Gördüğüm akrep armasından sonra dehşete düşmüştüm. Bu nasıl bir oyundu böyle! Bu kadar tesadüf olabilir miydi?
Hızla etrafı toparlayıp, dışarı çıkarken, bir süre kendime gelmeye çalıştım. Gerçekten bu olabilir miydi? Bu kadın beni zehirlemiş olabilir miydi?
Zaten bar gecesinden sonra bu kadının evde kalmasına müsade etmem hataydı.
Off! Bunu Savaş'a söylemeliydim. Aptal kafam! Bu kadının bir şeylerin peşinde olduğu kesindi.
" Hayır, bunu bir an önce Savaş'a söylemem lazım. Geç söylediğim için biraz kızabilir ama işi toparlayacağını biliyorum."
Bu sıkıntılı düşüncelerimle derin bir nefes alırken, biraz dolaşmaya karar verdim. Az önceki şoku atlatmam lazımdı.
Bahçeye doğru yürümeye devam ederken, arkadan gelen ses ile bir an duraksadım.
" Hanım ağam, bir beş dakika buraları benim yerime sular mısınız? Acil bir işim var da."
Yanına giderek hortumu almak için kolumu uzattığımda, mahsunluğu gülümsemesiyle değişti.
" Tamam git sen. Ben sularım burayı."
" Tamam. Sağolun hanım ağam." Diyerek hemen içeri girdi. Ben ise bu haline sırıtarak işi devraldım.
Böylece bir süre ben de yeni açmış çiçeklerin dibini suladım. Yeni fark ettiğim beyaz ve kırmızı güller çoktan çiçek açmış, mis gibi kokmaya başlayordu.
Bir çiçeği dalından hafifçe çekip koklayarak tekrar geri bıraktığımda, birden Savaş'ın evimize ilk geldiği gün aklıma geldi.
Her ne kadar bunu kendime bile itiraf edemesem de, sanırım ondan o gün çok hoşlanmıştım. Fakat yine de hırçın ve inatçı bir kız olarak bunu kabul etmemiştim. Aslında, onunla bir an bile gelecek hayal etmemiştim. Sadece bir zamanlar biraz hoşlandığımı zannettiğim bir adam olarak kalacaktı. Fakat hiç bir şey hayal ettiğim gibi olmadı. Aksine hayalimden bile güzel bir gerçek oldu.
Sanırım bu yüzden içime doğmuştu ki gülleri bile kurutup saklamıştım.
Bu düşünceyle gülümseyerek bahçeyi sulamaya devam ettim.
" Size söylüyorum, o plan bugün devreye girecek. Ertelemeyi kesinlikle kabul etmiyorum. İşimi yarım sevmem. O iş bitecek!"
Savaş hızla bahçeden geçerken kamelyanının orada duraksayarak Sinirle telefondaki kişiyi dinlemeye devam etti. Fakat bir an benim olduğu tarafa döndü. Sanırım o sırada burada olduğumu fark etmemişti.
Bir ara dili tutulmuş gibi oldu ama yine de yüzünde gülümsemesiyle konuşmaya devam etti. Bir yandan da yavaş yavaş yanıma gelmeye başlamıştı. Ben tabii bahçeyi sulamaya devam ediyordum derken, belimden tutup yan taraftan hafifçe kendine çekerek konuşmasına devam etti.
" Ben sizi sonra ararım Orhan bey. O zamana kadar, işleri çözseniz iyi olur. Hoşçakalın."
Telefonu adamın suratını kapatır kapatmaz beni kendine çekerken, neye uğradığını şaşırmış vaziyette Savaş'a baktım. Birbirimize karşılıklı bakışmamızın ardından, bıyık altından sırıtarak haylazca konuşmaya başladı.
" Hanım ağam, sizin ne işiniz var burada? En son odada miskinlik yapıp uyuyordunuz sanki."
" Bak sen, sen bana tembel mi demek istedin, yoksa bana mı öyle geldi?"
Alayla cevap verdikten sonra konuşmaya devam ettim.
" Bugün canım buraları sulamak istedi. Olamaz mı?"
" Hım." Diye bir cevap vererek beni kendine daha çok çekti. Ben ise pis sırıtışımla birden hortumu üstüne tuttum.
" Seni de biraz sulayalım bari! Kendine gelirsin." Diyerek kikirdayarak ıslatmaya başladım.
Fakirim eliyle kedini siper ederek benden uzaklaşmaya çalıştıı. Ben ise kıkırdayarak durmadan daha çok ıslatmaya başladım.
Savaş bir süre uzakta kalırken, durmayacağını anlamış olacak ki yavaş yavaş yanķma yaklaşmaya karar verdi. Sonra hemen hortumu elimden alarak o beni ıslatmaya başlamıştı.
Hızla kaçmaya çalıştım oradan. Fakat bir kaç adımdan sonra kıskıvrak yakalanmıştı bile.
" Yaa! Ama..."
" Demek kocanı ıslatırsın ha? Bunu karşılığını almayacağını düşünmüş olamazsın." Diyerek sırıtırken ıslatmaya devam ediyordu.
" İnsafsız bir kocasın Savaş!"
