Gökyüzünde uçarak ailemle güzel bir hayal yaşamaya başladım. O kadar güzeldi ki. Artık Alya da yanımızdaydı. Gökyüzünde özgürce süzülüyorduk. Kendi evimize uçuyorduk. Alya etrafımızda dolanarak keyifle gülüyordu. Uçmak kadar güzel bir duygu yoktu. Artik özgürdük. İstediğimiz gibi yaşıyorduk artık, fakat...
Fakat birden hava kararmaya başladı ve bizi yavaş yavaş yere düşmeye başladık. O sırada kötü bir ruh etrafımızda dolanarak bizi rahatsız etmeye başladı. Savaş ile hemen kızımıza sarılarak siper almaya çalıştık. Ben kızımı sarıldım Savaş da bize sarıldı. O an depremde enkaz altında kalan aile aklıma geldi. Çocuğuna sarılan anne ve onlara da sarılan baba. O manzara benim kalbimi çok acıtmıştı. Hele ki kızımı arama arafesindeyken ve Savaş'ı kaybettiğim bir zamandayken.
Yere yavaşça inerken hemen bir yere saklanmaya çalıştık. Savaş Alya'yı kucağına alarak hızla yürümeye başlamıştı. Ben de ardından koşar adımlarla yürüyerek kolunu tutmuştum. Sonra Savaş ilk karşılaştığımız dere kenarında durdu. Sonra hemen ağacın altında oturduk. Sanki o ağaç bizi görünmez yapacak gibi düşünüyorduk. Bir süre sonra etraf aydınlandı ve bahar geldi. Ayağa kalkarak eve gitmemiz gerektiğine karar verdik. Ayağa kalkıp etrafı kolaçan ederken arkamı dönerek kızımı ve babasını kontrol etmeye çalıştım. Fakat hiçkimse yoktu. Birden ortadan koybolmuşlardı. Korkuyla iç çekip deli gibi etrafta onları aramaya çalıştım. Ama onlardan hiçbir iz yoktu. En sonunda çaresizce yere çökerek ağlamaya başladim. O sırada uzakta bir aslan ailesi etrafta dolanıyordu. O an korksam da hareket etmedim. Sadece onları izledim. İki aslan, biri dişi biri erkek üç tane de yavru aslan yeni avdan gelmiş gibi görünüyordu. Keyifleri yerindeydi çünkü. Üç yavru aslan etrafta koşuşturarak birbirleriyle avcılık oyunu oynuyorlardı. O an sanki benim çocuklarımmış gibi hissettim.
Birbirlerinin peşindem koşarak en sonunda benim yanıma gelmeye başlamışlardı. O an korkuyla ağacın altına giderek onlardan uzaklaşmaya çalıştım. Çünkü onlar yanımda olursa anne babalarının da dikkatini çekebilirdim.
Ağacın altına girerek onların uzaklaşmasını bekledim. O sırada omzumda bir el hissettim. Hissettiğim el ile korkuyla iç çekerek hemen arkamı döndüm. Meğer Ebe kadındı. Fatma ebe. O an ayağa kalkarak ona sarıldım. "Beni buradan çıkar ne olur." Dedim acıyla. "Ailemi yine kaybettim ben. Bana yardım et ne olur."
Huzurla gülümseyerek saçlarımı sevdi. "Sen çok güçlü bir kızsın. Ama bir ilk okul çocuğunun kalbine sahipsin."
Ondan yavaşça ayrılarak aslan ailesine bakarken "Sen çok güçlü bir kızsın. Bunu da atlatacaksın. Dedi yine.
O an dehşetle gözlerimi açarak iç çektim. Başımı tutarak nefes nefese kendime gelmeye çalıştım. Savaş da endişeyle yerinden kalkmış beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Bana sıkıca sarılarak nefes nefese sakin kalmamı bekledi. "Geçti! Geçti! Bir kabus. Sadece bir kabus. Nefes al." O sırada Savaş'a kilitlenmiş gibi sarılarak kendime gelmeye çalıştım. o ise sabırla benim sakinleşmemi bekledi. "Savaş." Dedim hüzünle.
"Efendim güzelim söyle." Diyerek hüzünle yanaklarımı avuçladı. "Bazen olur ya bir zamanlar bir çocuk olduğun aklına gelir." Kaşlarını hüzünle çatıp hıhım diyerek onay verdi. "Ben anne babamın yanında görmeyi isterdim. Onlara sarılarak güvende hissedersin ya. Ben o duyguyu hiç tadamadım."
