Yeni sezonla beraber yeniden birlikteyiz. Finale son sezon kaldı. Umarım bu sezonu da beğenirsiniz. Ki beğeneceğinizi düşünüyorum. Güzel ve kalbinizi eritecek cinsten bir romantizme daha hazır olun gençler. Hadi bismillah.🙃🤗🤭
Bu arada Oya - Bora sevme zamanı klibiyle dinlerseniz daha çok etkileneceğinizi düşünüyorum.
Ey sevgili, sen bana bir nefes kadar yakın fakat kaf dağının ardı kadar uzaksın.
3 Mart 2024
"Evet sevgili misafirlerimiz. Mehir Karaca hanımın umutlu düşler sergisine hoş geldiniz. Bugün başta Mehir hanım olmak üzere diğer sanatçılarımızın sanat tablolarını müzayede sergisine açmış bulunuyoruz. Müzayeden çıkacak olan gelir yetimler için yeni bir ev ve eğitimlerine katkı sağlayacak."
En arka sırada yardımcımın açıklamasını dinlerken insanların pür dikkat dinleyişini izliyordum. Aradan bir yıl geçmişti. İstanbulda yaşıyordum artık. Kızımı bulana kadar burada kalmaya karar vermiştim. O sırada Beren'in ısrarıyla bir sanat galerisi açtım. Bu son üç yılda kendimi resme vermiştim. Bazı resimlerim çatı katında kenarda köşede duruyordu. Beren de ortak bir galeri açıp bir şeylerle meşgul oluruz diye düşündü. Hem bana da iyi geleceğine inanmıştı. Haklı da çıkmıştı aslında. Resim yapmak daha çok iyileştirmeşti beni.
Aslı bizimle İstanbula geldikten bir kaç ay sonra Tuncay ile evlenmişti. Tuncay'ın ve Aslı'nın burada çok arkadaşı vardı. Tabii Tuncay'ın ailesi de vardı. Dört yıllık ilişkileri evlilikle sonuçlandı. İki yıl önce Tuncay'ın ailesi arasında nişan takmışlardı. Sonra da İstanbul'da dünya evine girmeye karar verdiler. Emin ise hâlâ Beren'den hoşlanıyordu. Fakat bunu dört yıl boyunca söylememişti. Savaş'ın ölümü onu öyle üzmüştü ki aşka olan inancını kaybetmişti. Savaş'ı bir ağabey olarak gördüğü kadar bir rol model olarak da görürdü. Şimdiye yirmi yedilerinde daha olgun bir genç oldu. O da istanbulda yaşamaktan büyük zevk alıyordu. Mardin ona sadece kötü anıları hatırlatıyordu. Tıpkı bana hatırlattığı gibi. Oraya sadece Savaş'ı özlediğim için gidiyordum. Ona da bir söz vermiştim. Kızımızı bulacağıma dair bir söz vermiştim. Kızımla yeniden başlayacaktım.
"Mehir hanım her zaman ki gibi yine kimliğini açıklamak istemedi. Ama onunla ilgili merak ettiklerinizi bana sorabilirsiniz. Mehir ve Hira hanımın ortak olarak açtığı bu serginin birinci yılına özel çok özel bir tablo satışa sunulmaktadır. Bu yüzden sona kalacak."
Herkes dikkatle yardımcı danışanıma bakarken ben ise insanların tepkilerini izliyordum. Kim olduğumu bilmiyorlardı. Herkes gibi sıradan biri olarak görünüyordum. Böyle daha rahattı benim için. Kendimi güvende hissediyordum. Çünkü tanındıkça daha çok tehlikeyi çekecek gibi hissediyordum.
Örtüyü çekerek ilk tabloyu ortaya çıkartırken hüzünle tabloya baktım. Çölün ortasında dans eden iki çift ve tıpkı rüyamda Savaş'ı ilk defa gördüğümde giydiğim rengarenk elbise. Tıpkı o üstümdeki elbise gibi karma karışık bir hayat geçirmiştim. Bazen mutlu ve tatlı heyecanlar yaşarken eteğe doğru gittikçe koyulaşan ve siyaha yaklaşan renkler gibi hayatımız kötüye gitmişti. Savaş'ın ise sadece beyaz gömleği yüzündeki kefiye ile gizemli bir hava katmıştı. Sadece gözleri görünüyordu. Onun kim olduğunu merak ettiğim zamanlardı. Hemen ardından çöl rengine uyum sağlamaya çalışan bir dağ. Daha çok tepe vardı. Çölün ortasında dağın ne işi var diye sorarsak bir nefes kadar yakın, ama bir kaf dağının ardı kadar uzak bir aşk hikayesi onlarınkisi. Yani bizimkisi.