Beni iyice sudan çıkmiş balıga cevirdikten sonra hortumu yere bırakarak çenemi tutup beni kendine çekti. Nir an yutkunarak bakakaldım. Bunu yapmasını beklemiyordum doğrusu. Söylenmeme sırıtarak daha çok yaklaştıı." Sen kocanı ıslatırken iyiydi."
Çenemi daha çok çekerek konuşmasına devam etti. "Hem sen yağmuru çok sevmiyor muydun sevgili karıcığım? Yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum?"
Gözlerimi kısarak alaylıca cevap verdim." Ha ha ha! Çok komik!"
Yüzünü eğerek bana yaklaştığında tekrar yutkundum.
" Bende bugün neden bu kadar sinirliyim diyordum kendi kendime."
Bu sefer yüzüne merakla bakarak saf saf sordum.
" Neden?" Komik bulduğu sorumu sırıtarak cevap verdi. " Sanırım seni özlemişim de ondan. Hem de hiç özlemediğim kadar..."
Bunu dedikten sonra iyice yaklaştı. Ben ne olduğunu anladığımda, kollarımı onun göğsüne yasladım. O ise bu yaptığımdan memnun olmuş vaziyette tekrar sırıttı. Belki de direneceğimi zannetmişti.
Fakat iyice yaklaşıp beni öpmeye çalışırken ,karşıdan gelen bir ses ile hemen ondan uzaklaştım.
" Hanım ağam sağolu... hii!.."
Savaş buna sinirlenerek göz devirirken, Serpil ise utancından arkasına dönmüştü birden. " Hanım ağam af buyurun. O kadar aceleyle geldim ki sizi göremedim."
Serpil ne kadar özür dilese de, Savaş'ın söylenmesine engel olamamıştı.
" Neyseki bu sefer biraz daha geç geldiniz. Az kaldı, sonunda rahat bırakacaksınız, ama ne zaman."
Hemen Savaş'ın kolundan dürtükleyip susmasını söyleyerek Serpil'e döndüm.
" Önüne dönebilirsin artık Serpil." Serpil utana kızara önüne dönerken, Savaş ise kollarını çözerek bir şey demeden içeri geçti. Serpil yanıma gelip çekine çekine hortumu alırken, ben de bu haline sırıtarak Savaş'ın ardından içeri doğru yürüdüm. Bir yandan da Serpil'e moral konuşması yaptım. " Çok takılma Serpil! Bu da geçer canım."
Bu teskin edici konuşmayı yaparken gülmemek için zor tutuyordum kendimi. Fakat Serpil'in haline değil, Savaş'ın sinirlenmesine gülmüştüm. Sinirlenince çok tatlı oluyordu çünkü.
İçeri geçtiğimde akşam yemeği için hazırlıklar yavaş yavaş başlıyordu.
O sırada kızlar beni fark ettiğinde elindeki tabak ve tencereleriyle bakakalmıştı.
" Hanımım ne oldu size böyle? Savaş ağam da sırılsıklam olmuştu. Dışarda yağmur var da haberimiz mi yok?"
Sanırım Savaş'tan çekinmişlerdi. Muhtemelen sinirli olduğu için sormaya korkmuşlardı.
" Bir şey yok kızlar. Öyle." Diyebildim sadece. Ve daha fazla bir şey sormalarına fırsat vermeden ben de odama doğru yürümeye başladım. Kızlar arkamdan bakakalırken, ben de koridora geldiğim gibi dönüş yaparak odama geçtim.
Odama geçerken, Savaş çoktan kıyafetlerini değiştirmişti. Kollarını birbirine kenetlemiş titriyordu sanki.
" Savaş? Sen iyi misin?"
" S...soğuk. Sen hâla ıslaksın. Üşümüyor musun?"
"Pek değil."
" Çabuk çıkar üstünü. Hasta olacaksın!"
" Zaten onun için geldim." Diyerek sırıtıp dolaba doğru yürüdüm. Savaş ise kaloriferi olduğu tarafa geçerek koltuğa oturdu. Ben de kıyafetlerimi çıkartarak banyoya doğru yürüdüm. " Burda değiştir. Utanılacak bir şey yok." Dedi alayla sırıtarak. Ben ise sadece göz devirdim. "Biraz duş alacağım. Ondan canım."
" Hım. Anladım." Diyerek koltuğa yayıldı. Ben de banyoya geçerek on beş dakikalık duştan sonra giyinerek çıktım. Çıktığımda odada benden başka kimse yoktu.
" Herhalde salona indi." Dedim kendi kendime. Sonra da kurutma makinesini çıkartarak saçlarımı kuruttum ve ben de aşağı inip yemeğe geçtim.
Herkes tam kadro geldiğinde, Reyyan ana boğazını temizleyip etrafına bakınarak bir konuşma yapmaya çalıştı.
" Yarın Yaman ailesi bizi yemeğe davet etti. Bu yüzden ona göre hazırlanın."