Göz yaşları içinde bana yaklaşarak "Ben varım güzelim. Ben seni yaşadığım sürece hep koruyacağım. Korkma. Biz iyiyiz. Bak yine beraberiz, yine birlikteyiz." Dedi çaresiz bir sesle.
"Fakat bu farklı Savaş. Olur ya insan annesine sarılmak ister, babasına sarılmak ister. Savaş insan bazen evlat olarak sevilmek ister. Korunmak ister. Bazen anne babasının yanında güvende olmak ister."
"Anladım seni. Anneni özlemişsin. Yarın annenlerin yanına gidersin. Hasret giderirsiniz. Oldu mu? Hem bir kaç gün de kalırsın. Zamanı geldi." Hüzünle gülümseyerek yanağımı sevmeye başladı. "Biraz özleyeceğim seni ama sen yeter ki iyi ol. Tamam mı?"
"Bilmiyorum." Dedim sadece. O ise gülümseyerek belime sarılıp tekrar yatağa uzandı. Ben de onunla beraber uzanık haldeyken başımdan uzunca öperek sırtımı sıvazladı. "Bu bir hafta yıprattı seni. Bu yüzden böylesin. Ne diyorum biliyor musun? Bu oyuna bir son verelim ve rahat edeceğimiz bir eve..."
"Hayır..." diye aniden çıkışırkenbana tuhaf bir şekilde bakakaldı. Ben de devam ettim. "Elif bu haldeyken olmaz. Kemoterapi işe yarıyor. Senin ilik naklin de onu iyileştirebilirmiş. Her şey bu kadar yolundayken onu biz yıpratamayız. Hem ikizinin katilini bulamadık dq hâla. Kızımızı bulana kadar kalsın. O zamana kadar Elifle de ilgilenebilirsin. Sana düşkün zaten. Sen de gidersen iyice yapayanlız kalır."
Bir süre şaşkınca bakarken hüzünle gülümseyerek beni kendine yaklaştırıp burnumdan öptü. Sonra anlını anlıma yasladı. "İyi ki varsın. İyi ki benimsin." Gözünden süzülen yaşlarını fark ederken usulca silerek hayretle bakakaldım. "Allahtan hep ne isterdim biliyor musun?" Bir şey demedim, sadece merakla onu dinledim. O ise beni göğsüne yaslayarak cevap verdi. "Ne olur, ne olur bana öyle birini verki onun yanında kendimi evimde hissedeyim. Öyle birini verki, kaybettiğim evimi geri alabileyim. Onun merhameti benim kalbimi eritsin. Bu taşlaşmış kalbimi bir sünger gibi yumuşatsın."
O an ona hüzünle sarılarak derin bir nefes aldım. Yine kabus görüyordum ama artık gerçek hayatımda güvendeydim. Savaş benim yanımda, yakınımdaydı. Bir kadın bir erkeğin bir araya gelmesiyle bir aile oluştu. Onunla da bir dünya.
Aradan geçen yarım saatin arasında ezan sesiyle beraber saate baktım. Ben hâla gece olduğunu zannediyordum halbuki.
Savaş'a göz ucuyla bakarken Savaş ise gözlerini yapmacıktan kapatıyordu bildiğin. "Hadi kalk bakalım." Savaş birden gözlerini ovarak bana baktı. "Efendim mübarek karıcığım." Bu sözüne kıkırdayarak bir süre toparlanamadım.
"Mübarek karıcığınla bir namazı çok görmezsin o zaman." Ezan sesini duyunca aklına ben geliyorum mübareğin
Ayağa kalkarak onu çekerken o ise "beş dakika." Dedi yalvarır gibi bakarak. Sonra beni belimden tutarak tekrar yatağa çekip benimle uyumaya çalıştı. "Nıç nıç nıç. Koskoca adamsın. Hadi hadi. Sonra yine yatarız hadi." Kolunu çekiştirerek banyoya doğru sürüklerken tüm ağırlığını üstüme vermişti resmen. Ama neyseki nihayet ikimiz de abdestimizi alıp havlularla kurulayarak namazlığımızı serdik. Sonra namaz kıyafetimi ve mamazlığımızı sererken Savaş bana bakarak ister istemez gülümsedi. Belimden kavrayarak başımdan öpmeye çalıştı. Fakat ben onu kendimden uzak tutmaya çalıştım. "Bak abdestimiz bozulacak diye korkuyorum. Hadi kocacığım namazımızı bitirelim öyle sarılırız."
