Nasıl bir çileydi böyle. Sevginin bana haram olduğu bir dünyaydı burası artık.
"Alya! Kızımı ben buradayım! Korkma! Korkma ben yanındayım."
Tahir bana doğru yaklaşarak adamlara bırakmasını söylerken yavaşça bana yaklaşıp çenemi tutmaya çalıştı. Tam kolunu çeneme uzatacaktı ki geri çekerek tüm gücümle bağırıp tekme attım. Sonra da hızla İzzet denen adamın peşinden koştum. İzzet denen adam beni karşısında görmenin şaşkınlığıyla bakarken hemen kolumu uzatarak kızımı almaya çalıştım. O sırada hiç zorlamadan almama izin vermişti. Daha nereye kadar çırpınacaksın der gibi. Korumalar peşimden gelmeye başlarken İzzet denen adam dur işareti yaparak bana baktı sadece. Ben ise nefes nefese etrafıma baktım. Herkes kapana kısmış halde etrafımda tetikte duruyordu. Alya'nın ağlamasından başka her şeyi düşünüyordum.
Keşke odamda sakince ağlamaya devam etseydi. En azından güvende olduğunu ve sonunda duracağını bilirdim. Ama burada sonsuz bir cehennem girdabına yakalanmıştım ve Savaş hâlâ yoktu.
Karşıma geçen otuzlarında genç kadın, İzzet Karasol gibi yeşil gözleriyle bana bakarken kızımı kucağımdan almaya çalışarak benden uzaklaştırmaya kalktı. Fakat ben hemen geri çekerek geri geri yürümeye çalıştım. Lakin çırpınışlarım hiçbir işe yaramamıştı. Zaman kazanayım derken git gite zorlaşıyordu. İzzet karasol kolumdan tutarak kendine çekerken neredeyse bebeğimi düşürecektim. Fakat son an da sırtından tutarak koynuma yasladım. O sırada İzzet Karasol öfkeye karışık yüzüme yaklaşırken "Ne senin baban, ne de kocanın babası rahata ermesin artık. Senin baban yüzünden Acar Soymanı kaçırdım. Ama şansa bak ki kızına rastladım." Kucağındaki yavruma bakarken sırıtarak devam etti. "Ne var ki iki düşmanımın torununa rast geldim. Sizden birinin bile çoğalmasını istemiyorum!"
Kadın birden kucağümdan alırken o anki şokla bağırmaya başladım. "Hayır! Bebeğimi ver! Kızımı ver! Seni!.."
İzzet Karasol birden kolumu savurarak geriye savurduğunda hemen durarak tekrar o kadının peşinden koşmaya çalıştım ve ardından sadece bağırabildim. "Hayır! Kızımı benden alamazsınız. Yavrum daha süt kokuyor Allahsızlar!"
Korumalar kolumdan tutarak beni yine kilitlerken boğazım ağrıyana kadar bağırdım ve çaresizce ağlamaya başladım. Sanki birileri vücudumdan derimi sökmeye başlıyordu. Sonra da iç organlarıma kadar nüfus ederek beni yok ediyordu.
"Kızımı verin. Ne olur kızımı verin. Ben onsuz yaşayamam! Hayır! Hayır! Hayıır!.." Artık nefes alamayacak kadar ağlarken İzzet denen adam Tahir'e dönerek sinirle gülmeye karışık konuşmaya başladı. "Eğer sen..." korumaların kolumdan tutmasından dolayı çenemi kavramlarına engel olamamıştım. O ise konuşmasına yüzsüzce devam etti. "O gün kaçmaya çalışmasaydın, kuzenimle evlenmeyi kabul etseydin bütün bunlar olmayacaktı! Ne baban Savaş'ı öldürmesine mani olacaktı, ne de bu zavallı kız doğacaktı. O gün hepimizin kıyameti koptu. O gün senin o baban yüzünden ailemizden birini daha kaybettik. Kendi kardeşimi kaybetmem yetmiyormuş gibi, senin baban yüzünden kuzenimi de kaybettik ve bunu baban da kocan da çok ağır ödemeli."
"Çoktan ölmüş insanlardan neyin intikamını alacaksınız artık. Yeter! Ne olur... ne olur bu kan davasını bitirin artık. Kızımı verin. Onun hiçbir suçu yok. Günahsız bir bebeğe kıymaktan hiç mi utanmazsınız! Size ağa diyene bin şahit ararım."