İkimiz birbirimize çok yakın olduğumuz kadar bir o kadar da uzaktık. Ölüm gelip beni bulmayana kadar da böyle olacaktı.
Hepsi de soyut ve sulu boyanın akıntısı gibi darmadağındı. Fakat uyumlu ve güzel bir manzaraya sahipti. En azında sanat severler için öyle. "Bu resmin çok özel bir hikayesi var." Dedi yardımcım. Hemen dikkatimi toplayıp ona döndüm bunu derken. "Sanatçımız buradaki kadının rüyalarında gördüğü adamın ilk bakışta aşık olmuş. Yüzüne pek seçemediğim için kefiye ile tanınmaz halde bir şekle bürünmüş olduğunu söylüyor. Çölün ortasında dans etme sebepleri ise hayatın acıları ve dikenli yollarında susuz kalmış sevgilerini yansıtmış."
Bir an gözleri beni bulurken belli etmemeye çalışarak devam etti. "Arkasındaki dağ görünümlü manzaraysa aşklarının dans ettikleri anda bir nefes kadar yakınken, aralarındaki kaf dağı kadar da uzak ve kavuşulmaz bir hikayeyi barındırıyor."
Herkes kendi aralarında konuşup yorum yaparken yardımcım boğazını bir süre sonra temizleyerek devam etti. "Şimdi ise bu sanat eserimiz ve diğer sanat eserleri gibi sergide de satışa hazırlanmak üzere yerini alacaktır."
Görevli tabloyu dikkatle alıp özel alanına alırken misafirler de kalkıp diğer sanat eserlerini dolaşmaya başlayarak incelemeye başladı.
Ben ise üç unutulmaz tablomu görmeye gittim. İlk tablom bir anne ve kızıydı. Tüm zorluklara ve sıkıntılara rağmen bebeğine gülümseyen bir annenin tablosu. Fakat gözünden süzülen o bir damla yaşını ve acıyla gülümseyen yüzü fark eder mi bilemiyorum. Ya da kan kırmızısı battaniyesini.
Bir süre bakarken kızımı kanlı bedeni aklıma geldi. O an ister istemez gözümden yaş süzüldü. Ruhum acı içinde kıvranıyordu ve ruhun acısı bedenden kat be kat yaralayıcıydı. Bedenlerin acısı geçer ama ruhların acısı kolay kolay geçmez. Hatırladıkça yeniden başlar acı çekmeye.
Her ne kadar öz kızım bile olmasa onu ben emzirdim, ben baktım. Onunla bir bağ kurmuştum.
Sonra diğer portreye doğru yürüdüm. O portrede ise yanlız bir kadın vardı. Yarı yüzü yaralı, kirli ve kötüyken, diğer yüzü beyaz, temiz ve çok güzeldi. Bir yanında yapraklar dökülürken diğer yanında bahar yeniden geliyordu. İnce dalların üstünde yeni çıkmış pembe çiçekler ve bir kuşun görüntüsü. Bir yanımız çiçek açarken, bir yanımız yaprak döküyordu ve bu bütün insanlarda böyleydi aslında. Yarım kalan şeyler hep vardı ve var olmaya devam edecekti.
Biraz daha ilerledikten sonra yardımcımın özel olarak sunduğu tabloyu kollarım bağlı bir şekilde izledim. Her şey böyle başladı. Düşlerde gördüğüm adama aşık olmuştum ve o adam benim kaderim olmuştu.
Kaf dağının ardı kadar uzak ama bir nefes kadar yakınsın. Bu cümle bazen hüzünlendirirdi beni. Onun ilk aşkını duyduğum an aklıma geldi. Beni beş yıl boyunca rüyasında gören adam bana vurulmuştu ve ben kaçmak istemiştim.