Savaş çapkın bir bakışla bana bakarak "Demek benden etkilendiğini kabul ediyorsun." Dedi zafer kazanmış gibi. "Bundan zevk alman bittiyse kamet getir hadi."
Çırpınışlarıma daha fazla direnmeden öne geçerek besmele çekip tekbir getirerek namaza başladık. Bir kaç dakika içinde namazımız bittikten sonra tespih çekerek dua etmeye başladık. O an "Sesli söyle." Dedim merakla. Ne dua ettiğini merak etmiştim ister istemez. "Allahla arama girme Peri kızı. Belki özel bir şey istiyorum."
Tek kaşım havada sinirle omzuna vurdum. "Özel neyin olabilir Savaşcığım! Karınım ben senin."
"Allah'ım şu güzel karıma birazcık da akıl ver olur mu?" Tekrar omzuna vurarak yanına geçtim. O sırada acıyla omzunu ovaladı. "Kızım dua eden insana yılan bile dokunmaz be!"
Biraz vicdan azabı çekmis gibi omzunu ovalayarak özür diledim. "Tamam. Olabilir. Sen anlat derdini hadi."
Tekrar ellerini açarak göz belertircesine dua etmeye devam etti. Muhtemelen beni şikayet ediyordur. Ben de elimi açarak dua etmeye devam ettim. O sırada Savaş bu sefer sesli dua etmeye başladı. "Allah'ım sen kızıma da karıma da beni bahşet. Onları benden mahrum etme." Bu dediğiyle kıkırdayarak daha çok güldüm. Maşallah çok mütevazı bir duaydı. "Beni de onlardan mahrum etme." Diyerek amin derken ayaklarını baba tarzı bağlayarak iki bileğini ayak dizlerinin ucuna yasladı. "Gülmen bitti mi?" Dedi bozulmuş gibi. Ben ise hemen toparlanmaya çalışarak boğazımı temizlemeye çalıştım.
"Im. Çok güzel bir dua ettin kocacığım." Göz devirerek "Gülmenden anladım merak etme." Diuerek ayağa kalktı. Ben ise bozulduğunu düşünerek toparlandım ve namazlıkları kaldırıp üstümü değiştirerek yanına uzandım. "Kızdın mı? Sadece çok tatlıydı duan o kadar."
Gülümseyerek belime sarılıp çeneni kavradı. "Kızmadım. Tepkin sinir bozucuydu biraz, o kadar." Yine kıkırdayarak kendimi tutmaya çalıştım. "Sevgili kocacığımın bu kadar mütevazi olması beni benden aldı. Bu yüzden gülmeden edemedim işte."
"Sonuna kadar bekleseydin birbirimizdem mahrum kalmamak için dua ettiğimi anlardın."
"Hım. Şöyle ki, ilk cümlelerinden sonra kendimi tutamadım maalesef ki."
"Onu anladım maalesef ki." Bunu demesiyle yine kıkırdayarak yanaklarını sıktım. "Çok tatlısın." Dedim. Sonra bir an içimde bir hüzün oluşurken yutkunarak yanağını sevdim. "Seni o kadar çok özledim ki. Bu günlerin hep bir hayalden ibaret kalacağını zannetmiştim."
Burnumdan öperek belime sarıldı. "Beş yıl bana yüzyıl gibi gelirdi. Sen nasıl dayandın aklım hiç almıyor." Dedi bileğimi avuçlarken. Sonra bileğimi tutarak usulca öptü. "Bugünleri de atlatacağız. Güzel olacak inanıyorum."
"Umarım." Diyerek hüzünle sarıldım. Sonra yavaş yavaş uykuya daldık.
Kahvaltıya kadar kapı çalmasaydı hâlâ uyuyor olacaktık. Fakat Asiye kapıyı tıklatarak kahvaltıya inecekmiyiz diye sordu kapının ardında. Ben kalkarak kapıyı açıp "On beş dakikaya aşağıdayız." Dedim. Fakat o gitmeden durdurarak "Eylül nerede?" Dedim. Bıyık altından gülmemeye çalışıyordum. Kapı aralıklıydı. Ben neredeyse dışardaydım yani. İlk zamanlar kapıyı çalarak içeri girme girişiminde bulunduğu için böyle davranıyorum. Benden uyarı yedikten sonra içeri gözünün ucuyla bile bakmaya cesaret edemedi. Eylül biraz daha densizdi. Uyarıma rağmen inadına içeriye gizliden gizliye bakmaya çalışıyordu. Ben de onu köyüne geri gönderdim.