Yaşlı gözlerimin yerini öfke değiştirmişti. Belki de çaresizlik.
Adam birden kahkaha patlatarak etrafındakilere göz ucuyla baktı. Sonra da tekrar bana dönerek sinirle konuşmaya devam etti. "Bu suratı iyi hatırla Çilem. Kim bilir, belki de göreceğin son surat bu olmak zorunda olacak."
Alayla sırıtarak kuzeni dediği Tahir'e döndü. "Ama kuzenime bir sözüm var." Diyerek bana doğru gülümseyerek konuşmaya devam etti. Ben ise o sırada korumaların kilitlediği kolumu kurtarmaya çalışıyordum. Fakat bunun için yeterince güçlü değildim.
"Sen Tahir'in payı, kızın benim payım olacak." Demişti ar damarı çatlamış bu afam. O an öfkeden göz bebeklerim küçülmüştü adeta. Hızla suratına tükürerek tekme attım. O da neye uğradığını şaşırmış gibi bakakalmıştı. Adam beklemediği tekmemden dolayı acıyla iç çekerken suratımı tutarak tokat atmaya hazırlanıyordu ama vazgeçti. Sinirle elini geri çekerek. "Hayır, kuzenime saygısızlık olur." Dedi birden. Sonra arkasını dönerek gitmeye hazırlandı. O sırada ben ise arkasında acıyla haykırmaya başladım. "Kızımı verin bana! Hayır! Onu öylece götüremezsin! Kızımı verin bana! Ne olur verin kızımı!"
Kadın bebeğimle beraber arabaya bindiğinde çırpınışlarım artmaya başlamıştı ve ormanda yankılanan çığlıklarım da öyle.
Sanki korumalar her şey tamam olmuş gibi bırakmaya başlayarak hareketimi kolaylaştırmaya başladılar. Ben ise ellerinden kaçtığım gibi hareket etmeye başlayarak kızımın olduğu arabaya doğru koşmaya başladım. Arabanın kapısını açmaya çalıştım ama açılmadı. Kadın gözlerimin içine bakarak kızıma baktı. O an camı kırmaya çalıştım. Çünkü ya camı kıracaktım ya da arkasından öylece bakacaktım. Kadın bu hareketimle bir an ürkmüş gibi olsa da hiçbir işe yaramamıştı. Çünkü cam kırılmıyordu. Ben ise çaresizliklerle çırpınıyordum. "Bebeğimi bana ver! Kızımı ver bana!"
O sırada araba hızla yola çıkarak birden hızlandı. Ben ise çığlıklarla acı içinde kıvranıyordum. Araba yolda ilerlerken ben de koşmaya başladım. Beni neden bıraktıklarını şimdi anlamıştım. Acı içinde kıvranışımı izlemek istemişlerdi. Benim bu çaresizliğimi zevkle izlemek istemişlerdi. Ben ise Kızımdan başka bir şey düşünemez halde koşmaya devam ettim. Fakat ben koştukça araba daha çok hızlandı ve en sonunda gözden kayboldu. Ben ise koşmaya devam ediyordum. Taaki ayağımı burkup yere düşene kadar.
O an ayağımın acısı da üstüne eklenmişti. Acıyla ağlayıp yola baktım. Hem fiziksel acı hem de ruhsal acılar çekmeye başladım. Bu bir sondu. Bu bir kıyametti. Kızım olmadan ben nasıl yaşayacaktım. Ben nasıl nefes alacaktı. Nefes alamıyordum. Ayağıma nüfus edilen ağrı yüzünden değildi ama. Canımdan can gitmişti çünkü. Kalbime bin hançer tek tek nüfus etmeye başlıyor gibiydi...
Öfkeyle yere vurarak titreyen nefesimle göz yaşlarım akmaya başladı. Sesim kesilmişti. Geride bana kalan boğazımda bir yumru ve kalbimin zar zor atan ritmiydi ve bu ritim her geçen saniye yavaşlıyor. "Alya, Alya gitme. Ne olur, ne olur bana geri verin." Ağzımdan çıkan sessiz kelimeler ruhumu zindana tıkmıştı. Artık bir fisıltıydı dudaklarımda çıkan cümleler. En son kararname gözlerimle bunun bir kabus olduğunu umut etmeye başladım. Bu bir kabus olsun. Bu korkunç bir kabustan ibaret kalsın.