Fark ettim de hep bir kaçış halindeydim. İlk başta büyüdüğüm yerden kaçmak istemiştim. Çocukluğumdan kaçmak istemiştim. Sonra da Savaş'dan kaçmak istemiştin. Aşık olmaktan, yeni bir hayattan kaçmak istemiştim. Fakat maalesef ki artık o hayata hasret duyuyordum. Onu çok özlüyorum.
"Bence bu sanatçı burada biraz fazla abartmış." Duyduğum sesle düşüncelerimden sıyrılırken göz yaşlarımı silerek tabloya bakmaya devam etti. "Sanattan anlamayan insanlar için bir şey söyleyemem." Dedim omuz silkerek. Benimle beraber sanatı izlediğini yeni fark ettiğim adama üstün körü bakarken yüzünde bir maske olduğunu fark ettim. Çenesinde bir yanık izi de vardı. Yüzünün yandığını varsaydım. Yardımcım demişti. Ömer Asaf adında özel bir konuktu. "Bence bu sanatçı ilk başta bir dağ manzarası yapacaktı. Sonra bundan vazgeçmiş anlaşılan. Sonra da şöyle bir çift çizeyim. Hah tamam oldu diyerek bir de çöl olsun tam olur diyerek hallaç pamuğuna çevirmiş."
Adama göz süzerek bakarken yüzündeki maskeden tepkisini pek kestiremedim. "Madem sanattan anlamıyorsun ne işin var senin burada?"
"Daha çok sanatçıyı merak ettim."
"Öyle mi?" Dedim hayret ederek. Acaba benim olduğumu biliyor muydu ki?
"Acaba yaşadığı şey ne ki bu kadar kötü resimler yaptırmış ona."
Bir an burnumdan derin bir nefes alarak sakin kalmaya çalıştım. Bunu benim yanımda söylüyordu. "Her neyse, sanatçı da sizin beğeninize pek de meraklı değildir." Diyerek gidecektim ki kıkırdayarak gülmeye başladı. Bu adam kafadan hasta mıydı acaba?
"Bu kadar kızacağınız hiç aklıma gelmezdi Mehir hanım."
"Sen..." Bir an dilim tutulmuştu. Başka bir şey diyememiştim. Bu adam kim olduğu nereden öğrenmişti. "Ne saçmalıyorsunuz?" Dedim sinirle. Cebindeki elini çıkartırken uzatarak gülümsedi. Maskesi sadece gözlerini kapatmıştı. Sol yanağından aşağıya doğru bir yara izi biraz belirmişti. "Resimden pek anlamam. Yeğenimin çizimlerini benziyor. Fakat sizden hoşlandım açıkçası. Duru güzelliğiniz beni ister istemez buraya çekti."
"Oğlum sen manyak mısın?"
"Oğlum demesen çok iyi olacak yanlız."
Bir an ters ters bakmaya başladığımda durumun ciddiyetini anlamış olacak ki ensesini kaşıyarak resme baktı. "Resim çok güzelmiş aslında. Tatlı bir esintisi var."
"Allah'ım millet deliye ben akıllıya hasretim."
"Çilemcim." Beren birden yanımda belirirken ben de en az onun kadar şaşkındım. "Şey annem seni aramış ama ulaşamamış. Telefonuna bak istersen." Derken bir yandan da maskeli adama bakıyordu.
"Tamam ben birazdan ararım. Her halde şebeke çekmedi. Bu aralar telefonum çekmiyor."
"Tamam. Bir şey olursa ben buralardayım."
"Tamam canım. Ben de birazdan geliyorum." Diyerek resme döndüm. Sonra da adamla konuşmaya başladım. "Bak kimsiniz, beni nereden tanıyorsunuz bilmiyorum. Fakat bu övgünüzü duymaya ihtiyacım yok. Evli bir insanım ben. Ŕica ederim daha fazla rahatsız etmeyin."
Birden bana bakarken tepki verdi. "Ben yüzük göremediğim için yanlış anladım sanırım."
"Bu konuşma çok saçma bir yere varıyor." Diyerek boynumdaki yüzükleri çıkartarak adama gösterdim. "Benim eşim vefat etti ama ben hâlâ onunla evliyim." Dedim acı sesimle. Adam bir an duraksarken ne diyeceğini bilemedi sanki. Biraz mahçup olmuş olabilir. "Ben bilmiyordum."