Herkes onaylarak baş sallarken, ben de baş sallayıp Savaş'a döndüm. Fakat baktığım gibi mıhlanmıştım resmen. Savaş, sanki Reyyan anayı dinlemiyormuş gibi yemeğini yemeye devam ediyordu resmen. Reyyan ana, Savaş'ın bu haline göz devirirken, bu sefer ona bakarak konuştu. " Anladın mı Savaş?"
" Hıhım. Çok iyi anladım babaanne."
" Güzel."
Bu sefer Efeoğlu ailesine dönüp "Buyrun." diyerek yemeği başlattı. Herkes yemeğine başlarken ben ise sadece Savaş'ı izledim.
Yanına usulca yaklaşıp fısıldayarak konuştum. " Herhalde çok acıkmışsın. Bu ne iştah!"
" Yemek konusunu biliyordum zaten. Tekrar dinlememe gerek yoktu. "
Doğrularak önüme baktım sadece. Sanırım oraya gitmekten memnun olmayacak gibiydi. Yine de Yılmaz için gelecekti. Yoksa dedemleri zerre kadar sevmediği aşikardı.
Biraz gerilmiştim tabii. Umarım bir tartışma yaşanmaz. Yoksa bir nişan bile göremeyeceğiz.
Derin bir soluk alarak yemeğe başlamaya çalıştım. Fakat o sırada aklıma doktorun söyledikleri geldi. Artık o ilacın kanımda bulunmadığını, hatta bana ilacı vermeyi kestikleri söylemişti. Sanırım düşük yapmam için yeterli miktarda verildiğini düşünmüş kim vermişse.
Peki ya gerçekten hamile olsaydım? O zaman ne hale gelirdim kim bilir. Gerçekten bir bebeğim olursa onu kaybetmem kaçınılmaz olacaktı ve bunu Savaş'a söylememenin bedelini ağır ödeyebilirdim. Ondan saklamanın anlamı yoktu. Bir an önce konuşmam lazımdı. Fakat şimdi değil. En azından yarına kadar. Zaten gergin olduğu yemek yiyisinden belliydi.
Konuyu yine düşünecek olursak, anladığım kadarıyla benim düşük yaptığımı zanneden kişi, artık zehiri vermeyi bırakmıştı. Gülsüm de çok sağlıklıydı. Neyseki...
Yemekten sonra fazla oturmadan odalarımıza geçerek erken uyuduk.
Fakat uzun bir uykudan sonra tekrar uyandığımda kendimi çok daha halsiz hissediyordum. Kendini çok kötü hissediyordum ve kollarımı kıpırtadacak halim bile yoktu. Sadece Savaş diyebildim. Gittikçe daha kötü hissetmeye başlamıştım çünkü.
Hâla Savaş'dan bir ses seda çıkmayınca, zar zor hareket etmeye çalışarak soluma döndüm. Savaş'ı dürtükleyerek tekrar Savaş dediğimde, sarsılmanın verdiği hisle olacak ki kendine geldi. İsmini duyarken, gözlerini nihayet açmıştı.
" Güzelim, ne oldu?"
Ne olduğunu anlamaya çalışarak yanıma daha çok yaklaştı. Sonra da yanağımı avuçlayarak korkuyla iç çekti.
" Sen yanıyorsun!" Ateşimin olduğunu anca idrak edebildiğimde, hemen ayaklanıp yorganı üstümden kaldırarak beni kaldırmaya çalıştı.
" Üşüyorum ama!"
" Üşümüyorsun, yanıyorsun sen. Ateşin çıkmış senin."
Halsiz bir şekilde ona bakarken, hemen bacaklarımdan ve sırtımdan tutarak kucağına alıp banyoya götürdü.
Bense göğsünde uzanmış, çaresizce ısınmaya çalışıyorum.
Banyoya girip küvete girerek, fıskıyenin altına geçti. Sonra da buz gibi suyu açtı. Bu soğuklukla bir an iç çekerken başımdan öperek ateşimi kontrol etmeye başladı.
" Birazdan iyi olacaksın."
Buz gibi su yüzünden tir tir titrerken, daha çok hasta olacağımdan şüphe yoktu artık. Ben donuyorum resmen!
Uzun süre suyun altından kalırken, soğukluk hafiflemeye başladı birden.
Hım? Sanırım erken yargıya vermiştim.
Ben kendimi iyi hissetmeye başlarken, Savaş ise her dakika da bir ateşimi kontrol ederek düştüğünden emin olmaya çalışıyordu.
" Ateşin düşmüş gibi."
Huzurla gözlerimi kapatarak, göğsüne yaslandım sadece. O ise suyu kapatarak içeri geçti. Sonra da gardropdan elbiselerimi çıkartarak yatağa aceleyle koyup yanıma geçti.
" Hadi çıkaralım üstünü."
Bunu iyi diyordu hoş diyordu da, benim hâla halim yoktu! Gözlerimi zar zor açıyorum ben!
" Savaş, uyumak istiyorum."
İtirazıma hiç kulak asmadan yanıma yaklaşarak ıslak kıyafetlerimi çıkartıp kuru kıyafetleri giydirmeye çalıştı. Sonra da banyoya girerek havluyla geri geldi.