🦋🦋🦋
Bir kabustan uyanmak ne kadar kötü olabilirdi ki hele ki bu kabus bir gerçeğe dönüşmüşse. Zifiri bir karanlık var. Buz gibi esen bir karanlık.
Anne olduğunu gerçekten hissettiğin bir evre vardır. O evre ya çocuğunun en büyük sevincini gördüğünde ya da acısını gördüğünde anlarsın. Ya da belki başka bir evredir. Kim bilir.
Burnuma nüfus eden küf kokusunun etkisiyle yüzümü buruşturarak gözlerimi zar zor açtım. Nemli ve yumuşak bir süngerin üstünde, bileğimde hissettiğim bir baskıyla kendime gelebildim. "Neler oluyor?" Dedim o anki dehşetimle. Bileğimi sıkan şeyin zincir olduğunu anladığımda birden bileğimi çekerek hızla kalkmaya çalıştım. "Alya? Alya kızım. En son caddedeydim ben."
"Bırakın beni! Kızımı..." Acıyla nefes almaya çalışırken zar zor konuşmaya çalıştım. "Kızımı verin bana! Kızım... bebeğim." Zar zor tuttuğum gözyaşlarım firar ediyordu artık. Cılız ışıkla zar zor aydınlanan karanlık odada kalmak bile artık korkutmuyordu beni. Beni artık korkutan bebeğimin hayati riskiydi. Onu öldüremezlerdi değil mi? Bunu yapamazlar.
Hızlı hızlı nefes almaya başlayarak hızla ayağa kalkmaya çalıştım. Fakat bir kaç adımda duvara çakılmış gibi geri sıçramıştım. O an bileğimden koluma kadar nüfus eden acıyla korkunç bir çığlık attım. Kolum çıkmış gibiydi. Belki de çıkmıştı. Gözüm kızımın endişesinden o kadar kördü ki bileğime sarılı zinciri aklıma bile getirmeden hızla koşmuştum ve şimdi ise geriye acı ve korkunç bir çiğli bırakmıştı.
"Alya, Alya annen gelecek. Annen gelecek. Annen gelecek." Bu safer acıyla ağlarken çaresizce bileğimi ovarak acının dönmesini bekledim. Fakat kalbimdeki bu derin acı kızımı kucağıma alana kadar bitmeyecek.
Acıyla bileğimi ovalarken eski demir kapı gıcırtısıyla açılmaya başladı. Işık hüzne gözümü kaynaştırma başlarken bir an on yaşındaki anıma dönmüş gibi hissettim. Fakat bu sefer daha büyük bir tehlikenin içindeydim. Artık o yaralı küçük kız çocuğu değil, küçük kızını kurtarmaya çalışan yaralı bir anneye dönüşmüştüm.
"Uyandın demek." Burkulmuş kolumu karnıma doğru yaslayarak acıyla inledim. O an kolum daha çok acımaya başladı. Dudaklarımı kenetleyerek hızlı nefes alıp vermeye çalıştım. Tahir ise dizlerini büküp burkulan kolumu tutarak sahte bir iç çektim. "Çok açılmış olmalı."
Acıyla gözlerimi yumarken bileğimi sıkarak ciddiyetle konuşmaya devam etti. "Kocan yeğenimi öldürürken de acı çekmiş midir?"
Bileğimi biraz daha sıklıkla çığlık atarak acıyla inledım. Sonra dişlerimi sıkarak derin bir nefes aldım. Sonra öfkeyle suratına baktım. "Beni diri diri yakan yeğeninden mi bahsediyorsun? Hangi adam karısını diri diri yakmaya çalışan adama karşı merhametli olur ki!" Dedi öfkeyle bağırarak. Sonra konuşmaya devam ettim. "Kızımı benden kopardınız. Eğer kılına zarar gelirse bu sefer ben sizi sağ bırakmam!"