"Önemli değil. Bir an sizin..."
"Lütfen yanlış anlamayın. Sadece bu resimlerin sahibini görmek istedim. Biraz da takılmak. Sanırım biraz abarttım."
"Neyse konu hallolunduğuna göre iyi günler." Diyerek arkamı dönecektir ki adam tekrar gülümseyerek elini cebinden çıkarttı. "İyi günler. Dilerim bir gün sevdiğinize kavuşacağınız günleri görürsünüz."
"Umarım." Dedim hasretle. Sonra da arkamı dönerek oradan uzaklaştım.
Aradan geçen bir kaç saatin ardından pek çok resim galeriden satılmıştı. Buraya normalde varlıklı zengin insanlar gelir. Beni kıt kanaat koydukları resim yarışmasında ikinci seçildikten sonra Beren ile galeri açarak işimizi büyüttük. Tamamen şans işiydi. Buranın gelirine ihtiyacımız olmadığı için ihtiyaç sahiplerine ve açtığımız üç yetimhanenin giderleri için harcıyoruz. Ve de bir çok ihtiyaç sahiplerine.
Aşkı çöl olarak adlandırdığım çölde dans eden çiftin tablosunu bir milyona satın alan Ömer Asaf, benimle konuşmaya çalışan adamın ta kendisiydi. Şuan bu müzayede sayesinde bir milyonerden milyardere doğru gidiyordum. Satışlar ve ilgi çok büyüktü. Fakat bu paranın pek önemi yoktu. Tek düşünebildiğim Savaş ve kızımdı.
Yirmi katlı lüks binaya girer girmez asansöre binerek kendi katımıza çıktık. Yükseklik bana huzur verdiği için en üst katı satın almıştım. Yıldızlara ne kadar yakınsam Savaş'a sanki o kadar yakındım.
Anahtarları kapının önündeki vestiyere indirirken Beren mutfağa geçerek ellerini yıkamaya başladı. "Söyle bakalım. Bugün ne yapalım?" Diye sordu bir yandan. "Bilmem kafana göre takıl." Dedim umursamazca. "O zaman bir tavuk sote yapıyorum."
"Tamam aşçı hanım." Diyerek balkona çıktım. Gökyüzüne bakarak derin bir nefes aldım. Ne zaman yıldızları izlesem bahçeden yıldızları izlediğimiz an aklıma gelir. Sanki Savaş hemen yanı başımdaydı. "Kızımızı bulmama çok az kaldı sevgilim. Onu bulmama çok az kaldı."
Banyoya gideceğimi söyleyerek odadan benim yatak odama geçtikten sonra kıyafetlerimi çıkartıp banyoya geçtim. Artık nefes almak zor oluyordu. Bazen halisinasyonlar görmeye devam ediyordum. Bazen Savaş'ın sesi çınlıyordu kulaklarımda. Bazen onu bir yerde görür gibi olurum, fakat sonra yanıldığımı anlarım. Bugün de öyleydi.
Sanki Savaş etrafımdaydı. Fakat yine bir yanılsama olduğunu biliyordum.
.....
Banyodan sonra mutfağa geçerek Beren'e yardım etmeye koyuldum. O tavuk soteyi hazırlarken ben de pirinç çıkardım. Yanında güzel olur diyerekten.
Çok geçmeden de her şeyi hazırlayıp masaya geçerek yemeye başladık. "Yanındaki adam." Diye başladı Beren. Merak edeceğini tahmin ediyordum. Bu zamana kadar durması mucize.
"Kim o?" Dedi saçını en sonunda toplamaya karar vererek. Bir dişli tokayı topladığı saçını sabitleyerek tekrar sofraya geçerken ben ise omuz silkerek "Bilmiyorum." Deyip parça tavuğu ağzıma attım. "Ömer Asaf adı. Çok soylu bir ailenin torunu. İlyas bey de uzun süredir tanıyormuş. Yanii yeğeniymiş."
Efeoğulların aile dostu olan ve beni Alev'in elinden kurtaran adamı söylüyordu. "Evet, Timur bey söylemişti." Yani benim sergimde tanıtım yapan yardımcım.
"Yüzü yaralı olduğu için hep saklamak zorunda kalmış." Dedim devam ettirerek. "Yani tanıyorsun."