Tabii ki bunu Salih beye şikayet ederek söyledim. Adam bana karşı düşmanlık göstermiyordu. Bana karşı nazikti. Torunu için her şeye katlanırmış insan.
Bunu Eylül istemişti. Diğerlerine göre fazla cürretkardı. Tabii bunu muhtemelen kumalar istemiştir. Karı koca oldular mı? Ya da ayrı mı yatıyorlar diye belki. Olabilir mi olur. Belki oyun oynadığımızı zannediyorlardı. Tabii bu benim tahminim.
"Dün akşam köyüne gitti hanımım."
"Anladım. Gidebilirsin." Dedim kapıyı suratına kapatarak. Eylül'e çok şans vermiştim. Kendisi kaşınmıştı. Bu bir hafta iyi bile dayandım. Evliliğimizin ilk zamanı, çay dökme olayından sonra çok sert olmayayım dedim ams o bana mısın demedi. Hatta bana daha çok bilenmişti.
Arkamı döndüğümde Savaş gözlerini ovalayarak biraz esnedi ve örtüyü kenara çekerek zar zor kalkabildi.
Ben de ardından banyoya girerek hazırlanmaya başladım. Bir süre sonra da kahvaltıya indik. Kahvaltıya Aylin ve Serkanlar da geldikten hemen sonra, kahvaltıya başlamadan önce Salih Bey merakla onlara odaklandı. "Bu sabah cinsiyetini öğrenmeye gitmişsiniz. Sonuç?"
Bugün kahvaltıyı biraz geç yaptık. Pazar günü olduğu için tüm erkekler evde olacaktı. Bugüne özel de mangal kebap yapılmaya karar verilmişti. Bakalım bu Adana kebabı farklı mıymış yoksa aynı mı?
Salih bey "Oğlum cevap versene." Diyerek uyarırken Serkan karısının elini tutup öperek "Erkek dede. Bu sefer erkek." Dedi karısına gülümseyerek. O an Salih bey "Çok şükür, çok sükür! Ne güzel bir haber yav! Bugün ki kutlamamız boşa değilmiş. Rabbim mutlulukla kucağımıza alacağımiz günleri de gösterir inşallah." Dedi neşeyle.
Selma hanım alayla gülümseyerek "Sonunda erkek tutturabildin. Hele şükür." Diyerek bana baktı. Ben ise kâle bile almadım. Salih bey "E hadi o zamam bu güzel haberle kahvaltıya başlayalım." diyerek başlamamızı söyledi. Hepimiz kahvaltımızı yaptıktan sonra bahçeye çıkarak büyük aile olarak vakit geçirmeye başladık. Ardından halalar da geldi. Daha çok erkek evlat beklentisiyle yapılan bir kutlama olduğu belliydi.
Ailenin diğer üyeleri ve akrabalar da geldiğinde hep beraber kahve içip tatlı yiyerek vakit geçirdik. Bazen bu aileye biraz yumuşamış gibi hissetsem de hepsinin bir oyun olduğunu aklım bana arada bir hatırlatıyordu. Tabii beni beş yıl boyunca Savaş'tan ayırmasını da saymazsak.
Öğleye doğru kebapları hazırlamaya koyulurlarken kadınlar ise sohbet edip zaman geçiriyorlardı. O sırada Hanife halanın görümcesi (Hanife halanın koca tarafından bazıları da geldi.) Sohbetin içine beni de sokmayı başardı. "E küçük gelin? Senden ne zaman haber alırız?" Hah! Ben hâlâ kızımı bulamadım bir bu eksikti zaten.
O sırada Selma hanım bıkkınca soluk alarak "Allah korusun." Dedi kendini doğrultarak. O an sadece göz devirdim.
"Ha pardon, sen zaten daha önce evlenmiştin değil mi? Kocanın ikizinden bir kızın da varmış." Bunlar teşkilat olarak mı çalışıyordu? Bu ne kardeşim!.. Neyse sakin ol Çilem. Akıllı ol.
"Öncelikle bu sizi hiç alakadar etmez. İkincisi, evet var. Çok yakında buraya getireceğim."