Alayla sırıtarak başını eğip tekrar bana döndü. "Bu halinlemi?" Bileğimi havaya kaldırıp indirirken tekrar acıyla iç çekip bileğimi tuttum. O ise ayağa kalkıp köşedeki sandalyeye oturarak benim bu sefil ve caresiz halimi izledi ve onun ardından kapıdan biri daha geçti. Bu sefer o yaşlı kadındı. Kadın omzu dik bir şekil yürüyerek tepeden bana baka baka yürüyerek dibimde durdu. Sonra tıpkı Tahir gibi eğilerek suratsız haliyle bana baktı. "Görmeyeli çok değişmişsin küçük gelin."
O an gözlerim dehşetle açılıverdi. Bu...Bu Dilan hanımdı. Bana zorla gelinliği giydirmeye çalışan ve Tahir ile evlenmem için tehdit eden kadındı. Bunu o kin dolu bakışlarından anladım. Bu bakışı nasıl unutabilirim ki? Ama unuttum. Uzun bir süre unuttum hem de.
"Benim torunumu..." Sinirle çenemi tutarak öfkeyle konuşmaya devam etti. "Benim Kara'mı öldürdünüz." Sinirle çenemi savurur gibi kenara iterek Tair'e dönüp konuşmaya devam etti. "Sana olan merhameti yüzünden torunumdan oldum!" Bunu derken Tahir'e bakıyordu. Bir nebze olsun insanlık parçası mı vardı içinde?
Dilan hanım tekrar bana dönerek konuşmasına devam etti. "Kızın buraya gelecek merak etme." Bir an heyecanla doğrulurken pür dikkat dinlemeye devam ettim. O ise hain bir gülümsemeyle devam etti. "Tıpkı torununun ölü bedenini kapının önüne attıkları gibi, kızının da ölü bedenini önüne koyacağım. İşte o zaman seni..."
Öfkeden deliye dönmüş halde onu boğazlarım buldum kendimi. Kadın acılar içinde can çekişirken ben ise öfkeyle bağırarak öfke kusmaya başladım. "Benim kızıma dokunma! Sakin! Seni öldürürüm. Sana yemin olsun gözümü kırpmadan seni vururum! Seni acılar içinde..."
Bir an kenara savrulurken buldum kendimi. Bileğimi acısı artık eskisi kadar etkilemiyordu. Beni etkileyen tek şey kızımdı. Kızımdan başka bir şey düşünemez haldeydim.
Gördüğüm en son şey Tahir'in annesini dışarı çıkartmaya çalışmasıydı. Çıkarken tehditler savurup duruyordu ve en son dediği şey beni kalbimden vurdu. "Az kaldı. Kızından sonra sıra sana da gelecek. "
Kapı ardımdan yankıyla kapandığında kulaklarımda bir çınlama oldu. Acı bir çınlama. Bileğimi acısı da üstüne basarken dehşet bir ızdırap girdabina yakalamıştı beni. "Hayır, bu olamaz. Kızımı...kızımı bulmam lazım. Bulmam lazım." Delirmiş gibi sayıklamaya başlarken yavaşça ayağa kalkarak burkulmuş bileğime yatağın beyaz çarşafından uzun bir parça yırtarak. Yatağa oturup sarmaya çalıştım. Acı veriyordu ama kızımın benden uzak kalmasından daha çok değil. Sinirle soluk alıp vererek "Burdan çıkmam lazım, burdan çıkmam lazım." Diyerek her defasında bir döngüyle bileğimi sardım. Sonra son kez sararak süzülen göz yaşlarımla sıktım "Buradan çıkmak zorundayım."
Başımı geri yaşlayarak tavana baktım. Sakın kalmalıydım. Aklımı kullanmalıydım. "Tamam, sakin ol Çilem." Acıyla yutkunarak ağlamamaya çalıştım. Ama gözümden süzülen yaşa engel olamadım. Tavana odaklı bir şekilde bakmaya devam ettim. "Hayır, bu bitsin. Ne olur bu bitsin. Kızım. Alya...Alya." Acıyla yutkunarak elimle ağzımı kapatıp hıçkırıklar içinde ağlamaya başladım. Bu kabus bitmiyordu. Bir türlü o mutlu ve huzurlu yatağımızda uyanamıyordum. Kızımı koynumda bulamıyordum. Onun ağlamalarını bile hasret kalmıştım. Onun sesini, kokusunu, nefes alış verişini her şeyini özledim. Gözümde sadece onun anıları kalmıştı.
Bu benim kaderimdi. Çilem Yaman, sen bu dünyaya rahat etmek için gelmedin. Bir tutam mutluluğu çok görülen bir hayat yaşadın. Ağzından bal çalar gibi tadında bırakılmış bir mutluluktu.