Ona dönerek gülümsedim. "Tanımıyorum, adını duydum sadece. İlyas bey geleceğini söylemişti." Adama ilk defa görmüş gibi davranmamın sebebi konuşmayı uzatmak istemememden dolayıydı. İlyas bey yüzündeki yaradan dolayı ya maskeli ya da bandaj ile dolaştığını söylemişti. Fakat bana yürüyebileceğini hiç tahmin etmemiştim. Sanırım mizacı böyleydi. Kadınlara karşı yani. Öyle ki tanımamış gibi davranmam onu hayal kırıklığına uğratmış olabilir.
"Bu arada, Tuncay ve Aslı İstanbula gelmiş biliyorsun. Çok oyalanmadım bir şeyler yiyelim de çıkalım."
"Peki." Diyerek pilavdan da bir kaç kaşık alırken yemeğe devam ettik. Bir saat sonra da dışarı çıkarak aşağı indik. Annem, ben ve Beren'in tek yaşamasından pek memnun değildi. Bizim için endişeleniyordu. Fakat Emin ve etrafımdaki bazı korumalar sayesinde biraz olsun rahatlamıştı.
Emin siyah gömlek ve kot tarzı bir üst giyerek bizimle beraber aşağıya inerken ensesini kaşıyarak bir an binaya baktı. "Hayırdır? Neye daldın öyle?"
"Reyyan ana köyden dönmüş evde şuan." Bir an Beren ile birbirimize bakarak iç çekerken bize dönerek "Merak etmeyin şuan uyuyor. Ona hiçbir şey söylemedim." Dedi rahatlatmak isteyerek.
Reyyan ana Savaş'ın kaybından sonra benim gibi kötü olmuştu. Ondan geriye sadece ben kalmıştım onun için. Savaş'a hep gözün arkada kalmasın, karın bana emanet derdi. Istanbulda daha fazla kalmamdan memnun değildi ama kızımın yaşadığına dair kanıt bulduğumuzu öğrendiğinde delirmediğimi anlamıştı. Beren ve Eminler de destek verince o da bizimle beraber İstanbul da kalıp yaşamaya karar vermişti.
"Beni sordu mu?" Dedim dudak ısırarak. "Evet, ben de ev de uyuyor dedim." Benden bayağı uzun olan adamın koluna sinirle vurarak burnumdan soludum. "Niye yalan söylüyorsun!"
"Demeseydim yanına gelirdi. O zaman da Tuncaylarla buluşmak hay olurdu."
"Tamam hadi bin arabaya da gidelim artık." Diyerek arka koltuğa geçtim. Beren de diğer taraftan yanıma gelirken arabayı çalıştırarak buluşacağımız kafeye doğru sürdü. Geceleri dışarı çıkmak hep ürkütücü gelir. Ne kadar tekvando karate eğitimi almış olsam da ister istemez bir korku insana nüfus ediyor. Gece dışarı çıkmaya hâlâ alışamadım.
Yarım saatin ardından bir cafede dururken hemen pencere kenarında oturan Tuncay ve Aslı el sallayarak hemen kendini belli etti. Biz de arabayı müsait bir yere park ederek yanlarına gittik. Evliliklerinin dördüncü ayıydı galiba. Beren ve Aslı heyecanla birbirine sarılırken başımı iki yana sallayarak gülümsedim. Aslı heyecanla bana da sarılırken ben de sarılarak omzunu sıvazladım. "Kız, evlilik sana yaramış be. Yüzün gözün açılmış. Öyle değil mi Beren?" Dedim göz kırparak. Beren gülerek Aslı'ya omuz atarken "Utandırma kız arkadaşımı. Tabii yüzü gözü açılacak." Dedi bir an erkeklerin olduğunu fark ederek. Allahtan biraz sessiz konuşuyorduk.
Herkes selamlaşmayı bitirdikten sonra masalara geçerek ortak bir kararla kahve sipariş etti. Buradaki tek eksiğimiz Savaş idi. Kim bilir belki uzakta bir yerde gülümseyerek beni izliyordur. Bazen rüyalarıma gelir bana sarılırdı. O zaman beni özlediğini anlardım. Ben de onu özlüyordum.
🦋🦋🦋
......