Biraz daha iyi hissetmeye başladığımda, kıpırdayarak oturduğum yerden kenara yaslandım. O sırada Savaş yanıma gelerek bu sefer saçlarımı kurutmaya başladı. Sonra da havluyu başıma sarıp beni kendine yavaşça çekerek yanağımdan öptü.
" Evet, tamamen düşmüş."
Bunu der demez rahat bir soluk almıştı. Endişesi azalmıştı. Sanırım onu birazcık korkutmuştum. Fakat ben hâla ayakta zar zor duruyordu. Oturabiliyor olmama hiç kimse aldanmasın. Tek yapabildiğim son şey, Savaş'ın yanına yaklaşıp göğsüne yaslanarak uyumaya çalışmaktı.
" Kalk hadi hastaneye gidiyoruz."
Kalkacak halim mi var bir sorsan Savaş!
Telefonunu ve cüzdanını, ceketinin iç cebine koyup anahtarı eline aldığı gibi cevap vermemi beklemeden beni kucaklayarak hemen avluya çıktı. Nihayet.
Korumalar kapıyı açar açmaz, Savaş hemen arabaya geçerek beni yerleştirirken, ben ise ön koltukta başımı cama yaslayarak oturdum. Gözlerimi ara sıra açabiliyordum. Fakat iyiydim. Sanırım yavaş yavaş toparlanıyordum.
Araba durur durmaz bilincim yavaş yavaş kapanmaya başlarken, zar zor açık duran gözlerim artık tamamen kapanmıştı. Bilincim de öyle.
Savaşın beni kucakladığını hatırlıyordum sadece. Gerisi yoktu. Derin bir karanlıktı sadece...
Üç saat sonra
Beyaz ışıklar gözlerimi kamaştırırken, yavaş yavaş kendime gelmeye başlamıştım. Çok gecmeden hastanede olduğumu anlamıştım. İlk başta kafam karışmış olsa da, sonradan buraya Savaş ile geldiğimiz sonradan hatırlamıştım. Yani en azından arabayla gittiğimizi hatırlıyordum.
Durumu nihayet kavradıktan sonra kendimi toparlamaya çalıştım. Fakat kolumdaki serum ile bir an duraksadım. Sonra kendimi düzelterek Savaş'ın olduğu tarafa döndüm. İstemsizce gülümsedim. Kollarını bağlamış, koltukta yayılarak uyumuştu. Sanırım bu gece onun için çok yorucu geçmişti.
Kendimi biraz daha toparlayıp üstümdeki örtüyü kaldırarak onun üstüne örtmeye çalıştım. Ama mübarek adamda nasıl bir his varsa, örtü tenine değdiği an uyanmıştı.
" Güzelim, uyanmışsın!" Bunu söylerken hemen ayaklanıp yanıma geçmişti bile.
" İyiyim iyiyim, merak etme." Dedim yanaklarımı avuçlayıp başımdan öperken. Endişesi biraz daha dinmiş gibi rahat bir soluk aldı.
" Ateşinde tamamen düşmüş gibi..."
" Çok iyi hissediyorum, merak etme lütfen."
Son kez sarılarak başımdan öpüp koltuğa geçti. Ben ise huzurla gülümseyerek yatak başlığına yaslandım.
" Birazdan serumu çıkartırlar."
" Sonra direk eve, değil mi?"
Sırıtarak cevap verdi. " Biraz daha dinlen sen. Bakarız."
Oflayarak yatağa uzandım. O ise gülümseyerek yanıma eğildi. " İyi olmana sevindim."
" İyi olacağım da, merak etme. Sen yanımdayken bana bir şey olmaz."
Başımdan öperek yanağımı okşadı.
" Beni çok korkuttun."
" Farkındayım..." Gözlerimi kısarak konuşmaya devam ettim. " Ben de biraz korkmuş olabilirim."
" Bunu itiraf etmeni beklemiyordum."
" Aa! Neden?"
" Sen duygularını çok belli etmezsin."
" Öyle biri miyim ben?"
" sadece ani korkarken tepki verebiliyorsun."
" Bunu bilmiyordum işte."
Gülümseyerek yanıma eğilip yastığa uzandı. Hala oturur pozisyonda olsa da başını yatağa gömmüştü.
Aradan saatler sonra nihayet çıkabilmiştik. Konağa döndüğümüzde saat 3'tü ve Kimse de uyanmamıştı. Tabii hem aceleyle, hemde sessiz sedasız gittiğimiz için kimsecikler duymamıştı bizi.
Ateşim düştüğü için kendimi daha rahat hissediyordum. Artık eskisi gibi halsiz değildim. Bu yüzden uyumak gibi bir niyetim yoktu.
" Biraz daha iyi olduğuna göre, odamıza geçebiliriz." Kollarıyla belimi usulca sarılırken, kalbim küt küt atmıştı. Huzurlu bir gülümseme ile karşılık verdim.
" Olur ama önce bir kahve içsek fen olmaz."
" Kahve mi?" Dedi kafası karşımış halde. Başımı onaylar gibi sallayarak cevap verdim. " Canım biraz kahve istedi. Hazır baş başayken, biraz oturmamızın zararı olmaz, öyle değil mi?"