"Savaş, Allah kahretsin neredesin! Kızını öldürmek istiyorlar sen hâlâ neredesin!" Öfkeyle yumuşak yatağa vurarak yutkundum. "Sen ölmezsin. Ölemezsin. Beni bu halde, bu durumda bırakma. Sen de gitme. Sakın. Sakın vana bunu da yaşatma." Acıyla gözlerimi yumarak hıçkırıklar içinde ağlamaya başladım. O an da tekrar ağzımı elimle kapatarak daha çok ağladım.
Ağladıkça sakinleştirmeye, sakinleştikçe tekrar ağladım ve bu saatler sürdü. Beklemek...beklemek bir ızdıraptan da beterdi. Cehennem nedir diye soracak olsalardı korkuyla ve acıyla beklemek derdim. Bir anne olarak özellikle.
Bir evlat, annesinin en büyük imtihanıdır. O imtihan da en zorudur.
Kuruyan göz yaşlarımla artık sadece tavana bakmakla yetindim. Derken o eski ve paslı kapı tekrar açıldı. Gelen Tahir'in adamlarıydı. Yanıma gelip kolumdaki zinciri çözerek beklemediğim bir anda koluma şırınga sapladı ve beni hemen dışarı çıkarttılar.
Merdivenlerden yavaşça yukarı çıkarak bir salona çıktık. Adamları yavaşlatan bendim. Çünkü uzun süren açlık ve acıdan yorgun ve bitap düşmüştü.
Salonda Dilan hanım vardı. Etrafında volta atıp duruyordu. Benim geldiğimi görünce durarak sinsice gülümsedi.
Evet, birazdan olacakları ne ben ne de o bilmiyor. Çünkü değirmenin eşiğindeydim ve gözümü karartacak seviyedeydim. Adamlar beni koltuğa bırakıp uzaklaşırken kasımdaki ilacın tesir ettiğini hissetmeye başladım. Evet, güçsüz düşüyordum. Ama durmak zorundaydım. Ayakta durmak zorundaydım.
Dilan hanım kolu arkada bağlı karşıma geçince acıyla yutkunup toparlanmaya çalıştım. "Beni böyle görmekten zevk alıyorsun öyle değil mi?"
"Bu hâlâ güzel günlerin. En korkunç günlerine hazır ol sen."
Sinirle çenemi tutup yüzüme bakarak konuşmasına devam etti. "Şimdi bana söyle. Baban nerede?"
"Ne saçmalıyorsun be kadı ! Benim babam yıllar önce öldü. Senin yüzünden!" Diye bağırdım sinirle. Bu kadın kafayı mı yedi yoksa ben rüya mı görüyorum.
"Az önce adamlarım aradı. Babanı mezardan çıkarmak için."
"Ne! Siz kafayı mı yediniz! Ölürken bile rahat yok mu! Ne istiyorsunuz adamdan!" Dedim hiddetle. O ise sinirli bir şekilde konuşmaya devam etti. "Baban nerede? O nerede saklıyorsunuz!"
"Yani babam yaşıyor mu? Bunu mu demek istiyorsun?" Belki de yanlış mezarı kazmışlardır. Olamaz mı? Belki de bunda bir yanlışlık vardır.
Öfkeyle etrafta volta atarak söylenmeye başladı. "Daha bunun bile haberi yok! Biri mezardan çıkarıp diriltmedi ya!"
"Eğer o yaşıyorsa?" Dedim hayretle dolu bir sesle. Dilan hanım sesime sinirlenmiş gibi bana bakarak "Eğer o yaşıyorsa senin için muhakkak harekete geçecektir." Diye devam etti. O an sinirle gülmeye başladım. Aklımı iyice kaçırmak üzereydim çünkü. Kızımın derdine düşmüşken bir de babamın yaşadığını öğrendim. Ya da yaşadığına dair bir ihtimali...