Kadehe içeceği doldururken bugünkü o kızı düşündüm. İnternet'te dört gözle beklediğim serginin sahibesi o kadın mıydı gerçekten? Ben ilk başlarda yaşlı ellilerinden bir kadın zannetmiştim. Fakat çok genç bir kadın idi. Bir de...çok güzel bir kadındı. Duru bir güzelliği vardı. Ne eksik ne fazla. Fakat solgundu ve de üzgün. Gözlerinden geçen acı bir hayat vardı sanki. Onunla konuştuktan sonra bana döndüğünde kalbim deli gibi çarpmaya başlamıştı. Hiç bir kadından böyle bir şey hissetmemiştim. Aslında kadınlardan çekindiğim bile olmamıştı. Maskeliyken çok özgüvenli birine dönüşüyordum. Fakat maskem çıktığı an tüm o özgüvenim yok oluyordu. Hafif uzamış saçlarımı arkadan bağlarken öndeki bir kaç tutam ile yaramı kapatmaya çalışıyordum.
Resimlerini gördüğümde her birinde bir hikaye görüyordum sanki. Bir yaşanmışlık vardı ve her birinden o sonsuzluk işaretini hep bir yerlere sıkıştırmıştı. Çölün ortasında dans eden o iki çiftin hemen kenarındaki sonsuzluk işareti fark edilmeyecek kadar iyi saklanmıştı. Sanki o an bir şey yaşamış da onda takılı kalmış gibiydi.
"Bugünkü sergi iyi geçti sanırım." Amcamın sesiyle kendime gelirken bir kadeh daha doldurarak ona uzattım.
"Sanırım senin şu çok sevdiğin ressam beni tanımadı."
"Nasıl tanımadı. Yardımcısı Timur söylediğini söylemişti."
"Bilmiyorum. Hatta biraz tersledi beni sanırım." Amcası sırıtarak elini cebine atıp kadehi kafasına diktikten sonra yeğenine baktı. "Sen rahat durmamışsındır. Kim bilir onu sinir edecek ne dedin?"
"Hiçbir şey..." Biraz duraksarken amcam yine o bilindik imalı bakışları üzerime doğrulttu. Dudağımı ısırarak ensemi kaşıdım. "Yani resmini biraz kötülemiş olabilirim." Göz devirerek "Tahmin ettim." Dedi alayla. Sonra bana doğru yürüyerek şöminenin üstüne astığım tabloya baktı. "Çölde dans."
"Bir nefes kadar yakın, kaf dağının ardı kadar uzak." Dedim dalgınca. Mehir denen kız kendi kendine sayıklarken duymuştum. Kocası çok şanslı bir adam olmalıydı. Tablodaki adama bakarken öyle hüzünle bakıyordu ki onu deli gibi özlediği açıktı. Bana böyle bakması için her şeyimden vazgeçerdim. "Sanırım Mehir hanımın gizli bir hayranı daha olmuş." Dedi amcam dalgınlığımı fark etmiş olacak ki.
"Hayır, sadece o kadında farklı bir şeyler vardı. Sanki onu daha önce bir yerde görmüştüm."
"Resimlerinde bazen kendini de çizer. Fakat çok belli olmaz. Simalardan benzetmiş olabilirsin."
"Olabilir." Dedim tekrar tabloya bakarak. Sonra da acıyla güldüm. "Yüzü yanmış çirkin bir adamı öyle güzel bir kadın neden baksın ki? Bir de kocasına hâlâ aşıkken. Başlamadan bitmişti umudum. Çok fazla imkansızlıklar vardı. Yüzüme on saniyeden fazla bakamıyordu kimse. Çirkin bir adamdım. Bu yüzden maskelerle dolaşıyorum. Adana da bazen çıkartsam da İstanbulda yüzümden hiç çıkmaz.
Amcam erken yatmak için odasına giderken ben ise yine o tabloya baktım. Rüyalarıma çok benziyordu. Rüyamda bir kadın hep bana sarılır seni bırakmayacağım derdi. Tıpkı bu tablodaki kadın gibi. Ya da o ressam gibi. Rüyamdaki kadın olduğunu sonradan anlamıştım. O an şok geçirmiştim. Bana bu kadar tanıdık gelmesi zaten normal gelmiyordu. İyice dehşete düşmüştüm. Rüyamda bir ses daha vardı. Bir kadın tıpkı önceki kadının sesi gibiydi. Savaş diye bağırıyordu. Bana mı söylüyordu başkasına mı bilmiyorum. Savaş adında birini de tanımıyordum. Fakat onunla karşılaştığımıza dair şüphelerim vardı artık. Belki de geçmiş hayatımda tanıştığım biriydi.