Tatlı bakışlarımla gülümserken, elini tutarak mutfağa doğru çekiştirmeye başladım. Onunla böyle bir vakit geçirmemiz kırk yılda bir olurdu ancak. Bu yüzden fırsatı kaçırmak gibi bir niyetim yoktu.
Mutfağa geçerek cezveyi ve fincanları çıkartıp kahveyi hazırlamaya başladım. Sonra tüpe koyarak köpürmesini bekledim. Ben beklerken Savaş ise sandalyede yayılmış beni izliyordu.
" Sen de şu çikolataları çıkartsın fena olmaz Savaş...cığım."
" Hım, çikolatı demek."
Bir süre öylece bana baktıktan sonra, yavaşça kalkarak dolabı açıp iki çikolatayla yanıma geldi.
" Bu sefer kahveyi tuzlu yapmazsın. Öyle değil mi?"
" Merak etme. Sana gıcık olmadım hâla. Beni sinir etmediğin sürece tuzlu kahvemi tatmazsın." Yanağını bir kaç kere hafifçe vurarak devam etti. " Tabii bu sana bağlı sevgili kocacığım."
" Hım...Beni tehdit mi ediyorsun, bana mı öyle geliyor?"
"A tabii ki hayır! Ben sana hiç kıyar mıyım!" Alaylı ses tonuma sırıtarak kahveye baktı.
" Kıymadan önce, kahven yanmasın da."
Bunu demesiyle birden yüzümü ocağa çevirdim. Tam taşmaya saniyeler kala, hemen kaldırarak fincanlara döktüm. Savaş bundan keyif alır gibi gülerek masaya geçti. Ben de kahveleri tepsiye yerleştiretek burnumda soluya soluya masaya indirdim. Savaş kahvesini alıp keyifle yudumlarken, kolunu cimdikleyerek söylendim. " Bir de gülüyor! Benden bir daha kahve istersin sen."
Bir süre önce balayına gitmiş olsak da Türk kahvesi pek içemedik. Orada sadece sıcak suya koyulan kahve tozları vardı. Sanırım bu yüzden isteme gününden sonra ilk defa türk kahvesi yapmıştım ona.
Savaş'ın kıkırtıları birden kesilirken, bir süre sonra düşünceli bir şekilde bana döndü.
" Güzelim ben çok düşündüm, ayrı eve çıkalım. İstanbul'a gitmek gibi bir planım vardı ama, o uzun sürecek gibi görünüyor. Bu yüzden en azından başbaşa vakit geçirebileceğimiz bir evimiz olsun. Malum bu kalabalık konakta başbaşa kaldığımız an baskına maruz kalıyoruz."
Kıkırdayarak cevap verdim. " Sence de abartmıyor musun Savaş?" Bunu dememe fırsat kalmadan Emin'in sesi kulağımıza gelmişti bile.
" Siz uyanık mıydınız? Ne tesadüf, bende bir şeyler atıştırayım demiştim."
Savaş, ben söylemiştim bakışı atarken, Emin ise konuşmaya devam etti.
" Kahve mi içiyordunuz? Bende kendime hazırlayayım beraber içeriz. Birlikte otururuz, ne güzel olur!"
Savaş, Emin'in söylediklerinden sonra tekrar imalı bakışlarıyla bana baktı ve bu bakışın alt yazısını maalesef ki okuyabiliyordum.
Ben söylemiştim sana, abartıyordum diyordun, hadi buyur gör!
Ben dudaklarımı içeri alırken, Savaş ise başını iki yana sallayıp paylar gibi bakmaya devam etti. Emin, kahvesini yapıp yanımızdaki sandalyeye çökerken, Savaş pek sakin kalamamıştı tabii.
" Emin, git kahveni odanda iç hadi, yengenle özel bir şey konuşacağız."
Emin pot kırar gibi dudağını ısırarak birden ayağa kalktı." Upss, özür dilerim. Hemen gidiyorum o zaman, siz rahatsız olmayın." Dedi ve daha fazla bir şey demeden hemen çıkıp gitti.
Emin tamamen gittikten sonra, Savaş yavaş yavaş söylenmeye başlayarak konuştu.
" Şükürler olsun ki Mardinden çıkmıştım. Şükürler olsun! Yoksa benim sonum vasat!"
Ben bu haline gülerken, Savaş ise güldüğümü fark eder etmez sandalyesini bana doğru çekerek yanıma geçti.
Ben de dibime kadar gelen adamın göğsüne yaslanarak sıkıca sarıldım.
" İyisin, değil mi?"
" Hıhım. İyiyim." Saçlarımı severek o da sarılmaya başladı.
Böylece bütün gece oturduk. Birbirimizle konuşup sohpet ederek uzun süre birbirimizden bahsettik.
Geceler boyu ağlayarak geçirdiğim vaktin kefaretin, bu huzurlu anımızla ödüyordum sanki.
Hayat çok garipti. Umudumun tükendiği yerde, kendimi başkasında bulmuştum. Başkasında kendimi özel hissedebilmiştim. Sanırım bu benim içim tam bir mucizeydi.
Başım göğsüne yaslanmış halde bir süre oturduk. Sonra odamıza geçtik.
