi gelince koltuğa yaslanarak gelmesini söyledi. O da hemen yanımıza oturarak neşeyle konuşmaya başladı.
" Yengee!" Esranın sesiyle tuhaf tuhaf bakarken cevap verdim. " Efendim."
" Bugün ne oldu biliyor musun?" "Esra..." berenin ani tepkisine kalmadan devam etti pek sevgili görumcem.
"Söylemedin mi hâla?" Beren'e dönerek konuştum. "Neyi söylemedin mi hâla?"
" Bugün Demir soyluyla ne zaman karşılaşsa hemen kaçıp duruyordu bu Beren."
"Sana söyleme dedim ama!"
Kollarını bağlayıp oturduğu koltuğa yaslandı.
" Niye ne oldu?" Sırıtarak devam etti. "Beren abla avluya çıkıp telefonla uğraşırke, az daha duvara çarpacaktı.
"Hıı! Bir şey olmuş mu peki?" O sıra endişeyle gözlerle Beren'in kafasına bakmaya başladım. Ben başına bakmaya çalışırken başımdan savuşturarak konuştu.
" Ya yok bir şey, bir şey olmadı."
"Ben hiç bir şey anlamadım, kafasını çarptıysa nasıl bu kadar sağlam kalabildi?"
" Yenge zaten o sıra Demir ağada oradan geçerken çarpacağını anlayıp elini duvara yaslayarak çarpmasını engelledi."
"Demir ağa mı yaptı? Şu Demir Soylu!"
Heyecanla devam etti cici görümcem. "Evet ama sonra ne oldu, biliyor musun?"
" Ay ne oldu Esra, tane tane anlatma şunu!"
" Beren abla şaşkın halde onu izlerken Demir ağa birden yüzünü dönüp bir şeyler konuştu. İlk başta neden yaptığını anlamadım ama sonra Beren ablanın eşarbını düzelttiğini görünce anladım."
Esra konuşmasını bitirirken Beren sinirle kalkıp konuşmaya devam etti.
"Uyuz ne olacak, neyseki hemen arkasını döndü yoksa anasından emdiği sütü burnundan getirirdim. Kesin günaha girdim ben!"
"Saçmala Beren farkında değildin. Bilerek yapmadın ya."
" Hep bu eşarbım yüzünden sürekli kayıp durdu." Eşarbı çıkartıp katlayarak dolaba koydu. Sonra diğerlerinden birini çıkartarak yanımıza geldi. Saçını açarak tekrar bağlarken Esra hayretle Beren'e baktı.
"Beren abla açık halini hiç görmedim ben. Çok farklı görünüyorsun."
" Biliyorum canım, beni gören her kız arkadaşım aynı şeyi söylüyor."
Beren bu sözüne kıkırdarken ben ise konuya tekrar girdim
" Beren sen doğru düzgün anlat şunu. Ne oldu?"
"Off!.. tamam anlatıyorum: Ben şaşırmış bir şekilde ona bakarken birden arkasını döndü. Ben bunu neden yaptığını anlamazken konuşarak "Boynun, açıkta kalmış" dedi. Ben dehşetle boynuma bakarken utançtan hıçkırmıştım. Resmen rezil oldum adama! Bu yüzden utancımdan ne yapacağımı şaşırdım. İlk başta cevap vermeyi düşündüm ama bunu yüzüm yoktum o yüzden ordan fırladım"
Cümlelerini bitirirken, ben ve Esra birbirimize bakarak gülmemek için dudaklarımızı kenetlemeye çalıştık. Fakat buna dâha fazla dayanamayarak kahkahalarla güldük.
" Off ya! Niye anlattım ki ben."
Kahkahalarımız nihaye biterken imâlı bir şekilde Beren'e baktım. Tabii o sırada Beren o hâla surat asmaya devam ediyordu.
" Yenge sırf bu yüzden Demir abi ne zaman odaya girerse oradan sıvışırdı taaki o gidene kadar."
" Komikmiş."
" Çilem hanım, sen benim dostum musun? Yoksa düşmanım mı!
" Tamam tamam kızma olmuş bir talihsizlik. Ne yapabilirim?"
" Neyse konuyu kapatalım. Yarın gideceğim zaten. Kimseye görünmem artık."
Bu haline sırıtırken artık kalkmam gerektiğini de fark etmişti. Gece yarısı olmuştu neredeyse. O kadar uzun süre konuşuyorduk ki zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık.
Odama geçerken Savaş'ı görmemle yine suratımı astım.
Siyah tişörtü ve gri eşofmanın giymiş yatağında uzanıyordu. Hala uyumamışım, ben gelirken de sadece beni izliyordu. Bense yüzüne bile bakmadan gardrobuma geçip pijamalarımı çıkartarak banyoya geçtim. Banyoda giyinmeyi sevmesemde mecbur orada giyiniyordum. Kıyafetimi giydikten sonra tekrar odaya geçtiğimde o şahıs dediğim kişi yatağında uzanmış telefonuyla uğraşıyordu.
Yine umursamaz tavrımla yataktaki yastığımı almaya çalıştım fakat almam ile çekilmem bir oldu.
Sinirle arkamı döndüğümde Savaş telefonuna baktığı halde yastığı tuyuyordu.
" Nereye?"
Birden yüzünü bana çevirdi.
" Koltukta uyuyacağım."
Tekrar koltuğa yönelirken tekrar geri çekildim.
"Şimdi ne var!"
" Sana izin verdiğimi hatırlamıyorum."
Sinirle gülümseyerek karşılık verdim.
"Bende izin aldığımı hatırlamıyorum. Şimdi ver şunu!"
Yastık hala elimdeyken birden bire çekildim. Çekilmemle Savaşla göz göze gelmem bir oldu. Öfkeyle gözlerimin içine baktı.
" Burada yatacaksın."
" Bırak yastığı, yanında uyumak istemiyorum." Yine yastığı çekerek konuşmaya devam etti. "Geç şuraya."
" Ne inatçı keçi çıktın ya uyumuyacağım burada."
" Asıl keçi sensin sen! Burada uyuyacaksın o kadar."
Son sözüyle bana yaklaşırken sinirle geri çekildim.
" O zaman uyumuyorum, sabaha kadar uyanığım. Yeter ki seninle aynı yerde bulunmayayım!"
Savaş bu halime göz devirirken öfkeyle balkona çıkıp camdan görünen yüzüne rağmen suratına kapattım. Savaş sinirle bana bakarken ben ise balkonun koltuğuna oturarak yıldızları seyretmeye başladım. O sırada Savaş'ın sinirle beni izlediğini tahmin edebiliyorum. Omuz silkerek bu sefer manzarayı seyretmeye başladım
Uzun süre kaldıktan sonra iyice yorgun düştüğümde de beynim kazan gibi olmuştu.
İçeri girmemeye de kararlı olduğum için kalkmadım da, bu yüzden oturduğum koltuğa yaslanarak gözlerimi dinlendirmeye çalıştım. Fakat uzanır uzanmaz gerisini hatılayamamıştım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
114.88k Okunma |
5.67k Oy |
3k Takip |
107 Bölümlü Kitap |