"Tabii bulabilirse. Kızını kaçırmışlar Ayşe, kızını." Kadın aa diyerek şaşkın bir tepki verirken bana acıyarak baktı. "Geçmiş olsun bacım. Allah sabırlar versin. Ben öldü zannettim."
"Ha böyle vicdan azabı duyuyorsunuz. Öldüğünü zannettiğiniz için söylemeniz daha adice değil mi?"
"Ne biçim konuşuyorsun benimle!"
"Neyse. Benim özel hayatımın dedikodusu bittiyse ben artık kalkayım. Siz de arkamdan dedikodumu yapmaya devam edersiniz." Diyerek ayağa kalkıp oradan uzaklaştım. Salona geçip şarja koyduğum telefonuma göz attım. O sırada arkamdan gelen birini fark ettim. Telefonumu kurcalarken "Savaş, sen misin?" Dedim arkamı dönerek. Fakat o an yutkundum. Bu dışarda bir kaç kere bana bakarken yakaladığım adam değil miydi?
Kalp atışım hızlanmış karnıma ağrı girmişti. İtiraf edeyim biraz korktum. Her şeye rağmen. Yani rahatsız oldum. Olmadım değil.
"Çilem hanım." Dediğinde gözlerimi kısarak "Buyurun?" Dedim şüpheyle. O ise gülümseyerek başını kaşıdı. "Karım size kötü bir sey dediyse. Ben kendi adıma özür dilerim. Biraz patavatsızdır da kendisi. Ben de çekiyorum."
Bu konuşma neden midemi bulandırdı?
Sen ne alaka! Benimle ne alaka!
"Yo hayır. Bir sorun yok. Telefonumu şarj etmiştim. Ona bakmaya geldim."
"Ha, anladım. Eğer olur da karım sizi yine üzerse bana söyleyebilirsiniz. Ben problemi..."
"Sana neden söylesin? Kocası dururken." Arkadan Savaş'ın sesini duyunca rahat bir nefes aldım. Şuan ben ne yaşadım onu algılamaya çalışıyordum. Karete bilsem bile bunu yaşadığımı düşünmek karnımda sancılar oluşturuyordu.
Adam yutkunarak Savaş'a dönerken Savaş ise eliyle omzuna dokunarak biraz sıktı. Adam ise yutkundu kaldı. "Dışarda karıma baktığını anlamadım mı sanıyorsun?"
"Ben kötü bir şey deme..." Savaş hemen omzunu sıkarak biraz ona doğru eğildi. "Kötü bir şey dersen buradan cesedin çıkar zaten."
Şu an neden bir şey yapmıyorsun diyebilirsiniz ama o adamdan bu mesafede uzakta kalmayı tercih ediyorum. Hatta daha fazla olabilir.
"Sen beni yanlış anladın." Savaş işaret parmağıyla kendi dudaklarının ortasına bastırırken "Şşt. Bana açıklama yapma. Seni zaten sevmemiştim." Dedi sinirle. Sonra ensesini tutarak kulağına yaklaşıp öfkeli bakışlarla "Seni bir daha bu evin kapısının önünde bile görürsem kendi kapında bir ceset olarak atılırsın. Anladın mı beni?"
Adam hızla başını yukarı aşağı sallayarak "Tamam." Dedi titreyen sesiyle. Sonra Savaş kontrol amaçlı arkasına bakarak tekrar önüne dönüp karnına çok sert bir yumruk atarak omzunu dirseğiyle kırdı gibi.
O an da adam acı içinde inlerken sessizce bir süre durdu. Savaş ise beni kontrol etmek için göz süzerek tekrar ona döndü. "Oraya gittiğinde acilen çıkman gerektiğini söyleyeceksin ve bir daha burada gölgeni bile görmeyeceğim."
Adam yavaşça ayağa kalkmaya çalışırken sinirle çenesini tutarak kızaran gözleriyle adama son kez baktı. "Karımdan bin metre kadar uzakta oalcaksın. Eğer ki seni etrafta görürsem yemin ederim yaşatmam. Dua et karımı burada yanlız bırakmak istemiyorum yoksa seni benzetir kendi elimle polise giderdim."