Dilan hanım sinirle arkasını dönüp adamlarına götürün diye emir verirken Tahir de kapıdan içeri giriyordu. O an fırsat bu fırsat deyip vestiyerin üstündeki açık camiyi alarak Dilan hanımın boğazına dayadım. O an herkes dehşetle bana bakıyordu. Dilan hanım ise elinden geleni ardına koyma der gibi sinirle "Bırakın, bunu yapamaz. Korkmayın." Dedi sadece. Fakat benim saka yapmadığımı birazdan öğreneceklerdi. "Evladı ölümün ucunda olan bir anneyi hiç hafife alma Dilan hanım. Benim kaybedecek hiçbir şeyim yok."
Tahir'e dönerek öfkeyle devam etti. "İzzet Karasolu ara!"
Dilan hanım hayır diyerek oğluna kızarken cakıyı biraz bastırarak hafif kanamasına sebep oldum. "Sana diyorum! İzzet denen o adamı ara kızımı buraya getirsin. Hem de hemen!"
"Lan! Sen bir elime düş, ben biliyorum ne yapacağımı. Çabuk bırak annemi!"
"Sen de kızımı bırak! Kızımı buraya getir! Dişe diş, kana kan! Siz istediniz. Benim çirkinleşmemi mi istediniz? Bej de çirkinleşirim. Kızımı hemen geri getirin. Hem de hemen!"
Tahir belindeki silahı tetikte durur gibi tutarken Dilan hanım ise benden hiç korkmayacaksın hareket etmeye çalıştı. Fakat ben ciddi olduğumu anlaması için biraz daha bastırarak acı ile kıvranmasına sebep oldum. "Sanırım sen beni kolay lokma görüyorsun ha Dilan hanım. Ama karşı eski Çilem yok. Karşında kızı için dünyaları yakacak bir anne var." Sinirle Tahir'e bakarak devam ettim. "Tıpkı senin oğlun ve torunun için yaptıkların gibi."
"Senin o dilini koparmazsam, bana da Dilan hanım demesinler."
"Demeyecekler merak etme. Cenaze 2 diyecekler. Eğer sevgili oğlun İzzet karasolu aramazsa!"
"Tamam, sakin ol tamam. Arıyorum. Sakın en ufak bir harekette bulunma yoksa buna pişman ederim."
"Çabuk! oylanması!" Dedim ilacın kasımdaki etkisini fark ederek. Ayakta durmalıydım. Kızımı öldürmek üzereler. Buna izin veremem.
Tahir telefonun açılmasını beklerken birden belindeki silahı çıkartarak bana nişan almaya çalıştı. O an korkudan büyüyen göz bebeklerimle geriye doğru giderken bir silah sesi patladı. Son bir el daha. O an gücüm iyice düşmüştü. Artık bayılma raddesindeydim.
En son hatırladığım eller havaya diyen üniformalı adamlardı. Evet, bunlar polisti. Hızla tüm adamlara yat yere yat yat yat diye bağırmaya başlarken göz kapaklarım iyice ağırlaşıyordu. Elimdeki çakı bir yankı gibi yere düşerken ardından ben de yere çarptım. Hissettiğim buz gibi beton ve çarpmanın acısı acıyla yüzümü buruştururken bana doğru eğilen bir adam gördüm. "Savaş?" Dedim büyük bir umutla. Fakat o mu göremedim.
🦋🦋🦋
G
özünü yine bilinmez bir yerde açtım. Bu sefer etraf beyaz ve kuruydu ve de temiz. Pencereden yansıyan gün ışığı gözlerimi kamaştırırken bir an kendime geldim. "Savaş! Alya!"
Birden yatağımdan fırlama ile yanımdakiler de ayaklanarak bana doğru yürümeye başladı. "Kızım sakin ol. Tamam biz buradayız." Bunu diyen annem Mavi idi. O beni sakinleştirmeye çalışırken ben ise acıyla sayıklamaya devam ettim. "Anne ne olur kızımı getirin bana. Ne olur! Bej onsuz yaşayamam anne ne olur yardım et bana."
Hemen bana sarılarak sırtımı sıvazlayarak sakinlesmem için zaman verdi. "Anne ne olur!" Ağlamaklı çıkan sesimle daha çok ağlıyordum. Delirmek üzereydim. Kızım yoktu. Kızım hiçbir yerde yoktu. "Anne ne olur kızımı bana getirin. Ne olur. Ben onsuz yaşayamam."
"Bulucagiz kuzum. Söz veriyorum kızını bulacağız. Sakın kalmaya çalış. Lütfen. Bak bileğin zar zor iyileşiyor. Sakın kalmaya çalış ne olur."