Aradan geçen bir kaç saatin ardından salona geçerek kahvaltı için masaya oturduk. Erkekler kahvaltıdan sonra giderken, biz de kahvaltıdan sonra Gülsüm ile berber dışarda el işi örmeye başladık. Ben bu konuda biraz acemi olsam da, idare eder cinstendim. Yanında çay kahvelerle vakit öldürürken, nihayet ikindi vakti gelmişti. Yemek için odalarımıza geçip hazırlanarak Yamanların konağına geçtik.
Yamanların konağına geçerken Savaş benim yanımdan bir an bile ayrılmıyordu.
Küçüklüğümden beri kin tutmamak için çok çabalıyordum. Bilmiyorum ama kin tutarasam kalbimin onlar gibi kötüleşmesinden korktum hep. Fakat Savaş benden daha çok öfkeliydi onlara karşı.
Bazen öyle bir an gelirdi ki, bana yaşattıkları için hem dedeme, hem babama, hem de bir şey yapmadığı için anneme hesap sormak gelirdi içimden. Ama artık umrumda bile değildi. Çünkü ben hiç olmadığım kadar mutlu ve huzurluydum. Fakat Savaş yanımda olmasının verdiği mutluluğu hâla anlayamıyordu.
Önce biraz oturmuştuk. Büyükler hoş beşle sohpet etmeye haşlamıştı. Savaş ise kollarını bağlamış vaziyette, gitmeyi beklercesine sırtını koltuğa yaslamış oturuyordu.
Ben ise annemin kucağındaki minik Hediyemle oynayarak güldürmeye çalışıyordum. Büyükler kendi aralarında konuşmaya devam ederken, dedem ise bir anda dikkatleri bize yöneltmeye başladı.
" Ee torunum. Sen ne zaman kalacaksın yatıya? Uzun zaman oldu."
Dedemin dedikleriyle tek kaşımı şaşkınlıkla kaldırırken, Savaş yavaş yavaş doğrularak dedeme dikkat kesildi.
" Damat? Yoksa sen evine gelmesine izin vermiyor musun?"
Savaş dişlerinin arasında sinirle sırıtarak dedeme baktı sadece. Bunu bilerek yaptığını ikimiz de farkındaydık. Aklınca alay ediyordu.
" Umarım baskı yoktur. Bir torun daha veriyoruz netice de."
Savaş'ın cevap vermesine fırsat kalmadan hemen cevap verdim.
" Yok, hiç bir sıkıntı yok. Merak etmeyin dedeciğim. Eşim gayet iyi bakıyor bana. Benim gelmeye fırsatım olmadı sadece."
Cevabından pek tatmin olmayan dedem, tekrar Savaş'a dönerek konuşmaya devam etti. " Sadece kızımızın güvende olup olmadığını bilmek istedim o kadar."
Savaş elini sıkarak sinirle soluklanırken, cevap vermeme izin vermedi. " Başına silah doğrultacak kadar cani değilim ne de olsa."
Herkes dedem ile Savaş arasında gergince mekik kurarken, bende gerilmiştim.
"Söz konusu kan davası olduğunda, herkesin başka seçeneği yoktur."
" Bunu da, bu davada en masum olan kişiye silah doğrultarak savunuyorsunuz. Öyle mi?"
" Zor zamanlarda aileler kendilerini birbiri için feda etmeli. Değil mi kızım?"
Savaş Sefer dedeye daha çok sinirle bakmaya başlamıştı. Ayaklanmasına ramak kalmıştı.
" Sanırım torununuzu yeterince feda ettiniz." Diyerek ayağa kalktı. Ben de ardından kalkarken elimden sıkıca tutarak konuşmaya devam etti. "Torununuzu gözümün önünde öldürecektiniz. Neyin fedakarlığı bu?"
" Oğlum sakin ol. Otur hele."
" Biz erken çıkalım baba. Siz geçin yemeğe."
" Torunumu öldürmem Damat. Merak etme. Sadece gözünü korkutmak içindi."
Sinirle sırıtarak bana baktı. " Görüyor musun? Gözünü korkutmak içinmiş."
Tekrar ateş püskürten gözleriyle dedeme döndü. " Benim evladıma, torunuma şakayla bile silah doğrultan adama hayatı zindan ederim ben!"
" Kızım sen de birşey söyle. Savaş oğlum nişan için toplandık. Lütfen sakin ol. Ağzımızın tadı bozulmasın."
" Bozulmaz baba merak etme. Biz erken çıkalım. Hem bugün bir yerde bir işimiz vardı iptal etmiştik. Gitsek daha iyi sanırım."
Yalanla tatsızlık çıkmaması için çabalarken, ben de destek çıkmaya çalıştım.
" Savaş haklı. Aslında gelmeyecektik. Gençler için ilk yemekti gelelim dedik." Dedim Yılmaz ile Zara'yı göstererek.
Savaş daha fazla uzatmadan beni de kendiyle çekerek dışarı doğru yürüdü.
Maalesef bunun olacağı belliydi. Dedem dursaydı belki böyle olmazdı. Ama o huzursuzluk çıksın diye elinden geleni ardına koymamıştı.