"Tamam ağam. Yemin ederim gelmeyeceğim." Diyerek güç bela ayağa kalkmaya çalıştı. Sonra da doğrulmaya çalışarak hızla dışarı çıktı. O sırada rahat bir nefes alarak gözlerimi yumup ağlamaya başladım. Çok kötü bir duyguydu. Hele bir de bazı zavallı kadınlar kendi derdini anlatamıyordu bile. Savaş'a sarılmak istiyordum ama kötü hissettiğim için yanına gidemedim. Savaş ise hızla yanıma doğru yürüyerek belimden tutarak sıkıca sarıldı. "Senin zarar görmeyeceğini bilsem onu meydanda salandırırdım. Onu gebertmemek için zor tuttum kendimi."
"Adamı tanımıyorum bile!" Dedim ağlamaya devam ederken. "Şşt tamam. Geçti. Geçti bebeğim. Biliyorum."
"Bu, bu çok kötü bir duygu Savaş. Kendini ne zannediyor da."
"Şşt! Tamam. Ben onunla sonra hesaplaşacağım zaten sen merak etme. Buradayken zarar görmeni istemediğim için sakin kalmaya çalıştım." Bunu derken dişlerini sıkıyordu. Patlamaya hazır bomba gibiydi.
"Ben şok oldum zaten. Bu kadar sakin kaldığına hâla inanamıyorum. Gerçi aşırı sinirlenmeni istemezdim zaten. Ben daha kötü olurdum." Yanaklarımı severek huzursuzca soluklandı. "Biliyorum. Bildiğim için kendimi frenlemeye çalıştım."
Derin bir nefes alarak boynuna sarıldım. "Teşekkür ederim. İyi ki yanımdasın. İyi ki." Diyerek çenemi omzuna yasladım. "Beni öyle bir rahatlatıyorsun ki. Sanki her şeyi yapabilecekmişsin gibi. Hele yıllar sonra yaşadığını öğrendikten sonra artık her şeyi yapabilirsin gibi geliyor bana." Belime daha sıkı sarılarak boynumda usulca öptü.
Göz yaşlarımı silerek ondan uzaklaşırken elim hâla omzundaydı. O an mutfaktan gelen bir kadın bizimle karşılaşmanın şokuyla iç çekip arkasını döndü. O an birbirimize bakarak anlamlı bir bakış attık. Bunu en son ne zaman yaşadığımızı ikimiz de hatırlıyorduk. Birbirimizi sırılsıklam ederken yine böyle bir şey yaşamıştık.
Hemen birbirimizden uzaklaşarak yukarı odaya çıktım. Savaş ise dışarı çıkarak köftelerin başına gitti. Ben de odaya gidip pencerede kim var diye kontrol ettim. O adam karısını da alıp çoktan gitmişti. Neyseki.
Sonra odadan bir süre kalıp toparlanmaya çalışarak tekrar bahçeye gittim. O sırada kadınlar birbirlerine bakarak alayla benimle konuşmaya başladı. "Sevmediğin kim varsa maşallah hemen postalıyorsun. Bunda ne yaptın?" O arada başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü sanki. Benim burada neler yaşadığımın farkındalar mı?
Nereden bilsinler bilseler hemen adımı çıkartırlardı. Beni suçlayacak çok şey söylerlerdi.
"Benimle ne alakası var. Ben odama gitmiştim. Ardımdan zaten Savaş geldi. Sonra hemen geldi."
"Neyse tartışmayın. Bugün en güzel günüm. Erkek torunum geliyor. Hiçbir şey moralimi bozamaz." Zeynep hanım kahvesini keyifle yudumlayarak gelininin karnını severken ben ise sadece göz devirdim. Benden de çok yüksek ihtimal bir erkek torun bekleyecekler. Bir aya kalmaz darlamaya başlarlar. Fakat umarım bir aya kalmaz buradan gideriz de bu oynu daha fazla sürdürmeyiz.
Bir süre sonra kebaplar ve salatalar hazır olduğunda masaya dizerek öğle yemeği oturduk. Savaş beni kendi oturduğu yere doğru yürüterek ot3 ururken Serkan ise hamile karısını hemen yanı başına alarak kendi de oturdu.
Çatal bıçaklara davranarak yemeğe başladıktan bir süre sonra bir silah parlama sesiyle etraf gerilmişti. Savaş beni masanın altına koymaya çalışırken bir an da Osman babanın sesi gelmeye başladı. O an dehşetle Savaş'a bakakalmıştım. Yutkunarak bir süre duraksarken masadan kalkarak kapıya doğru yürümeye başladık. Bizden önde de Salih bey vardı.