Başımdan acıyla öperek tekrar sıkıca sarıldı. "Özür dilerim. Sana yardım edemediğim için çok özür dilerim güzel kızım. Söz veriyorum geçecek. Bu da geçecek. Bulacağız kızını."
Beren ve Aslı da yanıma gelerek sarılmaya çalışırken ben ise sadece kızımı kurtarmak için kara kara düşünmeye başlıyordum.
Mavi'ye ilk defa anne dedim. Bunu ben bile beklemiyordum. Ona anne demek hiç içimden gelmezken acıyla ağlıyordum. Onun acısını, yürek sizsiniz o kadar iyi anlamaya başlamıştım ki artık ona karşı kızgın değildim. Sadece kızıma ihtiyacım vardı. Kızımı almam lazımdı.
Bir süre sonra dayanamayarak kolumdaki serumu çıkartarak ayağa kalkmaya çalıştım. Sargıdaki bileğim acısını bir an olsun unutursun yataktan kalkmak için başlığa tutunurken tekrar hatırlatmıştı kendini.
"Kızım nereye bu halde. Dur Allah aşkına."
"Kızımı..." Acıyla iç cekerek yitkunurken devam etmeye çalıştım. "Bulmam lazım. Onu kurtarmam lazım."
"Kızım dur biraz. Bak Polat ağabeyin, Rehalar hepsi karış karış Alya'yı arıyor. Ne olur biraz sakin ol."
"Anne." Dedim acı dolu bir sesle. "Sen, ben veya Beren kaçırılsa böyle rahat durabilir miydin? Bekleyebilir miydin?"
Bu cevabımla bir an durduktan sonra "Nereye giymeyi düşünüyorsun?" Dedi endişeyle. "Önce Savaş'ı bulmam lazım."
Herkeste gergin bir sessizlik kaplamıştı. Şüpheyle Beren'e bakarak Mavi'ye döndüm. "Anne, Savaş nerede? Ne oldu Savaş'a?"
"Bilmiyoruz. Dün akşamdan beri haber alamıyoruz. Rehalar bir yandan Alya'yı ararken Savaş'ı da arıyorlar."
Bir an Bacaklarım titredi. Dizlerim haifif bükülürken aklıma İzzet Karasolun dedikleri geldi. "Savaş'ı öldürdüğünü söylemişti. Bu olabilir miydi? Onu gerçekten...
"Arabasını barajın orada suyun içinde buldular. Ama o yoktu. Polisler saatlerdir barajda onu arıyor."
Masanın üstüne tutunmaya çalışırken bir süre ıvır zıvır yüzünden elim kaydı. O an korkunç bir baş dönmesi yasamaya başladım. "Üzgünüm ama siz bana bunu söylemezseydiniz sizi affetmezdim." Beren'in cevabıyla bana dönerlerken Mavi ve Aslı çoktan kolumdan tutulmuş beni yatağa yatırmaya çalışıyorlardı. O sırada Beren de uzanır utanmaz ayaklarımı yatağa uzatarak endişeyle tepkimi izledi. Tıpkı diğerleri gibi.
O an şokun etkisiyle kıpıdayamadım. Fakat çok geçmeden tekrar kendime gelerek yavaş yavaş ayaklanmaya başladım. "Beni baraja götürün."
"Ama kızım." Diye annem itiraz etse de sinirle ayaklandım. "Eğer siz götürmezseniz ben kendim giderim."
Mavi peki der gibi baş sallarken kolumdan tutarak beni kaldırmaya çalıştı. Benim öylece durmayacağını nihayet anlamışlardı.
Yavaş yavaş yürüyerek kapıyı açtığımda yaren ve ağabeyi de kapının önünde bizi bekliyor gibiydiler. Fakat onları gözüm görmüyordu. Tek düşünebildiğim Savaş ve Alya idi. Bu limanda yapayalnız kalmıştım. Ne Savaş ne de Alya'ya kavuşamıyordum ve bütün bunlar bir gecede oldu. Dakikalar içinde ikisini de tek tek kaybettim ve onları bulamıyordum.
Arabaya binerek derin bir soluk alırken aglamamaya çalıştım. Ağlarsam çok yıpranırım. Zaten nefes alamıyordum bir de ağlarsam daha kötüye gidecekti.