Düşüncelere dalarken başıma korkunç bir ağrı girdi. "Hayır. İlaçlarım." Hemen çekemceleri karıştırarak aramaya koyuldum. Onu hemen bulmam lazımdı. Yoksa daha kötü olacaktım.
Endişeyle etrafa dolanırken amcam seslerle gelmişti. "Neler oluyor?"
"İlaçlarımı bulamıyorum." Tekrar ağrım artmaya başlarken acıyla başımı tuttum. Amcam da hemen merdivenlerden aşağıya inerek çekmeceleri karıştırıp ilacımı çıkardı. Ben acıyla iç çekerken hemen elime verip bir bardak su doldurdu.
Hızla ilaç hapını yutup suyu içerik bir süre nüfuz etmesini bekledim. Amcam da beni koltuğa oturtarak benim gibi biraz bekledi. Bir süre sonra nihayet geçerken rahat bir nefes alarak koltuğa yaslandım. Amcam da rahat bir nefes alırken ilaçları tezgahın üstüne koyarak bıkkınca soluklandı. "İlaçlarını bir daha unutma. Yoksa çok fena yaparım!"
"Tamam amca. Bugün biraz dalgınım. O yüzden unutmuşum."
"Tamam ama dikkat et." Yorgunca "Peki." Derken o da bu yorgun halime gülümseyerek "Biraz kal sonra git dinlen." Diyerek tekrar odaya geçti.
Ben ise hastalığımın verdiği yorgunlukla biraz oturdum. Sonra aklıma cebimdeki kolye geldi. Usulca elimi cebime atarken yutkundum. Sonra cebimden çıkartarak bir süre öylece baktım. Sonsuzluk işaretli bir kolyeydi. Pırlanta işlemeli sade bir şeydi. Kolyesini fark ettikten sonra resimlerdeki gizli sembolleri şaşırmamak gerek.
Boynundan düşmüştü sanırım. Ondan düşerken anlamıştım. Evlilik nişanesi gibi saklıyordu. Bir süre öylece bakakaldım. Bu aşk hikayesini kıskanmıştım. Sanırım bu adam dünyanın en şanslı insanıydı. Fakat aynı şeyi Mehir için söyleyemem. Kardeşi diye bildiğim kız, Çilem diye seslenmişti. Sanırım sahte bir isim kullanıyordu. Ya da göbek adı da olabilir.
Atan kalbime hakim olamıyordum. İçimde bir hüzün vardı. Yaş olmuş otuz, hiç aşık olduğumu bile bilmiyorum. Daha doğrusu hatırlayamıyorum.
Hafızamı kaybettiğimde beri kendimi kaybolmuş hissediyordum. Ailem benim toparlanmam için hep çalıştı ama kendimi yine de iyi hissedemedim. Yaralı yüzümden dolayı kızların benden korkması psikolojimi iyice bozmuştu. Maskeli iken havalı görünüyordum fakat maskem çıktığında eski bakışlarından eser kalmıyordu.
Acaba Mehir denen kız yüzümü görseydi o tanıdık bakışı atar mıydı? Ya da normal mi görürdü. Nedensiz yere bir güven peyda oldu içimde ona karşı. Tablolarından bedeni değil de sahip olduğu ruhun önemini vurguluyordu.
Bilmiyorum, çok olgun ve asil ruhlu bir kadına benziyordu. Fakat dokunsam dağılacak gibiydi. Ona yardım edebilmek isterdim.
Balkona çıkıp kamelyada oturduğumda tekrar düşünceli bir şekilde kolyeye baktım. "Beni sevmeni çok isterdim Peri kızı. Bir Peri gibi güzel ve narinsin... Pek çok güzel kız gördüm ama senin gibi güzel sevenle ilk defa karşılaştım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
114.87k Okunma |
5.67k Oy |
3k Takip |
107 Bölümlü Kitap |