Kapının ucunda duran Osman baba ve Reyyan ananın yüzünü görünce endişeyle Savaş'a baktım. Bu sefer ne yapacaktık? Biz onlar duymadan bunu halledelim derken onlar çoktan kapıya dayanmıştı.
Osman baba yanıma gelmeye çalışırken korumaların durdurmasıyla tekrar silahına davrandı. Onunla beraber arkasındaki adamlar da öyle. O an bunu nereden öğrendi diye sorgularken Selma hanımın alayla sırıtıp "Dul bir karı alırsan olacağı buydu." Demesiyle her şey çözülmüştü. Bu kadarını da yapmışlardı.
Hemen bir kaç adım atarak Osman babanın karşısına geçerken Savaş'ın dolan gözleri için bile durmadım.
"Sen, sen kafayı mı yedin? Ne yapmaya çalışıyorsun?" Diyen Osman babaya her şeyi anlatmayı o kadar çok istedim ki. Fakat anlatamazdım. Hele de bu ailedeki cinayet şüphesi bu kadar artarken gidemem. Elif tek başına, Aylin desen fakirimin kendine hayrı yok.
"Osman baba, ben..." sözümü tamamlayamadan Reyyan ana araya girerek titrek sesiyle "Savaş'ım." Dedi. Korkarım o ikizini bizzat görmediği için şuan bir şok yaşıyordu.
Hüzünle Reyyan anaya bakarken, Reyyan ana koşar adımlarla yürüyerek Savaş'ın yanına gitti. Sonra yanaklarını avuçlayıp göz yaşları içinde sarılmaya başladı. Bu manzara karşısında herkes suskun kalmıştı. Ben de öyle.
Acaba biraz olsun utanmışlar mıdır? Salih bey'e baktığımda yüzünü eğmişti. Aylin ve Salih beyin kızları da vicdan azabı duymuş gibi görünüyordu. Merak ediyorum, acaba gerçekler ortaya çıktığında hangi yüzle kendilerini savunacaktı.
🦋🦋🦋
......
Menekşe Hanım altı yaşındaki Hediye'nin peşine düşerek kendini yaralamasın diye yalvar yakar durmasını istiyordu.
Bir süre sonra Hediye'yi nihayet tutarken yüzündeki lekeyi silerek bir süre kızına baktı. O an aklına Çilem geldi. Ne olurdu sanki ona içtenlikle gülseydim dedi içinden. Ne olurdu onu affedebilseydim. Onu suçladığı için kabahatli olduğunu biliyordu. Yedi sekiz yaşındaki bir çocuğun suçu ne olabilirdi ki? Hal bu ya, Sefer Ağa hep doldurmuştu onları. Onu sevmeye çalıştıklarında babasını öldürmüş kızı sevmeye utanmıyor musunuz diyerek içten içe ona kızmalarına sebep olmuştu. Fakat en büyük kabahatli o olmuştu. Bütün bunların asıl sebebi...
Hediye'yi kucağına alarak kapıya doğru yürürken arkadan bir adam sesi duydu. Kalbine bir ok saplanmış gibiydi. Farklı hissetmişti. Sanki oğlu buradaydı.
Tekrar ana sesi duyduğundq korkuyla arkasını döndü. Hemen yanında da Reha vardı. Beyninden vurulmuşa dönen Menekşe hanım kızını yavaşça yere indirerek dehşetle karşıdaki oğluna baktı. "Ha...zar." dedi yarım yamalak. Rüya mı görüyordu acaba? Bu neydi? Ne demekti bu?
Sonra karşıdaki beden konuşmaya devam etti. "Ana! Kızım nerede! Kızlarım nerede! Siz onlara ne yaptınız böyle!" Kızaran göz bebekleri ve yorgun göz altı torbalarıyla annesine bakıyordu. Menekşe hanım ise yavaş adımlarla ona doğru yürüyerek hayretle bakmaya devam etti. "Hazar, bu sen misin?" Diyerek bir adım daha yaklaşmıştı ki olduğu yerde oğlunun kollarında bayılmıştı.
Hediye de annesinin bayılmasıyla ağlamaya başlamıştı. Hemen annesinin yanına giderek anne uyan diye feryat etmeye başladı. Hazar ise hayretle annesine ve hâla kardeşi olduğunu bilmediği Hediye'ye baktı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
114.88k Okunma |
5.67k Oy |
3k Takip |
107 Bölümlü Kitap |