Stresle elimi yumruk yaparken Beren yumru yaptığım bileğimi tutarak yüzünü bana çevirip usulca sarılarak başımdan öptü Ben ise gözlerimi bir süreliğine yumarak ağlamamaya çalıştım. Aklımı kaybetmek üzereydim ama bunu içimdeki umut ışığı izin vermiyordu. Sakin ve metanetli olmalıydım.
"İşte geldik." Diyen Mavi endişeyle bana bakarken ben ise kapıyı hızla açarak barajın oraya doğru koştum. Belki yüzersem onu bulabilirim. Dedim bir an içimden. Ama yüzme bilmediğimi tamamen unutarak gidiyordum. Fakat zaten polisler müdahil olarak önüme geçmişlerdi.
"Çekilin! Kocamı bulmam lazım. Oraya gitmem lazım!" Delirmiş gibi davranıyorum bu halim maviler yanıma gelmesine sebep olurken ben ise çırpınmaya devam ediyordum. "Bırakın. Ne olur bırakın!" İçimde tuttuğum tüm göz yaşlarım akmaya başlamıştı artık. Yüzsem onu bulurum belki diye yaşıyordum. Belki onu bulur çıkartırım diye. Fakat içten içe boşuna çırpınışlar olduğunun farkındayım.
"Tamam hanımefendi sakin olun lütfen."
Mavi ve Beren kolumdan tutarak yavaş yavaş geri çekmeye çalıştı. Ben ise acılar içinde ağladım sadece. Mavi eliyle saçımı severken bir yandan da uzun uzun başıma öperek "Geçecek. Söz veriyorum her şey geçecek." Diye sakinleştirmeye çalışıyordu. Ben ise sadece güçsüz düşün bünyem ve acıyla sızlayan kalbimle yere çöküp çaresizce durdum.
Polis bir süre sonda burada daha fazla durmamalısınız dediğinde Mavi bana güç vermeye çalışarak "Hadi kızım. Gidelim." Diyerrk beni ayağa kaldırmaya çalıştı. Ben ise onların desteğiyle zar zor kalkarak arabaya bindim ve tek söylediğim beni eve götüründü. Ama eve götürmediler. Beni konağa götürdüler. Annem ve çocukların yaşadığı konağa.
Bana ayırdıkları odaya geçerek bir süre kafamı toparlamaya çalıştım. Fakat Reyyan ana ve diğerleri de ardımızdan gelmişti. Benim için gelmişlerdi fakat ben kendimi göremiyordum. Oda da tek başıma da kalamıyordum. Beren kendime bir şey yaparım korkusuyla yanı başımda dururken ben ise sadece pencere kenarında tırnaklarımla kolumu yüzercesi kaşıyordum. Beren ise bana karışmaya korkuyordu. Karışsa patlamaya hazır bomba gibi durduğunda olsa gerek.
Bir süre daha beklerken dışardan acı bir çığlık geldi. Korkuyla ayağa kalkarak bir an Beren ile bakıştım. Sonra Reyyan ananın ve diğerlerini de sesi duyulmaya başladı. Hızla dışarı çıkarak aşağıya inip avluya indik. Reyyan ana avlunun ortasında durmuş büyük boy siyah kutunun içine dokunarak acıyla elini geri çekti. Acıyla ağlamaya başladı. Acı haykırışı ve dehşet bakışları beni daha çok korkutmuştu. O an yer ayaklarımın altından kaymıştı sanki. Bir şey vardı. Herkes delirmiş gibi davranıyordu. Mavi de dehşetle kutuya bakarken acıyla bağırarak ağlaya ağlaya diz çöktü. Elini ağzına alıp hıçkiriklar içinde ağlamaya devam ederken ben ise bir adam attım sonra bir adım daha ve durdum. "Alya." Dedim bir an. "Alya."
Gözümden süzülen yaşlarla yanaklarımı ıslatırken kalbim ise daha hızlı atıyordu. Herkesin bu tepkisi normal değildi. Bu kadar dehşet, bu kadar korku. Delirmiş gibi haller hiç normal değildi.
Üzgünüm bu bölümde bırakmak zorundaydım. Umarım çok kızmazsınız.
Seviliyorsunuz hoşça kalın. 💞🦋
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
114.87k Okunma |
5.67k Oy |
3k Takip |
107 Bölümlü Kitap |