Savaş beni arabaya alarak şoför koltuğuna geçerken, bıkkınca soluk alıp bana döndü. " Bana kızgın mısın?"
Gülümseyerek ben de ardından koltuğa yaslandım. " Hayır. Gayet normal tepkilerin. Birileri sana da travma yaşatsa orada iki dakika kalmana dayanamam. "
Bana yaklaşarak yanaklarımı avuçladı. " Ah Peri kızı. Bir yandan çiçek kadar hassas ve kırılgansın. Bir yandan da duvar gibi sert ve güçlüsün."
Başımdan usulca öperek tekrar yüzüme baktı. " Seninle gurur duyuyorum. Herşey rağmen gülümsediğin için, her şeye rağmen ayakta durduğun için."
Göleri kısarak alaylıca cevap verdim. "Sanırım bunu duymaya ihtiyacım vardı."
Gülümseyip yanağımdan öperek arkasına yaslandı. Sonra derin bir nefes alarak anahtarı çevirerek arabayı çalıştırmaya başladı. Ben de kemerimi takarak, yol boyunca sadece etrafı izledim. Bazen de Savaş'a baktım. Ruh halinin nasıl olduğunu anlamak için.
Onun bu sakinliği şaşırtmıştı beni. Beklediğimden daha sakin karşılamıştı.
Sanırım bazı şeyler atlatmıştı. Belki de yanında daha iyi olduğum için biraz teskin oluyordu.
Çok geçmeden eve vardığımızda arabadan inerek, birbirimize sarılı halde yürüdük. Başımı Savaş'ın omzuna yaslarken, dedeme yavaş yavaş söylenmeye başlıyordu. " Neyse ki yemeğe kalmadık. Sefer ağanın önünde yemek yemek zorunda olmaktan korktum bir an."
Omzuna vurarak göz devirdim. "Tamam uzatma artık. Konuyu kapat."
" Emredersiniz Hanım ağam."
Yine göz devirerek avluya girdim. Kimse olmadığı için sessizdi. Kızlar da muhtemelen içerdedir.
" Kamelya da oturalım mi biraz?"
" Olur." Diyerek onunla beraber kamelyaya geçtim. Kamelyaya yaslanarak birbirimize sarılırken Savaş kenardaki örtüyü üstümüze örterek benim gibi yıldızları izlemeye başladı.
" Sence gökyüzünde kaç tane yıldız vardır? " Sırıtarak cevap verdi. " Daha önce saymaya kalktın mı?"
Gülümseyerek başımı omzuna yasladım. " Sayamadığım kadar çok. Çocukken çok merak ederdim. Hatta bazılarına isim bile koymuştum."
Bu sefer kıkırdayarak konuşmaya başladı." Öyle mi? Neymiş isimleri?" Göz süzercesine bakarken, Savaş'a sinirle döndüm. " Sen benimle dalga mı geçiyorsun?"
Birden beni kendine çekerek cevap verdi.
" Niye? Dalga geçemez miyim?"
"Nıç! Geçemezsin..."
Yanağına sıkarak devam ettim. " Eşinle dalga geçemezsin kocacığım."
"Öyle mi?" Diye hayretle sorarken, birden beni gıdıklamaya başlayarak konuşmaya devam etti. " Öyle mi? Demek dalga geçemem."
" Ya bırak gülmek istemiyorum. Ciddi bir şey konuşuyorum burada!"
Bunu gülerek söylerken pek ciddiye alınmıyordum ama. " Pek ciddi duymuyorsunuz ama Çilem hanım." Diye gıdıklamaya devam etti. Ben ise artık konuşmayı bırakıp onu durdurmaya çalıştım. " Ya tamam yeter. Dalga geçebilirsin tamam."
Soluk soluğa gülmeye devam ederken, birden durarak beni kendine çekti. "Sen gülerken bir çiçek açıyor sanki."
Biraz daha kendine çekerken, biraz eğilerek burnumdan öptü. "Gülmek sana çok yakışıyor Peri kızı. Gülümsemeyi asla bırakma. Ben yanında olmasam da..."
" Ancak sen varken içten gülebilirim Sevgilim. Seninle hayat buldum sanki."
Başını anlıma yaslayarak huzurla gözlerini yumdu. " Bir gün sen ve ben, kurduğumuz yuvada daha çok aile olacağız. Belki..."
Karnıma dokunarak devam etti. " Belki minik bir misafirimiz de olur. Kim bilir."
Savaş'ın bunu içli söylerken bir an gerilmeye başlamıştım. Bana gizlice verilen ilaç aklıma geldi birden. Şu an artık sakinleşmesine gerek kalmadığına göre, söylemem daha iyi olacaktı. Hem bunu daha fazla uzatarak riske alamazdım. Yarın bir gün hamilr olursam, yine tehlikede olabilirdim. Yok yok, bu riski alamam.
Önce biraz doğrularak derin bir nefes aldım. Sanırım bundan iyi bir fırsat olamazdı. Hem beklemenin anlamı yoktu. Gün bizim için bitmişti ne de olsa.
" Savaş, sana bir şey söylemem lazım.. "
"Söyle bakalım. Ne oldu?"
" En son hamile kalamayacağıma dair bir sonuç çıkmıştı ya doktordan"
Gözlerini ciddiyetle kısarak cevap verdi. " Dinliyorum."
" Ondan bir kaç hafta sonra doktor sonuçları eksik söylemiş meğerse. Teknik arızadan sonra fark edebilmişler."
" Yani?"
Tekrar bir soluk alarak cevap verdim.
" Kanımda, hamilelerin düşük yapmasını sağlayan ilaç kalıntıları çıkmış."
Savaş dehşetle bana bakarken, "Ne!" Diyebilmişti sadece.
Hiddetle doğrularak bana bakarken, bunu şimdi söylemenin öfkesi de vardı sanırsam.
Birazcık öfkelenmiş olabilir. Birazcık...
Kimi kandırıyorum, bu adamı artık eskisi gibi sakin falan tutamam ben.
.......
Dilan hanım, torununa tokat attığında ayakta yalpalamıştı.
" Sana olaya karışmayacaksın dedim mi, demedim mi?.."
Ses gelmeyince devam etti hiddetle." De hele! Ne diye o kızın yanına gittin? Biz göze çarpmayasın dedikçe daha çok göze batıyorsun sen!"
Kara tam cevap vermek için ağzını açacıktı ki, sözünü keserek devam etti Dilan Hanım. "Sana düğüne gitmeyeceksin dedim, inadına gittin! Savaş ile muhattab olmayacaksın dedim, gittin dibine girdin! Şimdi de... şimdi de o kızın yanına gittin!"
Dilan hanım, elindeki bastonu vurdukça daha çok sinirleniyordu. Kara ise suskunca babaannesinin dinliyordu. Kabahatli olduğunu düşünmüyordu. Yine olsa yine yapardı. Öyle inatçı, laftan anlamaz bir adamdı Kara.
" Kan davasına karışma diye seni yıllarca sakladık. Onların dostu ol, sana bulaşmazlardı en azından. Hem bize de haber getirirdin belki. Ama sen ne yaptın? Gittin düşman oldun!.. Gözlerine çok batma dedim, sen battıkça battın!"
Tahir Özsoy konaktan içeri girerken, fırtına esmişti konağa. Yeğeninin başına buyruk tavırları artık bezdirmişti.
" Kara!.. Kara nerdesin çık çabuk!"
Dilan Hanım Tahir'in sesini duyarken bir an sessizleşti. Anlaşılan Tahir'in öfkesi Dilan hanımdan daha çok idi.
Tahir, merdivenlerden hızlı ve büyük adımlarla geçerek dama çıktı. beklediği gibi yeğeni oradaydı. Onunla karşılaşır karşılaşmaz hemen yanına giderek bir tokat da o attı.
" Sen hangi akılla gidersin oraya lan!"
" Amca! O kadının işini bitirin artık! Bıktım usandım! Sabrım kalmadı! Burda bana tokat atacağınıza sıkın ikisine bitsin bu iş!"
" Bekleyeceksin, biz burda her şeyi beklerken, sende bekleyeceksin!"
Dilan hanım bu tartışmadan giderek rahatsız olmaya başlamıştı. Çocuklarının birbirine girmesi değil, birbirlerinin yanında olması lazımdı.
" Yeter kesin artık! Sizi böyle görmek istemiyorum." Diyerek torununa yaklaşıp öfkeyle konuşmaya devam etti.
" Bana bak Kara, bir daha sakın benden habersiz iş çevirmeye kalkma."
Torununa daha çok yaklaşarak konuşmaya devam etti.
" Sakın..."
" Babaanne, o kızın ağabeyi, benim babamı öldürdü. Bana bekle demeyin! Bana bekle demeyin artık! Benim buna sabrım kalmadı!"
Dilan Hanım Oğlu Tahir'e bakarak sinirle cevap verdi. " onları yakalamamıza çok az kalmıştı. Lakin bir tane ahmak yüzünde bütün işlerimiz yarım kaldı."
Tahir annesinin bakışlarından birden gerilmeye başlamıştı. Hâla o olayı unutmamıştı. Unutması da imkansızdı artık.
" O an vicdanım sızladı. Onun o küçük hali aklıma geldi ana. "
Annesine acıyla bakarken Kara'nın duymasını istemiyormuş gibi sessizce cevap verdi. "Onun masum olduğunu ikimiz de biliyoruz ana. Babasının günahını ona yüklüyoruz. Bari insaflı davranalım."
Dilan hanım oğlunun bu söylediklerinden sonra gülmeye başladı. Söyledikleri komik gelmişti. Bunca zaman intikam almak isteyen oğlu insaflı olmaktam bahsediyordu. Sinirle ona dönerek cevap verdi. " O ailenin hiç biri huzur bulamayacak. Evlerine ateş düşmeden hiç bir zaman huzur bulamayız. Hiç biriniz!"
Diye hiddetle bağırırken torununa döndü. " Benim torunlarım yetim kaldı! Gelinim dul kaldı. Bunun hesabını verecekler! Hepsi hesabını verecek!"
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
114.88k Okunma |
5.67k Oy |
3k Takip |
107 Bölümlü Kitap |